BÖLÜM 31
HUDEYBİYE ANLAŞMASININ REVİZYONU
31.1. Hudeybiye Anlaşmasının Tadili
Hudeybiye Anlaşması imzalanırken müminler için itibar kaybı ve aşağılanma olarak telakki edilen maddeler arasındaki “iltica” maddesi müminleri çok rahatsız ediyordu. Mekkeli müşrikler açısından ise bu madde önemli bir kazanım olarak görülüyordu.
31.2. Hudeybiye Anlaşmadaki «İltica» Maddesinin Analizi
Anlaşmanın ilgili maddesi şöyle diyordu; “Mekke’deki müminlerden kaçıp Medine’ye sığınan olursa o sığınanlar Mekke’ye teslim edilecek ama müminken müşrikliğe dönerek Mekke’ye sığınan kimseler ise geri verilmeyecek.”
Bu madde, müminlerin aleyhine göründüğü için müminlerce bir türlü hazmedilemiyordu ve müminleri ziyadesiyle üzüyordu. Çünkü müminler iman eden kardeşlerinin Medine’ye gelmesini, kendi saflarına katılmasını istiyorlar ve böylece Medine İslam Cumhuriyeti’nin güçlenmesini arzu ediyorlardı.
Mekke açısından ise bu durumun tersi geçerli idi. Eğer kendi kabilelerinden mümin olanların Medine’ye gitmelerine izin verilecek olursa sayısal olarak Mekke zayıflayacak, Medine güçlenecekti. Medine’den gelecek sığınmacılar ise Mekke’ye güç katacaktı. Özellikle de nitelikli kişilerin kendilerine katılması halinde elde edilecek sayısal üstünlük Mekke’yi güçlendirecekti. Bu nedenle Mekkeliler açısından söz konusu maddenin önemi çok büyüktü. Bu maddeyi anlaşmaya özellikle koydurmuşlardı.
Halbuki siyasi olarak bakılınca bu madde Mekkeli müşriklere değil Medine’nin lehine bir durum meydana getirecekti. Şöyle ki; barış anlaşmasının diğer maddeleri uyarınca artık Medine İslam Cumhuriyeti Mekke kervanlarının önünü kesemeyecekti. Fakat Mekke müşrik yönetiminin karşıtları Mekke’den kaçıp Medine’ye iltica etmeksizin Mekke şehrinin çevresinde yurt tutup Mekke kervanlarını yağmalayacak olursa Mekke’nin ticaretini yine zor duruma sokacaklardı. Böylece bu duruma bir çare bulması için Mekke müşrikleri Peygamberimize başvurmak zorunda kalacaklardı.
Gelecekte durumun böyle bir gidişata evrileceğini siyasi basireti çok keskin olan peygamberimiz ve yakın çevresindeki bazı ileri gelen müminlerden başkası bilmiyordu. Bu durumun oluşması için Mekke’den kaçışların olması gerekiyordu.
31.2. Ebu Basir’in Mekke’den Kaçışı
Ebu Basir, Hudeybiye Barış Anlaşmasından kısa bir süre sonra Mekke’den kaçtı ve Medine’ye sığındı. Ebu Basir Medine’ye gelince peygamberimiz kendisini bağrına bastı. Fakat barış anlaşmasının hükümleri gereği kendisini Medine’de tutamayacağını, şayet teslim almak için Mekke’den gelen olursa geri vermek zorunda kalacağını kendisine söyledi.([1])
Mekke müşrik yöneticileri Huneys bin Cabir ve yardımcısını elçi olarak Medine’ye göndererek peygamberimizden Ebu Basir’in kendilerine teslim edilmesini istediler. Medine’deki müminler Ebu Basir’in teslim edilmesinin çok onur kırıcı olduğunu, iman kardeşliğine yakışmadığını, teslim edilecek olursa ona işkence edeceklerini belirterek çok duygulu bir ortam meydana getirdiler. Herkesin içi kan ağlamaktaydı. İman etmiş ve kendilerine sığınmış bir kardeşlerini müşriklere teslim etmek onlara çok ağır gelmekteydi. Fakat Peygamberimiz anlaşmaya sadık kalınması gerektiğini ve elden bir şey gelmediğini bildirerek Ebu Basir’i Mekke’den gelen ve anlaşmaya riayet etmesi gerektiğini söyleyen Mekke Elçisi Huneys’e teslim etti. ([2])
31.3. Hz.Muhammed’in@ Planı
Ebu Basir elleri bağlanarak Mekkeli elçi Huneys tarafından götürülürken yolda Ebu Basir bir oyun ile Huneys’i öldürdü. Huneys’in yardımcısı ise kaçıp Medine’ye peygamberimize gelip durumu anlattı. Bir süre sonra Ebu Basir de Medine’ye geldi. Fakat Peygamberimiz Ebu Basir’in Medine’de yerinin olamayacağını, Medine’de kalacak olursa iki tarafın savaşına sebep olacağını belirtti. Kendisini tekrar Mekke yönetimine teslim etmesi gerektiğini söyledi. Huneys’in yardımcısına Ebu Basir’i teslim almasını istedi fakat Huneys’in yardımcısı çok korktuğu için buna yanaşmadı. Diğer taraftan Ebu Basir’de atik bir hareketle teslim olmadı ve Medine’den kaçarak doğruca Mekke’nin ticaret yolları üzerindeki Zülhuleyfe’ye kaçtı ve orada kamp kurdu.
Bu olayda Hz.Muhammed@ anlaşmaya sadık kalmıştı. İltica eden mümin şahsı Mekke’ye teslim etmişti. Artık gerisi Mekke’yi ilgilendirmekteydi. Mekkeli elçiler ise teslim aldıkları şahsı muhafaza edememişlerdi. İkinci kez de teslim etmeye yönelmiş olmasına rağmen Mekkeli elçi buna yanaşmaktan imtina ettiği gibi iltica talebinde bulunan Ebu Basir de Medine’den kaçmıştı.
Peygamberimizin planı işlemektedir. Bu olaydan kısa bir süre sonra Hz.Muhammed@ Hz. Ömer’e Mekke’deki müminlere gizli bir mektup göndermesini istedi. Söz konusu mektupta Ebu Basir’in kahramanlığını övülürken etrafında kendisi gibi cengaverlerin olması halinde çok şeylerin başarılacağı ifade edilerek mümin Mekkelilerin Ebu Basir’in etrafında toplanmasına işaret edildi. Bunun üzerine Mekke’deki müminler harekete geçtiler ve Mekke’den kaçıp Ebu Basir’in kampında toplandılar. Ebu Cendel ve bazı müminler ilk etapta kaçanlar arasındaydılar. Baskın yapmak için yeterli çoğunluğa ulaşan müminler, Ebu Basir’in komutanlığında Mekke’nin ticaret kervanlarının yollarını kestiler, mallarını yağmaladılar ve gerektiğinde çatışmaya girerek kervan muhafızlarını öldürürler. Böylece Ebu Basir ve arkadaşları Mekke’nin Şam ticaret yolunu keserek Mekke’ de ekonomik krizinin devam etmesini sağladılar. Süreç içerisinde Mekke için artık ticari yol güvenliği tamamen bozuldu. Hudeybiye anlaşması ile elde ettikleri yol güvenliğini tekrar kaybettiler. Ebu Basir’in çevresinde topladığı militan mümin sayısı rivayetlere göre 70 ila 300 civarına ulaşmıştı ki bu sayı Mekke kervanlarındaki muhafızların artık baş edemeyeceği noktaya varmıştı.
