BÖLÜM 12
BOYKOT KARARI
Miladi 616- 617 yıllarıdır. Peygamberimizin hareketi, 6. yılına kadar birçok badire atlatmış ancak sonunda Mekke müşrik yöneticilerinin boykotu ile yüzyüze gelmiştir. Boykot sürecine kadar yaşanan her türlü baskı, işkence ve şiddet Hz.Muhammed’in @ hareketini durduramamıştır. Peygamberimiz her seferinde bir çıkış yolu bulmuştur. Kimsesiz ve yoksullara yapılan şiddet daha sonra aşiret mensubu olan müminlere yönelince çözüm olarak Habeşistan’a göç edilmiştir. Habeşistan’a göç edenlerin bu ülkede tutunmaları Mekkelilerden arafta / kararsız olanlarının cesaretlenmelerine neden olmuştu. Bu durum hareketin uluslararası desteğe kavuşmuş olmasını da beraberinde getirmişti.
Mekke müşrik elitleri boykot tehditlerini defalarca yinelemiş olmalarına rağmen bir türlü uygulama ortamı bulamamışlardı. Zira kendi sakinlerinden olan kimselere boykot uygulamak Kabe’nin kuruluş statüsüne ve ilkelerine aykırı idi. Mekke’yi büyüten ve geliştiren en önemli sebep Kabe nedeniyle bölgenin “harem” yani “serbest bölge” olmasından kaynaklanıyordu. Harem bölgeye sığınan her kim olursa olsun emniyette olup dokunulmazken iyilik, doğruluk ve adalet isteyen kimseleri bir takım yaşamsal imkanlardan mahrum etmek bölgenin “haremlik / serbest bölgelik” statüsüne aykırıydı.
Diğer taraftan tevhidi hareketin Habeşistan hicreti ile uluslararası desteğe kavuşması nedeniyle boykotun uygulanması zora girmişti. Zira Habeşistan’ın desteği demek Mısır’ın ve Bizans’ın desteği demekti. Hatta Arap yarımadasındaki ehli kitap kabilelerin desteğini de arkaya almak demekti. Bu destek nedeniyle Mekke Yönetimi çok zor duruma düşmüş oluyordu. Ayrıca bunların desteğini almak için Mekke’deki gelişmeleri edebi bir dille anlatan surelerin Cenab-ı Hakk tarafından inzal edilmesi ve bunların çevre topluluklara iletilmesi Mekke müşrik yöneticilerini zor durumda bırakıyordu.
Mekke müşrikleri elitleri Hz.Muhammed’in @ hareketini serbest bırakmayı ve şayet bu hareket Mekke dışındaki Arap kabilelerini tevhid etmeyi başarırsa bu başarıya ortak olacaklarını bile gündemlerine getirmişlerdi. Fakat tam o sıralarda Arap yarımadasının çevresindeki başka gelişmeler durumu Mekke müşrik elitlerinin lehine çevirdi. Sasani / İran Kralı 2.Hüsrevin Bizans’a karşı peş peşe kazandığı zaferler ile Mekke müşrikleri dengenin kendi lehlerine döndüğünün haberlerini aldılar. Böylece onlar Hz.Muhammed’e @ ve müminlere boykot uygulama konusunda aradıkları fırsatı Sasani / İran kralı 2. Hüsrev’in yayılma hareketiyle yakaladılar. İran kralı 2. Hüsrev çok kısa zamanda Suriye ve Filistin’i işgal etmişti. Aynı yıl içerisinde Mısır’ı da zaptetti.
Hz.Muhammed’in @ hareketi ehli kitap olan ülke ve kabilelerce desteklenirken birden dengelerin değişmesi Mekke müşrik yöneticilerine ümit verdi. Zira onlar bu gelişme ile üzerlerine yapılan diplomatik ve siyasi baskıyı tolere edebilecek bir vasatı elde ettiler. Hatta kendilerini şirk ideolojisi açısından İran / Sasani şirk ideolojisine daha yakın buldukları için bu gelişmeleri kendi lehlerine çevirebileceklerinden boykot uygulama konusunda cesaretleri de arttı. Dahası bu gelişmeler, boykot uygulanmasına karşı çıkacak kabileleri ve mele’ topluluklarını ikna etmek için gerekçe bile oluşturmaktaydı. Zira Sasani / İran Mekke’ye Bizans’ın egemen olmasına asla razı olmazdı. Sasani / İran’ın Bizans’ı yenerek Arap yarımadasını kuzeyden kuşatmış olması onların yeni hedefinin Mekke olmasına hiçbir mâni kalmamıştı. Şayet onlar Mekke üzerine yürüyecek olurlarsa Bizans ve Habeşistan’dan bir yardımın gelmesi mümkün gözükmüyordu. Bunun tek yolu Hz.Muhammed’in @ hareketinin üzerine çullanmak ve hareketi bitirerek bu bölgede ehli kitabın etkinliğinin olmadığını Sasani / İran yönetimine göstermekti. Mekke müşrik elebaşıları için bu gerekçe bile Hz.Muhammed’e @ ve müminlere boykot uygulamaya diğer kabileleri razı etme hususunda tek başına yeterliydi. Aynı zamanda bu durum onlara oldukça büyük siyasi bir güç vermişti. Hatta Arap yarımadasındaki ehli kitap kabilelerden bazıları bile Hz.Muhammed’in @ hareketi için verdikleri desteklerini çekerek Mekke müşriklerine siyasi baskı uygulamaya son vermişlerdi.
Darün Nedve Ebu Cehil’in önderliğinde toplandı ve boykotu görüştüler. Daha önce gündeme geldiği zaman boykota razı olmayan mele’ topluluğu / ihtiyarlar heyeti ve bazı kabile reisleri yeni gelişmeler nedeniyle boykot teklifine karşı duramadılar. Toplantıdan Haşimoğullarına ve müminlere boykot uygulanması kararı çıktı. Boykot kararı Haşimoğulları dışında diğer Mekke ve çevresindeki kabilelerin onayladığı bir sözleşme metni haline getirilip Kabe’nin içine asıldı ve kararlar Mekkelilere ilan edildi. Böylece Mekke müşrik yönetimi, peygamberimizin hareketini iyice zayıflatmak / yok etmek için boykotu başlatmış oldu.
Boykot kararı uyarınca Haşimoğulları ve diğer kabilelerden olan müminler muhasara altına alınacak, onlara karantina uygulanacaktır. Onlarla hiçbir ticari ve sosyal ilişki içerisinde bulunulmayacaktır. Tam bir tecrit yapılacaktır.
Müminler ve Haşimoğulları uğradıkları boykot nedeniyle şaşkın, üzgün ve endişelidirler. Onlar durumun kötüye gitmesinin hikmetini anlamaya çalışmaktadırlar. Cenab-ı Hak onlara yardımcı olmak için içine düşülen bu durumun hikmetini Kehf suresinde anlatılan kıssalar ile özetle şöyle anlatır;
“Sizin hareketiniz henüz olgunlaşmadı, yeterince güç, kuvvet ve donanıma sahip değilsiniz. Bu nedenle iktidara gelmeniz halinde iç ve dış tehdit ve saldırılara karşı koyamazsınız. Bu tehditler karşısında hemen yenilirsiniz ve yok edilirsiniz. Tevhidi hareketin egemenliği için iç tehditleri bertaraf edebilirsiniz fakat özellikle dış tehditlerin ortadan kaldırılması veya zayıflaması gereklidir. Sizler bu süreç içerisinde zorlu koşullar altında mücadele ederek yetişecek, güçlenecek ve yeterli donanıma sahip olacaksınız. Daha sonra mücadele edeceksiniz ve sonunda iç egemenliği sağladıktan sonra dışarıya açılacak ve bu davayı dünyanın en ücra köşelerine kadar taşıyacaksınız. Bu atılımı ve fütühatı gerçekleştirecek kadroların yetişmesi ve olgunlaşması için boykotu bir fırsat olarak telakki edin.”
Artık bu boykotla müminlerin yetişme, olgunlaşma sürecine girilecektir. Bu süreçte neler yapılacağı hususunda Cenab-ı Hak rehberlik yapacaktır. Müminlerin yapacağı sadece O’nun rehberliği çerçevesinde hareket etmek olacaktır. Cenab-ı Hak, gelecek için nasıl hazırlanılması gerektiğinin ip uçlarını Kehf Suresinde “MAĞARA ARKADAŞLARI / ASHAB-I KEHF” kıssası ile peygamberimize inzal eder.
Mekke müşrik yönetimi boykot kararını alıp uygulamaya koyması üzerine Hz.Muhammed’i @, Haşimoğullarını ve müminleri zorlu günler beklemektedir.
Cenab-ı Mevla Kehf Suresin ilk ayetlerinde Hz.Muhammed’in @ ve müminlerin boykot nedeniyle içine düştükleri haleti ruhiyeyi anlatır. Bu ilk ayetlerde üstünlüğün, yüceliğin ve yönelimin (hamd) Allah’a ait olduğunu ve olacağını bildirir. Zira O bu topluma böyle giderse geleceklerinin şiddetli bir yıkım ve azap olduğunu, şayet durumlarını değiştirip ıslah edici /güzel / erdemli eylemlerde bulunacak olurlarsa ebedi mutluluk içerisinde yaşayacak ödülleri olacağını bildirmek için Kitap indirmiştir. Hem o kitap ile gelen mesaj son derece isabetli sosyolojik yasalar içermekte ve getirdiği paradigma, hüküm, öğreti ve vizyon açısından asla hiçbir çelişki ve tutarsızlık barındırmamaktadır. Halbuki Mekke müşrikleri ise meleklerin Allah’ın kızları olduğu tezine oturtarak melekler için putlardan temsillere ve onlar adına hareket eden rahiplerden oluşan bir şirk yönetimi icat etmişlerdir. Onların bu tür görüş ve tezlere oturan sistemleri yalana ve aldatmaya dayalı bir sistemdir. Sistemlerinin bu temel paradigması konusunda hiçbir delilleri yoktur. Tamamen uydurmadır. Dahası onlar Allah’ın evlat edinmesi iddiaları son derece çirkin, cahilce, mesnetsiz, mantıksız ve haddi aşan bir iddiadır. Buna rağmen Mekke müşrik halkı asılsız ve cahilce düşüncelerin peşinden gitmeyi bırakıp delilli, ispatlı ve mantıklı bir düşünceye gelmemektedir. Ayrıca ehli kitap olan topluluklar yani “Allah çocuk edindi” diyen topluluklar Sasani / İran tehdidinden korkarak müşriklerin yanında yer almakta ya da en azından desteklerini çekmektedirler. Bu durum Hz.Muhammed’i @ son derece müteessir etmektedir. Cenab-ı Hak ise elçisini bu ilk ayetlerle teselli ederken hayatın bir sınav olduğunu ve onların yanlış yapma konusunda serbest bırakıldığını bildirirken onların göz göre göre bu yanlış tercihleri nedeniyle kendini harap etmemesini de ifade eder.
