BÖLÜM 4
MÜMİNLERİ YÜREKLENDİRME
Mekke müşrik ileri gelenlerinin Hz. Muhammed’e @ sundukları uzlaşma teklifi aslında bir hileydi. Bu hilenin amacı da tevhidi dünya görüşü hareketini sisteme entegre ederek bitirmek ve hareketin merkezi haline gelmiş olan Darül Erkamı merkez olmaktan çıkarmaktı. Fakat hileli oyunları tutmadı ve Cenab-ı Hakk’ın rehberliği ile onların uzlaşma teklifi, Kafirun Suresindeki şiddetli ifadelerle reddedildi.
Oyunları tutmayan Mekkeli müşrik ileri gelenler çileden çıktılar ve bu reddiye olayının Mekke kamuoyundaki etkilerini Darün Nedve de değerlendirdiler. Yaptıkları değerlendirme sonucunda artık şiddete başvurma zamanının geldiğini, aksi takdirde Hz. Muhammed @ taraftarlarının çığ gibi büyüyeceğini tartıştılar. Onların toplumu yönetmedeki en önemli ilkelerinden birisi de otoritelerini göstermek için şiddet uygulamaktır. Onlara göre toplum ancak şiddetten anlar. Aksi takdirde bu harekete katılımı durdurmak mümkün değildir.
Onların bu değerlendirmelerinin sonuçları Mekke kamuoyunda dalga dalga yayılır. Hz. Muhammed’in @ safında yer almış olan kimseler, artık Mekke yönetiminin üzerlerine geleceğini, alay ve aşağılama faslından dayak, işkence ve şiddet aşamasına doğru gidileceği haberini alırlar. Hz. Muhammed’in @ bağlılarının yüzyüze kalacakları şiddet karşısında çözülmemeleri ve saflara katılmaya niyetli diğer Mekkelileri cesaretlendirmek için Cenab-ı Hak yeni mesajlar gönderir. O bu amaçla Felak ve Nas surelerini birer kalkan olarak inzal etti. Bu sureler ile Hz. Muhammed @ taraftarları yaratılmışlardan gelecek her türlü baskı, zulüm ve şiddete karşı aydınlık günleri vaad eden Cenab-ı Hakk’a sığınırlar. Onların bundan sonra sahneleyecekleri provakatif ve karanlık eylemlere karşı yine O’na sığınırlar. Onların müminlere karşı girişecekleri sinsi, büyüleyici, korkutucu, şok edici her türlü yalan dolan ve medyatik hilelere karşı da Yaratıcıya sığınırlar. Ayrıca Hz. Muhammed’i @ çekemeyen, hasedinden çatlayan Velid b. Muğire ve Ebu Cehil gibi azılı Mekke müşrik ileri gelenlerinin kıskançlık ve hasetten kaynaklanacak her türlü kötülüklerine karşı da sadece Cenab-ı Hakk’a sığınılması belirtilir bu sureler ile.
Hz. Muhammed @ Mekke müşrik elitlerinin kendilerine reva görecekleri her türlü baskı, zulüm, entrika, şiddet, korkutma ve kötülük karşısında yapılabilecek tek şey sadece ve sadece O’na sığınmaktır. Bu sığınma müminlerin psikolojilerini sağlam tutar. Ama daha da önemlisi bu sureler ile verilen daha büyük bir psikolojik destek vardır ki o da Hz. Muhammed @ taraftarlarına verdiği özgüven ve bu özgüvenin dışa vurumu için ihtiyaç duyulan sloganik söylemdir.
Bu sureler ile Hz. Muhammed @ taraftarları Mekke müşrik yöneticilerine adeta şöyle bir söylemle karşı dururlar;
“Ey Mekke’nin Müşrik Elitleri! Sizlerden korkmuyoruz! Sizin yapacağınız baskı, zulüm ve şiddetten korkmuyoruz. Sizin işkence, baskı ve terör zulümleriniz varsa, bizim de Allah’ımız var! Biz O’na sığınıyoruz! Sizin Entrikalarınıza, şantajlarınıza, psikolojik harekâtlarınıza, tehditlerinize, hile ve pusularınıza aldırış etmiyoruz. Çünkü sizin bu kötülüklerinizden bize aydınlık günleri vaat eden Allah’a sığınıyoruz. Sizin tehdit ve şantajlarınız bizi yolumuzdan döndüremez. Biz sizlerin de rabbi, sizlerin de kralı, sizlerin de ilahı olan Allah’a sığınıyoruz. Sizlerin her türlü karanlık, sinsi, büyüleyici, entrikacı ve şantajcı eylemlerinizden de çekinmiyoruz. Siz istediğinizi yapın. Bizi bunlarla korkutamazsınız. Çünkü biz size ve her şeye hükmeden Allah’a sığınıyoruz. Bizi yabancı güçlerle de korkutamazsınız. Çünkü onların da rabbi Allah’tır ve biz O’na sığınıyoruz.”
“Tehdit ettiğiniz her şey, O’nun kontrolü altındadır. Sizlerin bize yapmayı planladığınız her türlü kötülük, işkence, şiddet ve sinsi tezgâhlara karşı korunmanın garantisi ve teminatı O’dur.”
Bu sloganik ifadeler Mekke Müşriklerine karşı müminlerce haykırılarak onlara karşı bir direniş gösterileceği ifade edilmiştir.
Rahman ve Rahim Allah adına.
1-5- De ki: “Sığınırım ben yükselen şafağın / aydınlığın Rabbine! O'nun yarattıklarının şerrinden / kötülüklerinden! Ve bastıran kapkara karanlığın şerrinden / karanlık işlerden! Karanlık işlere düşkün tüm insanların şerrinden/ kötülüklerinden! Ve kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden!” (Felak Suresi 1-5)
Rahman ve Rahim Allah adına.
1-6-Deki: “Sığınırım ben insanların Rabbine, insanların hükümdarına, insanların ilâhına! Sinsice kalplere vesvese / korku veren hannasın / medyanın / şantajcının şerrinden! O hannas ki / medya ki / şantajcı ki cinlerden / ecnebilerden / yabancılardan ve insanlardandır / yerlilerdendir. (Nas Suresi 1-6)
4.1. Şirk Paradigmasının Sorgulanması ve Tevhit Paradigmasının Sunulması
Mekke müşrik ileri gelenlerinin kötü karakterleri öylesine deşifre edilmiştir ki onları müminlere karşı şiddet kullanmaya doğru bir yönelime sevk etmiştir. Fakat onların başvurdukları şiddet eylemleri Mekke halkı genelinde, Hz. Muhammed’in @ teklif ettiği tevhidi dünya görüşünün doğruluğu yönünde bir kanı oluşturmuştur.
Artık kişisel karakterlerin tartışılmasından çok, ilkelerin özellikle de teklif edilen tevhidi dünya görüşünün detaylı olarak ortaya konması ve şirk sisteminin dayandığı temellerin sorgulanması aşamasına gelinmiştir. Zira her sistem mutlaka bir ilkeye / bir paradigmaya dayanır ve onun ekseninde sistem oluşur. Bu nedenle tüm insanlığın bunalım, kriz, acı ve ızdırabının reçetesi olan ve insanlığa barışı, esenliği, birlik ve beraberliği getirecek olan tevhid ilkesi / paradigması Mekkelilerin zihnine kazınmalıydı. Diğer taraftan da onların yaşadıkları acıların, bunalım ve krizlerin, zulüm ve adaletsizliklerin sebebinin şirk ilkeleri ve sistemi olduğu ortaya konmalıydı.
Cenab-ı Hak bu amaçla hem kendini tanıtan hem de bu tanıtıma referansla insanların kendi hayatlarında kuracakları tevhidi dünya görüşünün paradigmalarını çok özlü ifadelerle anlatan ihlas suresini Hz. Muhammed @ a vahyetti.
İhlas Suresinde, Cenab-ı Hak kendini tanıtırken, kendi hakkındaki yanlış tasavvurları düzeltmekte ve onların yerine doğrusunu dikte ettirmektedir. Surenin ilk ayetinde “O Allah ki eşsiz ve benzersiz, yeganedir.” denilerek şirk düşüncesinin temelindeki O’na denk ya da daha aşağı mertebelerde de olsa benzerlik atfetmenin yanlışlığı ifade edilmiş olur. Ne yerlerde ne de göklerde O’nun cinsinden, benzerinden bir varlık yoktur. O, parçalanmaz, bölünmez, eşsiz, çocuksuz, ortaksızdır. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve her şey O’na muhtaçtır. O’nun ne oğlu / oğulları vardır, ne de kızı / kızları vardır. O doğurmamıştır. O kendi sıfatlarında ve karakterlerinde kendine benzer çocuklar üretmemiştir. / yaratmamıştır. Ayrıca O yine kendi sıfat ve karakterlerine haiz başka bir ilahın ürettiği ya da doğurduğu da değildir. Dolayısıyla O, hiçbir ilahın çocuğu olmadığı gibi hiçbir ilahın babası ya da annesi de değildir. Batında ve zahirde olan hiçbir şey kendisinden türetilmemiş veya ürememiştir. Bu kapsama ruh, cisim, ilim, malum, irade, murad, fiil, meful, mana, suret vb. her şey girer. O’nun haricindeki hiçbir şey asla O’nun benzeri ve dengi değildir. Yani ne kadar mükemmel ve üstün özelliklerle yaratılmış olursa olsun hiçbir mahluk O’nun gibi olamaz ve O’nun gibi ya da daha aşağıda olsa O’nun benzeri olarak addedilemez. Çünkü O, yarattıklarından hiçbir şeye benzemez. Bundan dolayı bütün kâinat, bütün âlemler ve içindekiler, yani gökler ve yer, afak ve enfüs, ruh ve cisim, madde ve suret, mekân ve zaman, kürsî ve arş, dünya ve ahiret O'na benzer veya denk değildir.
