BÖLÜM 34
MEKKE’NİN FETHİ
34.1. Hudeybiye Barışını Bozan Olay
Hudeybiye anlaşmasına göre tarafların müttefiklik anlaşması yaptığı kabilelerde bu anlaşma kapsamında dokunulmaz kılınmıştı. Yani, müttefik kabileye taraflardan herhangi birinin yapacağı bir saldırı anlaşmaya imza koyan diğer tarafa yönelik bir saldırı olarak kabul edilecekti. Bu hüküm, iki taraftan birisiyle müttefik olanları karşı tarafın zarar ve saldırılarından korumaktaydı.
Huzaalıların Haşim oğulları ile eskiden gelen müttefiklikleri vardı ve bu nedenle Huzaalılar Hudeybiye anlaşmasından sonra Medine İslam Cumhuriyetinin müttefiki olduklarını ilan etmişlerdi. Diğer taraftan Bekir oğullarının da Huzaalılar ile eskiden beri gelen kan davaları ve düşmanlıkları olması nedeniyle onlar da Mekke müşrik yönetimi safında yer almışlardı.
Kaza Umresinde de görüldüğü üzere Hz.Muhammed’in ezici üstünlüğü Mekke müşrik yönetimi üzerine baskın hale gelmişti. Fakat Hudeybiye barışını ihlal etmenin kendileri için idam fermanı çıkarmak demek olduğunu da gayet iyi biliyorlardı. Bu korkularının yanında kin ve nefretleri o kadar fazlaydı ki akıllı davranmalarını engelliyordu.
Bir gün Bekir oğullarından Enes Bin Zuneyn, içerisinde Hz.Muhammed’e@ ve müminlere hakaret içeren bir şiir okuyunca Huzaalılardan bir genç Enes’e kızmış ve kafasını yarmıştı.
Bekir oğulları İkrime bin Ebu Cehil, Safvan bin Ümeyye, Suheyl bin Amr, Mikrez bin Hafs, ..vb. gibi Mekke Yönetiminin ileri gelenlerini bu saldırıya kendilerinin karşılık vermeleri ve onların da kendilerine destek olmaları için kışkırttılar. Onlar Mekke Yönetiminin ileri gelenlerini gaza getirdiler. Medine İslam Cumhuriyetinin yani Hz.Muhammed’in@ etkisinin ve ağırlığının Mekke’de çok arttığından bahsettiler. Eskiden O’nun ve taraftarlarının hakkında rahatça atılıp tutulurken şimdi aleyhlerine söz bile söylenemediğini ifade ettiler. Hiçbir itibarları ve şereflerinin kalmadığından dem vurdular. Barış anlaşması ile iyice ellerinin kollarının bağlandığını söylediler. Bu durumun Mekke’deki Hz.Muhammed@ taraftarlarını azdırdığını belirttiler. En son yaşanan hadisedeki Huzaalı gencin yaptığına karşılık verilmeyecek olursa bu azgınlığın önünün alınamayacağını fakat kendilerine imkân verilirse ve yardım edilirse onlara bir ders verilmesi halinde Hz.Muhammed’in@ Mekke’deki müttefiklerinin sesinin kesileceğini teklif ettiler.
Mekke Yönetiminin ileri gelenleri ise bunun çok tehlikeli olduğunu barışı bozma nedeni olduğunu söylediler. Bekir oğulları ise bu işi gizlice yapmayı planladıklarını bildirdiler. Onların savlarına göre eğer çok gizli bir operasyon yapılacak olursa hem barış bozulmamış olacak hem de Mekke’deki Hz.Muhammed@ taraftarlarına hadleri bildirilmiş olacaktı.
Bunun üzerine Mekke’nin söz konusu ileri gelenleri çok gizli bir operasyona sıcak baktılar ve Bekir oğullarına yardım etmeyi kabul ettiler. Operasyon hazırlıklarına başladılar. Bekir oğullarıyla görüşen bu ileri gelenler, Bekir oğullarına silah ve adamlarıyla yardımda bulundu. Yardım için gönderilen adamların yüzleri örtülmüştü.
Operasyon planı şöyleydi; Arafat’a yakın yerde Vetir diye bilinen bir su kuyusu başında toplanan bazı Huzaalılara gece baskını düzenlenecek ve oradaki Huzaalılar öldürülecekti. Plan uygulamaya başlandı, fakat işler planlandığı gibi gitmedi. Operasyonu ağızlarına yüzlerine bulaştırdılar. Huzaalılar hemen toparlandılar ve karşı saldırıya geçtiler. Fakat operasyonu yapan tarafın kalabalık olması nedeniyle kendilerini emniyete almak için çarpışarak Harem bölgeye çekildiler. Bilindiği gibi Harem bölgesinde savaşmak haramdı ve kimse bu kutsiyeti ihlal edemezdi. Huzaalılar bu kuraldan istifade etmek için çarpışa çarpışa bu bölgeye çekildiler ve kendilerini emniyete almaya çalıştılar. Onlar Harem bölgeye gelinceye kadar sadece bir kişi kaybettiler.
Mekke müşrik yöneticileri Bekir oğullarının lideri olan Nevfel b. Muaviye’ye Harem Bölgede savaşmalarının yanlış olduğu hatırlatsalar da Nevfel intikam peşindeydi ve Harem bölgenin kutsiyetini ihlal etme pahasına operasyonla amaçladıklarını gerçekleştirmek niyetindeydi. Bu hususta hiçbir kuralı tanımıyordu. Zaten kurallara herhangi bir hürmetleri / saygıları da yoktu. Aynı konuda Huzaalılardan gelen uyarıda kar etmedi. Nevfel için hazır fırsatı yakalamışken Huzaalılardan intikam almak onun birinci önceliğiydi.
Ayrıca Huzaalı grubun hepsinin öldürülmesi de gerekiyordu ki Mekke yönetiminin söz konusu ileri gelenlerinin Bekir oğullarına yardım ettikleri açığa çıkmasın yani geriye hiç şahit kalmasın. Operasyona izin / destek veren Mekke Yöneticileri de operasyonun başarısız olması halinde hangi planın devreye sokulacağı ve operasyona nasıl yön verileceğini hiç düşünmemişlerdi. Bu sebepten Bekir oğullarının operasyonu sürdürmesine mecburen “evet” dediler.
Huzaalılar, Harem Bölgeye sığınmalarına rağmen saldırının devam ettiğini görünce, kendilerini emniyete almak için bu sefer yakınlardaki Büdeyl b. Verka'nın evine sığındılar. Fakat suikastçı operasyon grubu saldırmaya devam ettiler ve Büdeyl b. Verka’nın evine girip Huzaalılardan 20 -23 kişiyi katlettiler.
Çarpışma sabahın ilk şafağına kadar sürdü. Mekke Yönetiminin suikastı planlayan liderleri o sırada gelip Bekir oğullarını çatışmadan uzaklaştırdı ve bu sayede Huzaalılardan birkaç kişi kurtulabildi. Onlar bu hareketleriyle güya çatışmanın içerisinde olmadıklarını, hatta Huzaalılardan sağ kalan birkaç kişiyi de kendilerinin kurtardığı izlenimi vermeye çalıştılar. Kurtulan Huzaalılar bile bu tertibin içerisinde Mekke Yöneticilerinden bazılarının parmağı olduğunu anlayamamıştı. Onlar bu tertibi sadece Bekir oğullarının yaptığını biliyor, Mekke Yöneticileri gelince de kurtulduklarını sanıyorlardı. Sabaha kadar süren çatışmada olsa olsa Mekke yönetiminin olaya geç müdahale etmesi kusurunun olabileceğini düşünüyorlardı.
Ancak ev sahibi Büdeyl B. Verka her şeye şahit olmuştu. Mekke Yönetiminin de Bekir oğulları ile birlikte bu operasyonun içerisinde yer aldığını gördü. O, onların Bekir oğullarını katliamı bitirmek için söyledikleri sözler arasında kendi aralarında yaptıkları gizli konuşmalara yaptıkları atıfları da işitmişti. Evinin önünde ve içinde gerçekleşen katliam sırasında yüzleri örtülüde olsa bazı Mekke yöneticilerinin gönderdiği adamların kimler olduğunu da seslerinden tanımıştı. Fakat olaydan sonra o bütün şahit olduğu hususları Mekkelilerden gizledi, onlara herhangi bir açıklamada bulunmadı. Zira bu operasyon çok yönlü ve birçok tarafı ilgilendiren bir operasyon olması nedeniyle açıklandığında kendisini yaşatmayacakları açıktı. Diğer taraftan ise onun Huzaalılarla dostluğu vardı. Bu dostluğa ihanet edemezdi. Bu zalimliği / hainliği yapanlara ve Mekke’nin kutsiyetini tanımayanlara hadlerinin bildirilmesi ancak işin iç yüzünü Hz.Muhammed’e@ anlatması halinde mümkün olabilirdi. Bu nedenle sessiz kalmayı ve gizlice Medine’ye gidip olayın iç yüzünü Hz.Muhammed’e anlatmayı kafasına koydu.
Sabah olunca olay Mekke’de duyuldu ve Mekke çalkalanmaya başladı. Mekke halkı olayın detaylarından haberdar değildi ama operasyon hakkında bilgisi olmayan ileri gelenler çok kısa zamanda bu işte diğer ileri gelenlerin parmağının var olduğunu anladılar. Onlardan Haris b. Hişam'la Abdullah b. Ebi Rebia doğruca Ebu Süfyan’a gittiler ve durumu ona haber verdiler. Onlar bu işin içerisinde İkrime bin Ebu Cehil, Safvan bin Ümeyye, Süheyl bin amr vb ileri gelenlerin olduğunu görünce nasıl bir strateji izleneceği üzerinde düşünmeye başladılar. Mekke’nin bütün ileri gelenleri bir araya geldiler ve olayın Medine İslam Cumhuriyetine mutlaka intikal edeceğini bu nedenle de nasıl bir yol izleneceğini tartışmaya başladılar.
Sonunda bu işte Mekke Yönetiminin parmağı olduğu hususunu mutlaka sıkı bir şekilde gizlenmesi üzerinde anlaştılar. Aksi takdirde Hz.Muhammed’in@ ordusu ile birlikte çok geçmeden tepelerine binmesi muhakkaktı.
Şayet bu işin içerisinde Mekke Yönetiminin olmadığına Hz.Muhammed@ inandırılırsa ya da operasyona destek verdiğine ilişkin hiçbir ispat / şahit olmayacak olursa bu işten sıyrılmak kolay olacaktı. Her ne kadar anlaşma hükümlerine göre bu husus tarafların müttefiklerini de kapsıyor olsa da kontrol edilemeyen güçler tarafından bu işin gerçekleştirildiği Hz.Muhammed’e@ ifade edilecekti. Bu nedenle kendilerinin bu katliamdan sorumlu tutulamayacağı savunulacaktı. Onlar kendi aralarında böyle sözbirliği etmiş olsalar da olaylar kendilerinin dışında farklı seyretti.
Katliamdan sonra Huzaalılar hemen bir heyet ile Medine’nin yolunu tuttular ve olaydan Hz.Muhammed’i@ haberdar ettiler. İntikamlarının Bekir oğullarından alınmasını istediler.
Huzaalıların heyetiyle hemen hemen aynı zamanda Büdeyl b. Verka da Medine’ye varmış ve katliam işinde Mekke yöneticilerinin dahli olduğunu başından geçen olaylarla birlikte aktarmıştı. Büdeyl b. Verka olayları anlatırken kendi evine sığınan ve dostları olan Huzaalıları koruyamamış olmanın üzüntüsünü yaşamaktaydı. O Mekkelilerin yapmış oldukları ihaneti bir bir Hz.Muhammed’e@ anlattı. Hz.Muhammed@ artık her şeyi biliyordu. Hudeybiye Barışı artık bozulmuştu ve onlarla savaşın yolu açılmıştı.
