top of page

BÖLÜM 18

NADİROĞULLARININ SÜRGÜNÜ

18.1.Krizlerin Üstesinden Gelip Üstün Olmanın Usul ve Esasları

Müminlerin Uhud mağlubiyetinin getirdiği sorunlar, muhaliflerin yaptıkları tezviratlar ve yıkıcı söylemlerin yarattığı psikolojik baskıdan kurtulmaları gerekiyordu. Cenab-ı Hak, müminlerin ihtiyacı olan mucizevi ihbarını yaptı ve müminlerin mutlaka muzaffer olacaklarını Saff Suresinin ilk ayeti ile bildirdi.

 

RAHMAN, RAHİM ALLAH ADINA

1-Göklerde ve yeryüzündeki her şey Allah’ın adını yüceltir. Zira Alla, üstün, güçlü, şerefli, mutlak galip olandır, en iyi ve en hikmetli yasa koyandır. (Saff Suresi 1)

 

Uhud mağlubiyetine kadar olan süreçte sürekli başarılı bir grafik izleyen müminlerin içine düştükleri bu ağır baskıdan kurtulmanın formülü Al-i İmran Suresinin son ayetinde bildirilmişti.  Cenab-ı Hak, şimdi bu formülün detaylarını Saff Suresinin müteakip ayetlerinde vererek müminlerin izleyecekleri yöntemi bildirdi. Cenab-ı Hak, yerdeki ve gökteki her şeyin Kendi ismini yüceltirken müminlerinde bu yolda gayret göstermeleri, O’nun öğretilerinin insanlara egemen olması için mücadele etmeleri / gayret göstermeleri gerektiğine işaret etti. Böyle yaparlarsa Allah’ın mutlak galip olması nedeniyle kendi ilkelerini egemen kılmak isteyen müminlerin de mutlaka galip geleceğini bildirdi. Müminlerin krizleri atlatıp galip gelmelerinin usul ve esaslarını aşağıdaki şekilde inzal etti; 

18.1.1- Hava Atma / Gösterişten Uzak Durmak ve Verdikleri Sözün Arkasında Durmak

Heyecanlı müminler Uhud savaşı öncesinde cengâverlik yapacaklarını, savaşmayı ve şehit olmayı arzu ettiklerini söylemişlerdi. Ayrıca Hz.Muhammed’in@ emir ve talimatlarına harfiyen uyacaklarına söz vermişlerdi. Fakat savaş sırasında ölümle burun buruna gelince kahramanlığın ve şehadetin öyle kolay olmadığını görmüşler ve Uhud dağına kaçıp sığınmışlardı. Peygamberimizin çağrısını duymamışlardı bile. Dahası okçular ganimet sevdasına kapılıp onun emirlerini dinlemeyerek nöbet yerlerini terk etmişlerdi. Hava atmak ve ucuz kahramanlık gösterisinde bulunmak için savaş öncesinde sarf ettikleri sözleri ve peygamberimizin emirlerini dinlememeleri nedeniyle Cenab-ı Hak onlara hezimet azabını tattırmıştı.

 

2-3-Ey iman edenler! Yapmadığınız / yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmadığınız / yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap / ceza gerektiren bir suçtur. (Saff Suresi 2-3)

 

18.1.2-Allah Yolunda Hep Birlikte Mücadele Etmek

Müminlerin inkârcılarla mücadele ederken bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetlenerek saflar halinde savaşmaları gerektiğini belirtti. Birlik ve beraberliğini sağlamış, topyekûn mücadele edenleri Kendisinin sevdiğini bildirerek muzafferiyetin yasasının tevhit olmaktan geçtiğini vurguladı.

4-Şüphesiz Allah, Kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever. (Saff Suresi 4)

18.1.3-Peygamberliğe / Önderliğe İhanet etmemek

Hezimetin arkasından münafıklar Hz.Muhammed’e çok eziyet ediyorlardı. Peygamberimiz Medine için elinden gelen bütün fedakârlığı göstermesine rağmen münafıkların ona eziyet yapmaları tıpkı İsrail oğullarının Hz. Musa’ya eziyet etmesine benziyordu.

Medine Yahudilerinin Hz.Muhammed’i@ kabul etmemesi de İsrail oğullarının geçmişte Hz. İsa’yı reddedişiyle çok büyük benzerlikler arz ediyordu.

Cenab-ı Hak, tarihin tekerrür ettiğini müminlere hatırlatmak için bu metaforları zikretti. Bu benzetmeler, münafıkların ve Yahudilerin geçmişten ders almaları ve Hz.Muhammed’e karşı tavırlarından vazgeçmeleri ve ona ihanet etmemeleri için bir uyarıydı.

 

5-6-(Ey münafıklar! Sizin bu durumunuz) Musa’nın, toplumuna: “Ey Kavmim! Şüphesiz benim, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz halde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?” dediği zamanki durumu hatırlatıyor. Ne zaman ki onlar doğru yoldan saptılar, Allah da onların kalplerini saptırdı. Ve Allah, hak yoldan sapmış bir topluma kılavuzluk etmez. (Ey Yahudiler! Sizin durumunuzda) Meryem oğlu İsa’nın: “Ey İsrail oğulları! Şüphesiz ben Allah'ın bir elçisiyim. Benden önce inzal olmuş Tevrat'ı doğruluyor ve benden sonra gelecek olan Ahmed adındaki bir elçiyi müjdeliyorum.” Dediği zamanki durumu hatırlatıyor. Ne zaman ki O, onlara apaçık delillerle gelince “Bu, apaçık bir büyüdür” demişlerdi. (Saff Suresi 5-6)

18.1.4-Umudunu kaybetmemek ve başaracağına inanmak

Uhud savaşını müteakiben yaşanan ekonomik ve sosyal krizi daha da derinleştirerek siyasal bir kriz yaratmak isteyen münafıklar, sürekli yalan, iftira ve kötü propagandalar ile Medine halkı üzerinde menfi algı oluşturmaya çalışıyorlardı. Cenab-ı Hak, kendi devletini / dinini / nurunu yıkıp söndürmek için onlar ne kadar çabalasalar da başaramayacaklarını bildirdi. O, kendi devletini / dinini / nurunu koruyacağını ve tamama erdireceğini, buna kimsenin engel olamayacağını belirtti. Yine Allah elçisine yaptığı doğru yol kılavuzluğu ile Din-i Devletini tüm diğer devletlere / dinlere galip getireceği müjdesini verdi. Müminlerin doğru yolda oldukları sürece Kendisinin arkalarında destekçi olduğunu bilmelerini ve böylece onlara umutlarını kaybetmemeleri ve başaracaklarına inanmaları gerektiği mesajını verdi.

