BÖLÜM 1
KUBA’DA ANAYASA HAZIRLANMASI
1.1 Mekke’den Medine’ye Yolculuk ve Kuba Köyüne Varış
Hz.Muhammed ve yol arkadaşı Hz. Ebu Bekir, hicretleri sırasında emniyetli ama uzun bir yolu tercih ettiler. Önce Mekke'nin güneyine doğru yolculuk yaptılar. Sevr Mağarasında üç gün kaldılar. Mekkeli müşriklerin iz takipçilerinden Cenab-ı Hakk’ın yardımı ile kurtulan peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir, üçüncü günün sonunda Abdullah b. Uraykıt adında bir rehber eşliğinde hicret yolculuklarına başladılar. Abdullah b. Uraykıt müşriklerdendi. Ancak dürüst ve güvenilir bir kişiydi. Bir diriliş önderinin yapacağı yolculukta müşrik bir rehberin seçilmesi son derece stratejikti. Zira onun yolculuk için gerekli erzak ile yüklü develeri Sevr mağarasının yakınlarına kadar getirmesi kimsenin dikkatini çekmeyecekti. Hicret sırasında da karşılaşılacak takipçileri ve başka yolcuları atlatma ve yol boyunca yerleşim yerlerinden yapılacak lojistik destekler aynı müşrik rehberce gerçekleştirilecekti.
On iki günlük yolculuğun sonunda Uraykıt, ödül avcılarına yakalanmamak için gece karanlığında yolculuk yaparak ve normal olmayan yolları takip ederek Allah elçisi ve Hz. Ebu Bekir’i Medine’ye sağ salim ulaştırmayı başardı.
Medine'de ise heyecanlı ve endişeli bir bekleyiş hâkimdi. Medine’deki müminler sabah serinliğinde ve ikindi sonrasında gözleri ufukta peygamberimizi bekliyorlar, öğle vaktinin yakıcı sıcağında gölgeliklere çekiliyorlardı. Yolculuğun on ikinci günü öğle saatlerinde Medineli Yahudilerden birisi ufukta birtakım karaltıların olduğunu haber verdi. Allah Resulünü bekleyen müminlerde bir hareketlenme başladı ve sevinç çığlıkları, tekbir sesleri, şarkılar birbirine karıştı.
Allah elçisi, Kuba'ya gelince, Medine'nin eşrafından Evs'li Gülsüm b. Hidm'in davetini kabul ederek, onun evine yerleşti. Daha önce hicret eden Müslümanlardan Ebu Ubeyde b. Cerrah, Mikdad b. Amr, Habbab b. Eret, Süheyl b. Beyza, Safvan b. Beyza, Iyaz b. Zübeyr, Vehb b. Sa'd, Ma'mer b. Ebi Şerh, Arar b. Ebi Amr, Umeyr b. Avf, Abdullah b. Mahreme de Gülsüm b. Hidm'in evinde kalıyorlardı.
Medine’ye girmeden bir süre burada konaklanılacaktı. Zira son Akabe biatı ile müminlerle yapılan anlaşmanın Medine’nin diğer otoriteleri ile de yapılması gerekiyordu. Onların da muvafakati ile yapılacak Anayasal bir sözleşme ile peygamberimiz Medine’de güçlü bir iktidarı tesis etmiş olacaktı. Gerçi biat eden müminler diğerlerine karşı üstünlüğü sağlamış olsalar da herkesin katılımı ile yapılacak bir anayasa herkesi bağlayacak ve gelecekte karşılaşılacak zorluklarda bu anayasal metin (Kitap) referans metin olarak kullanılacaktı. Böylece Medine’ye girmeden önce Kuba’da Medine Anayasasının / Medine Vesikasının hazırlık süreci başlamış oldu. Bu süreçte taraflar görüşmeler yapacaklar ve anayasal metin nihai haline kavuşturulacaktı. Anayasal Sözleşme metni üzerinde anlaşma sağlandıktan sonra Medine’ye girilecek ve İslam Cumhuriyeti teşkilatlanarak çalışmaya başlayacaktı.
1.2. Kuba Köyünde Geçici Konaklama Süreci
Bu süreçte Peygamberimizin Medineliler arasında çözdüğü ilk sorun, Esad Bin Zürare’nin Gülsüm b. Hidm evine girişini sağlaması idi. Gülsüm b. Hidm Evsli, Esad bin Zürare ise Hazreçli idi. Bu iki kabilenin arasındaki kan davası nedeniyle her ikisi de mümin olmalarına rağmen birbirlerinin evine giremiyorlardı. Fakat görüşmeler – toplantılar için bir araya gelinmesi de gerekiyordu. Hz. Peygamber Esad b.Zürare’yi himayesine alarak bu sorunu çözdü. Kimseyi rahatsız etmeyecek daha köklü bir çözüm için ise Sa'd b. Hayseme’nin evi toplantı mekânı olarak seçildi. Ziyaretçilerin ağırlanması ve kalabalık toplantılar, Sa’d b. Hayseme’nin evinde gerçekleştirildi. Gülsüm b. Hidm’in evi ise ikamet amaçlı kullanıldı.
Bütün kabilelerin bir araya getirilmesi ve ilk tevhidi topluluğun oluşturulması için Gülsüm b. Hidm’e ait arazi üzerine Kuba Mescidi inşa edildi. Salat (Allah’ın yardımını talep ederek Kamu hizmetlerini ve sorunlarını çözmeyi üstlenmek veya üstlenenlere destek olmak) için inşa edilen bu mescit amacına uygun bir şekilde hemen faaliyete geçti ve salata (Allah’ın yardımını talep ederek Kamu hizmetlerini ve sorunlarını çözmeyi üstlenmek veya üstlenenlere destek olma faaliyetine) başlandı.
Peygamberimiz Hicret ettikten sonra ilk Cuma Toplantısını / Cuma Salatını (Allah’ın yardımını talep ederek Kamu hizmetlerini, sorunlarını ve çözüm önerilerini halk ile paylaşma toplantısını) inşa edilen bu mescitte icra etti. Gerçi peygamberimiz Medine'ye gelmeden önce Cuma toplantılarını / salatını Mus’ab b. Umeyr başlatmıştı. Hatta bazı Cuma Toplantılarında imamlığı / başkanlığı Esad bin Zürare icra etmişti.
45- Kitaptan sana vahyedileni oku / izle; Salatı ikame et (Allah’ın yardımını talep ederek ([1]) Kamu hizmetlerini ve sorunlarını çözmek için her türlü faaliyeti üstlen). Muhakkak ki salat (Allah’ın yardımını talep ederek Kamu hizmetlerini ve sorunlarını çözmek için her türlü faaliyeti üstlenmek insanı) fahşadan ve kötülükten alıkoyar. (Salatı ikame etmeden önce) Allah'ın anılması / Zikrullah / namaz ([2]) / Allah’ın yardımını talep etmek elbette en büyüktür. / çok önemlidir. Allah, yaptığınız şeyleri bilir. (Ankebut Suresi 45)
1.3. Anayasal Müzakerelerin Medeni Bir Şekilde Yürütülmesi Talimatı
Kuba köyünde geçirilecek süreçte Medine Anayasası / Vesikası üzerinde müzakereler yürütülecekti. Bu müzakereler sırasında Ehli Kitap (Yahudi ve Hristiyan) mensuplarıyla müzakerelerin en güzel bir şekilde yürütülmesi peygamberimizden istenir. Onların değerlerinin kendi değerleri olduğunun vurgulanması istenir. Böylece onların kurulacak yeni sistemde kendilerine yer edinmeleri, kendilerinin ve değerlerinin temsil edildiğini bilmeleri sağlanır. Ortak yönlerin çok olduğu, bir araya gelmemek için hiçbir nedenlerinin olmadığının vurgulanması emredilir. Mademki aynı tanrıya inanılıyor ve sadece O’na itaat ediliyor, mademki her iki tarafa da indirilen değerler ortaktır ve kaynağı birdir o halde tek bir çatı altında birleşmek için hiçbir engel de yoktur. Cenab-ı Hakk bu talimatla Medine İslam Cumhuriyeti’nin Ehli Kitap dâhil tüm Medinelilerce sahiplenilmesini sağladı.
Diğer taraftan Medine'ye hicret eden müminlerin yönetmek zorunda oldukları topluluklardan en önemlisi Yahudi kabilelerdi ve İslam Cumhuriyetini en fazla zorlayacak kesim onlar idi. Çünkü onların Medine'de hâkimiyet hevesleri vardı ve kendilerini seçkinci / üstün bir sınıf olarak görmeleri nedeniyle kurulacak yeni düzeni kolay kolay kabullenemeyecekleri açıktı. Bu nedenle Cenab-ı Hak, onlardan zalimce hareket edenler hariç samimi olanların muhalefetlerine karşı güzellikle / medeni bir şekilde karşılık verilmesini de ister. Böyle bir metot ile Rabbimiz müminlerin kendilerine yapılacak muhalefeti karşılamada güzel bir üslup kullanmalarını öğretti. Onlarla asla lüzumsuz ve faydasız çekişmelere girilmemesi, araya nifak ve düşmanlık sokacak tartışmalardan uzak durulmasını önerdi. Şayet onlarla tartışma yapacak olurlarsa en güzel bir şekilde, nazik, naif ve medeni bir tavır sergilemelerini emretti.
Yahudilerin sahip oldukları ilahi öğretiye de sahip çıkılarak onların şereflendirilmesi ve böylece ayrımcılığa meydan verilmemesi de sağlanacaktır. Onlara indirilen ilahi öğreti ile Hz.Muhammed’e nazil olan öğretinin aynı kaynaktan olması nedeniyle onların ilkelerine de sahip çıkılması, sahiplenilmesi ve inanılması tevhidi / birliği sağlamada en önemli araçtır. Arkasından da müminlerin Allah’tan gelen bütün ilahi öğretilere harfiyen uyma konusunda teslimiyet gösterenler oldukları deklare edilir ki böylece dindar ve iyi niyetli Yahudiler bundan etkilensinler ve kurulacak yeni sisteme onların da destek vermeleri sağlansın. Ama zalimce davranana hak ettiği şekilde davranma konusunda da asla tereddüt edilmemesi ayrıca belirtilir.
46- İçlerinden zulmedenler hariç olmak üzere Kitap ehli ile ancak en güzel bir şekilde tartışın / müzakere edin ve deyin ki: “Biz, bize indirilene ve size indirilene inandık. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir. Şu kadar ki biz sadece O’na teslim olmuş kimseleriz.” (Ankebut Suresi 46)
Kuba köyüne gelindiğinde Medineli müminler Hz.Muhammed’i karşılamışlardı. İslam / Barış toplumu tesis etmek için yapılacak Anayasal Sözleşme / Vesika için müzakereler yürütülecek ve bu müzakerelere müminlerin yanında şehrin yönetiminde söz sahibi olan ama mümin olmayan Araplar ve Yahudiler de katılacaktı. Anayasal Sözleşme / Vesikanın bütün tarafların kabulü için ortak ilkelerin olması önem arz etmekteydi. Özellikle Yahudiler ile ortak ilkelerin olduğu ve müminlerin Yahudilerin değerlerini kabul ettikleri ve onları benimsedikleri ifade edildi. Müminlerin Yahudilere indirilene ve onların ilahına iman etmeleri sözde kalan bir husus değildi. Zira Akabe görüşmelerinde üzerinde anlaşmaya varılan hususları içeren Kitabın (Anayasanın) öngördüğü esaslar doğrultusunda hazırlandı.
Anayasanın temel ilkeleri hiçbir grubun menfaatine ve üstünlüğüne göre değil tamamen Allah’ın tüm âlemlerin / toplumların Rabbi olduğu prensibine göre hazırlanmıştı. Yani bu anayasa / kitap ile kurulacak Barış / İslam Cumhuriyetinde herkesin can ve mal güvenliği temin ediliyordu. Herkesin akıl ve din emniyeti garanti ediliyordu. Herkese adil davranılacağı, herkese merhametle muamele edileceği ve bunun yanında yönetimin sorumsuz olmayacağı ve yapılan icraatın hesabının mutlaka halka verileceği yer alıyordu ki bunlar Fatiha Suresi ile İslami öğretinin temel esaslarını teşkil ediyordu. Bu esaslar samimi Yahudilerin de kolaylıkla kabul edecekleri esaslardı zira onlar bu prensiplere aşinaydılar.
Ancak şaşırtıcı olan kendileri bu prensipleri uzun yıllar kendi midraslarında / medreselerinde eğitim alıp, senelerce Tevrat yazarak onun tahsilini yaparak öğrenirlerken Hz.Muhammed bu esaslara hiçbir tahsil almadan sahip olmuş ve bunları da en güzel şekilde ifade ediyor olmasıydı. Her ne kadar peygamberimizin okuryazarlığı olsa da bu ancak kendi ticaretini yapacak kadardı. O’nun okuryazarlığı mükemmel bir barış topluluğu oluşturacak anayasal hükümler dikte ettirmeye etmeye ve hikmetli sözler söylemeye asla yeterli değildi. Bu tür bir Anayasa hükümleri dikte ettirmek ancak Yahudilerin midraslarında / medreselerinde tahsil görmüş ve yıllarca hukuk, ilahiyat, hikmet, siyaset ve ekonomi eğitimi almış kimselerin harcı iken onlar bunu becerememişlerdi. Hiçbir eğitim kurumundan tahsil almamış ümmi olan Hz.Muhammed, öyle bir anayasa ortaya çıkarıyor ki Medine’nin idari sorununu kökten çözüyor ve herkesin kabul edebileceği / hiç kimsenin itiraz edemeyeceği adil bir sistem getiriyordu. Öylesine mükemmel ve adil bir çözüm sunuyordu ki bu çözümü ancak zalim olanlar, çözümsüzlüğü arayanlar / batılın peşinde koşanlar ve kötü niyetli olanlar reddedebilirdi.
