top of page

BÖLÜM 10

MÜŞRİKLERİN İADE GİRİŞİMLERİ

 

Hz. Hamza ve Hz. Ömer’in Peygamberimizin safına geçmesi ve müminlerden Cafer bin Ebu Talip başkanlığında küçük bir grubun Habeşistan’a ikinci kez göç etmesi Mekke iktidarını derinden sarsmıştı. Şayet bu göç eden müminler Habeşistan tarafından kabul görürse bunun arkası gelecekti. Bu durum ise Mekke müşrik ileri gelenlerinden korktukları için peygamberimizin safını seçemeyen Mekkeliler için bir umut ışığı olacaktı. Mekke iktidarı için ise büyük bir siyasi prestij kaybı olacaktı. Peygamberimizin tevhidi dünya görüşü hareketi Mekke sınırlarını aşarak uluslararası nitelik kazanma noktasına doğru gidiyordu. Hicret edenlerin iadesi sağlanamaz ise Mekke çok zor durumda kalacaktı. Zira Peygamberimizin mücadelesi Mekke’nin bir iç sorunu değil uluslararası bir sorun hüviyeti kazanacak ve Ehli Kitap olan Habeşistan ve belki de Bizans bile soruna müdahil devletler haline geleceklerdi. Bu nedenle sorunun yabancı devletlerin de müdahil olacağı uluslararası bir sorun haline gelmemesi için Habeşistan’a hicret eden grubun tekrar Mekke’ye iadesinin sağlanması gerekiyordu. Bu amaçla, Mekke müşrik ileri gelenlerince Necaşi’ye ve çevresindeki ileri gelenlere büyük ve değeli hediyelerle elçiler gönderilmesine karar alındı. Amr b. As ve Abdullah b. Ebî Rabia elçi olarak seçildiler.

Seçilen elçiler Habeşistan’a ulaştıklarında ilk önce Kilisenin yöneticileri ve vezirleri dolaştılar. Onlara değerli hediyeler sundular. Habeşistan’a hicret eden muhacirlerle ilgili durumu kendilerine arz ettiler. Bu muhacirlerin kurulu sisteme yani Mekke’nin şirk dinine karşı olduklarını, Mekke’de kaos yarattıklarını, şirk sistemi yerine tevhit sisteminin gelmesini istediklerini bu nedenle de aralarında siyasi anlaşmazlık çıktığını, önerdikleri dinin / sisteminde kendileri tarafından kabul edilemez olduğunu anlattılar. Lideri Hz. Muhammed @ olan bu yeni dinin / sistemin aslında Habeşistan’daki kilise otoritesine de karşı olduğunu bildirdiler. Sebebini de müminlerin Hz. İsa’yı tanrı olarak değil bir kul, bir insan ve sadece bir elçi olarak kabul ettiklerini böylece de Hz. İsa’yı yeryüzünde temsil eden kutsal kiliseyi de kabul etmediklerini anlatarak onların kendilerine teslim edilmesi için yardımcı olmalarını istediler.

Kilise mensupları her ne kadar kendilerine çok yakın bir inanca sahip insanlara kapı açtıklarını görseler de Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. İsa’yı tanrı olarak kabul etmeyen muhacirlerin bu ülkede gelecekte kendi inanç ilkelerine ve bu ilkelere dayalı kurdukları veya kurmak istedikleri sisteme tehdit olabileceklerini de düşündüler. ([1])

Sonunda Mekke elçileri, Kilise mensupları ve vezirlerin de desteğini alarak büyük bir ümitle Necaşi’nin huzuruna kabul edildiler. Gerçi Amr bin As, Necaşi’nin ticari alanda dostuydu ama Necaşi yine hakkı hakikati arayan bir şahsiyet olduğu gibi onun Haşimilerle de ticari bağları kuvvetliydi. Bu noktada belki şu husus da söylenebilir; Necaşi, iktidarını kilise ile paylaşmak istemiyordu ve muhacirlerin tevhidi sistemi ise kendi düşündüğü sistemin yapısı ile birebir örtüşüyordu. Yani belki de o aryusi bir mümindi. Fakat mevcut sistem teslis yapısında idi ve kurumlar bu ideolojiye / dine göre kurulmuştu. O da mecburen kurulu sisteme ayak uyduruyordu.

Kaynaklarımızda muhacir müminlerle Mekke elçilerinin Necâşinin makamında karşılaşmaları ve aralarında geçen konuşmalar şöyle anlatılır;

Necaşi muhacir mü’minlere;

-"Kureyşliler elçi göndermişler, sizi geri istiyorlar, ne dersiniz" diye sordu. Mü’minlerin sözcüsü Câfer ayağa kalkarak:

-"Ey hükümdar, sorunuz onlara, biz onların kölesi miyiz?"

Mekke yönetiminin elçileri adına Âs oğlu Amr (Amr b.Âs) cevâp verdi “Hayır, hepsi hürdür.”

Cafer tekrar sordu “-Onlara borcumuz mu var?”

Amr b. As: “Hayır, hiç birinde alacağımız yok.”

Cafer: “Kısas edilmemiz için, onlardan öldürdüğümüz kimse var mı?”

Amr b. As: “Öyle bir isteğimiz yok”.

Cafer : “O halde bizden ne istiyorlar?”

Amr cevap verdi: "Bunlar atalarımızın dininden çıktılar, düzeni bozdular, ilâhlarımıza hakaret ettiler, gençlerin inançlarını bozdular, sapıklaştırdılar, aramıza anarşi soktular."

Bu iddialara karşı Hz. Cafer:

-"Ey hükümdar, biz cahil bir kavimdik. Taştan, ağaçtan yaptığımız putlara tapıyorduk. Kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömüyor, ölmüş hayvanların leşlerini yiyorduk. İçki, kumar, fuhuş ve her türlü ahlâksızlığı yapıyorduk. Hak hukuk tanımıyorduk. Kuvvetliler zayıfları eziyor, zenginler fakirlerin sırtından geçiniyordu.”

“Cenâb-ı Hakk bize acıdı ve içimizden soyu-sopu, asaleti, ahlâk, fazilet ve dürüstlüğü hakkında kimsenin kötü söz edemeyeceği bir Peygamber gönderdi.”

“O bizi puta tapma zilletinden kurtardı. Tek, Allah'ı tanıttı. Yalnız O'na kulluğa çağırdı. Şirk sistemini terk etmemizi ve birliği, beraberliği, kardeşliği öneren Tevhid sistemini seçmemizi istedi. Bütün ahlâksızlıklardan uzaklaştırdı.”

“Doğru söylemeyi, emâneti gözetmeyi, akrabalık haklarına riâyeti, komşularla hoş geçinmeyi öğretti. Yalan söylemeyi, yetim malı yemeyi, haksızlık etmeyi yasakladı. Merhameti, yardımlaşmayı, dayanışmayı, hukuka riayeti emretti. Boş ve batıl şeylerden uzak durmayı, hakka tabi olmayı emretti.”

“Biz O'na inandık. O'nun gösterdiği Hak Dini kabûl ettik. Bu yüzden kavmimizin hakaret ve işkencelerine uğradık. Fakat dinimizden / yolumuzdan dönmedik. Baskı ve işkenceler dayanılmaz hâle gelince kaçıp, sizin himayenize sığındık..." dedi.

Amr b. As durumun kötüye gittiğini görünce “mü’minlerin Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olmadığını iddia ediyorlar, dolayısıyla sizin inancınızı da reddediyorlar…” şeklinde vaziyeti kurtarmaya çalıştı.

Bunun üzerine Hz. Cafer kendilerine gelen dinin Hz.İsa ve Hz. Meryem hakkındaki görüşlerini ortaya koymak için Meryem suresinin Hz. İsa’nın ve Hz. Yahya’nın mucizevi doğumlarını içeren kısmını( 1-40 ayetleri) okudu.