Rahman Rahîm Allah Adına
1- 8 – Hamd (tüm övgüler, üstünlükler ve yönelimler), katından şiddetli azaba karşı uyarmak, ıslah edici eylemlerde bulunan müminlere içinde sonsuz dek kalacakları güzel bir mükafat bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna Kitabı indiren ve onda (kitapta) hiçbir tutarsızlığa yer vermeyen Allah içindir. Ne kendilerinin ve ne de atalarının buna dair bilgileri vardır. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar. Onlar bu söze, Kur’an’a inanmazlarsa, onların peşinde, üzüntüden kendini mi harap edeceksin? Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri onların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık. (Bununla beraber) biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız. (Kehf Suresi 1-8)
12.1. Ebu Talip Tepesindeki Muhasara / Hapis / Boykot:
Boykot kararını içeren belge Kabe’ye asıldıktan sonra boykot hükümleri uygulanmaya başladı. Haşimoğulları Ebu Talip tepesine sığındılar. Bütün Haşimoğullarına ve müminlerin sığınması için yeterli olmasa da bu tepede Ebu Talip’in kendi mülkü olan bir yaşam mekânı vardı. Bu yaşam mekânında mesken bulamayanlar da tepede bulunan mağara ve oyuklara sığındılar. Tıpkı Kehf Suresindeki mümin gençlerin ([1]) mağaraya sığınmaları gibi onlar da Ebu Talip tepesindeki mağara ve oyuklara girip inançları uğruna zorluklara göğüs geriyorlardı.
Boykot hükümlerine göre muhasara altında olanlara hiçbir şekilde yiyecek, içecek, giyecek, mal / mülk satılmayacak ve onlardan bir şey satın alınmayacaktı. Yine müminlerle ve Haşimoğulları ile hiçbir şekilde evlilik ilişkisine girilmeyecek, ticari ve sosyal hayata girmelerine izin verilmeyecekti.
Tıpkı Ashab-ı Kehf olarak bilinen mümin gençlerin kulaklarının vurulması / dünya ile irtibatlarının kesilmesi metaforunda olduğu üzere Hz.Muhammed’in @ ve müminlerin de dünya ile irtibatları kesilecek, tecrit edilecekler ve tam bir muhasara uygulaması yapılacaktır. Nasıl ki Ashab-ı Kehf çekildikleri mağarada uzun yıllar boyu dış dünyayla irtibatlarını kesmişler ve mağarada oluşturdukları manastırda eğitim çalışmalarında bulunmuşlar ise müminler de tecrit altına alındıkları Ebu Talip tepesindeki mağaralarda eğitim faaliyeti yaparak kadrolarını yetiştireceklerdi.
Cenab-ı Hak, elçisine Ashab-ı Kehf’in ve Kitabede adı yazılı kişilerin hikayelerinin şaşılacak bir ayet olmadığını bildirirken Ebu Talip tepesindeki mağaralara sığınan müminlerin içine düştükleri durumun onların yaşamları ile hemen hemen aynısı olduğuna bir atıf olarak bakılmasını bildirmiş olur. Şayet Ashab-ı Kehf kıssası doğru anlaşılacak olursa Mekke müşriklerinin kendilerine uyguladıkları bu muhasaranın da tevhit hareketi mensuplarının olgunlaşması için bir fırsata dönüşeceğine vurgu yapılır.
9 -11- Yoksa sen, Kehf /Büyük Mağara ve Rakim Ashabını / Kitabedeki adı yazılı kişileri şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? (Hayır şaşırma!) Hani bir zaman O yiğit gençler, mağara’ya sığınınca: “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve şu işimizde / hareketimizde bizim reşid olmamızı / olgunlaşmamızı sağla” dediler. Böylece Biz de, onların kulaklarını yıllarca (dış dünyaya) kapalı tuttuk. (Kehf Suresi 9-11)
12.2. Muhasara / Hapis Ortamının Medreseye / Eğitim Kampına Dönüştürülmesi
Belli bir alanda bir nevi hapsedilen müminler yaşam için gerekli ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar ve nasıl bir yaşam sürdüreceklerdi? Boykota maruz kalmış bu insanlar ne yiyecekler ne içeceklerdi? Boykot öncesi yapageldikleri ticaretleri, sanatları, bir yığın işleri varken şimdi hapisteydiler. Belki bir hücrede değillerdi ama dış dünyaya kapalı bir yaşam sürdürmek zorunda idiler. Tıpkı mülteciler gibi belirli bir alanda yaşamlarını sürdürecek olan müminler şimdi ne yapacaklardı? Neyle meşgul olacaklardı?
Boykot sürecinde müminlerin yaşamları için zorunlu olan yiyecek ve içecek malzemeleri boykota taraftar olmayan ve Haşimoğulları ile akrabalık bağları olan kabile mensupları ile müminlerin mensup oldukları kabilelerin bazı fertleri tarafından gizli gizli tedarik ediliyordu. Fakat boykotu destekleyen Ebu Cehil ve avanesi boykottakilere yardım edilmesine şiddetle karşı çıkıyorlardı.
Boykota maruz kalan müminler her ne kadar açlıktan kuru deri parçaları ve ağaç kabukları bile yemiş olsalar da bu boykot nedeniyle açlıktan herhangi bir ölüm rivayeti bulunmamaktadır. Sonuçta müminlerin üç yıllık boykot süresince yarı günü aç yarı günü tok da olsa yaşamları için gerekli olan gıda maddeleri bir şekilde muhasara altındakilere ulaşıyordu.
Hz.Muhammed @, olumsuz görünen bu durumu avantaja dönüştürdü. Zira Darül Erkamda geceleri “teheccüd namazı” olarak yapılan Kur’an okuma, ezberleme ya da tevhidi dünya görüşü üzerine eğitim çalışması gün içerisindeki yoğun çalışma ve/veya alış veriş temposu ve uzun ticari yolculuklar nedeniyle aksıyordu ve sadece geceleri verilen ders yeterli olmuyordu.
Cenab-ı Hakk’ın ilahi ikramı olarak Hz.Muhammed’e @ ihsan ettiği bilgi, beceri ve deneyimlerini müminlere de aktarması ve böylece onların da bu imkan ve kabiliyetlerle donanması, onların da olgunlaşmaları için önlerindeki en büyük engel olan geçim meşgaleleri ortadan kalkmıştı. Özellikle gençleri yetiştirmek, eğitmek ve geleceğe hazırlamak için bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekiyordu. Bu sebeple içine düşülen bu durumun şaşkınlık ve ne yapacağını bilmezlikle değerlendirilmesi uygun değildi.
Boykota maruz kalanların ortamı tıpkı bir çalışma/ eğitim kampı gibiydi. Dünyevi ihtiyaçlar için çalışıp çabalamak, sosyal ilişkiler, sosyal hizmetler gibi günün tamamını işgal eden faaliyetler artık yoktu. Sadece zaruri ferdi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kalan zaman tamamen eğitime, olgunlaşmaya, bilgi-beceri kazanmaya ve tecrübelerin aktarılmasına ayrılabilirdi. Toplumun sorunları üzerinde kafa yorulabilir ve bu sorunların çözümüne yönelik projeler geliştirilebilirdi. Bu nedenle Cenab- Hak, Hz. Muhammed’e boykot / muhasara altına alınan müminleri ve özellikle de gençleri (sınırlı sayıda kişiyi) nasıl yetiştirmesi gerektiğini anlatmak için Ashab-ı Kehf ve Rakim ashabının / kitabede adı yazılı şahısların başından geçen hadiseyi kıssalaştırarak anlatır.
Böylece Hz.Muhammed @ Kehf Suresinde anlatılan Ashab-ı Kehf kıssasındaki yönlendirme ile mümin gençleri yetiştirdi. Yetiştirilen bu kişiler arasından bazıları (Mus’ab bin Umeyr gibi) kalpleri imanla pekişerek kabileci şirk sistemini inkâr edip mevcut statükoya başkaldırma, kavim / kabilelerinden ayrılma ve sadece Allah’a güvenme hususunda kendilerini ispat etmiş kişilerdi. (Kehf / Rakim ashabından kinaye)
Hz.Muhammed @ sığındıkları Ebu Talip tepesindeki mağaralarda kurduğu akademisinde bu gençlere kendi tecrübe, birikim ve bilgisini boykot / muhasara süresince (yaklaşık üç yıl) aktardı. Onlara gece gündüz ders verdi ve onları gerekli donanıma kavuşturdu.
12-16- Sonra da onları geri (aktif dünya hayatına) gönderdik / dirilttik / uyandırdık ki geçip giden süreci iki guruptan hangisinin daha iyi değerlendirdiğini seçip ortaya çıkaralım. Biz sana onların haberlerini sahih bir amaca uygun olarak / bütün gerçekliğiyle/ aslına uygun olarak / gerçek halini kıssalaştıracağız / hisse çıkaracak hale getirip aktaracağız. Şüphesiz onlar, Rablerine iman etmiş birkaç genç yiğitler idi. Biz de onların hidayetlerini arttırmış ve kalplerini pekiştirmiştik. Onlar başkaldırdıklarında (aralarında) şöyle konuşmuşlardı: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir! Asla, O’nu bırakıp da ilah olarak başkalarına yalvarıp yakarmayız, Doğrusu eğer öyle yaparsak asıl o zaman haktan uzaklaşıp haddi aşmış oluruz. Oysa şu bizim kavmimiz, inançlarını destekleyen açık ve akla uygun bir delil getiremedikleri halde O’ndan başka varlıkları tanrı ediniyorlar: Allah hakkında yalan uyduran kimseden daha zalim kim olabilir?” Şimdi “Mademki siz, onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde o büyük mağaraya sığının ki, rabbiniz size rahmetinden bir pay versin ve sizi işiniz / hareketiniz için ihtiyaç duyduğunuz (maddi- manevi) donanıma sahip kılsın.” (Kehf Suresi 12-16)
12.3. Eğitim Kampındaki Çalışma Metodu
Hz.Muhammed @ boykot süresince vereceği eğitimde müminlere İlahi Öğreti ile bakış açısı kazandıracaktı. Onlar tıpkı Kehf / rakim ashabından olan gençler gibi Ebu Talip tepesinde sığındıkları mağaralarda toplumsal sorunları Kur’an’ın verdiği bakış açısı ile değerlendirmeyi ve bu sorunlara çözüm üretmeyi öğreneceklerdi. Böylece onlar Kur’an / ilahi öğreti perspektifi ile toplumsal sorunlara en uygun ve en güzel çözümler getirmeyi öğreneceklerdi. Tıpkı Ashab-ı Kehf’in üzerine güneşin doğması ve onların mağaralarında sağ yana yönelmesi metaforunda olduğu gibi boykotta eğitilecek müminler de Kur’an güneşi üzerlerine doğacak, nazil olan surelerin nuruyla aydınlanacaklar ve toplumsal sorunlara sağdan / doğrudan / sağduyudan / en doğru ve en güzel olandan yana çözümler getirmeye yönelik bakış açısı kazanacaklardı.
Diğer taraftan tıpkı Ashab-ı Kehf kıssasında olduğu gibi güneşin battığı zamanda mağara sakinlerinin sol tarafa yönelmeleri metaforundan hareketle boykottaki müminlere de Kur’an Güneşi / ilahi öğreti olmaksızın yapılan çözümlemelerde batıl / sol / yanlış çözümlere ya da çözümsüzlüğe gidileceği öğretilecekti. Fakat gençlerin bu değerlendirme ve çözümlemelerde çok geniş bir alanda hareket imkanına sahip oldukları Ashab-ı Kehf’in mağaranın geniş boşluğunda olmaları metaforu ile anlatılacaktı. Yani çözüm üretirken Kur’an, onlara çok geniş bir serbestlik / perspektif sunmaktaydı. Böylece Hz.Muhammed’in @ eğiteceği bu gençler çok geniş, serbest ve özgür bir düşünce alanına sahip olacaklardı. Onlara toplumsal proje ve çözüm üretirlerken düşüncelerini sınırlayan putlar / idoller / ikonlar ve gelenekler gibi dar kalıplardan sıyrılmaları gerektiği öğretilecekti.