47- 49- İşte biz sana böyle bir Kitap indirdik. Bundan dolayı kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Onlardan (müşriklerden ve Yahudilerden) da ona iman edenler vardır. Bizim ayetlerimizi ancak inkârcılar bile bile reddeder. Sen bundan evvel Kitaptan (Tevrat’tan ya da başka bir Kutsal Kitaptan) okumuyordun; sen onu (Tevrat’ı ya da başka bir Kutsal Kitabı) elinle de yazmıyorsun. ([3]) Eğer böyle olsaydı batılcılar (batıl /şirk sistemini arayanlar) mutlaka kuşku duyacaklardı. Bilakis o, kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi de ancak zalimler bile bile reddederler. (Ankebut Suresi 47-49)
Medine’nin içine yuvarlandığı anarşi ve kaostan kurtarmak için Hz.Muhammed’in önerdiği İslam / Barış Cumhuriyeti projesi hiç kimsenin reddedemeyeceği bir teklif olmasına rağmen onlar (müşrik Araplar ve inkâra meyilli Yahudiler) Barış / İslam toplumu oluşturma hususunda Hz.Muhammed’in getirdiği teklifi reddetmek için O’nun mucize getirmesini talep ettiler. Onlar bu talepleriyle Allah’ın (cc) Hz.Muhammed’e mucizevi olarak gökten zembille doğrudan yardım göndermesi ve böylece kurulacak İslam Cumhuriyetinin hazinesinin altınlarla dolu olmasını, çok güçlü ordulara sahip olmasını ifade etmek istiyorlardı. Hâlbuki İslam / Barış Cumhuriyeti ile büyük bir medeniyete gidileceğini hatta zamanın süper güçleri Sasani / İran ve Bizans imparatorluklarını vaat eden ve üstelik Allah (cc) elçisi olduğunu iddia eden bir kişinin elinde bunları yapacak hiçbir askeri ve ekonomik güç yoktu. Mademki bu kadar büyük hedefleri vardı o takdirde bu hedefe ulaşacak söz konusu araçların Allah (cc) tarafından elçisine bahşedilmesi gerekmiyor muydu? Onların bu taleplerine Cenab-ı Hak, elçisine bu konuda doğrudan herhangi bir güç ve zenginlik verilmediğini bildirmesini istedi. Yani “armut piş ağzıma düş” deyişinde olduğu gibi kendileri hiçbir çaba göstermeden hazıra konmanın kendi yasasında yer yoktu. Onlar ayetler / mucizeler istiyorlarsa onların Allah katından gelen öğretileri kabul edip uygulamaları ile elde edebileceklerini bildirdi. Bunu ifade etmek için “mucizelerin kendi katında olduğu” yani kendi katından göndereceği vahyi takip etmek olduğunu söyledi. Şayet onlar Allah katından gelen öğretilere iman eder ve hayatlarına aktaracak olurlarsa ne büyük mucizelerin meydana geldiğine şahit olacakları belirtilmiş olur. Bunun için de Hz.Muhammede inzal edilen öğreti bu büyük mucizeleri yaratmak için kâfidir. Bu öğretilerde kendisine inanan toplumlar için büyük bir rahmet ve mucizeler yaratmak için yol gösterici ilkeler yer almaktadır.
50-51- Onlar, “Ona Rabbinden ayetler (mucizeler) indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Ayetler (mucizeler) ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Bizim sana indirdiğimiz ve kendilerine okunan bu Kitap onlara kâfi gelmiyor mu? Şüphesiz bunda, inanan bir toplum için bir rahmet ve bir öğüt vardır. (Ankebut Suresi 50-51)
1.4. İslam Cumhuriyetinin Kurulmasına Karşı Çıkan Muhaliflere Verilen Cevaplar: Anayasa Tartışmaları
Ancak yine de Huyey bin Ahtab gibi Yahudi önderler ve Abdullah bin Ubey gibi müşrik Arap önderler Hz.Muhammed’in teklif ettiği bir İslam / Barış içerisinde yaşama modelini kabul etmeye yanaşmıyorlardı. Zira bu modelde onların Medine’de kurdukları şeytani düzen yok olacaktı. Huyey bin Ahtab Medineli Arapları ve Yahudileri kendi parmağında oynatıyor, istediği zaman kabileleri birbiriyle savaştırıyor ve bu anarşiden besleniyordu. Onun işbirlikçisi Abdullah bin Ubey de Medine liderliğini ele geçirmeye çalışıyordu. Hatta Hz.Muhammed Medine’ye hicret etmeseydi kendi liderliğini Evs kabilesine de kabul ettirme noktasına gelmişti. Hz.Muhammed’in Medine’ye gelmesi ile Onun işbirlikçileri ile geliştirdikleri plan boşa çıkmış ve Abdullah bin Ubey’in Medine’nin başına geçmesi iyice zora girmişti.
Abdullah bin Ubey’in Hz.Muhammed hicret etmeden çok kısa bir süre önce Medine’nin başına geçeceğine karar verildiği ve taç giyeceği ama Hz.Muhammed’in gelmesinin bunu engellemesi nedeniyle O’nun Hz.Muhammed’e muhalefet ettiği rivayet edilir.
Hz. Safiye’nin babası olan Huyey bin Ahtab’ın ise Hz.Muhammed Medine’ye teşrif ettiğinde kardeşi Ebu Yasir ile aralarında şöyle bir konuşmanın geçtiği bizzat Hz. Safiye’den rivayet edilir;
“Babam ile amcam Ebu Yasir, Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde O’nu izlemeye gitmişlerdi. Sabah erken saatlerde evden çıkmışlar ve eve çok geç vakitlerde dönmüşlerdi. Eve geldiklerinde babam ile amcam arasında şöyle bir konuşma geçtiğini hatırlıyorum; “Amcam Ebu Yasir, babama: “O mu?” diye sordu. Babam: “Evet, vallahi odur.” dedi. Amcam: “O olduğundan emin misin?” diye sorduğunda, babam: “Eminim” diye cevap verdi. Amcam bu sefer babama; “Ona karşı ne hissediyorsun?” dedi. Babam: “Vallahi eski halimde kalacağım, nefsimde uyanan ise, ona düşmanlık hisleridir. Sağ kaldığım müddetçe ona düşmanlık edeceğim” demiştir.” ([4])
Muhalif olan bu ileri gelenler Hz.Muhammed ile görüştükten sonra O’nun gerçekten peygamber olduğunu ve Medine’ye barışı, huzuru getirebileceğini, birlik ve beraberliği sağlayabileceğini fark etmişlerdi. O’nun Medine’de liderliği eline alması halinde kendilerinin hâkimiyetinin yok olacağı kaçınılmazdı. Fakat Medine’de kendilerine karşı koyamayacakları mümin bir kesim de O’nun liderliğinde bir İslam Cumhuriyetinin kurulmasını istiyorlardı. Onları bu taleplerinden vazgeçirmek için başta Mekke olmak üzere bütün Arapların Medine’yi karşılarına aldığı bir ortamda O’nun bu işi başaramayacağı üzerine bir söylem geliştirmeye çalışacakları açıktı. Şayet İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna engel olamayacak olurlarsa o takdirde onlar Hz.Muhammed’i başarısız kılmak için ellerinden geleni yapacaklar ve Cumhuriyeti içeriden çökertmeye çalışacaklardı.
Yukarıdaki rivayetler gösteriyor ki Medine Anayasasını tüm Medinelilere kabul ettirerek Medine İslam / Barış Cumhuriyetini kurmak öyle kolay olmamıştır. Akabe görüşmelerinde yapılan müzakereler ve arkasından yapılan biat / sözleşmelere rağmen Medine’de bir İslam / Barış Cumhuriyeti kurulmasına muhalefet eden ileri gelenler bulunmaktadır. Bundan dolayı Hz.Muhammed’in “her tarafından yıkılmış, harap olmuş bu şehir nasıl dirilecek Rabbim?” diye içinden geçirmiş olmalı ki, Cenab-ı Hak Bedir Zaferi ve bu muhaliflerin önderliğini yapanlardan Beni Kaynuka Yahudilerinin Medine’den sürgün edilmesi ile bu şehrin dirilişinin nasıl olacağını göstermiştir. Elçisinin içinden geçirdiği bu endişe ve tereddüdü daha sonra Bakara Suresi 259 uncu ([5]) ayetiyle hatırlatmıştır.
İslam / Barış Cumhuriyetinin kuruluşuna muhalif olanların ikna edilmeleri içinde Kuba köyünde bir süreç yaşanmıştır. Sonunda gönülden ikna olmasalar da ellerinden bir şey gelmemesi nedeniyle onlar sonunda teslim olmuşlardır. Muhaliflerin teslim olmalarına kadar olan süreçte yaşanan tartışmalara Casiye Suresindeki anlatımlar en iyi örnek olarak verilebilir.
Hz.Muhammed, İslam/ Barış Cumhuriyeti kurulduğunda toplum ile yönetimin gökler ve yer gibi gayet uyumlu bir birlikteliklerinin olacağını, kendisinin kavim kabile farkı gözetmeksizin birlik, beraberlik ve huzur için çaba sarf edeceğini, yağmurun ölü toprağı yeşertip canlandırdığı gibi ilahi öğretilerin bu topluluğu dirilteceğini ve böylece gece karanlığı gibi cahiliye karanlıkları içerisinde kalmış kabilelere aydınlık gündüzlerin geleceğini Medinelilere vaat etmişti. O, vaat ettiği şeylerin mutlaka gerçekleşeceğini, hak olduğunu bildirmişti. Bunu sağlayacak olan öğretinin / hükümlerin /Kitabın ise kendisinin bir kanaati / fikri olmayıp Aziz, hüküm ve Hikmet sahibi Allah’ın kendisine vahyetmesi ile olduğunu bildirmişti. Fakat Medineli muhalifler bunu kabul etmek istemiyorlardı. Kendilerine hangi örneklem / delil / ayet getirilirse getirilsin İslam / Barış Cumhuriyetinin kuruluşuna onay vermek istemiyorlardı. Cenab-ı Hakk bu hususları aşağıdaki ayetlerle şöyle anlattı;
Rahman Rahim Allah Adına
1 – 6- Ha, mim. Bu kitab’ın indirilmesi, Üstün ve Güçlü, Hüküm ve Hikmet sahibi Allah tarafındandır. Kuşkusuz göklerde ve yerde inananlar için ayetler / işaretler vardır. Sizin yaratılmanızda / varlık sahnesine çıkmanızda ve türetip çıkardığı ve ülkelere gönderdiği devinip duran liderlerde / dabbelerde kesin bir ilme dayalı olarak gelişmeleri değerlendirecek bir kavim için ayetler / işaretler vardır. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi Allah’ın gökten rızık vesilesi olan yağmuru / vahyi indirmesi ve böylece yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi ve rüzgârları yönetmesi aklını kullanan bir kavim için ayetlerdir. / işaretlerdir. İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Sana onları gerçekleşmesi kaçınılmaz olan hakikatler olarak bildiriyoruz. Artık onlar, Allah’ın sözünden ve O’nun gösterdiği ayetlerden / işaretlerden sonra, hangi söze/ hangi olguya / hangi işaretlere inanacaklar? (Casiye Suresi 1-6)
Fakat Medineli muhalefet kendini beğenmiş, günahkâr ve zalim ileri gelenlerden müteşekkildir. Onlara Barış toplumunun / İslam’ın güzelliklerinden ne anlatırsan anlat yine de inkârda / kabul etmemede ısrar ederler. Zira İslam / Barış Cumhuriyeti ile topluma rahmet ve adalet egemen olacak olursa onların soygun ve sömürü düzenleri yok olacaktı. Onlar ise hâlihazırdaki şirk sisteminin devamından yanaydılar. Cenab-ı Hak, onları inatlarında ısrar edecek olurlarsa can yakıcı bir cezalandırma ile karşı karşıya kalacakları konusunda uyardı. Hem bu dünya da hem de ahirette acı bir azap ile yüz yüze gelecekleri ve bu hususta Allah’ın Cumhuriyetine karşı yapacakları hiçbir müttefikliğin işe yaramayacağı ve kimsenin engel olamayacağını bildirdi. Bu ikazlar ile kendilerine iyilikle bir yol gösterilmektedir. Şayet bu ikazlara kulak verilmeyecek olurlarsa, acı bir azap kendilerini beklemektedir.
7 – 11- Bütün yalancı günahkârların vay haline! Zira kendisine okunan Allah’ın ayetlerini işitir, sonra da onu hiç işitmemiş gibi kibirlenerek inadında ısrar eder. Artık sen ona, can yakıcı bir azabı müjdele! Ayetlerimizden bir şey öğrendikleri zaman, onu alaya alıyorlar. İşte onlar için bu dünyada rezil ve rüsvay edici bir azap vardır. Ahirette de cehennem azabı. Kazandıkları şeyler ve Allah'a karşı edindikleri dostlar / veliler / müttefikler kendilerine hiçbir şekilde fayda sağlamaz. Onlar için büyük bir azap vardır. Bu uyarılar, bir yol gösterimidir. Rablerinin ayetlerini inkâr edenler için çok acıklı bir azap vardır. (Casiye Suresi 7-11)
Diğer taraftan ikazlara kulak verecek olurlarsa Arap yarımadasına egemen olacak bir İslam Cumhuriyeti ile deniz ticaretinden çok büyük zenginliklere kavuşacaklarına vurgu yapılır. Bütün Arap kabilelerinin tevhit olmaları halinde Arap yarım adasının etrafını çevreleyen Basra körfezi ve Kızıl denizden geçen ticaret yolları İslam Cumhuriyetinin egemenliğinde / emre amade olacak ve bu yolla muazzam gelirler elde edileceği muhaliflere ifade edilir. Bu husus üzerinde kafa yoran herkes bunun ne kadar faydalı bir yol olduğunu görür.
