top of page

BÖLÜM 3

BAŞLANGIÇ AŞAMASINDAKİ MUHALEFET

 

Anayasa’ya imza atmış olsalar da (zorunlu olarak kabul etseler de) Medine İslam Cumhuriyeti’nin oluşumuna muhalif olanlar, menfi propaganda yapmaktan geri durmuyorlardı. Peygamberimizin yaptırdığı nüfus sayımından da görüleceği üzere müminler azınlıktaydılar. Müşrik sistemden yana olanlar ve Yahudiler, Medine’de çoğunluğu oluşturuyorlardı. Onların ileri gelenleri, Medine’nin sorunlarına çözüm getiremedikleri için İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna engel olamamışlardı. Fakat onlar, müminlerin başarılı olamayacağını iddia ediyorlar ve teşkilatlanma çalışmalarını alaylı bir şekilde küçümsüyorlardı. Cenab-ı Hak, onlara hem uyarı hem de cevap mahiyetinde üç sure inzal etti; Beyyine Suresi, Rad Suresi ve Secde Suresi.

 

3.1. Muhalefete İslam Cumhuriyeti Öncesi Vahim Durumun Hatırlatılması

 

İslam Cumhuriyetine muhalefet edenlere Hz.Muhammed@ gelmeden önceki vahim durumlarının hatırlatılması gerekmekteydi. Onların içine düştükleri anarşinin kendilerini uçurumun eşiğine getirdiğine, İslam Cumhuriyeti sayesinde yok olmaktan kurtulduklarına ve eğer Hz.Muhammed@ olmasaydı eski cehaletleri ile anarşi krizinin devam edeceğine işaret edilmesi yerinde bir hatırlatma olacaktı. Muhalifler toplumu temizleyen ve güçlü hükümleriyle toplumsal yapıyı sağlamlaştırıcı değerli ilkeleri getiren bir elçiyi desteklemeleri gerekirken neden muhalefet ediyorlardı? Getirdiği değerler ve hükümlerle toplumun sorunlarına çözümler sunan bir elçiyi onların desteklemeleri gerekmiyor muydu? Cenab-ı Hak, Beyyine Suresi ile Medine muhalefetine sözkonusu uyarı ve hatırlatmalarda bulundu;

 

Rahman Rahim Allah Adına

1-5- İçinde apaçık delil, değerli ve sağlam hükümler bulunan tertemiz sayfaları okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi kendilerine gelinceye kadar Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar eden (karşı çıkan / muhalefet eden) şu kimseler, içine düştükleri (cehalet, anarşi ve kriz) durumundan kurtulacak değillerdi. Ancak Kitap ehli, kendilerine açık kanıtlar / deliller / değerli hükümler geldikten sonra ayrılığa düştüler. Oysa ki onlar dini yalnız Allah’a has kılan hanif / arınmış kullar olarak Allah’a kulluk etmek, salatı ikame etmek, zekatı vermekle emrolunmuşlardı. İşte, dosdoğru, evrensel ve çağlarüstü din de budur. (Beyyine Suresi 1-5)

Bu uyarılara rağmen Yahudilerden ve Medineli müşriklerden İslam Cumhuriyetine karşı muhalefet etmeye devam edenleri Cehennem ateşinin beklediği ifade edilerek kötülüğün / anarşinin / sömürü ve krizin devamından yana olan bu muhalefetin yaratılmışların en kötüleri oldukları belirtilir. Diğer taraftan iman edip erdemli, güzel amel edenlerin ise Adn Cennetleri ile ödüllendirileceği vurgulanır. Allah’ın onlardan razı olduğu, onlarında Allah’tan razı oldukları ifade edilir.

 

6-8- Şüphesiz ki Kitap ehlinden ve müşriklerden inkarcı olan bu kimseler içinde ebedi kalacakları cehennem ateşindedirler. Yaratılanların en kötüleri işte onlardır. İman eden ve salih amel işleyen kimseler ise kuşkusuz yaratılanların en hayırlıları da işte onlardır. Onların, Rableri katındaki mükafatı, içinde ebedi kalacakları altlarından ırmaklar akan adn cennetleridir. Allah, onlardan razı / hoşnut olmuş, onlar da O’ndan razı / hoşnut olmuşlardır. İşte bu, Rabbine karşı saygı, korku ve haşyet duyanlar içindir. (Beyyine Suresi 6-8)

 

3.2. Muhalefetin Menfi Propagandalarına Cevap Verilmesi

 

Cenab-ı Hak, muhaliflere cevap verilmek üzere Rad Suresini elçisine vahyetti.  Surenin ilk ayetlerinde Kur’an’ın ayetlerinin de Tevrat ve İncil ayetlerindeki gibi doğru değer yargılarını içeren ayetler olduğu belirtilerek bu değer yargılarına insanların inanmayarak muhalefet etmelerinin yanlışlığı ortaya konulur. Kurulan Cumhuriyetin kişilerin arzu ve hevesleri üzerine değil Kitab’ın / Kur’an’ın değer yargıları üzerine kurulduğuna işaret edilir. Böylece Allah’ın tüm kullarının iyiliği için öngördüğü temel değerlerin egemen olacağı Cumhuriyet yönetiminde insanlar huzurlu, mutlu, güven içerisinde yaşayacaklardır. Ancak insanların çoğunluğu inanmamakta direnmektedir.

Onların çoğunluğunun muhalefet etmelerine rağmen Cenab-ı Hakk’ın görünmez ordularıyla elçisini destekleyerek İslam Cumhuriyetini kurup yükselttiği (göklerin görünmeyen direklerle yükseltilmesi metaforu), kurulan Cumhuriyetin İlahi dünya görüşüyle idare edileceği (Cenab-ı Hakk’ın Arşın / göklerin yönetimini eline alması metaforu) ve Medine’deki Yahudi ve münafıklardan oluşan muhalefeti boyun eğdirerek Anayasa ile emri altına aldığı (Güneş ve Ayı boyun eğdirmesi metaforu) ifade edilir. Boyun eğdirilecek otoritelerin Medine’dekilerle sınırlı kalmayacağı, tüm müşrik Arapların, Mısır, Sasani, Bizans ve diğer ülkelerin de ecellerinin geleceği ve İslam’ın egemenliği altına alınacağı belirtilir. (evrendeki tüm yıldız ve gezegenlerin belirli bir ömrünün olması nedeniyle kendileri için belirlenmiş bir sona / ecele doğru gittiği metaforu.) Toplumların Cenab-ı Hakk’ın koyduğu yasalara tabi olduğunu ve zalimlik yapan bu ülkelerin yıkılmasının bu yasalar uyarınca mukadder olduğunu, bütün işlerin ve oluşların Kendisine ait olmasıyla anlatılır.

Rahman Rahim Allah Adına

1-2- Elif, Lâm, Mîm, Ra. İşte bunlar, Kitab'ın (Tevrat ve İncil’in ayetleri gibi) ayetleridir. Sana Rabbinden indirilen şey haktır. / doğrudur. / gerçektir. Lâkin insanların çoğu inanmıyorlar. Allah, gökleri sizin göremeyeceğiniz direklerle yükselten, sonra Arş üzerine istiva eden, güneşe ve aya boyun eğdiren zattır. –Hepsi adı konmuş bir ecele akıp gidiyor.– O, işi yönetir, Rabbinize kavuşacağınız güne kani olursunuz diye ayetleri böyle açıklamaktadır. (Rad Suresi 1-2)

 

 

Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde arzın uzatılması metaforu üzerinden İslam Cumhuriyetinin egemen olacağı ülke sınırlarının genişleteceğini belirttikten sonra o ülke topraklarında valiliklerin / otoritelerin tesis edileceğini ve çok verimli nesillerin akıp coşacağını sabit dağlar ve ırmakların var edileceği benzetmesi üzerinden anlatır. Hali hazırda muhaliflerinin müminlerden çok fazla olması ve onların İslam Cumhuriyeti üzerine gece gibi çökerek aydınlığın üzerini örtmeye çalışmasına rağmen meydana gelecek bu medeniyetin meyvelerini vereceği ifade edilir. Tıpkı yağmurun suladığı bahçelerdeki ekinlerin, üzümlerin ve hurmaların yetişmesi misali indirilen ilahi hükümlere muhatap olan komşu toplumların hepsi değerli ürünlerini vahyin bu hükümleri sayesinde vereceği müjdelenir. Yine tıpkı bu bahçelerde yetişen meyvelerin koku ve tatları açısından birbirlerine göre üstünlüklerinin olması misalindeki gibi İslam Cumhuriyetinin Yahudi, Hristiyan, müşrik, sabii vb. farklı din, inanç ve kültürlerden oluşturacağı barış topluluğu medeniyetinde üretilen ürünlerde birbirinden farklı güzelliklerde olacağı vurgulanır.  