17- Sen, Güneş / Kur’an doğduğu zaman (olaylara /sorunlara Kur’an güneşi/ ışığı ile bakıldığı zaman) onların o mağaralarından sağ yana yöneldiğini /doğru çözüm üretildiğini/ hakka, doğruya ulaştıklarını, battığı zaman da (olayları / sorunları değerlendirmek için Kur’an güneşi / ışığı olmadığı zaman) ise onların sol yanından kesip geçtiğini / yanlışlığa / sapıklığa / batıla ulaştıklarını göreceksin. Kendileri de ondan geniş bir boşluktadırlar. (Sorunları / olayları değerlendirmek, çözümler üretmek için insana çok geniş bir alan / serbesti vardır.) Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah kime kılavuzluk ettiyse artık o, doğruyu bulmuştur. Ama kimi de sapıklığa terk ederse, artık sen ona yol gösteren bir dost, bir mürşit asla bulamazsın. (Kehf Suresi 17)
12.4. Eğitim Kampındaki Çalışma Temposu
Hz.Muhammed’in @ eğiteceği bu gençler öylesine yetiştirileceklerdi ki günümüz ifadesi ile “zıpkın gibi” delikanlı olacaklardı. Çok ağır bir sorumluluğu üstlenecek olan bu gençlerin sorumluluklarını yerine getirmeleri için yeterli donanıma sahip olmaları gerekiyordu.
Nasıl ki Ashabı Kehf gençleri uyudukları zamanda bile daima teyakkuz halinde idiler ve dışarıdan bakan kimseler onları uyanık sanacak ölçüde müteyakkızdılar. (Belki de ayakta, oturarak ve çok az bir süreliğine kendilerinden geçecek şekilde uyurlardı.) Aynen öyle de Hz. Muhammed’in @ yetiştireceği gençlerin de daimi bir teyakkuz içerisinde olmaları gerekiyordu. Onlar da uykularından son derece ferağat edeceklerdi. Onlar da çok çok az uyuyacaklar ve/veya uykuları uyuklama şeklinde olacaktı. Kendilerini yetiştirmeye öylesine adayacaklardı ki kendilerinden geçercesine çalışacaklardı. Mağara içerisinde bir sağa bir sola volta atarken öğrendiklerini tekrar edecekler ve kendi aralarında tartışacaklardı.
Onların eğitilmelerini şöyle değerlendirmek de mümkündür; Mekke müşriklerine ve çevre topluluklara göre tevhidi hareket kontrol altına alınmış gözükmektedir. Artık bir daha bellerini doğrultamaz diye inanılmaktadır. Hazır onlar da bu kanıya varmışken geleceğin kadroları yetiştirilecek ancak kimseye hissettirilmeyecekti. Onlar toplum içerisinde yaşayacaklar ve sağa sola koşturacaklar ve normal hayat yaşıyorlarmış gibi görüneceklerdi. Yani tevhidi hareket olarak uykuda imiş gibi görünecekler ama aslında son derece yoğun bir şekilde çalışacaklardı. Mekanları ayrı olduğu için onlar gözden ırak olacaklar ve kimse onların çalıştıklarını fark etmeyeceklerdi. Böylece onlar tevhidi hareketin uyuyan hücreleri olacaklardı. Ne zaman Hz.Muhammed’den @ emir gelir de uyandırılırlarsa bu uyuyan hücreler harekete geçeceklerdi. Ama boykot süreci boyunca onlar uyur gözükecekler ve geleceğe hazırlanacaklardı.
18-Onlar uykuda oldukları halde bile sen onları uyanık sanırdın. Ve Biz onları sağ yana ve sol yana çevirip duruyorduk.
…..(Kehf Suresi 18)
12.5. Eğitim Kampının Güvenliği
Diğer taraftan bu gençleri ve bunların eğitmeni olan Hz.Muhammed’i @ herhangi bir saldırıya karşı korumak amacıyla sığınılan mağaranın / dershanenin / medresenin önüne nöbetçilerin yerleştirilmesi gerektiği yine bu kıssa ile bildirildi.
Ashabı Kehf’in oldukça yırtıcı ve vahşi bir niteliğe sahip nöbetçi köpekleri ön ayaklarını ileri doğru uzatmış uyurken bile her an tetikte onları beklediği bildirilerek, Hz.Muhammed’in @ de yetiştirilecek mümin gençlerin güvenliği için gerek insandan gerekse de yırtıcı köpeklerden nöbetçileri Ebu Talip tepesinin / eğitim kampının muhtelif yerlerine yerleştirmesi gerektiğine işaret edildi.
Boykot süresince müminlerin haleti ruhiyeleri tıpkı Ashab-ı Kehf’in mağaraya bakan kişileri korkutup kaçıracak cinsten olacaktı. Zira onlar aşiretlerinin kendilerine yaptıkları muameleyi de bir türlü içlerine sindiremiyecekler, volta atarken haksızlığa ve zulme uğramanın verdiği can sıkıntısı, hırs, öfke ve hırçınlık yüzlerine de yansıyacaktı. Ayrıca çektikleri çile, açlık ve perişanlığın izleri de üzerlerinde olacaktı. Böylece boykot mahalline dışarıdan bakan birisi (onların üzerine peygamberimizin gelmesi metaforu) onların bu halinden son derece etkilenecek, korku ve acıma ile karışık bir ürperti ile onların yanlarına yaklaşmaya cesaret edemeyecekti. Onları izlemeye çalışacak kişinin içini bir ürperti kaplayacak ve ardına bakmadan kaçacaktı.
Hz.Muhammed@ Ashab-ı Kehf kıssası ile geleceğin siyasi bilinci yüksek, muhakemesi güçlü, entelektüel, tebliğci ve operasyonel kadrolarını büyük bir gizlilik içinde ve kimsenin yaklaşamadığı bir güvenlik çemberi içinde yetiştirmesi gerektiğini öğrendi.
18-……
……….
Köpekleri ise girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmış vaziyetteydi. Eğer sen onların üzerine çıkagelseydin, içini kaplayan korku nedeniyle kesinlikle dönüp ardına bakmadan kaçardın. (Kehf Suresi 18)
12.6. Eğitim Kampının Sona Ermesi ve Eğitim Süresi konusundaki Değerlendirmeler
Cenab-ı Hak, elçisine Ashab-ı Kehf kıssası ile şu hususları da bildirdi; Hiçbir boykot / muhasara ilelebet devam etmediği gibi Kureyş’in uyguladığı bu kuşatma / boykot da bir gün mutlaka sona erecektir. Müminler de bu hapis hayatından sonra yeniden dünyayla bağlantı kuracak, yeniden dünyaya döneceklerdir.
Dışarıdan bakan ve/veya bu geçen zamanı faydalı olarak değerlendirememiş kişiler için asırlar gibi uzun gelen boykot yılları faydalı, amaçlı ve yoğun tempolu bir yetiştirme kampına dönüştürülmesi halinde kampa tabi tutulan kişiler için sanki bir gün ya da bir günden daha az gibi gelecektir. Zira insanların zamanın uzunluğu ya da kısalığına ilişkin değerlendirmeleri içinde yaşanılan sürede yaşanılan olayların önemine, heyecanına, sıkıntısına, sevincine vb. duygulara göre farklı farklıdır.
Bu sebepten mümin gençler motive edilirken yoğun tempolu bir çalışma içerisinde olunması halinde içinde yaşamakta oldukları bu sıkıntılı sürecin çok kısa, bir nevi göz açıp kapayıncaya kadar geçeceği kıssadaki Ashab-ı Kehf gençlerinin zaman algılamaları üzerinden anlatılmıştır. Onlar mağarada uzun yıllar kalmış olmalarına rağmen mağara hayatlarının sonuna geldiklerinde geçen süre konusunda “bir gün ya da daha az” demişlerdir. Yani o kadar uzun sürenin göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğini vurgulamışlardır.
19– İşte durum böyleyken, onları geri (aktif dünya hayatına) gönderdik / dirilttik / uyandırdık; Derken aralarında konuşmaya başladılar. İçlerinden biri: “(Burada) bu şekilde ne kadar kaldınız?” diye sordu. Diğerleri: “Bir gün ya da günün bir parçası kadar” dediler. (Onlardan tartışmaya katılan) daha başkaları ise: “Ne kadar kaldığınızı, Rabbiniz daha iyi bilir….
…..(Kehf Suresi 19)
12.7. Eğitim Kampında yapılan çalışmanın ve Eğitilen Kadroların gizli tutulması
Cenab-ı Hak, elçisine Boykotun bir gün mutlaka biteceğini, müminlerin tekrar şehir hayatına döneceklerini ve elde avuçta kalan cüzi sermayeleri (gümüş para metaforu) ile sadece zaruri ihtiyaçları için alışveriş yapacaklarını aynı kıssa içerisinde bildirir. Fakat o dönem geldiğinde Mekke müşriklerine karşı çok hassas davranılması gerekeceğini de bildirir.
Zira boykottan sonra Mekke’ye inip normal hayata dönüldüğünde boykot süresince sınırlı sayıda yetiştirilmiş kadrolardan asla bahsedilmemesi gerekmektedir. Onların çevre kabilelere gönderilecek siyasi / aktif / tebliğci kadrolar oldukları, tevhidi dünya görüşünün yaygınlığını sağlayacak yetişmiş kişiler oldukları hissettirilmeyecekti. Aksi takdirde onlar bu az sayıdaki kadroları ya öldürecekleri ya da kendi dinlerine döndürmeye zorlayacakları açıktı. Her şey normal seyrindeymiş gibi hayata devam edilecekti. Onlardan kimseye bahsedilmeyecekti geleceğe hazırlandığı gibi bir izlenim verilmeyecekti.
19–20.……….
………….
………..Şimdi (onu bunu bırakın) da içinizden birini, şu gümüş paralarla şehre gönderin de bir baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin. Fakat çok hassas / dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin! Çünkü eğer onlar (şehir yönetimi) sizin varlığınızı öğrenirlerse / sizin durumunuzu anlarlarsa ya sizi taşlayarak öldürürler ya da sizi kendi milletlerine / inanç sistemlerine döndürürler. O zaman da siz, ebedi olarak, asla kurtuluşa eremezsiniz.” dediler. (Kehf Suresi 19-20)
12.8. Müşriklerin Derin Planlarının İhbarı
Cenab-ı Mevla, Ashab-ı Kehf olayı ile vaadinin hak olduğunu ve gerek ölümden sonra diriliş gerekse de toplumsal ölümden sonra toplumsal diriliş konusunda insanların şüphelerini gidermiştir. O aynı kıssa ile boykot / muhasara sürecinde gösterilecek sabır ve direnişin zaferle sonuçlanacağını ve vaadinin hak olduğuna herkesin şahit olacağını da bildirir.
