top of page

BÖLÜM 23

HÜZÜN YILI VE TAİF

23.1. Boykot Sonrası

Boykot sonrası Hz.Muhammed@ ve müminler sevinemediler. Zira Haşimoğulları bütün sermayelerini tüketmiş, iyice fakirleşmişlerdi. Müminler de hakeza aynı durumda idiler. Bütün bunların yanında Ebu Talip hastalanmış ölüm döşeğinde yatmaktaydı. Hz.Muhammed’in@ her zaman arkasında duran ve O’nu koruyan bu önemli şahsiyetin kaybedilme tehlikesi ile yüz yüze gelinmişti. Ancak diğer taraftan Mekke müşrik elitlerinin de boykot nedeniyle çevre Arap kabileleri nezdinde prestijleri sarsılmıştır. Zira mukaddes beldede o beldenin sakinlerine yapılan kötü muamele Kabe’nin kuruluş felsefesine uymamaktadır. Bu nedenle çevre Arapları Hz.Muhammed’e@, Haşimoğulları’na ve müminlere yapılan bu boykotun yanlışlığını tartışır olmuşlardır. Mekke müşrik ileri gelenleri uyguladıkları boykot konusunda haklı olduklarını ispat etmek için şirk sisteminin faziletlerini(!), Allah’ın ortaklarını(!) anlatmak için şehir şehir / belde belde dolaşmakta ve çevre Arap kabilelerini kendi yanlarında yer almaya ikna etmeye çalışmaktadırlar.

Bununla beraber Ebu Talib’in hastalanması Mekke müşrik elitleri için bir umut ışığı da yakmıştır. Hz.Muhammed’in@ arkasında duran bu güçlü desteğin yıkılması halinde O’nu yakalayıp yok etmenin kolay olacağını düşünmektedirler. Cenab-ı Hak ise geçmiş tarihte de elçileri yakalayıp ortadan kaldırmak isteyen müşrik toplumların kendilerinin yok olduğunu örneklendirerek onları tehdit eder. Onların Hz.Muhammed’in@ desteksiz kalmasını gözetleyip durmalarının boş olduğunu, zira bütün arşın ve çevresinin peygamberin ve müminlerin en büyük destekçisi olduğunu belirtir. Çevre ülke ve kabilelerdeki yöneticilerin onun ve müminlerin yok edilmesinin önündeki en büyük engeli oluşturduğunu vurgular.

Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed@ ve müminlere verdiği destek ile tevhit hareketini yükselteceğini ve bu yükselişin asla önlenemeyeceğini müjdeler. Gelecekte bütün kabilelerin tevhit oluşturarak mülkü / yönetimi Allah’ın ilahi öğretisi üzerine bina edeceklerini ve o gün hakimiyetin Kahhar olan Allah’a ait olacağı uyarısında bulunur. Bu nedenle Mekkelilerin sonradan çok pişman olacakları bir girişimde bulunmalarının çok yanlış olduğunu ve bu yanlışı işledikleri takdirde yaptıkları hatadan geri dönüşün de mümkün olmadığı uyarısını geçmiş toplumların başına gelen bela ve felaketleri anlatarak yapar. Bütün bu hususlara Mü’min / Gafir suresinin giriş kısmında ifade eder.

 

Rahman Rahim Allah Adına.

 1-22- Hâ Mîm. Bu kitabın indirilişi, Azîz ve Alîm olan Allah tarafındandır. O’dur günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı şiddetli olan ve kullarına bol nimet ikram eden. O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş de O’nadır. İnkarcılardan başkası Allah’ın ayetleri hakkında mücadele etmez. Onların (tevhit hareketini kötü gösterme amaçlı propaganda yapmak için) şehir şehir / belde belde dönüp dolaşmaları seni endişeye düşürmesin. Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki birtakım topluluklar da inkâr etmişlerdi. Bu ümmetler / topluluklar kendi peygamberlerini yakalayıp yok etmek için teşebbüste bulunmuşlardı. Hakkı yok etmek için batıl / şirk görüşleri ileri sürerek mücadele etmişlerdi. Sonunda Ben de onları kıskıvrak yakalayıverdim. İşte, azabım nasılmış gördüler. Böylece Rabbinin “Muhakkak ki onlar ateş ehlidir” sözü o inkarcılar üzerine hak oldu.  Arşı taşıyan ve onun (arşın) etrafındaki kimseler, Rablerine hamd ederek / yönelerek tesbih ederler / hedefe doğru ilerler ve O’na inanırlar / O’na güvenirler. İman edenler için bağışlanma dilerler ve şöyle derler: “Rabbimiz! Sen rahmetle ve ilimle her şeyi kuşattın. Onun için tövbe eden ve senin yoluna tabi olanları bağışla ve onları cehennem azabından koru! Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, eşlerinden ve soylarından ıslah edici eylemlerde bulunanları vaad ettiğin Âdn cennetlerine koy. Muhakkak ki Aziz / mutlak galip ve Hakim / hüküm ve hikmet sahibi olan Sensin. Onları kötülüklerden de koru. Sen kimi kötülüklerden korursan, işte o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, en büyük kurtuluştur.”  İnkarcılara ise mutlaka şöyle seslenilir: “Şüphesiz ki Allah’ın gazabı / buğzu, sizin kendi kendinize olan buğzunuzdan / kızmanızdan daha büyüktür. Zira siz imana / güvenmeye çağrılırdınız da inkâr / ret ederdiniz.”  Onlar (İnkarcılar) dediler ki: “Rabbimiz! Bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Şuçlarımızı da itiraf ediyoruz. Artık bundan sonra kurtuluş için bir yol var mı?” İşte bu, sizin tevhit için Allah’a çağrıldığınız zaman inkâr etmeniz ve O’na ortak koşulunca da inanmanız sebebiyledir. Artık hüküm, yüceler yücesi ve Büyük olan Allah’a aittir. O (Allah) ki, size ayetlerini göstermekte ve size gökten bir rızık indirmektedir. Ancak bundan O’na gönülden yönelenden başkası öğüt almaz.  Haydi, inkârcılar hoşlanmasa da dini sadece Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. / boyun eğin / itaat edin. O, dostlarının derecelerini yüceltir. Arş’ın sahibidir: O, toplanma  / kavuşma / buluşma günü hakkında uyarmak için kendi emrinden / kendi işinden olan ruhu (vahyi) kullarından dilediğine ilkâ eder./ indirir.  O gün (toplanma / kavuşma / buluşma günü) onlar, meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz.  O gün mülk kimindir? Elbette sadece tek ve kahhâr olan Allah’ındır!  Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Artık bugün zulüm yoktur. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir. Yaklaşmakta olan gün hakkında onları uyar. O zaman kalpler korku ile boğaza gelir dayanır. Zalimler için ne sıcak bir dost ne de sözü dinlenir bir şefaatçi vardır. O (Allah), gözlerin hainliğini ve kalplerin gizlediğini bilir.  Allah hakkı ikame eder / gerçekleştirir. Onların O’na ortak koştukları ise hiçbir şeyi ikame edemezler / gerçekleştiremezler. Muhakkak ki Allah, en iyi işiten, en iyi görendir. Onlar yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinden önceki kişilerin akıbeti nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvet ve eser bakımından kendilerinden daha üstündüler. Böyle iken Allah onları günahları sebebiyle yakalayıverdi. Onları Allah’a karşı koruyan birileri de olmadı.  İşte bu, onlara peygamberleri apaçık delillerle gelmiş olmalarına rağmen inkâr etmeleri sebebiyledir. Bu yüzden Allah da onları yakalayıverdi. Şüphesiz O, güçlüdür, cezalandırması da çok şiddetlidir. (Mü’min Suresi 1-22)

 

Cenab-ı Hak, Mekke müşrik ileri gelenlerinin hata yapmamaları konusunda uyarı yaptıktan sonra onların niyetlerinin ne olduğunu Hz. Musa @ ve Firavun arasında cereyan eden kıssa üzerinden anlatır.

Önce Hz.Muhammed’in@ destekçilerine yapılan baskı, şiddet ve boykot,  Firavun’un Hz.Musa’nın @ destekçilerine yapmış olduğu soykırım ile özdeşleştirilir. Daha sonra Firavun timsalindeki Ebu Cehil’in Hz.Muhammed’i@ öldürme niyetine işaret edildikten sonra müşriklerin peygamberimizin Mekke’de fitne / kargaşa çıkardığına ilişkin olarak çevre Arap kabileleri nezdinde yaptığı propaganda gündeme getirilir. Hz.Muhammed’in@ Mekke’nin Firavunlarından Allah’a sığınması ise Hz.Musa’nın @ Firavunun tuzaklarına karşı Allah’a sığınması metaforu ile anlatılır.

 

23–27- Andolsun Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille / sultanla Firavun’a, Hâmân’a ve Kârun’a gönderdik. Fakat onlar; “O bir sihirbazdir, çok büyük bir yalancıdır” dediler.  Böylece o (Musa), katımızdan onlara hakkikati getirince onlar; “Onunla (Musa ile) birlikte iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın.” dediler. Ama inkarcıların planları, her zaman boşa çıkar. Firavun; “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim, o da Rabbini yardıma çağırsın. Muhakkak ki ben onun, sizin dininizi değiştirmesinden veya ülkede kargaşa / fitne / anarşi çıkarmasından korkuyorum” dedi.  Musa; “Muhakkak ki ben hesap gününe inanmayan, bütün zorba kibirlilerden, benim de Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım” dedi. (Mü’min Suresi 23-27)

 

23.2. Ebu Talip’in Vefatı Öncesi Vasiyetleri

Ebu Talip boykotun sona ermesinden kısa bir süre sonra hastalandı. Ebu Talip’in öleceğini anlayan Mekke’nin bütün eşrafı başına toplandı. Ölmek üzere olan Ebu Talip ile bu ileri gelenler arasında bir diyalog gerçekleşti. Bu görüşmede elbette ki peygamberimizde hazır bulunmaktaydı.

