top of page

BÖLÜM 20

GELECEK ÖNGÖRÜLERİ

 

Cenab-ı Hak, ağırlıklı olarak boykot / eğitim kampı yıllarında gönderdiği kıssalarla müminleri eğitmekte, onların gelecekte inşa edecekleri medeniyetin temel düşüncesini / felsefesini çok güzel temsiller getirerek anlatmakta ve bu temsiller aracılığı ile müminlerin hafızalarına nakşetmektir. Anlatılan kıssalar aynı zamanda mucizevi ihbarları ve müjdeleri kapsadığından müminlere moral olurken Mekkeli müşrikler için uyarı niteliği arz etmekteydi.

Kıssalar çevre ülkelerde cereyan eden tarihi olaylardan alıntılandığı için gelecekte kurulacak medeniyetin çapının söz konusu bu ülkeleri de kapsayacağından şimdiden bu ülkeler ve toplumlar müminlere tanıtılmakta ve bu ülke halkları ile onların kahramanları olan peygamberlerin hayat hikayelerinin sahiplenilmesi yoluyla birliğin dayanak noktaları / ortak noktaları oluşturulmaktadır. Yani halkları birliğe / tevhide götürmek için ortak değerler, ortak kahramanlar, ortak peygamberler ile sevgi bağı oluşturulmaktadır.

Kıssaları içeren sureler çevre ülkelere ve kabilelere yayıldıkça bu surelerin ulaştığı yerlerde Hz.Muhammed’in@ hareketine karşı sevgi ve yakınlık meydana gelmekteydi. Dolayısıyla gelecekte çevre ülke insanlarının İslami harekete katılmaları kolaylaştırılıyordu. Kıssalar sayesinde herkes Hz.Muhammed’in@ hareketinde kendinden bir şeyler bulabilecekti. Egemenlik ve medeniyet bütün kabile ve milletlerin gönüllü katılımları ile sağlanacaktı.

Peygamberimiz Mekkelilere tevhidin egemenliğinin mutlaka sağlanacağını ve şirk sistemini savunanların kıyametinin çok yakın olduğunu ilan ediyordu. Fakat boykotçu Mekke müşrik elitleri ise Arap kabileleri arasında birliği sağlamanın imkânsız olduğunu, tevhidin sağlanamayacağını söylüyorlar ve şirk sisteminin hala dimdik ayakta / geçerli olduğunu ve asla yıkılmayacağını iddia ediyorlardı. Bu iddialarına gerekçe olarak da kendilerini destekleyen ehli kitap kabilelerinin bazılarının ve müşrik sistemden yana olan İran ve İran etkisindeki kabilelerin şirk sisteminin yanında yer almalarını gösteriyorlardı. Bunlar bölgede en kuvvetli günlerini yaşıyorlardı. Tevhit ideolojisinin mensupları ise ehli kitap ülke ve kabileler ile aynı kategoride değerlendirilmekte ve onların Iran Kralı 2. Hüsrev’in karşısında mağlubiyetleri nedeniyle görüntü olarak en zayıf günlerini geçiriyorlardı.

İşte bu vasatta boykotçu Mekke müşrik elebaşıların iddialarına cevap verilmesi gerekiyordu. Onlara bu bölgenin tarihinde kabileler birliğinin gerçekleştiği ve şimdi de gerçekleşmemesi için hiçbir neden olmadığı anlatılmalıydı. Tevhit mesajının her tarafa ulaşarak kabilelerin kendilerine karşı yumuşaması ve mesaja sıcak bakmaya başlamalarının müşriklerin kıyametlerinin yaklaştığına ilişkin çok net bir işaret olduğunun ortaya konması ve ne yaparlarsa yapsınlar onların yıkılışlarının engellenemeyeceğini gerekçeleri ile göstermek için SEBE suresi nazil oldu.

Surenin girişinde kabileci şirk sisteminin ve değerlerinin sonunun geldiği ve ilahi yasa (ayet, sosyolojik kanun) gereği bu sistemin mutlaka öleceği, hiç kimsenin bunu engelleyemeyeceği vurgulanır.

 

Rahman Rahim Allah Adına

1- 4- Hamd / Yönelim, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin sahibi olan Allah’a doğrudur. Ahirette de hamd / yönelme yalnızca O’na olacaktır. O, Hakîm ve Habîr’dir. O (Allah), yere gireni ve yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni bilir. O, Rahîm’dir, Gafûr’dur. O inkâr eden kimseler: “O saat bize gelmeyecek” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı / geleceği bilen Rabbim hakkı için o size mutlaka gelecektir. O’nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey bile kaçmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.”  Çünkü Allah iman edip ıslah edici eylemlerde bulunanlara mükafat verecektir. İşte onlar için bir mağfiret ve cömertçe verilmiş bol rızık vardır. (Sebe Suresi 1-4)

 

Diğer taraftan Arapların şirk sistemi içerisinde yaşamalarını kendi çıkarları için daha uygun gören yabancı / ecnebi güçlerde vardı. Bunlar İran ve İran etkisindeki kabileler, Mısırlılar ve bazı ehli kitap kabilelerdi. Çünkü Arapların böyle zayıf, birbirini yiyen, atomize bir şekilde yaşamalarını, kendi çıkarları açısından daha uygun görüyorlardı. Şirk sisteminin devamından yana olan ve Mekkeli boykotçu müşrikleri destekleyenlerin de ihtar edilmesi gerekiyordu.