12 – 13- O öyle Allah’tır ki; gemiler içinde O’nun emriyle seyredip gitmeniz, lütfundan rızk aramanız ve şükretmeniz için denizi emrinize amade kılandır. O, göklerde ve yerde bulunan her şeyi Kendinden bir nimet olarak hizmetinize verdi. Muhakkak bunda düşünen bir topluluk için ayetler / işaretler / ibretler vardır. (Casiye Suresi 12-13)
İslam Cumhuriyetinin kurulmasına karşı çıkmadıkları takdirde büyük nimetlere kavuşacakları konusunda muhaliflerin inanıp inanmaları önem arz etmemektedir. Allah’ın vadettiği o güzel günlere inanmayan Medineli bu muhaliflere şimdilik dokunulmaması müminlere emredildi. Bu emir ile muhaliflerin İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna fiili olarak karşı koymaları halinde onların cezalandırılmaları için harekete geçilmesi, inanmayıp pasif kalmaları / teslim olmaları halinde ise onlara ilişilmemesi bildirilmiş oldu. Kim ki ıslah edici hareketlerde bulunarak toplumun gelişmesi, ilerlemesi için çalışırsa bu eylemeleri kendi menfaatinedir. Kim de toplumu ifsada götüren kötülüklerin peşinde koşarsa onun bu eylemleri de kendi zararına olacağı açıktır. Muhalifler ister inansınlar ister inanmasınlar, bu Barış / İslam Cumhuriyeti kurulacak, onlar bu kuruluşa engel olamayacaklardır. Şayet süreç içerisinde onlar İslam Cumhuriyetine fiili muhalefet gösterecek olurlarsa bunun cezasını da göreceklerdir. Kısaca sonunda mutlaka Allah’ın dediği olacak ve herkes yaptıklarının karşılığını görecektir.
14- 15 – Müminlere söyle: “Allah'ın günlerini / vadettiği geleceği ümit etmeyenleri şimdilik bağışlasınlar zira her kavim yaptıkları icraatların karşılığını görecektir. Her kim ıslah edici eylemlerde bulunursa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa o da kendi aleyhinedir. Sonunda Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Casiye Suresi 14-15)
Cenab-ı Hak, Huyey b. Ahtab gibi muhalefetin Yahudi önderlerine ise şunların söylenmesini emretti;
“Geçmişte onlara kitap, hüküm ve peygamberliklerin lütfedildiği, bu ilahi lütuflar sayesinde kendilerinin zenginliklere kavuştuklarını ve birçok devletlere / toplumlara egemen oldukları tarihsel olarak sabittir. Buna rağmen kendilerine gelen ilahi öğreti benzerini getiren Hz.Muhammed’e ve O’na gelen ilahi öğreti ile kurulacak İslam Cumhuriyetinin zenginlikler ve diğer toplumlara egemen olmayı getirmeyeceğini iddia etmek bir çelişki değil midir? Ayrıca geçmişte sahip oldukları bu parlak medeniyeti sırf kıskançlık, rekabet ve azgınlıkları nedeniyle ayrılığa / toplumsal parçalanmışlığa (şirke) düşmeleri sonucu kaybettikleri de malumdur. Şimdi bu parçalanmışlığın (şirkin) devam etmesini nasıl istersiniz? Allah elbette diriliş günü kimin haklı, kimin haksız olduğunu gösterecektir. Geçmişte size verilen ancak kıymetini bilmediğiniz İlahi vahye dayalı hukuk sisteminin bir benzeri şimdi Hz.Muhammed’e verilmiş bulunuyor.”
Cenab-ı Hak müminlere de şu mesajları verdi;
“İslam Cumhuriyetinin kurulmasına karşı çıkan Yahudi muhalefetin yukarıda belirtilen açık çelişkisini görün ve onların tarihsel gerçekliğe ters olan bilgisizce ortaya attıkları iddiaları ciddiye almayın! O zalimler İslam Cumhuriyetine muhalefette birbirleriyle dayanışacaklardır. Çünkü onlar birbirlerinin evliyasıdır. Fakat müminler de birbirlerinin evliyası olduğu için onlar da birbirleriyle dayanışma içerisinde olacaklar ve muhalifler onlara asla bir zarar veremeyeceklerdir. Zira Allah müminlerin yardımcısıdır. O müminlere rehberlik edecektir. Kurulacak Barış / İslam Cumhuriyetinde ıslah edici eylemlerde bulunan müminlerle huzur ve barışı sabote edecek kötü eylemlerde bulunacak olan muhaliflere elbette aynı davranılmayacaktır. Nasıl ki gökler ve yerler belirli bir yasa / hukuk / haklar üzere yaratıldıysa toplum içerisinde hukuku ihlal edenler ile hukuka riayet edenlere aynı muamele yapılmayacak, herkese yaptığı eylemlerin tam karşılığı verilecektir. Kimseye haksızlık yapılmayacaktır.”
16 – 22- Gerçek şu ki vaktiyle Biz İsrail oğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik vermiş, onları temiz rızıklarla rızıklandırmış ve onları âlemlerden / diğer toplumlardan daha üstün / egemen kılmıştık. Onlara Din / Devlet / Yönetim / Emir konusunda apaçık hükümler / yol ve yöntemler / hukuk ilkeleri / deliller de vermiştik. Fakat onlar, kendilerine bu ilim geldikten sonra sırf aralarındaki çıkar çatışmaları / azgınlık / rekabet / kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Muhakkak ki senin Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde kıyamet günü onların arasında hüküm verecektir. Şimdi de Din / Devlet / Yönetim / Emirlik konusunda seni bir yola koyduk. / seni görevlendirdik. / seni bir şeriat sahibi kıldık. Öyleyse sen ona uy, bilmeyenlerin arzularına uyma. Çünkü onlar, Allah’tan gelebilecek hiçbir şeyi senden savamazlar. Kuşkusuz zalimler birbirlerinin dostudurlar. / velileridir. / evliyasıdır. / yardımcılarıdır. Allah ise takvalı davrananların dostudur. / velisidir. / Yardımcısıdır.” İşte bu (şekilde davranış /onların hevalarına uymama ve hakka uyma) insanların gözünü açar / onlara basiret verir. Kesin bir bilgiyle hareket edecek bir toplum için yol gösterme ve rahmettir. Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini iman eden ve salih amel işleyen kimseler gibi kılacağımızı ve onların hayatları ve ölümleri ile kendilerinin hayat ve ölümlerinin aynı olacağını mı düşünüyorlar? Ne kadar yanlış düşünüyorlar! Allah, gökleri ve yeri hak ile / gerçek olarak/ hukuk çerçevesinde yaratmıştır ki herkese yaptığının karşılığı verilsin. Onlara haksızlık yapılmayacaktır. (Casiye Suresi 16-22)
Yahudilerin liderlerinden Ebu Yasir b. Ahtab peygamberimizle yapılan görüşmede İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna katılma ve katkı sağlama görüşünde olmasına rağmen kardeşi Huyey b. Ahtab ona karşı idi. Yukarıda belirtildiği gibi Huyey Hz.Muhammed’in büyük bir Barış / İslam medeniyeti kuracağı konusundaki iddiasını gerçekleştirebilecek vasıflara sahip olduğunu yani peygamberliği konusunda bütün işaretleri görmüş olmasına rağmen sırf nefsi kıskançlığı sebebiyle onun peygamberliğine karşı çıkmıştı. Kıskançlık ve haset onun gözünü kör etmiş, kalbini mühürlemişti. Bundan dolayı o içinde yaşadıkları şirk sisteminin ilkelliğini, geriliğini, cahilliğini kendileri için daha uygun buluyordu. Hz.Muhammed’le görüşmesinden sonra o kendi kavmine gidip, cahiliye Araplarının içerisinde şirk sisteminde kendilerinin de yaşamlarını sürdürdüklerini şayet Hz.Muhammed’in teklifini kabul edecek olurlarsa bunun bir diriliş değil tam aksine bir felaket olacağını iddia etti. Bunun sebebi olarak Arap yarımadasındaki kabile tarzı toplumsal örgütlenmeyi (şirki) terk edip önce ulusal sonra küresel ölçekte bütünleşmeleri (tevhit olmaları) halinde İran ve Bizans’ın buna müsaade etmeyeceğini söyledi. Mevcut halde şirk içerisinde / parçalı yapıda ölü topluluklar olarak geri, ilkel bir yaşam sürdürmekle hayatta kaldıklarını, dirilişe kalktıklarında ise süper güçlerin buna müsaade etmeyeceğini savundu. Hz. Peygamberin parçalı yapıdaki kabilelerin bir araya gelip (tevhit olup) bir Barış / İslam toplumu kurarak dirilişe geçmeleri halinde Süper güçlerin kendilerine hiçbir şey yapamayacağına yönelik deliller / ayetler getirmesi karşısında ise Huyey b. Ahtab, bu coğrafyada yaşamış geçmiş kabilelere süper güçlerin dokunmamalarının asıl nedeninin onların böyle ilkel, geri kendilerinden başka kimseye (devletler bazında) zararı olmaması olduğunu belirtti. O ayrıca bu şekilde ölü topluluklar olarak yaşamaya devam ederlerse daha çok uzun zamanlar (dehr) / çağlar boyu hayatiyetlerinin devamının mümkün olacağını iddia etti. Bu konuda geçmiş ataların tarihi geçmişlerinin birer kanıt olduğunu ileri sürdü. Kavminden (Nadir oğullarından) onun bu görüşlerine destek verenlerde oldu.
23-25-Sen, keyfi kanaatlerini / kendi hevasını ilâh edinen ve Allah'tan gelen bir ilmi bilmesine rağmen sapıklığı tercih etmesi nedeniyle kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Ona Allah'tan başka kim hidayet verebilir? Artık öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?” Ve “Hâlihazırda yaşadığımız şu ilkel yaşamımızdan başkası olamaz. Ölürüz ve yaşarız. (Bu ilkel, geri, ölmüş bir yaşam ile hayatiyetimizi sürdürebiliriz. Dirilişimiz de ancak bu şekilde ölü vaziyetteki yaşamımız ile gerçekleşecektir. Aksi takdirde dirilmeye kalkarsak bizi yaşatmazlar.) Böyle bir yaşam tarzıyla biz çok uzun süreler (dehr) yaşarız. (Biz ancak böyle bir yaşam tarzıyla çok uzun zaman sonra yok oluruz.)” dediler. Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zannediyorlar. Kendilerine ayetlerimiz beyan edilip okunduğu zaman onların; “Eğer doğru kimseler iseniz atalarımızı getirin. / Öyleyse geri dönüp (tarihe dönüp) atalarımızın şimdiye kadar ne yaptıklarına bir bakalım.” demekten başka delilleri yoktu. (Casiye Suresi 23-25)
[1] )NOT: Salat, namazı yani Allah’a yapılan dua ve telepleri kapsar, fakat esas anlamı kamu hizmetlerini ve sorunlarını çözmeyi üstlenerek gereken her türlü faaliyeti yapmaktır.
[2] )Not: Yaygın yoruma göre “Allah’ı anmak” diye çevirdiğimiz zikrullahtan maksat namazdır. Nitekim Cum‘a sûresinde de cuma namazı için aynı tabir kullanılmıştır. Namazın zikir kelimesiyle anılması, onun tam bir ibadet bilinciyle, Allah’ın huzurunda bulunulduğu şuuru ve sorumluluğu ile eda edilmesi şartıyladır ki belirtilen ahlâkî etkiyi gösterecek kaliteye ulaşmış olacağını ima eder. Bu şekilde namaz kılarak Allah’ı anmak en büyük ibadettir. Namazın insandaki Allah şuurunu güçlendirme işlevi, diğer faydalarından daha önemlidir Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 273-275
[3]) NOT:Yahut Yahudilerin tedrisinden geçmiş birisi değilsin. Bu nedenle Tevrat gibi ilahi kaynaklı kitap yazmıyor ve okumuyorsun. Ya da Yahudilerin tedrisatında aldığı yüksek bir eğitim gibi eğitim almış birisi değilsin. (A.A)
[4]) İbn Hişam, es-Sîre, I, 309; İbn Kesîr, el-Bidâye, III,317
[5] )Bakara Suresi 259: “Bir de altı üstüne gelmiş (ölmüş) bir şehre / kasabaya uğrayan kimse gibisini görmedin mi? Allah, bunu ( bu şehri) ölümünden sonra nasıl diriltecek? dedi. Bunun üzerine Allah, onu yüz sene ölü bıraktı, sonra diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. O da: Bir gün veya bir günden daha az kaldım, dedi. Hayır, yüz yıl kaldın. Öyle iken yiyeceğine içeçeğine bak; henüz bozulmamış, bir de merkebine bak. Hem seni insanlara bir ibret kılacağız. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyor ve sonra onlara nasıl et giydiriyoruz? dedi. Bu hal ona apaçık belli olunca: Artık Allah'ın herşeye Kadir olduğunu biliyorum, dedi.”
