BÖLÜM 9
KIBLE DEĞİŞİMİNİN İŞARETLERİ
9.1. Kıble Olarak Beyt’ül Makdis’in Seçilme Nedenleri
Peygamberimiz Mekke’de iken Kâbe merkezli bir hareket yürüttü. Kabilelerine ait putların kıblesini / şirk eksenini bırakan müminler, Hz. Peygamberin getirdiği din ve onun kıblesi olan Kâbe etrafında tevhit oluşturuyorlardı. Peygamberimiz tüm Arap kabilelerini Kâbe ekseninde tevhit olmaya çağırıyor ve her kabileye özgü tanrı ve her kabileye özgü kıble şeklindeki parçalanmış toplum modelini reddediyordu. Bu tevhit modelinde Kâbe ve Kâbe’nin kuruluş felsefesi etrafında toplumsal birliğin oluşturulması hedeflenmişti.
Mekke’deki mücadele sürecinde peygamberimizi Ehli Kitap (özellikle Yahudiler) desteklemişti. Medine’ye hicret edinceye kadar bu destekleri sürmüştü. Söz konusu desteğin oluşturduğu birliktelik / müttefiklik ortak kıbledaşlık ilişkisini de beraberinde getirmişti. Müminlerin hicretten önce Mekke yaşamlarında Kabe’ye yönelirken eksenlerine Beytül Makdisi de alacak şekilde yönelimlerinin sebebi bu idi.
Medine’ye hicret edildiğinde ise Medine toplumunun önemli bir kısmını Yahudiler oluşturduğu gibi Hayber, Teyma, Fedek, Vadi’l Kura vb. yerlerde Yahudi kabileleri yaşamaktaydı.
Peygamberimiz Medine İslam Cumhuriyetini Medine’deki Evs ve Hazreç gibi Arap kabileleri ve Kaynuka oğulları, Nadir oğulları ve Kurayza oğullarından oluşan Yahudi kabileleri ile birlikte kurdu. Yani Yahudiler Medine İslam Cumhuriyetinin Kurucu unsurları idiler.
Yeni devlette Mescidi Nebevinin / Devlet Merkezinin kıblesi de birlikteliğin / müttefikliğin sembolü olarak Beytül Makdis olarak belirlendi. Yahudi kabilelerle müttefikliği temin etmeyi amaçlayan bu seçim ile hedeflenen strateji şöyle özetlenebilir;
-
İslam Cumhuriyetine Yahudilerin desteklerini ve katılımını sağlamak,
-
Medine İslam Cumhuriyetini Mekke’ye karşı korumak,
-
Medine dışındaki Yahudilerin de müttefikliklerini sağlamak ya da en azından muhtemel saldırılarına karşı korunmak,
-
Hristiyan dünyanın (Bizans, Mısır ve Hristiyan kabilelerin) müşrik Arap kabilelerine karşı müttefikliklerini sağlamak,
-
Benzerlikleri artırarak ehli kitabın iman etmelerinin önündeki engelleri kaldırmak ve böylece İslam Cumhuriyetini güçlendirmek ve korumak.
Yahudilerin müttefiklik ile ilgili başlangıçtaki düşünceleri ise peygamberimizi yanlarına çekmek, kendi yasalarının yeni sistemde cari olmasını sağlamak ve böylece mevcut düzenlerini değiştirmeksizin peygamberimizin gücünden yararlanarak Araplara egemen olmaktı. Fakat peygamberimiz yeni Cumhuriyetin düzenini soy, kabile, ırk veya bir sınıfın üstünlüğü üzerine değil de adalet, sosyal paylaşım, hakkaniyet, dürüstlük, takva vb. erdemlilikler üzerine kurmaya başlayınca, Yahudiler bu birliktelikten hoşnut olmadılar. Dahası peygamberimiz Yahudi kabilelerin Medinelilerle olan ilişkilerinde de bu erdemlilikler üzerine düzenlemelere girişince Yahudiler mevcut düzenlerinin bozulduğunu gördüler.
Onlar dinlerinin esaslarını kendi çıkarlarına göre yorumladıkları bir sistem kurmuşlardı. Sistemi böyle kurma hususunda kendilerini Yahudi olmayanlara karşı üstün ve sorumsuz görmeleri neden olmuştu. Yani Yahudilerin uyguladıkları düzenlemeler (yasa, yönetmelik, mevzuat vb.) kendi çıkarlarına göre yorumlanmış / çarpıtılmış düzenlemelerdi ve Hz. Peygambere inzal olunan kıstaslara / esaslara uymuyordu. İlahi esaslara / kıstaslara aykırı olan bu düzenlemeleri / yanlışları düzeltmek isteyen peygamberimize karşı onlar direniş sergilemeye başladılar.
9.2. Yahudilerin Hz.Muhammed’in@ İktidarını Yıpratma Girişimleri
İlerleyen zaman içerisinde Medine içindeki Yahudilerin tevhit olmaya karşı direnişleri peygamberimizin iktidarını sarsmaya, yıpratma politikasına dönüştü. Böylece hicretin ilk zamanlarından itibaren birliğe ve beraberliğe karşı duruş sergileyen bir takım şeytanlaşmış önderlerin peşinden giden Yahudilerle müttefikliğin sürdürülmesinin zorluğu ortaya çıktı.
Cenab-ı Hakk’ın Yahudilere hata yapmamaları konusundaki ikazları da işe yaramıyordu. Onlar yine bildiklerini okuyorlardı. Bu durum onları müttefiklikten ayrılma noktasına getiriyordu.
Diğer taraftan, yeni Cumhuriyetin kıblesinin Beytül Makdis olarak seçilmesi Arap kabileler arasında kızgınlıkla karşılanmıştı. Hatta müminlerden bazılarının namazlarında Kâbe’ye yönelmekten asla vazgeçmedikleri rivayet edilir.
Mekke müşrikleri ise bu seçimi peygamberimiz aleyhine kullandılar. Onlar peygamberimizin kendi değerlerine / milli / İbrahimi değerlere ihanet içerisinde olduğunu çevre kabilelere yayıyorlardı. Yani Hz.Muhammed’in@ İslam Cumhuriyetinin kıblesini Beytül Makdis olarak seçmekle Mekke’nin kurucu ideolojisini ve değerlerini inkar ettiği yönünde propaganda yapıyorlardı. Bu propaganda Mekke dışındaki kabilelerde etkisini gösteriyordu. Peygamberimiz Yahudilerin dost ve müttefikliğini kazanmayı hedeflemişken ilerleyen zamanda onları kazanamadığı gibi Arap kabilelerini de kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyordu. Bu nedenle peygamberimiz kıble tercihini değiştirmek istedi. Her türlü reform düzenlemesine karşı çıkan ve iktidarını yıpratmak için sürekli fitne ve fesat üreten Yahudilere kıbleyi değiştirme önerisi getirilecek olursa onların müttefikliklerini ve bu müttefikliğin sağladığı güvenliği de kaybetme tehlikesi vardı. Mekke yönetimi ve müttefikleri ile mücadele ederken düşmanların arasına Hayber, Fedek, Teyma gibi şehirlerdeki Yahudi Kabileleri de katılacaktı.
Hangi tercihi yaparsa yapsın tehlike mevcuttu. Bu nedenle peygamberimiz bunalmıştı. Ancak kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi riskli olmakla birlikte Arap kabilelerini kazanma hususunda Mekke müşrik yönetiminin kullandığı kozu ellerinden almak daha avantajlı görülüyordu. Bu hususta doğru tercih yapmak için Cenab-ı Hakk’ın kendisine yardımcı olması ve yol göstermesini niyaz ediyordu.
Yahudi ve münafık şeytanların peygamberimizin iktidarını sarsmaya / yıkmaya yönelik hareketleri Cenab-ı Hak tarafından Mescitlerin (hükümetin) yıkılmasına çalışmak olarak ifade edildi. ([2])Yine Mescitlerde / Meclislerde / hükümet merkezlerinde “Allah’ın adının anılmasını engellenmesi” ise toplumun ıslah edilmesi, adaletin tesis edilmesi için yapılan düzenleme (mevzuat) ve uygulamaların engellenmesi olarak ifade edilmiştir.