 

5-6- Şu, ayetlerimi aciz bırakmak / amacına ulaştırmamak için çaba gösterenlere gelince; işte onlar için en kötüsünden elem verici bir azap vardır. Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin gerçeğin ta kendisi olduğunu ve onun mutlak galibin / Aziz ve Hamde / yönelinmeye layık olan Allah’ın yoluna ilettiğini görüyorlar. (Sebe Suresi 5-6)

 

Birbirleri ile sürekli kavga / çatışma halinde olan, birbirlerinin mallarını, ürünlerini yağma / talan eden vahşi Arap kabilelerinin bir araya gelip tevhit toplumu oluşturmasının düşünülmesi o dönem için mümkün müydü? Kur’an bu durumu, müşriklerin insanlar öldükten / parça parça dağılıp gittikten sonra dirilmesinin mümkün olmadığını iddia etmeleri şeklinde bir benzetme ile dile getirir.

O dönemin şartlarında düşünülürse atomize hale gelmiş bu kabilelerin bir araya gelmesi, aralarında barış ve kardeşlik tesis ederek bir tevhit toplumu oluşturması imkânsız görünmektedir. Bu nedenle Mekke müşrik ileri gelenleri, Arap topluluklarının kardeşlik, tevhit, merhamet, barış, huzur, selamet ,… vb. değerler üzerinde uzlaşıp bir araya gelmesi ve böylece toplumun yeni bir ruhla dirilmesi fikrinden dolayı peygamberimizi delilikle suçluyorlardı.

Ayrıca bunun realiteye aykırı olduğu inancıyla peygamberimizin bu tezini Allah’a isnat etmesi nedeniyle de onun Allah’a iftira ettiğini ileri sürüyorlardı. Fakat Cenab-ı Hak, müşriklere geçmişte yaşamış olan devletleri ve toplumları (gökler ve yerler metaforu ile ifade edilir) incelemelerini yani tarihe bir göz atmalarını isteyerek onların yaşanmış hayat hikayelerinden ders almaları halinde hakikatin Hz.Muhammed’in@ söylediği gibi olduğunun anlaşılacağını belirtir.  Kısaca tarih bir tekerrürden ibarettir.  Toplumların nasıl yıkıldıkları / öldükleri ve nasıl tekrar dirildikleri tarihte yerini almıştır. Tarihten ders çıkarılmaması halinde, Mekke müşrikleri de zamanı gelince yerin dibini boylayacaklardır. Tarihten ibret aldıkları takdirde ise kurtulacaklardır.

 

7-9-İnkarcılar (yandaşlarına) şöyle dediler: “Siz parçalanıp darmadağın olduktan sonra, size yeni bir yaratılışla diriltileceğinizi bildiren bir adam gösterelim mi? Acaba O, yalan yere Allah’a iftira mı ediyor, yoksa kendisinde bir delilik mi var?” Bilakis, asıl ahirete inanmayan kimseler, azap ve derin bir sapıklık içindedirler. Peki onlar, göklerin ve yerin (devletlerin ve toplumların) elleri arasındakine (halihazırda hâkim olanlarına) ve arkalarındakine (tarihte geçmiş olanlarına) hiç bakmazlar mı? Biz dilesek /Sünnetimizin yasalarına uygun olursa, onları yerin dibine batırırız yahut gökten üzerlerine kütleler düşürürüz. Muhakkak ki bunda Rabbine yönelen her kul için bir ibret vardır. (Sebe Suresi 7-9)

 

Tarihten bir ibret vesikası olarak Hz.Davud @ ve Hz.Süleyman’ın @ hayat hikayeleri, Mekke müşriklerinin gelecekte yaşayacakları ve halihazırda yaşadıkları hadiselere birer metafor olarak sunulurken, aynı metaforlar müminlerin de gelecekte yapacaklarına birer hazırlık olması için anlatılır. Şöyle ki;

“Hz.Muhammed'in@ hareketi ve ideolojisi her tarafa ulaşmış ve bütün devlet ve kabilelerin gündeminde birinci tartışma konusu olmuştur. Dağlar, taşlar, kuşlar peygamberimizin çağrısına karşılık vermişler ve onun çığlığı çevre devletlerde (Hz.Davud @ kıssasında ‘dağlar’ metaforunda verilmiştir.) yankı bulmuştur. Arap yarımadasındaki kuş amblemi ve kuş isimleri ile anılan kabileler (aynı kıssada ‘kuşlar’ metaforunda verilmiştir.) bu sese karşılık vermektedir. Hz.Muhammed’in@ tarafını tutan kabileler ile ehli kitap kabilelerin bir kısmı Kureyşi karşılarına alırlar. Hatta daha önce belirtildiği üzere bir kısım ehli kitap kabilelerin Mekke’ye bu nedenle uyguladığı karşı boykot nedeniyle Mekke kıtlık yaşamıştır.”