İhlas Suresinde yer alan paradigmanın sosyal hayata izdüşümü ise ne Allah’ın kızları olarak telakki edilen melekleri sembolize eden Lat, Menat ve Uzza gibi putlar ne de bizzat meleklerin kendileri ilah olamazlar. Hz. İsa, Hz. Meryem, Hz. Uzeyr veya Allah’ın ruhundan üflediği / ruh verdiği / can verdiği herhangi bir varlık ilah olamaz. Allah’ın oğlu, kızı, yakın akrabası olamaz.
Şirk temel paradigmasına dayalı sosyal ve siyasal dünya görüşleri de batıl ve yanlıştır. Şirk düşüncesinde insanlar Allah’ı birincil ilah olarak kabul ederler O’nun oğlu, kızı, yakın akrabası ya da O’na yakın olan birtakım otoriteleri ise ikincil ilahlar olduğunu iddia ederler. İkincil sözde ilahların birincil ilah olan Allah’ın yanında hatırları kırılamayacak kadar sevgili ve yakın olduklarına inanılır. Bu ikincil ilahlar gaybi alemde olduklarına ve maddi olarak değil ruhlar aleminde yaşadıklarına ama maddi alemde tasarruf ettiklerine inanılır. Onların yeryüzünde sembol, put, heykel ve yaşayan insanlar tarafından temsil edildiklerine iman edilir. Halka bunlar benimsetildikten sonra artık sistemin işleyişi oldukça kolaydır. Halka Allah indinde hatırı asla reddedilmeyecek ya da haşa Allah’ı kafalayıp O’nu razı edebilecek ikincil ilahların razı edilmesi için onların yeryüzündeki temsilcilerini hoşnut etmek gerektiği kanaati enjekte edilir. Böylece toplumsal yaşamda işlerinin olması ve ihtiyaçlarının görülmesi için halkın taleplerini / dualarını doğrudan Cenab-ı Hakk’a yapmak yerine ikincil ilahların yeryüzündeki temsilcilerine yapması istenir. Ayrıca bu taleplerin yerine getirilmesi ve ihtiyaçlarının görülmesi için ikincil ilahların yeryüzündeki temsilcilerinin memnun edilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan toplumsal düzenleme ve yasamalar ikincil ilahların yeryüzündeki bu temsilcileri tarafından yapıldığından halk, kendi zararlarına bile olsa bu düzenlemelere seslerini çıkarmazlar, itiraz etmezler. Şayet böyle bir girişimde bulunulacak olurlarsa bu girişim, Allah’ın ortaklarının hışmına uğramak, onların hoşnutsuzluğunu üzerlerine çekmek demek olacağından itiraz eden için hem dünyadaki işlerin ters gitmesi hem de gelecekteki, ahiretteki gazaba uğramak veya şefaatinden mahrum olmak anlamına gelir.
Cenab-ı Hak, şirk paradigmasının yanlış olduğunu, gerçekle uzaktan yakından hiçbir ilişkisi olmadığını bizzat kendisini tanıtarak yapar. Kendisinin asla eşi, benzeri ya da kendisinden daha aşağı olan ikincil ilah ve ortaklarının olmadığını deklere ederek, kendisinin eşsiz, yegâne olduğunu bildirir. Dolayısıyla yeryüzündeki bir kız evladının babasına veya kadının kocasına naz yaparak istediğini kolayca elde etmesine benzer bir ilişkinin kozmik tasarımda olduğuna dayanan şirk düşüncesinin batıl olduğunu anlatır. Yani Allah’ın kızları olarak iddia edilen melekler ile ikna edilmesine dayanan şirk modeli asla doğru değildir. Bu nedenle Allah’ın kızları olarak inanılan meleklerin yeryüzündeki temsilcisi Lat, Menat ve Uzza gibi semboller ve onların temsilcileri de uydurma ve halkı kandırmacadan ibarettir. Dolayısıyla uydurma olan ve asla hiçbir kutsallığı olmayan yaratılmışlara kutsallık atfedilmesi, onlar adına yasa ve düzenleme yapılması ve toplumun onlar adına yönetilmesi sahtekarlıktır, halka zulümdür.
Allah’ın eşsiz, benzersiz, yegâne ve tek olması nedeniyle O’nun kullarının da bu birliğe, bu eşsizliğe katılması gerekir ve toplumda birlik ve beraberliği bozan ırk, sınıf, etnik, bölge, cins, dil vb. ayrılıklara müsaade edilmemelidir. Oluşturulacak tevhit toplumu eşsiz olacak, bu birliğe katılmayanların gıpta ile baktıkları bir toplum olacaktır. Böyle bir tevhit toplumu hiçbir etnik gruba, cinse, ırka, sınıfa, kabileye dayanmayacaktır
Tevhit toplumu parçalanamaz, bölünemez bir bütündür / bir birliktir. Tevhit toplumu içerisindeki farklı topluluklar birbirlerini tanıyacaklardır. Zira toplumların farklı oluşu Allah’ın bir ayeti olup asla tevhidi bozucu bir ayrılık / seçkinlik olarak görülemez.
Tevhit toplumunda insanların işleri Allah’ın koyduğu kanunlar (tabii, fıtri kanunlar) çerçevesinde kendilerince ve hesap verilebilirlik esasına göre yürütülecektir. Allah eşsiz ve benzersiz olduğu için kimse O’nun eşi, oğlu, kızı, velisi, dostu, yakını, vekili vb. uydurma kutsal ortakları adına insanları yönetemez. Bu nedenle tevhit toplumunda halk kandırılmayacak, kimse kendini O’nun ortakları namına hareket ettiğini iddia edemeyecek ve kimse kendini yönetimde sorumsuz, sorgulanamaz, hesap vermez ve kutsal göremeyecektir.
Tevhit toplumunda yönetim seçkincilik, ayrımcılık, elit ve kutsal sınıf üzerine değil, “ihlas” üzerine kurulu olacaktır.
İhlas Suresi
Rahman ve Rahim Allah adına
1-4- O, Allah’tır; eşsiz-benzersiz yeganedir, tektir. Allah Samed’dir, O, doğurmamış ve doğmamıştır. Ve hiçbir şey O’na asla denk ve benzer değildir. (İhlas 1-4)
4.2. Hz. Muhammed’in @ Tarihi Garanik Mitingi / Garanik Salatı
Cenab-ı Hak gönderdiği peş peşe sureler ile Mekke müşrik baronlarının kötü karakterlerini ortaya sermiş ve onların uzlaşma girişimi tezgahlarını boşa çıkarmıştı. Fakat son hamle ise hepsinden daha ileri giderek o zamana kadar yerleşik hale gelmiş ve asla sorgulanamayan bir konuya el atmıştı ki müşrikler açısından tahammül edilir gibi değildi. Zira “ihlas” suresi ile yapılan bu hamle ile şirkin bütün paradigmaları ayaklar altına alınıyor ve yerine tevhit paradigması ortaya konuyordu.
Söz konusu sure ile şirk sisteminin halkı aldatan bir sömürü sistemi olduğunu deşifre eden Cenab-ı Hakk, yine aynı sure ile tevhit sisteminin hakka, hakikate, ihlasa ve samimiyete dayandığını ilan ettiriyordu. Müşrik elitlere göre Hz. Muhammed @ ilan ettiği “İhlas suresi” ile çok ileri gitmişti. Kendisine artık dur denilmesi gerekiyordu. Zira yıllardır atalarınca kendilerine öğretilen “Meleklerin Allah’ın kızları olduğu” inancı Hz. Muhammed @ tarafından inkâr ediliyordu ve bu inanca dayalı olarak yerleşmiş, asırlık kurum ve kuruluşların köküne kibrit suyu ekiliyordu. Bu söylemin vardığı nokta çılgınlıktı, çizmeyi aşmaktı ve haddini bilmezlikti. Kimsenin sorgulayamadığı ve bugüne kadar mutlak doğru olarak bilinen bu inanç ilkelerini inkâr etmek olsa olsa sapıklıktı, zındıklıktı. Bu yaftalamalar aslında bütün sömürücü ve halkını aldatan rejimlerin hile ve oyunlarını açığa çıkaranlara verdikleri isimlerdi.
Şiddet ve saldırı oklarının Hz. Muhammed’e @ yöneltildiği bu aşamada Cenab-ı Hak, müthiş bir manevra yaparak elçisi Hz. Muhammed’i @ adeta sahneden çeken ve müşriklerin karşısına bizzat kendisine çıkaran bir söylem inzal etti. Necm Suresi ile gönderdiği söylemde müşriklerin bütün hile, oyun ve sahtekarlıklarını açığa çıkaranın Hz. Muhammed @ olmadığını söyledi. Onun sadece Kendisinden gelen bilgileri aktardığını dolayısıyla onun suçlanamayacağını, ona haddi aşma, ileri gitme, zındıklık gibi yaftalamaların haksızlık olduğunu ve onun sadece bir elçi olup, elçiye de zeval olmayacağını bildirdi.
