BÖLÜM 11
MÜCADELENİN TARİHSEL KÖKLERİ
Mekke müşriklerinin Hz. Muhammed’in @ tevhid hareketini kontrol altına almak için şimdiye kadar uyguladığı baskı ve şiddet politikasına boykotu da ekleyerek devam edeceği artık görülmektedir. Cenab-ı Hak ise baskı ve boykota karşı Mekke müşriklerinin uyarılmaları için elçisine helak olmuş altı kavmin ve onlara gönderilmiş peygamberlerin kıssaları üzerinden bir konuşma yapmasını emreder. Hz. Muhammed’in @ yapacağı konuşma Şuara suresinin bundan sonraki bölümlerini okumak şeklinde olacaktır. O’nun bu nutkunda kendisinin Mekke’de yapmış olduğu mücadelesinin sırasıyla Hz. İbrahim @, Hz. Nuh @, Hz. Hud @, Hz. Salih @, Hz. Lut @, Hz. Şuayb @ peygamberlerin mücadeleleriyle benzer yönleri ele alınmıştır. O, Kabe’de surenin bu kısımlarını okuyarak bahsi geçen peygamberlerin kıssaları üzerinden kendi mücadelesini anlatmış olacaktır.
Daha sonra bu sure metni dilden dile dolaşacak ve Hz. Muhammed’in @ Mekke’deki mücadelesi çevre kabile ve ülkelerdeki insanların gündemine oturacaktır. Her ülke ve kabiledeki insanların iyi bildikleri ve etkilendikleri peygamber farklı farklıdır. Bir ülkede / kabilede Hz. İbrahim ön plana çıkarken diğer ülkede Hz. Nuh daha iyi bilinir, başka bir ülkede Hz. Lut diğerlerine göre daha meşhurdur. Hangi ülkede hangi peygamber yaşadıysa o ülkenin insanları o peygamberi kendine daha yakın görür. Bu nedenle Hz. Muhammed’in yapacağı konuşma / okuyacağı metinde geçecek peygamberlerin kıssalarından kabileler kendilerine en yakın gördükleri peygamberle Hz. Muhammed @ arasında bir ünsiyet kuracaklar ve mücadelesini desteklemek isteyeceklerdir.
Ayrıca Hz. Muhammed @ ilahi vahiyle kendisine bildirilen bu kıssalara konu kavimlerin istisnasız hepsinin helak edilmiş olmasından ders alınmasını ve Mekkelilerin de ayaklarını denk almalarını, bu işin şakasının olmadığını, müminlere boykot yapacak olurlarsa sonlarının felaket olacağı ihbarını yapmıştır.
Hz. Muhammed @ bu hitabetinde kendi kabilesine yönelik mesajlar da vermiştir ve onlara kendisini korumaları gerektiği hususunun altını çizmiş ve önemine işaret etmiştir.
11.1. Mekke’deki Mücadelenin Hz. İbrahim’e@ Benzeyen Yönü
Hz. Muhammed’in @ Mekkeli müşriklere okuduğu Şuara suresinin bu kısmı ilk önce Hz. İbrahim’in @ mücadesinden yola çıkarak Mekke müşriklerinin de tıpkı Hz. İbrahim’in @ kavmi ile benzerliğine atıfta bulunarak kıssaları anlatmaya başlar.
69- Onlara İbrahim’in başından geçenleri de anlat! (Şuara Suresi 69)
Hz. Muhammed’de @ tıpkı Hz. İbrahim @ gibi müşriklere şirk sistemlerinin dayandığı putların / değerlerin / ilkelerin batıl, boş, donmuş, hiçbir faydası ve zararı olmayan şeyler olduğunu ikrar ettirir. Onların bu sistemin doğruluğunu akıl terazisine göre değil de atalarından / eskiden beri böyle uygulana gelen olmasına bağladıklarını ortaya koyarak konuya başlangıç yapar.
70-74- Hani bir zamanlar o, babasına ve kavmine “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti. Onlar da “Birtakım putlara kulluk ediyoruz. Dahası onlara tapmaya da devam edeceğiz!” dediler. O (İbrahim) “Yalvarıp yakardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı veya size fayda veriyorlar mı yahut zarar veriyorlar mı?” dedi. Onlar “Hayır! Ama, atalarımızı böyle bir uygulama içinde bulduk.” dediler. (Şuara Suresi 70-74)
Daha sonra ise uyguladıkları sistem ve değerler üzerinde niçin biraz düşünmedikleri konusunda Mekke müşrikleri sorgulanır.
75–76- O (İbrahim) “Peki, siz ve en eski babalarınızın tapmış olduğu şeyler hakkında biraz olsun düşünmediniz mi?” (Şuara Suresi 75-76)
Mekke müşrikleri her kabilenin bir tanrısı şeklinde tasarlanan şirk sistemi ve ideolojisi üzerinde biraz düşünselerdi o zaman bu şirk ideolojisinin toplulukları ne hale getirdiğini anlarlar ve onlara düşman olurlardı. Halbuki ‘Alemlerin Rabbi’ paradigmasına dayalı tevhidi dünya görüşü toplumları yükseltir, refaha erdirir, huzur ve barış getirir ve haksızlıkları önler. Çünkü bütün insanları yaratan, rızık veren, hayatını sürdürmesi için ihtiyaçlarını karşılayan, hastalandığında şifa veren, toplumsal sorunlarının çözüm yollarını gösteren Alemlerin Rabbi insanların yegâne dostu, sevgilisi ve rabbidir.
77-80- “İşte onlar benim düşmanımdır, ancak âlemlerin Rabbi başka.” “O’dur beni yaratan ve hayat imkânlarını veren, maddeten ve mânen yol gösteren.” “O’dur beni doyuran, O’dur beni içiren.” “Hastalandığımda O’dur bana şifa veren.” (Şuara Suresi 77-80)
Alemlerin Rabbidir insanları öldürecek olan ve sonra diriltecek olan. Yaşadığımız hayatın hesabını soracak olan da O’dur. Yaptığımız hata, kusur ve günahları bağışlamasını umacağımız makam da O’dur.
81-82- “O’dur beni öldürecek ve sonra da diriltecek olan.” “Büyük hesap günü günahlarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur.” (Şuara Suresi 81-82)
Hz. Muhammed’in @ ve müminlerin çabasının da tıpkı Hz. İbrahim @ gibi iyi kullar arasına girmek, erdemli insanlardan olmak, hikmetli insanlardan olup gelecek nesillere iyi bir nam bırakmak, dünyada ve ahirette nimet cennetlerine mirasçı olmayı arzulamaktan başka hedeflerinin olmadığıdır.