 

10- Doğrusu, Biz Davud’a da katımızdan bir üstünlük verdik; “Ey dağlar! Onunla birlikte tesbih edin / onun sesine ses katın / onunla birlikte aynı tepkiyi verin! Ey kuşlar siz de!” ……(Sebe Suresi 10)

 

Müşrikler Mekke çevresindeki müttefiklerinin sevgisini kaybederken onların nefretini kazanmaktaydı. Bu durum ise Mekkelilerin bazı ileri gelenlerini boykotçu ileri gelenlerine karşı çıkma konusunda cesaretlendirmiş ve Haşimoğullarına karşı da içlerinde bir yumuşama meydana gelmişti. Boykotun olumsuz sonuçlar doğuracağını iddia eden ve bu nedenle de boykota gönülsüz razı olan Kureyşin bazı kabileleri, boykotçu müşrik elitlere karşı artık yüksek sesle tepki vermeye başlamışlardı. Sonunda ilahi vahyin rehberliğinde boykota karşı anarşizme girmeden sabırla göğüs gerilmesi Hz.Muhammed’i@ ve müminleri haklı, mağdur ve masum konuma getirmişti. Yani bahşedilen süper bir siyasi akıl / hadid ile düşman kabilelerin bir kısmı peygamberimize karşı yumuşatılmış oldu. (Kıssada demirin yumuşatılması metaforu)

Kıssalarla öğretilen bu siyasi akıl ile peygamberimiz boykottan sonra kendisini ve hareketi koruyacak politikalar geliştirecek, ordular oluşturacak, savaş sanatı öğrenilecek, savunma iş birliği anlaşmaları yapılacak, ittifaklar kurulacak vb. (kıssada koruyucu zırh yapılması metaforu) ve bu hususta canla başla çalışacağı gibi kılı kırk yaracak şekilde ölçülü ve hesaplı davranılacaktı. (Ayette ‘biçimlemede ölçülü davranılması’ ile anlatılması)

 

10 – 11- …..Ve onun için demiri de yumuşattık / verdiğimiz yetenek ile (karşısındakilerin) katılığını ve sertliğini yumuşattık / akıl ile bütün sertlikleri yumuşattık: “Bol bol zırhlar yap / işleri en güzel ve en ideal şekilde yap / kendini koru ve biçimlemede ölçülü davran / onlar arasındaki ölçü ve uyumu gözet.” Siz de ıslah edici eylemlerde bulunun. Muhakkak ki Ben yaptıklarınızı görmekteyim. (Sebe Suresi 10-11)

 

Hz.Muhammed’in@ mesajı rüzgar hızıyla yayılacak ve bir aylık mesafedeki bütün çevre kabilelere, devletlere günün belli bir vakti gibi şaşırtıcı bir süratte ulaşacaktır. (Kıssada sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay metaforu). Hz.Muhammed @ rüzgarı yakalamıştı artık. Mesajı ve namı her tarafı, bütün ülkeleri / şehirleri / beldeleri kaplamıştı. O gelecekte çevre kabilelerle ve devletlerle sağlam bağlar kuracak onları kendine bağlayacaktır.

O, kuracağı devlet ile bölgenin ticaretinde ve yaşamında çok önemli olan kervanların akışlarını kontrol altına alacak ve öyle bir konuma yerleşecek ki her türlü ticari ve siyasi akış ile ilişkileri denetimine alacaktır. (Kıssada erimiş bakırı sel gibi akıtma metaforu) Böylece çevredeki yabancı (cin) kabileler / devletler çok kısa zamanda İlahi mesajın öngördüğü İslam / barış topluluğunun egemenliğine girecektir. Öyle bir egemenlik tesis edilecek ki topluluk içerisine giren yabancı / ecnebi / Mekkeli olmayan bu toplumlar kolay kolay bu tevhidi devletin hakimiyetinden çıkamayacaklardır. Söz konusu egemenliğin altına girenler Hz.Muhammed’in@  tevhidi dünya görüşünü / İslamı yükseltecek çok büyük bir medeniyet meydana getireceklerdir. Bu medeniyet ile şehirler inşa edilecek, kültürel, siyasi, felsefi, bilimsel bilgiler üretilecek ve savaş araç gereçlerinden heykellere, musiki ve edebiyattan sanat ve büyük mimari eserlere kadar akla gelebilecek maddi ve manevi insanların her türlü ihtiyacını karşılayacak şeyler yapılacaktır. (Kıssadaki mihraplar, temsil ve heykeller, havuz gibi çanaklar ve kazanlar metaforu ile anlatılmak istenen herşey)

Hz.Davut @ ailesine verilen hakimiyet ve medeniyetin bir benzeri hatta daha büyüğü Hz.Muhammed’e@ verilecektir. Bu nedenle Hz.Davud @ ailesine verilen talimat metaforunda müminlere şu mesaj verilir; “Ey peygambere tabi olanlar, Ey peygamberin ehli olanlar! Sakın gevşemeyin! Görevlerinizi yerine getirin! (Şükredin)”

 

12-13-Sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgar da Süleyman içindi. Onun için suyu / erimiş bakır madenini sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle, cinlerin bir kısmı da onun emrinde çalışırdı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık. Onlar, ona (Süleyman’a) mihraplar (mescidler, saraylar, yüksek binalar, kaleler, savaş araç gereçleri), timsaller (hakikatin temsilleri / felsefe / mitoloji / heykeller / resimler) ve havuzlar gibi çanaklar (insanın maddi ve manevi ihtiyaçları için gerekli olan şeyler) ve sabit kazanlardan (her türlü sanayi ve imar ürünleri ve toplumun siyasi, ekonomik, kültürel olarak ayakta kalması için gerekli olan her türlü ölçü ve standartları) her ne isterse yaparlar. “Ey Davud ailesi! Şükür için çalışın! / görevinizi yerine getirin! Ama kullarım içinde şükreden ne kadar da azdır!” (Sebe Suresi 12-13)