Necm Suresi öyle mesajlar içeriyordu ki bu surenin bütün Mekkelilerin toplandığı bir miting havasında ve bizzat Hz. Muhammed @ tarafından nutuk olarak okunmalıydı. Surenin verdiği mesajlar ile Mekke halkı kendi yöneticilerinin karakterlerinin kötü, uyguladıkları sistemin ve bu sistem paradigmalarının tamamen kendi aleyhlerine olduğunu anlayacak olan halk aydınlanmış olacaktı. Böylece Mekke halkı etkilenecek, Mekke Yöneticilerinin hışmından korkması nedeniyle Hz. Muhammed’in @ tarafına geçemeyecek olsa bile kendi içlerinde sorgulamalar yapacak ve onların müminlere uygulayacakları şiddetin haksızlık olduğunu bileceklerdi.
Hz. Muhammed @, Mekkelilerin Kabe’de toplandıkları / salat ettikleri bir vakitte bu sureyi orada bulunan herkese bir nutuk olarak okudu. Hitabın sona ermesini takiben Mekke halkı hitabetten çok etkilendi ve Hz. Muhammed @ nutkunun sonunda onu tasdik manasına gelen secde ile salatı (namazı müteakiben kamunun sorunlarını çözme faaliyetleri için yapılan) mitingi tamamladılar. Tarihte bu salat (namazı müteakiben kamunun sorunlarını çözme faaliyetleri için yapılan) toplantıya / mitinge “Garanik” adı verildi.
Hz. Muhammed’in @ tarihi Garanik mitingi / salatında yaptığı konuşmada okuduğu Necm Suresi, vahyedilen sureler ya da pasajlar gökteki yıldızlara benzetilerek onların yol göstericiliğine vurgu ile başlar ve Hz. Muhammed’in @ azmadığını, sapmadığını ve yoldan çıkmadığını ifade ettikten sonra onun teklif ettiği tevhidi dünya görüşünün kendi heva ve hevesinin, şehvetinin emrettiği şeyler olmadığı bildirilir. Böylece Mekke müşriklerinin dediği gibi ona “azdı” denebilmesi için onun kendi arzu ve heveslerine hitap eden bir sistem önermesi gerekir. Fakat onun teklif ettiği sistem ve dünya görüşü kendisinin değil sadece Mekke halkının değil tüm insanlığın çıkarlarını koruyan ilke ve paradigmalar olduğu ortaya konur. Sure devamla onun sunduğu bu dünya görüşü ve sistem önerisinin sonsuz güç sahibi Alemlerin Rabbi tarafından ona öğretilmesinden başka bir şey olmadığını da bildirir. Halbuki Mekke’deki şirk sistemi ise müşrik ileri gelenlerin kendi heva ve heveslerini tatmin etmek için kurguladıkları bir sistemdi. Bu nedenle esas azgınlar ve haddi aşanlar onlardı.
Rahman, Rahim Allah Adına
1 – 5- İnmekte olan yıldıza / Kur’an’ın mesajlarına andolsun ki, Arkadaşınız (Hz. Muhammed) sapmadı, azmadı, haddi aşmadı. O (Hz. Muhammed), hevâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun konuşması / okuduğu şeyler kendisine) vahyedilenden başkası değildir. Kendisine onu muazzam kuvvetlerin sahibi öğretti. (Necm Suresi: 1-5)
Hz. Muhammed’in @ tarihi garanik mitinginde Mekke halkına okuduğu Necm suresinde Cenab-ı Hak onu elçi olarak neden seçtiğini de anlatır; Hz. Muhammed’in @ aklı başında, insanların dertleriyle ilgilenen, onların sorunlarını çözmeye çalışan, sorumluluk sahibi ve kendisine görev ve sorumluluk verilebilecek bir şahsiyet olması nedeniyle vahyedilmeye açık birisi olduğu vurgulanır. Güzel ahlakı / yüksek karakteri nedeniyle onun çok yüksek, onurlu bir mertebeye / çok yüksek ufuklara yükseltildiği / geniş ufuklardan bakabilen bir vizyona sahip elçiliğe seçildiği belirtilir. Bu ifadelerle zımnen Mekke müşrik ileri gelenlerinin ne kadar aşağılık, sorumsuz, halkı / insanları düşünmeyen, sadece kendi arzu ve istekleri peşinde koşan beyinsiz kişiler oldukları da ifade edilmiş olur.
6 – 7- O (Hz. Muhammed) üstün akıl sahibidir /aklı başında birisidir. O, (Hz. Muhammed) hemen doğruldu / hemen toparlandı / istiva etti / vahye açık hâle geldi! O (Hz. Muhammed), en yüksek ufka /mertebeye yükseldi. (Necm Suresi: 6-7)
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’i @ neden elçi seçtiğini anlatmaya şöyle devam eder;
“Onun bu yüksek ahlakı ve yüksek mertebelere doğru tırmanışı devam etti ve Rabbine yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı, öyle yaklaştı ki neredeyse aralarında iki yay mesafesi kadar bir açıklık kaldı. İşte bu yakınlıktan sonra Rabbi ona bildirmek istediği şeyleri vahyetti. Yani ona vahyedilmesinin sebebi onun kendi gayret ve cehdleri ile Rabbine yaklaşma çabasıdır. O bu yolda bütün benliğini, bütün gayretlerini, ortaya koymuştur. O insanların sorunlarını çözmek için çile çekmiştir, onların dertlerini dert edinmiştir ve rabbinden bu hususta çözüm talep etmiştir. O, Mekke müşrik önderleri gibi yan gelip yatmamış, keyfini düşünmemiş ve kendi arzularını tatmin edip diğer insanlara karşı sorumsuz ve kayıtsız kalmamıştır. Bundan dolayı da Rabbi kendisine yaklaşan bu kuluna ihtiyacı olan şeyleri bildirmiş ve sıkıntılarına çözüm önerilerini vahyetmiştir. O da kendisine bildirilen bu çözüm önerileri, sistem teklifi ve paradigmalar üzerine iyice düşündükten sonra kalben mutmain olmuştur. O, Rabbinin kendisine bildirdiği bu şeyleri gönülden benimsemiştir. Çünkü bildirilen şeyler insanların sorunlarını çözebilecek cinstendir, dertlere derman olabilecek keyfiyettedir.”
Kendisinin elçi seçilişinin gerekçeleri ifade edildikten sonra Mekkelilerin bu elçiye karşı çıkışlarının mantıksızlığını göstermek için Cenab-ı Hak, elçisinden Mekkelilere şu soruyu sormasını istedi;
“Şimdi, bana gösterilen ve sizin tüm dertlerinize derman, hastalıklarınıza çare, sorunlarınıza çözüm olacak ve size adaleti, barışı, huzuru ve güveni getirecek olan tevhidi dünya görüşü hakkında mı benimle mücadele ediyorsunuz / tartışıyorsunuz?”
8 – 12- Sonra (Rabbine) yaklaştı derken daha da yaklaştırıldı. (O kadar ki) O’nunla arasındaki mesafe, iki yay kadar yahut daha da yakın oldu. (Allah ile Kulu arasında çok yakın bir dostluk meydana geldi.) Ve böylece (Allah), kuluna ne bildirilecekse onu vahyetti. Onun gördüğünü/ görüşünü kalbi yalanlamadı. / Gönülden benimsedi. / Yürekten inandı / Kalben mutmain oldu. Onun gördükleri / tevhidi dünya görüşü / gösterilen görüşler hakkında şimdi kendisi ile niye mücadele ediyorsunuz. / tartışıyorsunuz. (Necm Suresi:8-12)
Hz. Muhammed @ garanik mitinginde yaptığı konuşmaya Necm Suresinin müteakip ayetleri ile devam eder;
“Cenab-ı Hak beni öyle bir dostluğa kabul etti ki nasıl anlatsam bilemiyorum. O bana çok ama çok büyük ayetlerini gösterdi. O, bana öyle bir gelecek gösterdi ki tevhidi dünya görüşünü uygulamamız halinde gelinecek en son noktada (Sidretül Müntehada) cennet gibi bir yaşama kavuşulacaktır. İşte o zaman tüm bölgemizi / tüm ülkemizi büyük bir parlaklık / aydınlık kaplayacaktır. Bana gösterilen bu vizyon / görüş kesinlikle gerçekleşecektir. Bu vizyon şaşmaz bir gerçekliktir. Yemin olsun ki, Rabbim bana bu hususta en büyük işaretlerinden bir kısmını da göstermiştir.”
13 -18- Andolsun onu bir kez daha gördü. (O görüşünde de) en son noktada / Sidretü'l- Müntehâ indinde. Cennetül Me’va yaşanacaktır. / yaşanır. / vardır. İşte o zaman tüm bölgeyi büyük bir parlaklık kaplayacak. / Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. / kaplayacak. (Peygamberin) bakışı /görüşü şaşmadı / şaşmaz ve O haddi aşmadı. Andolsun ki o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. (Necm Suresi:13-18)
Hz. Muhammed’e @ bildirilen gelecek vizyonundan sonra devamı ayetlerde şirk sisteminin gelecek vizyonu sorgulanır:
“İşte benim rabbim sizlere bunları vaad ediyor. Şimdi Allah’ın kızları diye size empoze edilen Lat, Menat, Uzza sizlere ne vaad ediyor? Onların ve onların temsilcileri olan Mekke müşrik ileri gelenlerinin sizlere gelecek için olumlu, güzel vaatlerini gördünüz mü? Onların sıkı sıkı sarıldıkları şirk sistemi size ne veriyor? Onlardan acı ve ıstıraptan, zulüm ve adaletsizlikten, yokluk ve mahrumiyetten, haksızlık ve hukuksuzluktan başka ne gördünüz? Bunlar sizlere mutlu bir gelecek, huzurlu bir yaşam, emniyetli bir çevre, barışçıl bir ortam sağlayabildi mi? Veya en azından onların bu hususlarda güzel şeyler vaat ettiklerine hiç şahit oldunuz mu?”