 

3-4- O, arzı genişleten / yayan, orada sabit dağlar ve ırmaklar kılandır. Ve O, orada bütün meyvelerden iki eş yarattı. O, geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda tefekkür eden bir toplum için ayetler vardır. Ve O, yeryüzünde bir tek su ile sulanan birbirine komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar kılandır. Biz, yemişlerin / ürünlerin bazısını bazısı üzerine üstün kılıyoruz. Şüphesiz aklını kullanan bir toplum için bunda birtakım deliller vardır. (Rad Suresi 3-4)

Münafık ve Yahudilerin bazı ileri gelenlerinden oluşan bu muhalefet müminlerin gayretlerini beyhude görüyorlar ve bu toplumun ayağa kalkmasının ve büyük bir medeniyet meydana getirmesinin mümkün olmadığını iddia ediyorlardı.  Onlar “Bu toplum böyle gelmiş böyle gider! Bir toplum toprak olunca o toplum nasıl dirilecek? Buna imkân yoktur!” diyorlardı. Cenab-ı Hak, bu muhaliflerin gelişmeleri görememelerinin çok şaşırtıcı olduğunu ve onların kibirlerinden dolayı inkâr ettiklerini / muhalefet ettiklerini belirtti. Onlar İslam Toplumunun toprak gibi rahmet, merhamet, mütevazılık, vergili olmak, paylaşmak vb. güzel karakterlere sahip olunca yepyeni bir yaratılışla dirilmesinin mümkün olmadığını söylerken kendilerinin boyunlarında demir halkalar varmış gibi kibirli olunması gerektiğini söylüyorlardı. Halbuki onları ateşe ve toplumsal yıkılışa götüren bu kötü karakterleriydi. Oysa toplumları dirilten güzel karakterleri kuşanmasıydı.

 

5- Eğer sen şaşıyorsan, asıl şaşırtıcı olan, onların, “Biz toprak olunca, biz gerçekten yeni bir yaratılışta mı olacağız?” sözleridir. İşte bunlar, Rablerini inkâr etmiş kimselerdir. Ve işte bunlar, boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar, ateşin ashabıdırlar, onlar orada sürekli kalıcıdırlar. (Rad Suresi 5)

İslam Cumhuriyetinin teşkilatlanması sırasında muhalefetin yaptığı menfi propaganda ve alaylı ifadeler onların Medinelilerin iyiliğini istemediklerini göstermektedir. Zira toplumun ıslah edilmesi ve dirilmesi için yapılmakta olan çalışmaları onların engellemeye çalışmalarının başka bir izah tarzı olamaz. Zulümleri yüzünden acı azaplara uğrayıp yıkılıp gitmiş toplumlardan da ibret almamaktadırlar. Halbuki Cenab-ı Hak, elçisi aracılığı ile Medinelileri içinde bulundukları zulümden ve yıkılış azabından kurtarmak istemektedir. Bu onlar için çok büyük bir mağfirettir. Ancak eğer kendilerini düzeltmeyecek olurlarsa O’nun azabı da çok şiddetlidir. Bu mesajların muhalefete iletilmesi için Cenab-ı Hak aşağıdaki ayeti inzal etti.

 

6- İyiliği isteyeceklerine onlar senden kötülüğün hemen başlarına gelmesini isterler. Hâlbuki onlardan önce ibret alınacak nice azap örnekleri gelip geçmiştir. Doğrusu senin Rabbin, zulümlerine rağmen insanlar için cidden mağfiret sahibidir. Muhakkak ki senin Rabbin, azabı / kovuşturması da cidden çok çetin olandır. (Rad Suresi 6)

 

Medine İslam Cumhuriyetinin gelecekte çok büyük bir medeniyete evrileceği iddiasını inkâr eden muhalifler bunun gerçekleşebilmesi için düşmanlarını yenebilecek / aciz duruma düşürecek ekonomik ve askeri gücün peygamberimize verilmesi gerektiğini ileri sürdüler. “Madem ki o Allah’ın elçisidir ve büyük bir vaadi vardır o halde Rabbi onu her türlü güçle mücehhez kılması gerekmez mi? Fakat onun ne ekonomik gücü var ne de askeri gücü var.” dediler.  Cenab-ı Hak ise onların bu sözlerine karşı bir uyarıcı olduğunu söylemesini peygamberimizden istedi. Her toplumun kendi kaderini kendi tercihleri ile kendisinin çizeceğini, Allah’ın ise toplumlara gittikleri yolun yanlışlığını göstermek ve onlara doğru istikamete çağırmak için peygamberlerini gönderdiğini ifade etti. Bu ifadeyle güzel nimetleri elde etmek için gayret göstermek, çalışıp çabalamak ve doğru yolu seçmek gerektiğine işaret edildi. 

 

7- O inkârcılar, “Rabbinden o'na bir ayet indirilmeli değil miydi?” diyorlar. Muhakkak ki Sen bir uyarıcısın. Ve her toplum için de bir yol gösteren önder / lider /davetçi vardır. (Rad Suresi 7)

 

Nasıl ki her dişinin rahminde meydan gelen yeni bir oluşumun niteliğini o dönemdeki insanlar bilmiyorsa, yavrunun erkek mi yoksa dişi mi olduğu konusunda herhangi bir bilgi edinemiyorsa, o dişinin erken doğum yapıp yavruyu telef mi edeceğini ya da normal bir doğum mu yapacağını bilemiyorsa ve bunları sadece Allah biliyorsa, Medine İslam Cumhuriyeti gelecekte büyük bir medeniyete evrilecek mi yoksa daha doğmadan yıkılıp gidecek mi konusunu da aynı şekilde Allah bilir. Bir toplumun ayağa kalkması için sosyolojik yasaları Allah belirlemiştir ve O bu yasaları elçisi vasıtasıyla bildirmektedir. İslam Cumhuriyeti muhaliflerinin içlerinde gizledikleri kıskançlıkları da Allah’a ayandır. Allah elçisini ve müminleri bütün yönlerden koruyup gözetmektedir. Eğer Medineliler de kendilerini ıslah edip İslam Cumhuriyetine destek olurlarsa ne mucizeler yaratıldığı görülecektir. Ancak kendilerini değiştirmeyecek olurlarsa ve Allah onları bu nedenle cezalandırmaya karar verirse bunu da hiç kimse engelleyemeyecektir. Herkes aklını başına alsın diye Cenab-ı Hak yukarıdaki mesajları ihtiva eden ayetlerini aşağıdaki şekilde inzal etti.