34.2. Mekke’ye Savaş İlanı
Hz.Muhammed@ barışın bozulduğunu ve dört ay içerisinde Mekke’ye müdahale edileceğini bir ültimatomla bildirecekti. Bu ültimatomda barışı bozan müşrik Mekkelilerle artık İslam Cumhuriyetinin (Allah ve Resulünün) hiçbir ilişkisinin kalmadığı, onlarla savaş halinde olunacağı ifade edilecek ve onların Allah’ın Ordusunu yenemeyecekleri deklare edilecekti. Barışı bozan Mekke yönetimine açılacak savaş ilanının hac günlerinde bütün insanlara duyurulacağı bildirilecekti. Diğer taraftan bu duyuruda Barışa sadık olan müşriklerle barışın devam ettiği de ilan edilecekti. Duyurudaki Barışa sadık olanlara herhangi bir şey yapılmayacağı hususu, İslam Ordusu fetih için Mekke’ye geldiğinde onların çatışma dışı kalmalarını sağlamak için yer alacaktı.
Bu ültimatomda barışı bozan müşrikler şayet tevbe eder / pişman olurlarsa / özür dilerlerse ancak paçayı kurtarabilecekleri de bildirilecekti. Söz konusu ültimatomda yer alacak bütün bu hususlar Cenab-ı Hakk’ın Tevbe Suresinde inzal ettiği aşağıdaki ayetlere göre belirlendi;
1-4-Bu (okunacak olan beyan), Allah ve Resulünden kendileri ile (Hudeybiye’de) anlaşma yaptığınız o-müşriklere bir ültimatomdur. / (Anlaşmanın Fesih bildirimidir.) (İster kendinize müttefikler aramak için, isterse pişman olup tevbe etmeniz için) Ülkenizde dört ay daha gezip dolaşın bakalım. Fakat iyi bilin ki Allah'ı asla yenemeyeceksiniz / Allah’ı asla aciz bırakamayacaksınız. / Allah’tan yakanızı kurtaramayacaksınız. Allah, inkârcıları / başkaldıranları rezil, rüsva ve perişan edecektir. Büyük Hac gününde de (duyurulacağı üzere bu), Allah ve Resulünden insanlara bir ilandır: Allah ve Resulü, kesinlikle o-müşriklerden uzaktır. (Ey müşrikler!) Eğer pişman olursanız / tevbe ederseniz bu sizin için hayırlı olur, yok eğer yüz çevirirseniz, şunu iyice bilin ki Allah’ı asla yenemeyeceksiniz./ Allah’ı asla aciz bırakamayacaksınız./ Allah’tan yakanızı kurtaramayacaksınız. İnkârcıları / başkaldıranları acıklı bir azapla müjdele. Ancak (Ey müminler! Hudeybiye’de) Anlaşma yaptığınız o-müşriklerden anlaşmaya ihanet etmeyenler / anlaşmanın şartlarını yerine getirenler ve size karşı hiç kimseye destek vermeyenler müstesnadır. Onlarla yaptığınız antlaşmayı süresi dolana kadar tamamlayın. Hiç şüphesiz ki Allah, anlaşmalarına uyan / verdikleri ahde bağlı kalan muttakileri sever. (Tevbe Suresi 1-4)
34.3. Mekke Yönetimine Ültimatom Mektubu
Hz.Muhammed@ hemen Mekke Yönetimine Tevbe Suresinin bu ayetlerini ihtiva eden bir mektup yazarak onlara ültimatomunu gönderdi. Mektup Hz.Muhammed’in@ elçisi Damra tarafından Mekke’ye götürüldü. Mektup Mekke müşrik yöneticilerini panikletti. Zira mektuba göre ya tevbe edecekler yani yaptıklarının bedelini ödeyecek ve pişmanlıklarını arz edecekler ya da kendileri ile savaşılacak ve kendilerine yaşam hakkı tanınmayacaktı. Mekkeliler için tazminat / kan bedelini ödemek onlara çok ağır gelecekti. Çünkü bu tazminatı yoksul oldukları için Bekir oğullarının ödemeleri imkânsızdı. Mekkeli müşrik ileri gelenleri ise bu tür bir ödeme yükümlülüğüne girmek istemiyorlardı. O nedenle onlar bir taraftan kendilerine müttefikler arayacaklar bir taraftan da Hz.Muhammed’i@ kandırarak Hudeybiye Barış anlaşmasını yenilemenin yollarını arayacaklardı.
34.4. Mekkeliler hesap Vermekten Kaçmanın Yollarını Aradı
Mekke müşrik ileri gelenleri Anlaşmayı yenilemek ve süreyi uzatmak için Ebu Süfyan’ı Medine’ye göndermeyi kararlaştırdılar. Aslında Ebu Süfyan bu işi kendisinin halledebileceğini iddia ederek kendisinin Medine’ye elçi olarak gönderilmesini istemiş olması muhtemel görünüyor.
Anlaşmanın bozulduğu açıktı. Fakat anlaşmayı yenilemek için ileri sürülecek bahaneleri müttefikleri olan Bekir oğullarının işledikleri suç nedeniyle kendilerinin suçlanmaması ve onların günahının bedelinin kendilerine ödetilmemesi idi. Kendi günahlarının sadece Bekir oğullarına su ve erzak vermek şeklinde küçük yardımlardan ibaret olduğunu iddia edeceklerdi.
34.5. Ebu Süfyan’ın Hudeybiye Anlaşmasını Yenileme Çabaları
Ebu Süfyan Medine’ye ulaştı ve Hz.Muhammed@ ile görüştü. Ebu Süfyan, Bekir oğullarının gerçekleştirdikleri katliam sırasında bazı Mekke ileri gelenlerinin yaptıkları küçük lojistik yardımların Anlaşmayı bozacak nitelikte olmadığını ve diğer taraftan da genel olarak kendi kontrollerinde olmayan Bekir oğullarının bir günah işlediklerini bu günahtan da kendilerini sorumlu tutmamaları gerektiğini bildirdikten sonra Hudeybiye Anlaşmasını yenileyip süreyi uzatma teklifini getirdi.
Hz.Muhammed@ kendisinin anlaşmayı ihlal etmediğini, bütün şartlarını harfiyen yerine getirdiğini ama bazı Mekke Yöneticilerinin Bekir oğullarına sadece lojistik destek vermediğini yapılan katliama bizzat iştirak ederek anlaşmayı çiğnediklerini ifade etti. Bunun bir iddia olmayıp ispat edebileceğini ve şahitlendirebileceğini de ekledi. Eğer tevbe etmeyip katliamın bedelini ödemeyecek olurlarsa savaşın kaçınılmaz olacağını belirtti.
Ebu Süfyan Hz.Muhammed’in@ her şeyi bildiğini görünce çaresiz kaldı. Hâlbuki Mekke Yöneticilerine bu işi halledeceğini söyleyip Mekke’den ayrılmıştı ama şimdi hiçbir şeyi halledemiyordu. Çözüm için sırayla Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Sa’d b. Ubade, Hz. Fatıma ile görüştü ve onların şefaatçi olmalarını istedi. Fakat hiç birisi şefaatçi olmadı. Sadece Hz. Ali ona şöyle bir yol gösterdi.
Hz.Muhammed’in@ huzuruna çıkıp Mekke ve Medine yönetimlerini kendisinin himayesine aldığını ve her iki halk adına kendisinin barış anlaşmasını yenilediğini söyleyip Mekke’ye dönmesini tavsiye etti. Yani anlaşmayı yenilemeyi «tek taraflı» olarak yaptığını ilan etmesini bildirdi. Ebu Süfyan bunun ne kadar geçerli olacağını sorduğunda da bunu kendisinin bilemeyeceğini ama bir deneme yapılabileceğini bildirdi. Ebu Süfyan bu tavsiyeyi Hz.Muhammed’in@ huzurun da yerine getirdi. Hz.Muhammed@ ise onun bu sözüne karşılık “bu senin sözündür” diyerek karşılık verdi. Yani ancak seni bağlar anlamında kullandı. Ama Ebu Süfyan bu karşılığı işine geldiği gibi anladı ve Mekke’ye geri döndü.
Mekke Yönetimine Hz.Muhammed’le@ yaptığı görüşmenin detaylarını anlattı. Fakat Mekke Yöneticileri bunun Hz. Ali’nin dalga geçmesi olarak anladılar ve şunu söylediler; “Bu sadece senin sözündür onları bağlamaz. Anlaşma iki taraflı olur. Tek taraflı anlaşma olmaz. Muhammed istediği zaman bizimle savaşabilir. Bir işi beceremedin. İşi ortada bıraktın. Ne bir anlaşma getirdin ki kendimizi emniyette hissedelim. Ne de bir savaş kararı getirdin ki hazırlık yapalım.”
Bu konudaki elimizde tarih tek kanıt yukarıda anlatılanlardır. Ancak Ebu Süfyan’ın Medine’ye yaptığı elçilik sırasında şu türden bir olaylar zinciri de tahayyül edilebilir;
“Ebu Süfyan Hz.Muhammed’in@ katliama dair her türlü bilgiye sahip olduğundan ültimatomda yaptığı tehditleri yerine getirmek için harekete geçeceğini ve Mekke’yi fethe çıkacağını anladıktan sonra kazanan tarafta olmayı düşünmüş olabilir. Zaten kendisinin bu sözleşmeye asla ihanet etmediği de yine taraflarca bilinmektedir. Bu durumda fetih sırasında ve sonrasında kendisine zarar verilmemesini istemek yani teslim olmak Ebu Süfyan’ın karakterine en uygunu gözükmektedir. Nasıl olsa ültimatom mektubunda barışı bozmayanlara dokunulmayacağına vurgu yapılmıştı. Yani Ebu Süfyan durumun vahametini sezince hemen teslim olmayı seçmiş ve Hz.Muhammed’in@ safına geçmiş olmalıdır. Ayrıca başkalarının yapmış olduğu hata ve günahın bedelini neden kendisi ödesin? Basiretli tüccar gibi davranan Ebu Süfyan, kendisi ve aşireti için en karlı olanı seçmesi en mantıklı olanıdır. Böylece Hz.Muhammed @ ile gizli bir anlaşma yapmış olması ihtimal dâhilindedir.”
Zaten Ebu Süfyan Mekke’ye geldiğinde Mekke’nin ileri gelenleri onun müslüman olmasından şüphelenmişlerdir. Ancak çok kurnaz olan Ebu Süfyan Mekke’ye gelir gelmez ayağının tozuyla hemen putlara tazim / saygı ve kurbanlar sunarak onların bu şüphelerini gidermiştir. Daha sonrasında Mekke müşrik ileri gelenlerine anlaşmayı tek taraflı olarak yenilediğini bildirmişti. Ebu Süfyan’ın yaptığı tek taraflı deklarasyonun bir anlamı olmadığını bilen Mekke Yöneticilerinin tedirginlikleri devam etmiştir. Fakat Hz.Muhammed@ Ebu Süfyan’ın hemen ardından Mekke’yi fethe çıktığı için onlar Mekke’yi savunmak için herhangi bir önlem alamamışlardı. İslam Ordusu Mekke’ye yöneldiğinde de Ebu Süfyan ortadan kaybolduğu için Mekke’nin fethinde sadece katliama bulaşmış kişiler ve kabileleri direnmişlerdi.
Ebu Süfyan’ın Medine İslam Ordusunun Mekke’ye doğru geldiğini önceden bildiğine dair rivayetler ve onun İslam Ordusu Mekke önlerine geldiği zaman hemen ortadan kaybolup Hz.Muhammed’in@ otağına gelmesi ve ordunun geçişini izlemesi, Hz.Muhammed’e@ hayran kalması, dahası kendi evine sığınanların emniyette olmasının sadece onurla izah edilmesi pek akla yatkın gelmemektedir. Hâlbuki Ebu Süfyan’ın daha önceden Hz.Muhammed’in safına geçtiğinin bilinmesi ve kavim kabilesini de onun evi şahsında Hz.Muhammed’in@ safına çağırıyor olması daha makul gelmektedir.