Mekke müşrik ileri gelenleri ile Ebu Talip ve peygamberimiz arasında geçen diyaloğu Kur’an bize Mü’min / Gafir suresindeki Firavunun yöneticilerinden olup da imanını gizlemiş kişi ile Firavun ve avanesi arasında geçen kıssa metaforunda sunmaktadır.

Ebu Talip zahiren iman etmemiş olmasına rağmen peygamberimizi en zor günlerinde bile korumuş ve destek olmuştur. (Kıssada Firavun’a yakın yöneticilerinden olup da imanını gizlemiş kişiye kinaye / metafor olarak)

Ebu Talip’in iman etmemiş görünmesi, peygamberimizin ve müminlerin çok faydasına idi. Eğer o imanını açıkça ilan etmiş olsaydı peygamberimize kalkan olamazdı. Zira, Ebu Talip Darun Nedve’nin önemli üyelerinden birisiydi ve Ebu Talip’in iman etmesi demek bugünkü tabir ile dokunulmazlığınin kaldırılması demekti. Onun dokunulmazlığının olması aynı zamanda peygamberimizin de dokunulmazlığını sağlıyordu. Ancak artık Ebu Talip’e ölüm vakti gelmişti ve kendisinden sonra peygamberimizi kim koruyacaktı. Mutlaka bir şeyler yapılmalıydı. Ebu Talip ölüm döşeğinde yapacağı konuşma / vasiyet ile peygamberimize ilişilmemesi, onun öldürülmemesi gerektiği konusunda Mekke müşrik ileri gelenlerini ikna etmeliydi.

Hazır boykotun kırılması hususunda bazı kabilelerin kalpleri yumuşamışken ya da onların bir kısmı böyle devam ederlerse başlarına ne geleceğini anlamışken onları peygamberimize karşı yok edici bir tavır ve davranıştan uzak durmaları gerektiğini anlatmalıydı. Nitekim ruhunu teslim etmeden önce Ebu Talip, başına toplanan Mekke müşrik ileri gelenlerine bir konuşma yaptı ve yeğenine bir kötülük yapılmamasını aksi takdirde kendilerinin başına büyük bir felaket geleceğini onlara bildirdi.

Ebu Cehil ve etrafındaki şeytanlar, boykotun kırılmasından sonra şunu görmüşlerdi; Kureyş’in içerisindeki hiç bir kabile tek başına Hz.Muhammed’i@ ortadan kaldırmak için girişimde bulunamayacaktı. Zira Kureyş içerisindeki kabilelerin birbirleri arasındaki rekabet onları tedbirli davranmaya itiyordu.  Hangi kabile bu yanlışı yaparsa, diğerleri birleşip o kabileyi tasfiye edecekti. Bu nedenle kabileler birbirlerini kolluyor ve asla hep birlikte olmayan bir harekete katılmıyorlardı. Bu nedenle Ebu Cehil şeytanının Hz.Muhammed’den@ kurtulmak için aradığı formül bütün kabilelerin birleşerek onu ortadan kaldırması idi. Fakat bu hareketin tüm Arap yarım adasındaki diğer kabileleri kendi aleyhlerine birleştireceği ve büyük devletleri de arkasına alarak Kureyş aleyhine yapılacak bir ittifakın Kureyş’in Mekke’den sürülme tehlikesi de mevcuttu.  Yani Kureyş’in yapacağı büyük bir yanlış, Kureyş ile çevre kabileler arasındaki rekabeti devreye sokacak ve çevre kabileler geçmişte yaptıkları gibi Kureyş’i yine Mekke’den sürüp çıkarabilecekti.  Ebu Talip Kureyş için başına gelecek en büyük belanın, böyle bir bela olacağına işaret etti. Kureyş’in böyle bir hata yapmasının kendilerine pahalıya mal olacağını anlatmaya çalıştı.

İşte bundan dolayı Ebu Talip onları hem yeğeninin daveti hem de yeğenine karşı alacakları tutumla ilgili olarak pozitif düşünmeye çağırdı. Diğer taraftan yeğeni eğer yalan yere bir iddiada bulunuyorsa elbette bunun sonucunun kendisinin aleyhine olacağını bildirirken, şayet doğru söylüyorsa o zaman da sonucun tüm Mekkelilerin lehine tecelli edeceğini düşünmelerini, bu nedenle ona dokunulmamasını salık verdi. Yeğenine karşı yapılacak yanlış bir hareketin de kesinlikle Kureyş’in aleyhine sonuçlanacağını hesap etmeleri gerektiğini bildirdi.

Dahası Ebu Talip, şu anda Arap yarımadasının kuzeyindeki ülkeleri bütünüyle İran kralı 2. Hüsrev’in işgal etmesiyle her tarafa egemen olsa da bunun uzun sürmeyeceğini ifade ederek dikkatli olunması, İran egemenliğine güvenerek pervasız davranılmaması gerektiğini belirtti. Rüzgârın dönerek Bizans’ın yeniden bölgede nüfuzunu sağlaması halinde bu tür pervasız hareketlerin kendi aleyhlerine döneceği konusunda da onları uyardı. Bunun üzerine Mekke müşrik ileri gelenlerinden birisi (muhtemel Ebu Cehil: Firavuna kinaye olarak) kendilerinin de en doğru yola iletme / en doğru politikayı belirleme hususunda çalıştıklarını belirtti. Ayrıca şu andaki seçtikleri yolun alternatifinin olmadığını ve en doğru politika olduğunu iddia etti. Yani bu durumda peygamberimizin yanlış olduğunu ve gerekirse onu tepelemeleri gerektiğini diplomatik bir dille ifade ettiler.

Fakat Ebu Talip ölüm döşeğinde bile Kureyş’in geleceğinden endişe ettiğini belirtti ve Kureyş’in sonunun Nuh, Semud, Ad ve diğerlerinin ki gibi büyük bir azap / yıkım felaketi ile karşı karşıya kalınacağı endişesi taşıdığını ifade etti. Ayrıca nasıl ki Kureyş’i buraya yerleştiren ve insanları tevhit inancına çağıran Hz. İbrahim @ bir peygamber (Kıssa da Hz.Yusuf ve onun ideolojisine kinaye yapılır) ise ondan sonra bir peygamber gelmeyeceğini nasıl iddia edebiliyorsunuz diye de onları yanlış düşüncelerinden vazgeçirmeye çalışır.

 

28-35- Firavun yakın çevresinden olup da imanını saklayan bir adam şöyle dedi: “Bir adamı, sırf ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Kaldı ki O, eğer bir yalancıysa bir bakarsın ki onun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Yok eğer gerçeği söylüyorsa, tehdit ettiklerinin hiç değilse bir kısmı gelip sizi bulacaktır. Çünkü Allah yalan dolanla aşırı giden hiçbir kimseyi asla hedefine ulaştırmaz.”  (Yine o iman eden adam sözlerine devamla) “Ey kavmim! Bugün iktidar sizin tekelinizde yeryüzünde / bu ülkede ezici güç sahibisiniz, tamam ama, eğer Allah’ın hışmına maruz kalırsak bizi kim kurtaracak?” dedi. (Bunun üzerine) Firavun dedi ki: “Ben size kendi görüşümü bildiriyorum ve ben sizi doğru olan alternatifsiz bir yola yöneltiyorum” İman etmiş olan kimse ise dedi ki: “Ey kavmim! İnanın ki ben, ahzab günü (çevre kabilelerin / hiziplerin birleşip üzerinize gelmesi) gibi bir günün, sizinde başınıza gelmesinden korkuyorum! Yani Nuh Kavmi’nin, Âd’ın, Semud’un ve onlardan sonrakilerin uğradığı türden bir helakın benzerinden korkuyorum. Fakat Allah, kullarına haksızlık etmeyi asla istemez. Ey kavmim! Şüphesiz ben size gelecek o feryat / bağrışma / çağrışma/   kaçışma gününden korkuyorum. O gün arkanızı dönüp kaçmaya çalışacaksınız fakat Sizi Allah’tan koruyacak birini bulamayacaksınız. Zira her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona yol gösteren kimse bulunmaz. And olsun ki bundan önce Yusuf da size delillerle gelmişti. Ama o zaman da onun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o helâk olduğunda (vefat ettiğinde / sistemi yıkıldığında) da kalkıp ‘Bundan sonra Allah bir daha asla Elçi göndermeyecek’ dediniz.” İşte Allah, düştükleri kuşku bataklığında debelenerek kendilerini harcayanları böyle yoldan çıkartır. Bu gibiler kendilerine ulaşmış hiçbir belge ve yetki olmadan Allah’ın ayetleri hakkında mücadele ederler. (Bu durum), hem Allah katında hem de iman edenler yanında büyük bir bayağılaşmadır. İşte Allah, her kibirli zorbanın kalbini böyle mühürler. (Mü’min Suresi 28-35)

