BÖLÜM 19
DIŞ POLİTİKA EĞİTİMİ
Boykot yıllarının sonuna doğru gelinmektedir. Hz.Muhammed@ müminleri eğitmeye devam etmektedir. Kasas Suresi ve Yusuf Suresi ile müminlere verilen mesajda Mekke’den başka bir şehre göç edileceği bildirilmişti. Kasas Suresinde ayrıca tevhidi mücadele stratejisinin farklı bir doktrine dönüşeceğine de işaret edilmişti. Bu dönüşmenin Hz.Musa’nın @ asasının savaşçı bir yılana dönüşmesi şeklinde sembolik bir anlatımla artık cihat etme, savaşma, düşmana sürekli saldırma, akın yapma yönüne doğru olacağı bildirilmişti. Şimdi o stratejinin daha da açılması ve sadece savaştan ibaret olmadığı ancak yapılacak akınların dinamik bir dış politikanın bir parçası olduğu bildirilir. Müminlerin hicret ettikten sonra nasıl bir dış politika izleneceğinin detaylandırılmasını istemeleri / sormaları üzerine Cenab-ı Hak konuyu daha detaylı olarak açıklamak için Zülkarneyn kıssasını anlatır. Bu kıssa ile Hz.Muhammed’in@ kuracağı devletin nasıl bir dış politika izleyeceği müminlere öğretilir.
Hz.Muhammed’in@ devleti teşekkül ettirdikten sonra çevresine, komşularına karşı nasıl bir politika takip etmesi gerekiyordu? İçine mi kapanık? Yoksa dışarıya mı dönük? Sömürgeci bir dış politika mı? Yoksa yardım, hizmet ve hayır sunucu mu? Çatışmacı, kavgacı ve küskün bir dış politika mı? Yoksa barışçı, güven verici, kardeşçe mi? Vurdumduymaz, kayıtsız ve ilgisiz bir dış politika mı? Yoksa kendi sınırları dışında gördüğü zulümleri ve yanlışları düzeltmeye ve oralarda da adaleti sağlamaya yönelik olmak üzere müdahaleci mi? Edilgen, zayıf, korkak, çekingen ve pasif bir dış politika mı? Yoksa aktif, kuvvetli, hazırlıklı, caydırıcı ve etken bir dış politika mı?
Peygamberimiz boykot döneminde eğittiği müminlere tevhidi hareketin çağlara damga vuracak bir hareket olacağından söz eder. Müminler çağlara damga vuracak bu hareketin niteliklerini sorarlar. Cenab-ı Hak bu hareketin dış politika esaslarını “Zülkarneyn Kıssası” ([1]) ile anlatır. Böylece peygamberimiz uygulayacağı hareket metodunu mümin kadrolara öğretir. Onları İslami dış politika ve diplomasinin esasları konusunda eğitir.
Cenab-ı Hak, bu kıssa ile Hz.Muhammed’e@ ve müminlere bir ufuk çizer ve gelecekte oluşturulacak devletin dış politikasını belirler. Bu kıssa ile dünyanın Arap yarımadasından insanlığın da Araplardan müteşekkil olmadığı ve tevhidi hareketin gelecekteki seyri sırasında çeşit çeşit toplumlarla karşılaşılacağı, kimisinin Kur’an’a / hakka / güneşe yakın olacağı fakat bazı kavimlerin ise Hakka uzak olacağı ifade edilir. Bu politika en kısa şekilde şöyle özetlenebilir;
“Peygamberimizin kuracağı devlet önce çevre Arap kabileleri ile ilişkiye girecek ve onlar barış / İslam topluluğu içerisine dahil edilecek. Daha sonra Mekke bu barış / İslam topluluğu ile kuşatılacak. Sonra dış güvenlik ve iç güvenlik endişesi / korkusu / vehmi ile barışa / islama girmeye yanaşmayan Mekke müşriklerinin bu korku ve endişeleri giderilecek ve Mekke teslim alınacak. Sonunda iman edecek olan Mekke halkının katkı vermeleri ile toplumsal dönüşüm gerçekleştirilecek ve çok sağlam bir hukuki / sosyal / siyasal yapı oluşturulacak. Oluşturulacak topluluğun hukuki yapısı ve iktidar pratiği tüm insanlığı kucaklayacak şekilde barışı, adaleti ve fıtratı esas alacak.”
Bu kıssanın başlangıcında Cenab-ı Hak müminlere aşağıdaki hususlar için hazır olmaları gerektiğini öğretir;
“Tevhit hedefine ulaşmak için Zülkarneyn gibi her çeşit bilgi, deneyim ve araç / gereç / güç / ordu / devlet ile donanmak gereklidir. Sahip olunacak bu imkanlar azami ölçüde sonuna kadar kullanılmalıdır ve çok dinamik bir dış siyaset takip edilmelidir. Doğu, batı, kuzey, güney her yöne sürekli hareket halinde olunmalı ve karşılaşılan kabilelerin ilahi mesaja verdikleri tepkiye göre nasıl bir siyaset ortaya koymaları gerektiği bilinmelidir.”