Planın gerçekçi olması için belki de peygamberimizin Mekkelilere yardım etmek için onları Hayber’deki depolara yönlendirdiği yardım kervanları bile soyuluyordu. Yani peygamberimiz Mekkelilere yardım etmek için veriyordu ama Ebu Basir’in adamları bu yardım kervanlarını bile soyuyorlardı.
Mekke müşrik yöneticileri tekrar çaresiz duruma düştüler. Hudeybiye Barışı onlara Şam yolunu tam açacak iken aynı anlaşmanın bir maddesi onlara tekrar o yolu kapatmıştı. Mekke yönetimi anlaşmanın ilgili maddesinde değişiklik yapmaya yani müminlerin Medine’ye iltica etmesinin önündeki engeli kaldırmayı tartışma noktasına geldiler.
Ebu Süfyan Hudeybiye barış anlaşmasının “mülteci / sığınmacılarla” ilgili maddesinin kaldırılması konusunu Mekke yönetiminde tartışmaya açtı. Mekke Yönetimindekiler Kureyş’in kamuoyu / vicdanı gereği buna karşı çıktılar. Zira bunu kabul etmenin kabile onurunu zedeleyeceğini ve bu nedenle alternatif yollara başvurulması gerektiğini tartıştılar. Mekke yönetimi bu bunalımdan kurtulma konusunda çözüm yolu bulmak amacıyla Hz.Muhammed@ ile görüşmeler yapmak üzere Ebu Süfyan’ı Medine’ye elçi olarak gönderdi.
31.4. «İltica» Maddesinin Değişmesi
Medine’ye gelen Ebu Süfyan, peygamberimizden önce bu mümin eşkıyaların yol kesme operasyonlarına son vermeleri için onlara talimat göndermesini talep etti. Fakat peygamberimiz bunu yapamayacağını kendisinin anlaşma şartlarına harfiyen uyduğunu belirtti. Bu sorunun yegane çözümünün, anlaşmadan «iltica yasağı» maddesinin kaldırılması olduğunu ilave etti.
Ebu Süfyan, Mekke’nin çok zor durumda kaldığını erzak ihtiyacının had safhaya ulaştığını söyledi. Buna rağmen Mekke ileri gelenlerinin bu maddeyi değiştirme yanlısı olmadığını da belirtti. Bu söylemiyle kendisinin çaresizliğini kullanarak peygamberimizi başka bir çözüm yolunu önermeye sevk etmeye çalıştı. Peygamberimiz ise bu soruna tek çözümün anlaşmadaki ilgili maddenin değişimi olduğunu yinelemekle beraber Ebu Süfyan’ın yakındığı hususlardaki zor durumu gidermek amacıyla Hayber ganimetlerinden Mekke’ye karşılıksız olarak gıda ve değerli eşya yardımı yaptı. Verdiği bu yardımlar dağıtılırken yoksulların asla unutulmaması gerektiği konusunda Ebu Süfyan’ı da uyardı.
Ebu Süfyan Mekke’ye döndü ve Hz.Muhammed’in Mekke’nin ihtiyacını karşılayacağını ve ekonomik kriz sorununu çözeceğini ancak anlaşmada revizyonu şart koştuğunu Mekkelilere bildirdi. Mekkeliler çaresizdi. Eğer anlaşmada revizyona razı olmayacak olurlarsa peygamberimizin eline bakar hale geleceklerdi. Bununla beraber Hz.Muhammed’in@ karşılıksız insani yardımı onlar üzerinde olumlu etkisini gösterdi ve karşıtların kalpleri bir nebze olsun yumuşadı. Tartışmaların sonunda Mekkeli yöneticiler Hz.Muhammed’in@ revizyon şartını kabul ettiler ve revizyonu kabul ettiklerine dair Medine’ye bir mektup gönderdiler. Böylece anlaşmanın «iltica yasağı» maddesi kaldırılmış ve anlaşma revize edilmiş oldu.
Bu değişiklik ile Medine’de çok büyük bir sevinç yaşandı. Cenab-ı Hakk’ın elçisine verdiği basiret ile yürütülen plan işledi ve müminlerin Medine’ye sığınmalarının önü açıldı.
Hz.Muhammed@ bu haberi bir mektupla Ebu Basir’e bildirdi ve hepsinin artık Medine’ye gelebileceklerini bildirdi. Ancak Ebu Basir bu mektubu aldığında ağır hastaydı ve Medine’ye yolculuğa çıkamadan son nefesini verdi. Ebu Cendel liderliğinde diğer mümin arkadaşları onu defnettikten sonra hep birlikte Medine’ye döndüler.
Artık sürekli büyüyüp gelişen İslam Cumhuriyetine katılım konusunda bir engel kalmamıştı. Mekke’de iman eden / safını Hz.Muhammed’den@ yana seçen kişiler Mekke’yi terk ederek Medine’ye gelebileceklerdi. Bundan sonra Mekke yönetimi sürekli kan kaybedecek, Medine İslam Cumhuriyeti ise güçlenecekti. İslam Cumhuriyetinin lehine gelişecek katılım süreci, Mekke Yönetiminden güçlü kişilerinin İslam topluluğuna katılımı ile çok büyük bir ivme kazanacaktı.
31.5. İslam / Barış Topluluğuna Yeni Katılan Ehli Kitap Kabilelerin Uyumlulaştırılmasına Karşı Engeller
Hayber’in fethinden sonraki bir yıllık süreçte Yahudi inkarcılar / başkaldıranlar, İslam Cumhuriyetinin büyümesini ve kendilerinin mağlubiyetini bir türlü hazmedemezler. Bu nedenle peygamberimizin hükümetini başarısız kılmak için ellerinden geleni yapmaktan geri kalmazlar. Savaş gücünü kaybetmeleri ve teslimiyet anlaşmasını da kabul etmiş olmaları onları sivil direniş yollarına sevk etmiştir. Onlar, bu kez, Yahudi toplumunun İslam toplumuna uyumunu engellemeye yönelik çeşitli entrikalar denediler.
Bu amaçla onlar kendi içlerinden bazı Yahudileri ajan olarak peygamberimizin yanına gönderdiler. Bu ajanlar aslında iman etmedikleri halde sanki iman etmiş gibi davranıyorlar ve peygamberimizin yanına sokulup olan bitenleri izliyor ve işlerine yarayacak haberleri elde etmeye çalışıyorlardı. İslam Cumhuriyeti aleyhine kullanabileceklerine inandıkları haberleri hemen kendilerini gönderen Yahudi inkârcı / başkaldıran yandaşlarına iletiyorlardı.
Bunun yanında onların çok daha önemli bir fonksiyonları da vardı; bu ajanlar, inkârcı / isyancı arkadaşları ile sürekli irtibat halindeydiler. İnkârcı / isyancı arkadaşları, onlara Hz.Muhammed@ ile Hayber’in fethi sonrası yaptıkları teslimiyet anlaşmanın hükümleri üzerinde spekülasyon yaparak anlaşmanın hükümlerini kendi çıkarlarına olacak şekilde yorumlanmasını sağlamaları görevini de vermişlerdi. Böylece onlar anlaşma hükümlerinin uygulama usul ve esaslarının belirlenmesi aşamasında sürekli spekülasyon yapıyor, anlaşmanın hükümlerini kendi istedikleri şekilde yorumluyorlardı. Şayet kendi çıkarlarına aykırı bir hükümle karşı karşıya kalacak olurlarsa bunu kabul etmiyorlar ve şiddetle kendi çıkarlarını savunuyorlardı. Onlar bu taktiklerle anlaşma hükümleri üzerinde ihtilaf yaratıyor, İslam toplumunda fitne çıkarmaya ve Hz.Muhammed’in kurduğu düzeni tahrip etmeye çalışıyorlardı.