Bu âyetleri dinleyen Habeş hükümdarı (Necaşi):

-"Allah'a yemin ederim ki, bu sözler Hz. İsâ’ya gelen sözlerle aynı kaynaktan," dedi ve yerden bir çöp alıp göstererek:

"-Hz. İsâ'nın dedikleri ile sizin söyledikleriniz arasında şu çöp kadar bile fark yok. Sizi ve Peygamberinizi tebrik ederim. Şehâdet ederim ki, O zât, hak Peygamberdir. O'nu Hz İsâ müjdelemişti..." dedi. Sonra, Mekke’nin elçilerine:

"-Peygamberlerini yalanlayan kavmin hediyesi bana lâzım değil," diyerek getirdikleri hediyeleri geri verdi ve onların muhacirleri kendilerine teslim etmeleri teklifini reddetti.([2])

 

Mekke’nin taleplerinin Necaşi tarafından geri çevrilmesi, diplomatik açıdan, Mekke için çok büyük bir hezimetti.[3] Peygamberimiz ise çok büyük bir diplomatik başarı kazanmıştı. Mekke’nin gönderdiği elçiler Habeşistan’dan eli boş dönünce, iktidar çok büyük bir prestij kaybına uğradı. Durum Mekke kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Peygamberimiz ise davasını uluslararası platforma taşımayı başarmıştı. Şimdi sıra davasını Arap yarımadasının en ücra köşelerine ve Irak, Suriye ve Mısır’a ulaştırmaya gelmişti. Zira Mekke müşrikleri daha çok üzerine geleceklerdi ve sürekli tehdit ettikleri boykotu uygulamaya başlayacaklardı. Böyle durumlarda mücadeleden çevreyi haberdar etmek davanın desteklerini artıracaktı. Bu nedenle Cenab-ı Hak Şuara suresini Habeşistan hicretinden sonra Mekke’de yaşananları yine kıssa anlatımıyla inzal eder. Fakat bu kez kıssalar çevre bölgelerde yaşayan kabile ve devletlerin aşina oldukları hatta yolunu benimsedikleri Hz. Nuh @, Hz. Salih @, Hz. İbrahim @, Hz. Hud @ vb. peygamberlerin hayat hikayeleri üzerinden anlatılır ki o kabile ve topluluklar kendi değerleri ile Mekke’deki Hz. Muhammed’in @ uğruna mücadele ettiği değerler arasında paralellik kurabilsinler ve böylece davaya sempati ile bakabilsinler. Hz. Muhammed @ ile müşrikler arasında çeşitli günlerde yaşanan olaylar tek bir kıssada toplanmıştır. ([4]) Diğer taraftan Mekke müşrikleri de boş durmayacaklar Hz. Muhammed’in @ davasının yanlış / batıl olduğunu kendi şirk sistemlerinin doğru olduğunu çevre kabilelere anlatmaya çalışacaklardır. Bu konuda onların yapacakları anti propaganda araçları için şairleri, kahinleri ve Arap yarımadasındaki ehli kitap dinlerin rahiplerini kullanmaya çalışacaklar ve onları Mekke’ye davet ederek Hz. Muhammed @ ile tartıştıracaklardır.

Mekke müşrikleri anti propagandalarına Hz. Muhammed @ ve müminlerin kendilerine ihanet ettikleri suçlamasıyla başladılar. Çünkü onlar yaptıkları mücadeleyi dışarıya taşımışlar ve Mekke’yi Habeşistan yönetimine şikâyet etmişlerdi. Böylece onlara yapılacak baskı ve şiddeti daha da artırmaları için kendilerince haklı bir sebebi vardı, İhanet! Bu ihanet suçlamasının Araftaki / aradaki / kararsız durumdaki Mekke halkının Hz. Muhammed @ safına geçme hususunda olumsuz etki göstereceği gibi Hz. Muhammed’in @ bundan sonra çevre kabile ve ülkelere yapacağı tebliğini de olumsuz etkileyeceği aşikardı. Aynı zamanda onlara yapılacak her türlü saldırının haklı gerekçesini oluşturacaktı.

Böylece Mekke müşrikleri peygamberimize saldırılarına başladılar. Bilindiği üzere siyasi olarak muhalefetin karşısında aciz duruma düşmüş iktidarların başvurdukları en önemli saldırı argümanları “vatan hainliği”, “nankörlük”, “ihanet” vb.dir. Mekke iktidarının ileri gelenleri de peygamberimizi ve onun şahsında müminleri nankörlükle suçladılar. Ve dediler ki; “sizler aşağıladığınız / reddettiğiniz bu şirk sistemi içerisinde büyüdünüz, bu şirk sistemi sizleri yetiştirdi, adam etti, korudu, kolladı ama siz sonunda yapacağınızı yaptınız. “Cahiliye” dediğiniz şirk sisteminin size yaptığı iyiliklere karşı nankörlük yaptınız ve gittiniz Habeşistan’a sığındınız. Kendi içinden çıktığınız halkı ve Mekke yönetimini Habeşistan yönetimine Hz. Cafer aracılığıyla şikâyet ettiniz. Bu durum Hz. Muhammed’in @ işlediği büyük bir cinayet / ihanet olarak ilan edildi.  Bu olay nedeniyle Mekke halkı peygamberimize karşı kışkırtıldı.

Diğer taraftan Hz. Muhammed @ ise ortaya koyduğu dünya görüşü kendi ülkesinin / şehrinin ve kavminin sınırlarını aşıp başka ülkelerde ve kavimlerde teveccüh bulmasına rağmen kendi kavmince reddedilmesini bir türlü anlayamamakta ve amacının onların iyiliği, menfaati ve kurtuluşu olması karşısında kendisini çok iyi tanıyan kavminin bunu anlayamamış olmasına son derece üzülmektedir. Kendi kavminin bu durumu nedeniyle adeta kendini helak edecek denli bir üzüntü yaşamaktadır.

Cenab-ı Hak elçisini teskin ve teselli etmek için insanların her yeniliğe karşı çıktıklarını, statükodan yana tavır koyduklarını, bunun nedeninin bir imtihan olmasından kaynaklandığını, insanlara bu özgürlüğü kendisinin verdiğini ve onları asla zorlamadığını bildirdi. Dahası Rabbimiz istese iradelerini ellerinden alarak veya zor kullanarak da insanlara bunları kabul ettireceğini ve böylece onlarında zorla mümin olmak durumunda kalacaklarını ama bunu irade etmediğini, zira insanlara irade gibi son derece önemli ve değerli bir yetenek verdiğini, zorlamanın ise bu yeteneği kullanmasını engelleyeceğini bildirerek elçisini teselli eder. İnsanların genelinin ise kendilerine verilen bu iradeyi / yeteneği insanlık tarihindeki yaşanmış olaylardan ders / ibret alarak değil de kendi arzuları istikametinde kullandıklarını bildirir.

           

Rahman ve Rahim Allah’ın Adına

1-9 Ta Sîn Mîm. Bunlar, apaçık / açıklayıcı kitabın ayetleridir. Onlar iman etmiyorlar diye sen kendini helâk edeceksin! Eğer dileseydik onlara gökten öyle bir ayet indirirdik ki, onun karşısında ister istemez boyun eğerlerdi. (Ama Biz böyle olsun istemedik) ve bu yüzden, onlar da ne zaman Rahman’dan hatırlatıcı, uyarıcı yeni bir mesaj gelse, mutlaka ondan yüz çevirirler. Nitekim işte bu mesajı da yalan saydılar, ama alay edip durdukları Kur'ân’ın bildirdiği olaylar, yakında başlarına gelecektir, peki bunlar, yeryüzüne hiç bakıp da düşünmediler mi; Orada her çeşitten nice güzel [hayat] türleri çıkarmışız? Elbette bunda alınacak ibret vardır; fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler. Oysa senin Rabbin azîz ve rahîmdir. (Mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). (Şuara Suresi 1-9)

 

10.1. İhanet Suçlamasına Verilen Cevaplar

Mekke müşrik elitlerinin halkı Hz. Muhammed @ aleyhine ihanet söylemi ile kışkırtmasına karşı peygamberimizin ve müminlerin ihanetle yargılanmaları hususundaki endişe ve korkularının giderilmesi ve onların güçlü söylemler ile desteklenmesi gerekiyordu.