Ama bunları yapanların yaptıklarının yanlarına kar kalmayacağı, sonunda hepsinin hizaya geleceği ve bu iktidara tabi olacakları / secde edecekleri vurgulanır. Şayet onlar tahrip etme ve yıkım eylemlerine devam edecek olurlarsa o takdirde bu dünya hayatlarında zillet, ahirette de büyük bir azabı yaşayacakları Cenab-ı Hak tarafından ifade edilir.
114- Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını engelleyen ve onların yıkımı için uğraşandan daha zalim kim olabilir? İşte böylelerin, bu mescitlere girmeleri ancak korka korka olacaktır. Onlar için dünyada bir rezillik ahirette de büyük bir azap vardır. (Bakara Suresi 114)
9.3. Beytül Makdis’in Kıble Seçilmesinin Beklenen Faydayı Sağlamadığının Anlaşılması
Yahudilerin ayrılıkçı ve kibirli hareket ve söylemlerine karşı peygamberimizin içini ferahlatan mesajlar, Cenab-ı Hak tarafından inzal edildi. Mescidin (hükümetin) kıblesinin Yahudilerin kıblesi olan Beytül Makdis olarak belirlenme mecburiyetinin olmadığı bildirildi. Allah’ın ilmi sınırsızdır, O kuşatıcıdır ve sınırsızdır.
Politik olarak amacın Allah’ın rızasına uygunluğu olduktan sonra politikanın şekli unsurlarının öneminin olmadığı ifade edildi. Şöyle ki; Allah’ın rızasına gidilecek yolun tek bir şekli, tek bir yönünün olmadığı, uygulanacak usullerin nereden alındığının önemi yoktu. Doğu da batı da Allah’ındır. Bu aynı zamanda müminlerin Yahudilerin kıblesi olan Beytül Makdis’ten Kâbe’ye dönüleceğinin de bir işaretiydi.
Bu yola koyulurken Beytül Makdis’i seçmek tevhit olmak için ortak bir noktaydı. Fakat onlar statükolarını bozmak istemediklerinden bu beraberliği devam ettirmenin zemini kalmamıştı. Ortak nokta olarak seçilen kıble, birliği kuvvetlendirmediği gibi tam aksine Yahudi şeytanlarca ayrımcılık için kullanılmaktaydı. Buna rağmen Cenab-ı Hak, Beytül Makdis’in o günkü yıkık ve metruk halinden yola çıkarak, Allah’ın mescitlerini yıkanlara hesap sorulacağının vurgusu ile iyi niyetli Yahudilerin birlik ve beraberlik içinde kalmasını sağlayıcı mesaj vermekteydi. Yakın gelecekte yapılacak kıble değişikliğine işaretle asıl amaca dikkat çekilerek tevhidin sağlanıp, iktidarın güçlenip Allah düşmanları ile mücadele edilerek Beytül Makdis’i yerle bir edenlere de yaptıklarının hesabının sorulması ve yeryüzünde hakkın hâkimiyetinin tesisi olacağı vurgulandı. Bu amacı gerçekleştirmek için gerektiğinde usullerin, şekillerin değiştirilebileceği mesajı verildi. Bu noktada şu anda yön / kıble olarak seçilen Beytül Makdis yönünün yakın gelecekte amaca ulaşmaya matuf olarak değiştirileceğinin işareti verildi.
115- Doğu da Allah’ındır, Batı da. Öyleyse hangi tarafa yönelirseniz yönelin artık orası Allah’ın yüzüdür. Çünkü muhakkak ki Allah, her şeyi kuşatan vasi’dir ve hakkıyla bilendir. (Bakara Suresi 115)
9.4. Yahudilerin Muhalefet Dozajını Artırmaları
Yahudilerin şeytanlaşmış ileri gelenleri kara propaganda dozajını iyice artırdılar ve sonunda peygamberimiz için “Allah çocuk / oğul edindi” diyecek noktaya kadar ileri gittiler.
Onlar bunu söylerken kendi kitaplarında Tanrının “oğlum” diye bahsettiği İsrail’e (Hz.Yakub’a) verilen krallığı ve İsrail’in bütün uluslara egemenliğine metafor yapmaktaydılar. Bu benzetme ile peygamberimize Cenab-ı Hakk’ın büyük bir egemenlik vereceği ve çok büyük bir medeniyet yaratacağı vaadine gönderme yaparak alay ediyorlardı. Onlar aslında bu söylemleriyle aynı zamanda müşriklerin melekler için “Allah’ın kızları” şeklinde ifadeleriyle Cenab-ı Hakk’ın onlarla arasında cinsel ve biyolojik bir bağ olduğuna inanmaları gibi peygamberimizin de Cenab-ı Hak ile baba/ oğul şeklinde biyolojik bir bağın varlığını toplumun gündemine sokmaya çalıştılar.
Böylece onlar, Medine İslam Cumhuriyetine tabi olan ve/veya tabi olacak cahil Arap halkının peygamberimizden olağanüstü taleplerde bulunmalarını sağladılar. Onların ürettikleri bu söylemden etkilenen cahil halk, “mademki Hz.Muhammed@ Allah’ın elçisidir, o halde tıpkı Hz.Yakub gibi mecazen “Allah’ın biricik oğlu” mertebesinde sevgilisidir. O zaman onun vaat ettiği güzel geleceği bize Allah bizzat kendisi söylesin. Ya da oğlu olarak gördüğü bu elçisine vaat ettiği büyük medeniyeti yaratması için düşmanlarını aciz bıraktıracak / yenecek askeri, ekonomik ve sosyal destek göndersin” şeklinde istekte bulundular. Açıktır ki eğer bu talepler yerine getirilemeyecek olursa halk Hz.Muhammed’in@ peygamberliği hakkında şüpheye düşecektir ve arkasından gitmeyecektir. Cahil halk “Allah tarafından somut olarak desteklenmeyen bir kişi asla peygamber olamayacağı için onun arkasına takılmak bir hayalin peşinden koşmak olacaktır” diyeceklerdir.
Şeytanlaşmış Yahudiler bu kara propaganda ile sadece cahil halkı değil müminleri de etkilemeyi amaçlamışlardı. Şöyle ki “Allah oğul edindi” ifadesi ile mecazi anlamdan daha ileri olarak Hz.Muhammed@ ile ilgili “ilahilik boyutu” düşüncesi müminlerin zihinlerinde yaratılmış olacaktı. Böylece müminler peygamberimizden sürekli başarı ve olağanüstülükler bekleyecekler, asla yenilgi ve başarısızlık kabul edilmeyecekti. Yenilgi durumunda ise müminlerin imanları sarsılacaktı. Kısaca bu söylem son derece şeytani bir söylemdi.
Cenab-ı Hak, ister mecazi anlamda olsun, isterse gerçek anlamda olsun bu tür bir söylemi hiçbir şekilde kabul etmedi ve şiddetle reddetti. O, onlara yerleri ve gökleri nasıl yoktan yarattı ise aynı şekilde vaadini yerine getireceğini ve bu hususun kendisi için son derece kolay olduğunu belirtti. Karar verdiği bir iş için “ol “demesinin yeterli olacağını bildirdi. Ama bunun tek şartının elçisine inzal ettiği öğretiye / gerçeğe / ilme uymaları olduğunu bildirdi. Yani aslında onların istedikleri mucizenin ilahi öğretilere uymaları sonucunda kendi elleri ile yaratılacağına işaret edildi. Peygamberimizin ise onları gittikleri yanlış yoldan çevirmeye çalışan bir uyarıcı ve ilahi öğretilere uydukları takdirde kendi elleri ile yaratılacak mucizeleri müjdeleyen bir müjdeci olduğu vurgulandı. Onda herhangi bir ilahilik vasfı-özelliği olmadığı da ilave edildi. Böylece Hz.Muhammed’den @ absürt talepler yapılmaması gerektiği, daha öncekilerin düştüğü hataya düşülmemesi gerektiği ifade edilmiş oldu. Kısaca Hz. Hz.Muhammed’in @ sadece ilahi yasaları, gerçekleri, sosyolojik hakikatleri bildiren ve insanları gittikleri yanlış yoldan çevirmeye çalışan normal bir insan olduğu belirtilmiş oldu.