83-85- Ya Rabbi! Bana hikmet ver ve beni iyi kulların arasına kat! Gelecek nesiller içinde iyi nam bırakmayı, hayırla anılmayı nasib eyle bana. Naim cennetlerinin mirasçılarından kıl beni ya Rabbi. (Şuara Suresi 81-82)
Cenab-ı Hak, elçisinin yapacağı konuşmaya yine Hz. İbrahim @ kıssası üzerinden şöyle devam etmesini inzal eder. “Kendisinin getirdiği bu mesajla kavminin / atalarının / büyüklerinin kötülüğünü değil bilakis onların iyiliğini istediğini Hz. İbrahim’in @ ‘yolunu şaşıran babamı da affet’ duasıyla ifade etmesi istenir.”
86 – Babamı da affet. Zira o yolunu şaşıranlar arasında. (Şuara Suresi 86)
Hz. Muhammed’in@ konuşmasında hesap günü hiçbir mal-mülk, evlat ve maddi zenginliğin fayda vermeyeceğini, ancak selim bir kalbin fayda sağlayacağının bildirilmesi istenir. O selim bir gönül ile peygamberimizin getirdiği dünya görüşüne bağlanan muttakiler bu dünyada cennet gibi bir yaşama doğru sevk edilmektedirler. Ahirette de cennet onlara yaklaştırılır.
87-90- İnsanların diriltilip bir araya toplandığı mahşer günü rüsvay eyleme beni ya Rabbi. O gün ki ne mal ne mülk ne evlat insana fayda eder. O gün insana fayda sağlayan tek şey, Allah’a teslim ettiği selim bir gönül olur. O gün cennet muttakilere yaklaştırılır. (Şuara Suresi 87-90)
Diğer taraftan Mekke’nin müşrik azgın ve zorbalarını da gelecekte cehennem gibi bir yaşam beklediğinin bildirilmesi istenir. Böylece onların iktidarlarını kaybedecekleri ve geleceklerinin cehenneme çevrileceğini korkusu ile yaşamaları sağlanır. Dahası o azgınlara ve onlara yol gösteren Ebu Cehil gibi iblislere hesap / hesaplaşma gününde asla merhamet edilmeyeceği, kimsenin onlara şefaat, torpil, yardım ve destek veremeyeceği bildirilir. Onlar bu duruma düşmelerinin müsebbibi konusunda birbirlerini suçlayacaklar ve öylesine pişman olacaklar ki tekrar başa dönüp Hz. Muhammed’in@ takipçilerinden olmayı isteyecekler. Onların bu pozisyonları ahirette de aynı şekilde olacaktır.
Bunlar bildirildikten sonra Mekke müşriklerinin tümüne birden ibret almaya çağrı yapılır ancak Mekke toplumunun çok azı bunlardan ibret aldıkları bildirilir. Fakat Hz. İbrahim @ kıssası ile verilen bu dersin sonunda bir tehdit yapılması istenir ki; “Allah (c.c) mutlak galip ve geniş merhamet sahibi olması üzerinden tevhidi hareketin eninde sonunda mutlaka galip geleceği, şirk / zulüm sisteminin mutlaka yıkılacağı, fırsat varken O’nun affına sığınarak tevbe edip tevhidi dünya görüşüne girilmesi gerektiği bildirilir.”
91-104- O gün cehennem azgınlara gösterilir. Ve onlara: “Nerede o, Allah’tan başka taptıklarınız? Size yardım edebiliyorlar mı, kendilerini olsun kurtarabiliyorlar mı?” denilir. Arkasından onlar da o azgınlar da ve topyekûn İblis ordusu da cehenneme fırlatılır. Orada birbirleriyle çekişirken şöyle derler “Vallahi de tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!” “Çünkü biz sizi Rabbülâlemin ile bir tutuyorduk. Ama bizi saptıranlar da yalnızca o mücrimler oldu. “Şimdi artık ne şefaatçimiz var bizim ne candan bir dostumuz!” “Ah! Ne olurdu, imkân olsa da dünyaya bir dönsek ve müminlerden olsaydık!” Elbette bunda alınacak ibret vardır. Fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler. Oysa senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). (Şuara Suresi 91-104)
11.2. Mekke’deki Mücadelenin Hz. Nuh’a @ Benzeyen Yönü
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’e@ konuşmasının bu bölümünde kendi mücadelesi ile Hz. Nuh’un mücadelesi arasında bir paralellik olduğundan yola çıkarak onun Mekke müşriklerine şöyle dediğini belirtir;
“Tıpkı Hz. Nuh’un kendi kabilesince yalanlanması gibi beni neden inkâr ediyorsunuz? Bakın ben sizin en güvenilir / el emin kardeşlerinizden değil miyim.? Artık bana isyan etmeyi bırakın ve getirdiğim tevhidi dünya görüşünü inkâr ederek Allah’a karşı gelmeyin! Bunun için sizden herhangi bir maddi karşılık da beklemiyorum! Bu işten benim herhangi bir çıkarım yok! Ben bu hizmetimin karşılığını Alemlerin Rabbinden bekliyorum.”
105-110- Nuh’un halkı da gönderilen resulleri yalancı saydı. Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: “İnkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle, Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Hem bunun için sizden dünyevî bir karşılık da beklemiyorum; hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez. Haydi öyleyse! Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin!” (Şuara Suresi 105-110)
Hz. Muhammed’in @ bu çağrısına karşılık Mekke müşriklerinin elitleri şöyle cevap vermişlerdi: “Senin safına geçenler kabilemizin / toplumumuzun en aşağı, bayağı, sefil ve ayak takımından olan insanlardır. Biz onlarla basıl bir araya geleceğiz? Bizler onlarla hem hukuk hem siyasi ve hem de sosyal alanda nasıl aynı muameleye tabi tutulabiliriz? Bizler üstünüz. Bizlerle onları aynı statüde kabul eden bir sistemi kabul edeceğimizi mi zannediyorsun? Ayrıca o alt tabaka insanların senin safına katılmalarının esas sebebi onların bizim mal- mülk ve makamımızda gözleri oldukları içindir. Onlar gerçekte erdemli değildirler. Onlar sırf seni ve getirdiğin tevhidi dünya görüşünü amaçlarına ulaşmak için kullanmaktadırlar.”
111 – “A!” dediler, “Seni izleyenler, toplumun en aşağısındakiler olduğuna göre sana inanmamızı nasıl beklersin?” (Şuara Suresi 111)
Hz. Muhammed @ ise Mekke müşrik kodamanlarının ileri sürdükleri gerekçelerine karşılık; “Tevhidi dünya görüşüne inanan müminlerin kalplerini okuyamam, niçin beni destekledikleri konusundaki niyetlerini nasıl sorgularım? Biraz derinlikli düşünürseniz böyle bir gerekçeyle onları nasıl yanımdan kovabilirim? Şayet onlar sizin iddia ettiğiniz gibi kötü niyetle beni destekliyorlarsa o takdirde onların hesabı Allah’a aittir. Böyle saçma niyet okumalarla onları yanımdan kovamam!”