 

7-9- İslam’a davet olunduğu halde Allah’a karşı yalan ve iftira atandan daha zalim kimdir? Allah, böylesi zalimler toplumunu doğru yola iletmez. Onlar, Allah’ın dinini / nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki inkarcıların hoşuna gitmese de Allah, dinini / nurunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de Allah Elçisini doğru yol kılavuzu ve hak dinle gönderdi ki onu bütün dinlere / devletlere üstün kılsın. (Saff Suresi 7-9)

 

18.1.5-Peygambere / Öndere güvenmek ve Allah Yolunda Her Şeyi Feda Etmek

Müminlerin krizden kurtulmalarının en önemli esaslarından bir diğeri de Allah elçisine güvenmeleri ve onun davası yolunda canlarını ve mallarını ortaya koyarak mücadele etmeleri olduğu belirtildi. Cenab-ı Hak, bu şekilde fedakârca mücadele ettikleri takdirde kendisinin sadece bu dünya da zafer vermekle kalmayacağını aynı zamanda ahirette günahların bağışlanarak cennetlere hem de Adn cennetlerine konulacağı müjdesini verdi. Esas kurtuluşun bu olduğunu belirttikten sonra yakın zamanda da şahit olacakları bir zaferin de kendilerine verileceğini müjdeledi.

 

10-13-Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve O’nun Elçisine inanacaksınız / güveneceksiniz. Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla savaşacaksınız. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer böyle yaparsanız Allah sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte bu, büyük kurtuluştur. Ve sizin seveceğiniz başka bir şey daha var; Allah’tan yardım ve yakın bir fetih… Artık müminleri müjdele. (Saff Suresi 10-13)

 

18.1.6-Peygamberin / Önderin Çağırdığı Zaman Yanında Durmak

Cenab-ı Hak, müminlere bu krizi aşmanın esaslarının sonuncusu olarak elçisi her ne zaman kendilerinin desteğine ihtiyaç duyarsa hemen yardıma koşmaları gerektiğini bildirdi. Bu hususta Hz. İsa’nın havarilerinin örnek davranışlarını metafor olarak verdi. Eğer müminler bu esaslara göre hareket edecek olurlarsa düşmanlarına karşı üstün / galip geleceklerini belirtti.

 

14-Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları / destekçileri olun; nitekim Meryem oğlu İsa, havarilere: “Allah yolunda benim yardımcılarım / destekçilerim kimdir?” demişti. Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz” demişlerdi. Bunun üzerine İsrail oğullarından bir grup inanmış, bir grup da inkâr etmişti. Biz de inananları düşmanlarına karşı destekledik ve böylece onlar üstün / galip geldiler. (Saff Suresi 14)

 

18.2. Esed Oğulları Harekâtı

Mekke Yönetimi çevre kabileleri kışkırtmak amacıyla Medine İslam Cumhuriyetinin Uhud savaşından sonra zor duruma düştüğü ve içeride istikrarı sağlamak için uğraş verdiği şeklinde propaganda yaptı. Yapılacak küçük bir baskına bile Medine’nin karşı koyacak gücünün olmadığını anlattılar.  Bu propagandadan etkilenen çevre kabilelerden Esed oğulları Medine’ye bir baskın düzenlemeye karar verdiler.   

Esed oğullarının baskın planından haberdar olan Hz.Muhammed@ hemen harekete geçti ve Ebu Seleme b. el-Mahzumi komutasında 150 kişilik bir askeri birliği Esed oğulları üzerine gönderdi.  Kendilerinden daha erken davranan İslam Ordusunu karşısında gören Esed oğulları ne yapacaklarını şaşırdılar.  Canlarını kurtarmak için hemen kaçmaya başladılar.  İslam Ordusu onları kovaladı. Kaçarken geri dönüp karşı koymayı deneyen Esed oğulları ile ufak çaplı çatışmalar yaşandı. Fakat baskına uğramanın verdiği panik ve korku ile karşı koymada başarılı olamadılar. Sürülerini terk edip kaçarak hayatta kalmayı kendileri için daha uygun buldular.  Söz konusu küçük çaplı çatışmada Urve bin Mesut şehit oldu.  İslam Ordusu Esed oğullarının bıraktıkları hayvan sürülerini ganimet olarak yanlarına alarak Medine’ye döndüler.

Esed oğulları aldıkları bu darbe ile bir daha Medine’ye saldırmaya cesaret edemediler. Peygamberimizin çevredeki bedevi Arap kabilelerine sürekli caydırıcı harekât düzenleyerek Medine’nin savunmasının mümkün olacağına yönelik politikasının doğruluğu bu harekât ile bir daha ispatlanmış oldu. Ayrık kabileler şeklinde yaşamayı seven ve tevhit olmaya karşı olan Arap kabilelerinin anladığı dil ancak bu şekilde üzerlerine gidip sindirmekti. Medine İslam Cumhuriyetini yaralı aslana benzetip parçalamak için sırtlanlar gibi saldırmayı düşünen Esed oğulları sürülerini kaybetmek suretiyle aldıkları yara ile Medine İslam Cumhuriyetinin kolay lokma olmadığını öğrenmiş oldu. Böylece Esed oğullarına iyi bir ders verilmiş oldu.

Esed oğulları Harekatının komutanı Ebu Seleme Uhud Savaşında aldığı yarası daha iyileşmeden bu harekatta görev almıştı. Medine'ye döndükten birkaç gün son­ra bu yaradan dolayı vefat etti ve şehit oldu.