Toplumsal olarak dirilmenin de ölmenin de kurallarını Cenabı Hak belirlemiştir. Sonunda Kıyamet günü bütün insanları toplayıp hesaba çekecektir. Göklerin de yerinde egemenliği O’na aittir. Hesap günü geldiğinde sapıklığı / yanlış politikayı tercih edenler mutlaka hüsrana uğrayacaklardır. Bütün topluluklar diz çökecekler ve yaptıkları kendilerine bir bir gösterilecek. İnceden inceye kaydedilmiş hesaplarını görenler işlediklerinin karşılığını bulacaklarını anlayacaklar. Ayrıca Allah’ın koyduğu kurallar / deliller gösterilmesine rağmen Allah’ın vaadinin kesin bilgi değil de Hz.Muhammed’in kendi kanaatleri olduğunu iddia etmeleri neticesinde azaba çarptırılacaklardır. Ama Hz.Muhammed’in vaadine iman edip O’nun hedeflediği Barış / İslam toplumunu kurmak için ıslah edici eylemlerde bulunan müminler ise Allah’ın rahmetine gark olacaklardır.
26-37- De ki: “Allah sizi dirilir de öldürür de sonunda da sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Göklerin ve yerin mülkü / egemenliği / hâkimiyeti / Yönetimi Allah'ındır. Saat’in / Kıyametin geldiği gün; işte o gün, batıla / yanlışa sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.” O gün bütün toplulukları / ümmetleri, diz çökmüş olarak göreceksin. Bütün topluluklar /ümmetler, kendi hesabını görmeye / kendi kitaplarına davet edilecekler: “Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, bizim tuttuğumuz kayıtlar ki size gerçeği söyler. Muhakkak ki Biz sizin yaptıklarınızı kayda geçirmiştik.” İman eden ve ıslah edici eylemlerde bulunanlara gelince Rableri onları rahmetine gark eder. İşte bu, apaçık kurtuluştur. Şu inkârcılara da denir ki; “Ayetlerim size okunduğu zaman büyüklük taslayanlar sizler değil miydiniz? Sizler böyle yaparak suçlu bir kavim oldunuz. Size “Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir ve o saatin geleceğinde de şüphe yoktur” denildiği zaman “Biz o Saat’in / Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz. Biz, onun sadece zan / kanaat olduğunu sanıyoruz, bu konuda kesin bir bilgi edinmiş değiliz” dediniz. Böylece işledikleri şeylerin kötülükleri kendilerine aşikâr oldu ve alaya aldıkları şey başlarına gelip çattı ve onlara denildi ki: “Bugün Biz sizi unuturuz tıpkı sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi. Sizin kalacağınız yeriniz de ateştir. Size bir yardımcı da yoktur. İşte bunlar, sizin Allah’ın ayetlerini alaya almanız ve rezil dünya hayatının sizi aldatması sebebiyledir.” Artık o gün onlar, oradan çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez. Artık bütün yönelişler, göklerin, yerin ve âlemlerin Rabbi Allah'adır. Göklerde ve yerde azamet ve hâkimiyet yalnızca o’nundur. O, Üstün ve Galiptir, Hüküm ve Hikmet sahibidir. (Casiye Suresi 26-37)
Medineli Yahudilerle yapılan müzakerelere Medine İslam Cumhuriyetine muhalif olanlar olduğu gibi Hz.Muhammed’in müzakereler sırasında ilahi öğretiyle (Kur’an’la) konuşmasından etkilenerek iman edenler de olmuştu. Müzakerelere katılan Medineli Yahudiler kendi evlerine döndükleri zaman kabilelerine görüşmeler hakkında bilgi verirken muhalif olanlar Hz.Muhammed’e karşı oluşlarının nedenlerini doğru dürüst açıklayamıyorlardı. Nefsi davrandıkları çok açıktı. Karşı oluşlarının sebebini İsrail oğulları olarak üstün ve seçkin oldukları üzerine bina ediyorlardı. Kendilerinin peygamber bekledikleri ve bekledikleri peygamberin özellikleri de Hz.Muhammed’de olmasına rağmen O’nun Arapların arasından çıkmasını bir türlü içlerine sindiremiyorlardı. Aslında muhalif olanlar şirk sisteminden nemalandıkları için bu sistemin değişmesini istemiyorlardı. Ama bunu da halka açıklayamıyorlardı. Onların karşı çıkış için buldukları en uygun gerekçe olarak kendilerinin aşağı, geri, cahil gördükleri Arapların arasından çıkmış bir şahsa tabi olmanın aşağılık bir şey olacağı ve kendi seçkinliklerine uygun düşmeyeceği idi. Onlar Hz.Muhammed’e karşı çıkmalarına bu gerekçeyi söylediler. Fakat iman eden Yahudiler kendi halklarından bazılarının üzerinde etkili oldular. Onlar Hz.Muhammed’in getirdiği ilahi vahiy çerçevesinde bir İslam / Barış Cumhuriyeti kurmaya taraftar olmanın doğru olacağını, taraftar olunmasa da en azından teslim olunması gerektiğini ortaya koydular. Bunların başında Abdullah b. Selam (önceki adı Huseyn ibni Selam) geliyordu. O Hz.Muhammed’in Kuba’ya geldiğini öğrenince öylesine sevinmiştir ki tekbir getirmiş ve halası onun bu sevincine çok şaşırmış ve sanki Hz. Musa gelmiş gibi sevindiğini söyleyerek kınamıştı. Abdullah b. Selam ise Hz. Musa değilse de Hz.Muhammed’in O’nun kardeşi olduğunu ve Hz. Musa’ya gelen namusun bu gelen peygambere de geldiğini ifade etmesi üzerine halası kıyamete yakın geleceği bildirilen peygamber bu mu diye karşılık vermiştir. Daha sonra Abdullah b. Selam Kuba’ya koşmuş ve Hz.Muhammed’i görünce / görüşünce hemen iman etmiştir. Önceki adı Huseyn olan Abdullah b. Selam’a Abdullah ismini de peygamberimiz vermiştir.
Abdullah b. Selam Yahudilerin çok itibar ettikleri bilgin hahamlardandı. O iman ettiğini muhalif Yahudilerden ilk önce gizlemiştir. Fakat kendi ailesi ve yakın arkadaşlarına Hz.Muhammed’in yıllardır bekledikleri peygamber olduğunu anlatmış ve onları peygamberimizin huzuruna çıkarıp peygamberimizin İslam / Barış Cumhuriyetinin felsefesini anlatan ilahi öğretiyi (Kur’an’ı) onlara okumasını sağlamıştır. Peygamberimizde diğer Yahudilerle yaptığı görüşmelerde onların kimliklerini gizli tutmuştur. Hatta Huyey bin Ahtab ve arkadaşları müzakere yapmak için Peygamberimizin huzuruna geldiğinde Abdullah ibn Selam saklanmış ve peygamberimizden onlara kendisi hakkında sorular sormasını istemiştir. Onlar Abdullah b. Selam’ın arkasından gidilecek çok âlim, erdemli bir şahsiyet olduğunu söylemişlerdir. Peygamberimiz onun kendisine iman ettiğini söylediğinde ve kendisinin de bunu teyit için saklandığı yerden çıkıp peygamberimizi tasdiklediğinde onlar çok bozulmuşlardır. Arkasından gidilecek güvenilir bir lider olduğunu söyledikleri Abdullah b. Selam’ı da karşılarına alarak peygamberimize muhalif olmaya devam etmişlerdir.
Peygamberimizin huzurunda gerçekleşen bu olay elbette ki kendi kabile mensupları arasında kısa zamanda duyuldu ve Yahudi halk kabilenin dini önderi olan Abdullah b. Selam’dan neden iman ettiğine dair bir açıklama bekledi. Abdullah b. Selam iman eden arkadaşları / akrabaları da yanında olduğu halde halka Hz.Muhammed’e iman ediş sebebini anlattı. Onların aralarında geçen bu konuşmayı Cenab-ı Hak elçisine vahiyle Cin Suresi içeriğinde bildirdi;
Abdullah b. Selam arkadaşları adına da konuşarak Hz.Muhammed’den insanı olgunlaştıran / doğru yola ileten ve kendilerinde bulunan ilahi öğretiye benzer insanı hayran bırakan sözler işittiklerini, bu sebeple hemen iman ettiklerini ve bundan böyle şirk sistemini reddedeceklerini anlatır. Konuşmasının ilerleyen bölümünde ise bu iman ediş sebeplerini detaylandırır.
1-2- De ki: “Bana vahyedildi ki; Cinlerden bir topluluk (Kur'an) dinleyip de: 'Muhakkak ki biz, hayrete düşüren bir Kur'an işittik!' demişler.” “(O,) rüşte (olgunluğa) yönlendiriyor. Bu sebeple iman ettik Ona! Rabbimize hiç kimseyi asla ortak tutmayacağız.” (Cin Suresi 1-2)
Abdullah b. Selam ister ehli Kitab’ın içine düştüğü tarzdaki şirk olsun ister müşrik Arapların tarzındaki her kabileye ait tanrı şeklindeki şirk olsun hepsini reddeder. Yahudi kabilelerin beyinsiz ileri gelenlerinin şirk sistemini güzel göstermelerinin yanlışlığına, ilkelliğine ve saçmalığına dikkat çeker. Üstelik onların iddialarını delillendirmek amacıyla içinde bulundukları şirk sisteminin Allah tarafından uygun bulunduğunu iddia ederek toplumu kandırma girişiminde bulunabileceklerine hiç ihtimal vermediklerini belirtir. Ama gelinen noktada onların yalan söyledikleri ve asıl amaçlarının kendi çıkarları olduğu ve bunun için Allah’a bile iftira atmaktan çekinmediklerini ortaya koyar. Aynı hususun Araplar (insanlar) içinde geçerli olduğunu belirtir. Ayrıca o Hz.Muhammed’e muhalefet eden ileri gelen azgınların Allah’ın devleti, ilahi öğreti ve elçisi hakkında bu kadar pervasızca yalan söylemelerini hiç beklemediklerini ama sırf nefislerinin hoşuna gittiği için Hz.Muhammed’i ve getirdiği öğretiyi kabul etmemek için olmadık yalanlara başvurduklarına işaret edilir.
3-5- “Hakikat şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O ne bir dişi eş edinmiştir ne de bir çocuk! Meğer bizim sefihlerimiz (beyinsizlerimiz, alçaklarımız), Allah hakkında saçma iddialarda bulunuyormuş! Doğrusu, insanların ve cinlerin Allah’a karşı bu kadar pervasızca ve bile bile yalan söyleyecekleri, aklımızın ucundan bile geçmezdi” (Cin Suresi 3-5)
Abdullah b. Selam, Medineli Yahudi ileri gelenleri ile Medineli Arap kabilelerin ileri gelenleri arasındaki müttefiklik ilişkisini dile getirir. Evs ve Hazreç birbirleriyle sürekli çatıştıkları için kendilerine müttefik ararlar ve her kabile Yahudi kabilelerden kendisine müttefik edinirdi. Müttefiklik sağlayan kabile kendini daha kuvvetli görür ve diğerine saldırmak için de bahanesi olurdu. Yani zaten azgın olan ileri gelenler sığındıkları Yahudi kabilelere sığınmalarına / ittifak yapmalarına güvenerek daha da azgınlaşırdı. Böylece iç savaşlar süreklilik arz ettiğinden kabileler ölü, geri, ilkel olarak mevcudiyetlerini devam ettirirlerdi. Öyle ki bir araya gelip / tevhit olup toplumsal bir diriliş gerçekleştirmelerinin artık imkânsız olduğuna inanır hale gelmişlerdi.
6-7- “Gerçekten de insanlardan (Medineli müşrik Araplardan) bazı kimseler, cinlerden (Yahudilerden) bazı kişilere (adamlara) sığınırlardı (korunmak için müttefiklik yaparlardı). Böylece zaten azgın olan o kişilerin daha da azgınlaşmalarına yol açarlardı. Öyle ki (onlar da) sizin gibi Allah'ın kendilerini asla diriltmeyeceğini zannetmişlerdi.” (Cin Suresi 6-7)
Medine İslam Cumhuriyeti kurulmadan önce Yahudiler Medineli müşrik Arap liderlerle araları iyi olduğu için onların kabile meclislerine iştirak ederler, onların sohbetlerine katılırlardı. Medine Şirk sistemi ile yönetilirken kabilelerin meclislerinde kendileri için uygun görülen yerlere oturup onların sohbetlerine kulak misafiri olan Yahudiler, Arap kabilelerin dolayısıyla Medine’nin yönetimine ilişkin yapılacakları öğreniyorlardı. Yahudiler kabile meclislerindeki oturumlarda işittikleri bu bilgileri kullanarak kendi tavırlarını belirliyorlardı. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettikten sonra kurulan İslam Cumhuriyeti merkezi bir İdare idi ve Merkez, Hz.Muhammed’in Meclisi / Mescidi idi. Bu Cumhuriyetin meclisinde yapılacak idari işlere ilişkin karar alma görüşmelerine Kuruculardan başkalarının iştirak edilmeleri yasaklanmıştı. Peygamberimiz kabile değil artık bir devlet yönetiyordu ve devlet yönetiminde başıboşluk, disiplinsizlik ve yetkisiz kimselerin idareye dahil olması asla kabul edilemezdi. Bu nedenle Peygamberin mescidinde / meclisinde karar alınacağı zaman ilgisiz ve yetkisiz kişiler muhafızlar aracılığıyla derhal meclisten / mescitten çıkarılıyordu. Peygamberimiz bu uygulamasını Kuba’daki toplantıları sırasında uygulamaya başladı. Dolayısıyla Kuba’daki yönetim merkezi olan Kuba Mescidinde karar alınacak görüşmelere ilgisiz kimseler asla alınmadı. Bu uygulama ile peygamberimiz devlet yönetiminin (gök metaforunda) ciddi bir iş olduğunu ve bundan böyle yetkisiz kişilerin yönetim toplantılarına alınmayacağını göstermiş oldu. Cinler metaforundaki Yahudiler, Medine İslam Cumhuriyetinin Kurucu Unsurları olmadıkları için bundan böyle Yönetim toplantılarına daha önce olduğu gibi katılamayacakları ve kararlar konusunda hiçbir haber alınmasına müsaade edilmeyeceği, müteakip ayetlerde cinlerin göklerden haber almasına izin verilmemesi metaforu ile anlatılır. Yukarıdaki husus Abdullah b. Selam tarafından kendi kavminin mensuplarına anlatılır.