112-115- Nuh: “Onların daha önce ne yaptıkları hakkında bilgim yoktur. Sizin azıcık bir şuurunuz olsaydı bilirdiniz ki onların hesabı ancak Rabbime aittir” dedi. “Ben iman edenleri asla kovamam. Ben sadece açıkça uyaran bir elçiyim.” (Şuara Suresi 112-115)
Hz. Muhammed’in @ verdiği bu cevap üzerine Mekke müşrikleri ise; “Ya bu davadan vazgeç! Ya da akıbetin çok kötü olacak, öldürülecek, tecrit / boykot edileceksin veya Mekke’den sürüleceksin (taşlama metaforu)” tehdidinde bulunmuşlardı.
116 – Onlar: “Nuh! Bizi dinle! Eğer bu davandan vazgeçmezsen, mutlaka taşa tutulacaksın!” dediler. (Şuara Suresi 116)
Bunun üzerine Hz. Muhammed @ onlara şunları söylemişti; “Sizin beni inkâr edişinizi rabbime şikâyet edeceğim ve her iki taraf arasında O’nun hüküm vermesini isteyeceğim. Benim safımda olan müminleri kurtarması için de O’na yalvaracağım. Rabbim tıpkı Hz. Nuh @ ve bağlılarını nasıl kurtardıysa bana iman edenleri de eninde sonunda mutlaka kurtaracak ve tevhit toplumunu inşa edecek (dolu gemi ile kurtulma temsili ile anlatılır) tevhidi dünya görüşünü inkâr eden sizlerin şirk sisteminizi yıkacak ve boğulup yok olacaksınız. Fakat sizler geçmiş tarihten ders almıyorsunuz. Cenab-ı Hak, bunu mutlaka gerçekleştirecektir. Gelin, fırsat varken dönün ki O’nun affediciliğinden yararlanın.”
117-122 – Nûh: “Ya Rabbi!” dedi, “halkım beni yalancı saydı. Artık benimle onlar arasındaki hükmünü Sen ver, beni ve beraberimdeki müminleri Sen kurtar ya Rabbi!” Bunun üzerine Biz de onu ve yanındakileri o yükle dolu gemi içinde kurtardık. Arkasından geride kalanları da suda boğduk. Elbette bunda alınacak ibret var, fakat onların ekserisi ders alıp da iman etmezler. Oysa Senin Rabbin aziz ve rahimdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). (Şuara Suresi 117-122)
11.3. Mekke’deki Mücadelenin Hz. Hud’a @ Benzeyen Yönü
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’den @ Mekke müşrikleri ile yaptığı mücadeleyi Hz. Hud’un @ mücadelesi örnekliğiyle şöyle anlatmasını ister;
“Tıpkı Hz. Hud’un @ kendi kabilesince yalanlanması gibi beni neden inkâr ediyorsunuz? Bakın ben sizin en güvenilir / el emin fertlerinizden değil miyim.? Bana isyan etmeyi bırakın ve getirdiğim tevhidi dünya görüşünü inkâr ederek Allah’a karşı gelmeyin! Bunun için sizden herhangi bir maddi karşılık da beklemiyorum! Bu işten benim herhangi bir çıkarım yok! Ben bu hizmetimin karşılığını Alemlerin Rabbinden bekliyorum.”
123-127- Âd halkı da resulleri yalancı saydı. Kardeşleri Hud onlara şöyle dedi: “İnkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle, Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Buna karşılık sizden hiçbir dünyevi karşılık istemiyorum. Benim hakkettiğim karşılığı vermek alemlerin Rabbinden başkasına düşmez.” (Şuara Suresi 123-127)
Hz. Muhammed @ Mekke müşrik kodamanlarına karşı yaptığı söylevini şöyle devam ettirir; “Sizler sahip olduğunuz zenginlik sebebiyle kendinizi öylesine büyük görüyorsunuz ki yüksek tepelere anıtlar ve tapınaklar inşa ediyorsunuz. Kendinizi ölümsüz kılmak istiyorsunuz. Gözünüz sürekli yükseklerde. Sanki hiç ölmeyecekmişsiniz gibi çok muhkem malikaneler inşa ediyorsunuz. Yine sahip olduğunuz malikaneler, mal ve mülkler nedeniyle kendinizi öylesine büyük ve seçkin görüyorsunuz ki kendinizi hukukun üstünde görüyorsunuz ve zayıfların haklarına tecavüz etmeyi kendiniz için meşru görüyorsunuz. Başkasının hakkını tecavüzde hiçbir sınır tanımıyorsunuz ve zorbaca davranıyorsunuz. Bu nedenle sahip olduğunuz bunca nimet, mal-mülk ve serveti kaybettirecek toplumsal bir devrimin / yıkımın Cenab-ı Hakk’tan bir azap olarak geleceğinden endişe ediyorum.”
128-135- “Her tepede cehalet eseri, anıtlar, tapınaklar mı yükselteceksiniz” “Ve sonsuza kadar yaşayacağınız kuruntusuyla, sapasağlam malikaneler mi edineceksiniz?” “Ve (başkalarının hukukuna) el uzattığınız zaman, hiçbir sınır tanımadan, hep böyle zorbalık mı yapacaksınız?” “Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.” “Size bildiğiniz bunca nimetleri veren, size davarlar ve evlatlar ihsan eden, bağ ve bahçeler, pınarlar lütfeden o Rabbinize karşı gelmekten sakının. Müthiş bir günün azabının tepenize ineceğinden, gerçekten endişe ediyorum!” (Şuara Suresi 128-135)
Mekke müşrik zorbaları ise Hz. Muhammed’e@ şöyle cevap vermişlerdi; “Bizler toplumdaki zayıf, kimsesiz ve yoksullardan farklıyız. Onlar gibi değiliz. Toplumun alt kademesindeki zayıfların, güçsüzlerin bize karşı hakları olduğu iddia edilemez. Onlar fakir ve yoksul olmakla zaten ezilmeyi, horlanmayı hak etmişlerdir. Kabile anlayışı içerisinde kim güçlü ise onun hakkı-hukuku vardır. Allah bizi sevdiği için bize mal mülk vermiştir. Ama fakir ve yoksul kesim ise Allah’ın sevmediği kimselerdir. Çünkü Allah nimetlerini onlardan esirgemiştir. Allah onları sevmiş olsaydı nimetlerini onlardan esirgemezdi. Bu nedenle mevcut uygulamalarımızın toplumu yok oluşa götüreceğine ilişkin iddianızı bir türlü anlayamıyoruz. Çünkü bu tür toplumsal yapılanmalar ve bu tür uygulamalar çok eski tarihlerden beri uygulana gelmiştir. Bu çok normal bir şeydir ve bundan dolayı şirk sistemimizin çökeceği iddianız tamamen yanlıştır, hayatın gerçekliği ile örtüşmemektedir. Yani bizim sistemimizin çökmesi ve iktidardan olmamız söz konusu olamaz.”