Şirk sisteminin temellerini sorgulayan bu cümleleri işiten Velid bin Muğire, Ebu Cehil ve Utbe bin Rebia gibi Mekke müşriklerinin şeytanları hemen atıldılar ve “Lat, Uzza ve Menat bizim için çok yücedir, çok uludurlar ve onlar Allah’ın kızlarıdır. Allah onları çok sever ve onların hatırını asla kırmaz. Sen onlara dil uzatamazsın…” şeklinde sloganik bağrışmalarla Hz. Muhammed’in @ sözünü kestiler bu şeytanlar.
Hitabetinin arasına sloganlarla giren Mekke müşrik ileri gelenlerine karşı Hz. Muhammed @ alaycı bir şekilde onların sloganik ifadelerini tekrar etti ve “Lat, Uzza ve Menat çok yüce, çok ulu ve Allah’ın kızları öyle mi? Allah onları çok sevdiği içinde onların hatırını asla kırmaz ve onların şefaatini umarsınız öyle mi?” dedi. O şeytanlarda Hz. Muhammed’e @ cevap olarak “Evet! Aynen öyle!” dediler.
Bunun üzerine Hz. Muhammed @ öyle bir cevap verdi ki Mekke Müşrik Şeytanlarının suratına bu cevap tokat gibi şakladı ([1]);
“Hadi oradan! Siz kızlara değer veriyor musunuz? Tabii ki Hayır! Sizler erkekleri kızlardan üstün tutmuyor musunuz? Elbette ki erkekler sizlere göre kızlardan daha değerli. Şimdi bakın! Beğenmediğiniz kızları Rabbinize atfetmekle ahlaksızca ve aşağılık bir tavır ve davranış içerisinde olmuyor musunuz? Bunun çok aşağılık bir değerlendirme olduğunu bilmiyor musunuz? Bunun vicdanla, adaletle, insafla, doğruluk ve dürüstlükle bağdaşır bir tarafı var mı? Meleklerin Allah’ın kızları olduğu, Allah’ın onların hatırını asla kıramadığı ve bundan dolayı da O’nun kızlarını hoşnut ederek onların şefaatlerine nail olmaya çalışmanın gerektiği gibi şeylerin hakikatle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Bütün bunlar sizin ve atalarınızın ileri gelenlerinin uydurduğu şeylerdir. Bu konuda hiçbir delil de yoktur. Bunlar; milleti dolandırmak, sömürmek ve nefsinizin heves ve şehvetlerini tatmin etmek amacıyla ileri gelenlerinizin uydurduğu şeylerdir. Fakat artık sizlere onların bu sömürü tezgahlarından kurtulmak için rabbimiz tarafından yol gösteren bir elçi gönderilmiş bulunmaktadır.”
19 –23- Peki Siz de gördünüz mü o Lât ve Uzza'yı? Ve üçüncü olarak da öteki Menat'ı? Size erkek O'na dişi öyle mi? Öyle ise bu çok zalimce bir taksim. Onlar hiçbir şey değil, sırf sizin ve babalarınızın taktığı (boş) isimlerdir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmedi. Onlar yalnız zanna ve nefislerin sevdasına uyuyorlar. Halbuki onlara Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. (Necm Suresi:19-23)
Hz. Muhammed @ yine aynı surenin müteakip ayetleri üzerinden nutkuna devam eder ve Mekkelilere şöyle seslenir;
“Ey Mekkeliler! İnsanlar her istediğini elde edeceğini mi sanıyor da bu arzu ettiklerine sahip olmak için Meleklerin şefaatlerini ümit ediyorlar. Halbuki insanın her arzusu yerine gelmez. Zira ilk varlık âlemine geliş insanın kendi elinde olmayıp sırf Allah'ın hüküm ve iradesine bağlı olduğu gibi, dünya hayatı ve ahiret hayatı da yine O'nun hüküm ve kanunları çerçevesinde cereyan eder. Şu hâlde insanın muradına erebilmesi için yalnız kendi arzu ve hisleriyle değil, Allah'ın hüküm ve iradesine göre indirmiş olduğu delil ve hükümlere uygun hareket etmesi gerekir.”
“Ayrıca, göklerde sayısız melek vardır fakat onlar isteseler bile şefaatleri hiçbir fayda sağlamaz. Zira izinsiz şefaat etmek hadleri değildir. Ancak Allah izin verdikten sonra faydalı olabilirler, destek olabilirler. O da herkes için değildir, Allah kime diler ve razı olursa onun için şefaat / yardım edilebilir. Bu nedenle eninde sonunda rızası aranacak olan mabud, melekler ya da onların yeryüzündeki temsilcileri değil, sadece Allah'tır. Bu nedenle şirkin temsilcilerine kanmayın ve ümit ettiğiniz şeylere erişmeniz için onlara kendinizi sömürttürmeyin. Ümit ettiğiniz şeylere kavuşmak için Allah’ın yaratılmışlar için koyduğu tabiat / ilahi yasalarına göre hareket edin. Böylece arzu ettiğiniz şeyleri O’ndan istemiş olursunuz. Arzuladığınız şeyleri Allah’tan dua ile isteyin. O razı olursa, tevessül ettiğiniz tabiat / ilahi yasalar çerçevesinde, sizin talep ettiğiniz hususlarda size yardım etmek için bildiğiniz ve bilemediğiniz her türlü melaikeyi devreye sokar.”
24 – 26- Yoksa her arzu ettiği şey, insanın kendisinin mi (olacak) dir? Son da ilk de (ahiret de dünya da) Allah'ındır. Göklerde nice melek var ki Allah'ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatları hiçbir işe yaramaz. (Necm Suresi 24-26)
Hz. Muhammed @, şirkin temellerini sarsan konuşmasını yine Necm Suresinin devamını okuyarak sürdürür;
“Ey Mekkeliler! Yaptıklarının hesabını vermeyi / ahireti düşünmeyenler sizi aldatıp, sömürerek günlerini gün etmek için şirk mekanizmasını ihdas etmişlerdir. Bu mekanizmada meleklere ve onların yeryüzündeki temsilcisi olan sembollere dişil isimler vermişler ve meleklerin Allah’ın kızları olduklarını uydurmuşlardır. Bir baba istediklerini yaptırtmak için kızları tarafından nazlanarak nasıl ayartıyorlarsa meleklerinde haşa Allah’ın öyle ayartarak, kandırarak istediklerini yaptırabilecekleri yalanını, sizlere inandırmışlardır. Dahası onların uydurdukları yalanlara göre Allah yeryüzü ve gökyüzündeki birtakım yetkilerini meleklere devretmiştir. Uydurdukları bu yalana göre, şayet insanlar melekleri hoşnut edecek olurlarsa işleri düzgün gidecek ve hayal ettikleri, arzu ettikleri şeylere kavuşabileceklerdir. Bu nedenle doğrudan Allah yerine melekleri razı etmenin gerekli olduğunu iddia ederler. Melekleri hoşnut ve razı etmek için de onların yeryüzündeki sembolleri ve temsilcileri olan putlar ve putların adına hareket eden ileri gelenlerinizi memnun etmeniz gerekmekte olduğunu sizlere inandırmışlardır. Ayrıca bu uydurma şirk sisteminin tezgahına göre; ‘İnsanların işledikleri günahlarını bağışlatma hususunda bu meleklerin işlevi son derece büyüktür. Şayet insanlar, meleklerin işbirlikçi yeryüzü ortaklarını razı edebilirlerse, işledikleri günahların Allah tarafından bağışlanmasını bu melekler çok büyük bir maharetle gerçekleştirirler. Bu nedenle hangi günahı, hangi hatayı işlersen işle ama mutlaka bağışlanmak için bu melekleri ve temsilcilerini razı edecek bir şeyler yapmalısın.’ İşte bu mekanizmayı kullanan yöneticileriniz çalışmadan, gayret göstermeden sizin kazandıklarınızı ceplerine indirirler.”
“Ey Mekke halkı! İşte sömürü ve aldatma tezgâhı bu şekilde işliyor. Bunların hiçbir şekilde gerçekle ilgisi yoktur. Cenab-ı Hakk’ın evrenin işleyişinde koyduğu mekanizma asla böyle değildir. Bunlar, onların uydurmalarıdır. Allah göklerde ve yerde her şeye hakimdir. Hiçbir yetkisini, otoritesini ve işlerini kimseye devretmemiştir. Her şey O’nundur. Bu nedenle insanların iradelerini kullanarak yapacakları her türlü eylemin iyi veya kötü bir sonucu vardır. İyi iş yapanlar mutlaka mükafatını, kötü iş yapanlar da cezasını görür. Ve yine Cenab-ı Hakk’ın koyduğu kural gereği kimse çalışmadan, gayret göstermeden, ter dökmeden, risk almadan uydurma şeylerle ve insanları kandırarak kazanç sağlayamaz. Tevhidi dünya görüşünde bu tür sahtekarlıklara, haksız kazançlara, havadan para kazanmalara yer yoktur.”