 

18.3. Abdullah Bin Uneys’in Süfyan bin Halide Suikast Operasyonu

Mekke Yönetiminin kışkırtmasına kanan bir diğer kabile Lihyan oğulları idi.  Bu kabilenin ileri gelenlerinden Süfyan b. Halid’in tıpkı Esedoğulları gibi Medine’ye bir baskın yapma girişimi olduğu bilgisini Hz.Muhammed’e@ ulaştı. O bu haberi alır almaz hemen harekete geçti ve bu kez askeri bir birlik değil suikast planı hazırladı. Bu planı gerçekleştirmek için Abdullah b. Üneys'i görevlendirdi. Hedef Süfyan Bin Halid’in öldürülmesi idi. Eğer Süfyan öldürülürse Lihyanlılar Medine’ye karşı baskın yapma cesareti gösteremeyeceklerdi. Peygamberimiz daha önce tertiplediği suikastlarda olduğu Abdullah Bin Üneys’e her türlü hareket serbestisi yetkisini tanıdı.        

Abdullah bin Üneys Lihyan kabilesine kavuşunca Süfyan bin Halid’in Medine’ye baskın için adam topladığı haberini aldığını kendisinin de bu baskına iştirak etmek istediğini bildirdi. Lihyanlılar Abdullah bin Üneysi Süfyan bin Halid’in çadırına götürdüler.  Abdullah Süfyan ile yaptığı sohbette kendisine güvenilebileceği izlenimini oluşturdu.  Öyle bir güven verdi ki Süfyan onu o gece çadırında ağırladı. Fakat Süfyan bu ağırlamayı hayatıyla ödedi. O gece Abdullah bin Üneys suikast planını uygulamaya koydu ve Süfyan’ı öldürmeyi başardı. Abdullah bin Üneys suikastten sonra Lihyanlıları da atlatmayı becerdi ve Medine’ye sağ salim döndü.

 

18.4. Lihyan oğullarının İntikamı: Reci Baskını

Lihyanlılar Süfyan b. Halid'in intikamını almak için yemin ettiler.  Medine’ye saldırmayı düşündüler fakat bunun kendilerine çok zayiat verdireceğini değerlendirdiler. İntikamlarını aynı Hz.Muhammed’in suikast yöntemini kullanması gibi hileli bir yöntemle almayı planladılar. Kurdukları hile gerçekten çok zekiceydi. Plana göre Lihyanlılardan hiçbir fert Hz.Muhammed’le muhatap olmayacaktı. Onlar sonradan devreye gireceklerdi. Bunun için başka kabileleri kullanacaklardı. Mekke ile müttefik olan Adel ve Kare kabileleri bu iş için en uygun kabilelerdi. Söz konusu kabilelerin reisleri ile görüşerek kurdukları hilelerini onlarla paylaştılar. Plan uyarınca Adel ve Kare kabilelerinden temsilciler Medine’ye gidecekler ve Hz.Muhammed’e@ kabilelerinin İslam Cumhuriyeti topluluğuna katılma isteklerini beyan edeceklerdi. İslam Topluluğuna katılım müzakerelerini yürütmek ve kabilelerinde İslami öğretinin uygulanmasının nasıl olacağının belirlenmesi için İlahi öğretiyi / Kur’an’ı iyi bilen temsilciler göndermesini talep edeceklerdi. Hz.Muhammed’in@ böylesine cezbedici bir teklifi reddetmesinin imkânsız olduğunu düşündüler. Zira Adel ve Kare kabileleri Müslüman olacak olursa Mekke’nin yanı başında ve onların paralı asker olarak kullandıkları bu kabileleri elde etmiş olacaktı. Onun göndereceği temsilcilerin yolda baskına uğratılıp katledilmesi ya da esir edilmesi işini ise Lihyanlılar gerçekleştirecekti. Böylece Lihyanlılar intikamlarını alırken Adel ve Kare kabileleri ise sanki bu oyunda hiçbir dahli olmamış gibi davranarak kendileri suçlanamayacaktı.

Plan uygulamaya konuldu ve Adel ile Kare kabile reisleri temsilcilerini Medine’ye gönderdiler. Temsilciler Hz.Muhammed’e@ İslam topluluğuna katılma isteklerini bildirdiler.  O daha iki ay önce Uhud’da kendileriyle Mekke Ordusu saflarında savaşan Adel ve Kare kabilelerinin şimdi İslam Topluluğuna katılmak istemelerinden şüphelendi.  Fakat bugüne kadar bütün Arap kabileleri kendisine düşmanca davranmış olduğundan herkese karşı şüpheyle yaklaşarak onların Müslüman olma / topluluğa katılma taleplerini geri çevirirse İslam topluluğunun yayılması mümkün olmayacaktı. Risk alması ve Allah’a güvenerek samimi hareket etmesi ama bir ihanete uğrayacak olursa da bunun cevabını en sert şekilde vermesi daha uygun olacaktı.

Hz.Muhammed@ gelen heyetin teklifini kabul etti ve Kur’an’ı / ilahi yasaları iyi bilen yedi arkadaşını İslam yasa ve prensiplerini kabile yöneticilerine öğreterek onların İslam topluluğuna geçişini sağlamak üzere heyetle birlikte gönderdi.

Peygamberimizin bu amaçla seçtiği arkadaşları Mersed b. Ebi Mersed, Halid b. Bükeyr, Asım b. Sabit, Hubeyb b. Adiy, Zeyd b. Desine, Muattib b. Ubeyd ve Abdullah b. Tarık idi. Onlar Adel ve Kare kabilelerinin temsilcileri ile yola koyuldular. Fakat yolda Reci Suyu / Kuyusu denilen bir yerde geceledikleri sırada Lihyanlılar planladıkları gibi 100 kişilik bir kuvvetle gruba baskın yaptılar.  Baskına uğrayan müminler hemen karşı saldırıya geçtiler ancak orantısız bir güce sahip olan Lihyanlılar onlardan dördünü şehit ettiler, üç mümini de esir aldılar.