Cenab-ı Hak, onların bu fitne çıkarmaya yönelik çabalarını dile getirerek fitneci hareketleri nedeniyle dünyada rezillikle ahirette de büyük bir azapla cezalandırılacağını bildirdi;
41- Ey Peygamber! Kalpleri inanmadığı / güvenmediği halde dilleriyle «inandık» / «güveniyoruz» diyenlerle Yahudilerin inkarcılık / isyan için yarış edenlerini dikkate alarak sakın üzülme! Bunlar (kalpleriyle inanmadıkları halde dilleriyle inandık diyenler) Yahudilerin inkarcılarının / isyancıların casusluk yapmak için senin yanına gönderdiği ve yalanlamak için seni dinleyen kimselerdir. Onlar (Anlaşmada / Kitabda geçen) sözlerin anlamlarını asli şeklinden saptırır, gizler, değiştirir ve tahrif ederler. Ve birbirlerine “Eğer size şu verilirse (anlaşmadaki hükümler şu şekilde yorumlanırsa) kabul edin. Eğer o verilmez ise (anlaşmadaki hüküm bizim yorumladığımız şekilde değil de istemediğimiz şekilde yorumlanırsa) reddedin. / kendi çıkarlarınızı savunun.” derler. Allah, kimin fitne içinde kalmasını dilerse, artık sen, onu Allah’ın elinden kurtaramazsın. İşte onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemeyi dilemez. Onlar için, dünyada bir rezillik vardır, ahirette de büyük bir azap vardır. (Maide Suresi 41)
31.6. Yahudi İnkarcıların / Asilerin Toplumu ve Hukuku «İFSAD» Alışkanlıkları
Yahudi inkarcıların / isyancıların işleri güçleri kendi çıkarları için toplumu ve hukuku ifsat etmektir. Onlar eskiden kalma alışkanlıklarını sürdürmek isterler. Haram yiyicilik, yalan, dolan ve hırsızlık onların temel vasıflarıdır. Hayber’in kodaman sınıfından olan bu inkârcı / isyancı kitlenin Hayber’in fethinden önce toplumda sözleri geçiyordu ve istediklerini yapıyorlardı. / yaptırıyorlardı. Ahbarlarına / Din adamlarına baskı kuruyorlar ve istedikleri fetvayı alıyorlardı. Ya da onlara biraz hediye ve menfaat sağlayarak istedikleri sonuca ulaşıyorlardı.
Hayber fethedilip onlar İslam Cumhuriyetinin egemenliği altına girdikten sonra da aynısını yapmak istediler. Sorun çıkınca hemen Hz.Muhammed’e@ başvurdular ve O’ndan da istedikleri fetvayı almaya çalıştılar. Şayet Hz.Muhammed’den@ işlerine gelen fetva / hükmü alamadılar ise o zaman O’nun verdiği hükmü reddettiler. Kendi ahbarlarına / din adamlarına döndüler ve onlardan istedikleri hükmü almaya çalıştılar. Aslında onlar bu davranışları nedeniyle samimi değillerdi. Onlar eskiden olduğu gibi adaleti, hakkı değil işlerine gelen, menfaatlerine uygun olanı elde etmeye çalışıyorlardı. Onların kendi dinlerine, kitaplarına ve ilkelerine de imanlarının olmadığı yani samimi olmadıkları bu hareketleri ile açığa çıkmaktaydı. Bu nedenle kendi toplumlarında çıkan sorunlarının çözümü için Yahudi inkârcı / asi kodamanların İslam hükümetine başvurmaları halinde İslami idarenin / peygamberimizin bu sorunu çözmek için girişimde bulunup bulunmaması konusunda Cenab-ı Hak, İdareyi / peygamberimizi serbest bıraktı. Yahudilerin kendi sorunlarını çözmek için İslam Cumhuriyeti idarecilerinin soruna el atabileceği gibi onların sorunlarını kendi otoriteleri ile çözmesini de isteyebileceğini bildirdi.
Şayet İslam İdaresi sorunu çözmeye yönelik bir irade gösterecek olursa o zaman da adaleti dikkate alması, sorunu adaletle çözmesi emredildi.
42-43- Onlar (Yahudilerin inkârcı / asi kodamanları) yalan, iftira ve kendi reklamlarını yapan boş sözleri dinlemeye çok meraklı ve haramı (yasadışı yollardan elde edilen kazançları) yemeğe pek düşkündürler. Eğer (kendi aralarında çıkan sorunların çözümü için) sana müracaat ederlerse, nasıl uygun görürsen öyle davran: ister aralarında hükmet / sorunlarına çözüm getir, istersen başvurularını geri çevir. Başvurularını geri çevirdiğin takdirde sana asla zarar veremezler. Şayet aralarında hükmedecek / sorunlarına çözüm getirecek olursan, adaletle hükmet / sorunlarını çözerken adaleti gözet. Şüphesiz Allah, adil olanları sever. İçinde Allah'ın hükmünün bulunduğu Tevrat ellerinde olduğu halde, niçin seni hakem yapıyorlar. / senin hükmüne başvuruyorlar? Daha sonra da senin verdiğin hükümden de yüz çeviriyorlar. İşte (bu yaman çelişki gösteriyor ki) onlar samimi değillerdir. (Maide Suresi 42-43)
31.7. Ahbarın / Yahudi Din Adamlarının Uyarılması
Cenab-ı Hak, Yahudi inkârcı / asi kodamanların kendi aralarındaki sorunların çözümünde İslam İdaresine başvuru yapmaları halinde bu sorunun çözümüne hakemlik yapıp yapmama hususunda İslam İdarecilerini serbest bırakmakla birlikte onların sorunlarını çözmede kendi içlerinde nasıl çözecekleri konusunda ilgisiz kalmadı. Onlara kendi müktesebatlarının / yasalarının kullanılmasını emretti. Yani Tevrat hükümlerinin uygulanmasını emretti. Bu hükümleri uygulayacak olan hahamların da / din adamlarının da / otoritelerinin de artık inkârcı, azgın, zalim ve hırsız kodamanların tasallutundan kurtulduklarını, Hz.Muhammed’in@ gözetiminde adil bir idareye kavuştuklarını belirtti. Tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi onların kendi peygamberleri ve din büyüklerinin izinden giderek Tevrat’ın hükümlerini korkmadan çekinmeden uygulamalarını istedi. Artık kodaman azgınlardan hiçbir şekilde korkmamalarını, onların hiçbir şekilde kendilerine baskı yapamayacağını bildirdi. Arkalarında İslam Cumhuriyetinin olduğunu ve Yahudiler arasında Tevrat’taki gerçek hükümlerle hükmetmekten çekinmemelerini ve bu hususta sadece Kendisinden (Allah’tan) korkmalarını istedi. Böylece Yahudi ahbarı / din adamları / otoriteleri kendi toplumlarının azgın kodamanlarına karşı durmaları konusunda cesaretlendirildiler.
Cenab-ı Hak, Yahudi ahbara / din adamlarına ve samimi olan ileri gelenlere artık zulmün ortadan kaldırıldığını ve zalimlere meydan verilmediği bir ortamın yaratıldığını belirterek buna rağmen onlar halkın sorunlarını çözmede azgın kodamanlarının taleplerine boyun eğecek olurlarsa, onların da inkârcı / asi kodamanlardan olacaklarını ve kendilerinin İslam Cumhuriyetini inkar edenler / başkaldıranlar safında görüleceklerini bildirdi.