Kıssanın devamında Ashab-ı Kehf’i bulan toplumda bazı insanların Ashab-ı Kehf’in mücadelesini amacından saptırıp onların anısına kitabeler / mezar taşları / anıtsal binalar dikerek hayatlarına aynen devam etmek istemiş oldukları anlatılır. Mekke müşrikleri de boykot / muhasaraya maruz bıraktıkları Hz.Muhammed ve müminlerin hangi amaçla mücadele ettiklerini insanlara unutturup onları Ebu Talip tepesinde ölüme terk ettikten sonra onlar için anıtsal kitabeler dikmeyi planlamışlardı. Fakat gelecekte meydana gelecek gelişmelerin Mekke müşriklerinin beklentilerini karşılamayacağını ve tıpkı Ashab-ı Kehf’i bulan toplumun hidayete eren ve öbür guruba galip gelen kısmının Ashab-ı Kehf’in mücadelesinden ders alarak onların mücadelesini sürdürüp toplumda Allah’ın hakimiyetini tesis ettikleri gibi (mescid / secde / itaat merkezleri inşa etmeden kinaye olarak) Hz.Muhammed@ ve müminlerin mücadelesini idrak edecek insanların Mekke müşriklerine galip geleceklerine ve İlahi öğretiye uygun tevhit sistemini (yani mescidi / Allah’ın hakimiyetini inşa edeceklerine([2])) kuracaklarına işaret edilir.
Böylece gelecekte müminlerin iktidara mutlaka geleceğini ve Cenab-ı Hakk’ın söz verdiği zaferin mutlaka gerçekleşeceğini bildirirken Mekke müşriklerinin müminleri Ebu Talip tepesinde ölüme mahkûm edip daha sonrasında da onların anısına mezar taşları ve kitabeler dikerek onları da putlarının arasına katmayı planladıklarını da açık eder.
21 – İşte bu yöntemle onların hikayesini aktardık ki, Allah’ın vaadinin hak / gerçek olduğunu ve son saatin gelip çatacağından kuşku duyulmaması gerektiğini bilip anlasınlar. Hani o zamanlar halk aralarında işlerini tartışıyorlardı. Onlardan bir kısmı “Üstlerine bir duvar / kitabe / mezar taşı dikin.(onların gerçek konumunu) Rableri daha iyi bilir.” Onların durumuna vakıf olanlar / Düşmanlarına karşı galip gelenler ise: “Biz mutlaka onların üzerine bir mescit yapacağız!” dediler. (Kehf Suresi 21)
12.9. Eğitilen Kadroların Geleceğe Etkisi
Nasıl ki Ashab-ı Kehf’den haberdar olan toplumdaki bir kısım insanlar onların mücadelelerinin büyüklüğünü örtmek ve böylece onların mücadelelerinin geleceğe yansımalarını engellemek için onları az sayıda gösteriyor ve olaydan ders almak yerine konuyu onların sayısı konusundaki belirsizliğe getiriyorsa aynı şekilde Mekke müşrikleri de boykota maruz bıraktıkları müminlerin sayısını az göstermeye ve onları önemsiz kayda değer bir çoğunluk olmadıkları izlenimi vermeye çalışacaklardır. Bu yolla müminlerin geleceğini (gaybı) taşlamak (kötülemek / öldürmek) amacındadırlar.
Halbuki onlar belki o gün için az sayıda olabilirler ama mücadelelerinin büyüklüğü nedeniyle geleceğe etkileri çok fazla olacağından onların mücadelesine gelecekteki katılımcıların sayısını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği Cenab-ı Hak tarafından elçisine iletilir. Böyle hak mücadelesi yapanlara gelecekte büyük desteğin verileceğini ve katılımların fazla olacağı hususunu az sayıda da olsa ilahi öğretiye vukufiyet sahibi olanların da bildiği ayrıca vurgulanır.
Bu nedenle boykota maruz kalmış ve destansı bir direniş öyküsü yazmakta olan müminler topluluğunun azlığı / çokluğu konusunda Mekke müşrikleri ile tartışmaya girilmemesi ve onlara itibar edipte bu müminler için herhangi bir talepte bulunulmaması Hz.Muhammed’e ve müminlere tembihlenir.
22- Geleceği (gaybı) taşlayarak “Onlar, üç kişidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekleri gibi, (diğer bazıları ise) “beş kişidirler, altıncıları köpekleridir" diyecekler, (diğer bir kısmı ise) “yedi kişidirler; sekizincileri köpekleridir” diyecekler … De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında gerçek bilgiye sahip olanların sayısı çok azdır.” Bu sebeple artık onlar hakkında bilinen / zahir olanın haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında itibar edip onlardan (Mekke Müşriklerinden) bir şey isteme! (Kehf Suresi 22)
12.10. Her mücadele İlahi Sosyolojik Yasalar (Toplumsal Sünnetullah) çerçevesinde gerçekleşir
Boykota maruz kalan müminler, Allah elçisinin yanında yer almanın bedelini çok ağır bir şekilde ödüyorlardı. Bu durum onlarda yanlış düşüncelere de yol açıyordu. Zira Allah’tan ve elçisinden yana tavır koymaları nedeniyle Cenab-ı Hakk’ın kendilerine destek vermesi ve çarçabuk / erken / yarın bir zafere kavuşmaları gerektiği fikri zihinlerini meşgul ediyordu.
Cenab-ı Hak ise, bu fikrin yanlış olduğunu, her işin bir oluş seyri olduğunu, bu mücadelenin de ilahi kanunlarla (sosyolojik yasalarla) belirlenmiş bir oluş seyri olduğunu ve bu seyrin dışında hemen / yarın gerçekleşecek mucizevi bir oluş beklenmemesi gerektiğini elçisi şahsında müminlere öğretir.
Cenab-ı Hak inzal ettiği müteakip ayetlerle tevhidi dünya görüşünün hâkim olması için yapılan mücadelede erken ve alt yapısız bir başarının talep edilmemesini emreder. Önce altyapının kurulmasını ve her mücadelenin izlemesi gereken evreleri izlemesi gerektiğini vurgular. Gerçi Kendisi dilerse bu evreleri atlayarak da mücadele zafere erişebilir. Ama normal şartlarda bunun olmayacağını bildirir. Bu nedenle insanlar her işi mutlaka Cenab-ı Hakk’ın evrene koyduğu yasalar çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışılmalıdırlar.
Şayet bu noktada işin oluş seyrinin gereği unutulursa yani acele nedeniyle normal yolun dışına çıkılacak olunursa hemen Rabbin hatırlanması ve yapılacak işin ilmi, yolu, yordamı, usul ve esaslarının öğrenilmesinin O’ndan talep edileceği ve başarının yine O’ndan niyaz edileceği bildirilir. Şöyle ki; “Yapılacak iş ve eylemleri açıkça söyleme, gizliliğe riayet et! Özellikle de yapacağın eylemler için vakit verme! Tarih vererek söylediğin eylemler için müşriklerin bu eylemler konusunda karşı tedbir almasının önüne geç! Sana önerilen ya da sorulan işler konusunda da tarih verme! Tedbirli davran! Yapacağın işleri yapacağını ama Allah izin verdiği / dilediği zamanda yapacağını söyleyerek onların tedbir almalarına engel ol!”
Dahası Cenab-ı Hak elçisinin şahsında müminlere şunları da öğretir; “Yapılacak eylemlerde Allah yokmuş gibi davranılmayacak. Her işte Allah’ın müdahil olduğu hesaba katılacak ve O’nun izni talep edilecek. Çünkü yarının ne getireceğini O’ndan başka kimse bilemez.”
23-24-Hiçbir şey için, “Ben bu işi yarın kesinlikle yapacağım” deme. Ancak “Allah dilerse” de. Bunu terk ettiğin / unuttuğun vakit hemen Rabbini hatırla ve de ki “Umarım Rabbim beni, bundan daha yakın / üstün bir bilgi ve bilinç düzeyine / başarıya eriştirir.” (Kehf Suresi 23-24)
12.11. Allah’ın Vaad Ettiği Zaferin Tarihlendirilmesi
Nasıl ki Ashab-ı Kehf’ten sonra onların mücadelelerini önemsizleştirmek ve amacından saptırmak isteyen toplumdaki bazı kesimler, onların mağarada kalış süreleri üzerinde spekülasyon yaparak üç asır ya da üç asır artı dokuz yıl şeklinde tartışmalar geliştirdilerse aynı şekilde Mekke müşrikleri de boykot / muhasara ettikleri müminlerin mücadelelerini basitleştirip önemsiz göstermek için onların bu şekilde muhasara altında asırlarca tutulacağını iddia ediyorlardı. Onların bu muhasaradan / boykottan asla çıkamayacaklarını iddia ediyorlardı.
Cenab-ı Hak, bu durumu anlattıktan sonra elçisine yerlerin ve göklerin geleceği kendisinin bildiğini ve kimsenin kendi hakimiyetini kurmasına engel olamayacağını ve müminlere sadece kendisinin yardım edeceğini (veli olduğunu) eninde sonunda müminlerin ilahi öğretiye dayalı sistemi tesis edeceğini müjdeler. Ve gerçekten de Cenab- Mevla’nın bu müjdesi, üç asra bedel bir üç yıllık sıkı eğitim kampı / zorunlu hapis ve bu süreye ilave olarak 9 yıllık Medine İslam Cumhuriyeti’nin mücadesi sonunda tecelli edecektir. ([3]) Boykotun sona ermesinden sonra hem Mekke’de hem de uluslararası çevrede durum / şartlar tıpkı mağaraya sığınan gençlerde olduğu gibi müminler lehine değişmeye başlayacaktır. Bu kıssa ile birgün bu hapis hayatından kurtulacakları diğer bir ifadeyle uykudan uyanacakları ve gösterdikleri çabaların sonucu bambaşka bir aleme uyanacakları müjdelenir. Cenab-ı Hak bu süreçte zamanı müminlerin lehine çevireceğini bildirir ve başlarına gelene sabırla direnmeleri çağrısında bulunur. Geleceğin müjdelerle dolu olduğunu anlatır.
25-26- Onlar mağaralarında üç asır kaldılar ve dokuz da ilave ettiler. De ki: “Allah, onların ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir.” Göklerin ve yerin gaybı yalnızca O’nun içindir. O, ne güzel görür, O ne güzel işitir! Onlar için, O’ndan başka bir veli (yardım eden, yol gösteren, koruyan / yöneten) yoktur. O (Allah), kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez. (Kehf Suresi 25-26)
Bu müjdeyi verdikten sonra Cenab-ı Hak, elçisine kendisine bildirildiği şekilde hareket etmesini ve müminlerle birlikte sabırla direnmesi gerektiğini bildirir. Boykot nedeniyle maddi imkânsızlık, yoksulluk ve açlık yaşanacağını ama bunları göğüslemesi gerektiğini belirtir. Ebu Cehil gibi nefsinin arzusuna uyan, işi aşırılık olan kişilere asla boyun eğmemesini emreder.
27- 31- Sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku / izle! Rabbinin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın. Sabah-Akşam / Daima Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaran kişiler ile beraber kendini sabreden biri kıl. Dünya hayatının ziynetini / servetini arzu ederek sakın onlardan gözlerini ayırma. Bizim öğretimizden / zikrimizden nefret eden, nefsinin arzusuna uymuş ve işi de aşırılık olan kimseye asla itaat etme. Ve de ki: “O hak olan öğreti, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Şayet yağmur isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Ve kötü bir sondur! Şüphesiz iman eden ve ıslah edici işler yapanlar; şüphe yok ki Biz, işi güzel yapanların mükafatını kaybetmeyiz. İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel mükafattır! Ve ne güzel bir sondur! (Kehf Suresi 27-31)
[1]) NOT: Ashab-ı Kehf olarak bilinen gençler, Yahudi kaynaklarda “kumran Cemaati” olarak bilinen ve eğitim yapmak üzere ıssız mağara ve vadilere çekilen mü’minlerdir. Bu olay daha sonra Hristiyan kaynaklarda yüzyıllarca uyuyan mü’min gençler metaforuna büründürülmüştür. Bunların bugün için mevcut rejimlere muhalif olan hareketlerin / yapıların uyuyan hücrelerine benzediği şeklinde okumamız da mümkündür. (A.A)
[2] ) NOT: Nitekim bunu mescidi nebeviyi inşa ederek gerçekleştirmişlerdir. (A.A)
[3] ) NOT: Müminler Allah’ın yardımıyla M 617 yılında başlayan ve üç yıl süren bir boykotu müteakiben 9 yıllık bir mücadele sonunda Ocak- M 630 yılında Mekke’yi fethetmişlerdir. Böylece Allah’ın hakimiyeti / iktidarı Mekke’de gerçekleşmiştir.