Öğretilen bu hususlara göre hareket edildiği takdirde kıssa da anlatılan başarıların müminler içinde gerçekleşeceği haberi ile bunlar aslında müminler için bir ihbar / müjde arz etmektedir. Hz.Muhammed’in@ Medine hayatına bakıldığında bu öğretilenlerin harfiyyen uygulandığını ve Medine’nin dört bir tarafına sürekli akınlar yapıldığına şahit olunmaktadır.
83 -84- Sana Zülkarneyn’den soruyorlar. De ki: Size onu hatırlatacak bir şey anlatacağım: “Şüphesiz Biz onun (Zülkarneyn) için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona amacına ulaştıracak her türlü aracı / metodu / yolu / sebebi / imkânı verdik.
85 – Bu sayede o da bir yol tutturdu. (Batı)
…..
…..
89- Sonra o (Zülkarneyn), yine bir yol tuttu. (Doğu)
….
….
92- Sonra o (Zülkarneyn), yine bir yol tuttu. (Kuzey – güney)
….
(Kehf Suresi 83-84, 85, 89, 92)
19.1. Kur’an Mesajına Olumsuz (Güneşe kapalı) Tepki Veren Kabileler
Bahşedilen bu imkanları (kıssa da seriyyeler, ordular, elçiler metaforu ile verilir) kullanarak yola çıkacak olan peygamberimiz ve müminler çevre kabilelerden Kur’an güneşinden mahrum kalmış ya da Kur’an mesajına olumsuz tepki veren (Zülkarneyn kıssasında güneşin battığı yerde / batı istikametinde yaşayan ve kötülüklere batmış kabileler metaforu ile verilir.) ve bu nedenle kötülüklere batmış olanlarla karşılaştıkları takdirde onlarla nasıl bir ilişki içerisinde olacakları bildirilir. Cenab-ı Hak, Kur’an’ın mesajlarının şirk bataklığında kaybolması nedeniyle kötülüklere batmış bu kabilelerin başındaki zalimlerin cezalandırılabileceği ya da ıslah etme yoluna gidilebileceği konusunda peygamberimizin yetkilendirildiğini bildirdi. Peygamberimiz de zalimlerin cezalandırılacağını, ama Kur’an’ın mesajına olumlu tepki verip iman ederek erdemli, güzel eylemler ortaya koyanlara güzel karşılık verileceği ve yerine getirilmesi kolay olan sorumluluklarla yükümlü tutulacağını müminlere öğretti.
Boykot sürecinde öğretilen bu hususlar Hz.Muhammed’in@ Medine yaşamında uygulanmış ve İslam orduları / akıncıları çevre kabileler üzerine yaptıkları akınlarda İslam’ın / Kur’an’ın getirdiği sisteme karşı çıkan kabilelerle çarpışmalar yaşanmıştır. Sonunda onlar ya teslim olarak İslam / barış topluluğu ile müttefiklik anlaşması yapmışlar ya da bulundukları mıntıkadan sürülmüş / kaçmışlardır. Böylece Medine İslam Cumhuriyeti kendi güvenliğini sağlama almaya çalışmış, kendisine düşmanca hareket eden ve kendisini inkâr edenleri cezalandırmıştır. Ama çağrıya olumlu tepki veren kabilelerde olmuştur. Onlarla müttefiklik anlaşmaları yapılmış ve İslam (barış) topluluğuna dahil edilmişlerdir.
85 –88- Bu sayede o da bir yol tutturdu. O, güneşin battığı yere (batı istikametine) vardığı zaman, onu (güneşi) kara / bulanık bir suda batıyor buldu. Ve orada bir kavim buldu. (Ona şöyle) dedik: “Ey Zülkarneyn! (Onların tercihlerine bakarak) onlara azap da edebilirsin / ceza da verebilirsin, onlara yüce gönüllü / iyi, güzel / ıslah edici de davranabilirsin.” O dedi ki: “Kim zalimlik ederse / ettiyse muhakkak ona azap edeceğiz / ceza vereceğiz. Sonra Rabbine geri döndürüldüğü zaman O da ona dehşetli bir azapla cezalandıracaktır. Ama her kim de iman eder ve ıslah edici eylemlerde bulunursa artık onun için de işlediklerinden daha güzel bir karşılık vardır. Ona emrimizden kolay olan yükümlülükleri yapmalarını söyleyeceğiz.” (Kehf Suresi 85-88)
19.2. Kur’an Mesajına Olumlu (güneşe açık) Tepki Veren Kabileler
Kıssada güneş ile aralarında hiçbir engelin bulunmadığı şeklindeki metaforla, tıpkı Zülkarnen gibi Peygamberimizin de amacına ulaşmak için kendisine bahşedilecek devlet, iktidar, güç, ordu ve çok çeşitli imkanları kullanarak çıkacağı seferlerde / akınlarda / elçiliklerde karşılarına çıkan kabilelerden bazılarının ise Kur’an’ın öngördüğü sisteme razı olan topluluklar olacağı (veya onların mevcut hallerinin zaten Kur’an’ın öngördüğü sisteme uygun olacağı) ve onlarla kurulacak siyasi ilişkilerde onların o hallerinde devam etmesini sağlamak olduğu öğretilir. Yani onlara asla zarar vermek, onları sömürmek için uğraşmak, onlardan menfaat elde etmeye çalışmak gibi bir girişimde bulunulmaması gerektiği öğretilir.