“Ey Mekkeliler! Şimdi bir düşünün bakalım! İleri gelenlerinizin yaptığı gibi yetimi iteceksin, yoksulu ezeceksin, her türlü vurgun, talan yapacaksın, insanları köleleştireceksin, fuhuş yaptıracaksın, onları faiz ve kumarla sömüreceksin, insanları öldüreceksin sonra da bu yaptıklarının karşılığını mükafat olarak mı alacaksın? Yoksa yıkım ve azap olarak mı alacaksın? Elbette yıkım ve azap olarak alacaksın ve bu cezalandırmadan da sizleri hiçbir melek kurtaramayacaktır. Çünkü onlar Allah’ın koyduğu yasalara göre hareket ederler sizin uydurduğunuz yalanlara göre değil. İşlediğiniz günahların sonu hüsrandır, toplumsal yıkım ve azaptır. Melekler bu cürümleri işleyenleri bu dünyadaki yıkım ve azap cezasından kurtaramayacakları gibi onları ahiretteki cezalandırmadan da kurtaramayacaktır. Bu nedenle de işlenen günahların, cürüm ve kötülüklerin bağışlanması için Meleklerin şefaati ve onların hoşnut edilmesi üzerinden yapılacak aldatmalara kanmayın ve bu yalanları kullanarak sizi sömürmek isteyen yalancılara fırsat vermeyin. Günlerini gün etmek isteyen, kısa vadeli düşünen, dünyalık elde etmekten başka bir düşünceleri olmayan ileri gelenlerinizin şirk sistemini terk edin ve onlardan yüz çevirin.”
“Ey Mekke halkı! Şunu iyi bilin ki; iyi ve güzel davrananların mükafatlarını Allah daha güzeliyle verecektir. Ben sizin hayrınızı istiyorum. Önerdiğim tevhidi dünya görüşü sizleri iyiliğe, güzelliğe, hayırlara, yükselişe, barışa, adalete çağırmaktadır. Şayet işlerimizi güzel yapar ve mutluluğa, barış ve huzura giden yollara tevessül edersek, sonucunu da daha güzeliyle ve daha iyisiyle elde ederiz. Teklif ettiğim sistem ve görüşte ilerlerken elbette küçük hatalar, kusurlarımız olacaktır. Ama bunlar telafi edilebilir ve Cenab-ı Hak bunları affeder, O’nun affı geniştir. Yeter ki esas amacımız Müşrik elitlerin yaptıkları büyük günahlardan, büyük çirkinliklerden uzak durmak olsun. Zaten hiç kimse kusursuz da değildir. Bizler etten ve kemikten yaratılmışız. Rabbimiz bizi çok iyi biliyor. O, bizlerin bütün meyillerini, isteklerini, arzularını, şehvetlerini gayet iyi biliyor. Bu nedenle kendimizi temize çıkarmayalım. Ama esas amacımızı, hedefimizi de doğruluk, dürüstlük, adalet, barış, huzur, güven, şefkat, merhamet, sevgi, ihlas gibi güzellikler olarak belirleyelim ve kötülüklerden sakınmayı ana hedef olarak belirleyelim. O takdirde küçük kusurlarımız, hatalarımız yaşamımız içerisinde tolere edilecek ve araya kaynayarak affedilip gidecektir. Böylelikle şu dünya hayatımızı cennet hayatına çevirerek toplumsal yıkım ve azaptan kurtulacağız. Günahlarımızı, hata ve kusurlarımızı bağışlatmak için aracılara ihtiyacımız yoktur. Allah’ın razı olacağı bir hayatı yaşamak, O’nun istediği bir yaşamı hedeflemek ve O’nun koyduğu ilke ve yasalar çerçevesinde hareket etmek bizi kurtaracaktır. Diğer taraftan böyle hareket etmemiz bizi Ahiret hayatımızda da Cenab-ı Hakk’ın ikram ve mükafatına nail eyleyecektir.”
27 – 32- Ahirete iman etmeyenler meleklere dişilerin adlarını takıp duruyorlar. Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise, şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. Onun için bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir. İşte onların ilimden erişebilecekleri (son sınır) budur. Şüphesiz, Rabbin, yolundan sapanı da iyi bilir; O, hidayette olanı da iyi bilir. Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Akıbet (sonuçta) kötülük yapanları yaptıkları ile cezalandıracak, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandıracaktır. Onlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar hariç. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir. (Necm Suresi:27-32)
Necm suresinin bu ayetleri Mekke halkı üzerinde öylesine etkili olmuştu ki orada bulunan Mekke müşrik ileri gelenleri hariç diğer halk kitlesi, şirk sistemini terk etme ve Hz. Muhammed’in @ teklif ettiği tevhidi dünya görüşünü benimseme noktasına gelmişti. Müşrik elitlerin haricindeki herkes başlarıyla, sözleriyle, hal ve hareketleriyle bu anlatılanların doğru olduğunu tasdik ederler. Rivayetlerde bu durumun Velid Bin Muğire için bile geçerli olduğu zikredilir. Hz. Muhammed’in @ bu nutku sırasında araya girip hitabı bölerek itiraz edenler, karşı cevap olarak nutuk irad edenler ve hitabetin belli yerlerinde alay edip gülenler o mitingte hazır olan Mekke müşrik ileri gelenlerden başkası değildi.
Mekke halkının etkilenmeye ve Hz. Muhammed @ saflarına katılmaya meylettiğini fark eden Mekke müşrik elitleri hemen harekete geçerler ve içlerinden birisi Kabe’deki mitingin konuşma kürsüsüne geçerek halka doğru şöyle seslenir;
“Ey Mekkeliler! Biz sizlerin bütün yükünü üstleniyoruz. Hz. Muhammed, sizlerin sömürüldüğünden bahsediyor ama bizler aldığımız şeyleri, sahip olduğumuz malı-mülkü yine sizlerin güvenliğini, huzurunu, geçimini sağlamak için ediniyoruz. O yüzden onun sistemini tercih etmeyin, onun safına geçmeyin, bizleri tercih etmeye devam edin sizlerin sıkıntılarınızı giderecek, ihtiyacınızı temin edecek bir miktar iyileştirmelerde bulunacağız. Ayrıca bizim şirk sistemimiz ile toplumsal krizler, yıkımlar yaşayacağımız iddia edilmektedir. Asla böyle bir kriz, böyle bir azap ve kıyamet yaşanmayacaktır. Şayet başımıza bir felaket gelecek olursa da o zaman bizler sahip olduğumuz servet ve mülkümüzle sizlerin yükünü de üstleneceğiz ve size o kıyametin / krizin acılarını, sıkıntılarını çektirmeyeceğiz. Sizin üzerinizden o yükü alacağız bundan emin olun. Onun iddia ettiği gibi bu felaket, bu kıyamet başka bir alemde yani ahirette olacak olursa o zaman da size söz veriyoruz, sizin günahlarınızı biz üstleneceğiz. Allah’a söz veriyoruz ki size kesilecek cezayı bizler üzerimize alacağız. Öyleyse Ey Mekkeliler! Tanrılarınıza sahip çıkın, şirk sisteminize sahip çıkın ve asla şirk sisteminden vazgeçmeyin!”
Bunun üzerine Cenab-ı Hak hemen Hz. Muhammed’e @ cevabi ayetleri nazil etmiş ve Hz. Muhammed’in @ nutkuna (Necm suresine) vahyedilen bu ayetler ile şöyle devam etmiştir;
“Ey Mekke halkı! Şimdi düşünün bakalım şu haktan, hakikatten yüz çevirenin sözlerini. Soygun ve sömürü tezgâhları açığa çıkınca, hemen sizleri kaybetmemek için rüşvet verir gibi yeni bir oyunla sizleri kendi saflarında tutmaya çalışıyorlar. Sıkışınca ustaca yeni numaralara giriştiklerini görmüyor musunuz? Sizlere biraz ekonomik rahatlık sağlayacak, biraz iyileştirme yapacaklar daha sonra o verdiklerini kat kat geri alacaklar. Yani kaşıkla verip sapıyla da gözünüzü çıkaracaklar. Bu yalan vaatlerle sizi kendi saflarında tutmayı hesap ediyorlar. Fakat geleceğin / gaybın bilgisi kendi yanlarında mı onların? Onlar hiç görmüyorlar mı? İş onlar açısından felakete gidiyor. Ayaklarının kaydığını göremiyorlar. Artık bu tür vaatler, sistemin değişimini engelleyemeyecektir. Eninde sonunda insanlar tevhidi dünya görüşüne kayacaklar ve şirk sistemi yıkılacaktır.”
“Ey Mekke halkı! Yine düşünün şu itiraz edenin sözlerini. Güya bu şirk sisteminin baronları ister ekonomik ister sosyal ve isterse kozmik olsun herhangi bir kriz, bunalım ve kıyamet anında sizin yanınızda olacaklarmış ve sizlerin sıkıntılarınızı giderecek, yüklerinizi ve günahlarınızı üstlenecek ve sizleri kurtaracaklarmış. Bunlar Musa @ ve İbrahim @ peygamberlerin öğretilerinde yer alan düsturları okumadılar mı? Onlara kriz ve bunalım günlerinde, hesap günü zamanlarında hiç kimsenin başka birisine ait olan yükü çekmeyeceği, hiç kimsenin kendi sorumluluğundan başka diğer insanların sorumluğunu üstlenmeyeceğini, hiçbir günahkarın başka bir günahkarın yükünü üstlenmeyeceği bildirilmedi mi? Elbette ki bu hususları onlar gayet iyi biliyorlar. Geçmiş öğretilerden elbette ki çok iyi haberleri var ama sizi yine de çocuk kandırır gibi kandırmaya çalışıyorlar.”