 

Allame Kastallani’nin “Mevahibül Ledünniye” eserinde Hişam bin Muhammed bin Esaib Kelbi’ye istinaden Ebu Talib’in ölüm döşeğindeyken Kureyş’in kabile reisleriyle yaptığı görüşmeye ilişkin rivayet ise şöyledir;

“Ebu Talib, bu görüşmede Kureyşli kabile reislerine şöyle vasiyet etmiştir: ‘Bakın! Şu Kabe’ye hürmet edeceksiniz. Zira Rabbinizi ancak bu şekilde memnun edebilirsiniz. Birbirinizin hakkını yemeyeceksiniz. Davet verenin davetini kabul edeceksiniz. Dilenci ve dilek sahibinin ihtiyaçlarını karşılayacaksınız. Akraba ve yakınlarınıza merhametli davranacaksınız. Doğruyu söyleyecek ve emanetlerinize sadık kalacaksınız. Ben sizin Muhammed’e iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. Çünkü O, Kureyş’te emin ve bütün Arabistanda en sadık (doğru sözlü, doğru hareketli) kişi olarak tanınıyor. O, benim size tavsiye ettiğim bütün meziyetlerin toplamıdır. O, öyle bir şey getirmiştir ki, kalp onu kabul ediyor ama dil insanların husumeti sebebiyle reddediyor. Fakat Allah’a yemin ederim benim gözlerim, Arabistanın fakir fukaralarının etrafındaki insanların ve diğer mazlum kişilerin öne çıkıp onun davetini kabul edeceklerini, onun kelimesini tasdik edeceklerini, onun davasını ileriye götüreceklerini, onun da onları yanına alıp tehlikelerle dolu denize atlayacağını ve Kureyşin kabile reislerinin ve eşrafının da avuçlarını yalayacaklarını görüyor gibiyim.’”

Ölüm döşeğinde olan Ebu Talip’in bu konuşması Mekke müşrik ileri gelenleri üzerinde etkili oldu. Özellikle böyle duygusal bir ortamda yapılan konuşma, ileri gelenlerin duygulanmasına yol açtı. Fakat Ebu Cehil (Firavun metaforu) tekrar devreye girdi ve kurnaz bir politika ile ileri gelenlerin Ebu Talip’ten etkilenmesinin önüne geçmeye çalıştı. Hz.Muhammed’in @ getirdiği ilahi öğreti gibi yüksek değerli, halk tarafından beğenilecek güzel sözler, söylemler ve propaganda ([1]) üretmesi için Ebu Cehil kendi yandaşlarından (kıssadaki Haman metaforu)  yardım istedi. Onun avenesinden talep ettiği bu söylem ve propaganda öyle değerli ve yüksek hedefleri içersin ki, böylece iktidarda kalma hususunda iyi bir vasıta / araç olsun. Ebu Cehil’in bu girişimi şimdiye kadar yaptığı tüm baskı, şiddet, boykot ve zorbalıklarına rağmen iktidarının elinden kaymakta olduğunu göstermektedir. O iktidarda kalmak için ilahi öğretinin halkı etkileyen yüksek hedefleri, değer yargıları ve söylemlerine benzeyen söylemlere / politikaya ihtiyaç hissetmektedir.  Bu nedenle yardımcılarından / yandaşlarından (Haman metaforu) kendisine iktidarının devamını sağlayacak enstrümanlar, araçlar bağlamında söylemler üretmelerini istemektedir. Diğer bir ifade ile Ebu Cehil’in avanesinden talep ettiği bu söylem / politika / tezler öyle olsun ki Hz.Muhammed’in getirdiği söylemler, değer yargıları, politika ve ilahi öğretiler gibi yüksek hedeflere (gökler, sebepler metaforu) benzer olsun. O böylece halkı kolay bir şekilde kandırmak ve etkilemek istedi. O, her ne kadar Hz.Muhammed’in (Hz.Musa’ya kinaye ) yalancı olduğuna ve bundan asla şüphesi olmadığına  inansa da ve dolayısıyla onun getirdiklerini kendi söylemine almaya karşı olsa da halkı kandırmak ve etkilemek için bu tür bir söylem / politika / argüman değişikliğine gidilebileceğini belirtti.

Böyle bir siyasi manevra ile Ebu Cehil, Ebu Talip’in diğer ileri gelenleri etkilemesinin önüne geçmeye çalışır.

 

36-37- Firavun dedi ki: “Ey Haman! Benim için yüksek bir kule bina et (benim için Musa’nın ilahının inzal ettiği söylemlere erişecek çok yüksek hedefleri olan bir söylem geliştir), öyle ki o sebeplere (hedeflere / göklerin yollarına / yükselmenin yol ve araçlarına) ulaşırım. Semâların sebeplerine (yollarına / kapılarına). Bu sayede Musa’nın ilahına erişebileyim! Hoş ben onun bir yalancı olduğundan kesinlikle eminim ya!” Böylece bu kötü davranışı, Firavun’a böylesine güzel göründü ve (hakikate giden) yoldan alıkonuldu. Firavun’un planı çöküşünü hızlandırmaktan başka bir işe yaramadı. (Mü’min Suresi 36-37)

 

Ancak Ebu Talip (iman eden kişiye kinaye), Ebu Cehil’in bu siyasi manevrasını bozmak için söze girer ve Mekke müşrik ileri gelenlerini akl-ı selim davranmaya davet eder.

 

38- İman eden kişi dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki sizi olgunluğa erdirici / akl-ı selim yola yönlendireyim.” (Mü’min Suresi 38)

 

Bu görüşmeden sonra Ebu Talip yeğeni ile özel bir görüşme yapmak istediğini belirtti ve ileri gelenler başka bir odaya alındı. Ebu Talip peygamberimizle son görüşmesini yaptı. Bu görüşmede kendisinin ölümünden sonra Haşimoğullarının reisliğine Ebu Leheb’in geçeceğini ve onun koruma yapmayarak müşriklerden yana olacağını söyledikten sonra müşrik ileri gelenler ile bir görüşme yapmasını ve bu işi bir çözüme kavuşturmak için son bir müzakere yapmasını istedi.

Hz.Muhammed@, amcasının isteği üzerine Mekke müşrikleri ileri gelenlerin bulunduğu odaya girdi ve Mekke müşrik ileri gelenlerinin bazılarının, özellikle boykotu kırmada ön ayak olmuş olanlarının, kendisine karşı yumuşamış hallerini hemen fark etti. Fakat Ebu Cehil ve avanesi onların Hz.Muhammed’in@ safına geçmelerini engellemek için  söylemlerinde değişiklik yaptılar. Hz.Muhammed’e@ nazil olan ve öncesinde de herkesin bildiği İlahi öğreti (bu günkü tabirle dini  söylemler) içeren söylemler ile konuşmaya başladılar. Onların bu tarz söylem / politika / argüman ile kalbi yumuşamış ileri gelenlerine yaklaşmalarının altında yatan niyeti peygamberimiz hemen anladı. Onlar bu söylemlerle kendi yollarının da doğru olduğunu ifade etmeye çalışıyorlardı. Peygamberimizin teklif ettiği dünya görüşü ile kendi şirk sistemleri arasında benzerlik oluşturmaya ve böylece peygamberimizi kendi yollarına razı etmeyi denediler. Peygamberimiz şirk ile tevhidin asla aynı olmadığını, şirkin toplumu felakete / ateşe götürürken kendi davetinin cennete / huzura / kurtuluşa götürdüğünü ifade etti;

 

39-43- “Ey kavmim! Bu dünya hayatı sadece kısa vadeli / geçici bir hazdır / kazanımdır. Ahiret ise kesinlikle karar kılınacak (devamlılığı / sürdürülebilirliliği / sürekliliği olan) yerdir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona sadece yaptığının karşılığı kadar bir ceza verilir. Ama erkek olsun, kadın olsun, her kim mümin olarak ıslah edici eylemlerde bulunursa, işte onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler. Ey kavmim! Benim için nasıl bir hal ki / ne biçim iş bu, ben sizi kurtuluşa çağırıyorum fakat siz beni ateşe çağırıyorsunuz. Siz beni Allah’ı inkâr etmeye ve hem de (tanrısal bir nitelik taşıdığı) hakkında hiç bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya davet ederken ben ise sizleri Azîz (mutlak galip, çok güçlü) ve Gaffâr’a (çok bağışlayıcı olan Allah’a) çağırıyorum. Kesinlikle sizin beni çağırdığınız şey ne dünyada ve ne de ahirette kendisine çağrılmaya layık bir şey değildir. Zaten muhakkak ki dönüşümüz de Allah’adır. Ve muhakkak ki haddi aşanlar, cehennem ashâbının ta kendileridir.” (Mü’min Suresi 39-43)

 

Hz.Muhammed’in@ Mekke müşrik ileri gelenlerine verdiği karşılık ile aşağıdaki dersler verilir;

1-Uzun vadeli politika yapılması gerektiği ve günü birlik politikalardan vazgeçilmesi gerektiği,

2- İyilik, güzellik ve islah edici eylemleri içine alan politikalar geliştirilmesi gerektiği,

3- Arabistan’ın, özelde ise Mekke’nin içinde bulunduğu durumun vahim olduğu ve giderek ateşe sürüklendiği ve bu nedenle kurtuluş reçeteleri üzerinde çalışılması gerektiği,

4- Kurtuluş için Allah’a dönülmesi, Allah için insanlara faydalı şeylere yönelinmesi gerektiği,

5- Halk için hiçbir faydayı ve iyiliği düşünmeyen kabileci şirk sistemini ve bu sistemin sahiblerini yani ortaklarını / yerli işbirlikçilerini / şeriklerini / rablerini terk etmek gerektiği.