Lihyanlılar ele geçirdikleri bu esirleri Mekkelilere satıp hem intikamlarını almış olmayı hem de bu işten kazançlı çıkmayı planladılar. Bu amaçla onları Mekke’ye götürürken yolda Abdullah b. Tarık bağlarını çözmeyi başardı ve Lihyanlı nöbetçilerden birinin kılıcını alarak ellerinden kurtulmaya çalıştı ancak girdiği çarpışmada şehit düştü. Diğer iki esir ise Mekkelilere satıldı. Mekke Yönetimi esir müminlere dinlerinden dönüp tekrar müşrik olurlarsa affedileceklerini vaat ettiler. Ancak bu iki müminde teklifi şiddetle reddettiler. Bunun üzerine Mekke Yöneticileri halkı korkutmak ve Bedirde öldürülen ileri gelenlerinin intikamını almak için bu müminleri işkence ederek şehit ettiler.

 

18.5. Bi’rimaune Faciası

Lihyanlıların Reci tuzağında kullandıkları metot, diğer kabile reisleri tarafından da çok beğenilmişti. Doğrudan Medine’ye saldırmak yerine peygamberimizin etrafını boşaltmak amacıyla arkadaşlarını katledecek planlar bedevi kabilelere daha cazip geliyordu. İslam topluluğuna katılacaklarına dair bir söylemin Peygamberimizi temsilci göndermeye zorlayacağının muhakkak olduğunu gören kabile reisleri, Reci faciasından önce başka tuzaklar kurmayı planlayarak Hz.Muhammed’e iyi bir ders vermek istemişlerdi. Bu amaçla Amir kabilesinin önderlerinden Ebu Bera Amir bin Malik harekete geçti ve Adel ve Kare kabile temsilcilerinin peygamberimizle görüşmesinden hemen sonra bizzat kendisi Medine’ye gitti. ([1]) Henüz Reci faciasının haberi ulaşmadığı bir zaman aralığında Hz.Muhammed@ ile görüşen Ebu Bera hem kendi kabilesinin hem de kendi çevresindeki Zib, Ri’l, Zekran ve Usayye kabilelerinin de İslam topluluğuna katılmak / Müslüman olmak istediğini bildirdi. İslami yönetim modeli / ilahi öğretileri / Kur’an’ı kendilerine ve çevredeki söz konusu kabilelere öğretmek için temsilcilerini göndermesini ve İslam topluluğuna katılım müzakerelerinin başlatılmasını talep etti. Peygamberimiz göndereceği temsilcilerin Ebu Bera’nın kendi kabilesi içerisinde güvenliğinin sağlanması konusunda güvence vereceği konusunda ikna olmakla beraber diğer kabileler nezdinde heyetin güvenliği konusunda endişesini dile getirdi. Ebu Bera gelecek heyetin güvenliğini diğer kabileler nezdinde de kendisi tarafından sağlanacağını söyledi. Bu hususta söz konusu kabileler üzerinde çok önemli etkisinin olduğunu ve kendisinin güvence verdiği kimselere onların zarar vermeye cesaret edemeyeceğine dair sözleri üzerine peygamberimiz ikna oldu. Ebu Bera’nın verdiği himaye ve güvence üzerine peygamberimiz yaklaşık yetmiş kişilik bir heyeti Münzir bin Amr başkanlığında Ebu Bera ile birlikte gönderdi.

Heyet Bi’rimaune isimli yerde konakladı. Kurulan tuzak bu yerde icraya konuldu. Önce Kabilesine dönen Ebu Bera’nın öldüğü şayiası heyete ulaştırıldı. Bu şayia ile yapılacak katliamdan sonra katliamı haber verecek kimsenin Ebu Bera’nın katliamdan payı olmadığı izlenimi oluşturulması amaçlanmıştı. Ebu Bera’nın yeğeni Amir bin Tufeyl Zib, Ri’l, Zekran ve Usayya kabilelerinden topladığı adamlarla heyetin karşısına dikildi. Heyetin reisi Münzir bin Amr peygamberimizin mektubunu Amir bin Tufeyl’e verdi ve buraya Ebu Bera’nın himayesinde geldiklerini ilgili kabilelerin İslam Topluluğuna katılmak arzusunda olduklarına dair aldıkları verilen haber üzerine geldiklerini söyledi. Amir bin Tufeyl ise bu sözlere karşılık cevabı Münziri mızrağıyla şehit ederek verdi ve adamlarıyla müminlerin üzerine saldırdı.

 

[1] ) Rivayetlerden hareketle yazılan siyerlerde Ebu Bera’nın peygamberimizin anlatması ile İslamın güzelliğini anlamasına rağmen Müslüman olmadığı ama kendi kabilesine ve çevre kabilelere bu dini anlatıp islamı onlara tanıtmasını istediği belirtilir. Beğenmesine rağmen kendisinin kabul etmediği bir dini başkalarının kabul etmesi için tebliğci istemesini anlamsız bulduğum için olayı rivayetlere göre değil yukarıdaki şekilde yorumladım. En doğrusunu Allah bilir.

harita 20.png

Harita 20: Bi'ri Maune Katliamının Coğrafi Yeri(https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/)

Yapılan şiddetli çatışmanın sonunda Amr bin Ümeyye hariç heyetteki müminlerin tümü katledildi.  Katliam sırasında, o,  heyetin hayvanlarıyla ilgilendiği için çatışmanın içerisinde bulunmamıştı. Bu nedenle esir olarak yakalandı. Muhtemel olarak onun Ebu Süfyan ile akrabalığı nedeniyle öldürmediler.  Amr bin Tufeyl, katliamı anlatması ve Hz.Muhammed’e @  tehdit mesajları iletmesi için Amr bin Ümeyye’yi serbest bıraktı.

Amr bin Ümeyye Medine’ye dönerken Tufeylin kabilesi Amir oğullarından olan ve Hz.Muhammed’in eman verdiği / himayesinde olan iki kişi ile karşılaştı ve onları öldürdü.

Bi’ri Maune’de müminlerin katliam haberini alan Hz.Muhammed@ ve müminler son derece üzüldüler. Medine yasa büründü. Hz.Muhammed@ bu facia nedeniyle her sabah namazını müteakiben aylarca katliamı yapanlara beddua etti.