34.6. Mekke’nin Fethi İçin Hazırlıklar
Ebu Süfyan'ın Medine'den ayrılmasından hemen sonra Hz.Muhammed@ büyük bir sefere çıkılacağını bildirerek hemen hazırlıklara başlanması talimatını verdi. Fakat seferin nereye yapılacağını en yakınındaki kurmayları hariç kimseyle paylaşmadı. Medine’den çıkışlar yasaklandı. Görevli kişiler dışında kimseye izin verilmedi. Çevre müslüman ve müttefik kabilelere sefere katılmak üzere hazırlık yapmaları için elçiler gönderildi. Bazı kabileler orduya Medine’de katılacaklardı, bazıları ise yolda katılım sağlayacaklardı. Sefere Medine’de katılacak olanlar Medine’ye geldiler. Seferin nereye olacağı herkes tarafından merak ediliyordu. Fakat kimse hedef topluluğun hangisi olduğunu bilmiyordu. Ültimatomda dört ay içerisinde saldırı yapılacağı bildirildiği için seferin Mekke üzerine yapılacağı kesin değildi.
Hz.Muhammed@ asıl hedefin tahmin edilmesini önlemek için Ebu Katade b. Rebi komutasındaki bir keşif birliğini Medine’nin kuzeyine doğru gönderdi. Böylece herkes, seferin hedefinin Mute Savaşı’nın rövanşı niteliğinde olarak Suriye tarafları olduğuna inandırıldı.
34.7. İslam Ordusunun Medine’den Çıkışı
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra yola çıkıldı. Yaklaşık 9000 kişilik bir askeri birlik ile önce batıya deniz tarafına sonra ise güney tarafa doğru gidildi. Hz.Muhammed@ sefere çıktığında her zaman önce esas hedefin zıddına gittiği için herkes belirli bir yerden sonra geri dönüleceğini sanıyordu. Kısa bir süre sonra Beni Süleymler de 1000 kişilik bir kuvvetle orduya katıldı. Hatta Kuzeye gönderilen öncü birlik geri döndü ve orduya katıldı fakat Hz.Muhammed@ hala orduya geri dönme emrini vermedi. Buna rağmen yine de bir yerden sonra geri dönülüp Suriye üzerine yürüneceğini düşünenler olduğu gibi hedefin bu kez güneye Hevazin ve Sakif kabileleri üzerine olduğunu düşünmeye başladılar. Zira herkes Mekke ile Anlaşmanın devam ettiğini zannediyordu. Mekke’de yaşananlardan sonra Ebu Süfyan’ın tek taraflı olarak ilan ettiği barışın geçerli olduğunu düşünerek seferin Mekke üzerine olacağına ihtimal vermiyorlardı.
Fakat daha Medine’de iken Hatıb b. Ebi Beltea seferin Mekke üzerine yapılacağını tahmin etmişti ve yapılacak savaş sırasında Mekke’deki aile efradının zarar görmesinden korkmuştu. O Mekke’deki yakınları hakkında duyduğu korku nedeniyle onları korumak için durumu bir mektuba yazdı ve Mekke’ye giden Müzeyneli dilenci bir kadına mektubu verdi.
Hz.Muhammed@ sıkı tedbirler aldığı ve insanların psikolojilerini çok iyi bildiği için yolda rastladıkları bu dilenci kadının bir şeyler sakladığını anladı ve derhal onun yakalanarak sorgulanması talimatını verdi. Emri alan Hz. Ali, Zübeyr b. Avvam ve Mikdat b. Esved, dilenci kadını yakaladılar. Kadının üzerinde yapılan arama sonucunda saçlarının içine gizlenmiş mektup bulundu ve Hatıb b. Ebi Beltea’nın bu hatayı yaptığı anlaşıldı. Bu büyük bir ihanet idi. Hz. Ömer, Hatıb’a ölüm cezası verilmesini teklif etti. Fakat Hatıb bu hareketi bir ihanet içerisinde yapmadığını sadece zayıf, yoksul ve kimsesiz durumda olan aile efradını koruma saikıyla yaptığını, Hz.Muhammed’e@ olan sevgi ve bağlılığında asla en ufak bir eksilme olmadığını samimi bir şekilde vurgulayınca Hz.Muhammed@ onu affetti. Hatıb’ın Bedir gazisi olduğuna işaret ederek samimi itirafları nedeniyle ihanet cezası uygulanmadı ve affedildi.
34.8. Oruçların Bozulması Emri ve Ordunun Düzenlenmesi
Sefere çıkıldığı zaman Ramazan ayıydı ve herkes oruçluydu. Fakat Hz.Muhammed herkesin orucunu bozmasını istedi ve kendisi de herkesin görebileceği şekilde orucunu bozarak bunun bir tavsiye değil bir emir olduğunu gösterdi. Böylece herkes oruçlarını bozdular.
İslam Ordusu Kudeyd'e gelinceye kadar serbest tarzda yürüyüşüne devam etti. Bu arada müttefik kabilelerden orduya katılımlar büyük ölçüde tamamlandı. Artık orduya bir nizam vermek gerekiyordu. Hz.Muhammed@ bu yerde Orduyu bölüklere ayırdı. Her bölüğün sancaktarını belirledi ve sancaklarını verdi. Bundan sonra İslam Ordusu disiplinli olarak ve nizami / düzenli bir ordu şeklinde ilerleyecekti.
34.9. İslam Ordusu Mekke Önlerinde
İslam Ordusu Mekke’ye iyice yaklaştı ve Mahruzzahran adı verilen yerde kamp kurdu. Hz.Muhammed@ herkesin birer ateş yakmasını emretti. Gece on bin ayrı noktada ateş yakılınca Mekke tarafından izleyenler ordunun büyüklüğü karşısında dehşete kapıldı. Bu ordu Mekke’ye saldıracak olursa karşısında durmak imkânsızdı. Mekkeliler çok hazırlıksız yakalanmışlardı. Mekke müşrik ileri gelenleri panik içerisinde alınacak tedbirleri ve izlenecek stratejiyi kendi aralarında görüşmek üzere toplandılar. Fakat Ebu Süfyan ortalıkta yoktu. O, İslam Ordusunun Mekke’ye yaklaştığı haberini alır almaz hemen Mekke’den çıkmış ve Hz.Muhammed’in@ safında yer almak için İslam ordusunun kampına doğru gitmişti. O, Hz. Abbas ile daha önceden kararlaştırdıkları yerde buluştular. Hz. Abbas Ebu Süfyan’ı devesinin terkisine (böylece de himayesine) alarak Hz.Muhammed’in@ huzuruna getirdi. Ebu Süfyan Hz.Muhammed’in@ huzurunda aleni olarak teslim / müslüman olduğunu beyan etti. (Rivayetlerde birazda zorlanmış görünerek müslüman olduğu belirtilir.)
34.10. Ebu Süfyan’ın Teslim Olması
Ebu Süfyan teslim / müslüman olmuştur, ancak hala «Allah’tan başka ilah olmadığı» ilkesinin izdüşümü olan toplumsal yapı konusunda tereddütlüdür. Hz. Ömer onu o gece sabaha kadar İslam Ordusuna katılan kabileleri gezdirdi ve daha önce asla tevhit yanlısı olmayacaklarına inandıkları azgın kabilelerin / başına buyruk kabilelerin nasıl tevhide sarıldıklarına ve Hz.Muhammed’in@ etrafından saf tuttuklarını müşahede edince tevhit ideolojisine iman etmekten başka çaresi kalmadı. Hâlbuki o ve diğer müşrikler yıllarca şirk düşüncesine sahip Arap kabilelerin asla özgürlüklerinden ödün vermeyeceklerine ve bir otorite etrafında toplanmayacaklarına inanmışlardı. Ama şimdi görüyordu ki Hz.Muhammed@ bunu başarmıştı.
34.11. Ebu Süfyan’ın Mekke’nin Teslim Olmasına Etkisi
Hz.Muhammed@ Mekke’yi savaşsız ve kan dökmeden teslim almak ve halkın gönüllerini fethetmek istiyordu. Bunun en iyi yolu da teslim olmaları şartıyla herkesin can ve mal emniyetinin garanti edileceğinin ilan edilmesinden geçiyordu. Daha önce Hz.Muhammed’in@ duyurduğu ültimatomda İslam Ordusu ile savaşmayanlara dokunulmayacağı bildirilmişti. Ancak şimdi bunun şekli belirtilmesi gerekiyordu. Bunun için yapılacak ilanda Kâbe’ye sığınanların emniyette olacağı ve İslam ordusu ile çarpışmaya girmeyip evine kapanan kişilerin emniyette olacağı bildirilecekti. Fakat bunun göstergesi de olmalıydı. Herkesin bildiği üzere Ebu Süfyan ortadan kaybolmuştu. Şayet O ortaya çıkıp da kendisinin teslim olduğunu / müslüman olduğunu bildirdikten sonra onun şerefli konumunun muhafaza edildiğinin bizzat fethe gelen ordu temsilcilerince deklare edilmesi, Mekke halkını da teslim olmaya teşvik edecek ve onların teslim olmalarında bir çeşit garanti göstergesi olacaktı. Yani garanti konusunda güven verildiğinin en önemli göstergesi olarak Mekke’nin reisi konumundaki Ebu Süfyan’ın teslim / müslüman olduğu herkese ilan edildikten sonra onun evine sığınan kimselerin de emniyette olacağı ilan edilmeliydi. Ebu Süfyan’ın teslim / müslüman olması aynı zamanda halkın da teslim olmasında teşvik edici olacaktı.
Hz.Muhammed@, amcası Hz. Abbas’ın bu konudaki önerisini yerinde bularak yarın ki fetih hareketinden önce Ebu Süfyan’ın Mekke’ye gönderilmesine ve bu hususların Mekke’de ilan edilmesine karar verdi.
34.12. Ebu Süfyan’ın Önünden İslam Ordusunun Geçit Töreni Yapması
Ebu Süfyan’ın son bir tereddüdü kalmıştı. Kabilelerin tevhit edilebileceği konusunda ikna olmuştu. Fakat nübüvvet hususunda ayak diriyordu. Yani Mekke ile Medine’nin güçlerini birleştirmesi manasına gelecek olan bu fetihten sonra Devletin başında kimin olacağı hususunda kendisine bir yol arıyordu. Hz.Muhammed@ ise Ebu Süfyan’ın aklından geçenleri gayet iyi bildiğinden onun bu işin nübüvvet olmadan başarılamayacağını ve bu işin saltanatla yapılamayacağını göstermesi için İslam Ordusunun geçit resmini izlettirme görevini amcası Hz. Abbas’a verdi.
O, Ebu Süfyan'ı, Erak’daki vadinin en dar kısmına götürdü. Biraz sonra ordu hareket etti ve geçit töreni başladı. Bölükler, başlarında komutanları olduğu halde Ebu Süfyan'ın önünden geçiyorlardı. Önce bin kişilik mevcutlarıyla Süleymler geçtiler. Süleymlerin komutanı Ebu Süfyan'ın önüne gelince üç defa tekbir getirerek Ebu Süfyan’ı selamladı. Daha sonra beş yüz kişilik birliğin başında Zübeyr b. Avvam geçti. O da Ebu Süfyan'ın önünden geçerken üç defa tekbir getirdi. Arkasından Ebu Zerr el-Gıfari üç yüz kişilik birliğinin başında olduğu halde geçti. O da Ebu Süfyan'ın önüne gelince tekbir getirdi.