116-119- Bir de “Allah, çocuk edindi” dediler. –Haşa, O, subhandır. – Bilakis göklerde ve yeryüzünde olanların tümü yalnızca O’nundur. Hepsi O’na gönülden boyun eğmiştir. Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. O, bir işin olmasına karar verdiği zaman, ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir. Halktan cahiller ise, “Allah bizimle konuşmalı yahut bize de bir ayet (mucize) gelmeli değil miydi!” dediler. Bunlardan öncekiler de tıpkı bunlar gibi söylemişlerdi. Kalpleri birbirine ne kadarda benziyor. Gerçekte Biz, kesin bilgi ile bilgilenmek isteyen toplum için ayetleri apaçık ortaya koyduk. Doğrusu Biz, seni müjdeci ve uyarıcı olarak gerçeklerle gönderdik. Sen, cehennemliklerden sorumlu da tutulmayacaksın. (Bakara Suresi 116-119)
[1] ) Literal okuma: sözcüklerin kastedilen manasını dikkate almadan yazıldığı şekildeki anlamı ile okuma
[2] ) NOT: Eski toplumlarda tapınakların Yönetim Merkezi olduğu asla dikkate alınırsa Mescidler de hükümet merkezidir ve bu hükümetlerin düzenlemlerine tüm toplumun itaat ettikleri / boyun eğdikleri / secde ettikleri yerdir.
9.5. Yahudileri Kazanma Ümitlerinin Tükenmesi
Yahudilerin yaptıkları kara propagandaya cevaplar verilmesine veriliyordu ama diğer taraftan da müminlerle Yahudiler arasındaki gerilim / tansiyon da giderek artıyordu. Medine İslam Cumhuriyeti bu gerilimi artık kaldıramayacak noktaya geliyordu. Bu durum peygamberimizi son derece müteessir ediyordu. Müminlerle en çok ortak noktaların olduğu taraf Yahudiler olmasına rağmen en fazla ve en tehlikeli darbeler de onlardan geliyordu. Peygamberimiz onlarla çatışmak istemiyordu. Hatta ortak noktaları daha da çoğaltarak birliği güçlendirmek istiyordu. Ancak artık toplumsal yırtılma giderek derinleşmişti. Yahudilerle birlikte yürünemeyeceği artık anlaşılmıştı. Bu nedenle de Cenab-ı Hak müminlere kıble değişikliğinin ilk işaretlerini vermişti. Tam bu noktada Yahudiler de peygamberimize başvurarak kıble değişikliği düşüncesinden vazgeçmesini talep ettiler. Zira Yahudiler kıble değişikliğinin kendilerine zarar vereceğini anlamakta gecikmediler. Böyle bir değişikliğin ayrılığa neden olacağı ve bu ayrılığın ise hem ticaretlerine hem de gelecekte İslam Cumhuriyetinin kazanımlarından pay alma hususunda mahrumiyete sebep olacağını görmüşlerdi. Ayrıca onlar kıblenin Beyt’ül Makdis olmasını, kendilerinin üstün oldukları iddialarında kullanıyorlardı. Üstünlük vesilesi olarak kullandıkları bir uygulamanın kaldırılmasını istemiyorlardı.
Peygamberimiz ise tevhit olma hususunda samimiyetini koruyordu. Bu nedenle, peygamberimiz hem onların tekliflerini hem de oluşan siyasi gerilimi yumuşatmak için onların düzenlemelerine uymayı düşündüğü sırada Cenab-ı Mevla duruma müdahale etti. O’nun müdahalesi elçisinin asla taviz vermemesi ve kendisine bildirilen ilme dayalı doğruluk esaslarından sapmaması şeklindeydi.
Ayrıca onların kendi kırmızıçizgilerini dayattıklarını ve onları hoşnut etmenin biricik yolunun da onların dayattıkları bu kırmızıçizgilere uymaktan geçtiğini kısaca onların dinine girilmesi durumunda ancak onların hoşnut olacağını bildirdi.
Böylece Cenab-ı Hak şu mesajları vermiş oldu;
“Birliktelik / tevhit için tek bir kırmızıçizgi kabul edilebilir, o da “Allah’ın yoludur.” Yapılacak düzenlemelerde ve uygulamalarda ana prensip olarak birlikteliğe katılan tüm toplulukların hayrı, iyiliği ve yararı esas alınmalı ve bu esas kırmızıçizgi olarak kabul edilmelidir. Herkesin kendi çıkarına, kendi üstünlüğüne, kendi seçkinliğine göre çizdikleri ve dayattıkları kırmızıçizgilerle birlik ve beraberlik oluşturmak mümkün değildir. Birlik için herkesin hayrı aranmalı, herkes için kazan kazan olmalıdır. Bunda da en iyi belirleyici, herkesin yaratıcısı ve Rabbi olan Allah’ın kırmızıçizgileridir. Çünkü Allah adildir. Çünkü Allah kullarına karşı çok merhametlidir, çok kerimdir. Zaten ilahi öğretiyi doğru olarak okuyan her kim olursa (bunların hangi gruptan oldukları önemli değildir) bunu bilir ve kendisine değil Allah’a çağırır.”
Cenab-ı Hak, elçisine eğer kendisine bildirilen bu gerçeklere rağmen onların arzuları çerçevesinde onlara tâbi olacak olursa o takdirde kendisine hiçbir şekilde yardımcı olunmayacağını ve korunmayacağını belirtti.
120-121- Sen onların dinlerine / milletlerine uymadıkça Yahudiler ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. De ki: “Asıl doğru yol Allah'ın hidayeti / yoludur.” Eğer sana gelen ilimden sonra yine de onların hevalarına / heveslerine /arzularına uyacak olursan, Allah’tan sana ne bir veli / koruyucu, ne de bir yardımcı bulamazsın. Kendilerine Kitab’ı verdiğimiz kimselerin bazısı onu, hakkını vererek okurlar/izlerler. İşte onlar, ona iman ederler. Her kim de onu inkâr ederse, işte onlar hüsran içindedirler. (Bakara Suresi 120-121)
9.6. Kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi
Hz.Muhammed@ Medine’ye geldiğinde daha önce anlatıldığı üzere bir takım stratejik hedefleri düşünerek kıble olarak Beytül Makdis’i seçmişti. Ancak O şimdi bir açmaza düşmüştü. Sıkıntı içerisindeydi. Zira kıble seçimi ile beklediği tevhit olma hedefine ulaşmanın zor olduğunu görmüştü. Hatta bu seçimi nedeniyle tüm toplulukları tevhit etme hedefi büyük darbe yemekteydi. Şöyle ki, Mekke müşrik Yönetimi, Peygamberimizi «İbrahimi» değerlere sırt dönmüş kişi olarak göstermekte ve diğer Arap kabileler de bu propagandadan hayli etkilenmekteydiler. Bu nedenle Peygamberimiz@ kıbleyi tekrar Mescid-i Haram tarafına çevirerek bu propagandayı bertaraf etmeyi istedi.
Bir taraftan Yahudilerin Medine İslam Cumhuriyeti ile oluşturulan birlikten hoşnut olmamaları, diğer taraftan Arap yarımadasındaki kabilelerin Beyt’ül Makdis’in kıble olarak seçilmesinden duydukları hoşnutsuzluk, peygamberimizi bir hayli bunaltmıştı. İslam Cumhuriyetinin kıblesi olarak Beyt’ül Makdis’i seçerek Yahudilere iyi niyet göstermesine rağmen onları hoşnut edemeyen peygamberimize Cenab-ı Hak yardımcı oldu ve kıbleyi değiştirmesini emretti. Böylece tekrar «İbrahimi» değerlere yani Kabe’nin kurucu ruhunu sembolize eden Mescid-i Haram’a dönülecek ve Mekke müşriklerinin elindeki koz alınmış olacaktı. Dahası Yahudilerin Arap kabilelere karşı «biz sizden üstünüz zira gelip bizim değerlerimize sarıldınız» tarzındaki üstünlük taslama kozları da ellerinden alınacaktı. Fakat bu değişimin getireceği birtakım sıkıntılar da mevcuttu. Şöyle ki; imzalanan Medine Anayasası ile Medine’deki Yahudilerle müttefiklik yapılmıştı. Bu anlaşma /Anayasa sayesinde Medine’nin güvenliği sağlama alınmıştı. Bu birlikteliğin göstergesi / sembolü olarak kıble Beytül Makdis seçilmişti. Şimdi kıble değişikliğine diğer Yahudi kabileler ikna edilmeyecek olursa müttefiklik yazılı olarak sona ermese de Yahudilerle müminlerin yollarının yavaş yavaş ayrıldığına bir işaret olacaktı. Bu durumda düşman hem içerde hem de dışarıda olacaktı. Diğer Arap kabilelerinin kazanılması hesabı yapılırken onlar kazanılmadan oluşan iç düşmanlar ve dış düşmanlar Medine İslam Cumhuriyeti’ni yok edebilirdi. İşte Peygamberimizi @ endişeye sevk eden noktalardan en önemlisi de bu husustu; yani güvenlik!