Diğer taraftan peygamberimizin himaye verdiğinden haberi olmayan Amr bin Ümeyye’nin yaşadığı öfke ile Amir kabilesine mensup olduğunu öğrendiği iki kişiyi öldürdüğünü öğrenen peygamberimiz söz konusu kişiler için fidye / diyet verileceğini ilan etti. Amr’ın bu öldürmeyi kendisinin güvence verdiğinden haberi olmaması nedeniyle yanlışlıkla yaptığını belirtti. Kendisinin hukuka uyacağını ve Amir kabilesine bu katledilen iki kişi için fidye / diyet ödeyeceğini ifade etti. Peygamberimizin bu ilanı ile Bi’ri Maune de katledilen müminler için Amir kabilesinden fidye / diyet talep etme hakkı zayi olmadı.  Ayrıca onlar gibi kendisine emanet edilen kişilere ihanet etmediğini bu öldürmenin yanlışlıkla olduğunu ortaya koydu.

 

18.6. Karşılıklı Başarısız Suikast Girişimleri

Harp hileydi. Taraflar artık birbirlerini meydan savaşlarında yok edemedikleri için karşılıklı suikastlarla yok etme girişiminde bulundular. Önce Ebu Süfyan peygamberimizi katletmek için bir bedeviyi kiralık katil olarak tuttu, ücretini ödeyerek Medine’ye gönderdi. Söz konusu bedevi Medine’ye geldiği zaman Mescide gitti ve peygamberimize vuracağı öldürücü darbe için yaklaşmaya çalıştı. Fakat peygamberimizin arkadaşları yabancı bir kişinin hareketlerinden şüphelendiler ve yakalayıp sorguya aldılar. Sıkı bir sorgudan geçirilen adam suçunu itiraf etti ve kendisini Ebu Süfyan’ın tuttuğunu söyledi.

Ebu Süfyan’ın böyle bir girişimde bulunmuş olması karşısında peygamberimiz de bunun karşılığını vermek için harekete geçti. Bu amaçla Ebu Süfyan’a suikast için onun bizzat yakın akrabası olan Amr bin Ümeyye, Seleme bin Eşlem, Zübeyr bin Avvam ve Mikdat bin Amr’ı görevlendirdi. 

Seçilen sahabelerin görev kapsamında Reci faciasında esir düşen ve Mekke’de şehit edilen Hubeyb’in cesetlerinin teşhirden kurtarılarak defnedilmesi de vardı.  Amr bin Ümeyye harekâtı olarak da anılan bu operasyonda Amr ve arkadaşları gizlice Mekke’ye girdiler. Hubeyb’in cesedini kurtarıp defnetmeyi başardılar. Sıra Ebu Süfyan’a suikaste gelmişti fakat Amr’ın tanınması üzerine başarılı olamadılar ve Mekke’den kaçarak Medine’ye geri döndüler. Ebu Süfyan’ın suikast girişimine karşılık olarak yapılan bu operasyon onu bir hayli korkuttu.

 

18.7. Nadir Oğullarının Medine’den Çıkarılışı

Uhud savaşından sonra yaşanacak iç ve dış saldırılar ile peygamberimizin şahsında İslam Cumhuriyetini yıkma girişimlerinin artacağı açık olduğundan Cenab-ı Hak müminlerin Hz.Muhammed@ etrafında kenetlenmesi ve büyük bir direnişle direnmeleri gerektiğini bildirmişti.  Bir taraftan içeride yaşanan sosyal ve ekonomik krizlerin aşılması için gerekli tedbirler alınırken diğer taraftan dışarıdan gelen saldırılara karşı cevaplar verilmeye çalışılıyordu. Ancak arka arkaya gelen ve müminleri ümitsizliğe sevk edebilecek facialar / kayıplar Medine içindeki münafıkları ve Yahudileri de cesaretlendiriyordu.

Ebu Süfyan’ın Peygamberimizi katletmek için suikastçı göndermesi onları iyiden iyiye şımartmıştı. Mekke yönetimi hem çevre kabileleri kışkırtıyor hem de içerideki muhalefeti peygamberimize darbe vurmaları için kışkırtıyordu. Mekke yönetimi başarısız da olsa bir suikast girişiminde bulunmuştu. Mekke yönetimi ile Yahudilerin Sevuk Harekâtı sırasında yaptıkları gizli anlaşmaya göre sıra Medine içindeki Yahudilere gelmişti. Mekke yönetimi onları anlaşmaya uymaları için sürekli harekete geçmeleri konusunda kışkırtıcı mesajlar / mektuplar gönderiyordu. Onların içerideki müttefiklerine gönderdikleri bu mesajlarda Hz.Muhammed’in@ iktidarının zayıf düştüğü bu vasatın suikast için en uygun zaman olduğu belirtiliyordu.

Nadir oğulları bu mesajlar üzerine gizli gizli peygamberimize suikast planları yapmaya başlamışlardı. Fakat bu konuşmalardan ve planlardan peygamberimizin haberi oldu. Ancak sadece saldırının ne zaman ve nasıl gerçekleşeceği bilinmiyordu. Peygamberimiz ve müminler artık iyice dikkatli davranmaya başlamışlardı.

Bi’rimaune katliamının şahidi olan ve bu katliamdan sağ olarak kurtulan Amr b. Ümeyye’nin yanlışlıkla öldürdüğü Amir kabilesine ait kişilerin fidyesi verilmesi gerekiyordu. Verilecek fidyeye Medine Anayasası uyarınca Nadir oğullarının da katılması gerekiyordu.

Anayasanın üçüncü ve dördüncü maddeleri şöyle idi;

“ 3.Kureyş’den hicret edenler, kendi aralarında adet olduğu üzere kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve onlar savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.”

“4. Beni Avflar da kendi aralarında adet olduğu üzere eskiden olduğu gibi kan bedelini kendi aralarında paylaşarak ödeyecekler ve her taife zümre savaş tutsaklarının kurtulmalık / fidye bedelini müminler arasında bilinen en iyi ve makul esaslar doğrultusunda ödemeye iştirak edeceklerdir.”