34.13. Ebu Süfyan’ın Nübüvveti Kabulü
Tüm vadi tekbirlerle yankılanıyordu. Müslümanlar bölükler halinde Ebu Süfyan'ın önünden geçiyor ve her bölük tekbir getiriyordu. Kendi kabilelerine ait putlar ve kendi kabilelerinden / soylarından başka hiçbir otoriteye boyun eğmeyi kabul etmeyen kabilelerin bu tekbirlerle Allah’ın inzal ettiği hukuka / yasalara boyun eğeceklerini deklare etmeleri Ebu Süfyan’ı son derece şaşırtmıştı. Zira bu kabileler müşrik iken kendi başlarına buyruktular ve kendi putlarının (dolayısıyla kendi soylarından gelen reislerin dışında kimsenin) hükümlerine boyun eğmeyen kimselerdi. Ama şimdi sadece Allah’ın hükümranlığını kabul ettiklerini haykırıyorlardı. Fakat Ebu Süfyan bunun Hz.Muhammed’in@ kendine krallık / saltanat elde etmek için yaptığını ihsas ettirmek için Hz. Abbas'a “Kardeşinin oğlu ne büyük saltanat elde etmiş” dedi. O bu sözü ile aynı zamanda Hz.Muhammed’in iyi bir kral olduğunu ifade etmek istedi. Fakat Hz. Abbas onun bu görüşünü reddetti ve “Hayır! Bu bir saltanat değil, bu nübüvvettir” dedi. Hz. Abbas bu sözleriyle kabilelerin bir insan olarak Hz.Muhammed’e değil Allah’a boyun eğdiğini, peygamberimizin sadece bir elçi olmaktan başka bir misyonu olmadığını ifade etti. Eğer Hz.Muhammed@ insanların üzerine saltanat kurmak isteseydi, bu kabilelerin bunu asla kabul etmeyeceğini ama O’nun insanları kendilerini yaratan Allah’ın yasalarına itaate çağırdığını ve bu hükümlere uyma hususunda kendisinin de diğer insanlardan hiçbir farkının olmadığını ortaya koyduğu için kabilelerin kendisine tabi olduğunu belirtmiş oldu. Ayrıca Hz. Abbas bu sözleriyle saltanat makamı ile nübüvvet makamlarının farkını da gösteriyordu. Her ikisinin de makam olduğu malumdu. Ama saltanat sahibi yasaları ve ilkeleri kendisi belirleyen ve koyduğu yasalar ve ilkelerin sonuçlarından sorumlu olmayan bir tüzel kişilik iken, nübüvvet makamında ilkelerin ve yasaların bir insan tarafından değil Allah tarafından belirlendiği ortaya konulmuş oluyordu. Saltanatta saltanat sahibinden kimse hesap soramaz iken nübüvvet makamında olan kimsenin sorumsuz olmadığı ve Allah’a hesap vereceği belirtilmiş oluyordu. Nübüvvet makamında olan kimsenin Allah’ın yasaları / hukuku ile kayıtlı olması ve Allah’ın koyduğu yasaların bütün insanların / kamunun hukukunu koruyup gözetmesi ile kabilelerin teveccühünün kazanıldığı ve böylece Nübüvvet makamına bağlandıkları ifade edilmiş oluyordu.
Hz. Abbas’ın bir cümlede özetlediği yukarıdaki anlamları içeren sözlerine karşılık Ebu Süfyan “Haklısın, bu bir nübüvvet” diyerek cevap verdi. Böylece Ebu Süfyan bu tevhidin saltanat ile değil nübüvvet esasları ve amaçlarıyla elde edildiği konusunda ikna oldu fakat kalbi saltanattan yanaydı hala. Ancak çaresiz olarak Hz.Muhammed’in@ nübüvvetini kabul ettiği gibi Mekke’nin dâhil olacağı devletin yönetiminde herhangi bir payının ya da önderliğinin olamayacağını da en azından şimdilik görmüş oldu.
Ebu Süfyan'ın önünden geçen en son birlik ise aralarında Hz.Muhammed’in@ de yer aldığı Muhacir ve Ensar’dı. Birliğin sancağını taşıyan Sa'd b. Ubâde, Ebu Süfyan'ın önüne geldiğinde “Ey Ebu Süfyan! Bugün savaş günüdür! Bugün Kâbe’de savaşın, kanın helal olduğu gündür! Allah bugün Kureyş müşriklerini aşağılık ve rezil kılacaktır” diye bağırdı.
34.14. Mekke ile Medine’nin Birleşme Anlaşması
Ebu Süfyan hemen Hz.Muhammed’e@ seslenip konuşmalarının/ anlaşmalarının böyle olmadığını bildirdi. O, “Hani kan akıtılmayacaktı? Hani Mekke rezil edilmeyecekti? Hani Mekke aşağılanmayacaktı? Sa’d bin Ubade bunların tersini söyledi!” deyince Hz.Muhammed@ hemen müdahale etti ve sancağı Sa’d b.Ubade’den alarak oğlu Kays’a verdi. O ayrıca kendisinin merhamet peygamberi olduğunu ve Mekke’nin / Kureyş’in bu fetihten sonra rezil değil aziz olacağını duyurdu. Yani kimsenin savaşmayı ve kan akıtmayı düşünmemesi gerektiğini, bu askeri hareketin barışı bozup fethe / birleşmeye karşı koyacak kişiler için caydırıcılıktan öte bir anlam taşımadığını bildirdi.
Mekke’nin Medine İslam Cumhuriyeti ile birleşmesine karşı duracak taraflar Ikrime b. Ebu Cehil, Safvan b. Umeyye, Abdullah b. Sa’d, Süheyl b. Amr gibi liderlerin önderliğinde yer alanlardı. Zaten bunlar Hudeybiye barışının bozulmasında etkin rol oynamış kimselerdi. Bu nedenle kendilerinden hesap sorulacağı endişesi ile direneceklerdi ve teslim olmayacaklardı. Hz.Muhammed@ ise sadece direnecek ve çatışacak olanların etkisiz hale getirilmesini emretti.
34.15. Ebu Süfyan’ın Mekke Halkını Teslimiyete İkna Etmesi
Ebu Süfyan İslam Ordusu Mekke'ye girmeden önce şehre gitti ve halka hitap ederek “Ey Kureyş topluluğu! Muhammed büyük bir ordu ile yanınıza kadar geldi. Ona karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yok! Her kim Ebû Süfyan'ın evine girerse güvenliktedir. Her kim Kâbe’ye sığınırsa emniyettedir. Her kim kapısını kapayıp evine girerse emniyettedir.” dedi.([1])
Ebu Süfyan’ın bu sözleri tüm Mekkelilere yol gösterdi ve Mekke halkının bu aşamadan sonra direnmelerinin anlamsız olduğunu belirtmiş oldu. Aynı zamanda teslim olan herkesin can ve mallarının emniyette olacağının garantisini de Ebu Süfyan kendi teslimiyeti ile ilan etmiş oldu. Her ne kadar karısı onun bu sözlerine karşı çıkmış olsa da karşı koyacak güçlerinin olmadığını kabul ederek o da istemiye istemiye teslim olmayı kabul etti.
Herkes evine girip kapıyı kapattı ve İslam Ordusunun Mekke’ye girişini beklemeye başladı.
İslam Ordusu Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın birliği, Kays b. Sa’d b. Ubade’nin birliği, Zübeyr b. Avvam’ın birliği, Peygamberimizin Muhacir ve Ensardan oluşan birliği, Halid b. Velid’in birliği olmak üzere beş koldan Mekke’ye girdi. Halid bin Velid’in birliği hariç diğer birlikler herhangi bir direnişle karşılaşmadılar. Halid b. Velid’in birliğine ise şehrin Yemen çıkışı noktasında 100 kişilik bir grup direniş gösterdi. O direnen grubun liderleri ise Bekir oğulları ile birlikte Huzaalıları katleden ve barışı bozan İkrime, Safvan ve Süheyl’den başkası değildi. Fakat çatışma çok kısa sürdü ve İslam Ordusu üç şehit verirken müşrikler 12 kişi kayıp verdiler. Direnen grup bozuldu ve kaçmaya başladı. Kaçanların kovalanmayacağı talimatı olduğu için kaçanlar takip edilmedi. Direnen grubun liderlerinden İkrime ve Safvan Mekke dışına sahile doğru kaçarken Süheyl evine sığındı ve kapısını kapatarak Hz.Muhammed’in verdiği emandan yararlanmayı seçti. Gruptaki diğer direnenlerin bir kısmı da evlerine sığınarak Süheyl ile aynı tercihte bulundular. Bazıları ise peygamberimizin verdiği emana karşı içlerinde hala bir güvensizlik taşıdıkları için dağlara kaçtılar.
34.16. Hz.Muhammed’in@ Karargâh Çadırı
İslam Ordusu Mekke’ye tam hâkimiyeti sağladıktan sonra peygamberimizin karargâh çadırı Hacuna kuruldu. Bu yer bir zamanlar Mekke müşriklerinin toplanıp Hz.Muhammed’e@ ve müminlere boykot kararı aldıkları yerdi. Müşrikler aldıkları boykot kararıyla Hz.Muhammed’e@ boyun eğdirinceye kadar boykotu devam ettireceklerdi. Sembolik olarak anlamı olan bu yere şimdi peygamberimiz karargâh çadırını kurdurmuştu. Zira müşrikler amaçlarına erişememişlerdi fakat peygamberimiz bugün müşrikleri boyun eğdirmişti. Peygamberimiz kurulan çadırında yıkandıktan sonra ve Mekke’de halk sükûnete erişince çadırından çıktı ve devesine bindi terkisine de Usame bin Zeydi aldı ve sağ yanında Hz. Ebu Bekir olduğu halde Kâbe’ye doğru yöneldi.
34.17. Kâbe’nin Şirk Sembollerinden Temizlenmesi
Hz.Muhammed@ Kâbe’nin yanına geldi. Asasını Hacerü'l-Esved'e uzatarak selamlayıp, tekbir getirdi. Tüm Müslümanlar O’nun arkasından tekbir getirdiler. Bu getirilen tekbirler Allah’ın egemenliğinin ilanıydı. Medine’den sonra artık Mekke’de de şirk sisteminin hâkimiyeti sona erdirilmiş ve Mekke’ye de adalet, barış, emniyet ve huzur getirilmişti. Zulüm düzenine son verilmiş ve putlar adına halka hükmeden zalimlerin saltanatı yıkılmıştı. Şimdi o zulüm sisteminin sembollerini de parçalama zamanıydı. Fakat önce peygamberimiz devesinin sırtında tavafını yapıp İbrahim'in makamında iki rekât şükür namaz kıldı. Daha sonra Kâbe’nin çevresindeki putlara yöneldi ve asasıyla putları itip devirirken “Hak geldi, batıl yok oldu. Muhakkak ki batıl yok olacaktır.” (İsra Suresi 81) ayetini okudu. Peygamberimizin peşi sıra müslümanlar da putları kırmaya başladılar. Kâbe’nin dışındaki putların hepsi kısa sürede devrilip parça parça edildi. Sıra Kâbe’nin içinin temizlenmesine gelmişti. Hz.Muhammed@, Osman b. Talha'dan Kâbe’nin anahtarını getirmesini istedi. Osman Kâbe’nin kapısını açtı. Hz.Muhammed@ Kâbe’nin içindeki putları temizleme görevini Hz. Ömer’e verdi. Kâbe’nin içindeki şirk sembolleri de yıkıldıktan sonra peygamberimiz Kâbe’nin kapısından halka bir konuşma (hutbe okudu / hitap etti) yaptı.
34.18. Mekkeliler Hakkında Karar
Mekke halkı Hz.Muhammed’in@ kendileri hakkında ne hüküm vereceğini merakla bekliyorlardı. Cenab-ı Hak onlar hakkındaki kararını şöyle bildirdi;
“Barışı ihlal / ihanet ederek Medine İslam Cumhuriyeti ile sürekli savaş çıkaran / fitne çıkaran / katliam yapan ve savaş amacıyla ordu toplamaya çalışan, Mekke’nin fethinden sonra kaçıp diğer müşrik kabileleri İslam Ordusuna karşı kışkırtan müşrikler, haram aylar çıktıktan sonra çok sıkı takibata alınacak ve nereye giderlerse gitsinler yakalandıkları takdirde işledikleri suçlar nedeniyle idam edilecektir.”