Bu endişeyi gidermek ve Yahudileri bu değişiklik konusunda en azından arafta bırakmak için onlara aslında gayet iyi bildikleri husus olan “Mescid-i Haram’ın Hz. İbrahim tarafından hangi amaçla kurulduğu” anlatıldı. Onlar Kâbe’nin Kurucu Ruhunun ya da felsefesinin Hz. İbrahim’e dayandığını kendi kaynaklarına dayanarak gayet iyi biliyorlardı. Bu nedenle Mescid-i Haram sembolü ile ifade edilen değerlerin, Beyt’ül Makdis sembollü değerlerle paralel / aynı olduğunu çok iyi bildiklerinden, bu değişikliğin onların değer ve öğretilerinden uzaklaşma olmadığını hatta daha bütünleştirici olduğunu onlara ifade etmesini Rabbimiz bildirdi. Ve yine Rabbimiz, elçisine bu hususta gönlünün rahat olmasını, zira onların ne yaptıklarını kendisinin gayet iyi bildiğini söyledi.
144-Doğrusu Biz, senin yüzünü semaya çevirip aranıp durduğunu görüyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir! Siz de hepiniz, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine Kitap verilenler onun (bu kıble değişiminin), Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Allah, onların yapıp durduklarından gafil değildir. (Bakara Suresi 144)
Kıblenin Beyt’ül Makdis’ten Beyt’ül Haram’a çevrilmesi Yahudilerle yolların ayrılması demekti. Temel amaç tevhit iken müttefiklik noktasında eksen değiştirmek, ayrılığa gitmek ve gelecekte bu müttefiklikten vaz geçmenin ilk adımı demekti. Bu nedenle Cenab-ı Hak, birlik ve beraberliğin devamı için Yahudilerin de eksen değiştirmelerini yani kıblelerini Kâbe yapmalarını ister. Eğer onlar bu isteği kabul etmeyecek olurlarsa, en azından peygamberimizin eksen kaydırmasını / kıble değiştirmesini anlayışla karşılamalarını izah eder. Çünkü amaç, birlik ve beraberlik ise bu sadece Yahudilerle ya da Hristiyanlarla değil bütün Arap kabilelerinin katılımı ile sağlanacaktı. Onlar katılmadığı takdirde birliğin sağlanamayacağı açıktı. Kıblenin Beyt’ül Makdis olması, Arap kabilelerin bu birliğe katılmamalarının bir gerekçesini oluşturuyorsa, kıblenin Kâbe olarak değiştirilmesi zorunluluk arz etmekteydi.
Diğer taraftan Yahudilerin ve Hristiyanların Araplarla birlikte tüm Arabistan coğrafyasında bir birlik sağlamaları ancak ortak değerler üzerinden olabilirdi. Bu nedenle Cenab-ı Hakk’ın önerdiği ve Yahudileri de uymaya çağırdığı yeni eksen / Kâbe’nin kıble olması oldukça makul, mantıklı ve son derece stratejik olmasının ötesinde Yahudilerin de temel dini değerleri idi. Yani davet edilen kıble onların en büyük peygamberleri olan İbrahim @ın temel değeri idi. Fakat Kıblenin Kâbe’ye değiştirilmesi emri gelince Yahudiler buna karşı çıktılar. Hemen peygamberimize gelerek bu değişimden vazgeçmelerini istediler. Yahudiler, Medine İslam Cumhuriyetinin kıblesinin Beyt’ül Makdis olarak kalacak olursa o takdirde peygamberimiz aleyhine hareket etmeyeceklerine ve onun her emrine harfiyen uyacaklarına yemin ettiler. Yani kendisine iman edeceklerini söylediler. Fakat peygamberimiz onların bu söz verişlerine nasıl inanacaktı? Daha önce yaptıkları meydanda idi. O, onlarla ne kadar yakınlık, birlik ve beraberlik kurmaya çalıştıysa onlar ayrı olmayı tercih etmişlerdi. Hiçbir şekilde bütünlüğe yanaşmamışlardı. Dahası Medine Anayasası / Vesikası ile yaratılan tevhidi parçalamak ve peygamberimizin iktidarını yıpratmak için yapmadıkları tezvirat, kara propaganda ve girişim kalmamıştı. Peygamberimiz onlara güvenemezdi. Şayet onlara güvenip Cenab-ı Hakk’ın emrine muhalefet ederek kıbleyi Kâbe olarak değiştirmez ise yarın onların «Bu nasıl peygamber bir gün verdiği kararı ertesi gün değiştiriyor. Kararsız bir tutumu var…» vb. tezviratlarına muhatap olacaktı. Peygamberimiz, onların kıblenin Beyt’ül Makdis olarak kalması hususundaki isteklerini reddetti ve onları bu kıble değişikliğini kabul etmeye davet etti. Gerekçelerini Cenab-ı Hakk’ın aşağıdaki ayetlerde öğrettiği şekilde izah etti;
-
“Biz müminler sizlerin değer yargılarınıza sahip çıktık ve uymaya çalıştık. Ancak Arap yarımadası ölçeğinde yer alan kabileler Beyt’ül Makdis’in kıble olmasına karşı çıktılar. Onlar bizleri kendi değerlerine ihanetle suçladılar.”
-
“Tevhidi sağlamak için bu engelin kaldırılması gerekir. Onlar iman etmeme hususunda hep bu engeli önümüze sürecekler. O halde kıblemizi değiştirelim ve herkesin ortak değeri olan Kâbe’ye yönelelim.”
-
“Hem zaten Kâbe / Mescid-i Haram da biz Arapların olduğu kadar siz Yahudilerin de temel değeridir. Gelin bu ortak değere birlikte sahip çıkalım. Siz bu değere / Kâbe’ye yabancı değilsiniz.”
-
“Kâbe / Mescid-i Haram ile sembolize edilen bu temel değer Allah’a teslimiyeti / İslam olmayı ifade eder. Toplulukların / kabilelerin bir ülkü etrafında birleşerek tek millet haline gelmesidir. Parça parça bölünmemesidir. Herkesin kendi kıblesi / hedefleri / beklentileri vardır. Toplulukları / kabileleri tevhit edip tek millet haline getirmek için “Allah’a teslimiyeti” esas alalım. Bu hususta şekiller önemli değildir. Nasıl biz sizin kıblenize döndüysek siz de bizim kıblemize dönün. Biz sizin peygamberlerinizin getirdiği kitapların öngördüğü temel değerlerinizi kabul ediyoruz. Bu temel değerler arasında ayrımcılık yapmıyoruz. Siz de yapmayın. Tek millet olmak için asıl kıble olan “Allah’a teslimiyette / İslam olmakta” birleşelim. Bunun da sembolü Mescid-i Haramdır. Bu sizin kaynaklarınızda da mevcuttur.”
-
“Bizim bu kıble değiştirmemizi en azından anlayışla karşılayın ve destekleyin. Zira biz kötü bir şey yapmıyoruz. Hedefimiz Allah’ı birlemek ve toplumları tevhit etmektir.”
-
“Bu yol, sizin de yolunuzdur. Sizin peygamberleriniz sanki ‘parçalanın, bölünün kiminiz Hristiyan, kiminiz Yahudi olun mu’ dedi. Yoksa ‘hepiniz bir olun, beraber olun ve Allah’a teslim olun mu’ dedi?”
-
“Şayet bu konuda birlik ve beraberlik oluşturamaz isek o zaman siz bizimle çekişmek ve düşmanlıkla karşı koymak istiyorsunuz demektir.”
Yahudileri kıblenin Kâbe’ye doğru değişiminin gerekçeleri olarak verilen bu mesajlar Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Yakup kıssaları metaforunda verilir.