 

8-11 Allah, “her dişinin neyi taşıdığını ve rahimler neyi eksiltir (erken doğum) ve neyi artırır (normal doğum)” bilir. Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir. (Allah) gaybı ve açıkta olanı bilendir, pek büyüktür, yüceler yücesidir. Sizden, sözü gizleyen kimse ve onu açığa vuran kimse, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan kimse eşittir. Her kişinin sağından, solundan ve arkasından -Allah'ın işinden olarak- onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah bir topluluğa azap / ceza vermek istedi mi, artık onu kimse engelleyemez. Onlar O'na karşı bir velî [yardım eden, koruyan, yol gösteren] de bulamazlar. (Rad Suresi 8-11)

 

Muhaliflerin yaptıkları menfi propagandanın etkisini kırabilmek için Cenab-ı Hak inzal ettiği ayetlerde yağmur yüklü bulutlara, şimşeğe, gök gürültüsüne ve yıldırımlara değinerek cevap verir. Kuraklıktan kırılan insanlar yağmur yüklü bulutların geldiğini ve şimşeklerin çakışını gördükleri zaman nasıl ümitlenirlerse barış, huzur, merhamet ve güvenliğe susamış Medineliler için de müminler büyük bir ümit getirdiler. İslam Cumhuriyeti ile Medineliler içine düştükleri anarşi ve kaostan kurtulabilmeyi umut ediyorlardı. Diğer taraftan İslam Cumhuriyeti / peygamberimiz ve müminler bazı Medinelilere korku da veriyorlardı. Özellikle Medinelileri sömüren ileri gelenler / melikler / güç sahibi otoriteler yeni oluşumdan tedirgin oluyorlardı. Onlar Medine’deki yeni oluşuma engel olamadıkları ve halkın tepkisinden korktukları için İslam Cumhuriyetine yöneldiler. / tesbih ettiler. ([1]) / rıza gösterdiler.

Cenab-ı Hak, gönderdiği yıldırımlarla dilediğini çarpması olayı benzetmesiyle İslam Cumhuriyetine muhalefet edenleri tehdit etti. Eğer Allah’ın nizamı hakkında tartışmaya devam edecek olurlarsa onların yıldırım çarpması gibi şiddetle cezalandırılacaklarını belirtti.  

 

12-13- O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve o yağmur yüklü bulutları meydana getirendir. Gök gürültüsü, O'nu hamd ederek tesbih eder. Melekler de O'nun korkusundan dolayı O'nu tesbih ederler. Onlar ise Allah hakkında mücadele edip dururlarken O, yıldırımlar gönderir de onunla dilediğini çarpar. O’nun azabı pek şiddetlidir. (Rad Suresi 12-13)

 

Cenab-ı Hak, Medine halkının muhaliflerin propagandalarına kanmaması için onların çağırdıkları yolun topluma hiçbir faydasının olmadığını belirtti. Muhaliflerin davet ettikleri eski şirk ideolojisinin toplumun ihtiyaçlarını karşılayamadığını, toplumun sorunlarını çözemediğini ifade etti. Kendisinin (Allah’ın) öğretisine dayalı olarak kurulan İslam Cumhuriyetinin ise toplumun sorunlarını çözeceği ve ihtiyaçlarını karşılayacağını bildirdi. Bu nedenle Medinelilerin kendilerine yalvarıp yakardıkları ileri gelenlerden bir şey beklememelerini, yönelimlerini Allah’a (Allah’ın Devletine) yapmaları gerektiğini belirtti.

 

14- Doğru, gerçek bir çağrı / davet /dua yalnızca O'na yapılan çağrıdır. / davettir. / duadır. O'ndan başkasına çağıranlara / dua edenlere ise o çağrılanlar / dua edilenler onların hiçbir isteklerine karşılık veremezler. / onların sorunlarını çözemezler. Onlar, ancak ağzına gelmemesine rağmen ağzına su gelsin diye iki avucunu açan gibidir. Ve kâfirlerin duası / çağrısı / daveti sadece sapıklıktır. (Rad Suresi 12-13)

 

Yer ve gökteki herkes, her şey ve gölgeleri Cenab-ı Hakk’ın yasalarına tabidir. O’nun yasasına göre yaşamaktan başka çareleri yoktur. Günümüzde tabiat kanunları denilen bu yasaları her şeyi yaratan Allah koymuştur. İnsanların mutlu, huzurlu ve güvenli bir yaşam sürmeleri için ihtiyaçları olan toplumsal yasaları da O belirlemiştir. Peygamberleri vasıtasıyla kullarını bu yasalarından haberdar etmiştir. Fakat insanların hukukunu ihlal eden, onları sömüren ileri gelenler ise Allah’ın koyduğu bu yasalar yerine kendi çıkarlarına göre belirledikleri yasaları toplumlarına uygularlar. Böylece toplumda anarşi ve zulüm meydana getirirler. Onlar kendi halklarının huzuru, mutluluğu ve güvenliği için hiçbir zahmete katlanmazlar. Halkın sorunlarını çözecek herhangi bir uygulamaya da gitmezler. Onlar sürekli kendi egemenliklerini sağlayacak uygulamaları gözetirler. Halklarının güvenliği ve huzuru onlar için önemli değildir.

Cenab-ı Hak, Medine halkına çağrıda bulunarak kendileri için hiçbir fayda temin etmeyen ileri gelenlerini veli / yönetici / evliya seçmemelerini istedi. Peygamberi gibi kendilerini aydınlığa çıkaracak önderler ve ilahi öğretiler dururken kendilerini karanlığa yuvarlayacak ileri gelenleri tercih etmemelerini belirtti. Hz.Muhammed@ gibi toplumsal yasaları bildiği için geleceği iyi gören, son derece yetenekli, bilgili ve donanımlı bir kimse ile önlerini göremeyen ileri gelenlerin bir olamayacağının aşikâr olduğunu vurguladı. Körlükleri belli olan şirk tortusu ileri gelenlerin peşinden gidilemeyeceğini bildirdi. Kullarını yaratan ve onların ihtiyaçlarını karşılayan Kendi öğretileriyle, azgın ve zalim ileri gelenlerin ileri sürdüğü değer yargıların aynı olamayacağını belirtti. Şayet uyarılarını dikkate almayacak olurlarsa da Kendisinin “Kahhar / Kahredici” olduğunu bildirerek ayaklarını denk almaları konusunda uyardı.

15-16- Yerde ve göklerde olan herkes / her şey ve gölgeleri, ister istemez sabah-akşam [sürekli olarak] yalnızca Allah'a secde ederler. / Allah’ın yasasına tabidir.  De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah'tır.” De ki: “Allah'a karşı kendi kendilerine bile fayda ve zarar vermeye gücü olmayanları velîler mi ediniyorsunuz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Yoksa Allah'a, O'nun gibi yaratan birtakım ortaklar buldular da, bu ikisinin yaratmasını birbirine mi karıştırdılar? De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Ve O, birdir, kahhar'dır (her şeye üstün ve kahredicidir).” (Rad Suresi 15-16)

Peygamberimizin yaptırdığı nüfus sayımından da anlaşılacağı üzere muhalif ileri gelenlerin hükmettiği halkın nüfusları müminlerin sayılarından oldukça fazlaydı. Neredeyse Medine nüfusunun yüzde doksanı onlardan yanaydı. Bu durum müminlerde ümitsizliğe yol açabileceği gibi Medine halkı muhalif ileri gelenlerin menfi propagandalarından etkilenmeleri muhakkaktı.

Cenab-ı Hak, Medine halkına muhaliflerin sayısal çokluğuna bakarak onların peşinden gitmelerini engellemek için onlara çeşitli misaller verdi. Muhaliflerin güçlü ve üstün görünmelerinin gerçek bir üstünlük olmadığını köpüğün cevherin üstünde olması örnekliğinde anlattı. Cevherin özgül ağırlığının fazla olması nedeniyle köpüğün altında yer aldığını ama köpüğün bir şekilde atıldığı zaman insanların faydasına olan cevherin kaldığını söyledi. Bu nedenle hâlihazırdaki duruma bakarak İslam Cumhuriyetine / Hz.Muhammed’e@ ve müminlere karşı olanların çokluğuna aldanılmamasına vurgu yaptı.  Müteakiben Kendisine uyanlara en güzel ödüllerin verileceğini ama muhaliflerin peşinden gidenleri ise cehennem ateşiyle cezalandıracağını bildirdi. 