Hz.Muhammed@ bu vurgularını yaptıktan sonra bir gün bu söylediklerini bir bir hatırlayacaklarını ve kendisinin sadece önlerindeki tehlikeyi haber verdiğini belirterek sözlerini tamamlar.

 

44- “Ve bir gün gelecek, bu sözlerimi bir bir hatırlayacaksınız. Bense sorumluluğuma ilişkin hükmü Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi. (Mü’min Suresi 44)

 

23.3. Ebu Talip’in Vefatı Sonrası Hz.Muhammed’in ve Müminlerin Moral İhtiyacı

Ebu Talip vefat ettikten sonra Hz.Muhammed’in@ yalnızlığı, korumasızlığı izahtan varestedir. Bu durumda onun ve etrafındaki müminlerin moral ve motivasyona ihtiyacı vardır. Bundan sonraki hayatlarında başlarına ne tür felaketler geleceğini tahmin etmek oldukça kolaydır.

Cenab-ı Hak elçisine ve müminlere mucizevi bir ihbar olarak kendilerini Mekkeli müşrik azgınların tuzaklarından koruyacağını Hz.Musa’yı @ Firavunun tuzaklarından koruması metaforunda bildirir. Ayrıca Mekkeli müşrik azgınların gelecekte çok büyük bir yıkımla yıkılacaklarını, esas felaketlerin onların başına geleceğini ahirette karşılaşacakları azap metaforu ile işaret eder.

 

45- 52- Sonra Allah onu (Musa’yı) kavminin kurdukları çirkin tuzaklardan korudu. Firavun’un ehlini (yakınlarını) ise azabın en kötüsü ile kuşattı, Ateş! Onlar sabah akşam (daima) ona (ateşe) arz olunurlar. Son saat gelip çattığında: “Firavun’un ehlini (yakınlarını) azabın en şiddetlisine sokun!” (denilecek.) Onlar ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz?” derler. Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep beraber onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler. Ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin” dediler.  Onlar (Bekçiler): “Size Elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: “Evet (getirmişlerdi)” derler. Onlar (Bekçiler): “Öyle ise kendiniz dua edin” derler. Kâfirlerin duası sadece şaşkınlıktadır (boşa çıkmıştır).  Şüphesiz Biz Elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu dünya yaşamında ve şahitlerin kalktığı (şahitlik edecekleri) günde (kıyamette) kesinlikle yardım ederiz.  O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Ve onlara lânet vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. (Mü’min Suresi 45-52)

 

Cenab-ı Hak, Mü’min Suresinin müteakip ayetlerinde müminlere ve elçisine mücadelelerinde sağlam durmaları için moral vermeye devam eder. Bu minvalde olmak üzere O, Hz.Musa’ya @ rehberlik etmek için Kitabı inzal etmesi ve Hz.Musa’dan @ sonra İsrailoğullarının bu ilahi öğretiye mirasçı kılınması gibi Hz.Muhammed’in@ de mücadelesi boyunca kendisine rehberlik edecek kitaba muhatap olacağını ve daha sonra ise müminlerin bu rehber kitabın mirasçısı olacaklarını bildirir. Bu mücadelenin sonunda mutlaka zafere erişileceği taahhüdünün kesinlikle kaçınılmaz bir gerçek olduğunu belirtir.  Bu nedenle hem elçisinin hem de müminlerin sabretmeleri / kesintisiz bir mücadele yürütmelerini / yılmamalarını emreder. Bu yolda mücadele ederken hataların da yapılacağı ama hatayı farkeder etmez hemen geri dönülmesi gerektiği, hemen Kendisine sığınılmasını, O’na hamd ederek / yönelerek tesbih etmelerini ve hatalardan dolayı da bağışlanma dilemelerini öğütler. Hz.Muhammed’e@ siddetle karşı çıkanların aslında içlerinde taşıdıkları kibir ve gurur nedeniyle bu şekilde davrandıklarını ifade eder.

 

53–56- Ve andolsun ki Biz, temiz akıl sahiplerine bir yol gösterici ve bir hatırlatma olmak üzere Musa’ya “rehber olarak Kitabı” verdik ve İsrailoğullarını o kitaba mirasçı kıldık.  O halde sabret. Şüphesiz Allah’ın vaadi haktır. Günahın için affedilmeyi iste ve akşam sabah (her zaman) Rabbini hamd ile tesbih et. Şüphesiz kendilerine gelmiş kesin bir delil ve yetki olmaksızın, Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenler, göğüslerinde taşıdıkları ancak hiçbir zaman erişemeyecekleri bir üstünlük özentisi nedeniyle sana karşı çıkmaktadırlar. Artık sen onlara karşı Allah’a sığın. Şüphesiz O, en iyi işiten ve en iyi görendir. (Mü’min Suresi 53-56)

 

Mekke müşrikleri hesap vermeye inanmıyorlardı. Zira onlar yaptıklarının hesabını vermeye yanaşmıyorlardı. Hem yönetim olarak halka hesap vermeye yanaşmıyorlar hem de yaptıkları kötülüklerin hesabının bu dünya hayatında gerçekleşmese dahi diğer bir alemde sorulacağını reddediyorlardı.  Bunun gerekçesi olarak daha önce ifade edildiği gibi zenginlikleri ve üstünlüklerinin Cenab-ı Hakk’ın kendilerini seçmesinden kaynaklı olduğunu kabul ediyorlardı. Bu nedenle hesap günü olsa da kendilerinin hesaba çekilmeyeceklerini iddia ediyorlardı.

Diğer taraftan yerlerin ve göklerin, kıyamet günü bozulmasını, yok edilmesini ve yeniden inşa edilmesini imkânsız görüyorlardı. Buna paralel olarak halihazırdaki Mekke’deki şirk iktidarının da yıkılıp yerine yeni bir düzenin / sistemin/ yönetim yapısının kurulacağını reddediyorlardı. Tıpkı kozmik kıyameti inkâr edip imkânsız olarak görmeleri gibi dünyevi iktidarlarının yıkılmasını da imkânsız olarak görüyorlardı.

Halbuki Cenab-ı Hak için ne yerlerin ve göklerin yaratılmasında ne de insanların yaratılmasında herhangi bir zorluk yoktur. O bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece “ol” der. O, “ol” dediği anda o şey oluverir. İnsanlar da önce bir damla su iken varlık dünyasına çıkarılmadı mı? İnsanoğlunun yaşam ihtiyaçları doğumundan ölünceye kadar yine Allah tarafından sağlanmıyor mu? Bu nimetler amaçsız mıdır? Ayrıca kör ile gören bir olmadığı gibi iyi insan ile kötü insan bir midir? Adalet ve zulüm aynı mıdır? İnsanın tercihlerinin, yaptıklarının bir sonucu olmayacak mıdır? Allah bütün kullarına karşı merhametli ise mazlum kullarının hakları, iyi insanların iyiliklerinin karşılığı verilmeyecek midir? Zalim kullarını da yaptıkları zulümlerden vazgeçirmek için rahmetinin gereği olarak Rabbimiz uyarmayacak mıdır?

 

57-68-Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. Kör ile gören eşit olmaz. İman edip salih amel işlemiş olanlar ve kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz?  Şüphesiz o Saat (kıyamet kopuş anı) elbette gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyorlar. Sizin Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz Bana ibadet / itaat etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir” dedi. Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da gündüzü sizin için kılandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Velâkin insanların çoğu şükretmezler (karşılığını ödemezler).  İşte, her şeyin yaratıcısı Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz? İşte Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr eden kimseler böyle çevriliyorlar.  Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil veren –ki şekillerinizi ne de güzel kılmıştır– ve sizi temiz şeylerden rızklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. –İşte, alemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! –  O, diridir, ondan başka ilah yoktur. Bu nedenle, dini sadece O’nu halis kılarak O’na dua edin. Hamd / övgü / yönelim yalnız alemlerin Rabbi Allah’adır.  De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, şüphesiz ben, o, sizin Allah’ı bırakıp taptıklarınıza ibadet / itaat etmekten kesinlikle men edildim ve ben alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum.  O, sonra güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız, adı konmuş bir süreye ermeniz ve de aklınızı kullanmanız için sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alekadan (embriyodan) yaratandır. –Sonra O, sizi bebek olarak çıkarır. Sizden kimi de daha önce vefat ettiriliyor. –  O, yaşatır ve öldürür. Artık O, bir emir gerçekleştireceği zaman ona sadece “ol!” der de o, hemen olur. (Mü’min Suresi 57-68)

 

Ebu Cehil ve avanesinin halkı aldatmak (Firavun ve Haman metaforunda) için ilahi söylemlere benzer olarak ürettikleri söylemler, yüksek idealler ve hedefler içeren politikalar işe yaramıştır. Ebu Talip’in vefat etmeden önce söylediği sözlerden etkilenen bazı Mekke müşrik ileri gelenleri Ebu Cehil’in yaptığı bu propagandalar sonucunda tekrar aldanmış ve şirk düşüncesine tekrar döndürülmüşlerdir.