8-9- (Cinler/ Yahudiler şöyle dediler: “Gerçekten biz göğü / üst yönetimi yokladık da onu kuvvetli bekçiler ve şihablarla / haber almamızı önleyen ışınlarla / silahlarla doldurulmuş bulduk. Hâlbuki daha önceleri biz haber almak için uygun mekânlara / yerlere oturur idik. Fakat şimdi her kim haber almak için uğraşırsa, derhal karşısında şihabları /haber almamızı önleyen ışınları / silahları bulacak.” (Cin Suresi 8-9)
Bu bilgiler verildikten sonra Abdullah b. Selam gibi iman eden Yahudiler, durumun nereye gideceğini yani İslam Cumhuriyetinin başarıya mı ulaşılacağını yoksa yenilgiye mi uğrayacaklarını bilemediklerini söylediler.
Bununla beraber, oluşan bu atmosferde kendi kabilelerinin de aralarında ikiye ayrıldığını medeni bir topluma ulaşma / dirilme fikrini benimseyip peygamberimize destek olanların yanında eski hallerinde devam etme düşüncesi ile O’na karşı olanların da bulunduğunu bildirdiler. İman eden Yahudiler, Hz.Muhammed’in iman eden müminlerle birlikte Allah’ın hükmünün geçerli olacağı İslam Cumhuriyetinin kurulmasına engel olmalarının mümkün olmadığını ve bu Cumhuriyetin kurulmasının artık kaçınılmaz oluşunun anlaşılması nedeniyle kendilerinin hemen iman ettiklerini anlatırlar. Ama İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna mâni olamasalar da yine de ona teslim olmayı reddeden zalimlerin var olduğunu, iman edenlerin ise doğruyu, güzeli ve olgunlaşmayı arayanlar olduğu vurgulanır.
10-14- “Ve gerçekten de bilmiyoruz, yeryüzündekilere / bu ülkedekilere bir kötülük mü planlanmıştır, yoksa Rableri, onlara doğru yolu buldurmayı mı diledi? Şüphesiz bizlerden salih olanlar vardır, yine bizden, salih olmayanlar da vardır. Biz kozmopolit bir toplumuz. Ve anladık ki, arzda / bu ülkede Allah’ın hükmünü geçersiz kılmamıza imkân yoktur ve kaçmakla da O'nun hükmünün yerine gelmesini önleyemeyiz! İşte bu yüzden biz o ilahi rehberi (Kur’an’ı) işitir işitmez ona iman ettik. Onun için kim Rabbine inanırsa, ne hakkının eksik verilmesinden korkar ve ne de zillete düşürülmekten! Bununla beraber, içimizden Allah’a teslim olanlar da var, zalimler de vardır. Ama kim teslim olduysa, işte onlar doğruyu, güzeli, iyiyi ve gerçeği arayıp bulanlardır.” (Cin Suresi 10-14)
Abdullah b. Selam ve mümin olan Yahudiler, Hz.Muhammed’e destek verenlerin mutlaka başarıya ulaşacaklarını yüz çevirenlerin ise kesinlikle çok feci bir cezaya mahkûm olacaklarını bildirdi. Secde mahallerinin / meclislerin Allah için olması gerektiğini bu nedenle Allah’a karşı olan muhalif liderlere değil Allah’a kulluk edilmesi ve ‘ondan başkasına itaat edilmemesi, sadece O’na yalvarıp yakarılması’ gerektiğini bildirdi.
Fakat Abdullah b. Selam gibi bilgin bir şahsiyetin bu çağrılarına rağmen Hz.Muhammed Allah’ın devletini kurmak için çağrıda bulunduğu ve Anayasa / Vesika hazırlıkları ile harekete geçtiği zaman Yahudi kabilelerin zalimleri hemen kenetlenip tek vücut olarak Hz.Muhammed’e karşı çıktılar ve O’na engel olmaya çalıştılar.
15-19-“Zalimlere gelince, onlar da cehennemin odunu olacaklardır.” Eğer onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette onlara, bol bir su / ilim / marifet verirdik. (Bunu) onları denemek için (yapardık). Ama kim Rabbinin zikrinden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, O da onu çok şiddetli bir azaba sokar. Muhakkak ki secde mahalleri/ meclisler Allah içindir. O nedenle Allah ile birlikte herhangi kimseye itaat edip yalvarıp yakarmayın. Ne var ki Allah’ın kulu (Peygamber) O’na çağırarak harekete geçtiği zaman onlar (“cinlerden / Yahudilerden” den bir grup zalimler) ona karşı neredeyse bir keçe gibi kenetlendiler. / ona karşı nerdeyse hepsi bir bütün oldular. (Cin Suresi 15-19)
Cenab-ı Hak onlara Hz.Muhammed’in@ sadece bir elçi olduğunu ve Allah’tan gelen mesajları verebileceği böylece onlara yol gösterebileceğini bildirmesini ister. Zira muhalif Yahudiler mucizeler gösterecek güç, kudret ve yeterliliğe (mali ve askeri) sahip olmadığı için Hz.Muhammed’in@ peygamber olmadığı fikrini işlemeye başlamışlardı. Onlar “mademki o Allah elçisidir o halde mucizeler yaratacak güçlerle donatılmış olması gerekirdi” düşüncesini işliyorlardı. Onlar bu tür düşüncelerle Hz.Muhammed’den@ çok büyük başarılar / mucizeler gösterecek donanıma sahip olmasını bekliyorlardı. Şayet Allah elçisini mucizeler gösterecek donanımı vermemiş ise ona iman edilmemesi gerektiğini söylüyorlardı. Onlara bu beklentilerinin yanlış olduğunu her şeyin kendi seçimlerinin, kendi gayretlerinin ve çabalarının bir sonucu olacağını, elçinin ise Rabbinden aldığı mesajları onlara iletmek suretiyle onlara yol gösterici bir rehberlikten başka bir şey yapmayacağını, zaten kendisinin nefsinden kaynaklı olarak böyle bir işe kalkışmasının mümkün olmadığını söylemesi istenir.
20-23-De ki: “Ben yalnızca Rabbime yönelirim ve hiçbir şeyi de O’na ortak koşmam.” De ki: “Şüphesiz ben, size kendiliğimden ne bir zarar verebilirim ne de bir yol gösterebilirim.” De ki: “Allah'tan beni hiç kimse kurtaramaz ve O'nun dışında bir sığınak da asla bulamam! Ancak Allah'tan bir tebliğ ve O'nun mesajlarından bir şeyler sunabilirim.” Allah'a ve O'nun resulüne isyan edenler için cehennem ateşi vardır. Uzun süre orada kalacaklardır. (Cin Suresi 20-23)
Yahudi kabilelerin zalim ileri gelenleri, müminleri sayıca ve kuvvetçe azlık olarak görmekte ve kendi halklarına / kabile mensuplarına onları dikkate alınmayacak bir azınlıkta gösterme çabası içerisinde idiler. Onlar böyle yaparak Hz.Muhammed’in@ Mekke’ye karşı zafer kazanmasının imkânsız olduğunu anlatmayı çalışıyorlardı.
Cenab-ı Hak ise Hz.Muhammed’in@ safının seçilmesi halinde O’nun hidayeti/ yol göstermesi ile mutlaka zafere erileceği ama bunun zamanının peygamberimizin kendisinin şimdiden kestirmesinin mümkün olmadığını halka söylenmesini istedi.
24-25-Sonunda, onlar kendilerine vaat edileni gördüklerinde, kimin yardımcısız / desteksiz ve kimin sayıca az / zavallı bir topluluk olduğunu bileceklerdir. De ki: “Bilmiyorum, size vaat edilen şey yakın mıdır yoksa Rabbim onu erişilecek bir gaye /hedef / kızıl elma olarak mı belirlemiştir?” (Cin Suresi 24-25)
Cenab-ı Hak, gaybı sadece kendisinin bildiğini başka kimsenin bilemeyeceğini ancak elçilerinden seçtiği kişilere hedeflerine tam ulaşacakları konusunda mutmain olmaları için çeşitli kıssaları metafor tutarak bilgilendirir. Tıpkı Yusuf Suresinde Hz. Yusuf üzerinden Hz.Muhammed’e@ kendi hayat hikâyesini gösterdiği gibi. Cenab-ı Hak, bu hususu da onlara aktarmasını bildirerek sureyi sonlandırdı.
26-28-O gaybı / geleceği bilendir. O gaybını hiç kimseye göstermez. Ancak dilediği peygamberler / elçiler müstesna. Nitekim O, seçtiği elçilerin öncesine ve sonrasına ait bir gözlem sunar. Böylece onlar Rablerinin elçilerini hedefine tam ulaştırdıklarını bilsin. Allah, onların katında bulunan şeyleri kuşatmış ve her şeyi inceden inceye / bir bir hesaplayandır. (Cin Suresi 26-28)
Abdullah b. Selam gibi Yahudi dininin bilgini olan bir şahsiyetin iman etmesi bile Huyey b Ahtab gibi azgın Yahudi liderleri etkilememişti. Onlarda gayet iyi biliyorlardı ki Hz.Muhammed onların bekledikleri peygamberdi ancak ona iman etmeleri halinde Medine’de Abdullah bin Ubey gibi Arap liderlerle kurdukları tezgâhları bozulacaktı. Hz.Muhammed’in önerdiği sistemi kabul ederlerse toplumda adalet tesis edilecek ve kendilerinin sömürü çarkları işlemeyecek ve zamanla ekonomik üstünlüklerini dolayısıyla sosyal üstünlüklerini de kaybedeceklerdi. Sırf nefsi hesapları dikkate aldıkları için onlar Hz.Muhammed’e@ karşı durmaya yemin ettiler. Fakat onların direnmelerine rağmen Medinelilerin genelinin tercihleri Hz.Muhammed’in@ liderliğinde İslam Cumhuriyetinin kurulması yönünde olunca kendileri de rıza göstermek zorunda kaldılar. Ancak onlar Peygamberimizin Medine yaşamında peygamberimize sürekli engel çıkaracaklar ve onun iktidarını içerden devirmek için çalışacak, çırpınacaklar ama muvaffak olamayacaklardır.
1.5. Müzakerelerin Olumlu Sonuçlanması
Hz.Muhammed@ Kuba’da konakladığı süre içerisinde Hazreç ile Evs kabilelerinin birbirlerine küskün olan ya da eski düşmanlıkları nedeniyle birbirlerinin evlerine giremeyen mümin ileri gelenleri barıştırdı ve birbirlerinin evlerine girip çıkmaları için ilk adımları attı. Bunun için Peygamberimiz Hazreçli olan Esad b Zürare’yi himayesine aldı ve Evsli Gülsüm b. Hidm’in evinde bir araya gelindi. Daha geniş katılımlı toplantılar için ise Sa’d b Hayseme’nin evi seçildi.
Yapılan toplantılar neticesinde Akabe biatlarında üzerinde anlaşmaya vardıkları esaslar dâhilinde Anayasa Metninin / Medine Vesikasının tamamlanması sağlandı. Bir taraftan her iki kabileden ve Yahudi kabilelerden bu anayasal sistem üzerine kurulacak Barış / İslam Cumhuriyetine karşı olan ileri gelenlerle müzakereler yapılırken diğer taraftan da onların en azından bu oluşuma karşı çıkmamaları konusunda ikna edilmeleri için Cenab-ı Hak’ın bildirdiği delillerle taraflara nutuklar irat edildi.
Huyey b. Ahtab, Abdullah b. Ubey, Kab b. Eşref vb. muhalif ileri gelenler ise Peygamberimizle yaptıkları görüşmelerde gündeme gelen konuları kendi yandaşları ve kabilelerinin ileri gelenleri ile toplantılarda görüşerek bu birlikteliğin gerçekleşmemesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Ancak onların bütün muhalefetine rağmen Medineli Arap ve Yahudilerden olan müminlerin ağırlıklarını koyması ve peygamberimizin güçlü deliller ile onlara cevap vermesi sonucunda muhalifler kamuoyunu kendi taraflarına çekmeyi becerememişler ve sonuçta Barış / İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna teslim olmak zorunda kalmışlardır.
Medine Barış / İslam Cumhuriyeti için hazırlanan Medine Vesikası / Anayasası ile toplumun kabileler bazında bölünmüşlüğü (şirk yapısı) ve her kabilenin kendi kutsalına dayalı parçalı yönetim yapısının kaldırılması ve sadece Allah’ın egemenliğine dayalı tevhit sistemi öngörülmekteydi. Böylece birbiri ile sürekli çekişen kabileler sisteminden, kabilelerin bir araya gelerek güçlü bir toplumsal yapıya dönüştüğü sisteme geçilecekti. Hz.Muhammed @ bunun ilk fiili uygulaması için bütün kabilelerin bir arada namaz icra edecekleri Kuba Mescidini Gülsüm b Hidme ait bir arazi üzerine inşa ettirdi.