136-140- “Sen” dediler, “Ha böyle nasihat etmiş, ha etmemişsin, bize göre hepsi bir. Bizim tuttuğumuz yol, önceki atalarımızın sürüp gelen âdetlerinden başka bir şey değildir. Biz bundan ötürü de cezalandırılacak değiliz!” Neticede onu yalancı saydılar, Biz de onları imha ettik. Elbette bunda, alınacak ibret var, fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler. Oysa Senin Rabbin aziz ve rahimdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). (Şuara suresi 136-140)
11.4. Mekke’deki Mücadelenin Hz. Salih’e @ Benzeyen Yönü
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’den @ Mekke müşrikleri ile yaptığı mücadeleyi anlatmaya Hz. Salih’in mücadelesi örnekliğiyle devam etmesini ister. Diğer peygamber örneklerinde olduğu gibi yine kendisinin güvenilir bir şahsiyet olduğunu, bu hizmetine karşılık herhangi bir maddi menfaat beklentisi içerisinde olmadığını ve kendisine uymaları gerektiğini tekrar ettikten sonra Hz. Muhammed @ onlara şöyle seslenmiştir; “Sahip olduğunuz zenginlik ve makam nedeniyle kendinizi toplumun diğer katmanlarına karşı üstün insanlar olduğunuz vehimine kapılarak fesat çıkarmayın! Böyle tavır ve davranışlarla toplumdaki düzeni bozmayın! Ekonomik üstünlüğünüzü topluma faydalı olmak, topluma huzuru / selameti / barışı getirmek, toplumda güvenliği tesis etmek ve toplumsal düzeni sağlamak için kullanmanız gerekirken, tersine onları toplumda fesat aracı olarak kullanıyorsunuz! Hiç sanmayın ki sahip olduğunuz bu mal, mülk, servet ve makamlar ilelebet devam edecek ve hiç elinizden alınmayacak. Şirk sistemi devam edecek olursa Cenab-ı Hakk’ın koyduğu sosyolojik kural gereği bunlar bir gün elinizden elbette çıkacak. Makam ve statülerinizi sahibinin hizmetinde yani Allah için (dolayısıyla millet için) kullanmadığınız takdirde yıkılışınız kaçınılmazdır. Ebu Cehil gibi haddi aşan azgınların kışkırtmalarına aldanmayın!”
141-152- Semud halkı da resulleri yalancı saydı. Kardeşleri Salih onlara şöyle dedi: “İnkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle, Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Üstelik, ben sizden herhangi bir karşılık da istiyor değilim; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez. Siz burada, konfor ve güven içinde rahat bir şekilde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Bağlarda, bahçelerde, pınarların başında, ekinler, bostanlar, dalları kırılacak derecede yüklü salkımları sarkan hurmalıklar içinde devamlı kalacağınızı mı sanıyorsunuz? Böyle düşündüğünüz için mi dağlarda ince bir sanat eseri lüks villalar yontuyorsunuz? Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin. Sakın işi gücü dünyada fesat çıkarıp nizamı bozmak olan, düzeltme için ise hiçbir gayretleri bulunmayan o haddi aşanların isteklerine uymayın.” (Şuara Suresi 141-152)
Hz. Muhammed’in@ bu çağrısına karşılık Mekke müşrik ileri gelenleri ise şöyle cevap vermişlerdi; “Sen bu gidişatımızı sürdürürsek mutlaka yıkılacağımız şeklindeki iddiana öylesine inanmışsın ki bu görüşüne kendini çok kaptırmışsın. Fakat iddia ettiğin yıkım / devrimi gerçekleştirmek için bizden üstün ve güçlü bir tarafın yok. En fazla bizim kadar zenginsin, en fazla bizim kadar büyük bir kabilen var. Madem öyle iddianın gerçekleşeceğinin kanıtını, delilini ve alametini bize göster bakalım.”
153-154- “Sen” dediler, “Büyülenmiş birisin. Hem bize hiçbir üstünlüğün yok, bizim gibi bir insansın. Yok eğer böyle değil de iddianda doğru isen bize bir alamet göster!” (Şuara Suresi 153-154)
Bunun üzerine Hz. Muhammed @ Mekke müşrik ileri gelenlerine şöyle cevap vermişti; “Şirk sistemine devam edecek olursanız sizi toplumsal bir devrimin / yıkımın beklediğine ilişkin kanıt istiyorsanız Semud kavmine bakmanız yeterlidir. Onlar kimsesiz, yoksul ve alt sınıftan (kimsesi olmayan ve Allah’a ait olan dişi deveye bir metafor) insanların bu toplumun gelirlerinden faydalanmasına mâni oldular. Toplum tarafından üretilen değerler, kaynaklar ve imkanlar üzerine sadece belirli kişi ve sınıfların egemen olduğu imtiyazlı tekel yapılar kurdular. Toplumun alt tabakasındakilerin üretilen kaynaklardan, nimetlerden ve imkanlardan faydalanmalarını engellediler. Onların toplumdaki hayatiyetlerini sürdürmeleri için onlara tanınan haklarını ellerinden aldılar. Paylaşmacı olmadılar. Merhametli olmadılar. Vergili olmadılar. Daha da ileri gittiler ve onların yaşam hakkını tanımadıkları (dişi deveyi katletme metaforu) için azabın gelmesi de kaçınılmaz oldu. Sonunda da onları toplumsal yıkım / devrim yakalayıverdi. Tüm görkemli büyük yapılarına rağmen yıkılıp gittiler. Halbuki onlar bu hususta şiddetle uyarılmışlardı. İşte size tarihsel kanıt!”
155-159- Salih: “alamet olarak işte size şu sahipsiz dişi deve! Su içme hakkı belli bir gün ona, belli bir gün size aittir. Sakın ona fenalık yapayım demeyin! yoksa sizi müthiş bir günün azabı yakalar.” dedi. Buna rağmen onlar, onu işkence yaparak vahşice katlettiler, ama çok geçmeden yaptıklarına pişman oldular. Çünkü bildirilen azap onları bastırıverdi. Elbette bunda alınacak ibret vardı. Fakat onların ekserisi ders alıp da iman etmezler. Oysa senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). (Şuara 155-159)
11.5. Mekke’deki Mücadelenin Hz. Lut’a @ Benzeyen Yönü
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’den @ Mekke müşrikleri ile yaptığı mücadeleyi Hz. Lut’un mücadelesi örnekliğiyle anlatmasını da ister. Hz. Lut’un kendi toplumuyla yapmış olduğu mücadele ile Hz. Muhammed’in @ Mekke müşrikleri ile yaptığı mücadelede ahlaki dejenerasyon açısından çok büyük bir paralellik vardır. Bu nedenle Cenab-ı Hak, Hz. Peygamberden bir toplumun çökmesinde en önemli amillerden birisinin de toplumdaki ahlaki dejenerasyon / ahlaki tefessüh / ahlaki bozulma olduğunu bildirmesini ister.
