top of page

BÖLÜM 25

İSLAM CUMHURİYETİNİN STRATEJİSİ

Hz.Muhammed’in@ Taif’te yaşadığı dram sonunda Rabbine yaptığı duaya Rabbi Mekke’ye gidiş yolundaki Nahle Vadisinde cevap vermişti. Nahle Vadisinde karşısına çıkardığı yabancılar / ecnebiler O’nun mücadelesini ve dünya görüşünü can kulağıyla dinlemiş ve müspet cevap vermişlerdi. Aralarında Yahudilerin de olduğu bu yabancılar kendi kabilelerine döndüklerinde tevhidi dünya görüşünü onlarla paylaşmış ve onları da bu görüşe davet etmişlerdi. Daha önceki bölümlerde anlatıldığı üzere kimlikleri “cinler” olarak gizlenen bu yabancılar Medinelilerdi. Onların Hz.Muhammed’i@ kendilerine lider olarak kabul etme fikri ve getirdiği dünya görüşü çerçevesinde bir devlet kurma konusunda kabilelerini ikna edeceklerine dair haberler Mekke’ye gelmeye başlamıştı. Onların bu çabalarının sonuçsuz kalmayacağı ve eninde sonunda kendi kabilelerini de tevhidi dünya görüşünü kabul etme konusunda ikna edecekleri açıktı. Zira Medinelilerin iç anarşi ile yok olup gitmemeleri için Hz.Muhammed’in@ teklif ettiği barış / İslam topluluğu modeline şiddetle ihtiyaçları vardı.

Fakat onların peygamberimizin getirdiği tevhidi dünya görüşünü benimseyip kendisini de lider olarak kabul etmeleri halinde Mekke ile savaşın kaçınılmaz olduğu da izahtan varestedir. Bu nedenle Mekkeli müminlerin savaş konusuna alıştırılmaları gerektiği gibi onların İslam devleti kurulduğu zaman bu devletin güvenliği için istihbarat, düzenli ordu, savaş ve diplomasi, medeniyet ve teknoloji konuları üzerine eğitilmelerine de ihtiyaç vardı.

Bundan sonra yapılacak mücadele sırasında bahsi geçen konularda izlenecek stratejiler ve hareketin karşılaşacağı olaylar yine geçmiş peygamber kıssalarına metafor yapılarak anlatılır. Bu eğitim metodu ile hem peygamberimiz hem de müminlere dersler verilirken aynı zaman onlara ümit verilir, moraller yüksek tutulur ve psikolojik destek verilir.

Onların buna şiddetle ihtiyaçları vardı. Zira Cenab-ı Hak elçisine zaferi vaad ediyordu, peygamberimiz de müminlere büyük bir medeniyetten bahsediyordu. Ancak halihazırda içinde bulundukların durum oldukça vahim bir manzara arz ediyordu. Peygamberimiz ve müminler Mekke’de çok zor durumda yaşarken, büyük bir medeniyet kurmaktan ve büyük zaferlerden bahsedilmesi onların içinde bulundukları durumun vehametini göstermektedir. Bu vaziyette yaşayan insanların peygamber de olsa, sahabe de olsa morale ne kadar ihtiyacı olduğunu tahmin etmek zor değildir. Sadece moral destek yeterli değildi. Ayrıca onların bundan sonra yapacakları mücadelede yol işaretlerine, izlenecek stratejiye de ihtiyaçları vardı.

Peygamberimiz ve mümin arkadaşları bu yola beraber çıkmışlardı. Onlar Cenab-ı Hakk’ın vaadi ile başaracaklarına inanmışlardı. Ama gelinen noktada neredeyse tüm ümitlerini yitirerek karanlıklarda kalakaldıkları bir zamanda Cenab-ı Hakk’ın yeni imkanlar yaratarak ümitleri yeniden yeşertmesi Hz. Musa@ örnekliğinde anlatılır.

İşte bu vasatta Cenab-ı Hak peygamberimizi ve arkadaşlarını tekrar motive etmek için ayetlerini gönderdi. Tekrar bir ışık, bir ateş gösterdi elçisine. Cenab-ı Hak müminlere mesajlarını Hz. Musa kıssası üzerinden verdi;

“Hemen vazgeçmeyin! Umutsuzluğa düşmeyin! Bir ateş yaktım sizlere! Hz.Musa’ya gösterdiğim ateş gibi bir ateş!  Bu ateşin ışığı sizlere yol gösterecek! Ayrıca bu ateş sizi birbirinize ısındıracak, gönüllerinizi ısıtacak, kabileler arasındaki düşmanlık, kavga ve çekişmeler dostluğa ve kardeşliğe dönüşecek! Bu dava ateşinin etrafında olanlar kazanacak! Bu ateşin / ışığın içinde ve etrafında olan kişilere, bu ışıkla aydınlananlara, bu ateşte yananlara, bu vahye uyanlara gelecekte çok feyiz ve bereket verilecektir! Şimdi yaşadığınız boykot, yoksunluk, yokluk, açlık, sefalet vb. geçicidir. Gelecek, bu ateşte yanan ve bu ateşin etrafında toplananların olacaktır!”

 

Rahman Rahim Allah Adına

1- 8- Ta, Sin. Bunlar Kur’an’ın ve gerçekleri açıklayan kitabın ayetleridir. Müminler için hidayet rehberi ve müjdedir. O müminler ki namazı hakkıyla ifa eder, zekâtı verir ve ahirete kesin olarak iman ederler. Ahirete iman etmeyenlere gelince; Biz onlara yaptıkları işleri süsledik, o yüzden onlar saplandıkları kuşku bataklığında debelenip dururlar. Onlara çetin bir azap vardır, ahirette ise en çok ziyana uğrayacak olanlar da onlardır. Ey Resulüm! Hiç şüphe yok ki bu Kur’an sana; Hâkim ve Alim olan Allah tarafından verilmektedir. Hani Musa ehline şöyle demişti: “Bakın! Gözüme ateş türü cazip bir şey ilişti. Belki ondan yol hakkında bir bilgi alır yahut hiç değilse bir ateş koru getiririm de ısınırsınız.” Sonra oraya geldiği zaman seslenilmişti: “Ateşin içinde ve çevresinde bulunan herkese feyiz ve bereket verildi. Alemlerin Rabbi olan Allah yüceler yücesidir, bütün noksanlardan münezzehtir.” (Neml Suresi 1-8)

 

Tebliğden Cihada Doğru Doktrin Değişikliği Yapılacağının İhbarı

Medineliler tevhidi dünya görüşünü kabul ettikleri takdirde Medine’de kurulacak İslam Cumhuriyeti ile Mekkelilerin savaşmalarının kaçınılmaz oluşu nedeniyle Hz.Muhammed’in  @ hareketinde doktrin değişikliği yapılması gerekliliği Cenab-ı Hak tarafından Hz. Musa@ kıssası üzerinden peygamberimize ve müminlere şöyle bildirilir;