Hazırlanan Medine Anayasasının / Vesikasının yeni bir toplum oluşturma modelini anlamak için Anayasanın / maddeleri üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmak gereklidir.
1.6. Medine İslam Cumhuriyetinin Anayasası / Vesikası
Kitap adı verilen Medine Anayasası, Medineli ve Mekkeli mümin ve müslümanlar ile bunlara tabi olan Araplar ve Medine’nin savunmasına katılacak olan Yahudileri tek ümmet / tek millet / tek topluluk çatısı altında tevhit eder. Şirk sisteminin öngördüğü kabilelerdeki dil, ırk, renk ve doğum yeri gibi bireyin kendi seçimi olmayan hususlar yerine kişilerin kendi hür iradesi ile serbest seçimine dayalı bir toplumsal yapı oluşturulur. Medineliler din, dil, ırk ve renk farkı gözetmeksizin eşit vatandaşlık statüsü altında toplanarak birliktelik teşkil edilir. Böylece “Âlemlerin Rabbi Allah’tır.” ana prensibinin uygulaması olarak tevhit toplumu inşa edilir. Tek ümmeti oluşturan unsurlardan müminler İslam Cumhuriyetinin kurucu topluluğudur. Bunlar Cumhuriyetin idarecileri ve İslam Sisteminin yürütücüsüdürler. Müşrik ya da Yahudi iken kendi dinlerini terk edip İslam dinini kabul etmiş kimselerdir. Bu topluluğa katılanların bir kısmı da gerçekten teslim olmuş kimseler iken Abdullah bin Ubey gibi görünüşte teslim olmuş kimselerde vardır. (bunlara daha sonraları münafık denilmiştir.) Müşrik ya da Yahudi olarak inançlarında devam etmesine rağmen İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna karşı çıkmayan bu Cumhuriyete itaat eden hatta Medine’nin savunmasını birlikte yapmayı taahhüt eden insan toplulukları da bu ümmetin / Anayasal Birlikteliğin parçalarını oluşturmaktadır. Medine Anayasasını kabul eden taraflar toplumda adalet, iyilik, güvenlik ve barışın hâkim olması; her türlü zulüm, haksızlık, baskı, şiddet ve saldırıya top yekûn karşı koyma üzerine anlaşmışlardı. Anayasa, üzerinde anlaşılan bu değerlerin toplumda vücut bulması için tarafların görev, sorumluluk, muafiyet ve mükellefiyetlerini düzenlemektedir.[1]
1. Bu kitap, Resulullah (AS) Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli müminler ve müslümanlar ve bunlara tabi olanlar ve onlarla birlikte cihat edenler için (olmak üzere) yazıldı.
2. Bunlar, diğer insanlardan ayrı ve tek bir ümmet oluştururlar.
Cenab-ı Hakk’ın Rahman ve Rahim olmasının İslam Cumhuriyetindeki yansıması olarak askeri ve sosyal yardım / sosyal sigorta amaçlı Vergi toplamada kabile geleneğindeki adil kurallar yeni devlet içinde aynen geçerli kılınırken gelenekten farklı olarak miktarlar maruf, makul ve insaflı ölçülere çekilmesi öngörülür. Ayrıca hiçbir kimse ağır mali yükler karşısında çaresiz bırakılmayacağı ve Cumhuriyetin garantörlüğü altında olacağı hükme bağlanır. Özellikle anayasadaki ümmeti oluşturan taraflar / kabileler ile birlikte İslam Cumhuriyetinin kurucu unsuru olan müminler, o dönemde şahısların belini büken kan bedelleri ve savaşlar sonucunda esir düşenlerin kurtulmaları gibi ağır bedellerin karşılanmasından sorumlu olacaklardır. Böylece İslam Cumhuriyeti vatandaşlarını çaresiz bir duruma terk etmeyeceği, can ve mal emniyetinin sağlanacağı hüküm altına alınır.
3. Kureyş’den hicret edenler, kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
4. Beni Avflar da, kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
5. Ayni şekilde Beni Harisler de kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
6. Yine Beni Sacideler de kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
7. Beni Cuşemler de, kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
8. Beni Neccarlar da kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
9. Aynı şekilde Beni Amr ibn Avflar da kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
10. Beni Nebatiler de kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
11. Beni Evsler de kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
12. a. Müminler aralarından hiçbir kimseyi içine düştüğü ağır mali sorumluluğun altında çaresiz bırakmayacaklar gerek kan bedeli gerekse kurtulmalık / diyet gibi borçlarını müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.
Karşılıklı yardım ve herkese adil davranılması ilkesi doğrultusunda, adaletin tevzii ve adlî işlerin yürütülmesinde İslam Cumhuriyetinin Kurucu unsuru olan müminler sorumlu kılındı. Her vatandaş, kendisi ve yakınlarının aleyhine de olsa bu hususta merkezî otoriteye destek vermekle yükümlü kılındı. Adalet, asayiş, güvenlik ve huzurun temin edilmesinde müminler sorumlu kılınırken eski kabile geleneğinde olduğu gibi hiçbir müminin başka mümin aleyhine dostluk ve ittifak anlaşmaları tesis etmesi kesin bir şekilde yasaklandı. Böylece toplumda bozgunculuk, cürüm işleme, saldırı ve terör engellendi. Kuralları ihlal edenlerin üzerine (kendi akrabaları aleyhine bile olsa) topyekûn gidilmesi hükmü getirilerek toplumda huzur ve güvenin sağlanmasında tek vücut olması emredildi. İslam Cumhuriyeti vatandaşlarının koruma ve güvenceye alınması hususunda asla hiçbir ayrıma gidilmemesi hükme bağlandı. Böylece ayrımcılık yasaklanarak toplumsal tevhidi bozucu hiçbir girişime izin verilmemesi öngörüldü. Yahudilerden de Anayasal Sisteme tabi olanlar aynı hususlarda yardım ve desteğe hak kazanacakları Anayasada belirtildi. Bu hükümlerle eski kabile geleneğinde olan ve toplumda anarşi, kargaşa, parçalanıp bölünme ve huzursuzluk kaynağı olan ayrımcılık, ötekileştirme ve sadece kendi kavminin bekası için her şeyi mubah kılan anlayış ve uygulamalar kaldırılmış oldu.
12. b. Hiçbir mümin başka bir müminin mevlası / dostu /akdi kardeşi aleyhine bir iş yapamayacaktır. (Ya da farklı bir okunuşa göre) Hiçbir mümin başka bir müminin mevlası / dostu /akdi kardeşlik ile o kişinin aleyhine bir anlaşma yapamayacaktır.
13. Kuralları uygulamada titiz davranan bütün müminler, aralarındaki saldırgan, haksız bir fiilin eylem hazırlığı içinde olan, bir cürüm, bir düşmanlık peşinde koşan veya müminler arasında bozgunculuk çıkaran kişinin üzerine gideceklerdir. Bu kişi, içlerinden birisinin biricik çocuğu da olsa hepsinin eli onun aleyhinde kalkacaktır.
14. Hiçbir mümin bir kâfir yüzünden bir başka mümini öldüremez ve bir mümin aleyhine bir kâfiri destekleyemez.
15. Allah’ın zimmeti (koruma ve güvencesi) “TEK” olduğu için, müminlerin arasından en mütevazı / garibanı olanın bile bir başkasına yapacağı himayenin herkes nezdinde bir değeri vardır. Zira müminler, diğer insanlardan ayrı olarak, birbirlerinin mevlası (dostu /akdi kardeşlik) durumundadır.
16. Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve aleyhlerine olan kişilerle yardımlaşmaksızın, bizim yardım ve gözetimimize hak kazanacaklardır.
Barışta ve savaşta tevhidin sağlanması için ümmeti oluşturan tarafların hiçbirinin Tevhidi parçalayacak hiçbir farklı anlaşma yapamayacağı Anayasal bir hüküm olarak belirlenir. Barışın tek elden ve merkezi idare ile gerçekleştirileceği, Barışın tek ve bölünmez olması ile ifade edilir ve hiçbir müminin, bir grup mümini hariç tutarak kimse ile barış anlaşmasını yapamayacağı açıkça düzenlenir. Ayrıca merkezi idarenin yapacağı barış anlaşmalarının adalet ilkelerine aykırı olamayacağı, müminler arasında ayrım yapılmaması şeklinde ifade edilir.
17. Barış / sulh da müminler arasında “BİR TEKDİR”. Hiçbir mümin, Allah uğruna girişilen bir savaşta, öteki müminlerin haberi olmaksızın ve onları dışlayacak biçimde bir barış anlaşması yapamaz. Bu barış, ancak müminler arasında eşitlik ve adalet ilkeleri üzerine yapılacaktır.
Savaşa katılacak askeri birliklerin nöbetleşe görev yapacakları, kendi başlarına buyruk hareket etmeyecekleri, her birliğe adaletli görevlerin tevzi edileceği ve Anayasa ile oluşturulan ümmetin / topluluğun taraflarının Allah yolunda akacak kanlarının intikamının İslam Cumhuriyetinin kurucu unsuru olan müminler tarafından mutlaka alınacağı hükme bağlanır. Müminlerin sadece kendilerini değil mümin olsun olmasın kendi yandaşlarını da koruyacağı takva sahipliği olarak belirtilir ve bunun en güzel yol olduğu ifade edilir. Müminler takvayı esas almak sorumluluğunda olacaklardır. Aynı zamanda müminlerin idarede her yaptıkları iş ve işlemde doğruluğu, dürüstlüğü, hakkaniyeti ve en iyi yolu tercih etme sorumluluğunda olacakları da ifade edilmiş olur.
18. Bizim saflarımızda savaşacak olan bütün askeri birlikler nöbetleşe görev yapacaklardır.
19. Müminler, birbirlerinin Allah yolunda akan kanlarının intikamını alacaklardır.
20 a. Allah’tan hakkıyla korkan / takva sahibi müminler en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar. / bulunacaklardır.
Ümmeti oluşturan taraflardan Medineli müşriklerden hiç kimsenin düşmanla (Kureyşliyle) iş birliğine giremeyeceği ve onları koruyamayacağı düzenlenirken müminlerin düşmanla (Kureyşle) yapacakları savaşa ümmet / topluluk içerisinden hiçbir müşrikin karşı koymaya kalkmaması hükme bağlanır.
20b. Hiçbir müşrik Kureyşli birinin mal ve canını himayesi altına alamaz ve bu hususta hiçbir müminin Kureyşlilere saldırmasına engel olamaz.
Bir müminin cinayet ile öldürülmesi halinde adil mukabele / kısas hükümlerinin uygulanması fakat aşırı gidilmemesi hükme bağlanırken adil mukabelenin / kısasın uygulanmasında müminlerin topyekûn hareket etmesi emredilir. Böylece Anayasal toplulukta / ümmette hala şirk dininde olanların eski şirk ve kabileci adetler üzerinde davranarak katili korumasının önüne geçilmiş olur. Yine şirk kültüründe olduğu gibi katilin kendi kabilesinden olması halinde eski gelenekten etkilenerek bir müminin katili koruması ve ona yardım ve yataklık etmesinin haram olduğu şayet bu haramı işlerse de Allah’ın gazap ve lanetinin üzerine olacağı belirtilir. Böyle davranan kimsenin özrünün kabul edilmeyeceği ve kendisinden fidye / kurtulmalık alınmayacağı da hükme bağlanır. Böylece kan davası olarak süregelen çatışmaların ve intikam hareketlerinin engellenmesi düzenlenir. Bu hükümlerle müminler üzerinde şirkin izleri, alışkanlıkları silinmeye çalışılır.
21. Bir kimsenin bir mümini öldürdüğünün sabit olması halinde, kendisine kısas hükümleri uygulanır. Maktulün velisinin rızası dışındaki hallerde bütün müminler o kişinin üzerine giderler. Ancak sadece kısas hükümlerinin uygulanması için yapacakları girişimleri kendilerine helal olur (daha ileri gidemezler).
22. Bu sahifede yazılı olanları kabul edip Allah ve Resulüne iman eden hiçbir mümine, bir katile yardım veya yataklık etmesi helal olmaz. Kim böyle birisine yardım eder veya sığınma hakkı tanırsa, kıyamet gününde Allah’ın lanet ve gazabı onun üzerine olsun. Artık böyle birisinin ne özrü kabul edilir ne de ondan bir fidye alınır.
Anayasa gereğince ümmeti / topluluğu oluşturan tarafların ihtilafa düşmesi halinde ihtilafların çözümü için başka bir otorite aranmayacağı Devlet Başkanlığına / Merkezi otoriteye yani Hz.Muhammed’e başvuruda bulunulacağı ve O’ndan İlahi öğreti (Kur’an) ekseninde ihtilafın /sorunun çözülmesinin talep edileceği hükme bağlanır. Yani ihtilaf halinde hakem İlahi Öğreti ve Allah’ın elçisi olacaktır. İlahi öğretinin de peygamberimizin de ümmetin aleyhine herhangi bir çözüm önermeyeceği aşikârdır.
23. Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir.