Hz. Muhammed’in @ yapacağı konuşmada Mekkeli müşrikler arasında oldukça yaygın olan fuhuş sektörüne son verilmesi gerektiğinin de dile getirilmesi ve insanların sadece kendi eşleri ile cinsel ilişki kurabileceğinin ve bunun dışındaki ilişkilerin büyük günah ve zulüm olduğunun Hz. Lut kıssası ile ortaya konulması istenir. Bu konuşmada Mekkeli müşriklerin nefislerini tatminde toplumu ve aileyi koruyan yolların dışında sapkınlık olan livataya kadar işin vardırılmasının bir azgınlık olarak nitelenerek derhal bunun terk edilmesini aksi takdirde bu şekilde azgınlaşanların sonunun çok feci olacağının bildirilmesi istenir.
Bilindiği üzere o dönemlerde Mekkeli müşrikler arasında fuhuş oldukça yaygındı. Hatta aldığı borcu ödeyemeyen kişilerin kızları ellerinden alınır ve fuhuş sektöründe kullanılarak borç ödetilirdi. Kızların diri diri toprağa gömülme adeti onurlu babaların kızlarını ileride böyle bir batağın içerisine saplandığını görmemek için yine şirk geleneğinin geliştirdiği bir günahtı. Mekke müşrik ileri gelenleri fuhuş işini o kadar yaygınlaştırmışlardı ki artık bu günahı işleme hususunda yüzleri kızarmayacak noktaya gelmişlerdi.
Hz. Muhammed’in@ bu hususları bildirmesinden sonra Mekke müşriklerinin kendilerine bu şekilde müdahaleye devam edilmesi halinde diğer bir deyişle özel hayatlarında yaptıkları gayri meşru işlere burnunu sokmaya devam etmesi halinde Hz. Muhammed’i@ Mekke’den sürecekleri tehdidinde bulunmuşlardı.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak, tıpkı Hz. Lut (a.s) kıssasında Lut kavmi gibi fuhuş ve azgınlık yapanların başına gelenlerin metaforu üzerinden Mekke müşriklerinin de benzer felaketlerin başlarına geleceğinin ve bu hususta akrabalık ve kabile bağlarının bile kendilerini kurtaramayacağının bildirilmesini elçisinden ister.
160-175- Lut halkı da elçileri yalancı saydı. Kardeşleri Lut onlara şöyle dedi: “İnkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle, Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Buna karşılık sizden hiçbir dünyevi karşılık istemiyorum. Benim hakkettiğim karşılığı vermek alemlerin Rabbinden başkasına düşmez.” “Neden siz insanların içinden erkeklere şehvetle varıyorsunuz? Neden Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp da bu işi yapıyorsunuz? Siz hakikaten iyice azmış bir toplumsunuz.” “Bizi dinle Lût!” dediler, “Bu söylediklerine son vermezsen mutlaka yurt dışına sürüleceksin. (Lut) “Ben, Sizin yaptığınız bu işten nefret ediyorum” dedi. (Ve sonra şöyle dua etti) “Beni ve bana tâbi olanları, onların yaptıkları kötülüğün cezasından ve onların her türlü şerrinden Sen kurtar ya Rabbi!” Biz de onu ve ona uyanları tamamen kurtardık. Yalnız bir koca karı dökülenler arasında yer aldı. Sonra geridekileri hep imhâ ettik. Üzerlerine öyle helâk eden bir yağmur yağdırdık ki sorma! Uyarılanların başına yağan musîbet ne fena idi! Elbette bunda alınacak ibret vardır. Fakat onların ekserisi ders alıp da iman etmezler. Oysa senin Rabbin aziz ve rahîmdir (mutlak galiptir, geniş merhamet sahibidir). (Şuara Suresi 160-175)
11.6. Mekke’deki Mücadelenin Hz. Şuayb’a @ Benzeyen Yönü
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’den @ Mekke müşrikleri ile yaptığı mücadeleyi Hz. Şuayb’ın @ mücadelesi örnekliğiyle de anlatmasını ister. Hz. Şuayb @ kıssası ile Mekke müşrik ileri gelenlerinin yaygın bir şekilde yaptıkları yanlışlardan olan ölçü ve tartıda hile yapılması ve insanların haklarının verilmemesi fiillerinin terkedilerek bütün muamelelerde doğru ve dürüst olunması gerektiği bildirilir. Mekke müşriklerine bu yaptıkları yanlışlarla toplumda fesat çıkardıkları, bozgunculuk yaptıkları ve toplumsal barışın ve nizamın bozulduğu belirtilir. Hz. Muhammed @ mücadelesi sırasında toplumda fesat ve bozgunculuk yapmanın Cenab-ı Hakk’a karşı gelmek olduğunu da vurgular. O yapmış olduğu bu uyarılara karşılık herhangi bir menfaat beklentisi içerisinde olmadığının da altını çizer. Fakat Mekke müşrikleri Hz. Muhammed’in@ uyarılarına karşı cevap olarak; yaptıkları hileler, sahtekarlıklar ve ölçüsüzlükler konusunda adeta haklı olduklarını, bunun tersini savunan Hz. Muhammed’in @ ise hayatın gerçeklerinden haberi olmayan, hak, adalet, hukuk vb. değerlere “gerçekten” inanmış, bu değerlerin “büyüsüne” kapılmış zavallı biri olduğunu iddia etmişlerdir. Onlar ayrıca peygamberimizin de kendileri gibi bir insan olduğunu kendilerinden hiçbir farkının olmadığını söylemişlerdir.
Onlar bu sözleriyle piyasada ve sosyal alandaki uygulamalarının yanlış olmadığını, güçlünün hukukunun korunmasının gerektiğini, zira güçlülerin bunu hak ettiklerini, iktidar olmanın birinci şartının güçlü olmak olduğunu, tarih boyunca geçmiş atalarının hep böyle yaptıklarını ve bundan dolayı da toplumlarını yıkım ve yok oluşa götürecek bir emare, bir işaret göremediklerini ifade etmekteydiler. Bu nedenle onlar Hz. Muhammed’den @ “şayet iddiasında gerçekten doğru ise yani peygamberlik iddiası hakikat ise o zaman bu sahtekarlık, hile ve dolandırıcılık olarak yaftaladığı uygulamalar konusunda kendi getirdiği tevhidi dünya görüşünden alternatif çözüm önerileri getirsin (gökten parçalar düşürsün ifadesine verilen anlam) bakalım” şeklinde kanıt istemişlerdir.