122-141- Ey İsrail oğulları! Size ihsan ettiğim nimetimi ve geçmişte sizin diğer toplumlara / âlemlere galip gelmenizi sağladığımı hatırlayın! Hiç kimsenin hiçbir kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, hiç kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve onlara yardım da edilmeyeceği günden sakının / korunun. Hani Rabbi İbrahim’i, birtakım talimatlarla sınamış, O da onları tam olarak yerine getirince, "Ben seni insanlara imam / önder yapacağım" buyurmuştu. O (İbrahim), “Soyumdan da (önderler yap ya Rabbi!)” demişti. Allah ise “Zalimler bu taahhüdümün kapsamına asla giremezler / Benim ahdim (teahhüdüm) zalimlere ulaşmaz” buyurmuştu. İşte o sıralarda Biz Kâbe’yi / Beyt’i insanlar için toplanma ve sığınma yeri olarak belirledik. İnsanlar da Makam-ı İbrahim'i musalla / salat gerçekleştirilecek yer edindiler. Biz de İbrahim ile İsmail’den “Beytimi (Kâbe’yi) ziyaret edenler, bu bölgede yerleşik olanlar, rükû ve secde edenler için tertemiz tutun” diye ahit aldık. İşte o zaman İbrahim, “Rabbim! Burasının güvenli bir şehir olmasını sağla, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları da çeşitli meyvelerle rızıklandır” demişti. Allah ise: “Onlardan inkârcıları dahi kısa bir süre ile rızıklandırırım, sonra da onu ateş azabına sürüklerim ki o ne kötü varılacak yerdir!” buyurdu. İbrahim ve İsmail Kâbe’nin / Beyt'in temellerini birlikte yükselttikleri zaman “Rabbimiz! Bizden bu hizmeti kabul buyur, şüphesiz Sen dualarımızı işiten ve niyetimizi bilensin.” diyorlardı. “Rabbimiz! Bizi Sana teslim olanlardan / müslümanlardan kıl. Soyumuzdan da sana teslim olan / müslüman bir ümmet çıkar. Bize ibadetlerimizin / itaatimizin yol ve yöntemlerini göster, tövbelerimizi de kabul et. Çünkü Sen tövbeleri çok kabul edensin ve çok merhametli olansın.” “Rabbimiz! İçlerinden onlara Senin ayetlerini okuyacak, Kitab'ı ve hikmeti (hüküm, kanun, düstur ve ilkeleri) öğretecek ve onları arındıracak bir elçi gönder. Şüphesiz Sen, Aziz ve Hakimsin.” Kendine yazık eden sefihten başka kim İbrahim'in milletinden /dininden / yaşam tarzından yüz çevirir? Biz İbrahim’i dünyada seçkin kılmıştık. Hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir. Çünkü Rabbi o'na, “Teslim ol!” dediği zaman o hiç tereddüt etmeden “Ben alemlerin Rabbine teslim oldum” demişti. Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup’a da vasiyet etti; “Ey oğullarım! Şüphesiz ki, bu dini size Allah seçti. Başka dinlerden uzak durun ve yalnızca müslimler olarak can verin!” diye vasiyet etti. Yakup’a ölüm vakti gelip çattığı zaman, onun oğullarına, “Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” dediğini ve onların da; “Biz, bir tek ilâh olarak senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahına kulluk edeceğiz. Biz, ancak O'na teslim olanlarız” dediklerini sanki orada bulunan şahitler gibi bilmiyor musunuz? (Elbette gayet iyi biliyorsunuz.) O topluluklar / ümmetler geçip gittiler. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorulacak değilsiniz. Dediler ki “Yahudi veya Hıristiyan olun ki, hidayet / doğru yolu bulasınız” Sen de de ki: “Hayır, Biz hanif olan İbrahim’in dinine / milletine uyarız. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı!” Deyin ki: “Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve esbata (torunlarına) indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilene ve (diğer) Peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik; Onlardan hiç birini diğerlerinden ayırt etmeyiz ve biz ancak O'na teslim olanlarız!” Şayet artık onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse o zaman doğru yolu / hidayeti bulmuş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse, onlar mutlaka size karşı isyan ve düşmanlık içindedirler. O takdirde de onlara karşı Allah sana yeter. O, hakkıyla işiten ve en iyi bilendir. (Deyin ki) “İşte bu Allah'ın boyası! / Yolu! / Sistemi! (biz o boyaya boyandık! / Biz bu yolu seçtik!) Kimin boyası / yolu / sistemi Allah'ınkinden daha güzeldir? Biz, sadece O'na ibadet / itaat ederiz.” De ki: “Allah’ın (tercihleri / yaptıkları / seçtikleri) hakkında bizimle mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O sizin Rabbiniz olduğu kadar bizim de Rabbimizdir. Bizim amellerimiz bizimdir, sizin amelleriniz de sizindir. Fakat biz O'na sizden daha samimi bağlananlarız. Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?” De ki: “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Yanında Allah'ın bildirdiği şeyi gizleyerek inkâr edenden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz de değildir.” Onlar bir ümmetti / topluluktu gelip geçtiler. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorulmazsınız. (Bakara Suresi 121-141)
Yukarıdaki ayetlerle Medine Yahudilerine verilmek istenen mesajlar çok açıktır;
“Onlara Medine İslam Cumhuriyetinin kurucu topluluğu olmaları nedeniyle sahip oldukları iktidar nimetine nankörlük etmemeleri uyarısı yapılır. Bu nimet sayesinde üstünlüğü yakaladıkları ifade edildikten sonra eğer nankörlük ederlerse başlarına çok kötü felaketlerin geleceği ve kimsenin de kendilerine yardım etmeyeceği belirtilir. Hz.Muhammed’in@ ortak atanız olan Hz. İbrahim’in@ duasının bir sonucu olduğu belirtildikten sonra kendilerinin ilahi seçime karşı çıkmaları ve sadece kendi kabilelerinden / soylarından bir peygamber gönderilmesini talep etmeleri ile zalimlik yaptıkları ifade edilir. Ayrıca nasıl ki Hz. İbrahim@ Kâbe’nin temellerini adalet, hukuk, temizlik, doğruluk, dürüstlük ve Allah’a teslimiyet üzerine inşa etmişse aynı şekilde Hz.Muhammed@ de Medine İslam Cumhuriyetini aynı ilkeler üzerine temellendirdiği metaforik olarak anlatılır. Bu anlatımla Yahudilere Hz.Muhammed’in @ yoluna destek / salat etmeleri halinde İslam Cumhuriyetinin / Medeniyetinin inşasında yerlerinin olabileceği ifade edilmiş olur. Hz. İbrahim@’in Kâbe’yi kurmaktaki amacının toplumların selameti, mutluluğu, esenliği ve huzuru olması gibi Hz.Muhammed’in@ İslam Cumhuriyetini kurmaktaki amacının da aynı olduğu ve bundan hiçbir menfaat beklemediği anlatılır. O’nun tıpkı geçmiş peygamberler gibi Allah’ın kitabını, hak ve hukuku öğrettiği, Allah’ın yolunda Allah’ın kulları için çalıştığı belirtilir. Zaten geçmiş peygamberlerin Yahudilerden de Allah’ın yolunda çalışmaları ve yalnızca O’na teslim olmaları konusunda söz aldıkları kendilerine hatırlatılarak onların geçmişte verdikleri sözlere uyup Allah’a teslim olmaları çağrısı yapılır. Bütün bu gerçeklere ve inanç ilkelerindeki aynılıklara rağmen yine de kıble değişikliği kabul edilmeyecek olunursa o takdirde İslam Cumhuriyeti ile çekişme içerisine girileceği ve bunun da parçalanma getireceği belirtilir.”
Gerek Yahudilerden gerekse Araplardan bazı ahmaklar / dar kafalılar / kafası basmayanlar kıble değişikliğinin stratejik boyutunu kavrayamamışlardı. Bunlar bu değişiklikle alay ediyorlardı. Yahudi şeytanlar daha da ileri giderek; “Muhammed bir türlü nereye döneceğini belirleyemedi. Bir o yana bir bu yana dönüyor” diye alay ediyorlardı. Bazıları ise değişikliklere kapalı olduklarından bu yeniliği de kabul etmek istemiyorlardı. Müminlerden bile bazılarının stratejik amaçları bilemediklerinden bu değişiklik konusunda kafaları karışmıştı.
Cenab-ı Hak, bu beyinsizlerin söylemlerini muhatap alarak kıble değişikliğinin sebebini açıkça ortaya koyar ki bu değişikliğin stratejik amaçlarını bilmesine rağmen bile bile sırf şeytanlıklarından dolayı karşı çıkanların oyunları bozulsun.