Peygamberimizin seriyyeler / akınlar ile yapacağı seferlerde karşılaşılan toplumlardan peygamberimize yakın duracak, Kur’an’ın mesajına aşina oldukları için onunla müttefiklik ilişkisi kuracak, Kur’an’ın çağrısına olumlu tepki vererek ilahi sistemi / Kur’anı benimseyecek kabileler, güneşin doğduğu yerde yaşayan ve güneş (Kur’an) ile aralarında hiçbir engelin olmadığı kabileler metaforu ile karşılanmıştır.
Bu öğreti gerçek hayatta da uygulanmış ve Hz.Muhammed’in@ akınlarla / seriyyelerle üzerine gittiği kabilelerden Kur’an’ın öngördüğü İslam topluluğuna / güneşe kalbi açık olanlarla müttefiklik, dostluk anlaşmaları yapılmıştır. Böylece hem Medine’nin güvenliği sağlanmış hem Medine İslam Cumhuriyetinin hinterlandı genişlemiş ve hem de o kabilelerin bulunduğu yerlere kadar olan tüm coğrafya üzerinde ne olup bittiğine ilişkin haber ağı genişlemiştir.
89- 91- Sonra o (Zülkarneyn), yine bir yol tuttu. Güneşin doğduğu yere (doğu istikametine) vardığında onu (güneşi) bir toplum üzerine doğuyor buldu. Öyle ki Biz onlarla onun (güneşin) arasına herhangi bir engel / siper / örtü kılmamıştık. İşte böylece Biz onun yanında olan şeylerden haberdar olarak ihata ettik. (Kehf Suresi 89-91)
Cenab-ı Hak, Zülkarneyn kıssası ile Hz.Muhammed’in @ hareketinin gelecekte elde edeceği gücü müjdeler ve bu güç sayesinde şimdi çeşitli korku ve endişeler nedeniyle iman etmeyen Mekkelilerin gelecekte iman edeceğine de işaret eder.
Kıssa da Zülkarneyn, dört bir yana yapacağı akınlardan sonra sonunda iki dağ arasındaki vadide yaşayan bir topluluğa ulaşır ve onların kendisine tabi olması için korktukları Ye’cuc ve Me’cuc tehdidinden emin kılacak hareketi yapar. Onların fiilen destekleri alındıktan sonra bu tehditlerle onlar arasına aşılmaz bir set inşa eder.
Bu kıssa aslında Hz.Muhammed’in@ izleyeceği / izlemesi gereken stratejiyi metaforik olarak anlatır. Şöyle ki;
Peygamberimiz devletini kurduktan sonra çevresinde yer alan kabilelere seriyyeler / ordular / elçiler gönderecek ve onlara Kur’an’ın öngördüğü barış / esenlik / İslam topluluğu olma teklifini götürecektir. Bu akınlar / seriyyeler sonucunda barış / İslam topluluğunun hakimiyet alanı daha geniş bir alana taşınacak ve bu topluluğun tüm kuvvetleri ile sonunda Mekke’nin üzerine gidilecektir. Mekke iki set / iki dağ arasındaki vadi de kurulu bir şehirdir. (Kıssaya göre iki set / iki dağ arasındaki toplum metaforu) Mekke müşrikleri ilahi mesaj kendilerine yıllarca anlatıldığı halde bir türlü laf anlamamış, söz dinlemeyen ve mesajın içeriğini bir türlü anlayamamış bir toplumdur. (Kıssadaki hiç söz anlamayan topluma metaforik bir işaret) Mekke müşriklerinin peygamberimizin davetine olumlu cevap vermesinin önünde iki önemli engel / korku vardır. Bunlar;
1- Dış Güçler Korkusu (Ye’cuc metaforu):
Bizans, Suriye, Mısır ve Habeşistan’dan oluşan Ehl-i Kitap Bloku ile İran, Irak, Yemen’den oluşan Zerdüşt Bloku arasında sıkışmış olan Mekke müşrik toplumunun en temel endişelerinden biri bu bloklardan gelecek dış tehdit korkusu. (kıssada Ye’cuc adıyla işaret edilmektedir) Zira, Mekke halkı müşrik elebaşıları tarafından Hz.Muhammed’in@ çağrısına icabet etmeleri halinde bu süper güçlerin kendilerini yaşatmayacağı düşüncesi ile korkutuluyordu. Onlara göre Arap kabilelerini güçsüz, etkisiz, birbirini boğazlayan, atomize kabileler halinde yaşamını sürdürmesi süper güçler açısında tehlike arz etmemesi güvenlikleri açısından en iyi yoldu. Şayet Hz.Muhammed’in@ davetine icabet edilerek Arap kabileleri bir araya getirilirse süper güç blokları kendilerine karşı rakip güçler çıkıyor endişesi ile buna müsaade etmeyecekleri ve mutlaka üzerlerine gelecekleri Mekke halkına anlatılıyordu. (Ebu Cehil “biz iman edersek bütün dünyayı karşımıza alırız. O takdirde onlarla nasıl baş ederiz” şeklindeki ifadesine istinaden)