Mekkeli müşrikler ölüm anının getirdiği içe dönme ve söylenen sözlerin yarattığı derin etkilenmeden kurtularak yeniden peygamberimizin getirdiği ilahi öğreti ile mücadele etmeye başlamışlardır. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, onları ahiretteki cehennem azabı ile tehdit eder.

Hz.Muhammed’i@ ve müminleri de mücadelelerinde sabırlı ve kararlı olmalarını emreder. Öyle ki, liderleri olan Hz.Muhammed’in@ vefat etmesi durumunda bile mücadelelerini bırakmamalarını ister. Eninde sonunda onların yaptıklarının cezasını mutlaka göreceklerini bildirir. Bu cezanın bir kısmı bu dünya da bir kısmı da öbür dünya da olsa da cezalarının mutlaka tam olarak verileceğini deklare eder. Tehdit edilen azabın hak olduğu yani Kendi (Cenab-ı Hak) taahhüdü olduğu ve sonunda mutlaka gerçekleşeceğini ifade eder. Böylece ahiret azabı gibi dünya da da zalimlerin mutlaka azaba çarptırılacağını belirtir. Onların eninde sonunda yenilip bozgun, aşağılanma ve yıkılış azabını tadacaklarını ve halkın da tevhidi dünya görüşünün öngördüğü sistemi zorunlu olarak kabul edeceğini bildirir. Bu hususlar yine Hz.Musa @ kıssasının devamındaki metaforlarla işaret edilir;

 

69- 77- Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenlere / tartışanlara bakar mısın? (Haman’ın ürettikleri söylemlerle) Nasıl da aldatılıyorlar?  Kitabı ve Elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride bileceklerdir. Onlar, boyunlarında halkalar ve zincirlerle sürüklenecekler. Onlar kaynar suya sokulacaklar, sonra da ateşte tutuşturulacaklar (yakılacaklar). Sonra onlara: “Sizin Allah’ı bırakıp da şirk koşmuş olduğunuz şeyler nerede?” denir. Diyecekler ki: “Onlar bizden uzaklaştılar. Biz taptıklarımızın bir hiç olduğunu şimdi anladık.”  Allah, kâfirleri işte böyle dalâlette bırakır.  İşte bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve azmanız sebebiyledir. Ebediyyen orada kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Artık kibirlenenlerin kalacakları yer ne kötü.  Artık sen sabret, şüphesiz Allah’ın vaadi haktır, gerçekleşecektir. Artık onlara yapıp durduğumuz tehdidin bir kısmını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek de onlar, nasıl olsa bize döndürüleceklerdir. (Mü’min Suresi 69-77)

 

Cenab-ı Hak söz verdiği azabın mutlaka geleceğini bildirir ancak bunun vaktini bildirmez. Bu konuda şunları bütün insanların bilmesini ister;

“Vaad edilen azabın gelme vaktini insanlar belirleyemez, elçilerin elinde de böyle bir yetki, güç ve kudret yoktur. Bu konuda tek yetkili ancak Allah’tır. Bu nedenle Allah’ın müminlere vaad ettiği zaferi ve müşrikler için de vaad ettiği yıkım azabının hemen gelmesini Hz.Muhammed’den@ talep etmeyin. O’nun elinde bir şey yoktur. Ne zaman Allah emrederse iste o zaman bu vaad gerçekleşecektir. Geçmiş toplumların bıraktıkları kalıntılar ve onların tarihsel hikayelerini dikkate alır ve iyi incelerseniz o takdirde bu vaadin boş olmadığını, sonunda mutlaka gerçekleşeceğini görürsünüz. Hem de o yıkıma uğramış toplumlar Mekke toplumundan çok daha güçlü, gelişmiş, mamur, zamanının süper gücü ve çok büyük toplumlar olmasına rağmen yıkılıp gitmişlerdir.”

 

78-85-Andolsun ki, Biz senden önce nice Elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık kimini de anlatmadık. Hiçbir Elçi, Allah’ın izni olmaksızın bir ayet / mucize getiremez. Artık Allah’ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar, işte burada hüsrana uğradılar.  Allah, onlardan bir kısmına binesiniz diye sizin için hayvanları kılandır (yaratandır). Onların bir kısmından da yiyorsunuz. Sizin için onlarda daha nice menfaatler vardır. Gönüllerinizdeki arzulara onlara binerek ulaşırsınız. Ve siz, onların ve gemilerin üzerinde taşınırsınız.  Allah size ayetlerini gösteriyor. Peki, şimdi Allah’ın ayetlerinden hangisini inkâr edersiniz?  Yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken kazandıkları şeyler, kendilerine fayda sağlamadı.  Ne zaman ki Elçileri onlara açık bilgilerle / delillerle geldi, onlar kendilerinde bulunan bilgiye güvenerek şımarıklık ettiler (onlarla alay ettiler). Fakat o alay ettikleri şey onları kuşatıverdi.  Sonrasında ise hışmımızı / çetin azabımızı görünce: “Allah’ın birliğine inandık ve O’na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler.  Dediler ama hışmımızı / azabımızı gördükten sonra iman etmeleri kendilerine fayda vermedi. Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden kanunu budur. İşte o kâfirler bu noktada hüsrana düştüler. (Mü’min Suresi 78-85)

 

Ebu Talib ölüm döşeğinde iken Haşimoğullarına ise şöyle vasiyet etmiştir;

“Muhammed’in sözlerini dinlediğiniz ve emirlerini yerine getirdiğiniz sürece huzur ve emniyette olacaksınız. Onun için O’na tabi olun ve O’na yardım edin. Bu şekilde daima doğru yolda olacaksınız” ([2])

Ebu Talib son demlerinde yeğeni Hz.Muhammed’e ve kardeşi Hz.Abbas’a şöyle vasiyet etmiştir:

“Evladım, ben öldükten sonra Beni Neccar’ın yakınlarının (anne tarafından dedesinin ailesi) bulunduğu Medine’ye git. Zira onlar kendi akrabalarını korumakta herkesten ileridir.” ([3])

 

23.4. Hz.Hatice’nin Vefatı

Ebu Talip’in ölümüyle önemli bir destekçisini kaybeden ve ayrıca amcasına yönelik sevgi ve saygısı nedeniyle onun ölümüne çok üzülen peygamberimiz, amcasının acısını unutamadan daha büyük başka bir üzüntü ile sarsıldı. İnsanlar arasındaki en büyük dostu, yardımcısı, sığınağı ve sevgilisini kaybetti. Hz. Hatice vefat etti. Onun vefatı ile peygamberimiz, aşağılandığı, dışlandığı, saldırıya uğradığı zaman yanında huzur bulduğu sığınağını, can yoldaşını, sevgilisini kaybetmişti.

Ebu Talip ve Hz.Hatice’nin vefatları müminleri de çok üzdü. Bu nedenle o sene ‘Hüzün yılı’ olarak isimlendirildi.

Ebu Talip’in vefatından sonra son derece düşman olmasına rağmen kabile asabiyesi ve vasiyet gereği Ebu Leheb’in peygamberimizi korumaya aldığını görüyoruz. Öyle ki peygamberimize kötü davranan İbnül Gaytalayı tokatlayacak kadar savunuyordu. Fakat bu durum Mekke müşriklerini endişeye sevketmişti. Zira kabile asabiyesine bağlı olarak Ebu Leheb’i de kaybetme korkusuna kapılmışlardı. Ebu Leheb’in peygamberimiz üzerindeki korumasını kaldırması için çeşitli tezgahlara başvurdular ve bir süre sonrada Ebu Leheb’in onu korumadan vazgeçmesini sağladılar.

Ebu Leheb’in korumayı kaldırması sonucunda Mekke müşrik ileri gelenlerinin peygamberimize karşı davranışları giderek kötüleşti. Ebu Talip’in hayatı boyunca koruma kanatları altında dokundurtmadığı yeğenine Kureyş, bin bir türlü eziyetleri yapmaya başladı; Kureyş ayak takımından bazılarının onun yolunu kesip hakaretler yağdırması, Ebu Cehil magandasının onun başından aşağıya toprak / pislik dökmesi vb. eziyetler bunlara verilecek örneklerdir. Ancak bütün eziyetlere rağmen yukarıda açıklanan sebeplerle, peygamberimizi ortadan kaldırma girişimlerine rastlamıyoruz. Ta ki hicrete yakın bir zamana kadar.

 

[1] ) Not:  Kule yapılması için kullanılan “sarh “ kelimesi “yüksek değerli, halk tarafından beğenilecek güzel sözler, söylemler ve propaganda” gibi anlamları da içinde barındırdığından bu anlamalar kinaye olarak alındı

[2] ) İbn Sad

 

[3] ) İbn Sad

23.5. Taife Gidiş

Mekke müşrik ileri gelenlerinin peygamberimize karşı kötü davranışları canına kastetmese de canından bezdirircesine artmıştı. Diğer taraftan onlar kendilerini artık o kadar güçlü görüyorlar, o kadar baskı kuruyorlardı ki, Mekke’nin arafta / arada kalmış kimselerinden hiçbir ses çıkmadığı gibi peygamberimizin safına yeni katılımların olmasından da ümit kesilmişti. Peygamberimiz artık şunu iyice anlamıştı; Mekke’de yapacak bir şey kalmamış, Mekke’deki tevhidi dünya görüşü hareketi tıkanma noktasına gelmiştir. Bu nedenle peygamberimiz amcası Hz. Abbas’ın önerisi ile gerek sığınma gerekse de yeni harekât merkezi olarak Taif’i belirlemeyi düşündü. Taif’in böyle bir merkez olarak belirlenmesinin önemli nedenleri vardı. Şöyle ki; Taif’e egemen olmak, Mekke’yi kuşatmak demekti. Taif’te iki büyük kabile vardı. Bunlar Malik ve Ahlaf kabileleriydi. Taif’in yönetimi bu iki kabilenin temsilcileri tarafından yürütülüyordu. Bu kabilelerle, Kureyş arasında büyük bir rekabet vardı. Bu öyle bir rekabetti ki, Ebrehe’nin ordusuna rehberlik yapacak kadar ölümüne bir rekabetti. Onlar Kabe’nin yıkılmasını ve Kureyş’in yok olmasını istemişlerdi. Ebrehe’nin bunu yapması halinde kendileri Kureyş’in yerine geçerek bölgenin ticaret merkezi olmayı hedeflemişlerdi.