176-191- Eyke halkı da resulleri yalancı saydı. Şuayb onlara şöyle dedi: “Hâlâ inkâr ve isyandan sakınmayacak mısınız? Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Bu nedenle, Allah'a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin! Buna karşılık sizden hiçbir dünyevi karşılık istemiyorum. Benim hakkettiğim karşılığı vermek alemlerin Rabbinden başkasına düşmez.” “Ölçeği, tam ölçün de eksik ölçüp hak yiyenlerden olmayın.” “Doğru terazi ile tartın, halkın hakkından bir şey eksilten kimseler olmayın. Ülkede bozgunculuk yaparak nizamı bozmayın!” “Sizi de sizden önceki nesilleri de yaratan Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Onlar) dediler ki, “Sen düpedüz büyülenmiş birisin…” “…Bize hiçbir üstünlüğün yok, sen de bizim gibi bir insansın. Doğrusu, biz senin yalancılardan olduğuna eminiz…” “…Eğer peygamberlik iddiasında doğru isen haydi gökten üstümüze bir parça düşür.” Şuayb “Rabbim sizin yaptıklarınızı çok iyi biliyor.” dedi. Hasılı onu yalancı saydılar. Bunun üzerine o gölge gününün azabı onları bastırıverdi. Gerçekten o, müthiş bir günün azabı idi. Elbette bunda alınacak ibret vardır. Fakat onların çoğu ders alıp da iman etmezler. Oysa Senin Rabbin aziz ve rahîmdir. (Mutlak galiptir, geniş rahmet sahibidir.) (Şuara Suresi 176-191)
Peygamberimiz Şuara suresini okumak suretiyle yapacağı konuşmasının kapanış bölümünde bir sonuç bildirgesi olarak surenin 192-213 üncü ayetleri kapsamında mealen şunları söyledi;
“Bakın! Bana gelen bu bilgi (kitap, vahiy) ne benim uydurmam ne de herhangi bir insanın fikri değil! Bu Kitap / bilgi bana Alemlerin Rabbinden geliyor! Benim kalbime inen bu bilgi sizleri uyarmak için geldi. Hem bu Kitab / bilgi size yabancı ve anlaşılmaz bir dilde de değil! Sizin dilinizde ve herşeyi açık seçik anlaşılır bir şekilde (apaçık bir Arapça lisan ile) ifade ediyor. ([1]) Hem de oldukça sağlam, diriltici ve güvenilir bir bilgi. (Emin Ruhun anlamı).”
“Dahası bana gelen bu bilgi, daha önceki peygamberlere gelen hikmetli kitaplarda da yer almaktadır. Bu bilgi öyle yeni çıkmış ve daha önce hiç bilinmeyen bir bilgi de değildir. Tam tersine insanlığın müktesebatında yüz yıllardır var olan evrensel bir bilgidir.”
“Bu hususun en büyük delilini ise benimle olan tartışmalarında gördüğünüz üzere İsrailoğulları bilginlerinin de aynı bilgilere sahip olmaları ve benim ortaya koyduğum argümanları onların da kabul etmeleridir!”
“Bana inanmanız için; bütün bunlar size yetmiyor mu? Bunlar yeterli delil değil mi?”
192-197- Ve şüphesiz ki bu (apaçık kitap), kesinlikle âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onunla (kitapla), uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh (Vahiy, sağlam, güvenilir ve canlandırıcı bilgi) indi. Ve bu (mesaj, Emin Ruh, sağlam, güvenilir ve canlandırıcı bilgi) hiç şüphesiz, ilahî hikmetleri bildiren önceki kitaplarda da yer almaktadır. İsrailoğullarından bilginlerin onu (mesajı) bilmeleri, onlar için bir delil değil midir? ([2])(Şuara Suresi 192-197)
Hz. Muhammed@ Mekke müşrik elitlerine karşı okuduğu sonuç bildirgesine şöyle devam eder;
“Beyler! Daha önce şöyle iddia etmiştiniz; ‘Keşke bu peygamberlik herhangi bir Arap kabilesinden olmayan birisine verilseydi, o zaman rahatlıkla kabul ederdik ve tevhit o zaman sağlanabilirdi. Çünkü o takdirde kabileler arasında bir üstünlük sözkonusu olmazdı ama şimdi öyle mi? Peygamberlik Arap kabilelerinden hangisine indirilse öbür kabileler kendilerini aşağı / aşağılanmış görecek ya da içinden peygamber çıkaran kabile kendini üstün görecek ve bütün yetkileri kendinde toplayacak. Ve bu kabile devletin yönetimini her zaman elinde bulunduracak, bu hususta tek yetkilinin kendisi olduğunu iddia edecek. Halbuki Arap olmayan birisi olsaydı o hiçbir kabileye ait olmadığından böyle bir sorunla karşılaşmayacaktık.’ Fakat Alemlerin Rabbi şayet bu dediğiniz iddiaya uygun birisine bu bilgiyi / kitabı indirmiş olsaydı sanki inanacak mıydınız? Ben diyorum ki kesinlikle Hayır! Siz öyle de olsa yine de iman etmeyecektiniz!”
“Çünkü; İşlediğiniz suçlar öylesine büyük ki, öylesine kalbinizi karartmış ki hakikate karşı bütün alıcılarınızı köreltmiş ve hakka, gerçeğe duyarsızlaşmışsınız. Bu durum, sizin önünüzdeki tehlikeyi göremeyecek kadar vahim bir hal almış. Ama aniden o acıklı yıkılış azabı ile karşı karşıya kalınca onu geciktirmek için biraz süre kazanmayı çok arzulayacaksınız. Fakat o yıkılış trendine girince size asla mühlet tanımayacaktır!”