“Ey Mekke halkı! Yine hepiniz Musa@ ve İbrahim@ peygamberlerin öğretilerinden gayet iyi biliyorsunuz ki; Sizler için ancak ve ancak çalışmanızın, gayretlerinizin, çabalarınızın ve samimi niyetlerinizin karşılığı vardır. Ve bu çabalarınızın, gayretlerinizin karşılığını eksiksiz olarak alırsınız. Mekke müşrik baronlarının yaptığı gibi faizden, fuhuştan, sahtekarlıktan, aldatmadan, hele ki insanların masum duygularını kullanarak sömürü yoluyla kazanç sağlamak yoktur. Herkes çalışarak, ter dökerek, risk alarak kazanacaktır. Herkesin emeğinin karşılığı eksiksiz ve derhal verilmelidir. İnsanların hataları ve günahları istismar edilerek kazanç elde edilemez.”
“Ey Mekke halkı! Kimse kimsenin işlediğinin bedelini üstlenemez. Bu kural ister uhrevi olsun ister dünyevi olsun, değişmez. Tevhidi dünya görüşünde bu kural geçerlidir. Suçun şahsiliği esastır. Kimse kimsenin suçunu yüklenemez. Bir kimsenin yaptığı suçu başkasına yükleyemezsiniz. Sırf paranız, servetiniz, asaletiniz var diye işlediğiniz suç ve günahları mal ve servetinizi kullanarak başkalarına yükleyemezsiniz. Şunu iyi bilin ki bütün işlerin sonu Rabbimize dönecektir. Bu dünyadaki gidişatın sonu da Rabbimizin sistemine doğru gidiştir. Bu zulüm düzeni böyle devam edemez. Eninde sonunda bu zalim düzen yıkılacak ve yerine adalet, hak, barış ve huzur düzeni olan tevhidi dünya görüşü hâkim olacaktır. Kozmik kıyametin sonunda da tüm insanlar Rablerine dönecekler ve yaptıklarından dolayı hesap vereceklerdir.”
“Ey Mekke halkı! Musa@ ve İbrahim’in@ öğretilerinden de bildiğiniz gibi Allah, her şeyimize hakimdir. Hayatımızda yaşadığımız her türlü olay, O’nun koyduğu kurallar çerçevesinde cereyan eder. O’nun yasaları çerçevesinde ölürüz, doğarız, yaratılırız, büyürüz, mal-mülk ve servet ediniriz. Yine O’nun yasaları çerçevesinde ölen toplumlarımız tekrar dirilir. O’nun yasaları çerçevesinde güleriz ya da ağlarız. Her şeye O hakimdir. Her şeye O hükmünü koymuştur. Her şey O’nun hükmü ve iradesi çerçevesinde meydana gelir. Sonuç olarak hayatımızda cereyan eden her şey, O’nun yasaları çerçevesinde ve O’nun izni ve yaratması ile gerçekleşmektedir. Bu nedenle Allah’ın kızları olarak inandığınız meleklerin bizim yaşamımızdaki etkileri de Allah’ın yaratması ve O’nun izni ile mümkün olmaktadır. Kimse O’na herhangi bir etkide bulunamaz ve kimse O’nun işlerine müdahale edemez ve kimse O’nun yetkilerini üstlenemez. Böyle bir iddiada bulunamaz.”
33 -49- Şimdi gördün mü O yüz çevireni? Azıcık verip (sonra vermemekte) direneni? / Kaşıkla verip sapıyla gözünü çıkaranı. Gaybın bilgisi kendi yanındadır da o mu görüyor? Yoksa haber verilmedi mi Musa'nın sahifelerinde yazılı olanlar? Ve çok vefakâr olan İbrahim'in sahifelerindekiler? Ki hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez. Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da yakında görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir. Ve şüphesiz en son varış, Rabbinedir. Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur. Öldüren de dirilten de O'dur. Şüphesiz erkeği, dişiyi iki eş yaratan O’dur, atıldığı zaman bir nutfeden. Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir. Şüphesiz zengin eden de sermaye veren de O'dur. Doğrusu Şi'rânın Rabbi de O'dur. (Necm Suresi 33-49)
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’e @ Necm suresini inzal etmeye devam eder ve O da nazil olan ayetleri Ka’be’deki kalabalığa okuyarak nutkunu sürdürür;
“Ey Mekke halkı! Yine Musa@ ve İbrahim’in@ öğretilerinden gayet iyi biliyorsunuz ki biraz önce söylediğim gibi şayet insanlara çalıştıklarının, emeklerinin karşılığını vermezseniz, insanları aldatarak ellerinde avuçlarında olanları da almaya kalkarsanız, işlediğiniz suçu başkalarına yüklemeye kalkarsanız, insanların masum duygularını kullanarak onları sömürmeye kalkarsanız, tüm işleriniz hile, entrika ve soygun üzerine olursa, yönetimi adalet yerine zulüm üzerine kurarsanız Ad, Semud, Nuh gibi geçmiş kavimlerin başına gelenler sizlerin de başına gelir. Bunlar nasıl ki Musa@ ve İbrahim’in@ öğretilerinde bildiriliyorsa şimdi bana gelen vahiyle de ben sizi uyarıyorum. Geçmiş kavimlerin yaptıkları gibi zulüm ve azgınlığınıza devam edecek olursanız onların uğradıkları akıbete hazır olun!”
50 – 56- O, helak etti önce gelen Âd’ı. Ve Semûd'u da bırakmadı. Önceden de Nuh kavmini (helak etmişti), çünkü onlar zulmetmiş ve azmıştı. Onların şehirlerini devirip yıktı ve altını üstüne getirdi. Onları neler kapladı neler! O halde Rabbinin hangi nimetinden kuşku duyuyorsun. Bu da (Hz. Muhammed) ilk (önceki) uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır. (Necm Suresi 50-56)
Hz. Muhammed @ hitabetinde bu uyarıları yaparken halkın etkilendiğini gören Mekke’nin ileri gelenleri uyarılarla ilgili alaylı ve hayret etmiş rolleri yaptılar ve kendi aralarında gülüşme, alay etme ve kahkahalar attılar. Ve “hadi bakalım ne zamanmış bu yıkım, bu azap getir de görelim” şeklindeki sözleriyle Hz. Muhammed @ ile dalga geçtiler. Böylece nutkun halk üzerindeki etkisini kırmak istediler. Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed @ vahyetmeye devam etti ve O’da vahyedilenleri okuyarak nutkunu sürdürdü;
“Ey Mekke elitleri! Bakın süre azalıyor, kötü akıbete doğru hızla yaklaşıyorsunuz. O kötü akıbetin ne zaman olacağını ben bilemem. O’nu ancak Allah bilir. Fakat bundan kaçış yoktur. Şimdi siz bu sözlere mi şaşıyorsunuz. Hele bir bakın bakalım şu halinize. Sizler ağlanacak halinize gülüyorsunuz. Bir de tutmuş bu söylediğim şeyler sanki yanlış şeylermiş gibi Allah’a kafa tutuyorsunuz. Gelin, bırakın bu yanlış tutum ve davranışlarınızı, inadı bırakın ve terk edin şu şirk sistemini ve Tevhidi dünya görüşüne gelin. Sadece Allah’a boyun eğelim, sadece O’na kulluk edelim. Diğer ilahları bırakalım. Birlik ve beraberliğimizi sağlayalım.”
57 – 62-Yaklaşan yaklaştı. / Bakın süre azalıyor / Kötü akibete doğru yaklaşıyorsunuz. Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur. / o kötü akıbet saatinin ne zaman ve nasıl olacağını ancak Allah bilir. Şimdi siz bu sözden mi hayret ediyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? Ve siz mi kafa tutuyorsunuz ey gafiller? Haydi Allah için secdeye kapanın ve O'na kulluk edin. (Necm Suresi 57-62)
Mekke elitleri hariç diğer halk kitlesi bu nutuk karşısında öylesine etkilendiler ki nutkun sonunda söylenenleri tasdik manasına secdeye vardıkları rivayet edilmektedir. Bu sure onların ezberlerini bozdu, zihinleri alt üst oldu. Mesajın haklılığını, doğruluğunu gördüler. Hz. Muhammed’in @ safına geçmeyi düşündüler. Mekke’nin müşrik elitleri ile tartıştılar. Müşrik elitler telaşlandılar. Halkı bu etkiden kurtarmayı istiyorlardı. İman edenlere şiddet uygulayarak halkın geri kalan kısmının iman etmesine engel olmayı arzu ettiler. Ama bu nutuk üzerine şiddet politikasına hemen geçecek olurlarsa yanlış yapmış olacaklardı. O yüzden önce bu nutkun etkisini sıfırlamak daha sonra da şiddete başvurmak daha akıllı bir politika olurdu.