44- Gerçek şu ki içinde hak yolu aydınlatıcı bilgiler ve nur olan Tevrat’ı Biz indirdik. Varlıklarını Allah’a teslim eden peygamberler, Yahudilere Tevrat’la hükmederlerdi. Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmeleri sebebiyle, kendilerini Rablerine adamış olan ahbar, hahamlar, zahitler ve alimler de, onunla hüküm verirlerdi. / icraat yaparlardı. Çünkü onlar Tevrat’ın ilahi hükümler içeren ve insanların sorunlarına çözüm getiren bir kitap olduğuna şahitlik etmekteydiler. (O halde Ey Yahudi din adamları / otoriteleri) artık insanlardan korkmayın, benden korkun! Ayetlerimi servet, makam, mevki gibi geçici dünya menfaatlerine satmayın! (Artık sizler de geçmiş peygamberleriniz ve salih din adamlarınız gibi davranın!) Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmez / icraat yapmazsa işte onlar kafirlerin / inkarcıların / başkaldıranların ta kendileridir. (Maide Suresi 44)
31.8. Hakka ve Adalete Davet
Cenab-ı Hak, Yahudi din adamlarının / otoritelerinin Tevrat’a göre hüküm vermelerini emrettikten sonra Tevrat’ın adaleti emrettiği ve toplumda işlenen her suça adil bir karşılık verilmesi gerektiğini ifade etti. Bu minvalde o sırada işlenmiş bir cinayet örneğinden yola çıkarak aralarında işlenen söz konusu cinayet için Tevrat’a göre hüküm verilmesini emretti. Bahsi geçen cinayet konusunda inkârcı Yahudi kodamanlar önce Hz.Muhammed’e@ başvurmuşlardı. O’nun katil için kısasa hükmetmesi üzerine o inkârcı Yahudiler bu hükmü beğenmediler. Bu hüküm onların işlerine gelmedi. Bu kez onlar tekrar kendi ahbara / din adamlarına başvurdular ve onlardan farklı hüküm vermelerini istediler. Bunun üzerine Cenab- Hak Yahudi ahbarın / din adamlarının da artık bu inkârcı Yahudi kodamanlara yüz vermemesini ve Tevrat’a göre hükmetmesini istedi. Kısas / adil karşılık verilmediği takdirde onların zalimlerden olacağını belirtti.
45- Biz, Tevrat ta onlara şunu farz kıldık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş. Bütün yaralamalara karşılık da dengi ceza verilecektir. Fakat mağdur olan bu hakkından vazgeçer de suçluyu bağışlarsa, bu bağışlaması kendi günahları için bir kefaret olur. Artık kim, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar zalimlerin ta kendileridir. (Maide Suresi 45)
Aynı uygulamanın Hristiyanlar tarafından da yapılması emredildi. Ki bu özellikle Medine İslam Cumhuriyeti ile müttefik hale gelen Necran ve yukarıdaki Suriye sınırında bulunan Devmetul Cendel’deki Hristiyan kabileler için geçerli idi. Bu hükümler aynı zamanda Medine’de çok az da olsa Hristiyan olarak yaşayan kişiler içinde geçerliydi. Onların da kendi dinleri / kitapları / hukukları ile uygulama yapılacağı hükme bağlanmış oluyordu.
Bu hükümle İslam Cumhuriyeti içerisinde yaşayan tüm diğer din mensupları kendi şeriatlarına göre fakat adaletten ayrılmadan ve hiçbir zümrenin, kodamanın baskısı olmadan kendi dinlerindeki yasalarla hükmedilmeleri emredildi. Eğer din otoritelerinin / din adamlarının kendi toplumlarındaki zalim kodamanların keyiflerine göre hüküm verirlerse günaha batmış kimselerden olacakları belirtildi.
46-47- Onların peşinden Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona, içinde hidayet ve nur olan, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden ve takva sahipleri / kendini korumak isteyenler için hidayete erdirici ve öğüt verici olan İncil’i verdik. Artık İncil Ehli de Allah'ın İncil’de indirdiği hükümlerle hükmetsinler. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, asi / bozguncu / başkaldıran fasıkların ta kendileridir. (Maide Suresi 46-47)
31.9. Farklılıkların Birliği ve Farklılıkların İyilik / Hayır Hedefli Yarışması
Cenab-ı Hak, İslam Cumhuriyeti egemenliği altında yaşayan Yahudi ve Hristiyan toplulukların (ümmetlerin) Allah’ın kendilerine indirdiği Kitaplarında öngörülen hukuk / yasalara göre hükmolunmalarını belirttikten sonra peygamberimize de Kur’an’ı indirdiğini belirtti ve hiçbir azgın kodamanın keyif ve arzularına göre hükmetmemesini, insanlar arasında hükmederken adaletle / hak ölçülerine göre hükmetmesini emretti. Aynı zamanda bu Kur’an’ın bütün ilahi kitaplardaki hükümleri kabul ettiğini ve onları koruduğunu ama zaman içinde onların yanlışa doğru yorumlanan hükümlerini de düzelttiğini bildirdi. Böylece her topluluk / ümmet için onların ortam ve şartlarına göre farklılık gösteren ayrı ayrı şeriatlar tayin ettiğini bununla beraber zamanla değişmesi mümkün olmayan ve her topluluk / ümmet için ortak olan ana esasları / ilkeleri de belirlediğini bildirdi.
Cenab-ı Hak, İslam Cumhuriyetinde çok hukuklu bir sistemin uygulanacağını ortaya koyarak bütün diğer dinlerin mensuplarının ilahi hukuk hükümlerini uyguladıkları müddetçe kendilerine asla müdahale edilmeyeceğini ve onların Hz.Muhammed’in@ şeriatına uymaya zorlanılmayacağını belirtti. Aslında dileseydi bunu yapmak için onları Hz.Muhammed’in@ şeriatına uymaya zorlayabileceği ve böylece bütün ümmetleri / toplulukları tek bir ümmet / topluluk haline getirebileceğini ifade ettikten sonra toplulukları imtihan etmek / yarıştırmak için bunu yapmadığını bildirdi.
İslam Cumhuriyetinde yaşayan Hristiyan ve Yahudilerin dinlerini değiştirmeye zorlanmamalarının bir sınama olduğunu bildiren Rabbimiz, bütün ümmetlerin / toplulukların hayır, iyilik ve güzellik üretmek için birbirleriyle yarışmalarını ve imtihanı geçmek için çaba sarf etmelerini emretti. Eğer böyle yaparlarsa sonunda herkesin iyilik, güzellik, hak, adalet, huzur, barış… sistemine ulaşacağı yani Allah’ın istediği sisteme döneceğini söyledikten sonra Kendisinin onların göstereceği bu çabalara bigâne kalmayacağını ve ihtilaf ettikleri hususlarda ihtilafı giderecek çözüm önerilerinden onları haberdar edeceğini ifade etti.
Cenab-ı Hakk’ın bu ifadelerinden yola çıkarak, İslam Cumhuriyeti yöneticilerine de bütün bu geçmiş ilahi şeriatları koruma, kollama ve düzeltme görevi verildi. Toplumların azgın, inkârcı kodamanlardan korunması emredildi. Her toplumun azgın kodaman ve inkarcılarına karşı uyanık olunması ve onların heva ve heveslerini kendi hukuklarını bozmalarına ve batıla / adaletsizliğe / zulme sapmalarına fırsat verilmemesi görevi verildi.