 

Fakat nasıl ki Hz.Süleyman’ın @ vefat etmesiyle onun getirdiği sistem ve ideolojisi (Süleymanizm) bir süre daha ayakta kalmış / bir süre daha hükmünü yürütmüş ama sonunda mutlaka yıkılmış ise aynı şekilde Hz.Muhammed’in@ getirdiği ideoloji / sistem de o vefat ettikten sonra hükmünü sürdürecek ama uzun bir süre sonra yine içten çürüme ile mutlaka yıkılacaktır. Çünkü baki olan Allah’tır. Hiçbir iktidar / medeniyet ebedi değildir. Her iktidar sonunda yıkılır. Medeniyetler / sistemler / ideolojiler kendilerine biçilen ömür süresince yaşarlar ve ecelleri gelince de ölümleri mukadderdir. Bu yıkımda / ölümde esas faktör ise dışarıdan değil içeriden çıkacak olan bir dabbe sonucu olacaktır.  Bu dabbeler, o toplumda yenilmiş ve yerle bir olmuş olan kesimlerin bir şekilde canlanarak ayaklanacak olanlarıdır. Fakat bu dabbeler ne kadar ayaklanırsa ayaklansın Devlet içeriden çürümediği sürece ayakta kalır. Şayet devletin dayandığı dünya görüşü / ideoloji (kıssa da asa metaforunda verilir) içeriden çürürse yani o dünya görüşünün müminleri bozulur da ideolojilerini / dünya görüşlerini çürütürlerse işte o zaman devletleri yıkılır. Tıpkı Hz.Süleyman’ın @ asasının bir kurtçuk (dabbetül arz) tarafından içeriden kemirilmesi ve çürüyen asanın Hz.Süleyman’ın @ cesedini taşıyamayarak kırılması sonucunda O’nun devrilmesi (aslında devletin devrilmesi) metaforunda olduğu gibi. Allah’ın bu yasası her zaman işleyecektir.

Tevhidi dünya görüşüne göre kurulacak devletin yıkımını kendi içinden çıkan bir dabbetül arz gerçekleştirir. Şayet müminler ideolojik / dünya görüşlerinin gösterdiği amaçlardan sapmışlarsa isyancıların / dabbelerin yapacakları başkaldırı ile sistem birden çöküverir.  Dışarıdan bakınca çok güçlü dimdik ayakta görünen bu devletler / medeniyetler, kurucuları öldükten sonra bile güçlü görünmeye devam edebilirler ama içten çürüme belli bir kerteye gelince o devlet / medeniyet o toplumdaki yenilmiş, yerle bir edilmiş, zayıflar, yoksullar ve ezilmişlerin ayaklanması ile yıkılır. Bu Allah’ın sünnetidir. / yasasıdır.

 

14- Onun ölümünü gerçekleştirdiğimiz zaman, onun öldüğünü onlara ancak asasını yiyen dabbetülarz (halkın içinden çıkan muhalefet) gösterdi. (Onun öldüğünü onlara sadece asasını yiyen dâbbetülarz bildirdi. / gösterdi.) Şöyle ki; Cinler onun öldüğünü o, yüz üstü yere düştüğü zaman anladılar.  Eğer cinler gaybı / geleceği bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde kalmazlardı. (Sebe Suresi 14)

 

Surenin müteakip ayetlerinde Cenab-ı Mevla elçisine yine Hz.Süleyman @ ve Sebeliler kıssası üzerinden Arap yarımadasındaki tüm şirk yanlılarına aşağıdaki mesajları iletmesini bildirir;

“Ey müşrikler! Hatırlayacak olursanız, Hz. Süleyman’ın iktidarında Sebe ülkesi de tevhidi dünya görüşü çerçevesinde İslam / barış topluluğuna katılmıştı. Böylece birliğe katılan ülkeler baştan başa Cennet gibi olmuştu. Ama onlar şükrü (görevlerini ihmal edince) bırakınca, birlikten ayrılınca Arim selleri / şiddetli sel gibi düşmanlar üzerlerine geldi ve onları darmadağın etti. Hatta bu birliğe Sebe ülkesinden Hz.Süleyman’ın @ hakim olduğu Bereketli Hilal ülkeleri ile Arabistan’daki tüm kabileler de katılmış ve bu iki ülke arasındaki ticaretten faydalanıyorlardı. Hatırlayın ki o dönemde bu ticari ilişkiler ve seyahatler güven içinde gerçekleşiyordu. Ama siz bu birlikten ayrıldıktan sonra yol boyunca dizili komşu kabileler birbirine düşman oldu ve birbirlerini yediler. Seferlerinizin arasını uzaklaştırmayı, güven ortamının kalkmasını ve ticareti imkânsız kılmayı dilediniz. Böylece seyahatler zorlaştı, güven kalktı, ilişkiler koptu, ticaret bitti, gerilik ve yoksulluk meydana geldi.  Kendi kendinize zulmettiniz, yazık ettiniz. Fakat geçmişte gerçekleşmiş olan bu birlik şimdi neden tekrar tesis edilmesin? O ilişkiler neden tekrar kurulmasın? Ticari yollardaki güven neden tekrar sağlanmasın? O sırt sırta şehirler neden tekrar kurulmasın? Yeter ki tekrar dirilişe önce siz inanın. Ey müşrikler! Siz önce bu tevhit anlayışına inanırsanız geçmişte yaşanmış bu birliğin yeniden meydana gelmemesi için hiçbir sebep yoktur! Fakat ne yazık ki şimdi siz bizlere boykot uygulamakla halihazırdaki ticaret yollarınızı bile tehlikeye atıyorsunuz. Hem kuzeyde hem de güneyde ve Arap yarımadasındaki bazı kabile ve devletlerin düşmanlığını kazanmakla daha fazla dağılmaktasınız ve artık kendi Kıyametinizi iyice yaklaştırıyorsunuz.”