17-18- O [Allah], gökten bir su indirdi de vadiler, kendi ölçüsünde sel olup aktı. Sonra da sel, üstüne çıkan köpüğü yüklendi. Bir ziynet eşyası veya bir alet yapmak için madenleri ateşte erittikleri zamanda üste böyle köpük çıkar. İşte Allah, hak ve bâtıla böyle misal verir. Sonra köpük atılır gider, insanlara faydası olan ise dünya durdukça durur. / ülke de kalır. İşte Allah, böyle örnekler verir. Rablerine uyanlar için mükafatın en güzeli vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. Zira hesabın kötüsü onlar içindir. Varacakları yer cehennemdir. Orası ne fena yataktır. (Rad Suresi 17-18)

Cenab-ı Hak, toplumun sorunlarına kayıtsız kalmayıp onlara çözüm getirmeye çalışan ve bu uğurda her türlü fedakârlığa katlanan müminlerle muhalif ileri gelenleri kıyasladı. Müminlerin ahitlerine sadık olduklarını, kimsenin hakkına tecavüz etmedikleri gibi herkesin hukukunu koruduklarını, kötülükleri iyilikle kaldırmaya çalıştıklarını ve bunları da sırf Rablerinin rızasını kazanmak ve ahiretteki hesaptan korktukları için yaptıklarını ifade etti. Münafık ve Yahudi ileri gelenlerden oluşan muhaliflerin ise ahitlere sadakatlerinin olmadığını, hukuk tanımadıklarını ve insanların haklarına tecavüz ettiklerini, toplumda fesat çıkardıklarını söyledi. Bu kıyaslamaya bakarak doğru / haklı tarafı gören kimse ile göremeyen kimsenin aynı olamayacağını vurguladı.

Diğer taraftan söz konusu muhaliflerin Anayasal ahitlerini bozmaları ve ülkede fesat çıkarmaları nedeniyle Medine’den kovulacaklarını (lanetleneceklerini) ve ahirette de şiddete cezalandırılacaklarını bildirdi.

 

19-25- O halde, Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu gören bilen kimse, (hakka karşı) kör olan kimse gibi olabilir mi? Şüphesiz bunu aklını kullanan kavrama yeteneği olan kimseler anlar / öğüt alırlar. Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve yeminlerini bozmazlar. / ahitlerine sadıktırlar. Onlar, Allah'ın korunması ve gözetilmesini emrettiği hakları / hukuku koruyan Rablerine haşyet duyan ve kötü hesap vermekten korkan kimselerdir. Onlar Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabreden, salâtı ikame eden (toplumun sorunlarına kayıtsız kalmayıp onlara çözüm getirmeye çalışan ve/veya yardımcı olan) ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak eden ve kötülüğü iyiliklerle ortadan kaldıran kimselerdir. İşte dünyanın güzel sonu onlarındır. Adn Cennetleri de bunlar içindir. Atalarından, eşlerinden ve soylarından Salih olanlar da oraya gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına vararak şöyle diyecekler: “Sabretmenize karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”  Allah'ın ahdini onayladıktan sonra bozanlar ve Allah'ın korunması ve gözetilmesini emrettiği hakları / hukuku çiğneyenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimseler var ya; İşte lanet onlara, yurdun kötüsü de onlar içindir. (Rad Suresi 19-25)

Cenab-ı Hak, kendisine iman eden ve vaadine güvenen müminlere hem bu dünyada hem de ahirette çok büyük nimetler / rızıklar vereceğini taahhüt etmekteydi. Peygamberimiz Rabbimizin bu vaadini sürekli tekrarlıyor ve eğer kendisi desteklenecek olursa kurulan Cumhuriyetin sınırlarının Medine’nin dışına çıkıp tüm Arap yarımadasını kaplayacağı gibi Suriye, Mısır, Irak, Sasani, Bizans, …. Ülkelerini de içine alacak kadar genişleyeceğini vaat ediyordu. Fakat muhalifler bu vaadi inkâr ediyorlardı. Onlar “küçük olsun benim olsun” anlayışıyla şirk / atomize kabile yapısına razı oluyorlardı.  Kabileci / Basit / süfli / ilkel / dünya hayatını peygamberimizin vaat ettiği muhteşem güzellikte ve büyüklükteki geleceğe ve ahirete inanmıyorlardı. Halbuki ikisi kıyaslandığında basit / ilkel / geri / dünya hayatı muhteşem geleceğe göre çok çok az bir faydalanma idi.

Muhalif inkarcılar peygamberimizin vaadine inanmıyorlardı. Çünkü onlar bu vaadin gerçekleşebilmesi için peygamberimizin ekonomik ve askeri güce sahip olması gerektiğini söylüyorlardı. Onlara göre eğer Hz.Muhammed’in@ elinde düşmanlarını acze düşürücü (mucizevi) askeri ve ekonomik güçler bulunmazsa onları nasıl yenecek ve vaat ettiği ülkeleri nasıl fethedecekti. Ayrıca onlar “mademki ahirette de cenneti vaat ediyor o halde bu dediğini kanıtlayıcı bir ayet / mucize göstersin ki kendisine inanalım” diyorlardı.

Cenab-ı Hak onların bu menfi propagandalarına şöyle cevap verilmesini emretti; “onların Allah’a itimatları yok. Halbuki Allah’a itimat etseler kalplerine güven / itminan gelecek ve kendilerine güvenecekler. Böylece batıl / yanlış yolda olan düşmanlarını yeneceklerine inanacaklar. Allah’a güvenen müminler işte bu gerçeği görüyorlar ve doğru yolu tercih ediyorlar. Allah’a güvenip O’nun inzal ettiği temel değerlere göre ıslah edici eylemlerde bulunanlara muhteşem güzellikte bir gelecek vardır.”

 

26-29- Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de kısar da. Onlar ise dünya hayatı ile sevinip mutlu oluyor / şımarıyorlar. Oysa dünya hayatı, ahirete göre sadece çok az bir kazanımdır. İnkârcılar, “Ona Rabbinden bir ayet / mucize indirilmeli değil miydi” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır. İman ederek kendisine yönelen ve Allah'ı anarak kalpleri yatışan kimseleri hakka / gerçeğe ulaştırır.” Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır / tatmin olur. İman edip ve ıslah edici eylemlerde bulunan kimselere ne mutlu!  Ulaşılacak / Varılacak güzellikler, müjdeler, cennetler (tuba) sadece onlar içindir. (Rad Suresi 26-29)

Cenab-ı Hak, daha önce gönderdiği peygamberlerinde aynı öğretilerle / temel değerlerle toplumlarına gönderildiğini bildirdi. Bu mesajla özellikle Yahudi ileri gelenlerden muhalif olanlara Hz.Muhammed’in@ getirdiği ilahi öğretiyle kendi dinlerindeki temel değerlerin aynılığını ortaya koydu. Temel öğretilerdeki aynılığa rağmen onların yine de inkâr ettiklerini belirtti. Onların aslında Kendisinin (Allah’ın) “Rahman” oluşunu dolayısıyla kendilerinin de insanlara karşı merhametle muamele etmeleri gerektiğini reddettiklerini ifade etti. Daha sonra peygamberimize onlara şöyle söylemesini emretti; “Benim rabbim Rahman’dır. Ben O’nun ahlakıyla amel ederim. Benim yolum O’nun yoludur. O nasıl tüm mahlukatına merhametle, sevgiyle yaklaşıyor ve onlara binbir türlü nimetler bahşediyorsa, İslam Cumhuriyetindeki yönetim anlayışı da aynı şekilde insanlara merhametle, sevgiyle, paylaşmacı ve vergili davranacak, onların her türlü ihtiyacını karşılamak için gece gündüz çalışacaktır. Ben Allah’a güveniyor ve O’na tevekkül ediyorum. O vaat ettiğini bize verecektir. Sonunda zaten O’na dönecek ve yaptıklarımızın hesabını vereceğiz.”