48- (Ey Resulüm!) Sana da (Yahudi ve Hristiyanların) ellerindeki kitapların geçerliliğini kabul eden, şahit ve koruyucu olarak bu Kitab’ı Hak ile indirdik. Artık onlara Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen bu Hak ve Adalet ölçülerinden ayrılarak sakın onların keyiflerine ve arzularına uyma. Sizden her bir ümmet için ayrı bir şir'at (yaşam şartlarına göre kurallar / tali yol) ve bir minhac (zamanla değişmesi mümkün olmayan realiteler üzerine kurulmuş ana esaslar / ana yol) tayin ettik. Eğer Allah dileseydi, hepinizi tek bir ümmet kılardı. Fakat O size verdiği kitaplarla / hükümlerle sizi sınamaktadır. Öyleyse (bunu artık anlayın ve) iyi / hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Sonunda hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ihtilâf edegeldiğiniz bütün hususları size tek tek bildirecektir. (Maide Suresi 48)
31.10. İslami İdarenin Fitneye / Zulme / Bozgunculuğa İzin Vermemesi
Cenab-ı Hak, İslam Cumhuriyeti egemenliği altında yaşayan Ehli Kitap kabile mensuplarının kendi aralarındaki sorunların çözümü için Hz.Muhammed’e / İslam Cumhuriyetine başvurmaları halinde onlara Allah’ın indirdikleri ile hüküm verilmesini emretti. Buradaki «Allah’ın indirdikleri» sadece Kur’an’la hüküm verme değildi. Duruma göre kimi zaman Kur’an’la hüküm verilebileceği gibi kimi zamanda Tevrat ya da İncil hükümleri ile hüküm verilebileceği fakat verilecek hükmün asla onların azgın kodamanlarının heveslerine göre olmaması idi. O kodamanların ayartmalarına karşı İslam Cumhuriyetinin idarecilerinin çok dikkatli olmaları gerekiyordu. O inkârcı kodamanların geçmişte Tevrat’ın hükümlerini nasıl çarpıtmaya çalıştıkları gayet iyi bilinmekteydi. Bu nedenle onlar Hz.Muhammed’i / İslam Cumhuriyetini de yanıltabilirlerdi. Öyle ki verilen herhangi bir hükmü onlar bir fitne aracı olarak kullanabilirler ve kendi toplumlarını Hz.Muhammed’e / İslam Cumhuriyetine karşı kışkırtabilirlerdi. Belki güç / ordu toplayıp başkaldırma olasılıkları bile mevcuttu. Şayet böyle bir harekette bulunurlarsa o zaman onlara azap edilmesi, hak ettikleri cezanın verilmesi gerektiği bildirildi. Eğer onlar öyle davranırlarsa başlarına bir musibet istiyorlar / belalarını arıyorlar demektir. (Allah’ın azabından kurtulamazlar.) Çünkü onlar hala eski cahiliye dönemindeki ortamı arıyorlar. Eski dönemdeki gibi kendi arzu ve ihtiraslarına uygun hükümlerin verileceği bir yönetimi /idareyi arıyorlardı. Halbuki İslam Cumhuriyeti, topluma hakkı ve adaleti / hukuku getirdi. Huzur ve güveni tesis eden, hakkı ve adaleti öngören Allah’ın hükmünden / hükümetinden daha güzel bir ortam olabilir mi? Aklı olan bunu kolaylıkla anlar.
49-50- Onların (Yahudi ve Hristiyanların / zımmilerin) arasında Allah’ın indirdiği ile hüküm ver. Onların şahsi arzu ve ihtiraslarına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni vazgeçirmelerinden kendini koru. Eğer (bundan sonra) Allah’ın hükümlerinden yüz çevirirlerse Allah’ın azabından kurtulamazlar. Bil ki, Allah, onların bir kısım günahları sebebiyle başlarına bela vermek istiyor. Zaten bu insanların çoğu fasıktır. / asidir /bozguncudur. Onlar hala cahiliyet devri hükmünü mü / idaresini mi istiyorlar? Yakin / ilim sahibi olan bir kavim için, Allah’tan daha güzel kim hüküm verir? (Maide Suresi 49-50)
31.11. Atomize / Parçalanmış Sosyal Yapıların Tevhide Dönüşmesi
Cahiliye döneminde Arap yarımadasındaki kabileler güvenliklerini sağlamak için dost ve müttefiklik anlaşmaları (evliya / veli / velayet edinme) yaparlardı. Her kabilenin komşu kabile ile kavgası olduğundan komşu kabileye düşman olan başka kabilelerle dost ve müttefiklik yapmak, (evliya / veli / velayet edinme), kabileyi düşman kabileye karşı korumanın garantisiydi. Şimdiki ulus devletlerin kendilerine düşman devletlere karşı diğer devletlerle dost ve müttefiklik anlaşması yapmaları modeli, o dönemdeki kabileler arasında evliya / veli edinme ile aynıdır. Medine’deki mümin kabileler ve özellikle de münafıkların etkin olduğu kabileler bu alışkanlıklarını devam ettirmekteydiler. Bu nedenle münafıkların etkin olduğu mümin kabileler Hayber’e göç etmiş Yahudi kabilesi olan Nadir oğulları ve diğer Hayberli Yahudi kabileleri ile dost ve müttefiklik anlaşmaları (evliya / veli / velayet edinme) yapma girişimlerinde bulunuyorlardı. Aynı şekilde Hayberli Yahudi kabileler de cahiliye alışkanlığı ile dost ve müttefiklik anlaşmalarını (evliya / veli / velayet edinme) Medine’deki mümin kabilelerle yapma girişiminde bulunmaktaydılar.
Halbuki Hz.Muhammed@ artık bu tür dostluk ilişkisi ve müttefiklikleri (evliya / veli / velayet edinme) kavim, kişi ve kabile dost ve müttefiklik ekseninden çıkarıp Tevhit / İslam Cumhuriyeti (yalnız Allah’ı veli edinme) bağlamına taşımak istemekteydi. Yani dost ve müttefiklikleri sadece İslam Cumhuriyeti’ne bağlılık düzleminde bir ilişki biçimine çevirmeyi arzu ediyordu. Böylece kabilelerin korunması ve yönetimi sadece İslam Cumhuriyetince yapılacaktı. İslam Cumhuriyeti egemenliği altında bulunan tüm kabilelerin güvenliğinden sorumlu olacaktı. Hiçbir kabile güvenliğinden endişe ederek başka kabilelerle dost ve müttefiklik içerisine girmeyecekti. Ehli kitap kabilelerde diğer kabilelerle bu türden dost ve müttefiklik ilişkisi tesis etmeyeceklerdi.
Fakat özellikle münafıkların ve inkârcı Yahudilerin asıl amaçları kabilelerinin güvenliği değil Hz.Muhammed / İslam Cumhuriyeti aleyhine ittifaklar tesis etmek ve yeri geldiğinde bu müttefiklikleri İslam Cumhuriyetini iktidardan alaşağı etmekte kullanmaktı. Bu nedenle Cenab-ı Hak, müminleri uyardı ve ehli kitap kabilelerle müttefiklik anlaşmaları yapmayı yasakladı. Onları evliya edinmenin / onlarla müttefiklik yapmanın tekrar cahiliye devrine dönmeyi beraberinde getireceğini bildirerek önlerindeki tuzağı gösterdi. Bu tür ittifakların / evliya edinmelerin inkarcılardan olmak demek olduğunu bildirdi.