Cenab-ı Hak, önce Hz. Ömer’in müminler safına katılmasını Hz. Harun’un @   Hz. Musa’ya @ yardımcı olarak verilmesi metaforu ile anlatarak müminleri yüreklendirir. Müminler Hz. Ömer’in Mekke’nin dış işleri bakanı pozisyonu nedeniyle onun dış ilişkileri gayet iyi bildiğinin farkındadırlar. Bu nedenle müminlerin hicret etmelerinin ihanet olmadığını da en iyi onun değerlendireceği ve halka bu durumu en iyi onun anlatabileceği açıktır. Cenab-ı Hak, Ebu Cehil gibi müşrik firavunun ‘ihanet’ suçlamasına karşı iman edenlerin gördükleri zulüm ve dışlanma nedeniyle Habeşistan’a sığınmak zorunda kaldıkları şeklinde savunma yapılmasını yine Hz. Musa @ kıssası üzerinden öğretir. Yapılacak savunmalarda kimsenin vatanını terk etmek istemeyeceği, bunun ancak bir zorlanma neticesinde olacağının bildirilmesini ister. Dahası başa kakılan nimetin bedeli ödenmiş bir nimet olduğu, Mekke müşrik ileri gelen azgınlarının halktan şimdiye kadar yaptıkları sömürü nedeniyle bedeli ödenmiş olduğu, bu nedenle de kendilerini nankörlükle suçlamalarının yersiz ve haksız olduğunun bildirilmesini ister. Bu hususların anlatımında yine Hz. Musa @ ve Firavun arasındaki diyalog metafor olarak kullanılır. Söz konusu diyalogda Firavun, Hz. Musa’ya @ kendisini Firavun sisteminin yetiştirip büyüttüğünü, koruyup kolladığını bir nimet olarak başa kakmakta ve Hz. Musa’yı @ ihanetle suçlamaktadır. Bu metaforda olduğu gibi baş kakıncı olarak sunulacak nimet karşısında bu nimetin bedelini Mekke’nin ezilen, sömürülen fakir ve yoksulların ödediğinin bildirilmesi peygamberimize öğretilir.

 

10-22- Bir vakit de Rabbin Musa'ya: “Haydi! Git o zalim topluma, Firavunun toplumuna ve ‘hakkı inkârdan ve azgınlıktan sakınma zamanı gelmedi mi?’ de” diye seslenmişti. O (Musa), “Rabbim! Korkarım ki beni yalancı sayarlar, benim de göğsüm daralır, dilim tutulur. Onun için Harun'a da elçilik ver! Üstelik ortada onların benim aleyhime ciddî bir suçlamaları da var. Bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum” dedi. (Allah) “Hayır, asla!” dedi, “siz ikiniz mesajlarımızla gidin; (yapacağınız çağrıyı) izlemek üzere Biz de sizinle beraberiz! Haydi, şimdi ikiniz de Firavun’a gidin ve ona deyin ki: ‘Biz âlemlerin Rabbinden bir mesaj getiriyoruz. İsrail oğullarını bırak, bizimle gelsinler!’” ([5]) O (Firavun), “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Ve sen ömrünün pek çok yılını bizim aramızda geçirmemiş miydin?  Ama sonunda yapacağını yaptın, Sen doğrusu nankörün tekisin...” dedi. O (Musa), “Ben, o işi istemeden / elimde olmadan yaptım. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni elçilerden kıldı. O başıma kaktığın ise aslında İsrailoğullarını kendine köle edinmiş olmandır” dedi. (Şuara Suresi 10-22)

 

Firavun gibi olan Ebu Cehiller, alacakları bu yanıt karşısında hemen konuyu bir diğer boyuta taşıyacak Hz. Muhammed’in @ bir başka açıdan ihanet içerisinde olduğunu ifade etmek için sorgulamaya devam edeceklerdir. O’na “madem öyle ‘Alemlerin Rabbi’ paradigmasıyla zaten ihanet içerisindesin” manasına gelen sorular soracaklardır. Onlar kabile bazında toplum yapısını put edinmişlerken Hz. Muhammed’in @ getirdiği din ise bütün kabileleri tek çatı altında toplamayı öngören bir toplumsal yapı öngörüyordu. Dolayısıyla Habeşli, Mısırlı, Iraklı, Bizanslı vb. hangi ırk, toplum, kabile ya da renkten olursa olsun tevhide iman eden herkes bu çatı altında bir araya gelip kardeş olması teklif ediliyordu. İşte bu paradigmaya müşrikler şiddetle karşı çıkıyor ve kardeşliğin, birlik ve beraberliğin ancak aynı kandan gelmekle mümkün olduğunu ifade ediyorlardı. Onlar bu düşünceyi kullanarak Hz. Muhammed’i @ kabilesine ihanet etmekle suçlamak için aşağıdaki cümleyi Firavunun ağzından kuracaklardı;

 

23- Firavun, “Âlemlerin Rabbi de ne demek?” dedi. (Şuara Suresi 23)

 

Nasıl ki Firavun “Alemlerin Rabbi de ne demek?” derken bunu bilmediğinden değil, sadece kendi ulusuna has tanrısal bir idareyi istemekte ve Hz. Musa’nın @ bütün kabilelerin barış içerisinde yaşadığı bir idari sistemi savunan evrensel bakış açısını reddetmekteyse, Mekke müşrikleri de kabilelere ait tanrılar yerine bütün kabileleri kapsayan tek tanrı anlayışına dayalı yönetim biçimini reddetmekteydiler. 

Cenab-ı Hak, Hz. Musa ve Firavun kıssası üzerinden Hz. Muhammed’in @ Mekke müşrik azgınlarına şöyle cevap vermesini öğretir; “Allah göklerin, yerin ve arasında bulunan her şeyin rabbidir. Dolayısıyla yaratılan her şeyin Rabbidir. O yarattığı kullar arasında ayrımcılık, kayırmacılık yapar mı? Bütün kulların yaratıcısı olarak kulların bir kısmının diğer bir kısmına haksızlık yapmasına razı olur mu? Ama sizin şirk ideolojinizde tanrılar farklı ve birbiri ile yarışan, rekabet eden tanrılarınız var. Her kabile kendi tanrısını kutsuyor ve en üstün görüyor. Bu anlayış sizin kendinizi en üstün ve kimseye ihtiyaç hissetmeden tam bağımsız görmeye itiyor. Halbuki bu dünyada beraber yaşıyoruz ve insanlar birbirine muhtaç. Hiç kimse tam bağımsız ve ihtiyaçsız değil. Dolayısıyla insanların bir araya gelmesi, tevhit olmaları ve birbirlerinin hukukuna saygılı bir şekilde bir arada, barış içerisinde, huzurlu ve mutlu yaşamaları Rabbimizin biz kullarından istediği şeydir. Biraz yakinen düşünseniz bunu rahatlıkla anlarsınız.

 

24- O (Musa), “Eğer yakin ehliyseniz bilirsiniz ki O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.” (Şuara Suresi 24)

 

Bunun üzerine Mekkeli müşrik firavunlar alay edeceklerdir. Zira cari olan kabile tipi yönetim anlayışına ve halkın kabileci kardeşlik algısına çok ters bir argüman ortaya konmuş olacaktır. Onlara göre kabileci şirk anlayışı halkın kanına işlemişken şimdi bunu iptal ederek iman kardeşliğini öngören bir argüman ortaya koyan kişi olsa olsa delidir, aklından zoru vardır. O nedenle müşrik Ebu Cehiller çevrelerindeki diğer ileri gelenlere dönerek peygamberimizin bu argümanı için Firavunun ağzından “Bu adam neler iddia ediyor duyuyor musunuz?” diyerek onların peygamberimizden etkilenmesinin önüne geçmeye çalışacaklardır.

 

25- O (Firavun), çevresindekilere, “(Bu adamın ne dediğini) duymuyor musunuz?” dedi. (Şuara Suresi 25)

 

Onların böyle alaycı sözlerine rağmen Hz. Muhammed’in @ sözlerine şöyle devam etmesi öğretilir;

“Tevhidi dünya görüşü zaman ve yerle kısıtlanamaz. Şimdi sizin Rabbiniz olan Allah geçmiş insanların da Rabbidir. Onları da O yaratmıştır. Şu anda yaşadığınız şirk ideolojisi geçmişten beri gelen bir ideoloji diye onun doğruluğu iddia edilemez. Bu sistem o zaman da yanlıştı şimdi de yanlış. Geçmişte kabileci şirk sistemi yerine tevhit sistemi olsaydı daha iyi olmaz mıydı? İnsanların kabile, ırk ve renk farkı olmadan kardeşçe, barış ve huzur içerisinde birlikte yaşamalarını istemez misiniz? Şimdi ki şirk sistemi içerisinde birbirlerini öldürmelerini nasıl tasvip ediyorsunuz? Cenab-ı Hakk’ın, yeryüzüne ve gökyüzüne koyduğu kurallar yarattığı andan itibaren aynen geçerli ise ve işleyiş o kurallar üzerinden yürüyorsa insanlık yaratıldığından beri insanların uyacağı / uyması gereken kurallar da yine İlahi öğretide yer alan kurallardır. İlahi öğreti, hem geçmişi hem de geleceği bağlar, herkes için geçerlidir.”