Medine’nin savunulmasında ümmeti oluşturan taraflar ki bunlara Yahudilerde dâhil savaş masraflarını her grubun kendisinin üstleneceği belirtilir. Daha sonra ise Ümmetten olan Yahudilerin kendi dinlerinde özgür olacağı ve dinlerini istedikleri şekilde yaşayabilecekleri hükme bağlanarak Din özgürlüğünün İslam Cumhuriyetin teminatı altında olduğu ifade edilir. Dahası Din özgürlüğünü kim engellerse o suçtan engelleyenin sorumlu olacağı ve başkasının suçlanamayacağı da belirtilir. Bu hususta kim başkasına müdahale eder ve zarar verecek olursa işlenen suçun sadece kendisine ait olması ve bu suçtan başkasının sorumlu tutulmaması ya da başkasının suçlanmaması açıkça ortaya konur. Böyle bir açıklama zaruridir. Zira Din alanında kışkırtmalar çok yapılır. Kışkırtma sonucunda da suçlu ile aynı dinden olanlar zan altında kalır. Yahudilere sığınanlar ile Arap kabileleri ile geçmişte ittifak tesis etmiş tüm Yahudiler bu Anayasa hükümlerinin teminatı altında olacağı belirtilir.
24. Savaş devam ettiği sürece, Yahudiler de müminler gibi kendi savaş giderlerini karşılamak zorundadırlar.
25.a. Beni Avf Yahudileri Müminlerle / müminlerden bir ümmet oluştururlar. Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir! Mevlaları / dostları / akdi kardeşleri için de kendileri için de ayni durum söz konusudur.
25.b. Kim bir başkasına haksızlık eder ya da bir suç islerse sadece kendisine ve kendi aile bireylerine zarar vermiş olacaktır.
26. Beni-Neccar Yahudileri de Beni Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardır.
27. Beni-Haris Yahudileri de Beni Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardır.
28. Beni Sa’ide Yahudileri de Beni Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardır.
29. Beni Cusem Yahudileri de Beni Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardır.
31. Beni Sa’lebe Yahudileri de Beni Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardır. Ancak kim bir başkasına haksızlık eder ya da bir suç islerse sadece kendisine ve kendi aile bireylerine zarar vermiş olacaktır.
32. Cefne ailesi Sa’lebe’nin bir koludur. Dolayısıyla Sa’lebeler için geçerli olan şeyler onlar için de söz konusudur.
33. Beni’s-Suteybe de Yahudileri de Beni Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardır. Kurallara tam olarak uyulacak ve aykırı bir davranışta bulunulmayacaktır.
34. Salebe’nin mevlaları da bizzat Sa’lebeler gibi kabul edileceklerdir.
35. Yahudilere sığınmış kimseler de (Bitane) bizzat Yahudiler gibi kabul edileceklerdir.
Ümmeti oluşturan tarafların hiç birisi İdarenin / Hz.Muhammed’in@ izni olmaksızın askeri bir sefere çıkamayacağı hükme bağlanarak İslam Cumhuriyeti içerisinde askeri olarak da tevhit sağlanır. Saldırıya uğranıldığında karşı koyma ve cevap verme yani intikam alma hak olsa da gruplar / kabileler ayrı ayrı harekete geçecek olursa bundan zarar görüleceği, fevri hareketlerin her zaman tarafların zarar ve ziyanını artıracağı belirtildikten sonra yapılan saldırı ve zulme karşı koymak için Merkezi İdare ile birlikte hareket etme, istişare ile karar verme dayanışma içerisinde zulmü ve saldırıyı bertaraf etme hüküm altına alınır. Zulme uğrayana yardım edileceği ve tam destek verileceği emredilir. Bunun yanında hiçbir kimsenin müttefikine zarar veremeyeceği ifade edilir.
36.a. Bunlardan (Yahudilere sığınmışlardan ve Yahudilerden) hiçbir kimse Muhammed’in izni olmaksızın, askeri bir sefere çıkamayacaktır.
36.b. Bir yaralama olayında, onun intikamının alınmasına engel olunamaz. Fırsat kollayarak cinayet işleyen kimse, o cinayetiyle kendisini ve ailesini tehlikeye atmış olur. Ancak, zulmeden bir zalime karşı işlenmiş cinayet, bundan müstesnadır. Allah, bu kurallara en iyi uyanlarla beraberdir.
37.a. Kendilerine savaş açan olursa, bu yasaya (sahifeye/belgeye) tabi olan Yahudilerin ve müslümanların arasında tam bir dayanışma olacak, Yahudiler kendi savaş giderlerini, müslümanlar da kendi savaş giderlerini karşılayacaklardır. Her iki kitlenin, aralarında istişare, tavsiye ve samimi bir dayanışma olacak, bütün haksız fiil ve kötülüklere karşı en iyi yol izlenecektir.
37.b. Hiçbir kimse müttefikine karşı bir suç işleyemez. Zulme maruz kalana tam destek ve yardım verilecektir.
38. Yahudiler, Müslümanlarla birlikte savaştıkları sürece savunma harcamalarına katılacaklardır.
Medine Vadisi kapsamında Savunulacak ve Egemenlik sınırlarının belirlendiği Vatan hudutları Anayasal hüküm olarak konulur. Böylece İslam Cumhuriyetine Anayasal vatandaşlığa imza atmış ümmetin yaşadığı Medine şehir mücavir alanları dâhilinde güvenliğin sağlanması sorumluluğu yüklenir.
39. Yesrib vadisinin içerisi, bu anayasaya bağlı olanlar için haram (dokunulmaz) bir bölgedir.
Medine İslam Cumhuriyeti Vatandaşların himaye hakları ve himaye edilenlerin vatandaşlarla aynı haklara sahip olması hususları da Anayasada düzenlenir.
40. Himaye altındaki kimse (carr) kendisini himaye eden kimse ile ayni konumdadır. Ne kendisine zulmedilecek ne de kendisinin bir zulüm yapmasına izin verilecektir.
41. Ancak, himaye verme hakkına sahip kimsenin izni dışında, himaye edilen kişi bir başkasına himaye hakki veremez.
Sadece toplum içerisindeki hukuki ihtilaflar değil Anayasa hükümlerinin uygulanması konusunda çıkacak ihtilaflarda da çözüm mercii yani Anayasa mahkemesi Başkanı Peygamberimizin olacağı ve ihtilafların hallinde ilahi öğretinin esas alınacağı da hükme bağlanır. Peygamberimiz Devlet Başkanı / Merkezi Otorite sıfatı ile Anayasal ihtilaflara çözüm getirirken Allah dolayısıyla müminler / millet bu kuralları uygulayanlarla ve en doğruyu, en güzeli, en iyiyi arayanlarla beraber olacak, birlikte hareket edecek, onları destekleyeceği belirtilir. (Hesap Gününün Sahibi Allah’tır)
42. Bu sahifeyi onaylayan taraflar arasında bir olay veya kötüye gitmesinden korkulan bir anlaşmazlık çıkması halinde, çözüm için başvurulması gereken son merci, Allah ve Allah Resulü Muhammed (a.s.)’dır. Ve Allah, bu sahifede bulunan kuralları en titiz uygulayan ve onlara en iyi uyanlarla beraberdir.
Anayasa ile Kureyşlilerin himaye edilmeyeceği gibi onlara hiçbir şekilde yardım da edilmeyeceği düzenlenmiş ve şayet Medine’ye bir saldırı olması halinde Medine’nin savunmasında ümmetin (Yahudi ve müslümanlar) birlikte hareket etmesi ve dayanışma ile saldırının bertaraf edilmesi için savaşılacağı hüküm altına alınmıştır. Ayrıca Müslümanların yapacağı barış anlaşmasına Yahudilerin katılmama haklarının olmadığı hükme bağlanarak tevhit her konuda tesis edilmiştir. Din konusunda olmamak kaydıyla bu hususun tersi de geçerli olacağı belirlenmiştir.
[1] )NOT: Medine Anayasasının / Vesikasının metni Muhammed Hamidullah’ın “İslam Peygamberi” adlı eserinden alınmıştır. Cilt 1-Sahife (207-210) (A.A)
43. Ne Kureyşliler ne de onlara yardım edecek olanlar himaye altına alınmayacaklardır.
44. Yesrib’e karşı ani bir baskın ve saldırı düzenlenmesi halinde, Yahudiler ve Müslümanlar arasında tam bir dayanışma olacaktır.
45.a. Yahudiler, müslümanlar tarafından yapılacak bir barış antlaşmasına veya yapılan bir antlaşmaya katılmaya çağrıldıklarında, o antlaşmayı yapacaklar veya yapılan antlaşmaya katılacaklardır. Şayet O’nlar benzeri bir antlaşma yapmaya veya yaptıkları antlaşmaya çağıracak olurlarsa, müslümanlardan aynı mukabeleyi görme hakkına sahiptirler. Ancak, din konusunda savaşanlar, bundan müstesnadır.
45.b. (Savunma ve diğer harcamalar konusunda) herkes kendisine ait bölgeden sorumludur.
46. Bu yasanın (sahifenin) taraflarınca leh ve aleyhlerinde belirlenen bütün hükümler, gene bu yasaya taraf olanlarca tam bir iyi niyet içinde uygulanmak üzere Evs Yahudilerinin hem kendileri hem de mevlaları için geçerli hükümlerdir. Bu hükümlere uyulur, fesat çıkarılmaz, aykırı davranılmaz. Haksız çıkar sağlayan ancak kendisine zarar vermiş olur. Allah, bu yasadaki (sahifedeki) hükümlere en doğru ve riayetkâr olanlarla beraberdir.
Anayasanın son maddesi YÜRÜTME maddesi olmakla birlikte son maddede seyahat edenlerin güvenliğinin de Cumhuriyetin teminatı altında olduğuna işaret edilmiştir. Ayrıca bir diğer önemli husus daha düzenlenmiştir ki; bir suç işlenmediği sürece hiç kimsenin itham edilemeyeceği (yani “Beraet-i zimmet asıldır”) ifade edilmiştir. Dahası Anayasaya sadık vatandaşların Merkezi Otorite tarafından birinci derecede himaye görmeyi hak ettikleri vurgulanmıştır. Yani müminler / millet bu anayasanın işlerliği ve korunması konusunda esas güçtür ve sorumludur. Yürütme sorumluluğu ise Devlet Başkanı olarak Muhammed @ a verilmiştir.
47. Bu KİTAP, bir zalimi veya suçluyu cezalandırmaya engel olmaz. Medine’de ikamet edip kalan da Oradan (bir başka yerleşim bölgesine veya sefere) çıkan da güven içinde olacaktır. Ancak zulmeden ve suç işleyen bu güvenden müstesnadır. Buradaki hükümlere uyan ve bu hususta titizlik gösterenin ilk hamisi Allah’tır. Ve Allah’ın elçisi Muhammed (a.s) bütün bunların takipçisidir.
Bu anayasa ile Hz. Peygamber Medine’de yıllarca birbirine düşmanlık yapmış Evs ve Hazreci bir araya getirdiği gibi Hristiyan, Yahudi gibi dinî toplulukları da Müslümanlarla bir araya toplayan bir çatı oluşturmaktaydı. Şayet başarılı olabilirse büyük bir medeniyetin temelleri atılmış oluyordu. Nitekim Cenab-ı Hak vadettiği başarıyı elçisine nasip etti de İslam Medeniyetine giden yolda kurumsal olarak ilk adım Medine Anayasası ile atılmış oldu.
1.7. Medine Anayasası / Vesikası Çerçevesinde İslam Cumhuriyetinin Kuruluş İlanı
Medine İslam Cumhuriyeti için Anayasa / Kitab / Vesika üzerinde mutabakat sağlandıktan sonra artık Medine’ye hareket edilebilirdi. Bundan sonraki aşama Kitabın / Anayasanın / Vesikanın uygulanmasına gelmişti. Hz.Muhammed@ Anayasa / Kitap / Vesikanın hazırlanma ve tarafların mutabakatının sağlanması sürecinde Kuba'da on iki ya da on dört gün kalmıştı.
Hz. Peygamber Medine’ye hareket etti ve Medine’de büyük bir gösteri ile karşılandı. Bütün önemli aşiretler Hz. Peygamberi misafir etme istediler. Medine yaygın bir şehirdi ve bir uçtan diğer uca beş kilometrelik bir genişliğe sahipti. Hangi kabile Hz.Muhammed’i@ evinde misafir edebilirse eski kabile alışkanlıkları ile diğer kabilelere göre kendilerini daha üstün konumda göreceklerdi. Fakat Hz.Muhammed’in@ herkese eşit mesafede / yakınlıkta olduğunu göstermek ve hiçbir kabileye böyle bir paye vererek daha başlangıçta çekişme vesilesi kılmamak için geçici olarak misafir olacağı yeri ve İslam Cumhuriyeti hükümet merkezinin yerini seçmeyi devesi Kusva’ya bıraktı. “Devem nerede durursa Hükümet Merkezi / Mescit ve İkamet yeri olarak orasının belirleneceğini” söyledi. Böylece hiçbir kabileye bilinçli bir yakınlık sergilememiş oldu. Devesi Kusva ise Neccaroğulları arazisinde çöktü ve böylece Hükümet Merkezi / Mescit yapımı için yer belirlenmiş oldu. Geçici misafirlik yeri olarak Neccaroğulları arasındaki Ebu Eyyup el Ensari’nin evi kura sonucunda belirlendi. Mescit ve ikamet edeceği ev yapılıncaya kadar yaklaşık yedi aylık bir süre ile Hz.Muhammed@ Ebu Eyyup El Ensari’nin evine yerleşti.
Hz. Enes’in evi ise geçici olarak Hükümet Merkezi / Mescit olarak seçildi. Esas Mescid- i Nebevi / Hükümet Merkezi inşa edilinceye kadar bütün toplantılar, görüşmeler, faaliyetler / salatı ikame faaliyetleri namazları müteakip Hz.Enes’in evinde gerçekleştirildi.