 

30- İşte seni de kendilerinden önce nice benzerlerinin gelip geçtiği bir ümmete elçi olarak gönderdik ki vahyettiklerimizi onlara okuyasın. Onlar ise Rahman’ı inkâr ediyorlar. De ki: “O [Rahman], benim Rabbimdir, O'ndan başka ilâh yoktur. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim, dönüş de yalnızca O'nadır.” (Rad Suresi 30)

 

Cenab-ı Hak, Medineli muhalif inkarcıların mucize taleplerine karşılık elçisinin onlara şöyle cevap vermesini emretti; “Eğer talep ettiğiniz üzere ayet / mucize kabilinden bu Kur’an ile dağlar yürütülseydi ve ölüler konuşturulsaydı yine de inanıp arkamdan gelmeyecektiniz. Mamafih bu Kur’an’ın öğretilerine uyan toplum önderleri (dağlar) yürüyecek, Cumhuriyetin ilerlemesiyle birlikte onlarda mesafe alacak. Yine Kur’an sayesinde bu ölü toplum dirilecek ve tarihe, çağlara, toplumlara söyleyecek sözleri olacak, söz onlarda olacak.”

Muhaliflerin propagandasından etkilenmesinler diye, Cenab-ı Hak müminlere de şu mesajların iletilmesini elçisine emretti; “Muhaliflerin karşı çıkışları mücadelenin bir parçasıdır. Bu işin doğasında vardır. Allah dileseydi insanların tümü hemen hidayete ererdi.  İnsanların kolayca elde ettikleri bu nimet o zaman değerli olmazdı. Aynı zamanda insanın imtihanı gerçekleşmemiş olurdu. Hâlbuki insanın üstünlüğü, tercih yapabilmesindedir. Seçiminde özgür olmazsa ve tüm zorluğuna rağmen değerli olanı tercih etme ile kolay ve arzularına uygu olanı tercih etme serbestisine sahip olmazsa insanın imtihanı söz konusu olamaz. Bu sınavı kazananlar mahlukların en şereflisi bir insan olmayı seçenler olacaktır.  Sınavı kaybedenler ise tercihlerini hayvani arzuları ve şehvetleri yönünde kullananlar olacaktır. Muhalifler ise tercihlerini zulümden yana kullandıkları için Allah’ın vaadi gelinceye kadar başlarına bela yağacak ya da yurtlarının sınırlarına dayanacaktır. Allah onlara mühlet vermektedir. Zamanı gelince peygamberle alay edenleri yakalayacak ve şiddetle cezalandıracaktır.”

 

31-32- Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, mesafe alındığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı. (onlar yine de inanmazlar.) Halbuki bütün işler Allah'a aittir. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, insanların tümüne hidayet ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir belâ çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez. Andolsun ki, senden önceki elçilerle de alay edildi. Ancak Ben o inkârcılara bir süre mühlet tanıdım. Sonra da onları yakalayıverdim; Haydin bakalım Benim azabım nasılmış! (Rad Suresi 31-32)

 

Cenab-ı Hak, Medine halkına şu mesajını iletti; “İnsanlara karşı sevgi, şefkat ve merhamet gösterme, onları koruma ve kollama, onların ihtiyaçlarını karşılama hususlarında hiç kimse Allah gibi olamadığı halde insanlar yine de Allah’a eşler koşmaktadır. Koşulan eşler insanların dertlerine deva olmazlar, onların sorunlarını çözmezler, ihtiyaçlarını karşılamazlar, sıkıntılarını gidermezler. Ama Allah öyle mi? O kullarının üzerine titrer, onların rızıklarını verir, ihtiyaçlarını karşılar, sıkıntılarını giderir. O onların en önemli ihtiyacı olan sosyal yaşamları için de temel değerlerini elçileri aracılığı ile bildirir. Fakat buna rağmen insanlar yine de kendilerini sıkıntıya sokan otoriteleri / ileri gelenleri Allah ve elçisinden daha değerli görür ve onların peşinden giderler. Madem öyle onları daha çok seviyorsunuz o halde haydi onlar sizleri diriltici politikalarını önersinler bakalım. Onların toplumu ayağa kaldıran bir projeleri, toplumun sorunlarını çözen bir önerileri var mı acaba? Varsa durmasın söylesinler.  Ama onların bu konuda ortaya koyabilecekleri hiçbir çözüm önerileri yoktur. Bu dünya hayatında onlara yıkım azabı vardır. Ahirette ise çok şiddetli bir azaba çarptırılacaklardır. Kimse de onları kurtaramayacaktır. O halde ey Medine halkı aklınızı başınıza alın da muhalif ileri gelenlerin peşinden gitmeyin. Allah’ın yolunu seçmiş mümin muttakilerin safını seçin. Zira onlar altından ırmaklar akan, yemişleri ve gölgelikleri daimi olan cennetlerde ağırlanacaklardır. Sizler de bu şekilde ödüllendirilmek istemez misiniz?”

 

33-35- Kim herkesin ne yaptığını görüp gözeten / elinden tutan Allah gibi olabilir ki? Fakat onlar buna rağmen Allah'a ortaklar kıldılar. De ki: “Söyleyin bakalım onların isimlerini / yaptıklarını / politikalarını / sorunlara çözüm önerilerini.  Yoksa siz O'na yeryüzünde / memlekette bilmediği bir şey mi bildiriyorsunuz? Ya da iddialarınızı açıkça ispatlayan sözleriniz mi var?” Aslında, küfre sapmış olan kişilere plânları / tuzakları güzel göründüğü için doğru yoldan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. Onlar için şu dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise kesinlikle çok daha çetindir. Onları Allah'tan koruyacak kimse de yoktur. Muttakilere söz verilen cennetin misali şöyledir: Onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri daimidir. İşte bu, takvalı davrananların akıbetidir. İnkarcıların sonu ise ateştir. (Rad Suresi 33-35)

 

Cenab-ı Hak, muhalif inkarcılardan özellikle Yahudi ileri gelenlerin yaptıkları menfi propagandalarına cevaplar verdikten sonra Yahudilerin hepsinin bu muhalif inkarcılar gibi olmadığını onlardan peygamberimize inzal edilen öğretilere sevinenlerin olduğunu da belirtti. Onların sevinme nedenleri ise gelen hükümlerin herkese hak, hukuk ve adalet getirmesi, azgın ileri gelenlerin ise haksızlıklarını ve sömürülerine engel olmasıydı. Onlar peygamberimize gelen öğreti ile kendi dinlerinin öğretilerindeki paralelliği görüyorlardı.

36- Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene sevinirler. Fakat onlardan düşmanlık yapan gruplardan kimileri, bu kitabın mesajlarından bir kısmını inkâr ediyorlar. De ki: “Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben yalnızca O'na davet ediyorum, dönüşüm de yalnız O'nadır.”  (Rad Suresi 36)

 

Cenab-ı Hak, Kur’an’ın Arapça olarak ve mükemmel bir yasa olarak inzal edildiğini / inzal edilmekte olduğunu bildirdi. Bu ifade ile Kitab’ın hükümlerinin inzal edildiği toplumun kodlarının gayet iyi bilindiğine işaret edilir. İndirilen yasalar bu toplumun fıtratına asla aykırı değildir. Medine toplumunun zararına olabilecek hiçbir hüküm içermemektir. Tam aksine Arap toplumunun ıslah olup dirilmesini sağlayacak, onların huzur ve güvenliğini tesis edecek hükümler indirilmektedir. Buna rağmen muhalif ileri gelenlerin şimdiye kadar kendi heva ve hevesleri doğrultusunda uyguladıkları yasaların uygulanmasına devam edilecek olursa Medine’de barış, huzur ve güvenin sağlanması mümkün değildir. Bu nedenle Cenab-ı Hak, elçisini ikaz etti ve mevcut yasaları değiştiren hükümler indirdiğinde onları uygulama hususunda asla tereddüt etmemesine işaret etti. Aksi takdirde Kendisinin desteğinin ve korumasının olamayacağını belirtti. Bu uyarı aynı zamanda müminlere de yapılmış oldu.