12.12. Boykota İştirak Eden Mekke’nin Zenginlerinin Uyarılmaları
Boykot sırasında müminler sıkıntı içerisinde iken Velid b. Muğire gibi Mekke’nin müşrik ileri gelenleri müreffeh bir hayat yaşayacaklardı. Onların Ebu Cehil’in boykot çağrısına iştirak etmelerinin nedeni piyasadaki rakiplerden birisinin piyasadan çekilmesi, onların da piyasaya egemen olmaları ve servetlerini katlamaları demekti. Diğer taraftan şayet boykota iştirak etmezlerse bu kez sahip oldukları zenginlik ve servetlerini kaybetme tehlikesi vardı.
Her ne kadar onlar bu durumu servetlerini katlamak için bir fırsat olarak görseler de bunun gelecekte kendilerine faturasının ağır olacağını göstermek gerekiyordu. Zira gerek kendi kabilesindeki kişiler gerekse diğer kabileler bunu utanmaları gereken büyük bir ayıp olarak anlatacak ve yüzlerine vuracaktı. Ayrıca Cenab-ı Hak onların Ebu Cehil’in kuyruğuna takılarak böyle yanlış işler içerisinde olmalarının karşılıksız kalmayacağını zengin ve yoksul iki adamın öyküsünü konu alan bir kıssa inzal ederek bildirir.
Velid b. Muğire gibi kişilerin bir diğer özelliği dindar / muhafazakâr olmaları idi. Onlar kendilerine bahşedilen servet ve zenginliği gurur, kibir ve üstünlük vesilesi olarak kullanıyorlar ve bunları kaybetmeyi asla istemiyorlardı. Bu nedenle Hz.Muhammed’in @ önerdiği tevhidi dünya görüşü sistemini servetlerinde azalma olacağı ve bu servetlerini toplumda üstünlük vesilesi kılamayacakları için kabul etmiyorlardı. Ayrıca kendilerine verilen bu servet nimetini kendilerinin Allah’ın sevgili kulları oldukları için bahşedildiğine inanıyorlardı. Bu düşünce onları seçkinciliğe ittiği için şayet dünyada toplumsal devrim olacak olursa da yine kendilerinin seçkin ve zengin bir konumda olacaklarını, ahirette ise Cenab-ı Hakk’ın kendilerini yine güzel nimetlerle karşılayacağına inanıyorlardı.
Cenab-ı Hak, onların bu kanaatlerinin yanlış olduğunu, Allah’tan yana olup, elçisine ve müminlere destek vermedikleri takdirde gelecekte bu nimetleri rüyalarında bile göremeyeceklerini bildirmesini elçisinden ister. Boykota maruz kalacak müminlerin bu nimetlere kavuşacağını ama müşrik elitlerin zenginliklerinin yerle bir olacağı uyarısında bulunmasını ister. Şu andaki servetlerinin yağmurun meydana getirdiği bir yeşillik gibi olduğunu ama yaz sıcakları ile birlikte bunların kavrulup çerçöpe döneceğini ve savrulacağını bildirir. Dağların ahirette yürütülmesi ve yeryüzünde yükseltilerin yok edilip dümdüz edilmesi gibi mevcut şirk egemenliklerinin / iktidarlarının devrildiği ve seçkinci yapıların yok edildiği zaman bu muhafazakâr zenginlerden de yaptıklarının tek tek hesabının sorulacağını bildirir.
Bu uyarılarla Velid b. Muğire gibi gururlu, kibirli zengin muhafazakarların müminlere yapılmakta olan boykota / muhasaraya karşı kayıtsız kalmamasına yönelik mesajlar verilir. Diğer taraftan boykot neticesinde bütün servetlerini kaybedecek olan Haşimoğulları ve müminlere de zengin ve yoksul iki adamın öyküsünü konu alan aynı kıssa ile moral verilir. Boykotun ve arkasından gelecek mücadelenin sonunda boykotçu kibirli zengin Mekke müşriklerinin sahip oldukları bütün servetin yok olacağı ve müminlerin zenginleşeceği bildirilir.
32- 44- Ve onlara, iki adamı örnek ver: Bunlardan birine üzümlerin her çeşidinden iki bağ kıldık ve iki bağın etrafını da hurmalıklarla kuşattık. İkisinin (iki bağın / iki bahçenin) arasında ekinler bitirdik. Her iki bahçe de hiçbir şeyi eksiği olmaksızın, ürünlerini verdiler. Aralarından da ırmak akıttık. Bu kişinin (iki bağın sahibinin] ayrıca başka gelirleri / serveti de vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşına: “Ben, malca senden daha zengin, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi. Ve bu adam, kendine zulmederek bağına girdi: “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat’in vukubulacğını da zannetmiyorum. Velev ki Rabbime döndürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” dedi. Arkadaşı ona “Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni olgun insan haline getireni mi inkâr ediyorsun? Fakat O, benim Rabbim Allah’tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: ‘Maşallah, güç kudret ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir.’ deseydin ya! Sen beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsun ama belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten bir felaket indirir de kupkuru bir toprak haline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya bile güç yetiremezsin” dedi. Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Bunun üzerine onun (bağı) için yaptığı harcamalar nedeniyle ellerini ovuşturmaya başladı. O bağlar çardakları üzerine yıkılıp kalmıştı, O da “Ah! Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. Ona Allah’tan başka yardım edecek bir topluluk da olmadığı gibi kendi kendisini de kurtaramadı. İşte o zaman velayet / vilayet / Yönetim / egemenlik / yardımcılık ve koruyuculuk / yol göstericilik yalnızca Allah’a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi olduğu gibi en güzel geleceği veren de yine O’dur. (Kehf Suresi 32-44)
Boykotu fırsat bilip Haşimoğullarının ve müminlerin çekilmek zorunda oldukları piyasadan pay kapma yarışında olan Velid bin Muğire gibi kodaman müşriklere elde edecekleri mal ve zenginlikleri Tevhidi dünya görüşü hâkim olduğunda kaybedecekleri tehdidinde bulunulduktan sonra bunun bir de ahirette faturasının çıkacağı uyarısı yapılır.
Onlara bu dünyanın kısa zamanda geçip gideceğini ve Cenab-ı Hakk’ın herkesi ahirette hesaba çekeceği belirtilir. Onların mal ve güç biriktirmeye çalışmalarının küçük hesaplar olduğu ve kısa zamanda ellerinden çıkıp gideceği, ıslah edici güzel eylemlerde bulunmanın ise hem bu dünya da hem de ahirette kalıcı mükafatı olduğu ifade edilir. Onların Cenab-ı Hakk’ın huzuruna toplanıp hesap vermeyi inkâr ettikleri dile getirilir. Halbuki ahirette herkesin hesabının kılı kırk yaran bir hesap ile görüleceği ve küçük olsun büyük olsun işlenen her amelin mutlaka karşılığının olacağı belirtilir.
45-49-Sen onlara dünya hayatının / günü birlik yaşamın misalini ver: O (dünya hayatı / kısa vadeli / günü birlik yaşam), gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çer çöp oluvermiştir. Allah her şeye muktedirdir. Mal ve oğullar, dünya hayatının / kısa vadeli / günü birlik yaşamın süsüdür. Baki / kalıcı / uzun vadeli ıslah edici eylemler ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır. Bizim dağları yürüttüğümüz gün sen yeryüzünü açık ve net göreceksin. Onları haşredip huzurumuza toplayacağız ve onlardan hiçbir kimseyi bırakmayacağız. Onlar, saflar halinde Rabbine sunulacaklar. And olsun ki sizi ilk yarattığımız gibi Bize geleceksiniz. Aslında siz, size vaad edileni yapmayacağımıza inanıyordunuz.” Kitap / amel defteri ortaya konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu / aklı başına geldiğini göreceksin. “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf Suresi 45-49)
Cenab-ı Hak, zengin muhafazakarlara uyarılarına devam eder ve geçmişte Hz.Muhammed’in @ önderliğinde tevhit olunmasına bir çok Mekke ileri geleni (Mele’ topluluğu, ihtiyarlar heyeti üyeleri) evet demişken Ebu Cehil gibi olan iblislerin buna karşı çıktığının hatırlatılmasını ister. O iblislerin aslında Mekke ve Mekkeliler için ne kadar tehlikeli olduklarını ve kendilerini yok oluşa götürdüğünü görmelerini ve Hz.Muhammed’den @ yana tavır koymalarını belirtir. O bu emirlerini Hz. Âdem @ kıssası metaforunda elçisine inzal eder. Şayet onlar bu tavırlarından vazgeçmeyecek olurlarsa da tarihte yıkıma uğramış nice toplumlar gibi onların da zamanı gelince yıkılıp gideceği uyarısını yine aynı kıssayı takip eden ayetler ile yapar.
50- 59-Hani Biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis hariç hepsi hemen secde etmişti. O (İblis), cinlerdendi. Böylece Rabbinin emrinin dışına çıktı. Hala siz, bana karşı onu ve onun soyunu evliyalar (Yöneticileriniz, Önderleriniz) mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değişimdir bu! Ben, onları, göklerin ve yeryüzünün yaratılışına ve kendilerinin yaratılışına şahit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim. O gün şöyle diyecek: “Benim ortaklarım olduğuna inandığınız kişileri hadi çağırın” der. Onlar onları çağırdılar fakat onlar bu çağrıya icabet etmediler. Biz, onların arasına ateşten bir engel kıldık / kılacağız. Suçlular ateşi görünce artık kendilerinin ona düşeceklerine iyice kani olacaklar fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamayacaklar. And olsun ki bu Kur'an'da insanlar için bütün konuları geniş geniş açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha düşkündür. Kendilerine hidayet (doğru yol, kitap, elçi) geldiği zaman insanların iman etmelerine ve Rablerinden günahlarının bağışlanmasını dilemelerine mâni olan şey, evvelkilerin sünnetlerinin kendilerine gelmesini ya da azabın göz göre göre gelmesini beklemekten başka ne olabilir ki? Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkarcılar ise hakkı, batılla iptal etmek (ortadan kaldırmak) için mücadele ediyorlar ve ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alaya alırlar. Rablerinin ayetleriyle öğüt verilip / hatırlatma yapıldığı zaman ondan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını unutan kimseden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki Biz onların anlamamaları için kalplerine bir engel, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da bundan sonra onlar asla hidayete eremezler. Bununla beraber senin rahmet sahibi Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer onları sorgulasaydı, elbette onlara azap etmede acele ederdi. Lakin onlara vaat edilen bir zaman vardır. Onlar, O’na karşı asla bir sığınak bulamazlar. İşte, zulmettikleri zaman helak ettiğimiz ülkeler! / şehirler! Biz onların helâkleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik. (Kehf Suresi 50-59)
12.13. Bölgedeki Güç Dengelerinin Değişmesi ve Müminlerin Karamsarlığı
Arap yarımadasının üç tarafı denizlerle çevrili ve iki tarafındaki denizler Çin ve Hindistanı Avrupaya bağlayan iç denizler olması nedeniyle bu bölgede sürekli birbirleri ile nüfuz mücadelesi yapan iki süper güç vardı. Doğuda İran Sasani imparatorluğu ipek yolunu ve Basra körfezini kontrol etmekte idi. Batıda ise Bizans / Doğu Roma imparatorluğu Kızıl denizi yani Habeşistan ve Mısır ile devamında Suriye, Filistin ve Anadolu ile bölgeyi kontrol etmekteydi.