Kıble değişikliğine ilişkin Cenab-ı Hakk’ın müteakip ayetlerde bildirdiği stratejik gerekçeler şöyle özetlenebilir;
-
“Hz.Muhammed@ öndeliğindeki İslam Cumhuriyetinin diğer kabile ve topluluklara şirki / parçalı toplum yapısını bırakıp tevhit olma konusunda örnek / şahit / önder olmasını sağlamaktır. Aynı kıbleye yönelen diğer Arap kabileleri ile birliktelikleri çoğaltıp onların Medine İslam Cumhuriyetine katılımını sağlamak,”
-
“Mekke Yönetimi ile yapılacak mücadele nedeniyle yakın gelecekte çok büyük zorluklar, savaşlar, fitneler ve kargaşalar olacağı aşikâr olduğu için o günler gelmeden tedbir alıp topluluktan kopuşları şimdi yaşamak. Birlik ve beraberliğe çok ihtiyaç olduğu o zor zamanlarda meydana gelen kopmalar yıkım getirir ve İslami hareketi bitirebilir. Bu nedenle bu kıble değişikliği zor zamanlar için aynı zamanda bir ön alma hareketidir. Gerçekten iman edenlerin hak ettikleri başarıyı zayıfların kopuşu engellememelidir. Gayretlere yazık edilmemelidir.”
-
“Kıblelerine dönüldüğü için Yahudilerin kendilerini üstün görmeleri ve hava atmalarına bir son verilerek hadlerinin bildirilmesi gerekmektedir.”
-
“Ayrıca müşrik Mekke Yönetiminin diğer müşrik Arap kabileleri Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine kışkırtmak için kullandıkları kozu ellerinden almak gerekmektedir.”
-
“Peygamberimizin asla kendi milletini satmadığı, kendi değerlerine sırtını dönmediğini ortaya koymak ve O’nun isteğinin adalet, hak, hukuk, doğruluk, ölçülülük, dengelilik (VASAT) olduğunu göstermek.”
-
“Münafıklar ile kafası yukarıda belirtilen stratejik boyutlara basmayan müminlerin ayırt edilmesi gerekiyordu. Bu müminler kıble olarak Kabe’ye dönmeye devam ederken onlarla birlikte münafıklarda Kabe’ye dönüyorlardı. Münafıklar aslında Hz.Muhammed’e doğrudan başkaldıramıyorlar fakat bu müminlerin arasına karışarak başkaldırılarını kamufle ediyorlardı. Kıble değişikliği ile münafıklarla bu müminlerin ayırt edilmesi gerekiyordu.”
142-143- İnsanlardan birtakım beyinsizler, “Bunları şimdiye kadar yöneldikleri kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. Sen de de ki: “Doğu da batı da Allah’ındır. O, dilediği/dileyen kimseyi dosdoğru yola yöneltir.” İşte böylece sizi dengeli, ölçülü ve doğru yolun tam ortasından giden bir ümmet kıldık ki peygamberin sizlere şahit / örnek / önder olduğu gibi sizlerin de insanlara şahit / örnek / önder olasınız. Daha önce yöneldiğin kıbleyi Kâbe olarak değiştirme sebebi ise peygamberin izinde gidecek olanları gerisin geriye döneceklerden ayırt etmek içindir. Doğrusu bu zor bir sınavdır. Fakat bu Allah'ın hidayet ettiği kişiler için zor değildir. Allah imanınızı kesinlikle göz ardı etmeyecektir. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara Suresi 142-143)
9.7. Yahudilerin İtirazlarına Karşı Kararlı Durulması Talimatı
Kıblenin değişimi emri gelince Yahudiler bu değişikliğe itiraz etmişlerdi. Müttefikliğin devamının kıblenin Beyt’ül Makdis olarak devam etmesine bağlı olduğunu söylediler. Bu durum peygamberimizi bir hayli üzmüştü.
Cenab-ı Hak, elçisine bu konuda kararlı olmasını ve direnmesini emretti. Onlara bu değişikliğin doğru olduğu konusunda hangi delil getirilirse getirilsin onların yine de kendisine inanmayacaklarını belirtti. Onların bu konuda inatlarının konuyu bilmediklerinden değil kibir, gurur ve kendilerini üstün gördüklerinden kaynaklandığını bildirdi. Bu durumu ifade etmek için “bir insanın evladını nasıl tanır ve bilir ise onların da bu konuyu aynen öyle bildikleri” şeklinde bir benzetme kullandı.
Cenab-ı Hak, onların ikna olmayacaklarına başka bir delil olarak da onların birbirlerinin kıblelerine de tabi olmadıklarını, onların kendi değer yargılarında bile uzlaşmaya gitmediklerini vurguladı. Yani onların kendi aralarında bile anlaşamadıkları, birbirleri ile müttefiklik / tevhit oluşturamadıklarını belirtti. Onlardan her grubun ayrı kutsalı ve ayrı hedeflerinin olduğunu, birbirleri ile bile bir araya gelemediklerini belirtti. Böylece onların peygamberimiz ve müminlerle de birlik ve beraberlik oluşturmalarını beklememeleri gerektiğini ifade etmiş oldu. Cenab-ı Hak, bu nedenlerle onların Beyt’ül Makdis’in İslam Cumhuriyetinin kıblesi olarak devam etmesi isteklerini reddetmesini ve onların değişikliğe itirazlarını kabul etmemesini elçisinden istedi.
145-147- Andolsun ki sen, o Kitap verilmiş olanlara, hangi delili getirirsen getir, yine de senin kıblene tabi olmazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine uymazlar. Yine andolsun ki, sana gelen bunca bilgiden sonra, sen onların arzu ve hevalarına uyacak olursan, o takdirde sen de zalimlerden olursun. Şu, kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir kesim bile bile gerçeği gizliyorlar. Gerçek / Hak, Rabbindendir. O halde, sakın şüpheye düşenlerden olma! (Bakara Suresi 145-147)
9.8. Kıble Değişikliğine Müminlerin İkna Edilmeleri
Kıble değişikliği konusunda müminlerinde itirazları oldu. Onlarda peygamberimizin taşıdığı güvenlik endişesini taşıyorlardı.
Cenab-ı Hak, müminlerin bu endişeleri karşısında aşağıdaki ikna edici hususları bildirdi;
-
“Her topluluğun ayrı hedef ve beklentileri ile ayrı değer yargılarının var olduğu,”
-
“Hayırlar için çalışan, iyilikler için yarışanın sonunda kazanacağı ve birliği sağlayacağı,”
-
“Şayet müminler olarak bir iyilik, fazilet hareketi başlatılır, hayırlarda iyi niyetle koşulursa ve şekillere takılıp kalınmazsa diğer toplumların o iyilik hareketine katılacağı,”
-
“Kıble olarak Mekke müşriklerinin hedeflerinin ya da yaptıklarının değil, Hz. İbrahim’in Kâbe’nin kurucu ruhuna uygun bir hareketin herkese güven vereceği ve herkesin bu hareketin temsilcilerine karşı teveccühünün oluşacağı, böylece birlik ve beraberliğin sağlanacağı,”
-
“Şekillerde kalmayıp asıl kıble ve hedef olan hayırlarda koşulması ve iyilik yapmada yarışılması halinde bütün Arap kabilelerinin bir araya toplanacağı ve tevhidin sağlanacağı,”
-
“Mescid-i Haram’ın kurucu ruhuna uygun olduktan sonra seçilen şekil, yol, yöntem, yer ve usulün «nasıl olduğunun» önemli olmadığı,”
Cenab-ı Hakk’ın bu hususları bildirdikten sonra kıblenin şeklen Kâbe yönüne doğru çevrilmesi sonucunda Yahudi kabilelerinin birlik ve beraberlikten ayrılmalarının güvenliklerine zarar vermeyeceği konusunda müminler ikna oldular ve yönlerini Kâbe’ye çevirdiler.