 

26- O (Musa), “O, sizin de Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” diye devam etti. (Şuara Suresi 26)

 

Bu argüman karşısında müşrik Ebu Cehillerin tıpkı firavun gibi araya girip Hz. Muhammed’in @ apaçık deli olduğunu, dikkate alınmaması gerektiğini ve zırvaladığını söyleyecekleri ifade edilir.

 

27- O (Firavun), “Size gönderilen bu elçiniz düpedüz bir deli, bir kaçık!” dedi. (Şuara Suresi 27)

 

Böyle durumlarda Mekkeli müşrik elitlerin bu alaylarına aldırmadan tevhidi dünya görüşünün anlatılmasına devam etmesi için Hz. Muhammed’e @ şunlar öğretilir;

“İster doğulu toplumlar olsun ister batılı toplumlar olsun isterse aradaki toplumlar olsun hiç fark etmez Bütün toplumların rabbi Allah’tır. Tevhidi Dünya Görüşü herkesi kapsar. Sizin gibi her kavmin ayrı kutsalı her toplumun ayrı tanrısı şeklinde atomize / parça parça toplumlar Allah’ın sisteminde öngörülmez. Doğulu ya da batılı toplumlardaki ırk, renk, dil, adet, gelenek, görenek vb. farklılıklar o toplumların içinde yaşadıkları coğrafyanın koşullarından kaynaklanan yani Cenab-ı Mevla’nın o yerler için koyduğu yasalardan kaynaklanan ayetlerdir. Fakat bunlar toplumların birlik, beraberlik, barış ve kardeşlik içerisinde yaşamasına engel değildir. Tüm farklılıklarına rağmen herkes Allah’ın kuludur. Bu farklılıklardan ve hatta suni kutsallıklarla farklılık yaratarak toplumların birbirleriyle çatışmaları, birbirlerini yok etmeleri asla kabul edilemez. Biraz aklınızı kullanırsanız bunu anlarsınız”

 

28- O (Musa devamla), “O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların da Rabbidir. Şâyet aklınızı kullanırsanız bunu anlarsınız” dedi. (Şuara Suresi 28)

 

Hz. Muhammed’in @ vereceği bu cevap karşısında, ihanet suçlamalarının mecliste bulunan diğer kabilelerinin temsilcileri nezdinde bir değerinin kalmadığını görecek olan Ebu Cehillerin tıpkı Firavun gibi tepki verecekleri ihbar edilir;

“Hala bu tezinde inatla devam ediyorsun. Bizler Allah’ın yegâne ilah olduğunu ve bizlerin de bir hukukla bağlı olacağı / olması gerektiği tezini asla kabul etmiyoruz. Mekke toplumunda ilahlar adına bizden başka kimse hükmedemez. Bizler ilahlardan aldığımız yetki ile hükmediyoruz. Kim bu şirk sistemine karşı olacak olursa onu hapsedeceğiz, zindana atacağız, ona boykot yaptırımı uygulayacağız, onu izole edeceğiz”

 

29- O (Firavun), “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana hapsederim” dedi. (Şuara Suresi 29)

 

Cenab-ı Hakk’ın Hz. Musa @ ve Firavun kıssası metaforu ile bildirdiği gibi de olacaktı. Zira Mekkeliler peygamberimizi ve safında yer alanları boykot uygulamakla ve hapsetmekle tehdit edeceklerdi. İlerleyen süreçte bu tehdit ettiklerini de gerçekleştirdiler. Fakat yukarıda geçen diyalog aslında çok büyük bir iddiayı da içinde barındırmaktaydı. Bu iddia da yine Cenab-ı Hakk’ın bildirdiği şekilde tecelli etti. Diyaloğun işaret ettiği iddia şöyle ifade edilebilir;

“Hz. Muhammed’in @ yanında yer alanların Habeşistan’a hicret etmesiyle Tevhidi Hareketin uluslararası platforma taşınması sağlanmıştı ve Hz. Muhammed @ bu diyalog ile Tevhidi Hareketin Mekke’ye hapsedilemeyeceğini iddia ediyordu.  Diyalogda bu hareketin gelecekte Mekke sınırlarını aşıp doğuya, batıya, kuzeye ve güneye gelişeceğini, kendi devletini kuracağını ve büyük bir medeniyet kuracağına işaret ediliyordu. Her ne kadar Mekke müşrik liderleri bu iddiayı alaya alıyorlar ve küçümsüyorlarsa da gelinen aşamada hareketin kazandığı başarı da yabana atılır cinsten değildi. Zira Habeşistan Yönetimini etkileyen bir hareketin bundan sonra çevredeki Arap ve ehli kitap kabileleri de etkilememesi için hiçbir sebep yoktur. Tarihte de bunun böyle olduğunu en önemli göstergesi Firavunun hapis tehditlerine rağmen Hz. Musa’nın hareketini engelleyememiş olmasıdır.”

Mekke müşrik elitleri müminlere boykot / hapis tehdidini yapsalar da bu hareketi engelleyemeyeceklerine işaret edilmiştir. Onların bu şekildeki tehditleri onların fikren yenilmişliğini, çaresizliğini ve zavallılığını gösterir.

Bununla beraber müşrik elitlerinin boykot / hapis yaptırımı tehdidi yaptıkları zaman onlara tevhidi dünya görüşünün toplumun bütün sorunlarını çözeceği iddiasını ispat etse de yine de yaptırım uygulayıp uygulamayacaklarını sorması şeklinde bir starteji izlemesi kıssa üzerinden öğretilir.

                                 

30- O (Musa), “Sana gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyan bir şey getirmiş olsam da öyle mi?” dedi. (Şuara Suresi 30)

 

Böyle bir soru karşısında Mekke müşrik elitleri de Hz. Muhammed’den @ iddiasını kanıtlamasını isteyecektir. Cenab-ı Hak, bu hususu da Firavunun Hz. Musa’dan iddiasını ispat etmesini istemesi örnekliği üzerinden öğretir.

 

31- O (Firavun), “Haydi, doğru söylüyorsan, göster o belgeni de görelim!” dedi. (Şuara Suresi 31)

 

Bundan sonra yaşanacak gelişmeler yine Hz. Musa @ ve Firavun arasında geçen olaylar kıssası üzerinden anlatılır. Şöyle ki;

“Hz. Muhammed @ tevhidi dünya görüşünü / politikasını Hz. Musa’nın @ asası metaforunda ortaya koyar. Daha önce açıklandığı gibi geçmiş toplumlarda krallar, hükümdarlar ideolojilerinin / politikalarının simgesi olarak asa kullanırlar ve bu asaların başlıkları (yılan, kartal, şahin, kurt vb.) ideolojilerini, politikalarını ve birikimlerini temsil ederdi. Hz. Musa’nın @ asasının çevredeki bütün asa ve ipleri silip süpüren / yutan bir ejderhaya dönüşmesi metaforu ile peygamberimizde kendisine inzal edilen dünya görüşünün / ideolojinin / politikanın toplumun bütün sorunlarını çözecek ve ihtiyaçlarına cevap verebilecek kabiliyette / kudrette ve büyüklükte olduğunu Mekke müşrik yöneticilerine gösterir.  Hz. Muhammed @ toplumun yaşadığı geriliğin, zayıflığın, hukuksuzluğun, kriz ve bunalımların kaynağının kabileci şirk sisteminden kaynaklandığını ve bu sorunları çözecek yegâne sistemin de tevhit sistemi olduğunu tek tek detayları ile anlatır. Böylece Hz. Muhammed’in @ ortaya koyduğu tevhit ideolojisinin / politikasının şirk ideolojisini / politikasını bütün argümanları ile birlikte silip süpürdüğü görülür. Ayrıca Hz. Musa’nın ejderhaya dönüşerek büyücülerin küçük yılanlara dönüşen asalarını yutan asası metaforu ile tevhit ideolojisinin şirk ideolojisinden üstün olduğu ve daha kapsayıcı olduğu ifade edilir.”