“Ey peygamber!  Ey müminler! Ben nasıl mutlak galip (aziz) ve mutlak hüküm (hâkim) sahibi isem sizleri de müşriklere mutlaka galip getireceğim ve onların üzerine hâkim kılacağım. Ey Peygamber! Peygamberlik vazifesini verdiğim günden bugüne kadar olan çatışmasız tebliğ politikanı artık bırak! (Bu strateji / doktrin / politika değişikliği Musa’nın asasını bırakması talimatı metaforu ile bildirilir.) Bundan sonraki politikan sana inanan Mekkeli müminlere ek olarak yabancıların da (Mekke dışındaki Arap kabilelerin) iştirak edeceği küçük ama savaşçı ordu birlikleri ile düşmanların üzerine tehlikeli / ölümcül akınlar yapmak olacaktır. Tıpkı Hz.Musa’nın asasını bıraktıktan sonra o asanın küçük ama son derece savaşçı, öldürücü ve son derece tehlikeli bir yılana (cannuna) dönüşmesinde olduğu gibi. Yapılacak bu politika değişikliği talimatı size çok korkutucu gelecektir. Zira sayınızın azlığı ve düşmanlarınızın sizden kat kat fazlalığı nedeniyle böyle bir stratejiyi seçmek sizlere intihar gibi gelebilir. Tıpkı Musa’nın korkup kaçması gibi sizlerde bundan korkup kaçabilirsiniz. Bu değişikliği tercih etmek size ölüm gibi gelebilir. Fakat bu savaşta Rabbiniz, hep yanınızda olacaktır. Bu nedenle asla korkmayın! Rabbinin korumasını yanında hisseden peygamberler asla korkmazlar. Politika değişikliği sonucunda yapacağınız mücadeleden asıl korkacak olanlar zalim müşrikler olacaktır. Nasıl ki Musa’ya sağ elinin bembeyaz olması sembolik ifadesi ile anlatıldığı üzere Musa’ya verdiğim iktidar nimetinde olduğu gibi sizlere de iktidar / meşruiyet / uygulama usul ve esasları bahşedeceğim. Sizlere vereceğim bu iktidarı öyle kullanın ki ilahi sistemin güzelliğini, mükemmelliğini ve tertemiz pırıl pırıl oluşunu bütün çevredeki kabileler ve toplumlar görsünler. Bu da bizim sizlere vadettiğimiz mucizelerden birisi olacak ve Musa’nın Firavun ve kavmine gösterdiği gibi sizlerde bu iktidar / beyaz el mucizesini Mekke müşrik ileri gelenlerine ve Mekkelilere göstereceksiniz.”

Bu mesajları Neml Suresinin aşağıdaki mesajları ile alan peygamberimiz ve müminler Rablerinin koruması altında olduğuna inanarak savaşçı olmaktan korkmadılar. Bundan sonraki hayatları hep savaşlarla geçmiş olmasına rağmen asla geri durmadılar.

 

9- 12- “Ey Musa! Şüphesiz Ben, azîz (mutlak galip) ve hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) Allahım! Elindeki asanı (takip ettiğin politikayı) bırak!” (Musa) Onun savaşçı ve kıvrak bir yılana (Cannun) (politikasının diğer kabilelerden olmak üzere yabancılardan (cannun) müteşekkil savaşçı ve hızlı hareket eden bir ordu ile savaşçı bir politikaya)  dönüştüğünü görüverince arkasına bakmadan dönüp, kaçtı. (Allah) “Ey Musa! Korkma! Benim yanında olduğum elçiler korkmaz. Bundan ancak zalimler korkar. Fakat onlar da o fenalıktan sonra güzel işler yaparlarsa, onlara karşı da Ben çok affediciyim, merhamet sahibiyim. Ayrıca sağ elini / sana verilecek meşru yetki, makam ve iktidarını öyle kullan ki önerdiğin ilahi sistemin gerçekten kötülüksüz, tertemiz, pırıl pırıl, mükemmel ve kusursuz olduğu herkesçe görülsün. Bunu da Dokuz ayetimizin / dokuz mucizemizin içerisinden biri olmak üzere Firavun ve kavmine göster.  Şüphesiz onlar yoldan çıkmış bir kavim oldular.” (Neml Suresi 9-12)

 

Cenab-ı Hakk’ın elçisine verdiği politika değişikliği talimatı uyarınca peygamberimiz Medine’de İslam Devletini kurarak başına geçecek ve artık bu aşamadan sonra barışçıl tebliğ politikasını bırakacak. Mekke dışı kabilelerden (Medinelilerden) İslam hareketine katılan yabancılardan oluşacak askeri birlikler ile cihat politikasına geçilecek. Cenab-ı Hak, Mekke müşrik ileri gelenlerinin bu ilerlemeleri / gelişmeleri / ayetleri geçici, sahte ve asla sonuç alıcı olmayacağını iddia edeceklerini bildirir. Onlar bu iddiaları Mekke halkının ve diğer kabilelerin Medine İslam Cumhuriyetine katılımını engellemek için ileri süreceklerdir.

Onlar ileri sürecekleri bu iddialarıyla Hz.Muhammed’in@ başarı şansının sıfır olduğunun propagandasını yapacaklardı. Cenab-ı Hakk bu ihbarları Hz.Musa @ ve Firavun arasındaki mücadele kıssasının son cümlelerinde yapar. Bu bildirimlerin sonunda da onların aslında iddialarına kendi içlerinde bile inanmayacaklarını ama sırf kibirlerinden dolayı gerçeği kabul etmeyeceklerini ve sonunda bozguna uğrayıp müminler tarafından alaşağı edileceklerini de bildirir.

Kibir ve gurur yaparak Hz.Muhammed’e@ karşı çıkanların nasıl bir bozguna uğrayacağı ise Hz.Süleyman @ kıssası ile anlatılacaktır.

 

13- 14- Fakat ayetlerimiz onlara bütün aydınlığıyla apaçık olarak gelince, “Bu apaçık bir sihirdir / ayartmacadır / kandırmacadır” demişlerdi. Onlar, iç dünyalarında kesin kanaat getirdikleri halde, sırf gerçeği çarpıtma (zulüm) ve kibirlerinden ötürü bile bile inkâra sapmıştılar. Şimdi bozguncuların sonu nasıl olurmuş hele bir bak! (Neml Suresi 13-14)

 

Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde anlatacağı Hz.Süleyman @ kıssası ile müminlere izleyecekleri stratejinin işaret taşlarını bildirirken onun hayat hikayesinin aynı zamanda peygamberimizin ve müminlerin hayat hikayesi olacağını da bildirmiş olur.

Cenab-ı Hak, eğitim sürecinde mümin genç kadrolara dinamik bir dış politika izlenmesi gerektiğini Zülkarneyn Kıssası ile daha önce bildirmişti. Ancak bu dış politikanın uygulanması için gerekli alt yapının hazırlanması ve bu alt yapıya ilişkin derslerinde verilmesi gerekmektedir. Bu alt yapının en önemli unsurları:

1- Kabileleri Tanıma (Toplum Bilim / Sosyoloji)

2- Düzenli ve Disiplinli Ordu Kurma

3- Çevre Kabileler Hakkında Veri / Bilgi Toplama (İstihbarat)

4- İstihbari Verilerin Değerlendirilmesi

5- İslam Topluluğu Oluşturmada İzlenecek Diplomasi

25.1- Kabileleri Tanıma (Toplum Bilim / Sosyoloji)

Cenab-ı Hakk’ın vaadettiği İslam / barış topluluğu kurmak için uygulanacak dış politikada en önemli alt yapı, barış topluluğunu oluşturacak toplumların tanınmasıdır. İyi devlet yöneticileri, sadece kendi toplumlarını değil diğer toplumları da iyi bilirler. Gerçek devlet adamları aynı zamanda çok iyi toplum bilimcidirler.