Peygamberimiz Taif’in bu iki kabilesinden birisinin desteğini alması durumunda, diğerinin de desteğini sağlayabileceğini ve böylelikle Kureyş’e karşı önemli bir güç elde edebileceğini düşünmüş olmalı. Ayrıca, Ahlaf kabilesinin eşrafı, peygamberimizin amcası Abbas’ın yakın dostlarıydı.

Taif yürüyüşle Mekke’ye iki günlük mesafede bir yerdir. Mekke’den gizlice çıkan peygamberimiz dikkat çekmemek için Taife yaya olarak gitti. Yanına da sadece evlatlığı Zeyd’i aldı. Taif’te kaldığı bir aylık süre içerisinde Ahlaf kabilesinin ileri gelenleriyle birçok kez görüşmelerde bulundu. Onları şirk ideolojisini terk etmeye ve tevhidi dünya görüşünü kabul etmeye davet etti. Fakat Ahlaf kabilesi ileri gelenleri Kureyş’i karşılarına almaktan ve onlarla savaşmaktan çekindiler. Peygamberimizin etrafındaki güçlerin yetersiz ve kendi desteklerinin de Kureyş’i yenmeye yetmeyeceğini ifade ettiler. Ayrıca onların rahatları yerindeydi ve başlarını da belaya sokmak istemiyorlardı. Bu nedenlerle Hz. Muhammed’in @ teklifini reddettiler. Onlar o kadar korkaklardı ki, sadece teklifi reddetmekle kalmadılar, gelecekte Kureyş’in hışmından korktukları için peygamberimizle yaptıkları görüşmelerin gizli tutulmasının kendilerine zarar vereceği endişesi ile peygamberimize son derece kötü ve zalimane davrandılar. Daha da kötüsü O’na bu teklifi nedeniyle yapacakları eziyetlerle, Kureyş’in yakınlığını kazanacaklarını umdular. Peygamberimiz şehri terk ederken Taif’in köle ve çocuklarını kışkırtıp onu taşlattılar.  O ve evlatlığı Zeyd’in her tarafı yaralandı ve kan revan içerisinde Taif’in dışında bulunan Utbe bin Rebia’nın bağına sığınarak taşlamadan ancak kurtulabildiler. Peygamberimiz yaşadığı acılar nedeniyle orada Cenab-ı Hakk’a iltica ederek şu duayı yaptı;

“Ya Rabbi! Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü yalnız sana yakınıyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen ezilenlerin, hor görülenlerin Rabbisin. Sen benim Rabbimsin. Ya Rabbi! Sen beni kimlerin eline bırakıyorsun? Beni sertlik ve zorbalık içinde karşılayan bir yabancıya mı? Yoksa, davamda bana etki yapacak bir düşmana mı? Yeter ki bunlar bana gazabın nedeniyle olmasın. Eğer bunlar gazabın nedeniyle değilse, çektiklerimin hiçbirine aldırmam. Üzerime çöken bu musibet ve eziyetler, şayet senin bana karşı bir gazap ve öfkenden gelmiyorsa, ben bunların hiçbirine aldırış etmem; hepsine gönülden tahammül ederim. İnanıyorum ki, Senin afiyetin bana karşı geniştir. Ya Rabb! Bana yönelik gazabından yahut bana musallat olacak öfkenden kaçıp, her işi bir düzene koyan ve karanlıkları aydınlığa boğan ilâhi nuruna sığınıyorum. Hoşnut kalacağın kadar Sana memnuniyetimi sunuyorum. Sen her türlü tevbe ve istiğfara layık olansın. Kuvvet ve kudret ancak Senindir.” ([1])

 

23.6. Taif Dönüşü Nahle Vadisinde Ecnebilerle Görüşme

Peygamberimiz ve Zeyd, Taif’ten Mekke’ye dönerken Nahle vadisindeki bir konaklama yerinde gecelediler. ([2]) onlar, o gece aynı konaklama yerinde konaklayan ve büyük bir ihtimalle Medine Yahudileri ile bağlantısı olan ecnebilerle / yabancılarla / cinlerle -ki bunların içlerinde Yahudilerinde bulunduğu Medineli Hazreçliler olması kuvvetle muhtemeldir- buluştular. Cenab-ı Hak, elçisinin duasına hemen icabet etmiş ve onu yalnız bırakmayacağını, onu destekleyeceğini göstermek için bu ecnebi yolcuların peygamberimizle buluşmasını takdir etti. Onların kalbini peygamberimize karşı yumuşattı. Söz konusu ecnebiler, peygamberimizden yaşadığı serüveni ve getirdiği dünya görüşünü dinlediler. O, onlara tevhidi dünya görüşünün esasları konusunda Kur’an’dan pasajlar okudu. Onlar okunan pasajlardan çok etkilendiler ve hemen peygamberimizin mesajını kabul ettiler. Kur’an’ın bize haber verdiği üzere, onlar peygamberimizin kendilerine sunduğu ilahi sistemi kendi kavim ve kabilelerine de sundular ve kendi kabilelerini de Hz. Musa’ya indirilen sistemin bir benzeri olan bu yeni sistemi kabule davet ettiler. Fakat sureden anlaşıldığı kadarıyla bu olay bir süre gizli tutulmuştur. Bu durum, daha sonraki bir zamanda Mekke müşrik ileri gelenlerinin hiç farkında olmadıkları bir şekilde aleyhlerine bir gelişme olduğuna delil olarak anlatılır. Bu görüşme açık edildiği zamanda bile görüşmenin tarafı olan ve aralarında Yahudilerin de bulunduğu Medineli topluluğa “cinler / ecnebi / yabancılar” denilerek kimlikleri saklı tutulmuştur.

Nahle vadisindeki konaklamadan sonra peygamberimiz ve Zeyd yolculuklarına devam ettiler. Mekke'ye yaklaştılar fakat giremediler. Zira peygamberimiz Taif’te Mekkelilere karşı bir ittifaka girişmiş ve onun bu ittifak girişimi başarısız olmuştu. Onun bu hareketi Mekkeliler tarafından cezasız bırakılmayacaktı. O, adeta başarısız bir darbe girişiminde bulunduğundan şimdi çok kötü bir pozisyondaydı. Fakat bütün olumsuzluklara rağmen gidebileceği yer olarak Mekke’den başka bir yer de yoktu.

Mekke yakınındaki bir dağda üç gün kaldılar. Bu süre içerisinde Peygamberimiz, Uraykıt ([3]) adındaki Mekkeli bir kişiye rastladı. Onunla konuşup anlaşarak onu gizlice Mekke'ye gönderdi ve kendisini himayesine alarak Mekke’ye girmesinin sağlanması hususunda bazı kabile reisleri ile görüşmesini istedi. Uraykıt, önce Ahnes b. Şerik ile daha sonra Süheyl b. Amr’la görüştü ve peygamberimizin himaye teklifini onlara sundu. Fakat her ikisi de himaye teklifini, Mekke müşrik ileri gelenlerinin gazabına uğramamak için reddettiler.

Hz. Muhammed@, bu kez Uraykıt’ı boykotun kaldırılmasında önemli rol oynayan Mut’im b. Adiyy’e gönderdi ve himaye teklifini yaptırdı. Mut’im b. Adiyy peygamberimizin himaye teklifini kabul etti. Müşrik olmasına rağmen onun bu teklifi kabul etmesi kendisine birçok avantaj sağlayacaktı. Şöyle ki Mut’im b. Adiyy’in bağlı olduğu Nevfeloğulları’na, Mekke kabileleri ile olan rekabette kenarda köşede kalmış olan pozisyonunu düzeltme imkânı doğabilirdi. Şöyle ki himaye nedeniyle Nevfeloğulları da Kureyş içerisinde söz sahibi olmayı diğer bir ifade ile Mekke’deki sorun / sorunların çözümü hususunda masanın bir tarafına oturmayı garantilemiş olacaktı. Mut’im, hemen altı oğlunu kılıç kuşandırıp peygamberimizi himayesine / korumasına almaya gitti. Peygamberimiz Mut’im b. Adiyy’in yani Nevfeloğullarının himayesinde Mekke’ye girebildi. O doğruca Kabe’ye gitti, iki rekat namaz kılıp dua ettikten sonra evine gitti. Mut’im b. Adiyy ise olayı izlemekte olan Mekke müşrik ileri gelenlerine Muhammed’i@ himayesine / korumasına aldığını ilan ettikten sonra bu himayesine karşı çıkacak olanlarla çarpışmaktan çekinmeyeceğini haykırdı. Bunun üzerine Ebu Cehil Mut’im b. Adiyy’e “Himayeci mi? Yoksa Muhammed’e@ tabi mi olduğunu?” sordu. Mut’im b. Adiyy ise  “sadece himayeci” olduğunu söyledi. Ebu Cehil ise çarpışmayı göze alamadığı ve işin ciddi olması nedeniyle vaziyeti kurtarmak için “Senin himayene aldığını, biz de himayemize aldık!” dedi. Böylece peygamberimizin Taif’e gitmesi ve oradakilerle müttefiklik yapma girişimlerinden dolayı herhangi bir ceza almasının önüne geçilmiş oldu.