Ayrıca Bi’rimaun katliamı nedeniyle Medine İslam Cumhuriyeti ile Amir kabilesi savaş durumunda oldukları için bu fidye nasıl verilecekti. Bunun tek yolu Amir kabilesi ile arasında eskiye dayalı müttefiklik anlaşması olan bir kabilenin aracı olmasıydı. Nadir oğullarının Amir kabilesi ile müttefiklik anlaşması vardı. Bu nedenle öldürülen Amirliler için fidyenin verilmesi ve katliama uğratılan müminler için de onlardan fidye talebinin yapılması hususunda Nadir oğulları aracılık yapabilirdi. Bu sebeple Hz.Muhammed@ Nadir oğullarından Amir kabilesine verilecek fidyeye iştirak etmeleri ve fidyenin götürülmesi için aracılık yapmaları hususunu onlarla görüşmeye karar verdi.

Hz.Muhammed’in@ bu şekilde hareket edişinin asıl sebebinin onların sakladıkları suikast planlarını açığa çıkarmak ve onlara haddini bildirmek olduğu da söylenebilir. Yani hareketin kontrolünü ele almak amacıyla gerekli tedbirleri almak için günümüz deyimiyle «mayınları erken patlatma taktiği» diyebiliriz. Peygamberimiz verdiği kararı uygulamak için aralarında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Zübeyr, Talha, Sa’d b. Muaz, Useyd b. Hudayr ve Sa’d b. Ubade’nin de bulunduğu 10 arkadaşını yanına alarak Nadir oğullarının kalesine gitti.

 Nadir oğullarının lider kadrosuyla yapılan görüşmelerde fidye konusunda onların yapacakları katkı gündeme geldi. Onlar bu konuyu kendi aralarında görüşüp kararlarını bildireceklerini söylediler. Bunun üzerine Peygamberimiz ve arkadaşlarını dışarı aldılar ve bekleyecekleri yeri gösterdiler. Onlar aslında suikast yapmak için kurbanın ayaklarına geldiğini ve bu fırsatı kaçırmamaları gerektiğini konuşmaya başladılar.  

şekil 66.png

Şekil 66:Medine Şehrinin Yerleşim Yerleri Krokisi

Çok kısa zamanda bir suikast planı hazırladılar ve uygulamaya geçtiler. Peygamberimizi katletmek için oturarak beklemekte olduğu yerin çatısından üzerine Amr b. Cihaş bir taş yuvarlayacaktı. Fakat bu suikasta kendi aralarında karşı olanlarda vardı ([1]). Bu nedenle suikast Allah tarafından elçisine bir şekilde bildirildi ([2]) ve hemen oradan uzaklaşması istendi. Hz.Muhammed@ arkadaşlarına beklemeye devam etmelerini emrederek ihtiyacını gidermek için ayrılıyormuş izlenimini verdi ve kaleden ayrıldı. Doğruca Mescidi Nebeviye gitti. İhtiyacını görüp geri dönmesinin geciktiğini düşünen kaledeki arkadaşları peygamberimizi aramaya başladılar. Başına bir iş geldiğini düşünerek telaş yaptılar. Fakat onun ortadan kaybolmasından daha fazla telaşa kapılan Nadir oğulları olmuştu. Zira suikast gerçekleşmediği gibi Hz.Muhammed de ortadan kaybolmuştu. Onun ortadan kayboluşunun suikasttan haberdar olmasına bağlamışlar ve ihanetle suçlanacaklarından durumun vahim olduğunu gören bazı ileri gelenler suikastı savunanları açıktan suçlamaya başladılar. ([3]) Böylece onların bir suikast planladıkları bizzat kendi ağızlarından itiraf edilmiş oldu. Bu itiraflara şahit olan peygamberimizin arkadaşları da Nadir oğulları kalesini terk ettiler. Böylece Hz.Muhammed’e suikast düzenledikleri kendi toplumları önünde de açık edilmiş oldu. Bu haber gizli kalmadı ve Medine’de yayıldı. Artık Nadir oğullarının Anayasayı ihlal ettikleri kesinlik kazandı ve anlaşmaya ihanetleri bu hareketleri ile tescillendi.

Hz.Muhammed@ ihanetlerinin cezası olarak onların Medine’yi terk etmeleri hükmünü verdi. Verilen karar gereğince Nadir oğulları on gün içerisinde evlerini ve bahçelerini terk edeceklerdi.  Yanlarına sadece götürebilecekleri şahsi eşyalarını alarak Medine’den ayrılacaklardı. Sürgün hükmünün tebliğini yapmak üzere Muhammed bin Mesleme’yi görevlendirdi.

Evs kabilesinden olan Muhammed bin Mesleme Nadir oğullarına kararın tebliğini yaptığı zaman onlar eski dostluklarını hatırlatarak Evslilerden destek istediler. Fakat Mesleme artık devrin değiştiğini eski cahiliye dönemindeki dostluklara göre hareket etmenin tekrar eskiye dönmek olacağını bildirdi. Onların da kabul ettikleri Medine Anayasası ile Hz.Muhammed’in@ önderliğinde bütün Medinelilerin bir İslam / Barış topluluğu oluşturmasına rağmen onların bu antlaşmaya ihanet ettiklerini belirtti. Verilen kararın bu ihanetin bir cezası olduğunu bildirerek onların yardım taleplerini reddetti. Mesleme yukarıda belirtilen hususları kısaca “Artık Kalpler Değişti” sözüyle ifade etti.

Nadir oğulları liderleri sürgüne gitmek istemiyorlardı. Fakat yaptıklarının cezasının da en hafifinden kesildiğini biliyorlardı. Kabilenin reisi olan Sellam bin Mişkem ellerindeki servetleriyle birlikte sürgüne gitmeyi tercih etmenin akıllıca olacağı görüşünü savunsa da Huyey bin Ahtab direnme yanlısı idi. O, Abdullah bin Übey liderliğindeki muhalefetten, Kurayzaoğulları’ndan, Gatafan’dan ve Hayber’den yardım alabilirlerse İslam ordusunu yenebileceklerini savunuyordu. İslam Ordusunun yapacağı kuşatmaya karşı bir yıl direnebilecek stratejik tahkimat ve stoklarının bulunduğunu ifade ediyordu. Onun görüşü yine kabul gördü ve Nadir oğulları direnme yolunu seçtiler.