51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları evliya edinmeyin / onlarla (Peygambere karşı) dost ve müttefiklik anlaşmaları tesis etmeyin / onlarla ittifak ilişkisi kurmayın. Onların bazıları bazılarının velileridir / dostlarıdır / müttefikleridir. Sizden kim onları evliya edinerek (Peygambere karşı) dost ve müttefiklik anlaşmaları yaparsa, hiç şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allah, o zalimler topluluğuna muvaffakiyet vermez. (Maide Suresi 51)
31.12. Atomize / Parçalanmış Sosyal Yapılarda Israr Edenlere Uyarılar
Kalbinde hastalık olan müminlerin (niyeti bozuk münafıkların) Hayber ve çevresindeki Yahudi kabilelerle tesis etmek istedikleri müttefikliklere / evliya edinmeye gösterdikleri gerekçenin güvenlik amaçlı olduğu, müteakip ayetten rahatlıkla anlaşılmaktadır. Onlar şu anda durumun iyiye gittiğini, fetihle Medine İslam Cumhuriyeti’nin büyüdüğünü ama gelecekte şartların müminlerin aleyhine dönme ihtimaline karşı bu müttefiklikleri yapmalarının kendilerini garantiye alacağını söylemekteydiler. Fakat onların (münafıkların) içlerinde gizledikleri asıl niyetlerinin başka olduğu ve onların bu niyetleri Cenab-ı Hak tarafından gayet iyi bilinmektedir. Onlar şöyle uyarılırlar; İslam Cumhuriyeti büyük fetihler kazanabileceği gibi Allah’tan bir emirle başka muvaffakiyetlere nail olacaklardır. O zaman bu münafıklar ihanetlerinden dolayı pişman olacaklar, müminler de onlarla alay edecektir. Bu nedenle kalbi hastalıklı olanlara “sonunda pişman olacağınız yanlış hareketlerde / ihanet ittifaklarında bulunmayın” uyarısı yapılır.
52-53- Görüyorsun ki kalplerinde hastalık olanların (Yahudileri ve Hristiyanları dost ve müttefik edinenlerin): “Olaylar (tersine) dönerse başımıza büyük felaketler gelmesinden korkuyoruz” diyerek düşmanlarla dost ve müttefiklik ilişkisi kurmak için adeta yarışmaktadırlar. Oysa Allah sana, kendi katından bir fetih veya bir emir / muvaffakiyet verecek ve onlar da içlerinde gizledikleri bu hainliklerinden dolayı pişman olacaklar. (İşte o zaman) iman edenler birbirlerine “müttefiklerimiz olduklarına dair bütün güçleri ile Allah adına yemin edenler bunlar mıydı?” diyerek (onlarla dalga geçecekler.) Onların bu uğurda bütün çabaları boşa gitti / gidecek, böylece hüsrana uğrayan kimseler oldular. / olacaklar. (Maide Suresi 52-53)
Cenab-ı Hak kalbi hastalıklı müminlere seslenerek; Hz.Muhammed’in@ getirdiği tevhit sistemini desteklemelerini, cahiliye alışkanlıklarını terk etmelerini istedi. Şayet cahiliye sistemini tercih edecek olurlarsa o takdirde onların yerine başka bir toplumu getireceğini bildirdi. Bu tehditle eğer onlar gelecekte başlarına gelecek felaketlerden korkarak düşmanla dost ve müttefiklik ilişkisi kuracak olurlarsa kendilerini gözden çıkaracağını ve bir şekilde onları tasfiye yoluna gideceğini bildirmiş oldu. Onların yerine gelecek başka toplulukların ise onlar gibi olmayacağını, yeni topluluğun Allah yolunda mücadele edeceklerini, bu uğurda hiç kimseden çekinmeyeceklerini, inkarcılara karşı izzetli ve şiddetli davranacaklarını ve müminlere karşı da merhametli, alçak gönüllü ve şefkatli olacaklarını belirtti. Bu nedenle kalbi hastalıklı müminlerin akıllarını başlarına devşirmelerini, bunun içinde Allah’tan başka kimseyi dost / veli / müttefik edinmemelerini tavsiye etti.
Cenab-ı Hak, kendisini dost / veli / müttefik edinerek elçisinin yanında saf tutanların bu sürecin sonunda mutlaka galip geleceği müjdesini vererek nifak içerisinde olan bu müminlerin ayaklarını denk almalarını istedi. O, söz konusu müminleri Yahudileri ve başkaldıranları müttefik edinmemelerini / evliya edinmemelerini bir daha tekiden ihtar etti.
54-58- Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, iyi bilsin ki, Allah onların yerine, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü ve merhametli, kafirlere karşı ise izzetli ve şiddetli olan, Allah yolunda savaşan ve bu uğurda hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmayan bir topluluk getirir. (Aklınızı başınıza alın sahip olduğunuz) bu (iktidar), Allah'ın büyük bir lütfudur ki, onu hak edenlere verir. Allah’ın lütfu çok büyüktür ve onu kimlere vereceğini çok iyi bilir. Sizin veliniz / koruyucunuz / dost ve müttefikiniz sadece Allah, Peygamberi ve salat eden, zekât veren ve Allah’ın emirlerine boyun eğen müminlerdir. Kim Allah’ı, Peygamberini ve müminleri dost ve müttefik edinirse bilsin ki Allah’tan yana olanlar mutlaka galip geleceklerdir. Ey müminler! Sizden önce kendilerine Vahiy verilenlerden, sizin dininizi alay ve eğlence konusu edinenler ile kafirleri evliya / müttefik / dost edinmeyin. Eğer müminseniz Allah’ın bu emrine karşı gelmekten sakının. Siz birbirinizi salata / destek olmaya çağırdığınızda, o inkarcılar bunu alay ve eğlence konusu edinirler. Böyle yapmaları, onların aklını kullanmayan bir topluluk olmalarındandır. (Maide Suresi 54-58)
31.13. Yahudi Halkının Uyarılması
Hayber Yahudileri, fetihten sonra kendi teklif ettikleri şartlarda yurtlarında kaldılar ve yarıcı olmayı kabul ettiler. Yani İslam Cumhuriyeti’nin egemenliği altında zimmi olarak yaşamayı ve ürettikleri ürünlerin yarısını İslam Cumhuriyetine zimmet karşılığı vermeyi kabul ettiler. Bu şartlar onlar açısından çok avantajlıydı ve Cenab-ı Hakk’ın onlara bir lütfuydu. Zira eğer peygamberimiz onların zımmiliğini kabul etmeseydi, onlar fetihten sonra yurtlarından çıkarılacak ve sürgün edileceklerdi. Gidecekleri başka ülkelerde mülteci olacak ve başka milletlerin egemenliği altında aşağılık bir şekilde yaşayacaklardı. Hayata sıfırdan başlayacaklar ve egemen milletler onları maymuna ve her türlü pisliğe bulaşmış domuzlara çevireceklerdi. Ama şimdi onlar İslam Cumhuriyetine zimmet edilmiş, güvenlikleri sağlanmış, kendi iç hukuklarında kendi dinlerinin emirlerine uyarak yaşama imkânı sağlanmıştı. Hatta onlara kendi dinlerinin öngördüğü hukuk ile muamele görmek istemeyen kimseler için İslam hukuku ile muamele yapılabileceği imkânı da getirilmişti. Sadece ürettikleri ürünlerin yarısını can, din, akıl emniyetleri için sağlanan güvenlik hizmetleri karşılığı olarak İslam Cumhuriyetine vereceklerdi.
İslam Cumhuriyeti hem onların dinlerinin öngördüğü hukuku tanımış hem de onlara İslam dinin öngördüğü hukuk ile muamele görme imkânı getirmiş olmalarına rağmen onlar yine de İslam Cumhuriyeti’nden (peygamberimizden ve müminlerden) nefret ediyorlardı.