Günümüzde olduğu gibi peygamberimizin döneminde de toplumlar / kabileler kendilerini çeşitli bayrak ve flamalarda kullandıkları logo ve sembollerle ifade ederlerdi. Örneğin Babil (Irak) toplumları ve onların etkisindeki Arap kabileleri astrolojik (cin) logo ve sembolleri kullanırken, Mısır devleti ve onların etkisindeki Arap kabileleri atmaca sembolünü, Bizans ve Bizans etkisindeki Arap kabileleri de kartal sembolünü (kuşlar) kullanırlardı.

Peygamberimiz kendisine ilahi öğreti verilmezden önceki hayatı hep ticaret ve seyahatlerle geçmişti. O, Arabistan yarımadasının kuzey, güney, doğu ve batı her yönüne ticari amaçla çocukluğundan itibaren seyahat etmiş ve Mısır, Suriye, Irak, Habeşistan dahil geniş bir coğrafyada yaşayan kabileler ve topluluklarla ilişkileri olmuştu. Böylece peygamberimiz, bölgedeki kabilelerin / toplumların dinlerini, geleneklerini, göreneklerini, anlayışlarını, inançlarını, tavır ve davranışlarını, dillerini / mantıklarını gözlemleme imkanına sahip olmuş ve Cenab-ı Hakk’ın lutf-i İhsanı ile bu kabilelerin özelliklerini çok iyi öğrenmişti. Açıkçası peygamberimiz çok iyi bir toplum bilimciydi.

Bir kavmin düşünce ve hareket tarzları ile olaylar karşısındaki tavır ve davranışları tamamen kullandıkları dillerinde yani mantıklarında / nutuklarında yatar. Zira dil, düşüncenin / mantığın çerçevesini belirler. Bu nedenle peygamberimiz mümin kadrolara çevre kabileler ile Suriye, Mısır ve Bizans gibi yabancı toplumların mantıklarını da öğretmiştir. Böylece dış politikada en önemli alt yapı unsuru olan çevre kabile ve ulusların bütün özellikleri peygamberimiz tarafından mümin genç kadrolara tanıtılmıştır.

Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’e@ de kendilerini çeşitli kuş figürleri ile ifade eden toplulukların her türlü mantık, anlayış, adet ve törelerini öğrettiğini Hz.Davut @ ve Hz.Süleyman @ kıssası üzerinden bildirir.

 

15-16- Ant olsun ki, Biz Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. O ikisi de: “Hamdimiz / yönelimimiz bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’adır.” dediler. Süleyman Davud’a vâris oldu. O (Süleyman): “Ey insanlar! Bize kuşların dili / mantığı öğretildi ve bize bu alanda (gerekli olan) her şey bahşedildi” dedi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur. (Neml Suresi 15-16)

25.2- Düzenli ve Disiplinli Ordu Kurma

Cenab-ı Hak, Hz.Süleyman @ kıssası ile Hz.Muhammed’in@ gelecekte kuracağı İslam Ordusunun genel özelliklerini de verir. Kurulacak olan ordu tek bir kabileden / ulustan değil çeşitli kabilelerden / uluslardan oluşacaktır. Yani bugünkü ifadeyle uluslararası barış gücü olarak adlandırılabilir. Hz.Süleyman’ın @ ordusu nasıl ki cinlerden, insanlardan ve kuşlardan teşkil ettirildiyse Hz.Muhammed’in@ ordusu da kendisine yakın (insan / ünsiyeti olan yani Kureyş, Evs ve Hazreç gibi) ([1]) kabileler, Yahudi ve hristiyan kabileler (cin metaforu) ile Medine çevresindeki kabilelerden (kuşlar metaforu) müteşekkil olacağı mucizevi bir ihbarla müjdelenir.

 

17- Süleyman için cinden, insandan ve kuşlardan ordular toplandı. Sonra onlar düzenli birlikler haline getirildiler. (Neml Suresi 17)

       

Bu ordu karıncayı bile asla incitmeyen bir merhamet anlayışına sahip olacaktır. Bu ordudan ancak zalimler korkacaktır. Onlar bile tevbe edip iyiliğe döndükleri takdirde bağışlanacaklardır. Nitekim tıpkı Hz.Süleyman’ın@ ordusunun karınca vadisine yaptığı sefer sırasında kendisine karşı koymayıp evlerine kapanan şehir sakinlerine bir zarar vermediği gibi Hz.Muhammed@ de gelecekte oluşturacağı ordu ile Mekke Vadisini kuşatacağı ve Mekke liderinin Mekkelilere  “evlerine ([2]) girip kapısını kapattıkları takdirde emniyette olacaklarını” bildireceğini böylece Hz.Muhammed’in@ ordusunun Mekke halkına asla bir incitme, eziyet ve intikam uygulamayacağı Hz.Süleyman’ın@ Karınca vadisi ([3]) metaforu ile verilir. 

Cenab-ı Hakk’ın bu kıssa ile ihbar ettiği müjde, bir mucize olarak tecelli etmiştir. Mekke lideri (karıncaların lideri kraliçe karınca olduğundan dişi karınca metaforu) Ebu Süfyan Mekke’yi savaşsız teslim etmek zorunda kalınca peygamberimiz Cenab-ı Hakk’ın bu ihsanından ziyadesiyle memnun olmuş ve çok şükretmiştir. ([4])

 

18-19- Nihayet Karınca Vadisi’ne geldikleri zaman, bir karınca: “Ey karıncalar! Meskenlerinize (evlerinize) girin; Süleyman ve orduları farkında olmadan / istemediği halde sizi kırıp geçirmesin!” dedi. Sonra da o (Süleyman), dişi karıncanın ([5]) sözünden dolayı, gülerek tebessüm etti ve “Rabbim, bana ve babama lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın salihatı işlemeye imkan ver ve rahmetinle beni salih kullarının arasına kat” dedi. (Neml Suresi 18-19)

 

Cenab-ı Hak, Hz.Süleyman’ın @ ordusunu denetlerken kuşlarla sembolize edilen kabileden askerlerin içtimaya katılmadığını tespit etmesi halinde bu disiplinsizliği işleyenler makul bir mazeret ileri süremedikleri takdirde şiddetle cezalandıracağı tehdidinde bulunduğunu ifade eder.  Bu kıssa ile Hz.Süleyman’ın ordusunu sıkı bir disipline tabi tuttuğuna işaret edilir. Cenab-ı Hak, bu anlatımla Hz. Muhammed’in@de oluşturacağı İslam Ordusunu başkomutan sıfatı ile ordusunu denetlerken disipline son derece dikkat etmesi gerektiğini ve başıboşluğa, kayıtsızlığa ve nizamsızlığa asla yer verilmemesi gerekliliğini anlatır. -Ki pratikte de peygamberimiz ihanet edenleri, mazeretsiz olarak müttefiklikten ayrılanları asla affetmemiş ve gereken cezaları vermiştir.- 

 

20-21- O (Süleyman) kuşları denetlemeden geçirdi ve sonra “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? (Eğer bu ayrılışı için) Karşıma inandırıcı / delilli / ispatlı bir mazeretle çıkmadığı takdirde, onu mutlaka ya şiddetli bir cezayla cezalandıracağım ya da boynunu uçuracağım / geberteceğim!” dedi. (Neml Suresi 20-21)

 

25.3- Çevre Kabileler Hakkında Veri / Bilgi Toplama (İstihbarat)

Cenab-ı Hak, elçisinin kuracağı devletin etkin bir dış politika ortaya koyabilmesi için mutlaka çevre kabile ve toplumlar hakkında ve bu toplumlarda olup biten gelişmeler hakkında sürekli bir veri akışının olması gerektiğini yine aynı kıssa ile anlatır. Bu amaçla hem müttefik kabileler hem de düşman kabilelerden bilgi temin edecek güçlü bir istihbarat ağının kurulması gerektiğini anlatır. Güçlü bir istihbarat için de olaylara ve topluma kuş bakışı bakabilen irtibat noktalarına ihtiyaç vardır. Devletler birbirleri ile savaş halinde bile kendi aralarında temas kurabilecek kişileri bulundururlar. Resmi olarak tüm ilişkiler kopmuş olsa da gayri resmi aracılık yapacak kişileri bulundururlar. Dahası düşman ülkeden bilgi getirecek temas noktalarını her zaman canlı tutarlar.