“Beyler! Bakın! Hala bir şansınız var! Aklınızı başınıza toplayın! İnanmak için hala ne duruyorsunuz! İnanmak için illa yıkılış sürecinin başladığını gözünüzle görünceye kadar bekleyecek ve o yıkılış gününe kadar gününüzü gün etmek mi istiyorsunuz? Yıkılışa kadar eğlenmenin / beklemenin sizi azaptan kurtaracağını mı sanıyorsunuz”
198-209- Eğer Biz Kur’an’ı Arap olmayanlardan birine indirseydik de onu kendilerine okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi. İşte aynen bunun gibi, Biz o yalanlamayı suçlu kâfirlerin kalplerine öyle bir soktuk ki, o can yakıcı azaba girmedikçe ona iman etmezler. İşte bu azap, kendilerine ansızın gelir ki, onlar hiç farkında olmazlar. İşte o zaman: “Acaba, bize, azıcık olsun, bir mühlet verilir mi” derler. Hâlâ, onlar Bizim azabımızın çarçabuk gelmesini mi istiyorlar. Ne dersin: Onları yıllarca yaşatsak da sonra tehdit edildikleri o azap başlarına gelse, onca seneler yaşayıp zevklenmeleri kendilerini kurtarabilir mi? Kaldı ki Biz hiç bir ülkeyi, uyarıcı göndermeden, öğüt verip hatırlatmada bulunmadan yok etmedik. Çünkü biz (hiç kimseye) asla zulmetmeyiz. (Şuara Suresi 198-209)
Mekke müşrik ileri gelenlerinden bazıları Hz. Muhammed’in@ kendi aşiretinden bazı şeytani fikirli olanları tarafından yönlendirildiğini iddia etmişlerdi. Bu iddia sahiplerine göre, Haşimoğulları Mekke’nin yönetimini ele geçirmek için peygamberlik formülünü bulmuştur ve bunun için de Muhammed’i @ bu siyasi oyuna piyon olarak sürmüşlerdi. Onlar Muhammed’in @ Kur’an / Kitap / İlahi Bilgi diye okuduğu şeyleri Haşimoğullarının şeytan yöneticilerinin ürettiği ve O’na bildirdiğini iddia etmişlerdi. Onların attıkları bu iftiraya nasıl cevap verilmiş olduğu Cenab-ı Hak tarafından bildirilir. Hz. Muhammed @ de konuşmasının sonuç bildirgesi kısmında bu hususa şöyle değinir;
“Ey Mekkeliler! Bakın! Bu Kur’an / bilgi / kitap şeytani düşünceye sahip kişilerin ve şeytanlaşmış insanların işi olmadığı gibi harcı da değildir. Zira onlar isteseler de böyle güvenilir / sağlam /doğru bir bilgi üretemezler. Ne buna kapasiteleri yeter ne de işledikleri suçlar nedeniyle kirlettikleri kalpleri bunu düşünebilir. Çünkü günaha batmış şeytanlaşmış insanların içinde iyiyi, güzeli, hayrı, kutsalı, doğruyu, hikmeti,… barındıran bu Rabbani mesajları algılamaları / anlamaları imkansızdır. Zira işledikleri suçlar nedeniyle onların bütün duyguları dumura uğramıştır. Onlara asla vahiy / bilgi verilmez. Onlar iyi, güzel şeyleri düşünemezler. Bu güzelliklerden mahrum bırakılırlar.”
“Ey Mekkeliler! Yukarıda saydığım nedenlerle sizler hiçbir şeytanlaşmış insanlara ve onların ortaklarına, ilahlarına başvurmayın, onlara yalvarmayın. Sadece Allah’ın çağrısına kulak verin! Sadece O’na yönelin! Aksi takdirde yıkıma uğrayanlarına safında kalır ve onlar gibi muamele görürsünüz. Dünya’daki toplumsal çöküşten/ yıkımdan sonra ahirette de büyük azaplarla karşılaşırsınız.”
210-213. Onu (Kur’an’ı / Bilgiyi / Kitabı) asla şeytanlar indirmiş değildir. Bu, onların harcı değildir! Hem isteseler de buna güçleri yetmez! Çünkü onlar vahyi işitmekten kesinlikle uzak tutulmuşlardır. Bunun içindir ki, Allah’la beraber başka bir ilaha başvurma(yın) ki kendini(zi) azaba uğrayanların arasında bulmayasın(ız). (Şuara Suresi 210-213)
Mekke müşrikleri Hz. Muhammed’in@ üzerindeki korumayı kaldırmak zorunda bırakmak için Haşimoğullarına baskıya yönelmişlerdi. Haşimoğullarına onun artık çok ileri gittiğini, tahammül sınırlarını zorladığını onu korumaya devam etmeleri halinde aşiretlerinin çok zarar göreceğini, bu nedenle aşiret üyelerince de Muhammed’e davasından vazgeçmesi için baskı yapılması gerektiği çeşitli vesilelerle iletilerek Haşimoğullarını korkutmaktaydılar.
Başlangıçta Ebu Leheb’in yanında yer almayan ve aşiret reisi olan Ebu Talib’in yanında yer alan aşiret mensupları, durumun kötüye gitmesi ve Mekke müşrik liderlerinin baskıları karşısında geri adım atma düşüncesi ile karşı karşıya kalmışlardı. Zira Hz. Muhammed’i @ korumaya devam etmeleri halinde kendilerinin de boykot yaptırımıyla karşı karşıya kalacaklarını biliyorlardı. Bu nedenle tehdit edilen Haşimoğullarından bazıları Hz. Muhammed’e karşı çıkıyor ve onun yüzünden başlarının belaya gireceğini kendisine söylüyorlardı. Bunların başında da amcası Ebu Leheb geliyordu. İşte Haşimoğulları mensupları arasında tehditten korkan bu kişilerin de uyarılması gerekiyordu. Bu uyarılmada esas vurgu, şeref ve haysiyet üzerinden yapılacak ve sonrasında yaşanacak zillet ve azaba vurgu yapılacaktı.
Diğer taraftan Hz. Muhammed @ bütün baskılara karşı tek başına direniyor, başlattığı hareketi ayakta tutmaya ve ilerletmeye çalışıyordu. Bu çok şerefli bir hareketti. O, kendisine iman edenleri korumaya çalıştığı gibi Cenab- Hakk’a saygıyla kulluk ve itaat eden müminlerle beraberliğini devam ettiriyor, onlara yapılan her türlü baskı ve şiddete rağmen onları yalnız bırakmıyordu. Yani Haşimoğulları hırsız, arsız, katil, sahtekar,… birini değil çok yüce değerler uğruna mücadele eden bir müntesibini koruyordu. Aşiret mensupları için kendisine iman etmeseler de bu uğurda mücadele eden bir üyesini korumak çok büyük bir şerefti, asil bir duruştu.
Şayet Hz. Muhammed’in @ üzerinden koruma kaldırılır ve bundan dolayı da O, öldürülürse Haşimoğullarının Mekke’de, Arap yarımadasında ve diğer ülkeler nezdinde yaşayacağı itibar kaybı, aşağılanma ve şerefsizliğin kabile için gelecekte taşınamaz bir hal alacağı aşikardı. Dolayısıyla Cenab-ı Hak tarafından Haşimoğullarına Hz. Muhammed’i@ korumalarının, kendilerine haysiyet ve üstünlük kazandıracağı aksinde ise aşiretin çok büyük zarara uğrayacağı uyarısında bulunuldu.
Cenab-ı Hak, Ebu Leheb gibi elçisine karşı çıkan ve suçlayan kabile mensuplarını ise zaten karakteri zayıf, günahkâr suçlulardan olmaları nedeniyle onları muhatap bile kabul etmemelerini bildirdi. Durumun Haşimoğulları boyutu bu iken işin bir de diğer yönü vardı. O hususa da cevap verilmesi gerekiyordu. Şöyle ki bu mesaj ile aşiret mensuplarını da bu davaya destek vermeleri için çağırdığını bildirmiş olur. Dahası kendi aşireti de bütün Mekkeliler de şahitlerdir ki Hz. Muhammed@ bu hareketinde tek başına ayakta kalmaya çalışmakta ve kendi safında olan müminlerin arasından başka bir yerde de bulunmamaktadır. Haşimoğullarından tevhidi dünya görüşünün Kitabına / Kur’an’a ilişkin asla hiçbir fikri destek gelmemiştir. Haşimoğullarının kabile geleneği ile Hz. Peygamberi koruma ve kollama yapmaktan başka bir katkısı yoktur. Ayrıca yapılan baskılar nedeniyle onlar bu koruma ve kollama noktasında da kendi aralarında bile çekişmeler yaşamaktadırlar. Bu hususları Hz. Muhammed @ aynı konuşmanın içerisinde dile getirdi ve kendi aşiretini de böylece ikaz etmiş oldu.