148-149- Her topluluğun yöneldiği bir yönü /hedefi / gayesi vardır. Fakat siz hep birlikte hayırlı işlere koşun, birbirinizle yarışın. Her nerede olursanız olun/ hangi konumda olursanız olun sonunda Allah, hepinizi bir araya toplayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah’ın her şeye gücü yeter. (Bu nedenle) Her nereden çıkarsan çık, / hangi yolu-yöntemi seçersen seç, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Hangi yol, yöntem ve usulü seçersen seç, hedefin Mescid-i Haram’ın kuruluş gayesi ile paralel olsun.) Şüphesiz bu, Rabbinden gelen bir gerçektir / haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Bakara Suresi 148-149)
Cenab-ı Hak, müminlere tekraren Mescidi Haram eksenli / kıbleli bir hareket ortaya koymalarını emreder ve bu emrinin gerekçelerini şöyle bildirir;
-
“Mescid-i Haram merkezli bir tevhit hareketi yürüttüğünüzü açık bir şekilde her hareketinizde, her stratejinizde ve her uygulamanızda ortaya koyun ki Mekke Müşrik Yönetimi sizin Arap kabilelerini sattığınız / ihanet ettiğiniz gibi bir propaganda yapamasın.”
-
“Yerel / Milli / İbrahimi değerleri hiçe saymadığınızı, onları bir kenara atmadığınızı namaz dâhil her hareketinizde gösterin.”
-
“Onlarla beraber olduğunuzu, hareketin bütün kabileleri kapsadığını, gösterin. Yani Kâbe / Mescid-i Haram merkezli bir tevhit hareketi yürüttüğünüzü açık açık ortaya koyun.”
-
“Müminlerin niyetinin iyilik, hayır, adalet, hukuk üzerine bütün kabileleri birleştirmek olduğunu bütün hareketlerinizde ortaya koyun.”
Cenab-ı Hak, güvenlik endişeleri konusunda kalplerinin mutmain olması için müminlere şu hususları da bildirmiştir;
-
“Kıble değişikliği nedeniyle Yahudilerin müttefikliğini kaybetmenizin sonucu olarak savunmasız / korunmasız kalmaktan korkmayın. Sadece Allah’tan korkun. Allah sizleri koruyacaktır ve size vadettiği zaferi vererek nimetini tamamlayacaktır.”
-
“Yeter ki siz sabredin, salat edin, peygamberin arkasında durun, ona destek verin.”
-
“Bu uğurda yapacağınız mücadelede canlarınızı feda etseniz asla bir şey kaybetmiş olmazsınız. Tam aksine bu yolda vereceğiniz canlar, sizin toplum olarak dirilişinizi sağlayacaktır.”
-
“Bu yolda mücadele ederken sadece canlarınızı değil mallarınızı ve ürettiklerinizi de kaybedebilirsiniz. Ama bu uğurda kaybedeceğiniz canlarınız asla boşu boşuna değildir. Şayet kaybedeceğiniz şeylerin korkusuna yenilmeyecek olursanız bu mücadeleyi kazanacak ve zulüm sistemlerini ilahi sisteme dönüştürmeye muvaffak olacaksınız. Müminler kendini Allah’a adayan ve sonunda her şeyin O’na ve O’nun sistemine döneceğini bilen kimselerdir. Bu kimseler yılmadan mücadele ederler ve bu uğurda başlarına gelen her türlü sıkıntı ve yoksunluğa sabrederler. Allah da onlara desteğini ve rahmetini esirgemeyecektir.”
150-157- Her nereden çıkarsan çık, / hangi yolu-yöntemi seçersen seç, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Hangi yol, yöntem ve usulü seçersen seç, hedefin Mescid-i Haram’ın kuruluş gayesi ile paralel olsun.) Sizlerde her nerede olursanız olun, / hangi konumda olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki; insanların size karşı kullandıkları bir kozları olmasın. Ama zalimler başka. (Buna rağmen onlar yine de aleyhinize kozlar üreteceklerdir.) Siz onlardan korkmayın. Benden korkun ki size olan nimetimi tamamlayayım ve böylece doğru yolu bulasınız. Nitekim içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti / hükümleri / kanunları öğreten ve bilmediğiniz şeyleri öğreten bir peygamber gönderdik. Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin. Ey iman edenler! Sabır ve salatla yardım isteyin. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir. Allah yolunda katledilenlere, “(boşu boşuna öldüler) / Ölüler” demeyin. Zira tam aksine onlar, yaşıyorlar / yaşatıyorlar / diridirler. Fakat siz bunun bilincinde değilsiniz. Muhakkak ki Biz, sizi biraz korkuyla, açlıkla, mal, can ve ürün kaybıyla deneyeceğiz. Sabredenleri müjdele! Ki onlar başlarına bir musibet geldiği zaman; “Biz şüphesiz Allah'a aitiz ve sonunda O'na döneceğiz” derler! İşte Rablerinin mağfireti, desteği ve rahmeti bunların üzerinedir. Doğru yolda olanlar da/ hidayete erenler de onlardır. (Bakara Suresi 150-157)
Medine Yahudileri kıble değişikliği yapılınca hemen Hz.Muhammed@ aleyhine propagandaya başladılar. Onlar Hz.Muhammed’in@ gerçek niyetinin açığa çıktığını ifade ettiler. Medinelilerle yapılan ittifakın şirkten kurtulmak değil sırf kendi iktidarını sağlamak için olduğunu ileri sürdüler. Sonunda Muhammed’in Mekke müşrik yönetimini devirdikten sonra Mekke’ye döneceği ve şirk sistemli de olsa eski sistemi devam ettireceğini iddia ettiler. Kıblenin ilahi kaynaklı öğretinin merkezi olan Beyti Atik’ten şirkin merkezi olan Mescid-i Haram’a döndürülmesini bu görüşlerinin delili olarak gösterdiler. Medine İslam Cumhuriyeti vatandaşlarının hac ve umre zamanlarında putlarla dolu olan Kâbe’yi tavaf etmelerinin, putların dikili olduğu Safa ve Merve’nin etrafından dolanmalarının şirk olacağını iddia ettiler. Hatta buna müsaade etmekle peygamberimizin Medinelileri kandırdığını, onun zamanla eski şirk sistemine döneceğini, aralarındaki ihtilaf çözülünce Mekke’ye geri döneceğini ve Medinelileri yalnız bırakacağını, bu nedenle Medinelilerin boşuna ittifak yaptıklarını söylediler. Daha da ileri giderek eğer şirkin merkezi kıble olarak seçiliyorsa o takdirde Medinelilerin de Menat putlarına sahip çıkmaları gerektiğini ifade ettiler. Onlar bu ve buna benzer söylemleri ile müminlerin zihinlerini bulandırdılar.
Medineli Yahudilerin şekli ön plana çıkararak esası gözden kaçırtan bu söylemlerine karşı Cenab-ı Hak yine sembol ve şekiller üzerinden yola çıkarak, ama sonunda sözü esasa getiren cevapları elçisine inzal etti.
Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği cevaplarda; Kâbe, Safa ve Merve’de putların olmasının onların Allah’ın nişaneleri olmasını ortadan kaldırmayacağı vurgulandı. Önemli olanın o nişane ve semboller ile verilen mesajlar, değerler ve öğretiler olduğu ifade edildi. Onların içerisinde şirkin putları olsa da o yöne dönüldüğünde esas amacın / niyetin putlara ve şirk inancına geri dönmek değil o yerlerdeki nişane ve sembollerin ifade ettiği İlahi öğreti ve anlamları idrak etmek olduğu belirtildi. Kâbe’yi tavaf etmenin tüm insanları birleştirici / tevhit edici bir sembol olduğunu herkesin bildiği bildirildi. Safa ve Merve’nin Hz. Hacer’in oğlunun su ihtiyacını karşılamak için gösterdiği çabaları ifade etmesi nedeniyle hac ve umre yapan insanların da o yerleri dolaşmasının adalet, hak, hukuk ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamayı sembolize ettiğini, bunu Yahudilerin de gayet iyi bildiğini ama bunu görmek istemedikleri ve zihinleri bulandırmaya çalıştıkları ifade edildi. Bu hususun Yahudilerce çok iyi bilindiği, o yerlerin Allah’ın nişaneleri olduğuna ait tarihi bilgilerin kendi kaynaklarında yer aldığı ama bunları Medinelilerden gizlemekte oldukları vurgulandı.
Şayet haksız bir şekilde bu tezviratlarına ve ortalığı bulandırmaya devam edecek olurlarsa onlara çok şiddetli bir ceza verileceği ihtarında bulunuldu.