Aslında Mekke müşrik ileri gelenleri kendi otoritelerini / şirk sistemini devam ettirmek için bu argümanı kullanıyorlardı ve bu hususta da süper güçlerle iş birliği yapıp halkın üzerine onların korkusunu salıyorlardı. ([2]) Halbuki peygamberimiz, dış güçlere karşı direniş ve onlara galip gelmenin yolunun şirk sistemini terk etmek ve tevhit sistemine girmek olduğunu anlatıyordu. O, tevhit olunursa süper güçlerin kendilerine asla zarar veremeyeceklerini dolayısıyla, İslam / barış sisteminde bir araya geldikleri takdirde bu endişelerinin / korkularının gideceğini bildiriyordu.
Peygamberimiz bu iddiasının gerekçesini de muhtemelen şöyle ortaya koyuyordu; “Sizler şu halinizle elbette bu bloklara karşı koyamazsınız, onlar karşısında varlık gösteremezsiniz. Çünkü her kabilenin ayrı ilahı / putu / hedefi / ideolojisi var. Her kabile kendi ilahının / ideolojisinin / putunun yolundan gidiyor. Birliğiniz, olmadığı gibi birbirinizle sürekli savaş halindesiniz. Birbirinizi boğazlamaktasınız. Bu savaşlarla sürekli kuvvetinizi yitiriyorsunuz. Kabilecilik sizleri atomize ediyor, parçalıyor. Dolayısıyla sizler bu zayıflığınızla süper güçlerin oyuncağı oluyorsunuz. Sizlerin bu şirk sistemini bırakmanız ve her kabileye özgü tanrılar yerine tek bir Allah’a iman ederek şu parçalanmışlığınızı, birbirinizle kavgalı halinizi terk edip bütün kabileleri tevhit edip barışta / İslam’da bir araya gelmeniz zorunluluk arz etmektedir. Bunu gerçekleştirmeniz halinde çok büyük ve güçlü olacaksınız. Böylece de dış güçlere yönelik korkularınızdan kurtulacaksınız.”
2- İç Güçler Korkusu (Me’cuc metaforu):
Mekke müşrik halkının iç güvenliğe ilişkin endişe ve korkuları müşrik elitleri oluşturan kabile reisleri ve tüccarlardı. Zira, mevcut toplum düzeni sosyal, ekonomik, kültürel ve dinî yönden önemli iki unsuru ihtiva etmekteydi. Bunlar putperestlik ve kabilecilik idiler ki, bunlar sayesinde sözü geçen kabile reisleri ile tüccarların Mekke toplumunda etkin statüleri vardı.
Mekke önemli bir ticaret yolu üzerinde olan bir şehir olması ve din de tüccar sınıfının yararlandığı sosyo-ekonomik bir araç olarak kullanıldığından ayrıca ve en önemlisi de putperest Mekke toplumunda gerçek manada devlet otoritesi olmadığından Müşrik ileri gelenler yani kabile reisleri ile tüccarlar şehirde tek güç sahibi konumunda idiler. Yani bunlar kendi üzerlerinde bir hükümran, kanun koyucu ve denetleyici bulunmaksızın toplumun önderleriydiler ve toplum içerisinde kontrolsüz, sorumsuz, denetimsiz ve sınırsız bir iktidara sahiptiler. Onların yönetimdeki sorumsuzluklarının yanında kabilenin diğer mensupları üzerinde öylesine egemendiler ki bir kabile bireyinin kaderi egemenlerin iki dudağı arasında idi. Zira bir kabile bireyinin kabile dışına itilmesi (bugünkü tabirle vatandaşlıktan çıkarılması / mülteci olması) demek o bireyin ölmesi, yok olması veya köle olması demekti. Bu nedenle Mekke müşrik elitleri halkı toplum dışına itme ile korkutarak etkilemekte ve böylece halkın üzerinde psikolojik baskı kurmakta ve onların Hz.Muhammed’in@ hareketine katılımına engel olmaktadır. ([3]) Aynı şekilde peygamberimiz; Mekke halkı için tehdit olan iç güçlere (Me’cuc) ilişkin tereddüt ve endişelerin kaynağının da yine şirk sistemi olduğunu ve bu sistemi terk edip tevhit sistemine geçilmediği takdirde iç güvenliğin de sağlanamayacağını bildirmekteydi.