Hz. Enes’in evinde yapılan Salat / toplantı / görüşme / faaliyetler sonrasında üzerinde mutabakata varılan Anayasa/ Kitap / Vesika ilanı Ankebut Suresinin aşağıdaki ayeti ile yapıldı. Surenin müteakip ayetleri ile de aşağıdaki Nutuk irat edildi. Cenabı-ı Hak, elçisinden mutabakata varılan Anayasa / Kitap / Vesika anlaşmasının kendisinin şahit tutulması ile ilan edilmesini vahyeder. Bu anlaşmaya katılmayan ve anlaşma ile kurulan İslam Cumhuriyetini dolayısıyla Allah’ın otoritesini tanımayanların hüsrana uğrayacağını duyurmasını ister.
52- De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olan şeyleri bilir. Batıla inanan ve Allah'ı inkâr eden kimseler var ya; işte onlar, hüsrana uğrayacakların ta kendileridir. (Ankebut Suresi 52)
İslam Cumhuriyetinin kuruluş ilanında müminler çok coşkulu ve heyecanlıydılar. Söyledikleri şarkılarda ve attıkları sloganlarda Allah’ın kendilerine vaat ettiği zaferin ve müşriklere azabın hemen gelmesini istiyorlardı.
Cenab-ı Hak, müminlere acele etmemeleri, müşriklerin yenilerek uğrayacakları azap için belirli bir sürenin geçmesi gerektiği belirtilir. Onlara bu azabın hiç beklemedikleri bir zamanda ansızın geleceği ifade edilir. İslam’ın Cumhuriyetleşmesindeki gelişmelere bakılırsa zaten onları azabın kuşattığı cehennemin kuşatması ile anlatılır. Onlara azabı getirecek müminlerin orduları yakın gelecekte onları tepelerinden, ayaklarından, sağlarından, sollarından kısaca her taraflarından kuşatacak ve yenilgi azabını tattıracaktır. Onlara yaptıklarının hesabı sorulacak ve hak ettikleri ceza verilecektir. Ahirette ise Cehennem azabı ile yaptıklarının karşılığının verileceği belirtilir.
Artık müminlerin Allah’ın yasalarını uygulayacakları / kulluklarını yapabilecekleri geniş bir ülkeye kavuşmuş oldukları bildirilir. Allah’ın rehberliğinde hareket edilecek olursa eninde sonunda ilahi öğretiye dayalı dünya görüşünün tüm Arap yarımadasına hâkim olacağı da belirtilir. Ayrıca Allah’a güvenen ve tevekkül ederek çalışan, gayret gösterenlerin emeklerinin boşa gitmeyeceği ve tevhidi dünya görüşünün hâkim olmasından sonra bu dünya da refaha kavuşacağı ahirette de cennetle ödüllendirileceği anlatılır.
Sonunda ise nihai hesap görme için her insanın mutlaka öleceği ve Allah’a döndürüleceği ifade edilir.
53-59- Senden azabın çabucak gelmesini istiyorlar. Eğer belirlenmiş / tayin edilmiş bir ecel / vade olmasaydı, azap onlara elbette çoktan gelip çatmıştı. O azap, onlara hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın mutlaka gelecektir. (Evet) senden azabı çarçabuk getirmeni istiyorlar. Hâlbuki cehennem, kâfirleri kuşatmıştır bile. O gün azap, tepelerinden ve ayaklarının altından onları saracak ve (Allah), “Yapmış olduğunuz şeylerin cezasını tadın!” diyecek. Ey iman eden kullarım! Şüphesiz Benim yeryüzüm / ülkem geniştir. O halde yalnız bana itaat / kulluk edin. Herkes bir gün ölümü tadacaktır. Sonra da Bize döndürüleceksiniz. İman eden ve salih amel işleyenleri ise elbette içinde sürekli kalacakları cennette, altlarından ırmaklar akan köşklere yerleştireceğiz. Allah yolunda çaba sarf eden, sabreden ve sadece Rablerine tevekkül etmiş olan kişilerin ödülü ne güzeldir! (Ankebut Suresi 53-59)
İslam Cumhuriyetinin kurulmasına karşı çıkanların yapmış oldukları tezviratların en önemlisi İslam Cumhuriyeti Medine’nin ekonomisini kötüye götüreceği propagandası idi. Gerek Arap kabilelerin ileri gelenlerinden gerekse Yahudilerin ileri gelenlerinden muhalifler bu düşünceyle kendi kabilelerini etkiliyor ve İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna engel olmaya çalışıyorlardı. Onlar İslam Cumhuriyetinin kurulması ile Mekke Müşrik Yönetiminin öfkesini üzerlerine çekeceklerini ve onların Medine’ye saldıracaklarını hatta diğer müşrik / pagan Arap kabilelerini de Medine’ye saldırtacaklarını dillendiriyorlardı. Sürekli savaş halinde olacak olan Medine’nin çevre kabilelerce de ambargoya tabi tutulacağını, Medine’ye mal giriş çıkışının duracağını, çevre kabilelere ürettikleri hurma, deri eşya vb. malları satamayacaklarını söyleyerek ekonominin bozulacağını belirtiyorlardı. Üstelik Mekke’den hicret etmiş müminlerin geçimlerini sağlama yükü de Medinelilerin üzerine gelince ekonominin zorlanacağı da aşikârdı.
Muhaliflerin yaptıkları bu menfi propaganda İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna engel olamamış olsa da halkta yine de bir iz bırakmıştı. Medine halkı ekonomilerinin kötüye gitmesinden endişe ediyorlardı. Cenab-ı Hak, elçisinin irat edeceği nutukta Medine halkının bu endişelerini giderecek birkaç cümlenin yer alması için Ankebut Suresinin müteakip ayetlerini inzal buyurdu. Bu ayetlerle Medine halkına Gökleri ve Yeri Yaratanın, Güneşi ve Ayı insanların menfaatleri için sebep kılan Allah’ın Hz.Muhammed’i@ Medinelilerin menfaatine bir sebep kıldığına işaret edilir. Dolayısıyla rızıkları hikmetine göre dağıtan Rabbin Medinelilerin rızıklarına da kefil olduğunu belirtir. Ayrıca yeryüzündeki nice canlıların geçimleri için zaruri olan rızıklarını yanlarında taşımadıkları, stoklamadıkları ve garantili bir ekonomileri olamamasına rağmen Allah’ın onları rızıklandırdığını / ekonomilerini sağladıklarını böylece hayatiyetlerini devam ettirdiğine bakarak Medinelilerin de geçim endişelerinin yersiz olduğunu, onların yaşamlarını sürdürecek ekonomik kaynakların Allah’ın tarafından sağlanacağı ifade edilir.
60-62- Kendi rızkını yanında taşıyamayan nice canlı / dabbeh (insan dâhil) vardır ki onları da, sizi de Allah rızıklandırır. O, en iyi işitendir, en iyi bilendir. Andolsun ki onlara “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim musahhar kıldı?” diye sorsan muhakkak “Allah” diye cevap vereceklerdir. O halde nasıl aldatılıyorsunuz? Allah, kullarından dilediğine rızkı bol bol verir ve dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. (Ankebut Suresi 60-62)
İslam Cumhuriyetinin kurulmasına karşı çıkan muhaliflerin Medine halkını etkilemek için yaptıkları menfi propagandanın bir diğeri de İslam Cumhuriyeti ile Medine’nin sorunlarının çözülmesinin imkânsız olduğu, Hz.Muhammed’in@ hayal peşinde koştuğu, bu toplumun dirilmesinin ve büyük bir medeniyet kurmasının imkânsız olduğu idi. Onlar şirk sisteminin öngördüğü kısa vadeli aşağılık dünya hayatı ile Medinelilerin hâlihazırda olduğu gibi rezil, geri, sefil bir şekilde de olsa varlıklarını sürdüreceklerini iddia ediyorlardı.
Medine halkını etkileyip İslam Cumhuriyetinin gerçekten de barışa, dirilişe ve büyük bir medeniyete gideceği konusunda tereddüde sevk eden muhaliflerin bu argümanlarına da Hz.Muhammed’in@ nutku içerisinde cevap verilmeli ve halkın endişeleri izale edilmeliydi. Cenab-ı Hak bu hususta aşağıdaki ayetleri inzal ederek elçisine yardımcı olur. Nasıl ki Allah gökten yağmuru indirip yeryüzünde hayatı yeniden canlandırıyorsa, kendisine yönelen / hamdeden ve kendisinin yağmur misali indirdiği ilahi öğretiyle beslenen toplumların da dirilip canlanacağı çok açıktır. Medine’nin sorunları İlahi öğreti çerçevesinde Hz.Muhammed’in@ önderliğinde uzun vadeli planlar ve öngörüler ile çözülecek ve Medine büyük bir uygarlığa adımını atacaktır. Keşke kısa vadeli / süfli dünyayı öngören şirk sisteminin bağlıları da bunu anlasalardı.
63-64- Andolsun, eğer onlara sorsan: “Gökten suyu indirerek onunla yeryüzünü ölümünden sonra dirilten kimdir?” diye sorsan muhakkak “Allah” diyeceklerdir. De ki: “(O halde) Hamd / yöneliş Allah’adır.” Fakat onların çoğu akıllarını kullanmazlar. Bu dünya hayatı / kısa vadeli çözümler aldatıcı bir oyalanma ve eğlenceden başka bir şey değildir. Şüphesiz ahiret / uzun vadeli çözümlerin üreteceği yurt ise gerçek hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı. (Ankebut Suresi 63-64)
İslam / Barış Cumhuriyetinin kuruluşuna muhalefet edenlere bu Cumhuriyetin bir nimet olduğunu ama onların bu nimete nankörlük ettiklerini ve alay edip eğlendiklerini bildirdikten sonra ileri bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu yaşayarak öğreneceklerine vurgu yapılması istenir. Bu sistemin nimet oluşunun örneklemesi ise şöyle ifade edilir. Nasıl ki insanlar gemiye bindikleri zaman artık sadece Allah’a sığınmaktan başka bir şey ellerinden gelmiyorsa, herhangi bir fırtına durumunda sadece Allah’a güvenmek zorunda iseler, şu anda da Medinelilerin kendilerini kurtarmak için Allah’ın ikram ettiği İslam / Barış nimetine sarılmaktan ve Ona güvenmekten başka çareleri yoktur. Medine’nin içine yuvarlandığı anarşiden kurtaracak yegâne sistem tevhit sistemi olacaktır. Gerçi tehlike bertaraf edildikten sonra yine şirk sistemine, kavgaya, birbirini yemeye, anarşiye doğru yelken açacaklardır ancak şu anda bu nimete ihtiyaçları vardır. Ama siz muhalefet edenler daha baştan bu nimete nankörlük ediyorsunuz ve toplumun yok olmasına kayıtsız kalmaktasınız. Bu tutumunuz çok yanlıştır.
65-66- Onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız O’na özgü kılarak Allah’a yalvarırlar. Fakat ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardık, bir de bakarsın ki şirk koşuyorlar. Kendilerine verdiğimize nankörlük etsinler ve sefa sürsünler bakalım. Ama yakında bilecekler. / görecekler. (Ankebut Suresi 65-66)
Medine’deki kabilelerin Anayasa / Vesika altında tevhit olup iç huzuru sağladıktan sonra dış tehditlere karşı da birlik olacaklarına ve böylece dışarıdan gelecek saldırılara birlikte karşı koyacaklarına Anayasal olarak yemin ederek şehirlerini emniyete almaları çok büyük bir nimetti. Anayasanın / Vesika’nın en temel hükümleri Medine’nin saldırılara karşı topyekûn savunulması üzerine idi. Bu anlaşma ile Medine’nin güvenliği sağlanmış oluyordu. Hâlbuki Medine çevresindeki bedevi kabileler daima dış tehditlere ve saldırılara açıktı. Onlar sürekli birbirlerine saldırıyorlar, öldürüyorlar ve mallarını yağmalıyorlardı. Onların daima teyakkuzda olmaları gerekiyordu. Her an başka bir kabilenin saldırısına uğrayacakları korkusunu yaşıyorlardı. Hz.Muhammed’in getirdiği barış ve güvenlik nimeti ile Medine’de güvenlik sağlanmış iken muhalifler hala bu nimete nankörlük yapmaya devam ediyorlardı. Bundan sonra inkâr edenden daha zalim kimse olabilirdi ki? Ama selam / barış yurdu için / Allah’ın devleti için cihat edenlere ise zafer verileceği ve müminlerin bu mücadelelerinde Allah’ın onları yalnız bırakmayacağı da müjdelenir. Cenab-ı hak, bu hususun elçisi tarafından irat ettiği nutukta dile getirilerek muhalefetin eleştirilmesi ve müminlerin muştulanması için aşağıdaki ayetleri inzal etti;
67-69- Onlar, Şehirlerini (Medine’yi) kutsal ve güvenli bir yer haline getirdiğimizi görmüyorlar mı? Oysa onların çevresindeki insanlar sürekli saldırılara uğramaktadırlar. Onlar, hala bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük yapmaya devam mı edecekler? Allah'a yalanla iftira edenden yahut kendisine hak geldiğinde inkâr edenden daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde yer mi yok? Bizim yolumuzda cihat edenleri mutlaka kendi yollarımıza eriştireceğiz. Şüphesiz Allah, muhsinlerle beraberdir. (Ankebut Suresi 67-69)
Böylece Hz.Muhammed’in@ irat ettiği nutuk tamamlanır. Şimdi vaat edilen zafere erişmek için sıra Cumhuriyetin teşkilatlanmasına ve reformlara gelmiştir.