Cenab-ı Hak, onların hayret verici bu durumlarını dile getirmekte ve onların İslam Cumhuriyeti’nden (müminlerden) nefret etmelerinin sebebinin doğru yoldan çıkmış, günahkâr, fasık kimseler olması olarak bildirmiştir. Onlar geçmişte kendi hukuklarını da çiğniyorlardı. Ekonomik ve idari olarak kendi toplumlarına olan egemenliklerini hukuksuzlukta kullanıyorlardı. İslam Cumhuriyeti egemen olunca halka yapılan hukuksuzluklara son verdi. Yahudilerin fasık, günahkâr kodamanları bu durumdan hiç hoşlanmadılar. Dahası İslam Cumhuriyetinin egemenliğinden kurtulup tekrar eski zulüm günlerine dönmek için kendi halkalarına yapacakları menfi propagandanın önü de İslam Cumhuriyetinin getirdiği çok hukukluluk ile kapatılmıştı. İşte günahkarlıklarına / hukuksuzluklarına tekrar yol bulmalarının önünün tıkanmasından dolayı İslam Cumhuriyetinden (peygamberimizden ve müminlerden) nefret ediyorlardı.
Cenab-ı Hak, bu durumun tespitini yaptıktan sonra Yahudi halkını uyardı. Onların kendilerine yapılan hukuksuzluğa son vererek büyük bir iyilik yapmış olan İslam Cumhuriyetine (peygamberimiz ve müminlere) karşı hala sempati beslemez, onlardan hoşnutsuzluklarına ve isyancı tağutların peşini takip etmeye devam edecek olurlarsa onları çok feci bir cezalandırmanın beklediği uyarısını yaptı. Eğer durumlarını değiştirmezlerse Allah’ın lanetine uğrayacaklarını ve halihazırdaki yaşadıkları Hayber’den sürüleceklerini ve mülteci hale geleceklerini bildirdi. Eğer mülteci olurlarsa da başka milletlerce maymuna çevrilecekleri ve domuz kadar değerlerinin olmayacağını da ekledi. Azgınlığı ve isyanı tercih edenlere verilen bu cezanın Kendi katından gelen ve yoldan çıkanlara / hak edenlere verilen bir ceza olduğunu da vurguladı.
59-60-De ki: “Ey Kitap Ehli, biz yalnızca Allah'a güvenip (sizler için) hem bize indirileni hem de önceden indirilenleri tanımamız dolayısıyla mı bizden nefret ediyorsunuz?” Sizin çoğunluğunuz dosdoğru yoldan çıkmış günahkâr fasıklarsınız. De ki: “Mevcut halinizi devam ettirecek olursanız Allah nezdindeki yasa uyarınca size kesilecek cezanızı söyleyeyim mi? Ki bu kesilecek ceza şu anda içinde bulunduğunuz halinizi aratacak kadar kötü olacaktır. İşte o ceza; “Tağut’a / isyancı / başkaldıran kişilere uyanlar için verilen Allah’ın lanetine uğrayan / yurtlarından sürgün edilen ve Allah’ın gazaplanarak kahrına uğrayan, maymunlar ve haramzade domuzlara çevrilen kimselerden olmak.” İşte bunların yeri / konumu en kötü olanlardır. Çünkü onlar doğru yoldan sapmış / isyanı / azgınlığı tercih etmiş olanlardır. (Maide Suresi 59-60)
31.14. Yahudi Din Adamlarının / Ahbarın Uyarılması
Cenab-ı Hak, bir uyarı da Yahudilerin din adamları ve bilginlerine yaptı;
“İnkârcı azgın Yahudi kodamanlar ikiyüzlü davranışları ile İslam Cumhuriyetini tanıyormuş / iman etmiş gibi gözüküp arkadan başkaldırı / inkâr politikaları yaparken din adamları ve bilginler onları bu davranışlarından alıkoymak için hiçbir şey yapmamışlardır. Yine Yahudi din adamları ve bilginler kendi azgın kodaman ileri gelenlerini günahkâr / zalimane davranışlardan ve haram yiyicilik eylemlerinden men etmeleri gerekirken kıllarını bile kıpırdatmamışlardır. Onların işlenen kötülüklere karşı pasif ve vurdumduymaz tavırları en büyük kötülüktür ve Allah’ın hükümlerini içeren Tevrat’a uyduklarını iddia eden din adamlarına ve bilginlerine hiç yakışmamaktadır. Onlar ivedilikle bu tutum ve davranışlarına bir son verip durumlarını düzeltmeleri gereklidir.”
61-63- Sizin yanınıza geldiklerinde: "(İslam Cumhuriyetine) İman ettik / (İslam Cumhuriyetini) tanıyoruz " derler. Halbuki onlar, gelirken de sizin yanınızdan ayrılırken de küfür / inkâr içindedirler. / inkarcıdırlar. Allah, onların kalplerinde gizledikleri gerçek düşüncelerini çok iyi biliyor. Görüyorsun ki onların çoğu günahkarlıkta, düşmanlıkta ve haram yiyicilikte birbirleri ile yarışıyorlar. Yapmakta oldukları ne kötü işlerdir! Oysa, Rabbanileri (Bilginleri) ve Hahamlar (Din adamları) günah sözlerinden ve haram yemekten onları men etmeli değiller miydi? Yaptıkları şey ne kötü. (Maide Suresi 61-63)
31.15. Yahudilerin Kendi Hatalarını Allah’a ve Resulüne yüklemeleri
Cenab-ı Hak, Yahudilerin şimdi içine düştükleri zımmi / yarıcı pozisyonun sorumlusu ya da suçlusu olarak Kendisini görmelerinin ne kadar büyük bir cüretkarlık, şımarıklık ve azgınlık olduğunu belirtti. Onlar Medine Yahudileri sürgün edilmeden önce ve Hayber Yahudileri de Hayber fethedilmeden önceki yaşamlarında zengin ve hâkim statüye sahiptiler. Ama onlar şimdi egemenliklerinin ve tüm mal varlıklarının müminlerce ellerinden alınmasını Cenab-ı Hakk’ın «cimrilik» edip kendilerine rahmetini kıstığı şeklinde ifade ederek Allah’ı suçlamaktaydılar. Halbuki onların bu duruma düşmelerinin esas sebebinin kendilerinin mal mülk sevdasına düşüp sahip oldukları nimetleri kimseyle paylaşmak istememeleriydi. Onlar bölgesel hakimiyetlerini ve zenginliklerini kaybetme korkusu ve kendilerinin üstün / seçkin oldukları iddiasıyla kibirlenmelerinden kaynaklı olarak Hz.Muhammed’e@ / İslam Cumhuriyetine başkaldırdılar, anayasal sözleşmelerine uymadılar, her fırsatta savaş ateşini körüklediler fakat bu başkaldırılarında da başarılı olamadılar ve bütün zenginliklerini, egemenliklerini kaybettiler, sürgün edildiler. Şimdide içlerinde besledikleri kin ve nefret gözlerini kör ettiği için doğru yolu hala bir türlü göremiyorlar.