Hz.Muhammed@ Taif’ten Mekke'ye döndükten sonra evine kapandı ve olup-bitenleri değerlendirmeye çalıştı. İçine düştüğü durum, müminlerin nazarında da çok büyük bir prestij kaybıydı. Peygamberimiz için de bu durum çok büyük bir bunalımdı / yıkımdı. Siyasi olarak bakılırsa, bu prestij kaybının telafisi oldukça güç olacaktı. Uzun süre bu bunalım devam etti. Fakat Cenab-ı Hak onu tekrar teselli etti ve yol gösterdi. Zira bir müddet sonra Taif dönüşünde Nahle vadisinde karşılaştığı yabancıların mümin oldukları ve kabilelerini de ilahi öğretiye davet ettikleri haberi Mekke’ye ulaşmıştı. Bu haber, Hz.Muhammed@ ve müminler için yeni bir ümit ışığı idi. Cenab-ı Hak, elçisinin Taif dönüşü yaptığı duasına icabet etmiş ve gaybi yardımlarını gönderiyordu. Mekkeliler bu durumdan oldukça rahatsız oldular. Fakat yine de bu gelişmeyi itibarsızlaştırmak için iman etmiş olan kimliği belirsiz (cin metaforu) yabancı kişilerden birisinin Yahudi olması ve Medinelilerin Hz.Muhammed’e@ iman etmesini küçümsemişlerdir. Onlar bu küçümsemelerini şöyle yaptılar; “şayet bu ilahi öğretinin önerdiği sistem çok faydalı olsaydı, kendilerinin hiç kimseye bırakmadan hemen alıp uygulayacaklarını, fakat öyle olmadığını, bu nedenle de başka kabilelerin bu sistemi kabul etmelerinin onlara hiçbir faydasının olmayacağını” iddia ettiler. Cenab-ı Hak ise onların bu küçümseyici ve alaycı tavırlarına karşı cevabı Ahkaf Suresinin ilk kısmında verdi. Onlara ülkede / yeryüzünde yaratılan her şeyin (toplumlar dahil) belirli bir süre için yaratıldığını, eceli gelince onların sonunun geleceğini ve dolayısıyla bu kuraldan Mekke şirk yönetiminin istisna olmadığını bildirerek onların da sonlarının geldiğini bildirdi. Ayrıca zaten taptıkları güçlerin / ortakların kendileri için hiçbir fayda sağlamayacağı ve asla kendilerine yardım etmeyeceğini belirtti. Hatta Mekke’nin kıyameti koptuğunda ve insanların ilahi öğreti etrafında toplanıp tevhit sağlandığında, o ortakların hemen saflarını değiştirerek islami yönetimin saflarına geçeceğini de haber verdi. Bunun tarih boyunca hep böyle olduğunu ve tüm elçilerin bunu yaşadığını belirtmek için Hz.Muhammed’in@ kendisinin ilk olmadığını deklare ettirmesi ile bildirdi.

Ayrıca Yahudilerden birisinin bu mesajı kabul etmesini küçümsemek yerine bunu önemsemeleri gerektiği belirtildi. Zira bu işin burada kalmayacağını kibirleri nedeniyle mesajı kabul etmemelerinin kendilerine pahalıya patlayacağını da bildirdi. Dahası bu olayın iyilik ve güzellik isteyen herkesin bir araya geleceği ve birbirlerini destekleyeceklerinin de en önemli göstergesi olduğunu görmelerini ve ders alarak geç olmadan onlardan önce hidayete ermelerini istedi.

 

Rahman Rahim Allah Adına

1 – Hâ, Mîm.  Bu kitabın indirilişi, Azîz, Hakîm Allah’tandır. Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri ancak “hakk” ile ve “adı konmuş bir süre” ile yarattık. Şu inkâr eden kimseler ise uyarıldıkları şeylerden / uyarılmaktan yüz çevirenlerdir.  De ki: “Allah’ı bırakıp da yakardığınız şeylere bakar mısınız? Yeryüzünde neyi yaratmışlar? Gösterin bana! Yoksa onların göklere ortaklıkları mı var? Eğer doğru kimseler iseniz bundan (Kur’an’dan) önce size indirilmiş bir kitap veya bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin.” Allah’ı bırakıp kıyamet gününe kadar kendisine hiçbir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık / şaşkın kim olabilir? Üstelik onlar (tapılan kimseler), o kimselerin yalvarışlarından habersizdir.  İnsanlar bir araya toplandığı zaman da onlar (taptıkları kimseler) kendilerine düşman olurlar. Onların kendilerine tapmalarını da inkâr ederler. Bizim âyetlerimiz kendilerine apaçık okunduğu zaman inkâr eden şu kimseler, kendilerine gelen “hakk” için: “Bu apaçık bir büyüdür” dediler.  Yoksa “Onu (Kur’an’ı), o (Muhammed) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer onu ben uydurmuşsam bana Allah’tan gelecek cezayı savmaya güç yetiremezsiniz (beni Allah gibi cezalandıramazsınız). O, sizin neyin içine atıldığınızı / nasıl bir taşkınlık içine girdiğinizi daha iyi bilir. Sizinle benim aramda tanık olarak O yeter. Ve O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” De ki: “Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tabi oluyorum. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”  De ki: “Gördünüz mü (hiç düşündünüz mü)? Eğer o (Kur’an) Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, bununla birlikte İsrailoğulları’ndan bir şahit de onun bir benzeri üzerine tanık olup da inanmışsa, siz de büyüklük tasladıysanız … Şüphesiz ki, Allah zalimler topluluğuna hidayet / kılavuzluk / rehberlik etmez.” İnkâr etmiş olan kişiler, iman etmiş kişiler için: “Eğer bir hayır olsaydı, onlar, ona inanma konusunda bizim önümüze geçemezlerdi” dediler. Bu söylemle maksatlarını erişemeyince de: “Bu eski bir uydurmadır / yalandır” diyeceklerdir.  Bundan (Kur’ân’dan) önce de bir önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı vardı. İşte bu (Kur’an) da zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine ve (Musa’ya verilen kitabı) tasdik eden bir kitaptır.  “Rabbimiz Allah’tır” deyip, sonra da dosdoğru olan kişiler için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.  İşte onlar cennet halkıdır. Yaptıklarına karşılık orada ebedi kalacaklardır. (Ahkaf Suresi 1-14)

 

Yabancı / ecnebi / cinlerden olanların peygamberimize hemen iman etmelerini Mekkeli müşrik ileri gelenlerin alayla ve küçümsemeyle karşılamaları ve Hz.Muhammed’e@ inzal edilen ilahi sistemde hayır olmadığını iddia etmelerine cevap Cenab-ı Hak tarafından verilir. Mümin ve müşrik insanların karakterleri üzerinden verilen cevapta; peygamberimizin şahsında mümin bir insanın kendisine yapılan iyiliklere asla nankörlük yapmadığı, bilakis teşekkür, şükran ve benzer şekilde iyilikle karşılık verdiği, bu nedenle toplumun huzura, mutluluğa kavuşarak cennete erdikleri bildirilir. Diğer taraftan müşrik bir insanın ise kendisine yapılan iyiliklere karşı nankörce davrandığı, onlara değer vermediği, hatta gelecekte karşılaşacağı tehlikeleri bildiren gerçek dostlarının dostluğundan rahatsızlık duyduğu ve bundan dolayı da azabı ve helakı hak ettiği bildirilir. Bu sıfatlar, iyi evladın ana-babasına dolayısıyla toplumuna karşı takındığı tavır ve davranışlar ile kötü bir evladın ana babasına ve yine dolayısıyla toplumuna karşı takındığı menfi tavır ve davranışlar üzerinden örneklendirilir.