Böylece Mekke müşrik önderleri Hz. Muhammed’in @ Necm Suresi ile yaptığı nutkun etkisini azaltmak için Mekke halkına şu mesajları vermenin yerinde olacağını düşündüler;
“Bu şirk sistemi sadece bizimle yani Mekkelilerle ilgili değil. Bütün Arap kabilelerinin kabul ettiği ve uyguladığı bir sistem. Ve bu sistemden diğer kabilelerin bir şikâyeti yok. Hatta Arap kabilelerin ileri gelenleri bu sistemden ziyadesiyle de memnunlar. Mekkeliler olarak bizim şirk sisteminden vazgeçmemiz demek bütün Mekke dışı Arap kabilelerin hışmını ve düşmanlığını çekmemiz demektir. Bu kabileler bizim üzerimize gelecek olurlarsa onlara karşı durmamız mümkün olamaz ve onlar bizi Mekke’den sürüp çıkarırlar. Eğer çıkaramazlarsa ticaretimize engel olurlar, ticari kervanlarımıza saldırırlar veya haccı boykot ederler. Bu durumda bizler perişan oluruz. Bu nedenle şirk sistemi rejiminden asla vazgeçemeyiz. Diyelim ki Arap kabilelerinin önümüze çıkaracağı engelleri aştık ve tevhidi dünya görüşünün önerdiği sisteme geçtik ve bölgede güçlü bir devlet haline geldik. O takdirde de bizler İran, Mısır ya da Bizans imparatorluklarını karşımızda bulacağız. Bizim onlarla baş etmemiz mümkün değil. Onlar bizi bir kaşık suda boğarlar. O nedenle bizleri bu şirk sisteminin ön gördüğü küçük, zayıf, güçsüz, etkisiz, atomize şehir devletçikleri olarak görmeleri bizim hayatiyetimiz açısından daha önemli. Küçük olsun ama bizim olsun. Süper güçleri uyandırmamak lazım. Aksi takdirde bu süper güç imparatorluklarla yaptığımız anlaşmalar sonucu sahip olduğumuz ticari imtiyazlarımızı, güvenlik ve barış anlaşmalarımızı da kaybederiz.”
Müşrik elitlerin bu düşüncelerle Mekke halkına yaptıkları propaganda etkisini gösterir ve Mekke halkı mitingdeki nutkun tesirinden kurtularak Hz. Muhammed’in @ safında yer almakta tereddütlü hale gelir. Mekke halkı bir taraftan Hz. Muhammed’in @ haklı olduğunu biliyor fakat diğer taraftan daha kötü sonuçlarla karşılaşmaktan korktuğu için halihazırda içinde bulundukları kötülükleri ehveni şer olarak kabul edip saflarını değiştiremiyorlardı. Yani Mekke müşrik elitleri halka ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorlardı.
Halkın tekrar tereddütlü hale geldiği konu hakkında Cenab-ı Hak, elçisi Hz. Muhammed’e @ Fil Suresi ve Kureyş Suresini vahyederek, halka müşrik baronlara kanmamaları gerektiğini, işin hiç de öyle olmadığı, tam tersine tevhit olunduğu zaman neleri başardıkları ve şu andaki güvenli ticaretlerinin bile bu tevhit sayesinde olduğuna ilişkin mesajlarını gönderdi.
4.3. Fil Olayının Kısa Tarihçesi;
Bu olay, Hz. Muhammed’in @ doğduğu yıl olan MS 571 yılına tekabül etmektedir. Habeş kralı adına Yemen'i ele geçiren bölgenin valisi Ebrehe, Arap yarımadası ve Kızıldenizdeki ticareti kontrolü altına almak idealindeydi. Bu konuda hem Habeşistan hem de Bizans’ın desteğini almıştı. Ayrıca Mekke merkezli ticarî faaliyetleri ve Hac ibadetini kendi bölgesine kaydırmak arzusundaydı. Zira Doğu – Batı ve Kuzey-Güney eksenindeki karasal ticarette aslan payını Mekkeliler / Kureyşliler almaktaydı. Ebrehe bu arzusunu gerçekleştirmek için Mekke'deki Kâbe’ye rakip, Yemen'in başkenti San'a'da çok büyük bir kilise yaptırdı. Şimdi bir bahaneyle Kabe’yi yıkıp, kendi yaptırdığı mabedi / kiliseyi bütün yarımada Araplarının hac / ziyaret merkezi ve dolayısıyla San’a’yı da Mekke’nin yerine ikame edeceği ticari bir merkez yapmayı planladı. Plan Kabe’nin yıkılması ve Arapların Hristiyanlaştırarak tüm Arap yarımadasını Roma blokuna dahil edilmesini öngörüyordu. Planı uygulamak için kendi yaptırdığı kiliseye güya Mekkeli bir Arabın yaptığı sabotajı ([2]) gerekçe göstererek Kabe’yi ve Mekke’yi yok etmek için 60.000 asker ve 13 filden oluşan ordusuyla, Mekke'ye doğru yola çıktı. Yol boyunca bölgedeki Arap kabileleri çok cılız mukavemet gösterebildirler.
Tehlike geliyordu ve böylesine muazzam ve ağır silahlarla teçhiz edilmiş bir orduyu durdurmak için Kureyş’in gücü yetmeyeceğinden Abdülmuttalibin aklına tevhit olma fikri geldi. O, Arap yarımadasındaki bütün kabileleri Kabe’yi savunmaya davet etti. Bu davetini herkesin kendi kabilesine ait putlarını, kırmızı çizgilerini, kutsallarını koruması için değil Allah’ın evi Kabe’yi korumak için tevhit olunmak üzere yaptı. Kabilelerin bir kısmı bu çağrıya kuşlar gibi uçarcasına gelip icabet ettiler.
Ebrehe’nin ordusu, Mekke yakınlarına kadar geldi. Mekkeliler ve Abdulmuttalibin çağrısına uyarak Kabe’yi savunmaya gelen kabilelerin sayısı ve silah gücü, Ebrehe’nin düzenli ve güçlü ordusunun karşısına çıkabilecek yeterli güce sahip değildi. Bu nedenle onlara karşı doğrudan savaşmak akıllıca olmadığından Abdulmuttalib’in önerisi ile Mekke boşaltılacak, aileler dağlara sığınacak, savaşçılar ise Ebrehe’nin ordusunun geçeceği geçitleri tutarak düşman ordusunun üzerine taşlar atmak suretiyle mukavemet gösterecekti. Düşman ordusunun en önemli silah gücünü oluşturan fillerin yürümelerine engel olmak için de sert zeminli geçiş yollarına sert ve sivri volkanik çakıl taşları serilecekti. Böylece fillerin ayaklarına batan çakıl taşları fillerin ilerlemesine engel olacaktı. Düşman ordusu bu çakıl taşlarını temizlemeye çalışırken yeni çakıl taşları dağ geçitlerinin yamaçlardan tekrar atılacaktı. Ebrehe’nin askerleri de atılan bu taşlardan nasibini alacaktı. Mekke’yi savunmak için bir araya gelmiş Araplar, Ebrehe’nin ordusunu dar geçitlerde kıstırıp taş ve ok yağmuruna tuttular. Yağmur gibi gelen taşlar karşısında filler ürktüğü gibi atılan ufak çakıllı sert taşların ayaklarına batması sonucunda ilerleyemediler ve geri dönüp kendi ordusunun üzerine yürüdüler.
Mekkeliler ve yardıma gelmiş Arap kabilelerinin bu direnişlerinin altmış bin kişilik Ebrehe’nin ordusunu durdurması elbette mümkün değildi. Ancak Mekkelilerin şirki bırakıp Allah için tevhit olmaları ve direniş sırasında sadece Allah’a yönelmeleri, O’nun merhametini ve yardımını celbetti. Cenab-ı Hak, kendisine yönelen Abdulmuttalip ve Mekkelilerin dualarına icabet etti ve fırtınaları gönderdi. Hem de öyle şiddetli bir fırtına ki taşları yerinden söküp dağlardan aşağıya Ebrehenin ordusunun üzerine fırlatıyordu. Mekkeliler ise bu fırtınada dağlara çıktıkları ve fırtına başladığından hemen kuytu yerlere sığındıkları için zarar görmediler. Ama Ebrehenin ordusu vadide perişan oldu. Önemli komutanları isabet eden taşlar yüzünden öldü. Ordunun düzeni bozuldu. Komuta kademesi orduyu toparlayamadı ve ordu dağıldı. Fırtınadan yaralı olarak kurtulanlar Yemen’in yolunu tuttular. Ölenleri ise çöl akbabaları parçalamaya başladılar.
Kabe’nin Rabbi için bir araya gelip tevhit olan ve direnen Mekkelilere Cenab-ı Hak yardım elini uzatmış ve gönderdiği fırtına ile Ebrehe’nin o muazzam ordusunu perişan etmişti. Düşman ordusunun ölülerinin cesetlerini çöl akbabaları ve diğer kuşlar didikleyerek parça parça ederek yediler. Öyle ki cesetlerin parçalanan etleri bu kuşlarca volkanik taşlar üzerinden saçıp savrularak yenildi ve sonunda bu cesetler yenilmiş, biçilmiş ekin gibi sadece iskeletleri kaldı.
Böylece adaletin, hikmetin, barışın, kardeşliğin ve faziletin merkezi olsun diye kurulan Kabe’nin Ebrehe tarafından yıkılmasına, Cenab-ı Hak müsaade etmedi. O’nun adına tevhit olan Arap kabilelerine, Cenab-ı Hak yardımını esirgemedi.