 

32- Bunun üzerine o (Musa), asasını / birikimini / bilgisini / paradigmasını / dünya görüşünü ortaya koydu; bir de bakmışsın ki o çok net bir şekilde bütün sorunları çözen / hayat canlılık veren / değişim getiren bir ideoloji / bir ejderha / koca bir yılan / silip süpüren / yutan. “SU’BANUN”. (Şuara Suresi 32)

 

Mekke’nin içinde yaşadığı sorunlara çözüm getirecek ve insanların ihtiyaçlarını giderecek bir dünya görüşünün Hz. Muhammed @ tarafından ortaya konmasından sonra sıra bu dünya görüşünü uygulama yeteneğine, yetki ve otorite meşruiyetine sahip olduğunu göstermeye gelmişti. Hz. Musa’nın @ elinin beyaz, kusursuz ve pırıl pırıl olarak ortalığı aydınlatması metaforu üzerinden Hz. Muhammed’in @ de bu hususta gerekli yetenek, bilgi, birikim, yetki ve otorite meşruiyete haiz olduğu anlatılır. Hz. Muhammed’in @ sahip olduğu yetenek, kuvvet, kudret, otorite ve meşruiyeti ile uygulayacağı strateji / siyaset / usul ve esaslar o denli temiz, kusursuz, aydınlık ve mahirdi ki bu dünya görüşünün / dinin / ideolojinin /davanın diğer kabilelere yayılacağının, kabul göreceğinin, teveccüh edileceğinin kısaca yetkilendirileceğinin ispatı olacaktı. 

 

33- Sonra sağ elini / kudretini / yeteneğini / uygulama usul ve esaslarını ortaya koydu ve onun gerçekten çok temiz, pırıl pırıl, mükemmel, güvenilir ve aydınlatıcı olduğu izleyenlerce görüldü. (Şuara Suresi 33)

10.2. Hz. Muhammed’in @ Hareketinin Çevreye Yayılmasını Engelleme Girişimleri

Hz. Muhammed @ müminlerin Habeşistan hicreti sonrasında kendisine yönelik yapılan ihanet suçlamalarını bertaraf ettikten sonra gösterdiği performans nedeniyle Mekke Yöneticileri paniğe kapılır ve çok acil olarak toplanarak gelecekte meydana gelme olasılığı çok yüksek olumsuz durumların önüne geçmek amacıyla bir dizi tedbir kararlarının alınması için girişimde bulunurlar.

Onların bu görüşmeleri, Firavun ve ileri gelen yöneticileri arasındaki görüşmeler metaforunda aktarılır. Şöyle ki;

“Mekke müşrik elitleri tıpkı Firavunun Hz. Musa @ için söylediği gibi Hz. Muhammed’in @ getirdiği tevhidi dünya görüşünü gerek Mekke’de gerekse de Mekke dışına yaymasındaki başarısını dile getirirler. O’nun çok etkili bir propagandasının olduğu ve herkesi büyülediği anlatılır. Şayet bu şekilde gidecek olursa kendilerinin Mekke’den sürülüp çıkarılacakları ifade edilir. O’nun bu hareketine karşı ne tür tedbir alınması gerektiği tartışmaya açılır.”

 

34-35- O (Firavun), yanındaki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir büyücüdür! Sizi büyüsüyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” dedi. (Şuara Suresi 34-35)

 

Tıpkı Firavunun ileri gelen adamları gibi Ebu Cehil’in yakın arkadaşları da Hz. Muhammed @, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in hicret etmelerine müsaade edilmemesi ve çevre şehirlerdeki yahudi kabilelerden bilgin, uzman, teorisyen, entelektüel, vizyoner, kâhin, şairlerini Mekke’ye göndermelerinin istenmesini tavsiye ettiler. Böylece kabilelerden hitabeti güzel ve fikri derinliği olan bu kişilerle Hz. Muhammed @ karşı karşıya getirilecek ve bütün Mekke toplumunun huzurunda tartıştırılacaktı. Asıl amaç ise bu tartışma sonucunda peygamberimizi çevre kabileleri ile karşı karşıya getirmekti. Zira çevre kabilelerin bilginleri Hz. Muhammed @ ile tartışacak olursa bir çekişme olacağı muhakkaktı. Yani onlar Hz. Muhammed’in @ mesajının çevre kabile ve ülkelere yayılmasını engellemek için bu kabilelerle onun arasında bir düşmanlık ve kin yaratma peşinde idiler. Hz. Muhammed’in @ mesajından en önce etkilenecek olan ehli kitap (Yahudi ve Hristiyan) kabileleri olduğu için öncelikle ehli kitap kabilelerin bilginleri ile onu karşı karşıya getirmeyi planladılar. Şayet düşündükleri gerçekleşirse bu kabileler Mekke müşriklerinin yanına çekilecek ve onların Hz. Muhammed @ ile ittifak yapılmasının önüne geçilecekti. Aksi takdirde Habeşistan yönetiminin peygamberimizin yanında yer almasına bir de Arap yarımadasındaki Yahudi ve Hristiyan kabileler eklenecek olursa onların işi zorlaşacaktı. Bu nedenle Mekke müşrikleri Arap yarımadasındaki ehli kitap, özellikle de yahudi bilgin ve rahiplerini Mekke’ye çağırdılar.

 

36- 37- Onlar (ileri gelenler) dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün büyük ve çok bilgili büyücüleri sana getirsinler.” (Şuara 36-37)

 

Arap yarımadasında (Teyma, Yibna, Safad, Babil, Hayber, Medine, Necef ve Yemen de) Yahudi kabileleri azımsanmayacak kadar çok bulunmaktaydılar. Her ne kadar müşrik Arap kabileleri karşısında askeri üstünlükleri bulunmasa da varlıklarını sürdürebilecek nüfusları, sanatları, bilgi ve becerileri vardı. Ayrıca kitaplı ve peygamberli bir toplum olmaları nedeniyle de “ilahi öğretiye” en yakın ve onu en iyi tanıyan topluluklardı. Dolayısı ile peygamberimize gelen vahyi (“ilahi öğretiyi”) en iyi bilebilecek ve onun hakkında en fazla bilgi sahibi olan topluluk Yahudi kabileleri ve onların bilginleri idi. Yahudiler ile müşrik Arap kabileleri asırlardır beraber yaşamakla birlikte taraflar birbirlerini aşağılık olarak görüyorlardı.

Mekke müşrik elitleri peygamberimiz ile Yahudi bilginlerini karşı karşıya getirirler de şayet Yahudi bilginleri peygamberimizi tartışmada yenecek olursa Yahudiler Mekkeliler nezdinde itibarlı hale geleceklerdi. Onlara Arap yarımadasında daha geniş imkanlar verilecekdi. Nasıl olsa Yahudiler şirk sistemi için tehdit oluşturmuyordu.

Yahudi kabileler de Mekke müşrik liderlerin yaptığı çağrıya olumlu cevap verdiler ve talep edilen özelliklere sahip bilginlerini Mekke’ye gönderdiler. Davet edilen bu bilginler, entellektüeller Mekke’de belirlenen günde toplandılar. ([6]) Hz. Muhammed @ ile bunların yarışacağı açık oturuma Mekke halkı da ilanlarla davet edildiler.

 

38-39- Derken büyücüler belirli bir günde, kararlaştırılan yer ve zamanda toplandılar. Halka da: “Haydi ne duruyorsunuz, siz de toplansanıza!”  (Şuara Suresi 38-39)

 

Bu arada Mekke müşrik elitleri her ne kadar Yahudilerin dünya görüşlerini benimsemeseler de bu tartışmada Hz. Muhammed’e @ karşı onlardan yana tavır koyacaklardı. Çünkü bu tartışmada önemli olan tek hedef Hz. Muhammed’in @ yenilmesiydi. Tıpkı Firavunların büyücülerin dininde / dünya görüşünde olmamasına rağmen Hz. Musa’nın yenilmesi için büyücülerin safında yer alması gibi. ([7])

 

40- “Beklentimizin gerçekleşmesi için herhalde biz de büyücülerden yana olacağız! Yeter ki galip gelenler onlar olsunlar.” denildi. (Şuara Suresi 40)

 

Bu çağrıya uyan bilgin ve rahipler Mekke’ye geldikleri zaman tıpkı büyücülerin Firavuna sordukları gibi Mekke müşrik yöneticilerine Hz. Muhammed’e @ karşı galip gelmeleri halinde kendilerine bu yaptıkları hizmetin bedelinin ödenip ödenmeyeceğini sorarlar.