Çevresine duyarsız, ilgisiz ve kapalı devletler yıkılmaya mahkumdur. En iyi dış politika ve diplomasi ortaya koyan devletler, istihbaratı en güçlü ve aldıkları istihbaratı çok iyi değerlendiren devletlerdir.

Cenab-ı Hakk’da Hz.Süleyman @ kıssası ile Hz.Muhammed’in@ gelecekte kuracağı devletin istihbarat konusunda bu hususlara önem vermesini anlatır. Kıssada Hz.Süleyman’ın@ ordusundan ayrılan / kopan hüdhüdün getirdiği istihbarata değinilir. İstihbarata göre zulüm ve şirk içerisinde olan bir toplum ve o toplumun kraliçesinden bilgiler vardır. Onların şirk içerisinde olduğu, şeytan tarafından kandırıldığı ve Allah’a tapmadıkları böylece tevhidi sistem üzerine kurulu Hz.Süleyman@ iktidarına karşı bir düşmanlık ve savaş içerisinde olduklarının bilgisini verir.

Bu istihbarat Hz.Süleyman’ın@ onlardan önce harekete geçmesini, diplomatik ve savaş üstünlüğünün Hz.Süleyman’da@ olmasını sağlar. Cenab-ı Hakk’ın verdiği dersi iyi alan Hz.Muhammed@ ve mümin kadrolar bu kıssadan öğrendiklerini Medine’deki yaşamlarında çok iyi pratize etmişlerdir. Mekke müşrik elebaşıların (şeytan metaforunda) ayartmasıyla Medine İslam Cumhuriyetine karşı çevredeki müşrik kabileler (güneşe tapan metaforu) tespit edilmiştir. Bu müşrik kabileler ile irtibata geçilmiş ve onların Medine’de yeni inşa edilen İslam devletine karşı bakış açıları öğrenildikten sonra onlar Medine İslam Cumhuriyetine katılmaya / müttefikliğe davet edilmişlerdir. Stratejik yerlerde bulunan müşrik kabilelerden bu davete olumlu cevap vermeyenlerin üzerine askeri kuvvet (seriyyeler / ordular) gönderilmiş ve onların en azından tarafsız kalmaları sağlanmıştır. Müşrik kabilelerin içerisindeki istihbarat kaynaklarından elde edilen bilgiler sonucunda onlara nasıl davranılacağına ilişkin stratejiler çizildiği gibi Mekke yönetiminin yaptığı kışkırtmalar nedeniyle onların yapacakları birçok saldırı önceden haber alınmış ve hemen karşı harekete geçilerek bu kabileler üzerine gönderilen seriyyeler / birlikler sayesinde tehdit ve tehlikeler berhava edilmiştir.

Ayrıca Bedir, Hendek, Mute savaşları ve Mekke’nin Fethinde önceden alınan istihbari bilgiler sayesinde ya zafer kazanılmış ya da başarılı savunmalara imza atılmıştır. Medine İslam Cumhuriyetine yönelik gizli ya da açık planlanan saldırılar hakkındaki bilgiler Hz.Muhammed’e@ zamanında ulaşmamış olsaydı peygamberimizin hareketi Medine’de yok olur giderdi. Ancak Cenab-ı Hakk’ın daha Mekke’de iken elçisine Hz.Süleyman’ın@ aşağıdaki kıssası ile öğrettiği strateji sayesinde kurulan istihbarat ağının iyi kullanılması sonucu birçok tehlikeden kolaylıkla kurtulmak mümkün olmuştur.

 

 22- 26-Fakat hüthüt çok geçmeden çıkageldi ve: “Ben senin henüz bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe hakkında doğru bir haber getirdim” dedi. (Hüdhüd devamla dedi ki) “Ben orada, oranın halkına yöneticilik yapan, (bir iktidar için gerekli olan) her şeyden kendisine verilmiş ve çok güçlü bir yönetime / otoriteye / büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. Ne var ki onu ve kavmini, Allah’ı bırakıp da Güneş’e tapar buldum. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmeleri gerekirken, Şeytan onlara yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için de onlar hidayete eremiyorlar. (Halbuki) Allah; kendisinden başka ilâh olmayandır, büyük arşın sahibidir.” dedi. (Neml Suresi 22-26)

25.4- İstihbari Verilerin Değerlendirilmesi

Cenab-ı Hak, edinilen istihbari bilgilerin nasıl değerlendirileceği hususunda da elçisini ve mümin kadroları “hüdhüdün çok değerli bilgilerle geri dönmesinin uydurma bir mazeret mi yoksa gerçek mi olduğunun test edilmesi” olayı örnekliğinde aşağıdaki uyarılarda bulunur;

“Çevre kabile / toplum / kişilerden toplanan istihbaratın değerlendirilmesi ve yapılan değerlendirmeye göre siyaset geliştirilmesi son derece önemlidir. (Intelligency) Elde edilen istihbari bilgiler çerçevesinde harekete geçmeden önce edinilen bilgilerin doğruluğu mutlaka teyid edilmelidir. (Hüdhüdün getirdiği bilginin teyid edilmeden kabul edilmemesi.) Zira bu istihbaratı yapanlar düşmanla / karşı tarafla irtibat içerisinde olması nedeniyle her an yalan, kandırma ya da yanlış anlama veya dezenformasyon söz konusu olabilir. Bu nedenle de getirdiği bilgiler yanlış ve yanıltıcı olabilir. Yanlış ve yanıltıcı bilgiler ile uygulanacak siyasetin de başarısız olacağı muhakkaktır. Bilginin doğruluğunun teyidinden sonra akıl ve hikmetle değerlendirme yapılmalı ve sağlıklı değerlendirmelerden sonra siyaset kurulmalıdır.”

 

27- O dedi ki: “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız. (Test edeceğiz)” (Neml Suresi 27)

 

25.5- İslam Topluluğu Oluşturmada İzlenecek Diplomasi

Cenab-ı Hak, kurulacak devletin çatısı altında toplanmaya davet edilecek kabile ve uluslara uygulanacak diplomasi konusunda elçisini ve mümin kadroları yine Hz.Süleyman @ kıssası üzerinden şöyle aydınlatır;

“Öncelikle şirk içerisinde olan kabile ve ulusların yöneticileri İslam / barış topluluğuna katılmaya davet edilmelidir. Yapılacak katılım davetinde İslam / barış topluluğu temel paradigmasının “besmele” metaforunda belirtilen “Rahmaniyet ve Rahimiyet” prensipleri olduğu vurgulanmalıdır. Yani kurulacak toplulukta paylaşma, vergili olma, şefkat, merhamet, rahmet, sevgi, koruma, güvenlik, gelişme, affedicilik vb. temel paradigmaların esas olduğu bildirilmelidir. Bu paradigmalar Cenab-ı Hakk’ın “Rahman ve Rahim” isimlerinin yönetimdeki tecellileridir. İslam Devletinin bu paradigmaları esas alan bir topluluk oluşturacağı ve bu amaca ulaşmak üzere bütün kabile ve ulusların bu paradigmaları esas alan bir topluluk oluşturmaya davet edildiği açık açık ortaya konmalı ve onlar bu paradigmaları kabul etmeye çağrılmalıdır. Böylece davet edilen kabile ya da uluslar katılacakları devletin kendilerine çok güçlü koruma, güvenlik, nimetlerde paylaşım, zenginlik, rahmet, sevgi, kardeşliği taahhüt ettiğini ve bunların kendilerinin menfaatine olduğunu bileceklerdir. Öğretilen bu dersler Medine İslam Cumhuriyeti kurulduğunda hemen hayata geçirilmiştir. Medine çevresindeki kabileler Cenab-ı Hakk’ın “Rahman ve Rahim” isimlerinin tecellisi olan esaslar üzerine kurulmuş olan Medine İslam Cumhuriyetine katılmaya davet edilmişlerdir.