37- Biz Kur’an'ı Arapça bir hüküm (mükemmel bir yasa) olarak indirdik. Sana gelen bu ilimden sonra onların hevalarına / arzularına uyarsan, Allah'tan sana ne bir dostluk / velayet / yol göstericilik / yardım ne de bir koruyuculuk olur. (Rad Suresi 37)

Muhaliflerin peygamberimizin elinde ekonomik ve askeri gücünün olmamasını eleştirerek onun peygamber olamayacağını ve vaat ettiği hedefe ulaşmasının imkânsız olduğunu iddia etmişlerdi. Cenab-ı Hak, onların bu iddialarına yukarıda verdiği cevabı tamamlayıcı olarak aşağıdaki hususları da mealen dile getirir;

“Tarih boyunca gelen peygamberlerin de Allah’ın yasası / izni dışında, Allah’ın mucize kabilinden mücehhez kıldığı altınlar, servetler ve ordularla destekleyip vaat ettiği hedefi / fetihleri / toplumsal ıslahatları gerçekleştirdiği vaki değildir.  Allah o peygamberlerine de hayatın normal akışı içerisinde / Allah’ın yasaları çerçevesinde eşler, nesiller ve bağlılar vermiştir. Allah’ın toplumlara koyduğu yasaya (sosyolojik yasalara) göre her toplumun bir ömrü vardır. Tıpkı insan gibi toplumlarında ecelleri vardır ve her toplum ömrünü Allah’ın belirlediği yasaya / kadere göre tamamlar. Allah toplumları bu yasalara göre yaşatır ya da yok eder. Toplumsal yaşamın kanunlarının yer aldığı Ana Yasa da O’nun katındadır.  Bu çerçevede Hz.Muhammed’e@ de mucizevi olarak gökten servetler ve askeri güçler indirmedik. Onun hareketi sosyolojik yasalar çerçevesinde gelişecek, büyüyecek ve vaat ettiğimiz gibi Mekke müşrikleri, Bizans, Mısır, Sasani imparatorlukları yok edilecek ve yerlerine Allah’ın öğretisini benimseyen İslam toplumu hâkim olacaktır. Allah’ın vaat ettiği bu fetihlerin / toplumsal ıslahatların bir kısmı peygamber yaşarken olabileceği gibi bir kısmı onun vefatından sonra gerçekleşecektir. Peygamberin görevi ilahi öğretileri tebliğ etmektir. Yanlış yolda giden toplumların hesabını görmek Allah’a aittir.”

 

38-40- Andolsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyet [nesil/oğlan-kız çocuklar] verdik. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmadan herhangi bir ayet getiremez / mucize gösteremez. Her ecelin (süreli her şeyin) bir yazgısı / kaderi / kanunu / kitabı vardır. Allah (bu yazgıya / kadere / kanuna göre) dilediği (toplumu / insanı / şeyi) ortadan kaldırır / imha eder, dilediğini de yerinde bırakır. (Bu kanunların yazılı olduğu) Ana Kitap / Ana Kanun O'nun katındadır. Onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana ister gösterelim ister bundan evvel seni vefat ettirelim, sana düşen sadece tebliğ etmektir. Bize düşen de hesap görmektir. (Rad Suresi 38-40)

 

“Allah’ın elçisi aracılığıyla vaat ettiği hedefin / fetihlerin gerçekleşeceğine dair kanıt istiyorlarsa muhalifler şöyle çevrelerine bir baksınlar. Bir tek kişinin ortaya çıkan bu hareket gelişmiş, büyümüş ve şimdi Medine’de İslam Cumhuriyetini kurmuştur. Gitgide de egemenlik alanını genişletmektedir. Onun muhalifleri sürekli cephe kaybediyorlar. Onların egemenlik alanları sürekli daralmaktadır. Bu hızlı gelişme Cenab-ı Hakk’ın hesabı hızlı görmesinden başka bir şey değildir. O’nun egemenliğini engelleyebilecek hiç kimse yoktur.”

 

41- Onlar görmüyorlar mı ki Biz onların yerlerine geliyor ve yurtlarının sınırlarını daraltıp duruyoruz. Allah öyle hükmeder ki O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çok hızlı görendir. (Rad Suresi 41)

 

“Hz.Muhammed’in hareketinin gelişmesi, büyümesi ona karşı olan muhaliflerin tüm engellemelerine, tuzaklarına ve kötü düzenlerine rağmen devam etmektedir. Allah onların bütün tuzaklarını ve oyunlarını boşa çıkarmaktadır. Ona karşı muhalefet edenler yurdun / ülkenin egemenliğinin kime kalacağını çok yakında göreceklerdir.”

 

42- Bunlardan öncekiler de tuzaklar / düzenler kurmuşlardı. Fakat bütün tuzakları / düzenleri bozup cezalandırmak Allah'a aittir. O, herkesin ne yaptığını ve ne kazandığını bilir. (Onlar) çok yakında bu yurdun kime ait olacağını görecekler. (Rad Suresi 41)

Sure boyunca muhaliflere verilen cevaplara karşı onlar yine de Hz.Muhammed’in peygamberliğini kabule yanaşmadılar ve muhalefet etmeye devam edeceklerini dile getirdiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, surenin sonunda münafıklardan ve Yahudilerden oluşan bu muhalif inkarcılara şöyle cevap verilmesini emretti;

“Siz benim önderliğimi ister kabul edin ister etmeyin! Ben hedefime ulaşmak için Allah’ın, müminlerin ve Yahudilerden Allah’a bağlı olanların destekleri / şahitlikleri bana yeter!” 

 

43- O inkârcılar, “Sen peygamber değilsin (Seni liderimiz olarak kabul etmiyoruz)” diyorlar. De ki: “benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. (Siz ister kabul edin ister etmeyin. Allah ve yanlılarının tanıklığı / desteklemesi benim için yeterlidir.) (artı sizlerden kitap bilgisine sahip olup da beni destekleyenler yeterlidir) Bir de Kitap bilgisine sahip olanlar. (yeter.)” (Rad Suresi 43)

 

3.3. Muhaliflerin Allah’a İtaate Çağrılması

Hz.Muhammed’in peygamberliğini kabul etmemekte direnen muhalefet, İslam sisteminin kitabını / ilkelerini de Allah’tan gelen değerler olmadığını, onları Hz.Muhammed’in@ kendisinin uydurduğunu ifade ediyorlardı. Cenab-ı Hak, onlara cevap olmak üzere teklif edilen ilkelerin Kendisinden olduğunda şüphe olmadığını beyan ederken bunun en büyük delili olarak bu değerlerin / ilkelerin bütün alemleri / kabileleri / toplumları kapsaması olduğunu belirtir. Eğer bunları Hz.Muhammed’in kendisi uydurmuş olsaydı onlar mutlaka onun kendi kabilesine / toplumuna özgü ve o toplumun çıkarlarını önceleyen  ilkeler olacaktı. Halbuki bu ilkeler, yanlış yolda oldukları için birbirleriyle sürekli çatışma, kavga ve çekişme içierisinde olan ve onları gittikleri bu yolun yanlışlığını bu zamana kadar kimsenin ifade etmediği / kendilerini uyarmadığı Arap kabilelerinin uyarılarak doğru yolu bulmaları için Allah’ın gönderdiği ilkelerdi. Yani bu ilkeler, kimseyi ötekileştirmeden, kimseyi ayırmadan herkesin ortak faydasına olan ilkelerdi. Zira Allah herkesin Rabbidir ve O bütün kullarına karşı sevgi ve merhamet beslemektedir.