Bu iddiasının gerekçesini de muhtemelen şöyle anlatıyordu; “Sizlerin kaderi kendilerini doğuştan imtiyazlı sayan bu müşrik elitlerin keyfine göre belirlenemez. Kimsenin doğuştan gelen imtiyaz ve ayrıcalıkları da olamaz. Allah’ın imtihan için nimetlendirdiği bu ileri gelenler sahip oldukları zenginlikler nedeniyle Allah nezdinde de imtiyazlı değillerdir. Bütün insanlar Allah’ın kullarıdır ve Allah da kullarına yaratılıştan gelen haklar bahşetmiştir. Bu haklar sadece Allah’a kulluğun egemen olduğu, bütün herkesin kendisini O’nun kulu olarak gördüğü ve hiç kimsenin kendisine bir üstünlük, ayrıcalık, seçkinlik ve imtiyaz biçmediği Tevhit toplumunda verilir. İlahi öğretiye dayalı tevhidi dünya görüşü kimseye ayrıcalık ve seçkinlik tanımayan ve güçlünün haklılığına dayanmayan yeni bir sosyal ve politik sistem sunmaktadır. Bu sistem zenginlere zekât, sadaka ve yoksulluğu ortadan kaldırmak için yardımlaşma gibi önemli mali yükümlülükler getirmekte ve hiç kimseye doğuştan gelen dokunulmazlıklar ve imtiyazlar sağlamamaktadır. Yine bu sistem, yöneticiler ile yönetilenler arasında siyasî, sosyal ve ekonomik ilişkileri karşılıklı hukuki kurallara bağlamakta ve keyfiliği ortadan kaldırmaktadır. Toplumun bütün bireyleri bu kurallar ve yükümlülükler ile kayıtlı olmaktadır. Böyle bir toplumsal yapı oldukça güçlü olacaktır ve toplumun tüm bireyleri ezilmişlik, sindirilmişlik ve boyunduruktan kurtulmuş olacaktır. Şahsiyetli nesillerden müteşekkil olacak böyle bir toplum ise kuvvetli, üretken ve çok istikbal vaat eden bir yapıya kavuşacaktır.”
Ayrıca peygamberimiz, dışarıdan ve içeriden gelecek tehdit ve tehlikelere (Kıssadaki Yecuc ve Mecuc tehlikelerine) karşı bu toplumları korumak için yapacağı çalışmalardan, göstereceği gayretlerden asla bir menfaat beklemeyecektir. Böylece İslam devletinin dış siyasetinin çerçevesi belirlenmiş oluyordu. Özetle, islam devletinin dış siyaseti oldukça dinamik bir siyaset olacaktı. İslam devletinin çevresinde yer alan toplumlar Kur’an’ın teklif ettiği barış / İslam topluluğuna katılmaya davet edilecek ve bu hususta toplumların endişeleri / tereddütleri / korkuları hiçbir menfaat beklenmeden yapılacak çalışma, gayret ve mücadele ile giderilecek ve bu toplumlar barış / İslam birliğine dahil edilecekti.
Bu kıssadan dersini alan İslam halifeleri dillerine yabancı olan ülkeleri fethetme (Irak, İran, Suriye ve Mısır vd.) de onlar için içeriden ve dışarıdan (yecuc ve mecuc) gelecek tehditlere karşı onlara emniyet sağlamaları, onların bu tür korkulardan emin kılmış olmaları onların işlerini bir hayli kolaylaştırmıştır. Fethedilen ülkeler sağlam sözleşmelerle / ahitlerle İslam’a (barış ve güvenlik) girmişler ve hala da bu din üzere halkı devam etmektedir. Halklar bu dinin (barış ve güvenlik) yönetimlerinde tekrar egemen olmasını arzulamaktadırlar.