Ayrıca bu kıssada hitap şekline ilişkin dersler de verilmektedir. Şöyle ki; davet edilen kabile, ulus ve imparatorluklara karşı hitapta asla bir eziklik içerisinde olunmamalı tam tersine davet ettiği paradigmaların sahibine (Cenab-ı Hakk’a) nispetle son derece öz güvenli olmalıdır. Hz.Süleyman’ın@ Belkıs’a yazdığı davet mektup örneğinde olduğu gibi Hakk’ın üstünlüğü nedeniyle karşı tarafı ezici bir üslup taşımalıdır. ‘Bana karşı kibir, gurur ve büyüklük taslamayın’ şeklindeki Hz.Süleyman’ın@ hitabı Belkıs’ın bütün dengelerini bozucu bir algı yaratmıştır. Günümüze kadar ulaşan mektupları incelenecek olursa Hz.Muhmmed@ de son derece kendine güvenli ve muhataplarına üst perdeden hitap ettiği görülmektedir. Bu mektuplarda muhataplarına en üst perdeden hitap etmesi peygamberimizin Cenab-ı Hakk’ın kendisine bu kıssa ile verdiği dersi aldığını göstermektedir. Üst perdeden bir hitapla Hakk olan paradigmalara çağrı yapmak, çağrı sahibini çok saygın ve şerefli bir konuma yükselteceğini de Cenab-ı Mevla bu kıssa ile elçisine ve bizlere öğretir.”

 

28- 31- (O Devamla) “Şu mektubumu götür, onu kendilerine bırak, sonra bir kenara çekil ve bak / izle bakalım, nasıl bir sonuca varacaklar.” Melike (Belkıs) dedi ki: “Ey ileri gelenler, bana kesinlikle çok saygın / şerefli / önemli bir mektup bırakıldı. Süleyman’dan bir mektup. Rahman ve Rahim olan Allah adına hitap ederek şunları söylüyor: Bana karşı büyüklük taslamaya kalkmayın. Teslim olarak / Müslüman olarak huzuruma gelin.” (Neml Suresi 28-31)

 

Cenab-ı Mevla davete muhatap olan kabile, ulus ve imparatorlukların liderlerinin kendilerine yapılacak davete ilişkin olarak kendi ileri gelenlerinin görüşlerine başvuracağı ve onların görüşleri doğrultusunda hareket edeceklerini bildirir. Davete konu paradigmaların doğrulğundan bağımsız olarak davet edenin niyetinin samimi olup olmayacağının sorgulanacağı devlet yönetiminde açık bir kuraldır. Basiretli hiçbir devlet ya da kabile yöneticisi bu tür müttefiklik / barış topluluğu / birlik davetlerine balıklama atlamaz ve karşı tarafın bu davetteki samimiyetini ölçer. Basiretsiz ve ayartılmış yöneticiler ancak bu tür teklifleri değerlendirmeden beyinsizce hareket ederler.

Hz.Muhammed’in@ gelecekteki davetlerine çevre müşrik kabileler ve devletlerin de aynı tavır ve davranış içerisinde olacakları böylece bildirilir. Nitekim görülecektir ki Medine İslam Cumhuriyeti kurulduğunda Hz.Muhammed’in@ çevredeki müşrik kabileler, bu devlete / topluluğa katılmaları yönündeki davetlere hemen icabet etmemişlerdir. Bir kısmı peygamberimizin samimiyetini anladıktan sonra gönlüyle müttefikliğe katılmış, bir kısmı da ancak üzerlerine askeri kuvvet gönderilince korkudan müttefik olmaya yanaşmış ve bir kısmı da çatışmayı yeğlemişlerdir. Uzun bir çatışma sürecinden sonra yenilince ya da yenilmesinin mukadder olduğunu anlayınca davete icabet etmek zorunda kalmışlardır. Fakat sonunda bütün çevre kabileler İslam / barış topluluğuna katılarak tevhit sağlanmıştır.

Aynı hususlar Arap yarımadası çevresindeki devletler içinde geçerli olmuştur. Habeşistan kralı davet mektubuna olumlu cevap verirken, Mısır Kralı iyi niyet mesajı göndermiş ve peygamberimiz zamanına yetişmese de Hz.Ömer zamanında islam topluluğuna katılmıştır. Bizans İmparatoru önce araştırmış, iyi niyetle davranmış fakat ileri gelenlerin menfi etkisi ile katılım sağlamamıştır. Sasani (İran) imparatoru ise beyinsizce daveti şiddetle reddetmiş fakat sonuç onlar için Hz.Ömer döneminde hüsranla neticelenmiştir.

Basiretli yöneticiler kendilerini “toplumuna karşı şefkatli, merhametli, vergili, bağışlayıcı, koruyucu” gibi Cenab-ı Hakk’ın Rahmaniyet ve Rahimiyetinin devlet yönetimindeki tecellilerini ifade eden paradigmalara davet eden İslam Devleti yöneticilerini test ederken onların bu paradigmalara olan bağlılıklarını ve samimiyetlerini de test ederler. Bunun için onların nefsi arzularını okşayıcı çok değerli hediyeler sunarlar. Şayet davet sahibi bu hediyeleri tercih ederse O’nun asıl niyetinin samimi olmadığı ortaya çıkar. Böylece onunla İslam topluluğuna girmeyi redderler ve iş nereye varırsa varsın savaşırlar. Ancak onlar çok değerli olmasına rağmen, hediyeleri ret edecek olurlarsa, o takdirde tekliflerinde samimi oldukları anlaşılır ve onlarla birlikte yol alınacağına karar verirler. Ayrıca basiretli yöneticiler gayet iyi bilirler ki hak olan paradigmalara sahip yöneticilerle savaşta başarı kazanmak neredeyse imkansızdır.

İster basiretli yöneticiler olsun ister basiretsiz yöneticiler hepsi de şunu gayet iyi bilirler ki kendileri ile müttefiklik teklif eden bir yönetim varsa mutlaka başka bir yönetime karşı müttefiklik isteniyordur ve böyle bir durumda her halükârda çatışma kaçınılmazdır. Kazanan taraf ise yenilen tarafın ileri gelenlerini iktidardan indireceği kesindir. Bu nedenle doğru, haklı ve galip gelecek tarafı seçmek çok önemlidir.