 

41- Büyücüler geldiklerinde Firavuna: “Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret var değil mi?” dediler. (Şuara Suresi 41)

Mekke müşrik elitleri de onların Hz. Muhammed’i @ galebe çalmaları için onları teşvik ederler. Onların tartışmadan başarı ile çıkmaları halinde Arap yarımadası ölçeğinde kendilerine çok büyük değer vereceklerini ve üstün bir statü kazandıracaklarını belirtirler.

 

42- O (Firavun): “Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız” dedi. (Şuara Suresi 42)

 

Ve nihayet Hz. Muhammed @ ve Yahudilerin bilgin ve rahiplerinin dünya görüşlerini kamuoyu önünde ortaya koyacakları açık oturum / tartışma başlar ve tıpkı Hz. Musa’nın @ büyücülere öncelik verdiği gibi Hz. Muhammed’de @ Yahudi bilgin ve rahiplerinin önce tezlerini ortaya koymalarını ister. Onlar da inanmadıkları halde şirk ideolojisinin paradigmalarını, felsefi düşünce ve inançlarını ortaya koyarlar. Bu paradigmaların / politikanın doğru olduğu iddiasıyla Kureyş’in gücü ile hâkim / galip olduğunu söylerler.

 

43-44- Musa onlara, “Önce siz atın, ne atacaksanız / tezinizi / politikanızı ortaya koyun!” dedi. Bunun üzerine onlar, iplerini ve değneklerini / ideolojilerini / paradigmalarını / politikalarını ve tezlerini ortaya koydular ve “Firavunun gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız” dediler. (Şuara Suresi 43-44)

 

Sıra Hz. Muhammed’e @ gelince tıpkı Hz. Musa’nın @ asasını atması gibi O’da asa metaforunda kendisine inzal olan tevhidi dünya görüşünü / paradigmasını / politikasını ortaya koydu. O’nun ortaya koyduğu ilahi paradigmalar / dünya görüşü / politika öylesine muhteşem, öylesine mükemmel ve büyüktü ki Arap yarımadasında yaşayan tüm kavim ve kabilelerin sorunlarını çözücü idi. Dahası Yahudi bilgin ve rahiplerinin ortaya koyduğu şirk ideolojisinden / paradigmalarından / politikasından çok daha mükemmel, doğru ve kapsayıcıydı. Tıpkı Hz. Musa’nın @ asasının dev bir ejderhaya dönüşerek büyücülerin ortaya koydukları ip ve değneklerini yutması gibi Hz. Muhammed’in @ önerdiği tevhidi dünya görüşü / politikası da Mekke müşriklerinin desteklediği bilgin ve rahiplerin şirk ideolojilerinden / politikasından daha kapsamlı olduğu ve şirk ideolojisinin ise işe yaramaz / batıl / göz boyayıcı oldukları görüldü.

 

45- Sonra Musa asasını / paradigmasını / dünya görüşünü / yaşam politikasını ortaya koydu, bir de ne görsünler, onların göz boyayarak uydurduklarını yutuyor da yutuyor! (Şuara Suresi 45)

 

Açık oturumun sonunda Yahudi bilgin ve rahipleri de Hz. Muhammed’in @ ortaya koyduğu dünya görüşünün büyüklüğünü ve mükemmelliğini kabul ederler ve bu sistemin kendi peygamberleri olan Hz. Musa @ ve Hz. Harun’a @ nazil olan ilahi öğreti ile aynı olduğunu görünce kendi yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu anladılar ve Hz. Muhammed’in @ ortaya koyduğu “Alemlerin Rabbi” paradigmasının doğruluğunu tasdik ederler.

 

46-48- Sonunda büyücüler boyun eğip teslim oldular. Ve “Biz iman ettik, Âlemlerin Rabbine; Musa ve Harun’un Rabbine” dediler. (Şuara Suresi 46-48)

 

Bunun üzerine Mekke müşrik ileri gelenleri tıpkı Firavunun büyücülere davranışı gibi davranış sergilerler. Yahudi bilgin ve rahiplerin Hz. Muhammed’in @ savunduğu dünya görüşünü desteklemeleri sonucunda ağır bir yenilgi daha alan müşrik elitler bu durumu bir türlü kabullenemezler ve davet ettikleri bilgin ve rahiplerin yetersiz kaldıklarını belirterek onları aşağılarlar. Sadece aşağılamakla kalmazlar daha da ileri giderek hayatı onlar için çekilmez hale getirecekleri tehdidinde bulunurlar. Bunu da şu ana kadar Arap yarımadasında sahip oldukları tüm imkanları ellerinden alarak yapacaklarını yani her şeyden ellerini ayaklarını keseceklerini ve bu topraklarda kendilerine hayat hakkı tanımayacağını belirterek ifade ederler.

 

49- O (Firavun) dedi ki: “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi? Şüphesiz ki o elbette size büyüyü öğreten büyüğünüzdür! / Sizler beş para etmezsiniz! / Bu adam sizi okutur! Peki, yakında gününüzü göreceksiniz! Andolsun, dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim ve hepinizi asacağım!” (Şuara Suresi 49)

 

Mekke müşrik elitlerin bu tehditlerine karşılık Yahudi bilgin ve rahipler tıpkı Firavun dönemi büyücülerinin verdiği cevap gibi şöyle cevap vereceklerdir; “Sizlerin tehditlerine boyun eğecek değiliz. Nasıl olsa bu topraklarda eninde sonunda ilahi kurallar geçerli olacak ve tüm Arap yarımadasındaki topluluklar bizim de inandığımız ‘Alemlerin Rabbi’ paradigmasına dayalı tevhidi sisteme dönecekler. Bizler bu paradigmaya önceden de iman etmiş olduğumuzdan dolayı yaptığımız kusurları ve hataları Rabbimizin bağışlayacağını umuyoruz”

 

50-51- Onlar (büyücüler), “Zararı yok, Nasıl olsa sonunda Rabbimize döneceğiz. Biz müminlerin öncülerinden / ilklerinden olmamız nedeniyle Rabbimizin bizi bağışlamasını umarız” dediler. (Şuara 50-51)

 

Mekke’de yaşanan bu olayları Cenab-ı Hak daha sonra elçisine Hz. Musa @ kıssası üzerinden metaforik olarak bildirir. Böylece tarihe kayıt düşülmüş olur.

Hz. Muhammed @ ile tartışan Yahudi kabilelerin temsilcileri her ne pahasına olursa olsun Mekke müşrikleri ile ittifak içerisinde olmayı reddetmeyi seçtiler. Bu durum Mekke müşriklerini Arap yarımadasındaki diğer müşrik kabileler nezdinde daha müşkül duruma soktu. Söz konusu kabileler Mekke’deki siyasi durumun giderek müşrikler açısından aleyhe geliştiğinin farkına varmaya başladılar. Bu kabilelerin Mekke’nin müşrik ileri gelenlerini sorgulamaya tabi tutacakları aşikardı. Onlar Mekke müşrik ileri gelenlerinin şu sorulara cevap vermesini bekleyeceklerdi;

“Mekke’de Hz. Muhammed’in @ muhalefet hareketinin gidişatı her geçen gün güçleniyor ve bu hareket mevcut şirk sistemimizin aleyhine ve ehli kitap taraftarlarının lehine gelişiyor, Mekke olarak uyguladığınız önleyici politikalar da bu durumu daha da pekiştiriyor, Neler oluyor? Neden bu sorunu çözemiyorsunuz? vb.”

Mekke müşrikleri de çevre kabilelerin yönelteceği bu sorgulamalarla karşılaşacağını bildiğinden, böyle bir hesap verme konumuna gelmeden önce her şeyin kontrol altında olduğunu, Hz. Muhammed’in @ hareketinin küçük, zayıf, güçsüz, dikkate alınmayacak kadar önemsiz bir hareket olduğunu, kendilerinin bu hareketi isteseler anında boğabilecek güçte olduklarını ve bunlara karşı hiç taviz vermeksizin üzerlerine büyük bir kararlılıkla gidileceğinin bildirilmesi için müşrik Arap kabilelerine kitle propagandacılarını gönderdiler. Söz konusu propagandacılar “Hz. Muhammed’in @ hareketinin çok küçük, önemsiz, başıbozuk bir muhalefet olduğunu, üzerlerine kararlılıkla gideceklerini, bu hususta müteyakkız olduklarını ve onları kolaylıkla bertaraf edebileceklerini” bildirdiler.