Bu bölümün başlangıcında değinildiği üzere Hz.Muhammed’in @ Habeşistan’ın desteğini almış olması Mekke müşrik yönetiminin kendilerine boykot uygulamasını imkansız kılıyordu. Zira Habeşistan’ın ticari ilişki ve ehli kitap olmasından Bizans’a yakınlıkları vardı. Ayrıca Mekke tüm Arap kabileleri arasında ticaretin serbestçe yapıldığı ‘Serbest Bölge’ niteliğindeydi. Bunlara bir de müminlerin de Mekke’nin sakinleri olmaları ayrıcalığı eklenince müşriklerin Hz.Muhammed’e @ ve müminlere boykot yaparak bu ayrıcalıklı statüye aykırı davranmayı ve dengeleri aleyhlerine değiştirmeyi göze almalarını imkansız kılıyordu. Yine daha önceki bölümlerde değinildiği üzere boykotun yapılması halinde Mekke müşrik yöneticilerinin yıkımının hızlanacağı ve bunun Mekke’nin statüsüne çok zarar vereceği Cenab-ı Hakk tarafından elçisine bildirilmiş ve Hz. Muhammed @ de bununla Mekke müşrik elebaşılarını uyarmıştı. Onlar da siyasi dengelerin boykotla kendi aleyhlerine değişeceğinin farkında olduklarından sürekli boykot tehdidi yapıyorlar fakat bir türlü buna bir fırsat bulamıyorlardı.
Ancak onlara bu fırsatı İran Sasani İmparatorluğunun Bizans’a karşı yürüttüğü işgal hareketi verdi. İran Sasani İmparatoru 2. Hüsrev MS 614 yılında başlattığı savaş ile iki yıl içerisinde Suriye, Filistin ve Mısır’ı kendi topraklarına kattı. ([1])
Böylece Arap Yarımadasının kuzeyi ve Kızıl deniz ticaret yolları da İran Sasani imparatorluğunun kontrolüne geçmiş oldu. Mekke müşrik yöneticileri açısından Hz.Muhammed@ ve taraftarlarına boykot uygulamasının önünde artık hiçbir engel kalmamıştı. Hz.Muhammed’in @ müminleri Habeşistan’a hicret ettirerek kazandığı uluslararası destek birden kaybolmuştu.
Arap Yarımadasının Kuzeyinde meydana gelen bu gelişmeler Mekke müşriklerini cesaretlendirmiş ve Hz.Muhammed@ ve taraftarlarına boykotu uygulamaya başlamışlardı.
Diğer taraftan müminler açısından bu olumsuz gelişmeler müminleri büyük bir karamsarlığı itmişti. Zira tüm baskı, şiddet ve işkencelere rağmen hareket gelişmiş, güçlenmiş, uluslararası desteğe de kavuşmuş ve Mekke müşriklerinin bile artık yönetimi devretmeyi tartışma noktasına geldikleri bir sırada böyle olumsuz bir gelişmeyle boykota maruz kalmaları onlarda çok büyük bir ümitsizlik yaratmıştı. Bu aşamaya kadar hareketin seyri açısından gayet olumlu seyreden gelişmelerin birdenbire olumsuz seyre dönüşmesinin nedenini bir türlü anlayamıyorlardı. Cenab-ı Hakk’ın kendilerine yardım ve zafer vaadi konusunda içlerine şüpheler düşmektedir. Onların içlerinden geçen “Neler Oluyor?”, “Neden Böyle Oluyor?”, “Neden Yüce Rabbimiz Elçisine yardım etmiyor?”, “Tam vaat edilene erişmek üzereyken şimdi neden birden hareket kan kaybediyor?”, “İman eden bizlere bu bir ceza mı?”, “ Neden?” vb. sorulara ve tereddütlere cevap verilmesi ve müminlerin teskin edilmesi gerekmektedir.
Müminlerin içlerindeki bu şüpheleri ortadan kaldırmak, sorularına cevap vermek, mücadele azim ve gayretini kaybetmemeleri için Cenab-ı Hak Kehf Suresi 60-82 ayetlerini içeren Musa-Bilgin Kul (Hızır) kıssasını inzal eder. Müminlerin karşılaştıkları bu sıkıntılı durumun sebebi hikmetini bu kıssa ile anlatmak onların bunalımlarını ve tereddütlerini giderecektir.
Önce gelinen noktaya kadar olan kısmın kıssa diliyle bir özeti anlatılır. Şöyle ki Hz.Muhammed @ kabilelerin birleşip tevhit olmaları (iki denizin birleşmesi metaforu) için Cenab-ı Hakk’ın yol göstericiliğinde bir yola koyulmuştu. Böylece hem Kızıl Deniz hem de Basra Körfezi birleşecek ve kontrol Bizans ya da İran / Sasanilerin değil İslam Cumhuriyetinin olacaktı. Tıpkı Hz.Musa @ gibi Hz.Muhammed’de @ bu yolda yıllarca mücadele etmesi ve sıkıntı çekmesi gerekse de yılmadan mücadelesine devam etmeye söz vermişti. Çünkü peygamberlik görevi bunu gerektiriyordu. Bugüne gelinceye kadar O çok sıkıntılı / bunalımlı günler geçirmişti. Taraftarlarına yapılan işkence ve şiddet, kendisine yapılan hakaret, aşağılama ve şiddet uygulamaları O’nun bu yolda çektiği çile ve meşakkatlerdi.
Taraftarlarından büyük bölümünün Cenab-ı Hakk’ın yardımı ve inayeti ile mucizevi bir şekilde Mekke müşriklerinin elinden kurtularak Habeşistan’a deniz yoluyla hicret etmeyi başarması (kıssa da bu husus denizin içinden bir yol bulunması neticesinde sıkıntıların / bunalımların unutulması / kaybolması metaforu ile anlatılır.) ve orada Habeşistan Yönetimince kabul görmelerinden sonra elde edilen uluslararası destek sayesinde hareketin kısa zamanda hedeflerine ulaşacaklarına kanaat getirdikleri sırada İran Sasani İmparatoru 2. Hüsrevin bölge dengelerini alt üst eden işgal harekatı nedeniyle boykotla yüz yüze gelmişlerdi. Bu durum hareketin geri dönmesine ve tekrar mücadelenin / hareketin Mekke içerisinde devam etmesi gerektiğine neden oldu. (Hz.Musa @ ve yardımcısının gerisin geri sahraya / kayaya dönmeleri metaforu)
2. Hüsrevin işgal hareketinin zamanlaması öylesine enteresandı ki Hz.Muhammed @ ve yanında kalan müminler (özel de Hz.Ömer) tevhid hareketinin uluslararası destek sağladığı, Mekke müşriklerinin yönetimi Hz.Muhammed’e devretmeyi düşündükleri böylece sıkıntılarının gittiğini zannettikleri bir zaman dilimiydi. Hz. Muhammed’in @ yol arkadaşları artık bundan sonra sıkıntıların yaşanmayacağı, bunalımların (sıkıntıların / bunalımların denize dalıp gittiği nokta) kaybolduğu zehabına kapıldılar. Fakat, İran Sasani imparatoru 2.Hüsrevin Suriye, Filistin, Mısır işgal edip Anadolu’ya yönelmesi Mekke müşriklerine özellikle Ebu Cehil’e (Şeytan kimliği ) cesaret vermiş ve onlar, değil Hz.Muhammed’e@ iktidarı teslim etmek O’nu, taraftarlarını ve Haşimoğullarını boykota / muhasara altına almış ve her türlü alış verişi yasak etmişlerdi. Şeytan Ebu Cehil bu boykot ile Hz.Muhammed’in@ hareketini engeller yani onları kabilelerin tevhit olması noktasından uzaklaştırır. (Bu durum kıssa da aslında eğitim için aranan şeyin sıkıntı ve çile olduğu ama Şeytanın bu sıkıntıları unutturması metaforu ile anlatılır.)
Bölgesel güç dengelerinin 2.Hüsrev’in işgal hareketiyle Mekke’deki dengenin de müşrikler lehine değişmesine ve kendilerine boykot uygulanmasına müminler bir anlam veremez. Fakat tıpkı Hz.Musa’nın @ sahraya / kayaya geri dönüp orada bu uğurda öğreneceği daha çok ilahi hikmetler olduğunu bilmesi ve bunun için bilgin bir kuldan ders alması örneğinde olduğu gibi Hz.Muhammed’in@ ve özellikle de müminlerin bu yolda öğrenecekleri daha çok şeyler olduğu, yaşadıkları bu boykotun elbette çok hikmeti olduğu bu kıssa üzerinden anlatılacaktır. Yani bu işin öyle kolay olmadığı, uzun soluklu bir mücadele gerektirdiği ve daha öğrenilecek çok şeyler olduğu kıssalar ile anlatılır.
60-64- Hani bir vakit Musa, genç yardımcısına demişti ki; “İki denizi biraraya getiren şeye (yer, tevhid,) Ulaşıncaya kadar durmayacağım / yoluma devam edeceğim;[bu yolda] yıllar harcamam gerekse bile!” Böylece onlar iki denizi biraraya getiren şeye (yere, tevhide) ulaştıklarında hutularını (sıkıntı, bunalım, balık) unuttular / terk ettiler / bıraktılar / kaybettiler. Çünkü denizin içinden kendi yolunu bulmuştu. Bu şekilde mesafe aldıktan sonra o (Musa), yardımcısına: “Getir kuşluk / sabah yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi. O (yardımcısı): “Bak sen şu işe! Hani kendisine sığındığımız Kaya vardı ya! İşte orada ben hutuyu (sıkıntıyı, bunalımı) unutmuştum / kaybetmiştim / bırakmıştım. Mucizevi bir şekilde denizin içinde kendi yolunu bulup gittiği zaman o hutuyu (sıkıntıyı, bunalımı) muhakkak şeytan unutturdu. / terk ettirdi. / bıraktırdı." dedi. O (Musa), “İşte aradığımız şey bu!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler. (Kehf Suresi 60-64)
Dikkat edilirse, içine düştükleri durumun sebepleri konusunda müminlerin ileriyi göremedikleri / göremeyecekleri aşikardır. Zira onlar gelinen aşamaya kadar uğradıkları zararlardan ve çektikleri eziyetlerden kurtulacaklarına ve zafere kavuşacaklarına dair Cenab-ı Hakk’ın sürekli tekrarladığı vaadini düşündüklerinden boykot nedeniyle birden içine düştükleri kötü durumun hikmetini kavrayamadılar. Tabi ki burada Haşimoğullarının ve müminlerin içinde bulundukları şartlarda geleceği görebilmeleri ve hikmetli düşünebilmeleri beklenemez. Çünkü bütün toplumlar o andaki durum ve içinde yaşanılan hale göre tepki verir.