 

32-35-O (Melike Belkıs) dedi ki: “Beyler! Ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. Bilirsiniz, size danışmadan ve siz onaylamadıkça, hiçbir işe kesin karar vermem.” Onlar (İleri gelenler) dediler ki: “Biz çok güçlüyüz, çok yaman savaşırız. Emir / Karar yetkisi sendedir. Ne karar vereceğini sen bilirsin!”  O (Melike Belkıs): “Hiç şüphesiz ki krallar bir memlekete girdikleri zaman orayı tarumar ederler ve halkının ulularını / soylularını / ileri gelenlerini alaşağı edip zelil ve hakir ederler. Onlar da böyle yapacaklardır. Bunun içindir ki, bu (mektup sahiplerine) bir hediye gönderecek ve elçilerin nasıl bir tepkiyle döneceklerini bekleyeceğim.” dedi. (Neml Suresi 32-35)

 

Cenab-ı Hak, müşrik kabile ve ulusları İslam / Barış Devleti çatısı altında bir topluluk kurmaya yönelik yapılacak davete, Belkıs misali hediye göndermek suretiyle cevap vererek denemek isteyen yöneticilere nasıl cevap verileceğini de elçisine ve müminlere Hz.Süleyman@ kıssası üzerinden öğretir.

Davete hediye göndererek karşılık veren yöneticilerin İslam devleti yöneticilerini test etmek istediklerini, yani diplomasi dilinde bunun karşı tarafı denemek olduğunu bildirir. Şayet gönderilen değerli hediyeler karşılığında iltifatlar edilirse, davet sahibinin samimi olmadığı anlaşılır. Eğer “Rahman ve Rahim” ismi tecellilerine dayalı bir devletin çatısı altında topluluk oluşturma hedefinde davet sahibi samimi ise o takdirde paradigmaları ön plana çıkartacak ve gönderilen hediyelere itibar etmeyecektir. Davete hediye göndererek karşılık veren yöneticilerin test ettiği bir diğer husus ise müttefiklik davetine sadece mali olarak iştirak etmek istedikleri ve savaşçı göndermek hususunda katılım sağlamayı düşünmediklerini ifade ederek savaştan geri durma isteklerinin davet eden yönetim tarafından kabul edilmesidir. Davet eden yönetim şayet değerli hediye ve malı seven bir iktidarsa davet edilen yönetimin muharip olarak değil sadece mali destekle – ki buna siyasal rüşvet de denebilir- kurtulmayı planladıkları anlaşılır. Benimsemeye çağırılan fikir / ideoloji / değer yargıların her şeyin üzerinde olduğu, maddi her şeyden daha değerli olduğu vurgulanacak olursa karşı taraf mücadele etme ve davete icabet etmeme hususunda çok düşünecektir.

Bu kıssalardan dersini iyi alan peygamberimiz ve müminler Medine’ye hicretten sonraki mücadelelerinde bu hususu gayet güzel dikkate almışlar ve vahşi Arap kabilelerine müttefik olmaya yönelik davetleri sırasında maddi bir menfaat / çıkar peşinde olmadıklarını her zaman göstermişlerdir. İlahi öğreti ve ilahi değer yargılarını her şeyin üstünde tutmuşlar, böylece Allah’ın bütün kulları için mücadele ettiklerini belirtmişlerdir. Müttefikliği de bu düşünceye karşı olan yani hak, hukuk, adalet, barış, huzur, paylaşma, şefkat, kardeşlik, merhamet, bağışlama vb. paradigmalara karşı olan müşriklerle mücadele etmek için teklif ettiklerini belirtmişlerdir. Bu nedenle müttefikliğe sadece mali destek ile değil, muharip güçleri ile de birlikte katılım sağlamalarını istemişlerdir. Şayet davete olumsuz cevap vererek zulüm, şirk ve hukuksuzluk üzerinde devam etmek isteyen kabile ve uluslarla mücadele edileceği, onların üzerine güçlü ordularla gelineceği ve onların mutlaka iktidardan indirileceği tehdidinin yapılması da peygamberimize ve müminlere öğretilmiştir.

 

36- 37- O (Elçi) Süleyman’a gelince O (Süleyman); “Siz beni mal ile desteklemek mi istiyorsunuz? Halbuki Allah’ın bana verdiği, size verdiği şeylerden daha kıymetlidir. Bilakis siz, hediyenize güveniyorsunuz. Onlara geri dön! And olsun, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları, mutlaka hor ve hakir olarak oradan çıkarırız!” dedi. (Neml Suresi 36-37)

 

Cenab-ı Hak, İslam Devletinin çatısı altında toplanmaya davet edilecek kabile ve ulusların yöneticilerinin kendilerine yapılacak daveti hemen kabul etmeyeceklerini bildiğinden katılıma zorlamak için onları önce kendi ülkelerini yönetemez hale getirmek ve egemenliklerini ellerinden almak gerektiğini aynı kıssa üzerinden anlatır. Belkıs’ın İlahi Hakimiyete boyun eğip (ilahi ideolojiyi kabul edip) Hz.Süleyman’a @ teslim olmaya razı olmadan önce Belkıs’ın saltanatını / yönetimini / tahtını bir şekilde kaybetmesi ve tahtının / yönetiminin / saltanatının Hz.Süleyman’ın @ eline geçmesi metaforu bunu ifade eder.

Cenab-ı Hak, ayrıca bunun yöntemi konusunda da rehberlik eder ve metaforik bir anlatımla onların yönetiminin / iktidarının / tahtının ele geçirilmesinde izlenecek stratejinin, yılmadan mücadele etmek (kıssada gözünü kırpmadan Belkıs’ın tahtının getirtilmesi metaforu) olduğunu bildirir. İslam Devletindeki Yahudiler gibi İlahi İdeolojiye yabancılaşmış olanların (kıssada cinlerden bir ifrit) bu işi İslam devlet yöneticilerinin makamlarından kalkmadan / oturdukları yerden kalkmadan (kıssada Hz.Süleyman’ın @ tahtından kalkmadan metaforu) kendilerince gerçekleştirileceğini deklare edenlerin olacağı ihbar edilir. Ancak bu işi İslam Devlet Yöneticileri onlara bırakmadan kendileri ilahi öğreti çerçevesinde ve yılmadan, bıkmadan, gözünü kırpmadan, gözlerini budaktan sakınmadan yılmaz bir mücadele (kıssa da gözünü kırpmadan / bakışların kendisine dönmeden metaforu) ile çok kısa bir zamanda gerçekleştirebileceklerini bildirir. Yapacakları bu mücadele ve cihad ise asla insanlara zulüm olsun diye değil işin doğası gereği ve yine onlar için / şükretmek için / Allah rızası için olduğu belirtilir. Böylece onlar tevhid topluluğuna girdiklerinde onlara asla zulmederek, paradigmalara aykırı davranarak nankörlük edilmeyeceği tam tersine davetin esaslarına yani barış, esenlik, merhamet, şefkat, paylaşımcı ve vergili olma gibi temel paradigmalara uygun davranılacağı bildirilir.

Nitekim dersini iyi alan peygamberimiz ve arkadaşları Medine İslam Cumhuriyetine katılım için davet ettikleri kabilelere de aynı şekilde muamele etmişlerdir. Medine İslam Cumhuriyetinin kurucu topluluğu olan Yahudiler (kıssada cinler metaforu) Hz.Muhammed’in@ makamında oturmasını ve kendilerinin çevre kabileleri katılıma (kıssadaki tahtı yerinden kalmadan getirme metaforu) ikna edeceklerini söylemelerine karşın, O ve arkadaşları (kıssadaki vahiyden bilgi sahibi olanlar metaforu) bu kıssadan hareketle katılımların ancak müşrik kabilelerin üzerine gitmekle mümkün olacağını iddia ederek onlarla mücadele yolunu seçmişlerdir.  Çevredeki müşrik kabilelerin üzerine yılmadan, gözlerini kırpmaksızın gitmişlerdir. (Kıssadaki gözlerini kırpmadan tahtın getirilmesi metaforu) Böylece ya onlar çatışmayı göze alamayarak müttefik olmaya rıza göstermişler ya da gönderilen askeri birliklerle çarpışmasına rağmen çarpışmalarda yenilip bölgedeki hakimiyetlerini kaybettikten sonra gelip topluluğa katılmışlardır. Bu metodoloji ile daha kısa sürede katılım sağlanmıştır. Medine’de makamda oturup Yahudilerin onları ikna etmesi beklenseydi ya İslam devletine katılım sağlanmayacaktı ya da çok uzun seneler alacaktı.