 

15-19- And olsun ki, sağlı sollu bahçelere sahip yerlerde ikamet eden Sebelilerin yurdundan da alınacak ibret vardır. Onlara “Rabbinizin verdiği rızıklardan yiyin ve O’na şükredin! / görevinizi yapın! Ne güzel bir ülke ve bağışlayan bir Rab!” denildi. Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine ‘Arim’ selini gönderdik de onların bahçelerini acı mevyeli, ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan hale çevirdik. İşte bu, onların inkarlarına karşılık Bizim onları cezalandırmamızdır. Biz nankörlerden başkasını cezalandırır mıyız? Biz onların (Sebelilerin) yurdu ile kendisine bereket verdiğimiz memleketler (Bereketli Hilal) arasında, (Yemen’den başlayıp Filistin’e kadar olan çizgide) sırt sırta şehirler / kasabalar/ kentler meydana getirmiştik. Böylece (onlar için) seyahati kolaylaştırarak buralarda geceleri ve gündüzleri (sürekli) emniyet içinde gidilip gelinmesini sağladık. Fakat onlar; “Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır” dediler ve nefislerine zulmettiler. Bu nedenle Biz de onları dillerde dolaşan hikayeler kıldık ve darmadağın ettik. Muhakkak ki bunda, çok şükreden ve çok sabreden herkes için elbette ibretler vardır. (Sebe Suresi 15-19)

 

Cenab-ı Mevla’nın müşriklere mesajları şöyle devam eder;

“Halbuki Ey müşrikler! Sizi bu dağılmış, parça parça olmuş duruma düşüren iblis / Ebu Cehil gibilerden başkaları değildir. Onlar kendi çıkarları, bencil arzu ve hevesleri için planlar kurdular ve bu planlarını gerçekleştirdiler. Aslında onlar bu düşündükleri / planladıkları hile ve tuzaklarını gerçekleştirecek güç ve iktidara sahip değillerdi. Ama sizler onlara itaat edince / itiraz etmeyince onlarda kolayca planlarını uyguladılar.  Sizler onları biraz sorgulasanız, iblislere biraz direnseniz, onlara karşı çıksanız düşündüklerini gerçekleştiremeyeceklerdir. Hatta daha da ilerisini söylemek gerekirse; onların ne bu ülkenin kurucu ideolojisinde / göklerde ne de bu ülkede / toplumda / arzda zerre kadar katkıları / eserleri / değerleri ve güçleri yoktur. Ayrıca onların Kabe’nin kurucu ideolojisinde hiçbir ortaklıkları da yoktur. Yani Hz. İbrahim ve sonrasında Kusay’ın kurduğu sistem ile Hz.Süleyman’ın Arapları da içine aldığı sistemde Ebu Cehil (İblis) ve onun gibilerin asla yerleri yokken ve onun gibiler bu şirk sistemini başınıza bela etmişken, sizler onların tezgahına geliyor ve onlara itaat ediyorsunuz. Ey Mekkeliler! İblisin (Ebu Cehil, Velid b. Muğire vb.) sizlere herhangi bir yararı da yoktur. Sizleri esenliğe götürecek, selamete çıkaracak bir siyasetleri de yoktur. Onlar sizlere herhangi bir şekilde destek de vermezler. (Ayeti kerimede ortakların şefaatlerinin olmaması şeklinde ifade edilir.) Ama Allah’ın seçtiği peygamberin ise Allah’ın verdiği yetki ve hidayeti ile insanlara şefaati / destekleri vardır. (Dünyevi anlamdaki destek / şefaat) Hele insanların içerisindeki korku bir sona ersin, bir kıyamet kopsun / toplumsal kıyamet kopsun işte o zaman insanlar kendilerine yararlı olanın Allah’ın önerdiği sistem olduğunu göreceklerdir. İşte o zaman müminler, siz Mekkelilere “Rabbiniz ne getirmişti?” diye soracak. Sizlerde “Allah (cc) hakkı getirmişti” diye itiraf edeceksiniz. Ama o zaman kim bilir belki de sizin için çok geç olacak.”