Ancak direniş kararını bildirmeden önce ilk adım olarak Hazreç kabilesinden Abdullah bin Übey’den Hz.Muhammed’in@ verdiği karardan geri dönmesi için destek istediler.  Abdullah bin Übey onların bu taleplerine olumlu cevap verdi ve Medine’den ayrılmamalarını söyledi. Eğer Hz.Muhammed@ kararı uygulamak için kuvvet kullanma yoluna gidecek olursa kendisinin buna muvafakat etmeyeceğini ve kendilerine toplayacağı savaşçılarla destek sağlayacağı gibi Kurayza Yahudileri ile Gatafan kabilesinin de desteğini sağlamak için gerekli girişimlerde bulunacağını vaat etti.

Abdullah bin Übey’in verdiği destek vaadine güvenen Nadir oğulları, Medine’yi terk etmeyeceklerini zor kullanmaya kalkılırsa bu uğurda savaşacaklarını Hz.Muhammed’e@ bildirdiler.  Evlerini terk edip kalelerine sığındılar ve herhangi bir saldırı olmasına karşın savunma pozisyonu aldılar.

İhanetlerinden sonra onların bu direnişleri İslam Cumhuriyetine bir başkaldırı / inkâr hareketiydi. Meşru bir İdareye yapılan bu isyana / inkara karşı kuvvet kullanmaktan başka çare kalmamıştı.  Hz.Muhammed, bu başkaldırıya karşı hemen harekete geçti ve Nadir oğullarının kalelerini kuşatmaya alınması emrini verdi.

Kalelerinin çok muhkem ve savaşçılarının da İslam Ordusunun savaşçı sayısından fazla olması nedeniyle müminler onların savunma savaşı yapacaklarını ve asla teslim olmayacaklarını zannediyorlardı. Fakat peygamberimiz Cenab-ı Hakk’ın öğretmesi ile onların hain olmaları nedeniyle korkak olduklarını dolayısıyla asla direnemeyeceklerini biliyordu. Bu nedenle kuşatma sırasında birkaç kez onlara teslim olmaları halinde sadece ihanetlerinin cezasıyla cezalandırılıp verilen kararın uygulanacağını bildirdi. Fakat onlar Abdullah bin Übey’in Gatafanları ve Kurayza oğullarını harekete geçireceği ve Hazreç’ten temin edeceği kuvvetlerle kuşatmanın kırılacağını ümit ediyorlardı. Bu nedenle peygamberimizin yaptığı teklifleri her seferinde reddettiler. Peygamberimiz ise Abdullah bin Übey’in onlara yaptığı vaatten haberdar olduğu için onların umutlarını söndürmek amacıyla gerekli tedbirleri hemen aldı. İlk önce Kurayza Yahudilerinin İslam Ordusunu arkadan vurması engellenmesi gerekiyordu. Bu amaçla Kurayza Yahudilerinin üzerine gitti.  Onlarla görüştü ve antlaşmalarına sadık olup olmadıklarını sordu. Onlar Hz.Muhammed’in@ kararlı duruşu karşısında korktular ve Anayasal Sözleşmelerine / Antlaşmalarına sadık olduklarını teyit ettiler. Gatafan kabilesinden yardım gelmesini önlemek için de hem Abdullah bin Übey’i hem de Medine’nin giriş çıkışlarını kontrol altına aldırarak iletişimi engelledi. Böylece Abdullah bin Übey’in Gatafan’a ve Hayber Yahudilerine yardım talebinin ulaştırılmasının önüne geçti.

Abdullah bin Übey Hz.Muhammed’i @ bu kuşatmadan vaz geçirmeye çok gayret etti. Hatta çevre Arap kabilelerinden ve Haber Yahudilerinden gelecek saldırıları gündeme getirdi. Fakat onun tehdit ve korkutmasına peygamberimiz hiç aldırmadı.  Abdullah bin Übey’in kendi silahlı güçleri ile peygamberimize karşı koyacağına yönelik tehditlerine ise peygamberimiz çok öfkeli ve sert bir şekilde cevap verdi. Eğer böyle yapacak olursa onunda ihanet etmiş olacağı ve böyle bir durumda ihanetinin cezasız kalmayacağını bildirdi. Peygamberimizin böylesine korkusuz, öfkeli ve kararlı tutumu ona geri adım attırdı ve Nadir oğullarına vaat ettiği silahlı desteği veremeye cesaret edemedi.

Savaşmak için meydana çıkmaya korkan, ancak kalelerinin duvarları arkasına saklanarak savunma yapmayı tercih eden ve kendilerine yardım gelmesini bekleyen Nadir oğullarını teslim olmaya zorlamak için peygamberimiz çeşitli taktikler uygulamaya koydu. Onlar Medine’de kalsalar bile ekonomik olarak ayakta kalamayacakları, hayat kaynaklarını kurutacak eylemlerin yapılması emrini verdi. Bu amaçla onların geçim kaynağı olan hurma ağaçlarının bir kısmının kesilmesini emretti. Özellikle kalelerinden görebilecekleri hurma ağaçları kesildi. Ayrıca evlerini boşaltıp kalelerine sığındıkları için boşaltılan evlerinin yıkılması talimatı da yerine getirilince Nadir oğulları kara kara düşünmeye başladılar. Zira peygamberimizin yaptığı bu çılgınca taktikler onlara büyük korku verdi.

Zaman geçtikçe bekledikleri dış desteğin de gelmemesi üzerine korkuları iyice büyüdü ve kendi aralarındaki tartışmalar iyice şiddetlendi.  Sonunda Sellam bin Mişkem gibi teslim olup peygamberimizin sürgün teklifini kabul etmenin canlarını kurtarmak için tek çare olduğunu savunanların görüşü hâkim oldu. Onlar Medine’de kalmaları halinde zaten hayat damarlarının kesilmiş olması ve yaşayacak evlerinin de kalmamış olması nedeniyle hiç olmazsa aileleri ile birlikte canlarını kurtarmanın en mantıklı yol olduğunu savunuyorlardı. Huyey bin Ahtab ise hala direniş yanlısı idi. Fakat peygamberimizin taktiği başarılı oldu ve on beş günlük kuşatmanın sonunda Nadir oğulları reisi Sellam bin Mişkem ve yanındaki liderlerden Yamin b. Umeyr ve Ebu Said b. Vehb ile birlikte sürgün cezasına razı olup teslim oldular. Onları takiben diğer Nadirlilerde birer birer teslim oldular. Huyey bin Ahtab yalnız kalmıştı, sonunda o da teslim olmaya mecbur kaldı.