92- 95- Sonra o (Zülkarneyn), yine bir yol tuttu. Nihayet iki sed / iki dağ arasına ulaştığında daha önceki diğer iki tür kavimden farklı olan ve hemen hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu. Onlar (söz anlamaz kavim) dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Şüphesiz Ye’cuc ve Me’cuc ([4]) bu ülkede bozgunculuk yapıyor. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed karşılığında sana bir vergi versek olur mu?” O (Zülkarneyn) dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu imkânlar daha hayırlıdır. Haydin siz bana kuvvetle yardım edin de sizinle onların arasında çok sağlam bir sed yapayım.” (Kehf Suresi 92-95)
19.3. Yeni Bir Toplumsal Yapının Kurulması
Mekke’nin müşrik yönetimi peygamberimizin yaptığı çevreleme harekâtından sonra teslim olacak ve Mekke fetholunacaktır. İslam topluluğuna katılan Mekke yeni bir toplumsal yapıya evrilecektir. İslam Cumhuriyeti yine durmayacak ve Arap yarımadasındaki tüm kabileleri bu topluluğa katılmaya davet edecektir. Onların katılımıyla iç güvenlik sağlanacak ve arkasından Arap yarımadasının kuzeyine yönelinecektir. Bizans, Mısır, İran, Suriye (Şam) tehditlerini engellemeye yönelik harekatlar düzenlenecektir. Tevhidi bir yapıya bürünen Arap kabileleri için artık Ye’cuc ve Me’cuc tehlikesi kalmayacaktır. İslam toplumundaki anayasal birliktelik / Kitabi birliktelik bunu sağlayacaktır. Böylece halkın İslam / barış topluluğuna girmesinin önündeki korkulardan (Kıssadaki Ye’cuc ve Me’cuc korkusundan) emin olunacaktır. Tabi bu toplumsal yapı için yani Kur’an / kitap çerçevesinde akıllıca / hikmetli / adaletli bir toplumsal yapı için hikmetli metinler (Kıssadaki demir kütleleri / Züberel Hadid ([5]) taşıma metaforu) toplanacak, üstlenilip taşınacak ve onlara uygun toplumsal yapının oluşturulması için herkes bütün gücüyle çaba / gayret gösterecek (Kıssada üfürme / körükleme metaforu). Fakat yeni bir toplumsal yapı kurmak öyle kolay olmayacaktır. Çünkü kabile toplumunda kabile reislerinin otoritesini tam olarak ortadan kaldırmak oldukça zordur. Kabile reisleri ve zenginlerinin toplumsal dönüşüme direnişleri bir tarafa, kabilenin her üyesi kendisini reisleri ile özdeşleştiriyor ve onu kabile onurunun bir timsali olarak görüyordu. Kabile üyeleri, reislerini atalarıyla duydukları gurur ve kabilelerine bağlılıklarından dolayı diğer reisler arasında imtiyazlı görmek istiyorlardı. Ayrıca Kabile; üyeleri ekonomik, askerî ve sosyal yönden birbirine bağımlı en önemli sosyal organizasyondu. Fakat kabileciliği, kan bağını ve geleneği aşan, iman ve takvayı esas alan bir otoriteyi geçerli kılan bir devlet organizasyonuna dönüştürmek çok büyük çabayı, emeği ve fedakarlığı hatta sıcak gerilimli süreçleri gerektiriyordu. Hele ki şirk sisteminde toplumun aşağı tabakasından sayılanların İslam’ın öngördüğü yeni toplumsal yapıda önemli mevkilerde yer alması, topluluğa yeni katılacak kabile reisleri ve ileri gelenlerce kolay hazmedilecek bir durum değildi. Bu ve bunun gibi nedenlerle yeni toplumsal yapıya adaptasyon süreci sıkıntılı, sıcak ve stresli geçecektir. (Kıssada demirin kızgın akkor haline gelmesi metaforu) Fakat bu gerilimli, kızgın geçen süreçte oluşacak toplumsal bağlar yumuşayacak / gevşeyecek ve tarafların yeni sisteme göre yeni bağlar teşekkül edecektir. (Kıssada demirin kızgın iken yumuşaması metaforu) Nihayetinde ise ilişkilerin İslam’ın öngördüğü esaslara göre sağlamlaştırılması ve kopmaz bağların oluşturulması için Hz.Muhammed@ bu gerilimli, hararetli ortamı soğutacak hikmetli çözümleri üretecektir. (Kıssada su / bakır dökülmesi metaforu) Kur’an’ın / Kitab’ın esaslarına göre yapılacak toplumsal yapıdaki değişiklik sonucu oluşacak toplumsal birlik ve beraberlik (kıssada iki tepenin arasının eşitlenmesi metaforu) hem iç hem de dış tehditleri bertaraf edecektir. Böylece Mekke halkı “korktuklarından emin” olacaklardır. Yani ne İran ve ne de Bizans blokundan herhangi bir saldırı Mekke’ye yapılamayacaktır. (Kıssada set çekilmesi metaforu)
Ayrıca peygamberimiz uygulayacağı siyaset ile şirk toplumundaki etkin ve güç sahiplerini yeni sisteme entegre etmeyi başaracak ve Mekke ileri gelenlerinin sınırsız otoritesi kırılmış olacak, bir hukuk devleti inşa edilecek ve toplumdaki sınıfsal uçurumlar yok edilecektir. (Yine kıssadaki iki tepenin arasının eşitlenmesi ile birbirine sağlamca bağlanması metaforu)