Bu bildirimden sonra Mekke müşriklerinin atacakları ilk adım Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının üzerine baskıyı daha da artırmaktı, öyle de oldu. Yaşanacak baskılardan kurtulmanın yolunun olduğunu halka göstermek için Habeşistan’a ikinci bir kafilenin daha gönderilmesi gerekliliği ortaya çıkıyordu. Bu nedenle Cenab-ı Hak elçisine Mekke Yönetiminin baskıyı artıracağı bilgisini verirken ikinci kafilenin hazır olmasını ve gece yola çıkılması talimatını yine Hz. Musa @ kıssası üzerinden verir. Mekke müşriklerinin de muhacir kafilesinin peşine takılacağını ve bu hicreti de engellemeye çalışacakları bildirilir.

 

52-56- Biz, Musa’ya, “Kullarımı geceleyin yola çıkar, şunu iyi bilin ki siz takip edileceksiniz” diye vahyettik. Firavun, kentlere kitle propagandacılarını gönderdi: “Bunlar az sayıda / küçük / başıbozuk /sefil / önemsiz bir topluluktur. Bize karşı öfkeyle ayaklanmaktadırlar. Biz ise her türlü tehdit ve tehlikeye karşı hazırlıklıyız / alarm durumundayız.”  (Şuara Suresi 52-56)

 

Mekke müşrik yöneticilerinin üst üste aldığı yenilgiler nedeniyle çılgına dönüp azgınca kötülüklere başvurmasından korkmaması için Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’i @ ve müminleri Firavun ve hanedanının nasıl yıkılıp gittiğini örnek vererek teskin eder.  Verilen örnekle sonunda mutlaka kendisine iman edenlerin kazanacağı, müşriklerinin saltanatının sona ereceği ve Mekke’nin mirasçılarının müminler olacağı müjdesi verilir.

 

57-59- Fakat buna rağmen sonunda Biz, onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. Her şey işte böyle olup bitti! Ve sonra onlardan geriye kalanlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık. (Şuara Suresi 57-59)

 

Cenab-ı Hakk’ın elçisine yaptığı moral takviyeyi müteakiben ikinci hicret kafilesine ilişkin hem moral hem de yol gösteren ayetler bildirilir. Cenab-ı Hakk’ın çok büyük bir gizlilikle yapılması gerektiğini bildirdiği hicret için ikinci bir grup Habeşistan’a geceleyin yola çıkar. Kendilerini takip eden Mekke’li müşrik askerleri atlatmayı başarır ve limandaki iki gemi (suların dağlar gibi ikiye ayrılmasına kinaye) binmek isterler. Fakat gemi kaptanları bu muhacirleri gemiye almak istemezler. Çünkü muhacir müminler büyük bir telaş ve korku içerisinde idiler. Bu ruh hali içinde olanlar olsa olsa bir suç işlemişlerdi ve bu işledikleri suçtan dolayı kaçıyorlardı. Ama grubun lideri gemi kaptanlarına bu kaçışlarının herhangi bir suçtan dolayı değil de bir peygambere iman etmeleri nedeniyle ve kendi kavimlerinin işkence ve eziyetinden olduğunu yani siyasi sığınmacı olduklarını belirtince (Hz. Musa’nın @ asasını denize vurması metaforu) gemi kaptanları mümin muhacirleri gemilerine kabul ettiler. Yani gemi kaptanlarının müminleri gemilerine almaları onların Allah’ın gönderdiği vahyin / tevhidi dünya görüşünün / politikanın (asanın denize vurulması metaforu) etkisi sayesinde olmuştur. Hz. Musa’nın @ politikasını denizde de konuşturması sayesinde kendi bağlılarını Nilden geçirdikten sonra Nil üzerindeki barajları infilak ettirmesi ile Firavun ve askerlerini boğduğu gibi Hz. Muhammed’in @ politikasını müminlerin gemicileri anlatması sonucunda gemi onlar için kuru bir yol olmuştur. (Asanın denize vurulması ve kuru bir yolun açılması metaforu) Gemi kaptanları da mümin mültecilere kendi kralları Necaşinin kucak açtığını gayet iyi biliyorlardı. Bu nedenle tevhidi dünya görüşünü tercih etmeleri nedeniyle yurtlarını terk eden her hicret kafilesini onlar gemileri ile ülkelerine taşıdılar.

Mekkeli müşrik takipçiler ise neredeyse müminleri yakalayacak şekilde gemilere yaklaşmışlardı ki gemiler denize açıldılar ve bu iki gemi ile Habeşistan’a ulaştı. İkinci grup hicret kafilesinin başarılı olarak Habeşistan’a gitmeyi başarması Mekke müşrik elebaşılarını şoke eder. Zira kendilerinin çok organize ve her şeyin kontrol altında olduğunu propaganda ettikleri bir vasatta, değerlendirmeye bile almadıkları müminler, onların bu propagandalarını boşa çıkarmışlardı. Bu gerçek bir yenilgiydi, (suda boğulmak metaforu.)

 

60-68- Sonra onlar (Firavun ve adamları) güneş doğarken onların ardına düştüler. İki topluluk birbirinin görüş alanına girince, Musa’nın arkadaşları, “Eyvah! Bize yetiştiler! İşte enselendik” dediler. O (Musa), “Hayır, hayır... Şüphesiz Rabbim benimledir, elbet bir çıkış yolu gösterecektir” dedi. Bunun üzerine Musa’ya, “asanı / paradigmanı / dünya görüşünü /politikanı denize vur!” diye vahyettik. Sonra o yarıldı; öyle ki koridor gibi açılan yolun iki yanında sular büyük dağlar gibi yükseldi. Ötekilerini de oraya yaklaştırdık. Ve Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, Sonra da ötekileri suda boğduk. Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet, gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. Oysa senin Rabbin azîz ve rahîmdir. (Mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). (Şuara Suresi 60-68)

 

Böylece Mekke müşrik elebaşıların Arap kabilelerini yatıştırmak için her şeyin kontrol altında olduğu ve Hz. Muhammed’in @ hareketinin başıbozuk, önemsiz, güçsüz, derme çatma olduğuna yönelik propagandasına cevap diğer bir muhaceret ile verilmiştir. Habeşistan’a yapılan hicret aralıklarla ve küçük gruplar halinde yapılmış ve sonunda o ülkeye giden mümin sayısı 100 kişiyi geçmiştir. ([8])

Yahudi bilgin ve rahiplerle yapılan tartışmanın sonunda Mekke müşriklerinin tehditleri aslında sadece Yahudi bilgin ve rahiplere değil aynı zamanda Hz. Muhammed @ ve taraftarlarına da yönelikti. Yani bu tehditler onların hiçbir faaliyet yapamayacak konuma getirecek şekilde (Firavunun büyücülere ‘sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi asacağım’ ifadesinin metaforu) baskı ve zulmü arttıracağının işaretiydi. Boykot dahil Hz. Muhammed’in @ ve müminlerin ellerini kollarını bağlayacak her türlü önlemi alacakları tehdidini yapıyorlardı. Bu nedenle müminlerin önemli bir kısmı Habeşistan’a gizlice hicret ederek bu baskılardan kurtuldular. Fakat Mekke’de kalanları tehdit edildikleri baskı ve boykot yaptırımları bekliyordu.