 

20-23- Ant olsun ki, İblis onlar üzerindeki hedefini / düşündüğünü gerçekleştirdi de müminlerden oluşan bir grup hariç hepsi ona (İblise) tabi oldular.  Halbuki onun (İblis) onlar üzerinde hiçbir sultanı / gücü / nüfuzu yoktu. Fakat Biz ahirete imanı olanı, ondan şüphe içinde bulunandan ayırt etmek istedik. Rabbin her şeyi kaydetmekte ve korumaktadır.  De ki: “Allah’tan başka ilah saydığınız kimseleri istediğiniz kadar çağırın. Onlar, göklerde ve yeryüzünde zerre ağırlığınca katkıları / eserleri yoktur, hiçbir şeye malik değildirler.  Onların bu ikisinde (gökler ve yerin yönetiminde) herhangi bir ortaklıkları yoktur. O’nun (Allah’ın) onlardan herhangi bir yardımcısı / destekçisi de yoktur.”  O’nun nezdinde kendisinin izin verdiği (yetki verdiği) kimseden başkasının şefaati / yardımı / desteği fayda vermez. Nihayet onların kalplerinden korku giderildiği zaman: “Rabbiniz ne dedi?” (diye müminler) sorarlar. Onlar ise “Hakkı” derler. O, çok yücedir, çok büyüktür. (Sebe Suresi 20-23)

 

Cenab-ı Hak elçisinden müşrik elitlere şunu sormasını söyler;

“İnsanların faydasına olan ve ihtiyaç duyduğu şeyleri (maddi ve manevi rızıkları) kim vermektedir? Eğer bunları Allah veriyorsa o takdirde hangimizin dünya görüşü / ideolojisi doğru? Ve hangimizin dünya görüşü / ideolojisi bizi kurtaracak? Ya bizim savunduğumuz tevhidi dünya görüşü doğru ya da sizin Şirk ideolojisi doğru, cevap verin hangisi doğru? Bizim savunduğumuz ideoloji “Allah’tan” geliyor ve Allah insanların tüm ihtiyaçlarını karşıladığına göre hangisi doğru? Sizler; “bize uyarsanız yaptığınız şeylerin her türlü günahını / vebalini biz üstleniyoruz” diye insanları kandırıyorsunuz. Halbuki kimse kimsenin günahını üstlenemez. Yapılan kötülüklerden herkes katkısı kadar payını alır. Ey müşrikler! Şayet siz bu çağrıya uymayacak olursanız, bu çağrıya olumlu yanıt verecek olan başka insanlar olacaktır.  O zaman kimin haklı, kimin haksız olduğu ve kimin sahtekâr / ayartmacı olduğu ortaya çıkacak ve sonunda size bu ayartmalarınızın cezası tattırılacaktır.”

 

24-30- De ki: “Sizi göklerden ve yerden kim rızıklandırır?” De ki: “Allah! O halde kuşkusuz ya biz hidayet veya açık bir sapıklık üzereyiz ya da siz.”  De ki: “Siz bizim işlediğimiz suçlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu tutulmayız.” De ki: “Rabbimiz bizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, hakkıyla hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.” De ki: “O’na ortaklığa dahil ettiğiniz ortakları bana gösterin bakayım! Hayır… Olmaz! Bilakis O, Azîz’dir, Hakîm’dir.” Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler. Onlar, “Eğer siz doğru söyleyenlerden iseniz bu vaat ne zaman?” derler. De ki; “Merak etmeyin! Sizin için belirlenen o günün zamanını / miadını bir saat olsun ne erteleyebilirsiniz ne de öne alabilirsiniz.” (Sebe Suresi 24-30)

 

Cenab-ı Mevla müşriklere uyarılarını şöyle sürdürür;

 

“Ey müşrikler!  İleri gelen iblislerinizin ayartmalarına kulak asmayın! Zira toplumun kıyameti gelince herkes birbirini suçlayacak. Mustazaflar / toplumda zayıf olanlar / yönetimde söz sahibi olmayanlar ileri gelenlerden İblisleri (ki o iblisler sahip oldukları mal mülk ve güçle şımarmış olan ve yönetimde de söz sahibi olan elitlerdir) suçlayacaklar ama onlar bu suçlamaları reddedecekler. Onların reddediş gerekçelerinde “size bu noktaya geleceğinizi bildiren uyarıcı gelmedi mi?” diye sorduklarında yönetilen halk “geldi” diye cevap verecekler. İleri gelenler de onlara “Eee! O zaman bu uyarılara kulak vermemenizi biz mi engelledik, ondan biz mi sizi geri çevirdik” derler. Onlar ise “hayır” derler bunun üzerine ileri gelenler onlara “sizler kendiniz kendi seçiminizle bizi takip ettiniz.” diyeceklerdir. Onlar da “Evet! Siz bir zorlamada bulunmadınız, ama gece gündüz öyle plan- oyunlar kurdunuz ki bizi ayarttınız.” diye cevap verecekler ama bu sonucu değiştirmeyecektir. Ve kıyamet gerçekleşecektir. İşte toplumun bu kıyameti gerçekleşmeden önce, gelin pişman olmadan önce, birbirinizi suçlar pozisyona düşmeden önce, peygamberin etrafında toplanın! İblislerin / Ebu Cehil / Velid bin Muğire vb. nin mal ve sayıca çokluklarına bakıp da aldanmayın!”