Ayrıca İkrime, Safvan gibi müşrik liderler kaçmışlardı. Onların bağışlanmaları için yapılan başvurulara da şöyle cevap verildi;
Şayet onlardan İslam Ordusu ile savaşmaktan vazgeçer ve İslam Ordusuna sığınarak eman dilerlerse, onların istedikleri bir yere emniyetli bir şekilde götürülecekleri bildirildi. Ancak İslam Ordusuna saldırı yapmaktan elini çekmezlerse onlar için asla hiçbir güvencenin olmayacağı, onlara eman verilmeyeceği açık açık ifade edildi.
Hudeybiye Anlaşmasına sadık kalanlara ise İslam Cumhuriyetine saldırmadıkça güvende olacaklarının dair garanti verildi. Ama anlaşmayı bozanların tevbe edip pişmanlıklarını izhar edip İslam Cumhuriyetine bağlılıklarını bildirmedikçe hiçbir güvencelerinin olmayacağı bildirildi. Eğer bu mücadeleyi onlar kazansaydı onların asla akrabalık hukuku, eski dostluk, arkadaşlık hatırı, vefa ve anlaşma hükümleri … hiçbirini tanımayacakları ve müminleri katledecekleri, onlara neden güvence verilmeyeceğinin gerekçesi olarak bildirildi.
Diğer taraftan onların şimdi paçayı kurtarmak için Hz.Muhammed’e@ ve müminlere şirinlik yaptıklarını ama aslında kalplerinde son derece büyük kin ve nefret beslediklerini de Cenab-ı Hak açık eder. Onların fırsat eline geçince hiçbir müminin hukukunu tanımayacağını bildirerek uyarı yapılır. Ama yine de eğer gerçekten pişman olurda kendilerini düzeltirler ve İslam Cumhuriyetine bağlılıklarını salat ederek, /namaz kılarak ve fiili destek vererek, zekât vererek / finansal destek vererek gösterirlerse müminlerin kardeşleri olacakları müjdesi verilir.
5-11- Haram (dokunulmazlık) aylar çıkınca, (anlaşmaya ihanet eden ve hala barış topluluğuna girmeye yanaşmayan) müşriklerin, yollarını kesin, onları gözetleyin, yakalayıp tutuklayın ve sonunda idam edin. Eğer bu süreç içerisinde tevbe eder, salatı ikame eder ve zekatı verirlerse / İslam Cumhuriyetine itaat eder ve bağlanırlarsa o zaman onlara dokunmayın. Çünkü Allah, kendisini ıslah edenleri bağışlayandır ve çok merhametlidir. Eğer onlardan birisi, gelip senden eman dileyerek sana sığınırsa, ona eman ver. Çünkü o böyle yaparak / eman dilemekle Allah'ın vahyini işitmiş, dinlemiştir / Allah’ın egemenliğine boyun eğmiştir. Sonra onu güvenlik içinde yaşamak istediği yere yerleştir. Bu sığınma hakkı, onların cahil / Hakkı göremeyen olmalarındandır. (Anlaşmayı bozan ve Fetihten sonra hala saldırıya devam etmek isteyen) Müşriklerin, Allah ve Resulünün yanında nasıl bir güvencesi olabilir ki? Ancak Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaşma yaptıklarınız bunun dışındadır. Onlar size dürüst davrandıkça / anlaşmaya sadık kalarak saldırganlık yapmadıkça sizde onlara dürüst davranın. Hiç şüphesiz ki Allah, muttakileri (verdiği sözü bozmaktan sakınanları) sever. Evet! Diğerlerinin (Anlaşmayı bozanların) nasıl bir güvenceleri olabilir ki? Eğer onlar, sizi yenselerdi ne akrabalık hukuku ne de Anlaşma şartlarını tanırlardı. (Size zalimce saldırırlardı). Şimdi (onlar) ağızlarıyla / güzel sözler sarf ederek sizi hoşnut kılmaya çalışıyorlar, fakat kalpleri size karşı kin ve düşmanlıkla doludur. Çünkü onların çoğunluğu, yalancı günahkâr ve yoldan çıkmış kimselerdir. Allah'ın ayetlerini küçük dünya menfaatleri uğruna yalanladılar ve üstelik insanları da O’nun Yolundan alıkoydular. Gerçekten yaptıkları ne büyük bir kötülüktü. Söz konusu bu müşrikler, bir mümin söz konusu olduğunda ne akrabalık hukukunu ne de Anlaşma şartlarını tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmış azgınlardır. Bununla birlikte, eğer onlar tevbe eder, salatı ikame eder ve zekâtı verirse / İslam Cumhuriyetine itaat eder ve bağlanmayı dilerlerse, o takdirde onlar sizin Dinde kardeşleriniz olurlar. İşte, Hakkı görmek isteyenlere ayetlerimizi böyle her yönden açıklıyoruz. (Tevbe Suresi 5-11)
34.19. Mekke’ye Karşı Saldırı Hazırlıkları
Mekke’nin İslam Cumhuriyetinin eline geçtiğinin haberini alan Sakif ve Hevazin kabileleri Mekke’ye saldırı hazırlığına giriştiler.
Gerek Mekke’nin fethi sırasında direndikten sonra çatışmada mağlup olup kaçanların kışkırtmaları gerekse de menfaatlerinin İslam Cumhuriyeti ile yok olacağını gören bu kabilelerin bizzat kendileri Mekke’yi ele geçirmeye çalışacaklardı. Onlar çok büyük bir ordu ile saldırıp savaşmadan teslim olmuş Mekkelileri de yanlarına çektikten sonra İslam Ordusuna bir darbe vurulacak olursa Hz.Muhammed’in@ Mekke’de tutunamayacağını hesap ediyorlardı.
Onların Mekke’ye saldırmak için toplandıkları istihbaratını alan Hz.Muhammed@ onların yapacakları bu saldırıya cevap vermek için yeni teslim olduğunu / müslüman olduğunu beyan eden Mekkelilerin savaş hazırlıklarına başlamaları talimatını verdi. Fakat teslim olan Mekke yöneticileri ve onlara bağlı halk, bu savaşa istekli değillerdi. Onlar yaklaşan hac mevsiminde kazanacakları paraya bakıyorlardı. Şayet bu iki büyük (Sakif ve Hevazin) kabileye karşı savaşılacak olursa onların bu hac mevsiminde Mekke’ye gelmeleri mümkün olmayacaktı ve bu nedenle de büyük gelirlerden mahrum kalacaklardı.
Ayrıca bu savaşta İslam Ordusu yenilecek olursa kendileri de tekrar eski sistemlerine dönmeyi umut ediyorlardı. Onların bu isteksizlikleri üzerine Cenab-ı Hak şu uyarıları yaptı;
-
Barış anlaşmasını bozup Hz.Muhammed’i@ de Mekke’den sürmeye çalışan ve hala saldırgan tutumlarını devam ettirerek başka kabileleri Mekke’deki İslam Ordusunun üzerine kışkırtanlara karşı topyekûn savaşılacaktır.
-
Onlarla (Sakif ve Hevazin kabileleri ile) savaşmak artık barışa ve huzurlu bir ortama geçiş yapmak için çok büyük önem arz etmektedir,
-
Onlarla savaştığınız takdirde daha önce müminlere yaptığınız eziyet ve öldürmeler dolayısıyla müminlerin size karşı içlerinden besledikleri kin ve nefret duyguları yok olacaktır. O zaman ki yaptıklarınızdan pişman olduğunuzu Sakif ve Hevazin kabilelerine karşı yapacağınız savaş ile göstermiş olacaksınız,
-
Ayrıca teslim olduk / müslüman olduk / iman ettik demekle kimse bırakılmayacaktır. Bu ifadenin bir bedeli olacaktır ve herkes bu bedeli ödeyecektir. Bundan kaçış yoktur,
-
Eğer onların (Sakif ve Hevazin kabilelerinin) saldırıları sonucunda bu savaş kaybedilecek olursa zannetmeyin ki onlar size merhamet edecek. Onlar sizin savaşmaksızın / direnmeksizin İslam Ordusuna teslim oluşunuzun bedelini size ödetirler.
Tevbe Suresinin aşağıdaki ayetleriyle yapılan bu uyarılar üzerine Mekkeliler gönülsüzde olsa İslam Ordusuna iştirak ettiler.
12-16- Eğer Anlaşma yaptıktan sonra tekrar yeminlerini bozar / Anlaşmayı çiğner ve dininize kin besleyerek size saldırırlarsa, o zaman küfrün / inkârcı başkaldıranların elebaşları ile savaşın, çünkü onların yeminleri yoktur / onlar böyle yaparak ahdi bozmuş olurlar. Umulur ki bu tehdit ile hainlikten vazgeçerler. Anlaşmalarını bozan ve Peygamberi ülkesinden (Mekke’den)sürüp çıkarmaya kalkışan ve ilk defa sizinle savaşmaya başlayan bir topluluk ile savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten Allah’a güveniyorsanız, yalnızca O’ndan korkmanız gerekir. Onlarla savaşın ki Allah onları sizin ellerinizle cezalandırsın, onları hor, hakir ve zelil / perişan etsin ve size onlara karşı üstün ve galip kılsın. Böylece, mümin toplumun kalpleri / gönülleri ferahlasın. Ve müminlerin kalplerinde (size karşı besledikleri) öfke de böylece bitsin. Allah, kendisini ıslah ederek samimiyetle yönelenlerin tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa siz (ey Fetih’ten sonra teslim olanlar / müslüman olanlar!), Allah içinizden, Allah’tan, Peygamberi ve müminlerden başkalarını veli / yönetici / müttefik edinmeyenleri ortaya çıkarmadan (sadece “iman ettik / teslim olduk” demekle) bırakılacağınızı mı zannetmiştiniz? Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Tevbe Suresi 12-16)
34.20. Mekke’deki İç İstikrarın Sağlanması İçin Devlet Hizmetlerinde Yeni Atamalar
Bir taraftan Mekke’ye yapılacak saldırıları karşılamak için hazırlıklar yapılırken diğer taraftan Mekke’nin iç asayişinin / istikrarının sağlanması çok büyük önem arz ediyordu. Zira Mekkeliler önce kendilerinin güvende olduklarının teminatına kavuştuktan sonra geçimlerini sürdürecekleri ekonomik paylaşımdaki belirsizliğin giderilmesini bekliyorlardı. Sakif ve Hevazin gibi iki büyük kabile ile savaşa tutuşmadan önce şehirlerindeki ekonomik paylaşımda içlerinde bir sıkıntının olmaması gerekiyordu. Aksi takdirde zaten gönülsüz olarak savaşa giderken bir de Mekke’nin ekonomisinden kendilerine pay verilmeyeceği endişesi taşıyacak olurlarsa savaşta hiçbir varlık göstermeyecekleri gibi belki müminleri arkadan vurmanın yollarını bile arayacaklardı. Bu nedenle savaştan önce Mescid-i Haram, Hac ve umre organizasyonlarına ait hizmetlere ve bu hizmetler karşılığında alınacak gelirlerin belirlenmesi yerinde olacaktı.
Mescid-i Haram’ın bakımı onarımı, hac / umre organizasyonlarına ilişkin hizmetlerin sorumluluğu demek, toplanacak vergilerin de o hizmetleri yerine getirene verilmesi demekti. Bu nedenle bütün kabile ileri gelenleri eski cahiliye dönemindeki gibi sahip oldukları imtiyazları korumak hatta daha fazlasını elde etmek için yarışıyorlardı.