Uygulanan doğru strateji ile topluluğa / İslam Devletine katılanlara da asla zulmederek Cenab-ı Hakk’ın lütfettiği zafer ve hakimiyet nimetine nankörlük yolu seçilmemiş tam aksine onlarda diğer müminler gibi kardeş ilan edilmişler ve kardeşlik hukuku çerçevesinde muamele görmüşlerdir. (Kıssada üstünlük nimetine şükretmek, nankörlük etmemek olarak ifade edilmektedir.)

 

38-40- O (Süleyman) dedi ki: “İleri gelenler! Onlar Allah'a yürekten boyun eğmiş kimseler olarak bana çıkıp gelmeden önce, hanginiz onun tahtını bana getirir? ([6])” Cinlerden bir ifrit; “Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Kuşkusuz ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim.” dedi. Kitap’tan yanında bilgi olan kimse: “Ben onu sana gözünü kırpmadan getiririm” dedi. Sonra o (Süleyman) onu (Melike’nin tahtını) yanında durur bir hâlde görünce: “Bu, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek üzere Rabbimin bahşettiği lütfun bir belirtisidir. Kim şükrederse hiç kuşkusuz kendisi için şükreder ve kim de nankörlük ederse muhakkak ki Rabbim hiç kimseye ihtiyacı olmayandır ve Kerim’dir.” (Neml Suresi 38-40)

 

İslam Devletine katılım için davet edilip iktidarları elinden alınan ve İslam topluluğuna katılmak zorunda kalan yönetimlerin katılımlarının kalıcı olması için gönüllerinin alınması, şereflerinin ve iktidarlarının geri verilmesi gereklidir. Önemli olan onların yönetimden uzaklaştırılmaları değil, İslam’ın temel paradigmalarını kendi vatandaşlarına uygulamalarıdır. O yöneticiler İslam topluluğuna katılım yapmalı, birliği ve beraberliği korumalı ve ilahi öğretiyi uygulayan merkezi hükümete bağlı olmalıdır.

İslam Devletine / topluluğuna katılımı kabul ederek ideolojisini değiştiren kabile ve ulusların yöneticileri, makamlarında kalmaya devam edecek olurlarsa, saltanatları / tahtları / rejimleri ideolojik olarak değişikliğe uğratılmış eskisine göre tanınmaz hale getirilmiş ancak iktidarda olan kişilerin değişmemiş olması nedeniyle de eskisine benzeyen bir durum ortaya çıkmış olur. Zaten de asıl olan kimin iktidarda olduğu değil, topluma doğru bir ideolojinin, hakkın, hukukun, adaletin uygulanmasıdır. Önemli olan şey, kardeşçe, barışçı, huzur ve mutluluk içerisinde yaşamak, paylaşmak, şefkatli bir yönetimdir.

Böyle bir uygulama ve teklif karşısında akıllı yöneticiler hem kendi menfaatlerini hem de toplumun menfaatini düşünerek en doğru yönetim ideolojisinin bu olduğunu görürler ve hemen davete gönülden icabet edip teslim olurlar. Böylece onlar hidayete ererler.

Cenab-ı Hak, elçisine ve müminlere bütün bunları yine Hz.Süleyman @ kıssası üzerinden anlatır. İslam Topluluğuna katılmaya davet edilen yöneticinin ideolojisinin değiştirilmesi ama yine yönetimde kalması Belkıs’ın tahtının değiştirilip tanınmaz hale getirilmesi ama O’nun tahtını tıpkı kendi tahtı olarak görmesi metaforu ile anlatılır. İdeolojisini değiştirerek yönetimde kalması da doğru yolu bulması şeklinde ifade edilmiştir.

Ayrıca Belkıs’ın daha önce bu uygulamalardan gerek kendi müktesabatlarından ve gerekse Hz.Süleyman’ın@ uygulamasından haberdar olması nedeniyle bu teklifi kabul etmesinin kolay olduğunu şu ana kadar katılım sağlamamasının nedeninin ise şeytanın ayartması olduğu kıssada belirtilir.

Bu dersler, peygamberimiz ve arkadaşları için önemli bir rehber olmuş ve Medine’deki yaşamlarında çevredeki müşrik kabileler içinde aynı yöntem uygulanmıştır. Medine İslam topluluğuna katılmaya davet edilen ve zoru görünce katılmayı kabul eden kabile ve ulusların mevcut yöneticileri yine iktidarda bırakılmıştır ki böylece katılımın gönülden benimsenmesi ve kalıcı olması sağlanmıştır. Hz.Muhammed@ Medine İslam Devletine bir şekilde katılan kabilelerin yöneticilerini yine makamlarında bırakmıştır. Onlar makamlarında kalmakla birlikte onlar yönetimlerinin ideolojisini İslama çeviriyorlardı ve Medine İslam Yönetiminden gelecek yasa ve kurallara göre uygulama yapmaya başlıyorlardı. Böylece yeni sistemdeki tahtı / makamı yine kendisinin olan kabile yöneticilerinin yeni makamları / tahtları sadece iktidarda olmak açısında eskisine benziyordu fakat tahtın / makamın ideolojisi farklıydı.  Bu nedenle kabile ve ulusların yöneticilerinin İslam ideolojisine geçişlerindeki dirençleri kolay kırılıyordu. Teslim olmalarına engel olan ideoloji ise şirk ideolojisi ve Mekke Yönetiminin ayartmaları idi. Zira şirk ideolojisinde kabile yöneticileri daha serbest ve başlarına buyruktular. Hem makamları vardı hem de ideolojiyi putlar adına kendileri kurguluyorlardı. Diğer taraftan Mekke müşrik yöneticilerinin onları Tevhid toplumu oluşturulacak diye bir merkeze bağlanarak özgürlüklerini kaybetmemeleri konusundaki ayartmaları, onlar üzerinde doğru yolu seçmelerine engel oluyordu.