96-98- (Zülkarneyn) “Bana, demir kütlelerini / Züberel Hadid bana getirin.” Nihayet iki tepe eşitleştiği zaman “Üfürün!” dedi. Nihayet onu (demiri) bir ateş haline getirince, “getirin bana üzerine su / erimiş bakır boşaltayım” dedi. Artık onlar (Ye’cuc Me’cuc), onu aşmaya güç yetiremediler, onu delmeye de güç yetiremediler. O ([6]) dedi ki: “Bu (Kitaba dayalı yapılan bu sağlam toplumsal yapı) Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaad ettiği zaman geldiğinde onu (şirk sistemini) dümdüz / yerle bir yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.” (Kehf Suresi 96-98)
Cenab-ı Hak, müminlerin öğrettiği tarzda hareket etmeleri halinde şirk sistemi için vaat ettiği yıkımın mutlaka geleceğini bildirdikten sonra o yıkımın altında kalan müşriklerin akıbetlerini anlatır. Onların bu dünya da çok büyük bir sarsıntı ve yıkım yaşayacaklarını, arkasından ahirette cehennem ateşiyle cezalandırılacaklarını belirtir. Onların dünyada iken kendilerinin iyi şeyler yaptıklarını zannetmeleri ve doğru yolda olduklarına ait kanaatleri ile kendilerine şefaat edeceklerine inandıkları tüm görüşlerinin yanlış çıkacağını ifade eder. Rezil ve rüsvay bir şekilde cehenneme atılacaklarını haber verir. Diğer taraftan iman eden ve ıslah edici harekette bulunanların ise Firdevs cennetleri ile mükafatlandırılacağını bildirir.
99- 108- O gün onları (şirk koşan kimseleri) birbirini kıran dalgalar gibi çalkalanmaya bırakırız. Sûr’a da üfürülmüştür. Böylece onların (şirk koşan kimselerin) hepsini bir araya toplarız. O gün cehennemi o inkarcılara arz ederiz. Onlar öyle kimselerdi ki; Beni hatırlatan (her şeye) karşı gözlerine bir perde çekilmişti, üstelik onlar dinlemeye (vahye kulak vermeye) de yanaşmıyorlardı. Yoksa o inkarcılar, Benim kullarımı, Ben’den bağımsız olarak, kendilerini savunan veliler edineceklerini mi sandılar? Kuşkusuz cehennemi o inkarcılara bir misafirhane olarak hazırladık. De ki: “Ameller açısından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar, dünya hayatında iyi işler yaptıklarını sandıkları halde yaptıkları bu çabaları boşa gitmiş olan kimselerdir.” İşte onlar, Rabblerinin ayetlerini ve O’na ulaşmayı inkâr etmiş kimselerdir ve bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyamet günü yaptıkları işleri tartıya bile almayız kendilerine hiç değer vermeyiz. İşte bu cehennemi inkâr etmeleri, ayetlerimi ve elçilerimi alaya almaları sebebiyle onlara verilen cezadır. Muhakkak ki iman eden ve ıslah edici eylemlerde bulunanlara içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs cennetleri ikram edilecektir. Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler. (Kehf Suresi 99-108)
19.4. İlahi Sözler Bitmez / Tükenmez Ve İlahi Ses Kesilemez
Boykot / muhasara boyunca Mekke’nin müşrik elebaşıları “Muhammed'in bu sözleri bitecek ve sonu gelecektir” Ya da “Sesini kestik, o bitti artık” demişlerdi. Cenab-ı Hak da onların bu sözlerine cevaben sözlerinin asla bitmeyeceğini, denizler mürekkep olsa onlara birçok deniz de ilave edilse yine de bitmeyeceğini ifade ederek İlahi sesin kesilemeyeceğini vurgular.
109-110- “De ki: Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsa hatta bir mislini daha ilave getirsek Rabbimin sözleri bitmeden önce denizler mutlaka tükenirdi.” De ki: “Ben sadece sizin gibi bir beşerim. Ne var ki Bana ilâhınızın ancak tek bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa ıslah edici eylemlerde bulunsun ve Rabbine itaatinde, hiç kimseyi ona ortak koşmasın.” (Kehf Suresi 109-110)
Sonuç olarak, peygamberimize bildirilen ve mümin kadrolara Zülkarneyn üzerinden öğretilen dış politika şöyle özetlenebilir;
1- İçe kapanık değil, dışa dönük dinamik bir dış politika takip etmek ve bu hususta her türlü imkânı (güç, silah, ordu, …) elde etmeye çalışmak,
2- Komşularıyla Barışta / İslam’da bir araya gelmeye davet ve bu amaçla her türlü imkânı seferber ederek Güç toplamak,
3- Barış / İslam topluluğuna girmeyi kabul edenlere ve kabilesinin mensuplarına zulüm uygulamayanlara dokunmamak,
4- Barış / İslam topluluğuna girmeyi reddedip, şirk ile kendi toplumlarına zulmedenleri bertaraf etmek ve o topluma barışı, huzuru, adaleti getirmek,
5- Tebliğ ile Barış / İslam topluluğuna girmenin gereğinin bir türlü anlatılamadığı Mekke toplumunu ise korktukları hususlarda emin hale getirmek. Bu amaçla;
Her türlü iç ve dış tehdit algılarını ortadan kaldırmak.