İşte Mekke müşriklerinin “şirki terk edersek diğer kabileler bizi burada yaşatmaz, bizi buradan sürüp çıkarır” diye menfi propaganda yapmalarının yalan olduğunun ve tam tersine Mekke’de varoluşun yegâne sebebinin ilahi ilkeler olduğunu göstermek için Cenab-ı Hak, Fil Suresi ile tarihteki bu meşhur fil olayını hatırlattı. Arkasından da yine mevcut imtiyazlı ve dokunulmaz olarak rahat bir şekilde ticaret yapılabiliyorsa onun da yine fil olayından sonra kazanıldığını, Kureyş Suresi ile anlatarak müşriklerin yalanlarını yüzlerine çarptı.
Fil Suresinin ilk ayetlerinde Ebrehe’nin fil ordusunun nasıl bozguna uğratıldığına işaret edildi. Tevhid olmuş Arap kabilelerinin birlik olup tek bir liderlik etrafında organize hareket ettikleri ve Allah’a sığındıkları için Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği mucizevi yardımlar sonucunda 60.000 kişilik fil ordusunun nasıl hezimete uğratıldığı anlatıldı.
Rahman ve Rahim Allah Adına.
1- 2- Görmedin mi / bildiğin gibi nasıl etti Rabbin Ashâb-ı File! Başlarına geçirmedi mi tuzaklarını / Saldırılarını hezimete uğratmadı mı? (Fil Suresi 1-2)
Müteakip ayetlerde ise Ebrehe’nin ordusundan ölen askerlerin cesetlerinin çöl akbabaları gibi kuşlarca nasıl parçalandığı ve cesetlere ait etlerin, bağırsakların vb. organların volkanik taşlara çarpa çarpa yenildiği anlatıldı.
3-4-Onların üzerlerine sıra halinde (öbek, öbek / sıra sıra / arka arkaya) peşpeşe uçanları göndermedi mi? Onları taşların üzerine saçıp savurup atıyorlardı. (Fil Suresi 3-4)
Sonunda Allah’ın evini yıkmaya çalışanların cesetlerinden sadece iskeletleri kalmış ve biçilmiş ekin tarlasına dönmüşlerdi. İşte tevhit olununca ve Allah’a sığınınca Allah’ın inayeti ve yardımı ile kimsenin bir şey yapamayacağı böylece vurgulandı.
5- Sonunda onları yenilmiş (delik deşik edilmiş) yapraklara benzetti. / Ve böylece onları yenmiş ekin gibi perişan etmişti. / Sonunda onları yenilmiş ekin gibi paramparça yaptı. (Fil Suresi 5)
Mekkeli müşrik ileri gelenlerin halkı kandırma girişimleri Fil suresi ile boşa çıkarılınca onların şirk sisteminin terk edilmesi halinde halihazırdaki ticaretlerini kaybedecekleri, Arap kabilelerinin kendilerine düşman olacakları savı ile ticaretlerine mâni olacakları iddialarının da boş ve dayanaksız olduğunu hatta halihazırdaki ticaretlerindeki rahatlığı fil olayı ile elde ettikleri imtiyazlı barış ve güvenlik sözleşmelerine borçlu olduklarını anlatmak için Kureyş Suresi inzal olur. Bu sure ile Mekke halkına şunlar anlatılmak istenir;
“Ey Mekkeliler! Sizin şu anda kuzeye, güneye, doğuya ve batıya güvenlik içerisinde yaptığınız ticari seferlerinizin imtiyaz sözleşmeleri, güvenlik ve barış sözleşmeleriniz, sizin diğer Arap kabileleri nezdindeki itibarınız, imtiyazlarınız, güvenlik ve barış sözleşmeleriniz, Allah’ın evi Kabe’nin kuruluş mentalitesinden dolayı mı geliyor yoksa şirk sisteminin ilke ve usullerinden mi geliyor? Yani sizin bu ticaret ve ayrıcalıklarınızın kaynağı Hz. İbrahim döneminde kurulan ve temelinde insanlara takvayı, iyiliği, doğruluğu, şefkat, merhamet, sevgi ve kardeşlik gibi ilahi öğretilerin insanlara öğretildiği bir merkez ve sizlerin de bu merkezin halkı olması değil midir? Yani insanların size olan ülfeti, sizlerin Allah’ın öğretilerine, Allah’ın evine hizmet etmeniz değil midir? Elbetteki bu imtiyazlı konumunuzun ve diğer Araplara göre ayrıcalıklı, her türlü nimetin aktığı ve her türlü korunmanın sağlanmasının sebebi Kabe’dir, Allah’ın size verdiği öğretilerdir ve Fil olayında diğer ilahları bırakıp yalnızca Allah’ın ismi etrafında tevhit olmanızdır. Bu sebeple Arap kabileleri nezdinde “ehlullah” oldunuz. O halde şirk baronlarının yalan propagandalarına kanmayın ve Kabe’nin Rabbine kulluk edin ve bunun içinde gelin tevhidi dünya görüşünü destekleyin.”
Rahman ve Rahim Allah Adına
1-4-Kureyş’in İlaf / imtiyazlı güvenlik ve iş birliği anlaşmaları sayesinde, yaz ve kış bütün yıl boyunca yaptıkları ticari seferlerini güvenlikli, emniyetli ve rahat olmalarını sağladığı için, Evet bu sebeple, bu Beytin (Kabe'nin) Rabbı'na ibâdet etsinler. O Rab ki, böylece onları doyurdu ve korkudan onların güvenliğini sağladı. (Kureyş Suresi: 1-4)
Kureyş sûresi konu ve anlam bakımından bir önceki Fil sûresinin devamı gibidir. Fil sûresinde Kureyşliler'in Ebrehe ordusunun saldırısından nasıl korunduğu anlatılırken bu sûrede Kureyş'e verilen nimetler, güven ve refah dile getirilmektedir. Sûrede Kureyş adına yer verilmiş olması Hz. Muhammed’in@ ve ilk müslümanların bu kabileye mensup olmalarının yanı sıra Kâbe’nin bakımı, Kâbe ve hac işlerinin yönetimi, hacılara su ve yemek dağıtımı gibi hizmetlerin yine bu kabile tarafından yerine getirilmiş olmasıyla bağlantılıdır.
Sûrenin başında Allah'ın Kureyşliler'i yaz ve kış yolculuklarına alıştırdığı ifade edilir. Kelimenin dostluk anlamı dikkate alındığında burada hem Kureyş'in kendi içindeki güven ve kaynaşmaya hem de komşu topluluklarla aralarındaki dostluğa dikkat çekildiği anlaşılır. Tefsirlerde, bu âyetlerde sözü edilen yolculuklarla Kureyşliler'in yaz mevsiminde Suriye bölgesine, kış mevsiminde Yemen taraflarına ticaret amacıyla düzenledikleri seyahatlere işaret ettiği belirtilmektedir. Kureyşliler bu ticari seferler sayesinde bir yandan ekonomik durumlarını düzeltiyor, diğer yandan da çeşitli medeniyet ve kültürleri tanıma imkânı buluyorlardı.
Kureyş sûresinde daha sonra Allah'ın Kureyşliler'i doyurup açlıktan kurtardığı ve korkularından kurtardığı vurgulanarak bu nimetlerden dolayı Allah'a ibadet etmeleri emredilir. Çünkü Allah onları, hem ikamet ettikleri Mekke ve civarında hem de bu bölge dışına yaptıkları yolculuklarda emniyet içerisinde olmalarını sağlamış hem de Fil ordusunu onların başından savmıştır. Aynı şekilde tarıma elverişsiz olan Mekke ve çevresini Hz. İbrahim'in duası ve Kâbe’nin kutsallığı sayesinde insanların rağbet ettikleri bir yer haline getirmiştir. ([3]) Mekke’nin bu özelliği sayesinde o dönemde ticaret gelişmiş ve Kureyş bolluğa kavuşmuştu. Sûrede "bu ev" (Kâbe) ifadesinden sonra Allah'ın verdiği nimetlerin hatırlatılması Kureyş'in sahip olduğu saygınlığa ve nimetlere Kâbe sayesinde ulaştığını ima eder. Kureyş sûresinin mesajı genel olarak ihsan edilen nimetlere lâyık olmaya ve yalnızca Allah'a kulluk etmeye yöneliktir.
[1]) NOT: Bu husus Hasan-ı Basri, Cassas, İbni Teymiyye, Taberi, Begavi, Askalani, Suyuti, Kuşeyri, Kadı ibni Arabi, Kadı İyad eserlerinden çeşitli şekillerde rivayet edilmiştir. (A.A)
[2]) NOT: Rivayetlerde Ebrehenin yaptırdığı kiliseye Mekkeli bir Arabın işediği zikredilir. Onun yaptığı bu hareket Ebrehe’ye ve onun kutsalına çok büyük hakarettir, aşağılamaktır ve savaş sebebidir. (A.A)
[3]) Not: Ebrehe’nin başarısız seferinden sonra Sasani (Pers- İran) Devleti harekete geçmiş ve Yemen’de iktidarı yeniden ele geçirmiştir. Kızıldeniz Roma ticari gemilerine kapatılmış ve böylece Kureyş’e gündoğmuştur. Zira Roma ihtiyaç duyduğu ticari malları yeniden Mekke üzerinden tedarik etmek zorunda kalmıştır. Fil olayından sonra Kureyş kara ticaretinde tavan yapmıştır. Korkularından emin olmuştur. A.A.