 

15-20- Ve Biz insana, ana ve babasına ihsanı (iyilik yapmayı / güzel davranmayı) tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı (doğurdu). Ve onun taşınması ve (sütten) ayrılması otuz aydır. Nihayet insan, olgunluk çağına ulaştığı ve kırk yaşına geldiğinde: “Rabbim! Bana ve anama-babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salih amelleri işlememi sağla. Benim için soyumun içinde de ıslah olanlar nasip et. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım” dedi. Işte, işlediklerini en güzel şekilde kabul ettiğimiz ve kötülüklerini geçtiğimiz bu kimseler, cennetlikler içindedirler. Bu, verilen doğru bir sözdür. O kimse ki, anne ve babasına: “Öf size! Bıktım sizden! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni çıkarılmakla mı tehdit ediyorsunuz?” dedi. O ikisi Allah’a sığınarak o kimseye: “Yazık sana, imana gel! Şüphesiz ki Allah’ın vaadi haktır.” O ise dedi ki: “Bu, geçmişlerin masallarından başkası değildir.” Bu gibiler, gelip geçmiş cin ve insan toplumları arasında azap sözünü haketmiş kimselerdir. Onlar kaybedenlerdir.  Herkes için işledikleri şeylerden, birtakım dereceler vardır. -Ve onlar zulmedilmeden, O’nun (Allah’ın) onlara amellerini tam olarak ödemesi içindir.- Ve inkâr etmiş kişiler ateş üzerinde yayılacakları gün: “Siz dünya hayatınızda bütün güzel şeylerinizi giderdiniz, onlar ile yararlandınız, artık yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve fasıklık edip durduğunuzdan dolayı bugün alçaltıcı bir azap ile karşılık göreceksiniz!” (Ahkaf Suresi 15-20)

 

Hz.Muhammed’in@ çabası Mekkelileri helak olmaktan kurtarma çabasından başka bir şey değildir. Tıpkı Hz.Hud’un@ kendi kavmini yıkım ve azaptan korumak için onları sahte tanrılardan kurtarmaya çalışması gibi. Şayet tanrılardan kurtulmayacaklar olurlarsa sonları büyük bir yıkım olacağı Ad kavmine gönderilen rüzgâr ve bulut olay ile anlatılır. Onlar üzerlerine gelen bulutu kendileri için rahmet zannetmişlerdi. Mekkeliler de Hz.Muhammed’i@ tehlikesiz hatta kendileri için rahmet getirecek bulut gibi olacağını düşünüyorlardı. Fakat onlar hallerini değiştirmeyecek ve ona karşı tavırlarını değiştirmeyecek olurlarsa, Hz.Muhammed@ ve beraberindeki müminler (bulut ile beraber gelen rüzgar metaforunda) çok güçlü üzerlerine gelecek ve o müşrikleri devirip geçecek bir fırtınaya dönüşeceği Ad kavminin başına gelen fırtına metaforunda anlatılır.

 

21-28- Ad’ın kardeşini (Hud’u) de an! Hani o, Ahkâf’ta kavmini uyarmıştı. -Kesinlikle onun önünde ve ardında, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Şüphesiz ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum” diyen uyarıcılar geçmişti.- Onlar: “Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, hadi o bizi tehdit edip durduğun azabı hemen getir” dediler.  O (Ad’ın kardeşi Hud): “Şüphesiz Bilgi (o azabın ne zaman geleceğine dair bilgi) Allah katındadır. Ben ise size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Velâkin ben sizi cahillik edip duran bir kavim olarak görüyorum” dedi. Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler. Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi. Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr / fırtına... Sonunda o hale geldiler ki, meskenlerinden başka hiçbir şey görünmez oldu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız.  Ve ant olsun ki Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık (size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik). Onlara da kulaklar, gözler ve duygular vermiştik. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı / kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi.  Kesinlikle, Biz kendi kıyınızda bulunan memleketleri helâk ettik. Onlar dönsünler diye ayetleri tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ı bırakıp güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzmece tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzmece tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır, uydurmakta oldukları şeydir. (Ahkaf Suresi 21-28)

23.7. Nahle Vadisindeki Ecnebilerin Kendi Toplumları ile Görüşmeleri

Cenab-ı Hakk’ın, Nahle vadisindeki görüşme ve sonrasındaki gelişmelere değindiği müteakip ayetler şöylece izah edilebilir;

“Hz.Muhammed@ Taif’ten perişan bir vaziyette Mekke’ye dönerken dönüş yolunda yabancı / ecnebi / cin topluluğu kişilerle karşılaşmış ve o yabancı kişilerin kendisinin neden böyle yara bere içerisinde olduğunu sormaları üzerine, O onlara Mekke’de kendi şehrinde yaptığı mücadelesini, daha sonra da Taif’te bir çıkış yolu aradığını ama bu girişiminde de başarısız olduğunu anlatır. Medineli Hazreç ve Yahudilerden müteşekkil olan bu yabancılar, ondan kendisine inzal edilen ve uğrunda ölümüne mücadele ettiği ilahi öğretiden bahsetmesini isterler. O onlara ilahi öğretiden yani Kur’an’dan bazı pasajlar okur. Onlar dikkatle dinlerler ve yabancısı olmadıkları bu öğretiye hemen kalpleri ısınır ve bu öğretiyi benimserler. Söz konusu öğretiyi uygulayacağı bir toplum arayan Hz.Muhammed’i@ sahiplenmeleri gerektiğini düşünen bu yabancılar, toplumlarına döndükleri zaman toplumlarının önde gelenlerine durumu anlatırlar. Onlara Hz.Muhammed’e@ sahip çıkılmasını ve getirdiği öğretiyi kabul edip kendi toplumlarında sistem olarak uygulamaları gerektiğini bildirirler. Gerek Yahudilerin ve gerekse de Hazreçlilerin Hz.Muhammed’in@ anlattığı öğretiye yabancı olmadıklarını, bu öğretinin halihazırda sahip oldukları öğretiyi kabul ettiğini yani O’nun liderliği etrafında bir devlete gidilirse kendi dinlerini de rahatça yaşayacakları bir barış topluluğuna kavuşacaklarını ifade ederler. Dahası şayet O elçi ile birlikte olunursa Allah’ın velayeti ile kurulacak birlik / barış topluluğuna kimsenin karşı koymayacağı aksi takdirde birbirini yiyen kavimlerinin telef olacağını böylece kurtuluşun bu elçinin rehberliğinden ve Allah’ın velayetinde tevhit oluşturmakta yattığını anlattılar. Onlar ayrıca bunun bir fırsat olduğunu, diğer kabilelerden önce kendilerinin Hz.Muhammed’in@ liderliğini kabul etmelerinin kendi menfaatlerine olduğunu, şayet kendilerinden önce başka kabileler O’nun önderliğinde birleşirse o zaman onların önünde durmanın imkansız olduğunu da ifade ettiler.”

Bu ecnebiler Medinelilerden başkası değildi. İçlerinde Yahudilerden bazı kimseler de mevcuttu.  Cenab-ı Hak onları cinler / ecnebiler / yabancılar olarak niteler fakat onların isimleri, memleketleri ve kabileleri hakkında bilgi vermez.  Böylece onların kimliklerini saklar. Fakat Mekke’ye ulaşan ve Mekkelilerin alay edip küçümsedikleri olay hakkında bilgi vererek Mekkelileri bekleyen tehlikeye işaret eder ve akıllarını başlarına almalarını ister. Bu gelişmelerin öyle alaya alınıp küçümsenecek gelişmeler olmadığını bildirmiş olur. Böylece müminlere de bir umut ışığının yanmış olduğunun müjdesini vermiş olur.

Artık ölü toplumlar dirilmeye başlıyordu. Cenab-ı Hak bir defa dinlemeyle bile insanları hidayete erdiriyor ve dirilişin işaret fişeklerini ateşliyordu. Şimdi inkâr edenler kendilerini nasıl bir ateş azabının beklediğini göreceklerdi. Aslında bu haber onlara tehdit edilegeldikleri ateş azabının bir habercisi idi ve onlara “nasıl? bu ateş azabı tehdidi gerçek değil miymiş” deniliyordu. Onlar ise aslında tehdidin gerçek olduğunu ve gelişmelerin gerçekten kendileri açısından çok vahim olduğunu anlamışlardı.

Bu güne kadar sabır ve kararlılıkla mücadelelerini yürüten Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin bundan sonra da azim, sebat ve kararlılıkla mücadelelerine devam etmeleri ve sabretmeleri gerektiği bildirilir. Cenab-ı Hakk’ın vadettiği zafere erişmek için çok az bir zaman kaldığını, bundan sonra gelişmelerin çok hızlı ilerleyeceğini, gündüzün hay huyunda çabucak geçen bir saatlik zaman dilimi gibi kısa bir zamanda vaad edilene kavuşulacağı bildirilir. 

  

29-35- Hani Biz cinlerden Kur’an’ı dinlemek isteyen bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, ona (Kur’an’a) hazır oldukları zaman “Susun!” dediler. Sonra gerçekleşince de (Kur’an okuması biter bitmez de) birer uyarıcı olarak kavimlerine döndüler. Onlar: “Ey kavmimiz! Şüphesiz biz Musa’dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine icabet edin ve O’na iman edin ki, O (Allah) günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan kurtarsın. Her kim Allah’ın davetçisine icabet etmezse, bilsin ki, yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak / engelleyebilecek değildir. Onun için Allah’tan başkasının velayeti de yoktur. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içerisindedirler” dediler.  Onlar, şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O, her şeye gücü yetendir. Şu inkâr eden kimselerin ateşe sürülecekleri gün: “Bu, gerçek değil miymiş?” Onlar da: “Evet (gerçekmiş). Rabbimize ant olsun!” dediler. O (Allah): “O halde inkâr edip durduğunuzdan dolayı şimdi tadın azabı!” dedi. Artık elçilerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret! Onlar için aceleci olma. Sanki onlar kendilerine vaat edilen şeyi gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kalmış gibidirler. (Bu) bir tebliğdir. Artık fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi? (Ahkaf Suresi 29-35)

 

[1])  Hz.Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti – Mekke Dönemi – Celaleddin Vatandaş- Sahife 515

[2]) İbni Kesir

[3] ) Bazı rivayetlerde bu kişinin Uraykıt değil Zeyd olduğu söylenir

bottom of page