Güven ortamı oluşturmak.
Toplumsal dönüşümleri gerçekleştirmek.
6- Barış / İslam topluluğu oluşturmada ve çevresindeki zulüm ve kötülükleri ortadan kaldırmada gerekirse güç / kuvvet kullanmak ama bundan asla menfaat / rant / temin etmemek, sömürmemek.
[1] ) Zülkarneyn kimliği konusunda çok çeşitli rivayetler vardır. Ama Arapların literatürüne de girmiş bu destansı hükümdar / peygamber şahıs peygamberimizin hareketi için rol model teşkil etmiştir. Cenab-ı Hakk da O şahıs üzerinden peygamberimizin hareketini betimledi ve peygamberimizi “Zülkarneyn” yaptı. Resulullah’ın “Zülkarneyn [İki Çağ Sahibi/ çağlara damga vuran]” oluşu; geliştirdiği hareketin büyüklüğü ve hem kendi çağını hem de sonraki çağları etkilemiş olmasıdır. Öyle ki Müslümanlar daha sonraki yıllarda takvimlerini bile onun hareketine göre ayarlamışlardır ve Onun hicretini takvimlerinin başlangıç yılı olarak kabul etmişlerdir. Böylece olaylar “HÖ [Hicretten Önce]” ve “HS [Hicretten sonra]” diye sınıflandırılarak tarihe girdi. Tıpkı “MÖ [Milattan önce] ve “MS [Milattan sonra]” ifadelerindeki “Milat” gibi, “Hicret” olayı da tarih düzleminde iki ayrı çağa işaret eden bir referans noktası olarak kabul edildi.
[2]) Not:Grekçe’de Ye’cuc’ün anlamı da tanrıların / güçlerin kendi arzu ve istekleri doğrultusunda sevk edilmesidir.(A.A)
[3] ) Not: Mekke müşrik elitleri Grekçe’deki “Me’cuc”ün etki altına almak ve psikolojik baskı uygulamak anlamını icra etmekteydiler. (A.A)
[4]) Yecuc: Grekçe kökenli kelime ve “Tanrıları kendi arzu ve istekleri doğrultusunda sevk eden” anlamına gelmektedir. Bizim tercih ettiğimiz anlamda ise süper güçler (İRAN / BİZANS) ve bu güçlerin korkusunu besleyen Kureyşin ileri gelenlerini temsil etmektedir. Mecuc: Grekçede “ İnsanlar üzerinde etki yapan, psikolojik baskı oluşturan” anlamına gelmektedir. Bizim tercih ettiğimiz anlamda ise Kureyş’in kabile ve şirk sistemindeki İleri gelenlerin toplum üzerindeki baskısını temsil etmektedir. Bugün için ise “ kendi silah ve para güçleri ile hem Allah’a başkaldıran (yecuc) hem de insanlara güç kullanarak tahakküm eden (mecuc) egemen güçler …”.( Ö.R. Doğrul- Tanrı buyruğu)
[5]) Züber” sözcüğü “parça, kütle” anlamında kullanıldığı gibi, “kitap, küçük kitap, broşür, yazılı notlar” anlamında da kullanılır. Davud peygambere verilen kitabın adı olan Zebur da bu sözcükle aynı kökten gelmektedir. Hadid” sözcüğü “demir” anlamında olduğu gibi, “keskin zeka, keskin görüş, göz keskinliği, basiretli ” anlamında da kullanılmaktadır. Böylece “Zübere’l-hadid” tamlamasını, bu anlam doğrultusunda değerlendirdiğimizde, cümlenin anlamı da “keskin zekânızın notlarını bana getirin” demek olur. Diğer bir ifadeyle “ keskin zekalı / basiretli / hikmetli teklif metinlerini bana getirin” demektir. ( Hakkı Yılmaz- http://www.istekuran.com/index.php/69-kehf-suresi)
[6] ) NOT: Burası tam bir geçiş kısmıdır. Yani Zülkarneyn kıssasından peygamberimizin içinde bulunduğu topluma geçiştir. Bu nedenle O zamirinin Resulullaha raci kılınması pasajın akışına en uygun düşmektedir.(A.A)