Cenab-ı Hak bu imtiyazların kimlere verileceğine ilişkin atamalarda önce Mekkelileri terbiye edici aşağıdaki ilkeleri bildirdi;
“Ey Mekkeliler! Bundan sonra Mescid-i Haramın bakımı, onarımı, yönetimi ve hac umre organizasyonları ile ilgili hizmetler sadece Allah ve Resulüne bağlı olan / İslam Cumhuriyetine bağlı müminlere verilecektir. Yani şayet sizler gerçekten Müslüman olmayacak olursanız, taksim edilecek hizmetlere atanma konusunda avcunuzu yalayacaksınız. Ama Allah yolunda can ve mal ile fedakârlık yapmak, bu uğurda canını ve malını ortaya koyarak alacağınız karşılık ile Mescid-i Haram, hac ve umre hizmetleri için toplayacağınız karşılık aynı olamaz. Elbette Allah yolunda savaşılarak elde edilen kazançlar, sizin şimdi talep ettiğiniz hizmetlerden elde edeceğiniz kazançlardan daha hayırlıdır. Ama siz risksiz geliri olan hizmetleri talep ediyorsunuz da can ve mal kaybı riski olan hizmetleri talep etmiyorsunuz. Hâlbuki Allah yolunda mücadele ile elde edilecek zafer, izzet, şeref ve mülk, risksiz hizmetler sonucu elde edilecek mal mülkten elbette kıyas bile edilemeyecek kadar çok değerlidir. Ayrıca hac ve umre organizasyonları ile gelecek gelirlerinizin tehlikeye girmemesi için, rahatınızı bozmak istemediğiniz için, sıcak yuvanızı terk etmek istemediğiniz için bu savaşa katılmak istemiyorsunuz. Fakat eğer bunlar size Allah yolunda savaşmaktan daha sevimli geliyorsa o zaman başınıza gelecek belalara hazırlıklı olun! Aynı zamanda Allah’ın yasalarını ve Devletini benimsemeseler bile sizler mevcut yöneticilerinizi yine de başınızda yönetici olarak görmek istiyorsunuz. Asla! Kim Allah’ın Devletine karşı sevgi beslemiyor ve hala şirk sistemini istiyorsa onlar babalarınız ve oğullarınız dahi olsa onları yönetici olarak başınızda tutamazsınız. Eğer iman ettiğinizi iddia ediyorsanız onların yöneticiliğini reddedeceksiniz ve kendinize gerçekten iman etmiş kişileri yönetici olarak seçeceksiniz. Böyle tercihte bulunmaz iseniz Allah’ın emri ile İslam Orduları gelir ve sizi perişan / zelil eder. ”
17-24- Kâfirliklerini bizzat kendi ağızları ile itiraf ederken, müşriklerin artık, Allah’ın mescitlerini (Mescid-i Haram dâhil) sorumluluğunu / imarını üstlenmelerine bundan böyle hakları yoktur. Zaten onların bugüne kadar yaptıkları hizmetler Allah katında bir değer ifade etmeyen boşa gitmiş işlerdir. Onlar ateşte ebedi kalacaklardır. Allah'ın Mescitlerinin imarını / sorumluluğunu yalnızca, Allah'a ve Ahiret Gününe iman eden ve Allah’tan başkasından korkmayarak, salatı ikame eden ve zekâtı verenler / İslam Cumhuriyetine itaat eden ve bağlananlar üstlenebilir. İşte doğru yola bulmaları umulanlar da ancak bunlardır. Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakımını yapmayı, Allah’ın gelecek / ahiret vaadine inanarak, Allah Yolunda mücadele edenlerin yaptıkları ile denk mi sayıyorsunuz? Bunlar, Allah katında asla eşit değillerdir. Allah, zalimleri doğru yola iletmez. Çünkü iman edip hicret ederek Allah Yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele edenlerin Allah katında dereceleri çok büyüktür. İşte, asıl kazançlılar onlardır. Rableri onlara kendinden bir rahmet ve rızası ile nimetleri tükenmeyen cennetleri müjdeliyor. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Kuşkusuz Allah katından olan mükâfat muhteşemdir. Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ettikleri sürece, babalarınız ve kardeşleriniz bile olsa onları veli / yönetici / vali /idareci olarak başınızda tutmayın. Sizden kim onları hala veli / yönetici / vali / idareci olarak kabul ederse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. De ki: “Eğer babalarınız, evlatlarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, malınız mülkünüz, zarar etmesinden ya da iflas etmesinden korktuğunuz ticaretiniz ve pek hoşlandığınız evleriniz, sizin için Allah'tan, O'nun Peygamberinden ve O'nun Yolunda mücadele etmekten daha önemli ise, o halde Allah'ın emri ile başınıza gelecek olanı (belayı / musibeti / esareti / zilleti) bekleyin. Allah, kendi yasalarını çiğneyen fasıkları doğru yola iletmez. (Tevbe Suresi 17-24)
Hz.Muhammed@ Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği yukarıdaki ayetlerle teslim olduğunu / müslüman olduğunu söyleyen Mekkelilere gerekli uyarılarını yaptıktan sonra Mescid-i Haram, hac ve umre organizasyonuna ilişkin hizmetlerin taksimini aşağıdaki gibi yaptı;
Hz.Muhammed@ Hicabe (Kâbe’nin anahtarlarını taşıma ve bakımı) görevini tekrar müslüman olan Osman b. Talha’ya verdi. Osman b. Talha, Sikaye (hacılara zemzem / su dağıtma ) hizmetlerinin sorumluluğunu da talep etti. Fakat Hz.Muhammed@ bu hizmeti eskiden beri yapan Hz. Abbas’ta bıraktı.
Mekkeliler Kâbe / hac / umre organizasyonları nedeniyle vergi alıyorlardı. Yani bu hizmetler bedelsiz değildi. Mekke’nin fethinden sonra teslim olan Mekke ileri gelenleri yeni yapılandırmada paylarını artırmak istiyorlardı.
Yukarıdaki ayetler ilan edildikten sonra Addas b. Esed öne atılarak “Ben Esed'in oğluyum. Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin de O'nun elçisi olduğuna şahitlik ediyorum” dedi. Hz.Muhammed@ onun bu samimi ve heyecanlı tavrı nedeniyle henüz yeni Müslüman olmuş olan gence “Pekâlâ! Ben de seni Mekke valisi yaptım” dedi.
34.21. Huneyn Savaşı
Hz.Muhammed’in@ Mekke’yi fethetmesinden sonra Mekke’nin güneyini ve doğusunu güvenliğe almadan geri Medine’ye dönmeyeceği aşikârdı. Dolayısıyla İslam Ordusunun Mekke’den sonra ilk hedefinin Sakif ve Hevazin kabileleri olacağı kesindi.
Fethin üzerinden yirmi gün geçmişti. Peygamberimiz Hevazin ve Sakiflilerin savaş hazırlıklarına dair haberleri alır almaz hazırlıklara girişti.
Hevazin, Sakif kabileleri ve onların çevre müttefik kabilelerden topladıkları savaşçı sayısı 14.000 kişiye ulaşmıştı. Yeni oluşturulan müşrik müttefik ordusunun Komutanlığını Hevazin lideri Malik b. Avf yapıyordu. Müşrikler kötü bir sürprizle karşılaşmamak ve zaferi garantilemek için savaşçıların eş ve çocukları ile hayvan sürülerini de yanlarına almışlardı. Böylelikle, eşleri, çocukları ve mallan yanlarında olduğu için, savaşçıların bir zorluk anında savaşı terk edip kaçmalarının önlenmesi amaçlanmıştı.
İslam Ordusu ise Mekkelilerden yapılan katılımlarla birlikte 12.000 savaşçıdan müteşekkil idi. Yani Mekkelilerin katılımı 2000 savaşçı idi. Fakat özellikle Mekkeliler bu savaşa çok gönülsüzdüler. Onlar Mekke’yi tekrar eski hâkimiyetlerine almak için her an bir fırsat kolluyorlardı. Öyle propaganda yaptılar ki İslam Ordusunun büyüklüğü karşısında artık hiçbir gücün dayanamayacağı, önüne çıkacak her orduyu mağlup edeceğini söyleyip herkesi rehavete sevk ettiler. İslam ordusunun savaşçıları bu tür propaganda nedeniyle lakayt davrandılar, savaşı ciddiye almadılar. Eskiden Allah’a sığınan ve canını dişine takan bir cesaret ile savaşlara girilirken, bu savaşta çokluğun getirdiği bir cesaret vardı. Ancak pek tabiidir ki bu cesaret, zoru görünce ya da işler tersine gidince hemen korkuya ve paniğe dönüşen bir cesarettir. Gerçek bir cesaret değildir. Kuru gürültüdür.
Mekkelilerin yaptıkları propagandanın etkisiyle İslam ordusu düşman ordusu üzerine tedbirsiz ve gururla yürümekteydi. Huneyn bölgesine girildiğinde Düşman Ordusu önceden vaziyet almış, tuzaklarını hazırlamışlardı. Vadinin her iki tarafını da tutmuş, kayaların arkasında siperlere yatmışlardı. İslam ordusu vadiye girdikten sonra onları ok yağmuruna tuttular. Müslümanlar neye uğradıklarını şaşırdılar ve çok büyük bir panik yaşadılar. Hiç beklemedikleri bir anda ve güçlü bir saldırıyla karşı karşıya kalmışlardı. İslam Ordusunda önce süvari birliğini oluşturan Süleym oğulları geri döndü. Bunun üzerine onların arkasında bulunan ve süvarilerin kaçmasından etkilenen yaya askerler özellikle de Mekke’den katılan 2000 kişilik askerler geri dönüp kaçmaya başlayınca diğer bütün ordu panik içerisinde geri kaçtılar ve ordu çok kısa sürede çözülüp dağıldı.
Mekkeliler aslında bu hareketleri kasıtlı yapmışlardı. Hatta belki de düşmanın ani baskın yapmasında parmaklarının var olduğunu bile söylemek mümkündür. Zira bozgun yaşandığı sırada Ebu Süfyan olsun, Safvan b. Ümeyye olsun diğer müşriklerin söyledikleri sözler insanı bu şekilde düşünmeye mecbur bırakmaktadır. Şöyle ki; kimisi “büyü bozuldu artık İslam Ordusu bu kaçışla denizi boylar.”, kimisi “Bu iş bitti. Artık eski şirk sistemimize dönebiliriz.”, kimisi de “İslam Ordusunun bu bozulması durmaz. Biz işimize bakalım.” diyordu.
Herkes kendi canının derdine düşmüşken Hz.Muhammed@ çevresindeki küçük bir grupla paniği durdurmaya çalışıyordu. Bir taraftan düşman askerlerine saldırıyor bir taraftan da müslümanları çağırıyordu. Sonunda Hudeybiye Barışı öncesinde yapılan Rıdvan Biyatını hatırlatan çağrıyı amcası Hz. Abbas’ın gür sesiyle yapınca müslümanlar kendilerini toparladılar ve Hz.Muhammed’in etrafında halkalar oluşturdular. Birden korkuları gitti ve gerçek cesaret (sekine) geldi yüreklerine. Düşman kuvvetlerine Arslanlar gibi saldırmaya başladılar. Cenab-ı Hak da bizim göremediğimiz ve mahiyetini kavrayamadığımız orduları ile yardım gönderdi. Durum kısa zamanda tersine döndü, bu kez müşrikler büyük bir paniğe ve korkuya kapıldılar ve dağ yollarından, vadi aralarından kaçıp canlarını kurtardılar. Savaşın sonunda üç şehit verilmişti. Düşmandan ise onlarca ölü vardı.