158-162- Şüphesiz Safa ve Merve Allah'ın işaret ettiği sembollerdendir. Onun için kim hac ve/veya umre amacıyla Kâbe’ye / Beyt'e gider ve bunları tavaf ederse bunda bir günah / sakınca yoktur. Kim de gönülden bir hayır işlerse, muhakkak ki Allah onun karşılığını verir, O en iyi bilendir. Muhakkak ki indirdiğimiz apaçık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz doğru yolu gizleyen kimselere Allah da lanet eder, bütün lanet ediciler de lanet eder. ([1]) Ancak tövbe edip yanlıştan dönenler ve gerçeği (açık delilleri ve hidayeti) açıkça ortaya koyanlar istisnadır. Ben onların tövbelerini kabul ederim. Çünkü Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim. Fakat şu inkâr edip de inkârcı olarak ölenler var ya; işte Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onlaradır. Onlar o lanette ebedi olarak kalıcıdırlar. Onlardan ne azap hafifletilir ne de göz açtırılır. (Bakara Suresi 158-162)
Yahudiler şekilci bir anlayışla kıblenin Kâbe’ye döndürülmesi müminlerin tekrar şirke geri dönüleceği iddiası asla doğru değildir. Müminler asla şirke dönmeyeceklerdir. Kıble değişikliğinden şirke geri dönüleceği anlamı çıkarılmamalıdır. İş onların söyledikleri gibi hiç değildir. Tevhit asıldır. Yönetimde merhamet, paylaşma ve verme esastır. Zira Allah yegâne ilahtır ve O Rahmandır ve Rahimdir. Nasıl ki gökleri ve yeryüzünü O yarattıysa, geceyi ve gündüzü O yaratıyorsa, yeryüzündeki tüm bitkileri O yaratıyorsa insanların yaşamlarında izleyecekleri yolu / ilkeleri / nizamı da O’nun belirlemesi elbet O’nun hakkıdır. Kullarının menfaatini en iyi O gözetir. Yarattığı kullarını O’dan daha fazla düşünen olamaz. Kimse O’nun gibi kullarının faydasını dikkate alamaz. Fakat buna rağmen insanlar Allah’tan başka ilahlar / otoriteler / rahipler / yöneticiler edinirler de onları Allah’ı sever gibi severler. Hâlbuki ilah / tanrı / otorite edindikleri şahıslar kendi menfaatlerinden başkasını düşünmezler. Onlar halkın faydasını değil kendi çıkarlarını düşünürler. Onlar sahip oldukları nimetleri kendi egemenliğinde bulunan halk ile paylaşmayı istemezler. Buna rağmen şirk içerisinde olan halk yine de ilah / tanrı / otorite edindikleri şahısları Allah’tan daha fazla severler.
Kıble değişikliğini hazmedemeyip müminlerin hac ve umre niyetiyle Kâbe, Safa ve Merve’ye yöneldikleri zaman içindeki putlar nedeniyle şirk içerisinde olacaklarını iddia eden Yahudiler, kendilerine baksınlar. Kendileri hahamlarını / din adamlarını Allah’a ortaklar yapmışlar da onların arkasından gidiyor ve onları Allah’ı sever gibi seviyorlar. Kendilerinin şirk içerisinde olduklarını görmüyorlar. Onlar bu yaptıkları ayrılıkçı hareketler nedeniyle cezalandırıldıkları zaman çok pişman olacaklar. Tekrar eski hallerine dönmek isteyecekler ancak onlar için geri dönmek imkânsız olacak. ([2])
163-167- Sizin ilahınız, / tanrınız, bir tek ilahtır / tanrıdır. Ondan başka ilah / tanrı yoktur. O, Rahman’dır, Rahim’dir. Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yararlı şeyleri taşıyarak denizde akıp giden gemilerde, Allah'ın gökyüzünden yağmur indirip de onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde, oradaki canlıları türetip yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yeryüzü arasında emre amade bulutları sevk etmesinde aklını kullanan bir kavim için elbette O’nun birliğine, Rahman ve Rahim oluşuna deliller vardır. Fakat tüm bu delillere rağmen insanların içinde Allah'ı bırakıp (yöneticilerini, ruhbanlarını, hahamlarını, din adamlarını) O’na ortak koşanlar da vardır. Üstelik onlar ortak koştukları bu ilahları / tanrıları, Allah'ı severcesine severler. Fakat müminlerin, Allah'a olan sevgisi daha güçlüdür. Şirk koşarak zulmeden kimseler azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli bulunduğunu keşke şimdiden idrak etselerdi. Vaktiyle izlerini takip ettikleri önderler / tanrılar / otoriteler/ azabı görünce peşlerinden gelenlerden uzak duracaklar ve aralarındaki bütün bağları koparacaklardır. Bunun üzerine onlara uyanlar şöyle diyecekler; “Keşke, bizim için dünyaya bir dönüş şansı olsa da onların bizden uzak durdukları gibi biz de onlardan uzak dursaydık!” İşte böylece Allah onların yaptıklarını acı bir pişmanlık olarak tattıracaktır. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir. (Bakara Suresi 163-167)
Tıpkı Mekkeli müşriklerin yaptıkları gibi Medineli Yahudiler de aslında şirk sisteminin getirdiği pisliği, çirkinliği ve kötülüğü devam ettirmek istiyorlardı. Onların kıble değişikliğine karşı oluşları ilahi olanı, güzel olanı istediklerinden dolayı değil tam aksine alıştıkları zulüm ortamının devam etmesini istemelerinden kaynaklanıyordu. Kendi yaptıkları zulmü de Allah’ın kendilerine indirdiği hükümlere uygun olduğunu iddia ediyorlardı. Zira kendi kitaplarında yer alan hükümleri istedikleri gibi yorumlamış ve arzularına uygun hale getirmişlerdi. Mevcut rejimlerinin devamını istedikleri için onlar kıble değişikliğini bahane ederek peygamberimizin otoritesini sarsmaya yönelik menfi propaganda yapıyorlardı. Yaptıkları menfi propagandayı bırakmaları ve kendilerini düzeltmeleri için Cenab-ı Hak, onları kötülüğü, çirkinliği ve aşırılığı terk etmeye, temiz, güzel ve hoş bir yaşamı seçmeye davet eder. Şeytanın yolunu değil, Allah’ın yolunu tercih etmeleri konusunda uyarır. Ama onlar tıpkı müşrik Arapların dediği gibi geçmiş atalarının yolunda gideceklerini söylerler. Onların bu seçimlerine karşılık ataların ya da geleneklerin yanlış olabileceğini, onların insanların sorunlarına çözüm üretememiş olabileceklerini yahut akıllarının, kapasitelerinin yetmemiş olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmalarını yahut yanlış tercihlerde de bulunmuş olabileceklerini dikkate almalarını hatırlatır.
Fakat bütün bu uyarılara rağmen onların bu uyarıları hiç dikkate almadıklarını, onların ancak zordan, bağırıp çağırmaktan anladıklarını ifade eder.
168-171- Ey insanlar! Yeryüzündeki helal ve temiz / yararlı olan şeylerden yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır. O şeytan, size sırf kötülüğü, aşırılığı / çirkinliği / hayâsızlığı ve hükmünü bilmediğiniz şeyleri Allah’a atfederek söylemenizi emreder. Onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır biz, atalarımızdan gördüklerimize uyarız” derler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve doğru yolu bulamayan olsalar da mı? ([3]) İnkârcıların hali, hiçbir sese kulak vermeyen, hiçbir şeyi anlamaya yanaşmayan ancak bağırıp çağıran kişinin haline benzer. Çünkü onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden onlar, akıl da etmezler. (Bakara Suresi 168-171)
1 ) Ehli Kitap Yahudileri kendi kaynaklarında Safa ve Merve’nin Allah şiarlarından olduğu bulunmasına rağmen gizliyorlardı. Zira Tekvin 21 de Hacer ve İsmail’in Paran çölündeki su bulma kıssası anlatılır.
[2] ) Not: İleriki zamanlarda Medine’yi terk etmek zorunda kalan Yahudilerin bir kısmı Şam’a gitmiş bir kısmı da Hayber’de kalmışlardı. Özellikle Hayber’de kalanların pişmanlıklarını anlatan rivayetler vardır ki bu durum aynel yakin tecelli etmiştir. Hatta öyle ki onlardan bazıları Hayber fethedilirken çeşitli yararlılıklar bile göstermişlerdir.
[3] )NOT: Bu ayetlerin Yahudiler hakkında indiğine dair rivayetler daha fazladır.( M.Sait Şimşek)