 

31- 33-İnkârcılar, “Biz bu Kur’an’a da inanmayız, ondan öncekine de...” dediler. Sen o zalimleri Rableri huzurunda tutuklanmış ve birbirlerini suçlarken bir görsen! Toplumun ezilen kesimi büyüklük taslayan ileri gelenlere / kibirli kodamanlara, “Eğer sizler olmasaydınız, bizler muhakkak mümin kimseler olurduk” diyecekler. Büyüklük taslayan ileri gelenler / kibirli kodamanlar ise toplumun ezilen kesimine “Size rehber / hidayet geldikten sonra, sizi ondan biz mi alıkoyduk? Hayır, siz bizzat kendiniz suçlulardınız / mücrimlerdiniz” derler.  Toplumun ezilen kesimi de o büyüklük taslayan ileri gelenlere / kibirli kodamanlara: “Hayır! İşiniz gücünüz gece-gündüz planlar, tuzaklar kurmaktı. Bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Onlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar ancak yapmış olduklarının cezasını göreceklerdir. (Sebe Suresi 31-33)

 

Cenab-ı Hak, müşriklerin inanç ilkelerinden birisini daha eleştiriye tabi tutar ki bu düşünceleri onları yanlışa sevk etmiştir.  Onlar zengin ve güçlü olanların Allah yanında sevgili olduğuna inanırlardı. Onlara göre Allah kime mal, mülk, makam ve güç verdiyse o kimse O’nun yanında da itibarlıdır, sevilendir. Zira Allah, sevdiği kuluna nimetler ihsan eder, sevmediği kuluna da nimetlerini sakınır. Sevmediği kulu yoksuldur, muhtaçtır, sürünür, hastadır, sakattır, vb. Müşrikler bu inançları üzerine kurdukları şirk sistemi ile toplumun alt tabakasındaki insanları sömürmekte ve onlara acı çektirmekte hiçbir sakınca görmemekteydiler. Hatta onlara yardım etmenin Allah’ın iradesine karşı çıkmak ve O’nu hiddetlendirecek bir hareket olduğunu iddia ederler.

Bu sapık inançları, onların peygamberlere karşı durmalarına, onlarla mücadele etmelerine yol açmıştır. Cenab-ı Hak, onların bu inkarlarının istisna olmaksızın her elçiye yapıldığını bildirir. Elçilerin azap uyarılarını da reddettiklerini ve kendilerine asla azap gelmeyeceğini iddia ettiklerini belirtir. Hatta onlar mal ve evlat olarak çoğunlukta olmaları nedeniyle kimsenin kendilerini yenemeyeceğini ve böylece azab edemeyeceğini de iddia etmişlerdir. Halbuki Cenab-ı Hak malı, mülkü, makamı ve gücü insanlardan dilediğine ve dilediği kadar verir.  Bu nedenle halihazırda güçlü olan yarın güçsüzleşebilir ve sakınmadığı azap başına geliverir. Cenab-ı Hakk’ın bu tasarrufu bir hikmete yönelik olarak ve ancak o kulun denenmesi içindir. Yoksa ne bir kuluna az vermesi, onu sevmediği anlamına gelir ne de bir kulunu zengin etmesi, onu sevdiği ve seçtiği manasına gelir.  O’na yakın olanlar ancak iman edenler ve güzel eylemler ortaya koyanlardır. Bu güzel eylemlerin başında da Allah elçilerinin tarafında olup sahip olduğu maldan ve mülkten infak etmek gelir. Bu şekilde davranan kimselere yaptıklarının karşılığını O, kat kat verecektir.

Cenab-ı Mevla, şirk inancının temel ilkesini böylece eleştirdikten sonra, Mekkelileri bu yanlış inancı terk etmeye ve Hz.Muhammed’e@ destek olmaya davet etmiş olur.

 

34- 39- Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdiysek, mutlaka oranın refah içindeki şımarık ileri gelenleri: “Biz sizinle gönderilen şeyi (öğretiyi) inkâr ediyoruz” dediler. İlave olarak dediler ki: “Biz mal ve evlât olarak daha çoğuz ve bize azap edilemez.” De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim dilediği kimseye rızkı genişletir ve dilediği kimseye de kısar. / ölçülü verir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Sizi Bize yaklaştıracak olan, ne mallarınızdır ne de evlâtlarınız. Ancak kim iman eder ve ıslah edici eylemlerde bulunursa Bize o yaklaşır. İşte onlar yaptıklarına karşı kat kat mükafatla ödüllendirilecek olanlardır. Ve onlar yüksek makamlarında güven içindedirler. Ayetlerimizi hükümsüz kılmak için yarışanlar işte onlar azap için hazır bulundurulacaklar. De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim kullarından dilediğine rızkı genişletir ve/ veya kısar. Siz ne infak ederseniz O, onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe Suresi 34-39)

 

Cenab-ı Mevla toplumsal kıyamet olup da şirk sistemi çöktüğü zaman bütün müşriklerin toplanıp hesaba çekileceği günün sahnelerinden bazı kesitler sunar. O sahnelerden birinde Hz.Muhammed’den@ yana tavır koymuş olan Darün Nedve’nin / ihtiyarlar heyetinin üyelerinin / meliklerinin (ahiretteki melekler metaforunda) sorguya çekileceği ve Mekke halkının kendilerine uyup uymadığından hesap sorulur. Onlar ise Mekke halkının kendilerine uymadıkları aksine onların Ebu Cehil, Velid bin Muğire, Utbe bin Rebia, As bin Vail gibi cinlere / şeytanlara itaat ettiklerini ifade ederek kendilerini savunurlar.  