[1]) Not: Bazı kaynaklar Habeşistan’daki Hristiyanların Yakubi hristiyanlar olduklarını ve Hz. İsa’yı tanrı olarak kabul etmediklerini belirtirler. Ancak kiliselerin içerisinde putların varoluşunu da kabul ederler. Diğer bazı kaynaklar da o tarihlerde Habeşistan’da iskenderiye kilisesinin hakim olduğunu ve bu kilisenin teslise sıkı sıkıya bağlı olduğundan bahsedilmekte ancak tevhid ehli aryusculuğun ise Habeşistan’da her zaman varolmakla beraber yönetimde egemen olmadığı kaydı vardır. Hangisi kabul edilirse edilsin sonuçta hristiyanların kilise eksenli kurdukları bir sistem vardır ve bu sistem muhacirlerin getirdiği ilahi mesaj ile tehdit altındadır. Bu durumun teyidi de Habeşistan kralı / Necaşisi islamı kabul ettiğini ilan ettiğinde yanındaki Yakubi ya da teslis inancındaki yönetici ve kilise mensuplarının ona karşı çıkmış olmalarından anlayabiliriz. (A.A)

 

[2]) İslam Tarihi – Habeşistan’a Hicret - Mustafa Asım Köksal (http://islamiyontem.net/kitaplar/Islam%20Tarihi/islamtarihi/islamtarihiasim/indexana.htm)

 

[3] )NOT: Necaşi’nin müminlere sığınma hakkı vermesi ve Mekke müşriklerinin taleplerini reddetmesini peygamberimizin hareketini destekleyerek Mekke’de Hristiyan blokunda olan siyasi bir taraf elde ederek Hristiyan egemenlik sahasını genişletme düşüncesinden kaynaklanmış olabileceği ihtimali de değerlendirilebilir. (A.A)

[4] ) NOT: Okuyucu burada kıssaların bir günde olup bittiği gibi bir sanı içerisinde olmamalıdır.  Ayrıca bu kıssalar üzerinden yapılan benzetmeler Muhammed @ ve müşrikler arasındaki yaşanmışlıkları da aynı anda veya aynı günde olduğunu düşünmemelidir. Bu olaylar çeşitli günlerde olsa da tek bir surede tek bir günde olmuş olaylar gibi anlatılırlar. Kıssa tekniği bunu gerektirir. (A.A)

[5]) NOT: Mekkelileri kendi hallerine bırakın, onlara baskı yapmayın, benimle birlikte hareket etmek, benim dünya görüşümün peşinden gideceklere müdahale etmeyin. (A.A)

 

[6]) Not: Yahudi (ve/veya hristiyan) kabileleri din bilginlerini Mekke’ye çağırarak peygamberimizle tartıştırma uygulaması değişik zamanlarda birkaç kez yapılmıştır. Yahudi kabileleri Arap yarımadasında dağınık durumdaydılar. Mekke müşrikleri her seferinde bir ve ya birkaç Yahudi kabile temsilcilerini peygamberimizle fikri olarak çatıştırmaya çalıştılar. Mekke yönetiminin gerçekleştirmiş olduğu bu girişimler Kur’an da Hz. Musa’nın büyücülerle karşılaşma kıssaları şeklinde metafor kullanılarak verilir. Bu metaforun her tekrarı peygamberimizin ehli kitaba mensup farklı kabilelerin bilgin ve rahipleri ile farklı bir zamanda ve farklı bir zeminde karşılaşmasına tekabül eder.  Aslında Kur’an’da anlatılan kıssalar çeşitli surelerde tekrar edilmiş gibi görülür. Halbuki aynı kıssanın tekrarı sanılan anlatım peygamberimizin şahsında yaşanan bir olayın anlatımıdır. Yer, zaman ve kabile mensuplarında farklılık vardır. Fakat olay benzerlik arz ettiğinden referans olarak seçilen kıssa aynı kıssadır. Bu nedenle okuyucu aynı kıssa tekrar ediliyormuş zanneder. (A.A)

[7] )NOT: Hz.Musa dönemindeki  büyücüler, büyünün önemli bir rol oynadığı Amon kültünün resmî rahipleriydiler. Dolayısıyla, onların Hz. Musa’yı galebe çalmaları halinde Firavun dininin / yönetiminin halkın gözünde meşruluğunu pekiştirecekti. Onların ana gayeleri Musa’ya tâbi olmamaları idi. Yoksa gerçekte sihirbazların dinlerine de tâbi olma gayeleri yoktu. (A.A)

[8])Habeşistan hicret etmiş mü’minlerin isimleri Celaletin Vatandaş’ın yazarı olduğu “Hz.Muhammed ve İslam Daveti” adlı kitapta (Pınar Yayınları- Beşinci Baskı-2003) şöyle nakledilir :

1- Hz. Cafer b. Ebi Talib, 2- Hz. Cafer'in zevcesi Esma binti Umeys Hatun, 3- Hz. Osman b. Affan, 4- Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Rukayye, 5- Amr b. Saîd, 6- Amr b. Saîd'in zevcesi Hz. Fâtıma Hatun, 7- Halidb.Saîd, 8- Halid b. Saîd'in zevcesi Ümeyne (Hümeyne) Hatun, 9- Abdullah b. Cahş, 10- Ubeydullah b. Cahş, 11- Ubeydullah b. Cahş'ın zevcesi Hz. Ümmü Habibe, 12-  Kaysb. Abdullah, 13- Kays b. Abdullah'ın zevcesi Bereke Hatun, 14- Muaykıb b. Ebi Fâtıma, 15- Ebu Huzeyfe b. Utbe, 16- Ebu Mûse'l-Eş'arî, 17- Utbe b. Gazvan, 18- Zübeyr b. Avvam, 19-Esved b. Nevfel, 20- Yezid b.Zem'a, 21- Amr b. Ümeyye, 22- Tuleyb b. Umeyr, 23- Mus'ab b. Umeyr, 24- Suveybıt b. Sa'd, 25- Cehm b. Kays, 26- Amr b. Cehm, 27- Huzeyme b. Cehm, 28- Ebu'r-Rûm b. Umeyr, 29- Firas b. Nadr, 30- Abdurrahman b. Avf, 31- Âmir b. Ebi Vakkas, 32- Muttalibb.Ezher, 33- Muttalib b. Ezher'in zevcesi Remle Hatun, 34- Abdullah b. Mes'ud, 35- Utbe b. Mes'ud, 36- Mikdad b. Amr, 37- Haris b. Halid, 38- Haris b. Halid'in zevcesi Reyta Hatun, 39- Amr b. Osman, 40- Ebu Seleme Abdullah b. Abdulesed, 41- Ebu Seleme'nin zevcesi Hz. Ümmü Seleme, 42- Şemmas b. Osman, 43- Hebbarb. Süfyan, 44- Abdullah b. Süfyan, 45- Hişam (Hâşim) b. Ebu Huzeyfe, 46- Seleme b. Hişam, 47- Ayyaş b. Ebi Rebia, 48- Muattib b. Avf, 49- Osman b. Maz'un, 50- Sâib b. Osman, 51- Kudâme b. Maz'un, 52- Abdullah b. Maz'un 53- Hâtıb b. Haris, 54- Hâtıb b. Hâris'in zevcesi Fatma Hatun, 55- Muhammed b. Hâtıb, 56- Haris b. Hâtıb, 57- Hattabb. Haris, 58- Hattab b. Hâris'in zevcesi Fükeyhe Hatun, 59- Süfyan b. Ma'mer, 60- Süfyan b. Ma'mer'in zevcesi Hasene Hatun, 61- Câbir b. Süfyan, 62- Cünâde b. Süfyan, 63- Şurahbil b. Hasene, 64- Osman b. Rebia, 65- Huneys b. Huzafe, 66- Abdullah b. Haris, 67- Hişam b.Âs, 68- Kays b. Huzâfe, 69- Ebu Kays b. Haris, 70- Abdullah b. Huzâfe, 71- Haris b. Haris, 72- Ma'mer b. Haris, 73- Bişrb. Haris, 74- Saîd b. Haris, 75- Sâib b. Haris, 76- Umeyr (İmran) b. Riab, 77- Mahmiyye b. Cez', 78- Ma'mer b. Abdullah, 79- Urve b. Ebi Üsâse, 80- Adiyy b. Nadle, 81- Numan b. Adiyy, 82- Âmir b. Rebia, 83- Âmir b. Rebia'nın zevcesi Leylâ Hatun, 84- Ebu Sebre b. Ebi Rühm, 85- Ebu Sebre'nin zevcesi Ümmü Külsûm Hatun, 86- Abdullah b. Mahreme, 87- Abdullah b. Süheyl, 88- Salîtb. Amr, 89- Sekran b. Amr, 90- Sekran b. Amfin zevcesi Hz. Şevde, 91- Malik b.Zem'a, 92- Malik b. Zem'a'nın zevcesi Âmire Hatun, 93- Hâtıb b. Amr, 94- Sa'd b. Havle, 95- Ebu Ubeyde b. Cerrah,

96- Süheyl b. Beyzâ, 97- Amr b. Ebi Şerh, 98- lyaz b. Züheyr, 99- Osman b. Abdi Ganm, 100- Saîd b. Abdi Kays, 101- Haris b. Abdi Kays.

bottom of page