Diğer taraftan müminler için uygun görünmese de bazı olay ve oluşumlar garip ve ters gelse de Cenab-ı Hak iradesi ile kendisine yakışanı yaratır. İşte bu prensipler çerçevesinde Haşimoğullarına ve müminlere “olan bitende bir hayrın / bir hikmetin var olduğu” anlatılmalıydı. Şu anda her şeyin tersine dönmesinin de bir hikmeti olduğunu ve peygambere tabi olunacak olunursa bu olayların içerdiği hikmetleri yaşayarak göreceklerinin ifade edilmesi gerekiyordu. Bu hikmetlere ilişkin çeşitli örnekler bu kıssalar ile verilecekti. Diğer taraftan olayların derinliğini kavramalarının imkânsız olması nedeniyle sabırsızlıklarının normal karşılandığı da bu kıssalarda vurgulanır. Böylece boykot ile başa gelen sıkıntıların yaşanması gerektiği ifade edilir. Ayrıca bazı olayların göründüğü gibi olmadığı ve birçok boyutunun olduğu da bildirilmeliydi. Olayları bütün boyutları ile görebilenlerin çok az olduğu da anlatılmalıydı. Bu nedenle Cenab-ı Hakk’ın rehberliği şarttı ve bir an olsun O’nun yol göstericiliğinden uzak olunmaması gerekiyordu. İlahi rehberlik ile yönlendirilen Hz. Muhammed’e@ müminlerin çok zor olsa bile yine de tabi olmaları gerekiyordu ki içinde bulundukları sıkıntılardan kurtulabilsinler.
Bu hususlar Hz. Musa @ ve Alim Kul (Hızır) arasında geçen sözleşme kıssası ile anlatılır. Buradaki sözleşmede taraflar, Hz. Musa @ metaforunda Hz. Muhammed @ ve taraftarları ile Alim Kul metaforunda Cenab-ı Hakk’ın görevlendirdiği ve O’nun ilahi emirlerini yerine getiren diğer elçiler / kullardır. (Cenab-ı Hakk’ın takdirini / kaderini / emirlerini gerçekleştiren Cebrail, Azrail vb. Melekut alemindeki ve dünya alemindeki her türlü kullar, yaratılmış varlıklar).
Cenab-ı Hak bu kıssada müminlere başlarına gelen bu boykot ve muhasara olayı ile bundan sonra da çok çeşitli zorlukların yaşanacağını, onların bunlara da katlanmaları ve ilahi emirlere itaat etmeleri konusunda tereddüt etmemeleri gerektiğini anlatır. Bütün yaşanacakların ve emirlerin bir hikmete matuf olduklarını ve bu hikmetleri ileride göreceklerini vurgular.
65-70- Derken kendisine katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul buldular. Musa ona: “Sana öğretilen bilgiden, aydınlatıcı prensipleri / rüşdü / olgunlaştırıcı bilgileri bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi. O (Âlim kul): “Korkarım ki sen benimle beraberliğe sabredemezsin! Bütün yönleriyle kavrayamadığın meseleler karşısında nasıl sabredebilirsin ki? / kendini tutabilirsin ki?” dedi. O (Musa): “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim” dedi. O (Âlim kul): “O halde eğer bana uyacaksan, ben sana anlatmadıkça bana hiçbir şey hakkında soru sorma.” (Kehf Suresi 65-70)
Şayet boykot öncesi Utbe bin Rebia’nın tavsiyesine Ebu Cehil de muvafakat edip Hz.Muhammed’in @ önünü açsalardı kolay ve eğitilmemiş kadrolarla kurulacak bir tevhit devleti çok uzun ömürlü olmayacaktı. Bunu gelinen aşamada Arap Yarımadası etrafında yaşanan diğer önemli gelişmeler ispat etmektedir.
Miladi 613 de Suriye’nin alınmasıyla başlayan İran Sasani İmparatorluğunun işgal hareketi 614 yılında Filistin, 616 yılında Mısır ile devam etmiş ve 619- 620 yıllarında Anadolu’yu geçerek Kadıköy’e kadar dayanmıştır. İran Sasani Kralı 2. Hüsrev’in Ehli Kitap olan Bizans’a ve Bizans’ın müttefiki olan ülkelere karşı yaptığı bu işgal hareketi sırasında Mekke’de gelişen tevhit hareketinden bu işgalci kralın haberdar olmaması düşünülemez.
Habeşistan gibi ehli kitap bir yönetim ve ehli kitap kabilelerce desteklenen Hz.Muhammed’in@ tevhidi dünya görüşü hareketinin şirk sistemine karşı başarı kazanması ve iktidara gelmesi İran Sasani İmparatorluğunun asla razı olmayacağı bir durumdur. Zira bu durum Çin ve Hindistan ile Avrupa arasındaki ticaret yollarının kendi elinden çıkması ve kendisinin bu bölgedeki ticaretten pay alamaması demektir. Bizans’ı yok edebilecek kudrete sahip bir süper gücün elindeki ticaret yollarının alınması demek olan bu iktidar değişikliği, hiç de bağışlanacak bir hareket değildir. Bu nedenle Hz. Muhammed’in @ o dönemde iktidara gelmesi tevhidi hareketin 2. Hüsrev’in ordularının ayakları altında ezilip yok edilmek ile aynı anlama geleceği çok açıktır.
Sonuç olarak; Hz. Muhammed’in@ böyle bir vasatta Arap yarımadasına hâkim olması demek, İran Sasani Kralınca Mekke’nin işgal edilerek tevhid hareketinin (kıssada yoksul gençlere ait gemiye benzemesi) çok vahşi bir şekilde yok edilmesi (kıssadaki zorba bir kral tarafından gemiye el konulması metaforu) anlamına gelmektedir. Bu nedenle ilahi bir tedbirle Hz. Muhammed’in@ o vasatta iktidara gelmemesi ve hareketinin boykot uygulanarak zayıflatılması yani hareketin ilahi bir tedbirle defolu gösterilmesi (Kıssadaki geminin delinmesi metaforu) zorunluluk arz etmektedir. Tabi ki bunu müminlerin içinde yaşadıkları durumda anlamaları, kabullenmeleri ve sabretmeleri oldukça zordur. Zira boykot ile müminler ve Haşimoğulları ile birlikte tevhid hareketi de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır. (Kıssadaki geminin içindekilerin boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaları metaforu) Hz. Musa @ üzerinden Hz.Muhammed @ ve müminlerin bu hayıflanmalarına ve itirazlarına Cenab-ı Hakk’ın azarlamaması ve takdir ettiği / emrettiği işlerde zorluk yüklememesi duası / isteği vardır.
71-73- Derken ikisi (Bilgin kul ile Musa) yola koyuldular; Nihayet bir gemiye rastlayıp ona bindiler ve o zat gemiyi deldi. Musa dayanamayıp: “Ne yaptın öyle?” dedi “İçindeki yolcuları boğmak için mi yaptın bunu? Vallahi çok korkunç bir iş yaptın!” O (Âlim kul): “Ben, ‘Kesinlikle sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?’ demedim mi?” dedi. O (Musa): “(Ne olur) Unutmam nedeniyle beni azarlama ve bana verdiğin emirlerde bana güçlük yükleme!” dedi. (Kehf Suresi 71-73)
Hz. Muhammed@ Mekke müşriklerinden iktidarı alma noktasına gelmiş iken Arap yarımadası çevresindeki süper güç dengelerinin müşrikler lehine dönmesinin müminler açısından hayal kırıklığı yarattığı aşikardı. Fakat Hz.Muhammed’in hareketi herhangi bir dış desteğe dayanmamalıydı. Tamamen yerli ve milli olursa başarı şansı vardı. Şayet Sasani kralı 2. Hüsrev ezeli rakibi olan Bizans’ın dünya görüşüne yakın bir gelişmenin Arap yarımadasında hâkim olduğunu görürse yönünü Mekke’ye çevireceği çok açıktı. Cenab-ı Hak İslami hareketin Habeşistan’ın desteğiyle gelişmesinin yanlış olduğunu ve bu politikanın öldürülmesi gerektiğini böylece takdir etmişti. Ebu Cehil önderliğindeki müşrikler, Sasani kralının işgal hareketinden cesaret alarak Habeşistan’ın desteğini almış olan Hz.Peygamberin hareketini boykot kararıyla sıfırlamış görünüyorlardı. Halbuki Cenab-ı Hakk’ın muradı ise Hz. Peygamberin İslami hareketinin Medine Hicreti politikası ile daha hayırlı ve başarılı bir döneme evrileceğini, yetişkin delikanlının öldürülüp yerine daha hayırlı bir evladın verilmesi metaforuyla göstermektedir. (Kıssadaki bir kişiyi öldürme suçu işlememiş ancak gidişatı da buna ve daha fazla suça meyilli tavır ve davranışlar sergileyen bir delikanlının alim kul tarafından öldürülmesi metaforu).
74-76- Derken bir delikanlıya rast gelinceye kadar gittiler; O (Âlim kul) onu öldürüverdi. O (Musa): “Bir can karşılığı olmaksızın suçsuz bir kimseyi niçin öldürdün? And olsun ki sen çok kötü bir şey yaptın!” dedi. O (Âlim kul): “Sen benimle arkadaşlık etmeye katlanamazsın dememiş miydim?” diye tekrarladı. O (Musa): “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Benden yeterli özür dinledin.” dedi. (Kehf Suresi 74-76)
Mekke’nin şirk sistemi neredeyse yıkılacak noktaya gelmişti ki, Cenab-ı Hakk’ın takdiri gereğince Arap yarımadasının kuzeyindeki ülkeleri İran Sasani Kralı 2. Hüsrev’in işgali ile gelişen olaylar sonucunda yıkılmak yerine daha da tahkim oldu. (Kıssadaki şehirde yıkılmak üzere olan bir duvarın Alim kul tarafından sağlamlaştırılması metaforu) Üstelik Mekke müşrik elebaşıları Hz.Muhammed’e @ ve yandaşlarına her türlü yiyecek ve geçimlik ihtiyacını vermeyi kesti ve onlara boykot uyguladı. (Kıssadaki şehir yönetiminin Hz. Musa ve Alim Kulun yiyecek ihtiyacını karşılamaması metaforu) hem de boykot uygulamasından önce Mekke müşrik yöneticilerinin bütün uzlaşma tekliflerini ve uzlaşma için vermeyi taahhüt ettikleri mal, makam, kadın ve serveti Hz. Muhammed @, ilahi emir gereği reddetti. (Alim Kulun ücret talep etmemesi metaforu)
77- Bunun üzerine yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkıyla karşılaştılar ve onlardan yiyecek bir şeyler istediler. Fakat onlar bu ikisini ağırlamayı reddettiler. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O (Âlim kul), onu doğrultuverdi /onarıverdi. O (Musa): “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi. (Kehf Suresi 77)
Cenab-ı Hakk’ın ilahi takdiri ile tevhidi dünya görüşü hareketinin neden sekteye uğratıldığı, neden perişan bir hale getirildiği soruları müminleri meşgul ederken onların bu sorularına cevap Hz.Musa @ ile Alim Kul yolculuğunda yaşananlar üzerinden cevaplar verilir, bu gelişmelerin neden böyle takdir edildiğinin anlatımına geçilir.