Hakk’ın hâkim olduğu ve batılın devrildiği o gün, kimse kimseye yardım edemeyeceği bildirilir. Onlara hani o zenginlikleri nedeniyle Allah’ın azap vermeyeceği inanışları hatırlatılır. Ayrıca onların elçilerin getirdiği tüm delillere karşı koyuşları hatırlatılır. Elçilerin getirdikleri delillerin Allah’a atılan bir iftira olduğunu ve böylece insanları kandırdıkları, büyülediklerini söyleyerek aslında kendi yaptıkları kötü eylemleri, elçiler yapıyormuş gibi gösterdikleri hatırlatılır. Onların bu hareketleri ile azabı ne kadar hak ettikleri ortaya konur.

Böylelikle önerdiği ilahi sistem, çağırdığı dünya görüşü karşılığında herhangi bir menfaat beklentisi olmayan ve kendilerinden bu hizmeti karşılığında hiçbir ücret istemeyen Allah elçisine toplumsal kıyamet (İnkılap) ve kişisel kıyamet (ölüm) gelmezden önce iman etmelerini, O’nun çağrısını tekrar tekrar düşünmeleri halinde gerçeği göreceklerini ve elçinin önerdiği dünya görüşünün ne kadar makul ve mantıklı olacağını müşahede edecekleri bildirilir.

 

40-49- O gün onların hepsini toplayacak ve sonra meleklere: “Bunlar size tapıyorlar / itaat ediyorlar mıydı?” diye soracak. Onlar: “Seni tenzih ederiz. Onlara karşı bizim velimiz / yöneticimiz / koruyucumuz Sensin. Bilakis onlar cinlere tapıyorlardı / itaat ediyorlardı. Çoğu onlara iman etmişlerdi / güvenmişlerdi” dediler. Artık bugün birbirinize yarar da zarar da veremezsiniz. Zalimlere (şirk elebaşılarına): “Tadın bakalım yalanlayıp durduğunuz ateş azabını!” diyeceğiz. Çünkü onlara ayetlerimiz açıkça okunduğu zaman: “Bu, ancak atalarınızın taptıklarından (ilahlardan) sizi men etmek isteyen bir adamdan başkası değil” dediler. Ayrıca dediler ki: “Bu (Kur’an) uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değildir.” Dahası O inkarcılar kendilerine hak geldiği zaman: “Bu ancak apaçık bir sihirdir” dediler. Halbuki Biz onlara öyle ders görecekleri / okuyacakları kitaplar vermediğimiz gibi onlara senden önce bir uyarıcı da göndermedik. Onlardan önceki kimseler de yalanlamışlardı. Halbuki onlara verdiklerimizin onda birine bile erememişlerdi. Buna rağmen elçilerimi yalanladılar. Peki, Beni inkâr etmenin sonu nasıl oldu? De ki: “Ben size sadece bir tek öğüt vereceğim; Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkın. (Ister tek başınıza salim kafayla ister kafa kafaya verip birlikte beyin fırtınası yaparak nasıl isterseniz bu mesele üzerinde biraz düşünün.) Arkadaşınızda (Muhammed’de) delilikten eser yoktur. O ancak size gelmekte olan şiddetli bir azabı haber vererek, sizi ondan sakındıran bir uyarıcıdır. De ki: “Benim sizden istediğim ücret sizin Allah’a yaklaşmanızdan başka bir bedel değildir o da sizin içindir. Yoksa benim ecrim ancak Allah’a aittir. O, her şeye şahittir.” De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim, hakkı ortaya koyar. O, gaybları bilendir.” De ki: “Hak geldi. Artık batıl ne yeni bir şey ortaya koyabilir ne de öncekini / eskiyi geri getirebilir.” (Sebe Suresi 40-49)

 

Şayet Hz.Muhammed’in@ yanında yer almakta geç kalınacak olursa iş işten geçmiş olacağı ve azabı hak edenlerden olacakları uyarısı yapılır. Bir muhakeme daha yapmaları istenir. Şayet Hz.Muhammed@ sapıtmış, deli ise zaten kendisine zarar vermiş demektir. Ama çağırdığı ideolojinin son derece akıllıca olduğu ve insanların faydasına olduğu görüldükten sonra tereddüt edilmemesi gerektiği ve bunun ancak kullarının faydasını ve iyiliğini düşünen Rableri tarafından olduğunun bilinmesi gerektiği konusunda uyarılar yapılır.

 
50-54- De ki: “Eğer ben sapmışsam, o zaman yalnızca kendi zararıma sapmışım demektir. Şayet doğru yolu bulmuşsam, buda Rabbimin bana vahyetmesi sayesindedir. Muhakkak ki O, en iyi İşiten ve kullarına çok yakın olandır.” Sen onları dehşete kapıldıkları zaman bir görsen; işte o zaman hiçbir kurtuluş yoktur, yakın bir yerden yakalanmışlardır. Azabı görünce de “O’na iman ettik” dediler. (Ama heyhat işte o zaman iş işten geçmiştir.) Onlar için imana erişmek artık imkânsız derecede çok uzak. Oysa daha önce (dünyada) onu inkâr etmişlerdi. Uzak bir yerden (dünyadan) gayba (ahirete) atıp tutuyorlardı. Artık bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları şeyler arasına engel konulmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler. (Sebe Suresi 50-54)

bottom of page