Şayet sözleşmelerine sadık kalsalardı, müşriklerle olan mücadelesinde İslam Cumhuriyetine destek olsalardı, Cenab-ı Hak müminlerle birlikte onlara da nimetlerini cömertçe verecek, zenginliklerine zenginlik katacaklardı. Diğer bir ifadeyle kendilerine indirilmiş Tevrat’ın düsturlarına uyarak ahitlerine ihanet etmeselerdi, kendilerini ıslah etselerdi, takvaya sarılıp merhametli ve cömert olsalardı, müminlerle birliklerini bozmasalardı bugün nimetler içerisinde yüzüyor olacaklardı. Ama onlar tam tersini yaparak İslam Cumhuriyetine / peygamberimize ihanet ettiler, savaş açtılar. Onlar peygamberimizi ve İslam Cumhuriyetini yıkmak için giriştikleri her başkaldırıyı / savaşı da kaybettiler. Böylece bütün varlıklarını yitirdiler. Şimdi yarıcı olarak kendi hurmalıklarında çalışıyorlar. Kendi evlerinde kiracı oldular. Aslında Hayber’i teslim ederken kendilerinin teklif ettiği ilk teslim anlaşma taslağına göre her şeylerini bırakıp bu yurtlarından Suriye taraflarına sürgün edileceklerdi. Fakat anlaşma kesinleşmeden yaptıkları değişiklik tekliflerinde yurtlarında kiracı olarak kalmaları ve yarıcı olarak çalışmayı kendileri teklif etmişlerdi. Şimdi “Allah’ın eli bağlıdır / cimridir” gibi iğneleyici sözlerle İslam Cumhuriyeti’ni / peygamberimizi etki altına alarak ürettiklerinden kendilerinin payına ayrılan yüzde ellilik paydan daha fazla pay almaya çalışmaktadırlar. Halbuki onların bu tür aşağılık karakterleri nedeniyle daha önce sürgün edilmişlerdi. Hala aynı kötü karakterleriyle hareket ederek fesat çıkarmaya / bozgunculuklarına devam etmektedirler. Halbuki Hz.Muhammed’i@ ve İslam Cumhuriyetini tanıyıp fesat çıkarmayı bıraksalar, kendilerine indirilen ilahi emirleri hayatlarına tatbik etseler, Cenab-ı Hak, onlara rahmetini bu dünya da bol bol verecek ve ahirette de kendilerini cennetlerde ağırlayacaktır. Geçmişte yaptıkları günahları / suçları da bağışlayacaktır.
64-66- Yahudiler: “Allah’ın eli bağlıdır / cimridir.” dediler. Oysa onların elleri bağlı olduğu / cimrileştikleri ve (Allah ve Resulü hakkındaki) bu sözlerinden / anlayışlarından / düşüncelerinden dolayı (Medine’den) lanetlendiler / sürgüne uğradılar. Hayır, bilakis! O’nun iki eli de açıktır / lütfu keremi sonsuzdur. Dilediği gibi lütfeder / verir. Rabbinden sana indirilen şey (ilahi Vahiy, mülk, iktidar), onlardan birçoğunun azgınlığını ve inkarını / isyanını arttırmaktadır. Bu nedenle onlar kendilerini Kıyamet Gününe kadar kin ve düşmanlığa mahkûm etmektedirler. Halbuki onlar her ne zaman savaş ateşini yaktılarsa, Allah onu söndürmüştür. (Onlar peygamberimize düşmanlık yaparak İslam iktidarını devirmek için ne kadar çok çaba gösterseler de her defasında başarısız oldular.) Böyleyken onlar ülkede / yeryüzünde fesat çıkarmak için hala çalışıp çabalamaktadırlar. Allah, fesat çıkaranları (bozgunculuk yapanları) sevmez. Eğer, Kitap Ehli (İslam Cumhuriyetini / Peygamberimizi ve müminleri) tanıyarak (iman ederek), kendilerini düzeltip Allah’ın emirlerine itaat etselerdi, onların geçmiş kötülük ve günahlarını örter ve onları nimetlerle dolu cennete yerleştirirdik. Eğer onlar Tevrat ve İncili yani Rablerinden kendilerine indirilenleri hayatlarına hâkim kılarak yaşasalardı her yandan rahmet ve nimete boğulacaklardı. Gerçi onlardan dosdoğru olanlar vardır ve lakin çoğunluğu günaha ve zulümlere batarak son derece kötü işler yapmaktadırlar. (Maide Suresi 64-66)
31.16. Ayrılıkçılığı / Bölücülüğü Bırakıp İslami İdareyi Destekleyenlerin Güvende Olacağı ve Onlara Bir Şans Verileceği
Cenab-ı Hak, elçisine bütün bu uyarıları yapması gerektiğini ve bu uyarıları yapma konusunda kimseden çekinmemesini bildirdi ve elçisine kendisini koruyacağını ifade etti. Onların girişecekleri isyan ve başkaldırı eylemlerinde hedeflerine asla ulaşamayacaklarını bildirdi. Hristiyan ve Yahudilerin kendilerine indirilen ilahi yasa / Tevrat’a / İncil’e uymadıkları takdirde yanlış yolda olacaklarını, Hz.Muhammed’e indirilen vahye ve İslam Cumhuriyetine olan kin ve nefretlerinin ancak azgınlıklarını artırdığına işaret etti. Bundan sonra tüm taraflar (Müminler, Yahudiler, Hristiyanlar, Sabiiler, vb) Hz.Muhammed’e / İslam Cumhuriyetine güvenip büyük bir teslimiyet göstererek destek olurlarsa (Allah’a ve Ahiret gününe iman ederlerse) ve kendilerini düzeltir / ıslah ederde salih eylemlerde bulunurlarsa güvende olacaklarını ve üzülmeyeceklerini bildirdi. Diğer bir ifadeyle İslam Cumhuriyetinde yaşayan kimseler ister Yahudi ister Hristiyan ister Sabii ister Mecusi ve hatta ister Mümin olsun iyi vatandaş olmaları halinde İslam Cumhuriyetinin koruması ve güvencesinde olacakları belirtildi. Ama kim İslam Cumhuriyetini tanımaz isyan / inkâr ederse onlar da karşılarında Allah ve Resulünü / İslam Cumhuriyetini bulacak ve o inkarcılar / başkaldıranlar asla hedeflerine ulaşamayacaklardır.
67-69- Ey peygamber, sen Rabbinden sana indirilen Vahyi tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliği görevini yerine getirmemiş olursun. (Bunu yaparken de hiç kimseden korkma.) Allah seni insanlardan kesinlikle koruyacaktır. Bil ki Allah, inkarcıları / isyancıları / başkaldıranları hedeflerine ulaştırmaz. De ki: “Ey Kitap Ehli, Tevrat ve İncili yani Rabbinizden size indirilenleri hayatınıza hâkim kılarak yaşamadıkça, Hak adına hiçbir şey ifade etmiyorsunuz.” Rabbinden sana indirilen (bu Kitap), kesinlikle onlardan çoğunun azgınlıklarını yani küfürlerini daha da arttırmaktadır. Artık sen de kafirler için kendini üzme. Müminlerden, Yahudilerden, Sabiilerden, Hristiyanlardan, Mecusilerden, her kim, Allah’a ve Ahiret gününe inanır / güvenir / tanır da ıslah edici eylemlerde bulunursa karşılığını Allah katında bulacaktır. Böylelerine artık asla korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. (Maide Suresi 67-69)
[1] ) NOT: Peygamberimiz iltica edecek müminlerin Medine’de kalmasını sağlayacak anlaşma revizyonuna Mekke’yi razı etmek için bir plan yapmış olması ve bu planı da Ebu Basir’e açması ve planını onun üzerinden uygulamaya geçirmesi muhtemeldir. En doğrusunu Allah bilir.
[2] ) NOT: Şayet peygamberimiz Ebu Basir’e planından bahsettiyse aynı zamanda onun kendisini teslim almaya gelen elçilerden kurtulması için gerekli fikir ve silah / ekipman desteğini de gizlice vermiş olması muhtemeldir. En doğrusunu Allah bilir.