 

Rahman Rahim Allah Adına

1-3- Elif, lâm, mim. Kendisinde şüphe bulunmayan bu kitabın indirilişi, kuşkusuz alemlerin Rabbindendir. Yoksa “Onu kendisi uydurmuş” mu diyorlar? Hayır bilakis o, senden evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan toplumun doğru yolu bulmaları amacıyla uyarasın diye Rabbin tarafından gönderilen gerçektir. (Secde Suresi 1-3)

Fakat muhalif olanların bu delilden anladıkları yoktu. Onlar eski sistemin devamından yanaydılar. Çünkü eski sistemdeki imtiyazlar sadece kendi çıkarlarına işliyordu. Bu nedenle zaten onlar sistemin herkesin faydasına olacak şekilde olmasını istemiyorlardı. Onların bu açgözlülükleri Medine toplumunu uçurumun eşiğine getirmişti. Ancak Medine toplumundaki samimi insanların doğru yol arama konusundaki çabaları sonucunda Medine toplumunu selamete / kurtuluşa götürecek olan bir evreni / ortamı / sistemi Allah şimdi nasip etmişti. Onlar Hz.Muhammed@ ile yaptıkları görüşmelerle aşama aşama Medine İslam Cumhuriyetini inşa etmişlerdi. Tıpkı Allah’ın yerleri, gökleri ve içindekileri altı günde yaratması gibi onlar da Medine İslam Cumhuriyetini uzun süren aşamalardan / evrelerden sonra teşekkül ettirmişlerdi. Yine nasıl ki Allah, kainatı yarattıktan sonra kainatı işletmek için kontrol, denetim ve gözetim makamına geçtiyse aynı şekilde peygamberimiz ve müminlerin de yeni kurulan İslam Cumhuriyetinin işlemesi için kontrol, denetim ve gözetim yapacaklarından kuşku yoktu. Göklerde ve yerde olduğu gibi yeni kurulan bu cumhuriyetin işleyişinde de yine Allah’ın ilke ve değerleri egemen olacaktı. Hiçbir kimsenin ve hiçbir otoritenin bu işleyişe müdahale etmesine / araya girmesine (şefaatine) izin verilmeyecekti.

 

4- Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan ve de Arş üzerine egemenlik kurandır. Sizin için O’ndan başka bir Veli / Koruyucu ve bir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız? (Secde Suresi 4)

 

İslam Cumhuriyetinde işlerin Allah’ın toplumlar için tespit ettiği yasalara / ilkelere (sosyolojiye) uygun olarak yöneticiler (gökler metaforu) tarafından toplumun (arz / yer metaforu) faydasına olacak şekilde düzenleneceği ifade edilir. Bu düzenlemeler çerçevesinde yapılacak yönetim ise öyle plansız, programsız olmayacaktır. Bilakis bu düzenlemeler çok uzun vadeli planlar ve programlar düşünülerek hazırlanacak ve bu hazırlıklar çok kısa zaman aralığında gerçekleştirilecekti. Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın bin yıllık işleri bir([2]) günde planlaması gibi İslam Cumhuriyeti yönetimi de çok uzun sürede yapılacaklarını çok kısa sürede planlayacaklardı.  

 

5- O (Allah), gökten yere işleri yönetir, sonra da o (yönetim işleri), sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na (Allah’a) yükselir. (Secde Suresi 5)

 

[1] ) NOT: “Tesbih etmek” bir hedefe yönelmek anlamından kinaye ile kullanılmıştır. (A.A)

[2] )NOT: Buradaki sayılar ile nitelenen fiillerin sürelerini vermekten ziyade bu aktivitelerin önemine işaret edilmektedir. A.A.

Kainattaki bütün işleri yöneten Allah, görülen ve görülmeyen her şeyi bilir ve O’na karşı kimse galip gelemez. O daima üstün ve egemendir. Bununla beraber O kullarına karşı çok merhametlidir. Bundan dolayı Allah’ın arkasında durduğu İslam Cumhuriyetini alt etmek imkansızdır. Tıpkı Allah’ın kullarına merhametli olması gibi İslam Cumhuriyeti de vatandaşlarına karşı son derece merhametli olacaktır.

 

6 - Görüleni ve görülmeyeni bilen, Azîz / Güçlü / Üstün ve Rahîm / Merhametli olan O’dur. (Secde Suresi 6)

 

Her şeyi güzel yaratan Allah, insanı çamurdan yaratmaya başlamış sonra da aynı özden yani toprak ve sudan meydana gelen karışımdan insanları yaratmaya devam etmektedir. O yarattığı bu insanları düzeltip / tesviye etmekte ve ona ruh vermektedir. Bu ifadelerle Cenab-ı Hak, muhaliflere İslam Cumhuriyeti insanını toprak gibi alçak gönüllü, paylaşmacı, merhametli, vb. güzel karakterlere sahip Hz.Muhammed@ ile yaratmaya başladığını, onun davasını devam ettirecek müminlerin de aynı öze  yani aynı karakterlere sahip olacaklarını / olduklarını belirttikten sonra İslam toplumunu gönderdiği ruh / vahiyle düzene soktuğunu / sokacağına işaret eder. Cenab-ı Hakk’ın vahyi ile bu toplum, erdemli bir toplum olarak yeniden yaratılacak ve büyük bir medeniyete imza atacaktır. İslam toplumunu oluşturacak erdemli insanlar, Rabblerinin ruhuna / vahyine kulak verecek, gerçeği görecek ve aklını kullanan kimseler olacaktır. Ancak muhalifler kendilerine sunulan bu imkandan faydalanmayı reddetmekte ve kendilerini yeniden yaratacak olan ilahi mesajlara yönelmekte / şükretmekte direnmektedirler. Onlar bu ülkede kaybolmuş, hiç kimsenin değer vermediği, dikkate almadığı bedevi topluluklar iken erdemli insanlar olarak yeniden yaratılıp büyük bir medeniyet kurmalarının imkansız olduğunu söylüyorlardı. Arabistan çöllerinde yıllardır yitip gitmiş, ölü topluluklar olarak yaşam süren bu toplulukların şimdi erdemli insanlar olarak yeniden yaratılacağına inanmanın hayalden öte bir şey olmadığını iddia ediyorlardı. Ama aslında onlar bu sözleriyle Rabblerine kavuşmayı reddediyorlardı. İlkel, geri, vahşi ve sorumsuz bir şekilde yaşamaya devam etmek istiyorlardı. Zira bu muhalifler mevcut şirk sisteminden nemalanıyorlar ve keyfi yaşamlarının hesabını kimseye vermiyorlardı. Eğer İlahi sistemi kabul edecek olurlarsa yaptıkları her icraatın hesabını vermeleri gerekiyordu. Keyfi davranış içerisinde olamayacaklardı. Kendilerini bağlayan yasalar olacaktı. Bu yasaları ihlal etmeleri halinde kendilerinden hesap sorulacaktı. O sebeple onlar hem bu dünyada hem de ahiretteki yeniden yaratılmayı reddediyorlardı.

 

7-10-O, her şeyi en güzel yaratan ve insanı da yaratmaya çamurdan (erdemlilik karakterine sahip insan olarak) başlayandır.  Daha sonra da onun soyunu aynı özden / karakterden olmak üzere basit bir sudan / karışımdan yaratmaya devam etmetktedir. Sonra da onu düzelterek / tesviye ederek biçimlendirdi ve ona ruhundan üfledi. Sizin için kulak, gözler ve kalpler vermiştir. Ne de az şükrediyorsunuz? Onlar (Muhalifler): “Biz bu yeryüzünde / ülkede kaybolduktan sonra (dikkate değer olmayan bir topluluk olduktan sonra) öyle mi; biz yeniden mi yaratılacakmışız?” dediler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı (yaptıklarının hesabını verecekleri bir sisteme kavuşmayı) reddediyorlar. (Secde Suresi 7-10)

Yaptıklarının hesabını vermeye yanaşmayarak erdemli insan olmayı reddeden muhalifler, elbet bir gün biyolojik olarak ölecekler ve Rablerinin huzuruna çıkarılacaklar ve kendilerinden bu inkarlarının hesabı sorulacaktır. Ahirette Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkarıldıkları zaman onlar yaptıklarına son derece pişman olacaklar ve tekrar dünyaya dönüp hatalarını telafi etmeyi dileyecekler. Fakat iş işten geçmiş olacaktır.