214-220- Sana en yakın olan aşiretini ikaz et! Ve seni izleyen müminlere kol kanat ger; Bununla beraber sana karşı gelenlere “Bakın Ben sizin yaptıklarınızdan beriyim / sizi muhatap kabul etmiyorum / sizinle işim yok.” de! Ve bu yolda, çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesine güven, O ki senin (O’nun yolunda tek başına) ayakta kalmaya çalıştığını da görmektedir, (O’nun huzurunda) saygıyla yere kapananlar arasında yer aldığını da görmektedir. Çünkü her şeyi bütün gerçeğiyle bilen (ve dolayısıyla) her şeyi işiten O’dur! (Şuara Suresi 214-220)
Mekke müşriklerinden Hz. Muhammed’e@ yukarıdaki türden iftiralar atanlara Ebu Cehil gibi şeytan ileri gelenler ilham veriyorlardı. Yani iftira atan müşriklerin ne söyleyeceklerinin fikri desteğini bu şeytanlar veriyordu. Bu iftiracılar o dönemin entelektüelleri, medya mensupları, vizyonerleri ve bilim adamları idi. Onlar Ebu Cehil gibi Mekke müşrik ileri gelenlerine Hz. Muhammed’e@ karşı ne söyleyecekleri konusunda yönlendirme yapıyorlardı.
Cenab-ı Hak, elçisine bu konuyu dile getirmesi ve onlara cevap mahiyetinde gerekli metinleri yine aynı surenin son kısımlarında inzal eder. İnzal edilen kısımda şairlere de yer verilmiştir. Zira Ebu Cehil gibi şeytanlar aynı zamanda kendilerini ve şirk sistemini övdürmek için şairlere her türlü menfaat ve hediyelere boğmaktadırlar. Onlar da aldıkları hediye ve maddi menfaat karşılığında bir taraftan Hz. Muhammed’i @ ve getirdiği sistemi kötülemeye yönelik şiirler yazarlarken diğer taraftan da müşrik otoritelere methiyeler düzen beyitler söylerler. ([3])
Cenab-ı Hak, Mekke müşrik şeytanlarının emrinde oynayan şairlerin karaktersiz, ilkesiz, yalancı, omurgasız karakterlerini sergilemek ve onların menfaat için her şeyi yapan, güçlü neredeyse o tarafa yaslanan ve yapmadıkları şeylerle övünen ahlaksız kişiler olduklarını deşifre edecek mesajlarını elçisine bildirir. Bu mesajda onlara ancak azgın ve sapkın kişilerin uyduklarına da vurgu yapar.
Bu hususları içeren ayetleri Mekke toplumuna okuyan peygamberimiz Mekke müşrik elebaşıların itibarını yerle bir etti ve Mekke iktidarının ne yaparsa yapsın eninde sonunda devrileceğini muştuladı.
221-227- Şeytanların (Mekke müşriklerinin şeytani yöneticilerinin) asıl kime indiğini / ilham verdiğini sana haber vereyim mi? Onlar her günahkâr iftiracıya (Kahinlere / entelektüellere / bilginlere) iner / ilham verir. Çünkü o iftiracılar (Kahinler / entelektüeller / bilginler) şeytanlara (Mekke müşriklerinin şeytani yöneticilerine) kulak verirler, esasen onların çoğu yalancıdırlar. Şairlere gelince, onlara (da yalnızca) azgınlar uymaktadır. Onların her vadide koştuklarını (ilkesiz, amaçsız ve duruma göre davrandıklarını / omurgasız olduklarını) görmez misin? Ve onlar yapmadıklarını söylerler. Ancak iman edip, güzel ve makbul işler yapanlar, Allah’ı çok zikredip ananlar ve zulme mâruz kaldıktan sonra haklarını savunan şairler müstesna. Zalimler de nasıl bir inkılab ile devrileceklerini, yakında öğrenirler. (Şuara Suresi 221-227)
Böylece Cenab-ı Hakk’ın bu sure ile çeşitli peygamberlerin hayatları üzerinden kıssalaştırarak anlattığı Hz. Muhammed’in@ mücadelesi çevre topluluklara ulaşacak ve onlar sevgi duydukları peygamberler ile Hz. Muhammed arasında bir bütünlük göreceklerdi. İyilikleri efsaneleşmiş tarihi şahsiyetler olan peygamberler tüm toplumlarda benimsenmiş ve sevilmişlerdir. Cenab-ı Hak, bu kıssalarda Hz. Muhammed @ ile geçmiş peygamberler arasında kurduğu paralellikle çevre toplulukların peygamberimize kendilerini yakın hissetmelerini öğretir. Diğer taraftan bu toplulukların Mekke müşriklerine karşı tavır almasını kolaylaştırmakta ve onların boykot konusunda tereddüt yaşamasına neden olmaktaydı. Ayrıca bu sure ile Mekke müşriklerinin şairlere yazdırdığı menfi propagandaların etkisi bertaraf edilecekti. Zira şairlerin kötü karakterleri deşifre edildiği gibi onların şiirlerinin Kur’anın muhteşem bir edebi anlatımla ortaya koyduğu hakikatlerle boy ölçüşmesi düşünülemezdi.
[1]) Not: Bizim dilimizdeki “Bakın! Türkçe söylüyorum!” ifadesi ile eş anlamlıdır. (A.A)
[2]) Not: Burada verdiği referans Kureyş tarafından Mekke’ye çağrılan ve Peygamberimizle tartışmaya tutuşturulan yahudi din bilginlerinin tartışma sonucunda peygamberimize gelen mesajın doğruluğunun bu yahudi bilginlerce de onaylanmasıdır. (A.A)
[3]) Not: O dönemin kabile yapısı içerisinde kitle iletişim aracı olan şiir ve şairler meydana gelen olayları şiirsel kıssalara dökerek dolaşıma sokarlardı. Müşrikler Hz. Muhammed @ ve hareketi aleyhine propaganda yapmak için şairleri kullanıyorlar ve onlara karalama amaçlı şiirler yazdırarak dilden dile yayıyorlardı. Kur’an da aynı uslüp ile muhteşem edebiyatıyla Cenab-ı Hakk’tan inzal oldu ve kitleler arasında dolaşıma sokulmaktaydı. (A.A)