78- O (Alim kul): “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabra takat getirmediğin şeylerin tevilini haber vereyim: (Kehf Suresi 78)
Şayet böyle bir vasatta Hz.Muhammed @ ve tevhidi dünya görüşü Mekke’de hakim olsaydı bu iktidarın sürdürülebilir olması oldukça zordu. Zira; Ehli Kitap bloku ülkelerinden olan Suriye, Filistin ve Mısır’ı işgal edip bu blokun lider ülkesi olan Bizans’ın üzerine yürümekte olan ve Mekke müşrikleri ile de şirk açısından dini bir yakınlığı olan İran Sasani imparatoru 2. Hüsrev Mekke’deki bu iktidar değişikliğine sıcak bakmayacaktı. Çünkü O Arap yarımadasındaki kabilelerin tevhid olup üçüncü bir süper güç olarak karşısına çıkmasını istemeyecekti. Dahası bu iktidarın ehli kitaba yakın olması yine kendi aleyhine gelişen bir güç dengesi oluşturacaktı. Böylece bölgedeki ticaretten elde edeceği pay son derece azalacaktı. Belki de hiç alamayacaktı. Bu nedenle tıpkı kıssadaki her sağlam gemiye zorbalıkla el koyan bir kralın hikayesinde olduğu gibi 2.Hüsrev’de zorbalıkla bölge ülkelerini işgal ediyordu. Bu kapsamda olmak üzere Mekke’de kendi menfaatlerine karşı gelişen ve iktidara gelen tevhidi dünya görüşü hareketine (gemi metaforunda) dur demek için Mekke’yi de işgal etmesi muhakkaktı. Mekke şehri vakti zamanında Mezopatamya’dan kaçmış Hz.İbrahim’in kurduğu bir şehirdi. Bizans ve İran ile kıyaslandığında oldukça yoksul ve ilkel şartlarda yaşayan kabilelerden oluşmaktaydı. Geçimlerini Mekke’nin stratejik konumundan kazanıyorlardı. (Yoksullar metaforu). Cenab-ı Hak, Ebu Cehil eliyle elçisini ve taraftarlarını boykota uğratmakla onların aslında güvenliklerini sağlamış olmaktaydı. Ayrıca boykot sürecinde de eğitilerek donanımlarını tamamlamalarını takdir etti. Hz. Muhammed’in@ ve müminlerin başlattığı tevhid hareketinin defolu görünmesi, su alan ve batmakta olan bir gemi gibi boğulup yok olması mukadder görünen bir hareket sanılması için boykota uğratılması bu durumun hikmetini ifade etmekteydi.
79- “O Gemi var ya; o, denizde çalışan yoksullarındı. İşte o nedenle ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü ötelerinde de her sağlam gemiye zorbalıkla el koyan diktatör / zorba bir kral vardı.” (Kehf Suresi 79)
O aşamaya kadar yaşananlar göstermekteydi ki daha Hz.Muhammed’in@ yandaşları olgunlaşmamıştı. Onların yetişmeleri için daha çok ders almaları, çile çekmeleri, sıkıntılara göğüs gerebilecek metanete erişmeleri ve İlahi öğretiyi iyi özümsemeleri gerekiyordu. Aksi takdirde az bir zorlukla karşılaşıldığında hemen ilahi düsturları terk eder ve yine sapıklığa giderek tüm kabileleri peşlerinden sürükleyebilirlerdi.
Bu zamana kadar harekette meydana gelen olumlu gelişmeler müminlerde bir özgüven ve bir miktar romantizm oluşturmuştu. Fakat daha alınacak çok mesafe vardı. Bu hissiyat ve özgüvenin fikriyata dönüşmesi gerekiyordu. Aksi takdirde tevhidi dünya görüşü hareketi sadece heyecanla başlarsa, zor karşısında bu heyecan sürdürülemez ve sönüp giderdi. Mekke’nin sorunu heyecan ve söylem sorunu değil sistem ve değerler sorunuydu. Özgüven yüklü canlanan heyecan ve hissiyatla gelen egemenlik, mevcut şirk sistemine eklemlenecek olursa retorikten ileri geçemeyeceği açıktır.
Bu durum Habeşistan’a hicret eden müminler üzerinde görülmekteydi. Hicret eden müminler birtakım hatalar işliyorlar ve hatta bazıları oradaki Hristiyan keşiş ve papazların ayartmaları ile Hristiyan bile olmaktaydılar. Aynı zamanda Habeşistan’ın desteğiyle gelişecek İslami hareketin Bizans’ın etkisinde kalacağı da açıktı. Bu nedenle Habeşistan’a hicret politikasına son verilmesi gerekiyordu.
Boykot sürecinde hareketin kendisini ölü hale getirip / öldürüp boykot süresince fikriyatın geliştirilmesine gayret edilecek olursa sağlıklı bir harekât geliştirilmiş olacaktır. Zaten de boykot dönemi ve sonrasında gelen sureler incelendiğinde tamamen bir düşünce / fikriyatın tesis edildiği görülecektir. Arkasında geliştirilecek daha yerli ve milli bir politika ile hayırlı başarılar elde edilecekti.
80- “Delikanlıya gelince; onun anne-babası mümin kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk.” (Kehf Suresi 80)
Tıpkı bir insanın ölüp yerine yenilerinin gelmesi metaforunda anlatıldığı üzere bu hareketin de gelişmişliği sıfırlanarak tekrar başa dönülmesi ve bu hareket temsilcilerinin zorluk, sıkıntı, yokluk ve acıyla yoğrulmasını sağlayacaktı. Dahası bu boykot döneminde ilahi öğreti ile verilecek dersler / fikriyat çerçevesinde yetişecek müminlerin yapacağı tevhit hareketi daha hayırlı, daha sağlam, daha ayağı yere basan ve daha rahmetli / merhametli / paylaşımcı olacaktı. Fedakârlık yapan bir hareketin üyeleri uzun soluklu bir mücadeleyi yürütebilecekleri gibi büyük bir medeniyeti de yaratabileceklerdir.
Bu düşüncenin doğruluğunu ispatlayan husus, Hz.Muhammed’in@ vefatından sonra Medine’deki müminlerin ([2]) haricindeki neredeyse tüm iman etmiş kabilelerin şirke dönmeleri / irtidat etmeleridir. Çünkü irtidat eden bu kabileler iman ederken Hz.Muhammed’in@ askeri üstünlüğünün verdiği heyecan ve hissiyatla iman etmişlerdi. Onların imanının düşünceye / fikriyata dayanan bir yönü yoktu. Şirk zihniyeti devam ediyordu. Hz. Muhammed’in@ vefat etmesi üzerine onlarda bu hissiyat ve heyecan sona erdi ve üzerlerinde bir baskının da olmaması onları inkara sürükledi. Hz. Ebu Bekir’in üzerlerine ordu göndermesinden sonra tekrar iman etmek zorunda kaldılar. Onların bu imanları zaman içerisinde düşünce / fikriyat ile buluşunca asırlarca süren bir kalıcılığa kavuştu.
81- “Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine daha temiz, daha hayırlı ve merhamet bakımından daha merhametlisini versin’ istedik.” (Kehf Suresi 81)
Müminler gelinen aşamada rüşde ermiş değillerdi. Yukarıdaki örnek işlenirken açıklandığı üzere onlar özgün bir medeniyet yaratmak ve süper güçlerle boy ölçüşebilmek için henüz çok zayıf, donanımsız ve yetersiz idiler. (Kıssada belirtilen şehirdeki yetimler metaforu) Şayet İran Sasani süper gücü ile karşı karşıya gelecek olurlarsa yok olmaları muhakkaktı. Bu nedenle kendilerine boykot uygulayan (yemek vermeme, aç bırakma metaforu) Mekke’nin şirk sisteminin kendiliğinden yıkılmasına bile müsaade edilmemeli idi. (Kıssadaki yıkılmak üzere olan duvar metaforu) Gerçi bunu müminler yapamazlardı, yapmaları da meşru değildi ama Cenab-ı Hak bu hikmetin tecelli etmesi için müşrik iktidarın ayakta durmasını hatta güçlendirilmesini irade etti. (Kıssadaki duvarın doğrultulması / onarılıp ayağa kaldırılması metaforu) Bunun için de İran Sasani kralı 2. Hüsrev’in arka arkaya kazandığı zaferlerle Suriye, Filistin ve Mısır’ın işgal etmesi ve Anadolu üzerinden Bizans’ın üzerine yürümesi Mekke müşriklerine cesaret verdi ve Ebu Cehil’in bu cesaretle Utbe bin Rebia tarafından gündeme getirilen iktidarı Hz.Muhammed’e@ devretme düşüncesinden vazgeçtikleri gibi Hz.Muhammed @ ve yanlılarına boykot uygulayarak iktidarlarını sağlamlaştırdılar.
Ancak onların bu boykot hareketleri müminlerin fikri / düşünce temelli olarak yetişmelerine, güçlenmelerine ve rüşdlerine ermelerine olanak sağladı. Onlar bu süreçte her açıdan donanımlı hale geldiler. Ta ki Mekke şirk sistemi kendiliğinden değil bizzat müminler eliyle yıkılsın. (Kıssadaki duvarın yetimler eliyle yıkılması metaforu) Böylece müminler iktidar nimetinin değerini bilsinler ve bir medeniyet ortaya koyacak değerler üretebilsinler. (Kıssadaki yetimlerin kendilerine ait hazineleri çıkarmaları metaforu)
Bütün yukarıdaki olaylar Cenab-ı Hakk’ın takdiri ile gerçekleşti. (Alim kul namıyla Hızır, Cebrail, Azrail, vb melekler ile çeşitli tabii güçlerin bunları kendi isteğiyle değil Cenab-ı Hakk’ın emriyle gerçekleşmiş olduğunu belirtmesi metaforu)
82- “Ve Duvar ise şehirde iki yetim oğlana aitti. Onun altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da salih bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların reşit / güçlü / kuvvetli / olgun olacakları çağa gelip, hazinelerini çıkarmalarını diledi. Ben bunları kendi emrimle / irademle / isteyerek yapmadım. İşte bunlar, dayanamadığın şeylerin açıklamasıdır.” (Kehf Suresi 82)
Bu kıssa aynı zamanda Hz.Muhammed’in@ İslam Cumhuriyetini kurduğu zaman devletin yaşaması ve halkının huzurlu bir yaşam sürdürebilmesi için istihbarat, operasyon ve politika üretecek bir akıl merkezine / istihbarat merkezine ihtiyacının olduğunu da öğretmektedir. Nasıl ki böyle merkezler toplumun huzurunu bozacak büyük kötülükleri engellemek ya da daha büyük maslahatı gerçekleştirmek için yapacakları bilgi toplama ve operasyonlarında cari hukuka aykırı hareket ederek faaliyet yürütüyorlarsa, Hz.Muhammed’in @ kuracağı İslam Cumhuriyetinde de bu tür merkezler faaliyetleri sırasında bir takım ihlaller gerçekleştireceklerdir. Fakat onların faaliyetleri merkezin analiz ve değerlendirmesine göre maslahatı temin veya şerri def etme yönünde birtakım hikmetlere binaen yapılacaktır. Cenab-ı Hak elçisini ve müminleri İslam Cumhuriyetinin mükemmel bir sistem ile kurulması için bu kıssa ile onlara ders vermektedir.
[1] ) Not: Sasaniler daha sonra İstanbul Kadıköye kadar bütün Anadolu’yu da istila etmiştir.(M619-620)
NOT: Rum suresi M619-620 yıllarında inmeye başlamıştır. (A.A)
[2] )NOT: Mekke’nin fethinden sonra iman edenler bile peygamberimizin irtihalini takiben irtidata yeltenmişler fakat Vali Addas’ın uyarı ve tehditleri ile irtidattan vazgeçmişlerdir. (A.A)