 

41- 43- O (Süleyman) dedi ki: “(Şimdi) onun tahtını kendisinin tanıyamayacağı ([7]) bir hale getirin bakalım o, doğru yolu bulanlardan mı yoksa doğru yolu bulmayanlardan mı olacak?!”  O (Melike Belkıs) geldiği zaman, “Senin tahtın böyle miydi?” dendi. O (Melike Belkıs): “Tıpkı böyleydi! Hakikatin bilgisi ondan önce bize verilmişti, bu yüzden de biz teslim olanlar / barışseverler / Müslümanlar olduk.” dedi. Ona ise, Allah’ın yerine taptığı şeyler engel olmuştu. Çünkü o zaten hakikati ısrarla inkâr eden bir kavimdendi. (Neml Suresi 41-43)

 

Cenab-ı Hak, İslam Devletine katılmaya karar veren ve teslimiyetlerini deklare edecek kabile ve ulus yöneticilerine ilişkin son bir hususu daha açıklığa kavuşturur ve elçisi ile arkadaşlarına bu işle ilgili son derece önemli bir ders daha verir. Şöyle ki; İslam Devletinin gücü karşısında topluluğa katılmaya karar veren bu yöneticilerin hala içlerinde bir tereddüt olacaktır. Acaba bu müttefiklik ve katılım yoluyla başlarının belaya girip yok edilecekleri ya da oyuna getirilip boğulup gidecekleri ve ellerinden iktidarlarının alınacağı vb. endişeleri içlerinde besleyeceklerdir. Bu endişe ve korkular nedeniyle onlar tedbiri elden bırakmayacaklar ve topluluğa katıldıktan sonra değişen durumlara göre pozisyon almak için paçaları sıvayacak / eteklerini kaldıracaktır. (NOT: etekleri kaldırmak: Arapların baskın, saldırı vb. ölümcül tehlike anlarında kaçmak için eteklerini kaldırmalarıdır. A.A). Bu nedenle onları rahatlatmak, onlara güven vermek gereklidir. Onlara İslam Devleti yöneticilerinin sözlerinin eri oldukları, söz verdikleri zaman asla caymadıkları, hile, ayartma ve kandırma gibi şeytanilik peşinde olmadıkları, açık sözlü oldukları, şeffaflığın, açıklığın esas olduğu hususlarının gösterilmesi gerekmektedir. Böylece onların İslam Devleti yöneticilerini diğer müşrik yöneticileri gibi görmeleri nedeniyle çok yanlış düşündükleri ortaya konulacak ve Allah’a gönülden teslim olmaları sağlanacaktır.

Cenab-ı Hak, bunları Belkıs’ın köşke girmeye davet edilmesi ve sonrasındaki olayları içeren kıssa ile anlatır. İslam topluluğuna katılımın köşke giriş metaforu ile karşılandığı kıssa da köşkün zeminini derin bir su zannederek Belkıs’ın eteklerini kaldırması ise katılım yapacak yöneticilerin içlerinde yaşadıkları tereddüt nedeniyle tedbirli davranışları ve paçalarını sıvamalarına bir benzetme yapılır. Yani herhangi bir saldırı, oyuna getirilme gibi durumlara karşı tedbiren hemen kaçabilmek için hazırlıklı olmayı Belkıs’ın etekleri toplaması metaforunda anlatılır. Hz.Süleyman’ın@ köşkün billurdan yapılmış şeffaf bir yapı olduğunu göstermesi ile de İslam Devleti yönetiminin doğruluğu, dürüstlüğü, şeffaflığı, temizliği ve sözünde durması olarak anlatılarak Belkıs’ın içindeki bütün şüphe ve korkular giderilir ve kötü düşüncesinden dolayı pişman olarak Allah’a gönülden iman edişi anlatılır.

Bu dersleri alan peygamberimiz ve arkadaşları Medine İslam Devletine katılacak kabile ve ulusların yöneticilerine güven vermişler ve sözlerinden asla caymadıklarını, içlerinde kendilerine karşı hiçbir kötülük düşüncesi taşımadıklarını, onları yok etmek için hiçbir plan, oyun ve kandırma içerisinde olmadıklarını söz ve davranışları ile ispat etmişlerdir. Böylece onlar da Allah’a / İslam devletine gönülden ve kuvvetli bir iman ile bağlanmışlardır. Teslim olmadan önce Medine İslam Devletine karşı yaptıklarına ve taşıdıkları yanlış düşüncelerine de pişman olmuş, tövbe etmişlerdir.

 

44- Ona “köşke ([8]) gir!” denildi. Sonra o, onu görünce derin bir su sandı ve eteğini yukarı çekti. O (Süleyman); “Bu billurdan yapılmış, şeffaf bir köşktür” dedi. O (Melike); “Rabbim! Ben gerçekten kendime zulüm etmişim! Artık ben de Süleyman ile beraber, alemlerin Rabbi olan Allah’a gönülden teslim oldum” dedi. (Neml Suresi 44)

 

 

[1]) Mekkeliler kendilerine yakın / ünsiyeti olanlara “insan” derlerken kendileri dışındaki insanlara yabancı / ecnebi manasına gelen “cin” ifadesini kullanıyorlardı.

[2] ) “mesken [ev]” sözcüğü insanlar için kullanılan bir sözcük olup karınca, kertenkele türünden yaratıkların barınakları Arapçada “cuhr” sözcüğüyle ifade edilir. Ayrıca ayetteki ifadeye dikkat edildiğinde, sözcüğün “mesakineküm [evleriniz]” şeklinde çoğul olarak kullanıldığı görülür. Hâlbuki karıncalar komün hâlinde yaşarlar ve her birinin ayrı bir meskeninin olması söz konusu değildir. Hakkı Yılmaz -http://www.istekuran.com/index.php/48-neml-suresi

[3] )Neml [Karınca] Vadisi: Ayette geçen Karınca Vadisi, karıncaların bol olduğu bir vadi olmayıp özel bir isimdir. Hakkı Yılmaz-http://www.istekuran.com/index.php/48-neml-suresi

[4] )Süleyman peygamberin( peygamberimizin de) gülme sebebi, Karıncaların liderinin ( karıncaların lideri kraliçe karıncadır) sözünden kaynaklanmaktadır. Çünkü Karınca Vadisi halkı onlara engel olmaya kalkmamış, zorluk çıkarmamıştır. Süleyman peygamber, bu vadiden savaşarak, maddî ve manevî kayıplar vererek geçebileceğini sanıyor olmalıydı ki, yöneticinin kararı ile rahatça ve sorunsuz olarak geçme imkânının ortaya çıkması onu çok mutlu etmiştir. Bu mutlu sonuç karşısında “Rabbim, bana, anne-babama lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağım barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni barışsever kullarının arasına sok” diye dua etmiştir. Hakkı Yılmaz-http://www.istekuran.com/index.php/48-neml-suresi

[5] ) Karıncalar arasında tıpkı arılarda olduğu gibi lider olan kraliçe karıncadır. Burada da toplumun liderini ifade için dişi karınca kullanılmıştır. Mustafa İslamoğlu- Kur’an Meali- Tefsiri…….

[6] ) NOT: Tahtın getirilmesi : “Taht”, bir memleketin kudretini simgeleyen bir şeydir. Dolayısıyla tahtın getirilmesi, “o ülkenin fethedilip topraklarının fethedenin ülkesine katılmış olmasını”  veya  “ o ülkenin iktidarına, hakimiyetine son verilmesini”  ifade etmektedir. (A.A)

 

[7] ) Süleyman peygamber, yanına getirilen Melike’nin tahtının tanınmayacak kadar değiştirilmesini istemesindeki sebebi 41. ayette “bakalım o, doğru yolu bulanlardan mı yoksa doğru yolu bulmayanlardan mı olacak?” diyerek açıklamıştır. Fakat genellikle Süleyman peygamberin bu ifadesiyle “Melike’nin kendi tahtını tanıyıp tanıyamayacağını” kastettiği ileri sürülmüştür. Halbuki ayetin orijinalindeki gibi “hidayet” köklü sözcükler Kur’an’da hep “ciddî ve doğru yolu, sırat-ı müstakimi [Allah’ın yolunu] bulup bulmama” anlamlarında kullanılmıştır. Hakkı Yılmaz- http://www.istekuran.com/index.php/48-neml-suresi

 

[8] ) Barış / islam birliği.- barış sarayı     

bottom of page