İslam toplumunda insanlara doğru yol gösterilecek fakat onlar yollarını (dinlerini) seçmede hür olacaklar ve asla yollarını (dinlerini) seçmede zorlanmayacaklardır. Ama seçimlerinin sonuçlarından sorumlu olacaklardır. Dünya yaşamlarında yapacakları kötülüklerinin bedelini ödeyecekleri gibi ahirette de cehennemle cezalandırılacaklardır.

 

11-14-De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra da Rabbinize döndürüleceksiniz.” Rablerinin huzurunda o suçluları başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Artık gördük ve sözdinledik, şimdi bizi geri gönderde güzel / iyi / salih işler yapalım, biz artık kesinlikle inandık” derlerken bir görsen! Eğer Biz dileseydik herkesi hidayet verirdik. / doğru yola iletirdik. Fakat benden cehennemi yerli-yabancı bütün insanlardan ve cinlerden bir kısmıyla dolduracağıma ilişkin sözüm kesinlikle gerçekleşecektir. O halde bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan / reddettiğinizden dolayı azabı tadın bakalım! Şimdi Biz de sizi unuttuk / inkar ettik. Yapmış olduklarınızdan dolayı ebedi azabı tadın!” (Secde Suresi 11-14)

Kendilerine hatırlatıldığında Allah’ın emir ve tavsiyelerine müminlerin derhal uydukları (secdeye kapandıkları), bu konuda asla kibre ve gurura kapılmadıkları ve Rabblerine yöneldikleri ifade edilerek zımnen muhaliflere de aynı şekilde davranmaları çağrısı yapılır. Eğer muhalifler de müminler gibi davranırlarsa ahirette hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği ve sadece müminler için hazırlanan göz aydınlığı olacak nimetlere onların da kavuşacağına işaret edilir. Ama muhalifler fasıklıkta devam edecek olurlarsa onların bu yaptıklarına karşılık ateş azabı ile cezalandırılacakları söylenir. Cenab-ı Hak, muhalif fasık kullarına bile karşı öylesine merhametlidir ki ahiretteki nihai olarak vereceği en büyük cehennem azabından önce onların doğru yola dönmeleri için bu dünya da yakın bir zaman içersinde daha hafif cezalandırma ile cezalandırılacağını bildirir. Bütün bu sözlü ve fiili uyarılara rağmen yanlış yolda ısrar edecek zalimler için ise yapacak bir şey yoktur.

 

15-22- Bizim ayetlerimize (emir ve tavsiyelerimize) ancak, kendilerine hatırlatıldığında büyüklük taslamadan hemen itaat eden / secdeye kapanan ve Rablerine yönelerek / hamd ederek O’nu tesbih eden kimseler inanırlar. / güvenirler. Onlar (geceleri) yataklarından kalkarak korku ve ümid içerisinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan da infak ederler. O kimselerin yaptıklarına karşılık göz aydınlığı olmak üzere kendilerinden saklanan şeylerin neler olduğunu hiç kimse bilemez! Mümin bir kimse hiç fasık olan kimse gibi olur mu? Elbette bunlar, aynı olamazlar. İşte o iman etmiş ve erdemli işler yapmış bu kimseler yaptıklarına karşılık huzur bulacakları / me’va cennetlerinde ağırlanacaklardır. Fasıkların barınacakları yer ise ateştir. Onlar oradan her çıkmak istediklerinde tekrar oraya döndürülecekler ve onlara “yalanladığınız ateş azabını tadın!” denilecektir. Kuşkusuz (gittikleri yanlış yoldan) dönmeleri için onlara, bu en büyük azaptan önce onlara (bu dünyada iken) yakın zamanda görecekleri bir azabı tattıracağız. Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra yüz çevirenden / karşı çıkandan daha zalim kim vardır? Kuşkusuz Biz, suçlulardan intikam alacağız. (Secde Suresi 15-22)

 

Sıra Medine Yahudilerinden İslam Cumhuriyetine muhalefet edenlere gelmişti. Onlar kendi kabilelerinden olmayan bir peygambere tabi olmayı istemiyorlardı. Hz.Muhammed @ Yahudi kabilelere mensup bir peygamber / önder olsaydı sahipleneceklerdi. Onun bir peygamberde olması gereken tüm özellikleri taşıdığını görüyorlardı. Ama Araplardan olan bir kişiyi de kendilerine önder olarak kabul etmek kendilerine çok ağır geliyordu. Cenab-ı Hak, onlara Hz.Muhammed’e ayetlerle verilmekte olan ilke / yasa ve öğretilerin Hz.Musa’ya verilen ilahi öğretilerle aynı ortak değerlerde buluştuğunu ifade ederek bunların da kendileri için doğru yol rehberi kılındığını bildirdi. Eğer bu ayetler kapsamında verilecek emir ve nasihatlere itaat etmekte sebat ederlerse doğru yolu bulacakları ve gelecekte kendi içlerinden de kendilerine doğruyu gösterecek liderlerin / önderlerin çıkacağını söyler. Bu hususta onların bakışları geçmiş toplumların bıraktıkları kalıntılara çevrilir ve onların yok oluş sebeplerinin kendileri için ibret verici olması gerektiğine vurgu yapılır. Çorak toprakların suya kavuştukları zaman nasıl yeşerdiğini ve insanlara faydalı ekinlerin bittiğini örnek vererek Hz.Muhammed’in getirdiği ilahi ilkelerin de İslam Cumhuriyeti toplumunu büyük bir medeniyete kavuşturacağına işaret edilir. Bunun üzerine Yahudi muhalifler vaad edilen o büyük medeniyetin / fethin ne zaman olacağını sorarlar. Cenab-ı Hak, onlara onun ne zaman gerçekleşeceğine değil sürece dikkat etmelerini ve şayet bu sürecin dışında kalacak olurlarsa o medeniyetin / fethin nimetlerinden faydalanamayacaklarını hele sürece karşı çıkacak olurlarsa da bedelini çok fena bir şekilde ödeyeceklerini bildirir. Kendilerine bu konuda süre tanınmayacağını da ifade eder.

 

23 –30- And olsun ki, Biz, vaktiyle Musa’ya da kitap vermiştik. Bu sebeple sakın ola ki onunla (o kitapla) aynı ortak değerlerde buluşma hususunda bir kuşku içerisinde olma.  Biz, onu da İsrailoğulları için bir rehber kıldık. Ayetlerimize kesin bir şekilde iman edip bu ayetlerdeki emir ve tavsiyelere uymakta sebat ettikleri zaman içlerinden emrimizle doğru yolu gösterecek önderler kıldık. Muhakkak ki senin Rabbin; İşte O (Allah), kıyamet günü insanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında aralarında hükünü verecektir. Yurtlarında gezip dolaşmakta oldukları kendilerinden önceki nice kuşakları helâk etmiş olmamız onlar için yol gösterici olmadı mı? Şüphesiz bunda da alınacak nice ibretler vardır. Hâlâ kulak vermeyecekler mi? Ya hiç Bizim kupkuru topraklara suyu ulaştırdığımızda onunla hayvanların ve kendilerinin yediği ekini çıkardığımızı da mı görmediler? Hâlâ da gözlerini açıp görmeyecekler mi? Bunun üzerine, “Doğru söylüyorsanız bu fetih ne zaman” diye soruyorlar. De ki: “O fetih günü inkârcılara iman etmeleri fayda vermeyecektir. Üstelik onlara mühlet de verilmeyecektir.” Artık sen onlardan yüz çevir ve gözetle! Şüphesiz onlar da gözetlemektedirler. (Secde Suresi 23-30)

bottom of page