34.22. Huneyn Savaşı Suçlularının Affı
Savaştan sonra Mekkelilerin / Kureyşlilerin savaşın başlarında yarattıkları bozgun ve panik nedeniyle işledikleri suçun cezasız kalmamasını onların öldürülmesini isteyen Ümmü Süleym’e Hz.Muhammed@ “Allah'ın affının çok geniş olduğu” şeklinde cevap verdi. Böylece Hz.Muhammed, ona, asıl amacın cezalandırmak değil kazanmak olduğunu ifade etti. Benzer durumlar Medine de çokça yaşanmıştı. Şimdi teslim olduğunu / müslüman olduğunu söyleyen Mekkelileri cezalandırarak kendinden (İslami dünya görüşünden) uzaklaştırmak değil, onları maddi bağları kullanarak gönüllerini kazanma zamanıydı. Peygamberimiz bu siyaseti ile Mekkelilerin gönlünü fethetti ve müşriklerin bir daha bellerini doğrultma imkânlarını ellerinden aldı.
Cenab-ı Mevla onların hatalarını yüzlerine vurduktan sonra kendisini ıslah edenlere herhangi bir cezalandırma yapılmayacağını bildirdi. Daha sonra da onların esas endişelerinin kaynağı olan savaşılan müşrik kabilelerin bu yıl hacca gelmeyecek olmalarından kaynaklı olarak geçim sıkıntısı yaşama düşüncelerinin yersizliğine değindi. Onlara bu hususta korkmamalarını Allah’ın kendilerini lütfuyla zenginleştireceğini bildirdi. (Bilindiği üzere savaş sonunda elde edilen ganimetlerin Mekkelilere dağıtılması, Taiflilerin verdiği borçlardan faizlerin kaldırılması ve Hz. Ömer döneminde yapılan fetihlerden elde edilen ganimet gelirleri….vb. ile onların bu endişeleri giderilmiştir);
25-28- Andolsun ki, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşında size yardım etmiştir. Hani o gün kalabalık oluşunuza çok güveniyor bununla gurur duyuyordunuz. Fakat sayınızın çokluğu size bir fayda sağlamamıştı. Yeryüzü size dar gelmiş, arkanızı dönüp kaçmaya başlamıştınız. Fakat daha sonra Allah, Peygamber ile müminlerin üzerine sekinet / cesaret ve sizin göremediğiniz ordularını indirerek o-Kâfirleri azaba / mağlubiyete uğrattı. İşte Kâfirlerin azabı / cezası budur. Savaştan sonra ise Allah, kendisini ıslah ederek yönelenlerin tevbesini kabul edecektir. Hiç şüphesiz ki Allah, Bağışlayan, Esirgeyendir. Ey iman edenler! Şüphesiz ki müşrikler gerçekten birer pisliktirler. (Onlar hain, zalim, ahlaksız, günahkâr ve iğrenç kimselerdir.) Artık bu yıldan sonra onların Mescid-i Haram’a gelmeleri yasaklanmıştır. Bundan dolayı geçim darlığına düşmekten korkuyorsanız, merak etmeyin, Allah sizi yakında kendi lütfundan zenginleştirecektir. Kuşkusuz Allah, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi 25-28)
[1]) Hz.Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti- Medine Dönemi– Celalettin Vatandaş :sahife 435
[2] )NOT: Ganimet malları taksim edilirken Hevazinlilerin hâlihazırda esir tutuldukları akılda tutulması gerekir. Mekkeliler aldıkları mallar ile sevinedursunlar peygamberimiz o esirleri serbest bırakınca Mekke ileri gelenleri nasıl bir siyasi kumpasla teslim alındıklarını ve asla düşündükleri / aradıkları fırsatı yakalama imkânının kalmadığını o zaman anlayacaklar ve ondan sonra İslam Devletine / dinine sahip çıkmaktan başka çarelerinin kalmadığını göreceklerdir.
34.23. Taif Kuşatması
Huneyn Savaşı İslam Ordusunun zaferi ile neticelenmişti. Sakif kabilesi savaşçıları Taifli oldukları için Sakifliler kendi şehirlerine sığındılar. Hevazin kabilesinin savaşçılarının çoğunluğu ise kendi bölgeleri olan Evtas’a gitmekle birlikte bir kısım Hevazinli savaşçılar, başlarında kabile reisleri Malik b. Avf olmak üzere, Taif’e sığındılar.
Hz.Muhammed@ kaçan savaşçıların takip edilmesini istedi ve Ebu Amir komutasında bir birliği Hevazin savaşçılarının üzerine gitmesi için Evtas’a gönderdi. Halid b. Velid komutasında başka bir birliği de Taif’e yönlendirdi. Savaştan elde edilen ganimet ve esirleri ise Cirane denilen yerde topladı. Onların muhafaza edilmesi için başka bir askeri birliği görevlendirdi. Daha sonra kendisi de İslam Ordusu’nun başında Taif’e gitti ve Taif şehrini kuşattılar.
Hevazinli savaşçıların peşinden Evtas'a gönderilen İslam savaşçıları Hevazinli savaşçıları bozguna uğrattı. Fakat çatışma sırasında İslam Askerlerinin komutanı Ebu Amir şehit oldu. Ebu Amir ölmeden birliğin komutasını yeğeni Ebu Musa el- Eş’ari’ye devretti. Ebu Musa el Eş’ari savaşı güzel yönetti ve İslam Ordusunu zafere eriştirdi. Elde edilen ganimet ve esirlerle Evtas’tan Taif’e gelen İslam savaşçıları da Taif kuşatmasına katıldılar.
Taif çok kalın muhkem duvarlarla çevrili kale duvarlarına sahip, savunmaya elverişli bir şehirdi. Aynı zamanda Taifliler yıllarca savunma direnişi yapabilecek yiyecek ve içecek stokuna sahiptiler.
Hz.Muhammed@ bu durumu bilmekle birlikte yine de şehri düşürmek için kuşatma seçeneğini kullandı. İslam Ordusunun ilk etapta kuşatmak için kamp kurduğu yer şehir surlarına yakın bir yerdi. Taifliler bu durumu iyi değerlendirdiler ve İslam Ordusunu ok yağmuruna tuttular. Sakiflilerin bu saldırısında İslam savaşçılarından birkaç mücahit şehit oldu. Bunun üzerine kuşatma birliklerinin kampı ok menzilinin dışına taşındı. Taifliler kalelerinden çıkıp İslam savaşçıları ile doğrudan savaşmayı göze almadığından kuşatma karşılıklı ok atışlarıyla birkaç gün devam etti. Peygamberimiz Sakiflilere (Taiflilere) teslim olmaları için Taiflilerle dostluğu bulunan Ebu Süfyan’ı ve Ebu Musa El Eş’ari’yi elçi olarak gönderdiyse de onlar teslim olmayı reddettiler. Onlar bu şekilde şehirlerini yıllarca savunabileceklerini söylediler. Peygamberimiz, Medine Yahudilerinin kaleleri ve Hayber Kalelerinin fethinde kullandığı taktikleri uygulamaya koydu. Debbabe adı verilen geniş zırhlarla İslam savaşçıları koruma altına alınarak kale surlarının altından gedik açmaya çalışıldı. Fakat Taifliler surlardan attıkları taş, ok, kızgın yağ ve demirlerle bu zırhları delmeyi başardılar. Mücahitler birkaç şehit vererek bu denemeden vaz geçtiler. Hz.Muhammed@ Taiflilerin üzüm bağlarının kesilerek onları ekonomik kayıplarla korkutmak istedi fakat onlar yine de teslim olmayacaklarını bildirdiler. Eğer buna rağmen üzüm bağları yok edilecek olursa gelecekte ister teslim olsunlar isterse teslim olmasınlar bu ekonomik kayıptan herkesin zarar göreceği mesajını iletince peygamberimiz üzüm bağlarının yok edilmesi tehdidini kullanmaktan vazgeçti. Selman-ı Farisi’nin teklifi ve tarifi üzerine mancınık imal ettirdi ve imal edilen üç adet mancınık ile Taifliler üzerine taş atılmaya başlandı. Vakti zamanında peygamberimizi taş yağmuruna tutarak O’na en acılı günleri yaşatan Taiflilerin üzerine şimdi peygamberimizin ordusu mancınıkla taşlar fırlatıyordu. Bu şekilde kuşatma günlerce sürdü. Fakat Sakifliler teslim olmaya yanaşmadılar.
Hz.Muhammed@ onları diplomasi yoluyla teslim olmaya zorlamak için bu kez Gatafan kabilesi lideri Uyeyne b. Hısn’ı Taiflilerle görüşmeye gönderdi. Uyeyne b. Hısn barış şartlarını Taiflilere dikte ettirecek iken tam tersine direnmelerini onlara tavsiye etti.
Uyeyne tıpkı Ebu Süfyan gibi kalbi hala şirk sisteminden yana atmasına rağmen İslam’ın yükselişi karşısında yenilgiyi kabul edip İslam’ın egemenliğinden faydalanmak isteyen cahiliye düşüncesine sahip bir şahıstı. Taifliler peygamberimizin teklif ettiği barış şartlarını kabul etmeyi düşünecekler iken onun direnme konusunda verdiği cesaret onları tekrar umutlandırdı ve direnmeye itti. Zira Gatafan gibi büyük bir kabilenin lideri münafıklık yaparak İslam Ordusunun aleyhine çalışıyordu. Umut etmek için bu yeterli bir sebepti.
Uyeyne geri döndükten sonra Hz.Muhammed’e onların barış / teslimiyet şartlarını reddettiklerini ve direnmeye kararlı olduklarını bildirdi. Fakat Allah’ın desteğine ve yardımına mazhar olan peygamberimiz onun yalan söylediği konusunda hemen haberdar oldu. Hz.Muhammed@ Uyeyne’nin yanlışını / münafıklığını yüzüne vurunca o hemen özür diledi ve bağışlanmasını talep etti. Peygamberimiz birliğin bozulmaması / dağılmaması için liderlerin yaptıkları bu hataların cezalarını hiçbir zaman vermedi. Her şeyi bilmesine rağmen tedbirli davrandı fakat ikiyüzlülere ceza vermeyerek onların etkili olduğu taraftarlarının İslam birliğinden ayrılmalarına yol açacak cezalandırma işlemine kalkışmadı. Eğer açıktan başkaldıracak olurlarsa o zaman o kalkışmayı / inkârı asla affetmedi.
Hz.Muhammed@ Sakiflileri teslim olmaya zorlamak için bir başka taktik daha denedi. Sakifliler çok fazla köle kullanıyorlardı. Kaleden kaçıp İslam Ordusuna sığınacak her kölenin azat edileceğini ilan etti. Bunun üzerine yirmi civarında köle kaleden kaçmayı başardı ve İslam askerlerine sığındı. Hz.Muhammed@ hepsini azat etti.
Taif kuşatması otuz gününü doldurmuştu ve hala bir netice alınamamıştı. Peygamberimiz bu arada başka ne gibi taktikler uygulanabileceği üzerine arkadaşları ile müşavere ederken Nevfel b. Muaviye kuşatmaya devam ederek Taif’i fethetmenin uzun ve zayiatlı olacağını ama diğer taraftan etrafı müminlerle çevrilmiş olan Taiflilerin bundan sonra kendi ayakları ile teslim olmak zorunda kalacaklarını söyledi. O bu görüşünü “Tilki inine girdi. Eğer ininden çıkartılmaz ise bize hiçbir zarar veremez” sözleriyle ifade etmişti. Peygamberimiz Nevfel’in bu görüşünü çok beğendi ve bu görüşün çok iyi siyasi bir taktik olduğunu anladı. Fakat hemen bu fikri devreye koymadı. Bir süre daha kuşatmayı devam ettirdi. Zira bu taktiğin uygulanabilmesi için Taifi (Sakiflileri) çevreleyecek kabilelerin Taiflileri teslim olmaya zorlayacak şekilde aralarında düşmanlığın oluşması gerekiyordu. Diğer taraftan da Taif’i çevreleyen bu kabilelerin halklarının İslam Cumhuriyetine gönülden bağlı olmaları için gerekli siyasi zeminin hazırlanması da şarttı. Mekkelilerin ve Hevazinlilerin ileri gelenleri Taiflilerle (Sakiflilerle) müttefiktiler ve Huneyn savaşı onların Mekkelileri kurtarmak için yola çıktıkları bir savaştı. Huneyn savaşında Mekke ileri gelenlerinin yaptıkları ihanet ortadaydı. Taif kuşatmasından vazgeçildiğinde Mekke ileri gelenleri ile Taifliler arasında tekrar müttefiklik oluşmasını engelleyecek bir ortam oluşturmak gerekiyordu. Ayrıca Hevazinlilerin ileri gelenleri hala Taif kalesi içerisinde Taiflilerle (Sakiflilerle) beraber savunma yapıyorlardı. Onları da Taiften çıkartıp teslim olmalarını sağladıktan sonra onlarında Taiflilerle ( Sakiflilerle) tekrar müttefik olmalarının engellenmesi gerekiyordu. Eğer Hevazin kabilesinin halkı ve Mekke halkı gönülden İslam Cumhuriyetinin bağlıları haline getirilir, Mekke ve Hevazin ileri gelenleri de Taif (Sakif) ileri gelenleriyle düşman haline getirilirse o takdirde Taif gerçekten inine hapsedilmiş olurdu.. Peygamberimiz muhtemelen kuşatmanın son demlerinde bu politikanın nasıl gerçekleştirileceği üzerine kafa yordu ve çözüm yolunu bulunca da kuşatmanın kaldırılması talimatını vererek tasarladığı planı uygulamaya başladı.
Kuşatmaya son veren Hz.Muhammed@ İslam Ordusunu Taif’ten esir ve ganimetlerin muhafaza edildiği Cirane’ye sevk etti.
34.24. Ganimetlerin Taksimi
Hz.Muhammed@ politikasını uygulamaya önce ganimet mallarının paylaştırılmasından başladı. Esirler konusunda vereceği kararı sonraya bıraktı. Hevazinlilerin kadın ve çocuklarının yanı sıra 6000 kadar erkek savaşçıları İslam Ordusunun elinde esirdi. Peygamberimizin hem ganimet malları hem de esirler için uygulayacağı yöntem, yukarıda düşündüğü politikaya hizmet edecek sofistike bir yöntemdi.
Hz.Muhammed@ Taif’i diplomasi ile teslim almanın politikasını ganimetlerin taksiminde uygulayacağı siyaset ile yapacaktı. O nedenle Cirane’deki ganimetlerin taksimine karar verdi. Bu taksimat ile aynı zamanda teslim / müslüman olduklarını dilleriyle söyleseler de kalpleri İslam Cumhuriyetine karşı hala düşmanlıkla dolu olan Mekke ve Gatafan ileri gelenlerinin kalplerini İslam Cumhuriyetine / Dinine ısındırmak istiyordu. Zira onların kalplerindeki sevgi hala dünya menfaatlerineydi. Bu nedenle onları İslam Cumhuriyetine / dinine ısındırmanın yolu onları maddi menfaat bağları ile bağlamaktı. Hz.Muhammed@ Huneyn savaşında elde edilen ganimetleri paylaştırmada uygulayacağı yöntem ile bunu sağlayacaktı. Ayrıca eğer düşündüğünü gerçekleştirebilirse Taif’i savaşsız soğuk savaş yöntemi ile teslim almak mümkün olacaktı.
Uygulanacak ganimet paylaşım metodu sayesinde Hevazin kabilesi ileri gelenleri ile Mekkelilerin ileri gelenleri bir daha müttefik olmayı akıllarından bile geçiremeyecekti. İşte bunu sağlamak için Hz.Muhammed@ ganimet paylaşımında daha önce yaptığı uygulamadan farklı bir yöntem tatbik etti. Şöyle ki; Teslim / İslam olduğunu ağızlarıyla söyleyen ama kalplerinde hala şirk sisteminin özlemini taşıyan Mekke ileri gelenleri ile bazı büyük kabile reislerine ganimetten daha fazla pay verdi. Huneyn Savaşında ve Taif Kuşatmasında İslam’a ve Hz.Muhammed’e karşı kalplerinde taşıdıkları kin ve nefreti ortaya koyan Ebu Süfyan, Safvan b. Ümeyye, Uyeyne b. Hısn vb. ileri gelenlere ceza verilmesi beklenirken ganimetten daha fazla pay verilmesi, adeta ihanetin ödüllendirilmesi gibi idi. Ama bu siyasetin altında müthiş bir hikmet yatıyordu. Peygamberimiz bu paylaşımla onları çok sevindirirken aslında onları etkisiz hale getiriliyordu. Hatta onların belki kalpleri İslam’a bu yolla ısındırılabilecekti. Safvan b. Ümeyye’nin ganimetten pay aldıktan sonra sarf ettiği sözler bu hikmeti en net bir şekilde ortaya koymaktadır; “Allah Resulü ganimetten benim için ayırdığı payı bana verdiği ana kadar en nefret ettiğim kişiyken, ganimetten payımı aldıktan sonra en sevdiğim kişi oldu.” Bu paylaşım, aynı zamanda Mekke İleri gelenlerinin Hevazin kabilesi([2]) ile tekrar müttefik olmalarına engel olacak bir paylaşımdı. Zira Mekke ileri gelenlerinin aldıkları ganimet malları Hevazin ve Sakif kabilelerinin mallarıydı.
Savaş hukukuna göre gayet yasal olan ganimet paylaşımına bir şey diyemeyecek olan Hevazin ve Sakif kabileleri, mallarını Mekke yöneticilerine kaptırmış olacaktı. Bir kısım ganimetler halk arasında pay edileceğinden kimse elde ettiği malı geri vermeyecekti. Mekke yöneticileri de malı çok sevdiğinden fazla fazla aldıkları ganimetleri eski müttefikleri Hevazin ve Sakiflilere vermeyeceklerdi. Mekkelileri kurtarmak için yardıma gelen ve Huneyn gününde canlarını ortaya koyan Hevazin ve Sakiflilerin mallarını yiyen Mekke ileri gelenlerine artık bir daha sıcak bakmayacaklar ve onları hain görerek bir daha müttefiklik / dostluk ilişkisine girmeyeceklerdi. Artık aralarında hiçbir güven kalmamış olacaktı.
Fakat bu paylaşım Medineli müminler için yani Ensar için hoşnutsuzluk yarattı. Zira onlar şimdiye kadar sürekli canları ve malları ile Hz.Muhammed’e@ destek olmuşlardı. Hatta şimdi yapılan savaşta da Hz.Muhammed’i@ kurtaran yine onlardı ama ganimetten aslan payını Mekkeliler alıyordu. Bu paylaşımı kabul etmek onlara çok zor geldi ve karşı çıktılar.
Hz.Muhammed@ onları teskin etti. İslam Cumhuriyeti merkezinin yani Başkentin Medine olmaya devam edeceğini söyleyince Ensar’ın ileri gelenleri bu paylaşımın Mekke’nin güvenliği, Mekkelilerin kazanılması ve İslam Cumhuriyetinin bünyesinde kalması için önemli bir yöntem olduğunu anladılar ve ganimet paylaşımına yaptıkları itirazlarına son verdiler.([3])
34.25. Esirlerin Serbest Bırakılması
Herkes peygamberimizin esirleri de paylaştıracağını beklerken o esirler konusunda da farklı bir politika takip etti. Büyük çoğunluğu Hevazin kabilesinden oluşan esirleri kazanma stratejisi üzerine kurulan politikasında peygamberimiz, öncelikle kadın ve çocukların gönüllerini fetheden uygulamalar yaptı. Onlara iyi davranılması, gölgelikli kamplarda barındırılması ve aç bırakılmaması talimatlarını verdi. Bedevi olan Hevazinli kadınların giysileri eski ve pisti. Hz.Muhammed@ onların temiz ve yeni giysilere kavuşmaları için Mekke’den giyim eşyası getirtmesi bütün Hevazinli kadınların ve çocukların kalplerini fethetmeye yetti. Peygamberimiz Hevazinli savaş esirlerinin serbest bırakılması isteğini kendinin ve Abdülmuttalip oğullarının payına düşen esirleri serbest bırakarak göstermesi üzerine tüm Müslümanlar peygamberi izleyerek kendi paylarına düşen esirleri serbest bıraktılar. Peygamberimiz bu hareketiyle Hevazin kabilesinin tüm bireylerinin gönüllerini fethetti. Sıra Hevazin kabilesi reisi olan Malik b. Avf’ın kazanılmasına gelmişti. Malik Taif şehrinde Sakiflilerle birlikte şehrin savunmasına katılmıştı. Peygamberimiz tüm Hevazin kabilesinin affedildiğini, eğer o da gelip teslim / Müslüman olursa affedileceği konusunda bir haberi Taif’e gönderince Malik b. Avf derhal geldi ve teslim oldu. / Müslüman oldu. Peygamberimiz kendisine ikramlarda bulundu ve onu tekrar Hevazin kabilesinin reisliğine atadı. Malik peygamberimizden gördüğü izzet ikramı, şahsiyetine verdiği değeri ve samimiyeti ne Sakiflilerden ne de Mekkelilerden görmüştü. Onlarla olan dost ve müttefikliği sadece çıkarlar üzerine kurulmuş bir birliktelik idi. Ama peygamberimizin dostluğu / velayeti sadece Allah’ın rızasına dayalıydı. Onun yolunda paylaşmak ve rahmet vardı. Fakat Mekke ile Taiflilerin dünya görüşlerinde merhamet ve paylaşmak değil zorbalık vardı. Hevazinlilerin samimi bir şekilde Peygamberimizin safına geçmesi ile Hz.Muhammed@ tasarladığı planı gerçekleştirmiş oluyordu. Artık tereddütsüz olarak Medine’ye dönebilirdi. Zira Mekke ileri gelenlerinin Hevazin ve Sakiflilerle tekrar ittifak kurmalarının önü tıkanmıştı. Hevazin reisinin / liderlerinin kendi mallarını acımasızca tüketen Mekke ileri gelenleriyle bundan sonra bir araya gelmeleri mümkün değildi artık.
Diğer taraftan fetihten önce Hevazinliler Taiflilerin bağ ve bahçelerinde yarıcı olarak çalışırlardı. Hz.Muhammed@ Hevazinlilerin çalıştıkları Taif şehrinin dışındaki o tarla, bağ ve bahçeleri Hevazinlilere verdi. Böylece Taifliler ( sakifliler ) sahip oldukları bağ bahçeleri Hevazinlilere kaptırırken Hevazinliler peygamberimizin bu tasarrufu ile elde ettikleri arazileri Taiflilere (sakiflilere) kaptırmamak için Taiflileri şehir surlarının içerisine hapsettiler. Onları şehirden dışarı adım attırmadılar.
Böylece Taifliler eski dost ve müttefikleri olan Hevazinlilerce inlerinde baskı ve kontrol altında tutuldular. Taif’ten İslam Ordusunun kuşatması kaldırılmıştı ama peygamberimizin uyguladığı dahiyane siyasetle Taiflilerin ( Sakiflilerin) bu şekildeki baskılı günlere daha fazla dayanamayacakları ve kendi ayaklarıyla peygamberimize gelip teslim olmaktan / Müslüman olmaktan başka çareleri kalmayacaktı.
[3]) Not: Başkent olarak Medine’nin devamına yönelik peygamberimizin sözlerinin derinliğini Ensar kavramıştı. Peygamberimizin bu sözleri sınırları sürekli büyüyen İslam Devletine vergi gelirlerinden gelecek gelirlerin şimdi elde edilecek ganimetten daha değerli olduğunu ve süreklilik arz edeceğini anladılar. Aynı zamanda Başkentin kendi şehirlerinde olması kendileri için her şeyden önemliydi.