Nadir oğullarına silah, altın ve gümüş hariç bir deve yükünü aşmayacak şekilde götürebilecekleri mallarını alarak Medine’den ayrılmaları için üç günlük süre verildi. Onların Medine’yi terk etmeleri Muhammed bin Mesleme nezaretinde gerçekleştirildi. Nadir oğulları götürecekleri eşyaları 600 deveye yüklediler ve müminlerin yıkmadığı sağlam evlerini de müminlerce kullanılmaması için kendileri yıktılar. Daha sonra Hayber’e doğru yola çıktılar. Onların bir kısmı Hayber’de kaldı bir kısmı Şam’a devam ettiler.

Nadir oğullarından geriye menkul olarak 50 zırh, 50 miğfer ve 340 kılıç, gayrimenkul olarak hurma bahçeleri, su kuyuları ve tarım arazileri kaldı. Fakat altın ve gümüş hazinelerini kaçırmayı başardılar. Medineli müminler zafer kazanmanın ve onlardan kalan ganimetlerin çokluğundan dolayı büyük bir coşku vardı. Uhud savaşından sonra böyle bir başarı elde etmek onların morallerini yükseltti.

Kuşatmaya karar verildiğinde, Peygamberimiz hurma ağaçlarının kesilmesini emrettiğinde ve Nadirlilerin evlerinin yıkılmasını emrettiğinde müminler emirleri eksiksiz yerine getirmişlerdi. Müminler peygamberimizin savaş stratejisini başarılı bir şekilde uygulamışlardı. Abdullah bin Übey’in yaratmaya çalıştığı korku ve tereddütlere rağmen bunları yapmışlardı. Nadirlilerin hurma ağaçlarını kesmelerini kınayan söylemlerine rağmen peygamberimizin emirlerini yerine getirmede tereddüt göstermemişlerdi. İslam Ordusunun olması gereken savaş disiplinini hiç bozmadıkları ve başkomutanın taktiklerini derhal yerine getirdikleri için peşinden zafer gelmişti. Fakat sıra ganimetlerin paylaşımına gelince tekrar Uhud günlerindeki gibi ganimetten pay alma istekleri depreşti. Peygamberimiz bu ganimetlerin İslam Cumhuriyeti hazinesine ait olduğunu bildirince hoşnutsuzluklar arttı. Peygamberimizin savaş taktiğinde ne kadar başarılı olduğunu görmüşler, uymadıkları takdirde ne kadar büyük kayıplar verdiklerini de Uhud’da görmüşler fakat sosyal ve ekonomik politikalar konusuna gelince O’nun uygulamalarına her zaman karşı olmuşlardır. Halbuki peygamberimiz gelirlerin / ganimetlerin tabana yayılması ve malların belirli ellerde toplanarak onların devlet / güç / otorite olmasını engelleyerek bu alanlarda da başarılı bir politika ortaya koymak arzusunda idi. Müminler küçük savaşta başarılı oldukları zaman sıra büyük savaşa geldiğinde yani ganimetlerin paylaşımına geldiğinde mala olan sevgilerinden dolayı aynı başarıyı gösteremiyorlardı.

Cenab-ı Hak, Nadir oğullarının Medine’den çıkarılmasında uygulanan tüm taktiklerin bizzat kendisinin elçisini yönlendirmesi ile olduğunu, kendilerinin savaşlarda olduğu gibi mali olarak (at-deve- yiyecek- para dahil) katkıları olmadığı gibi canlarını da ortaya koymadıklarını belirtti. Hurma ağaçlarının hangilerinin kesileceğinin belirlenmesine varıncaya kadar tamamen ilahi rehberlikle yapılan taktik savaşları ile elde edilen başarının meyvelerinin de Allah’ın Devletine ait olduğunu bildirdi. Onların emirlere uymakla beraber yine de bu kuşatmadan başarılı sonuç almayı ummadıklarını belirterek ganimetlerde onların pay talep etmelerinin uygun olmadığını işaret etti.  

RAHMAN, RAHİM ALLAH ADINA

1-6-Göklerde ve yerde olan her şey Allah adına hareket ettiler/ ederler. (Allahı tesbih ederler). Zira O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyandır. Kitap Ehlinden antlaşmalarını bozarak meşru iktidarı reddedenleri daha ilk kalkışmalarında / isyanlarında / başkaldırmalarında yurtlarından çıkaran Allah’tır. Siz, onların bırakıp gideceklerine hiç ihtimal vermemiştiniz. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanıyorlardı. Fakat Allah onların üzerine hesaba katmadıkları yerden geldi ve onların yüreklerine korku saldı. Sonunda evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harap ettiler. Ey ileri görüşlü akıl sahipleri! Artık ibret alın! Eğer Allah, onlara sürgünü yazmamış olsaydı, onlara bu dünya hayatlarında daha büyük ceza / azap verecekti. Ahirette ise onlara ateş azabı vardır.  Çünkü onlar Allah'a ve Elçisi'ne başkaldırdılar / isyan ettiler. Kim Allah'a başkaldırırsa / isyan ederse, bilsin ki Allah’ın cezalandırması pek şiddetlidir. Hurma ağaçlarından herhangi birini kesmeniz veya onları kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın elçisine bildirdiği izniyle / stratejisiyle olmuştur. Bunlar asi ve bozguncuları rezil-rüsva etmesi- cezalandırması içindir. Allah'ın, onlardan geriye kalan ve Elçisi'ne verdiği feylere / ganimetlere gelince; siz, o ganimetleri elde etmek için ne at ne de deve koşturmuş / savaşmış değilsiniz. Fakat Allah, elçilerini, dilediği kimselerin üzerine musallat edip onlara savaşmadan da galip kılar. Allah, her şeye kadirdir. (Haşr Suresi 1-6)

 

Cenab-ı Hak, Nadir oğullarından kalan ganimetlerin müminler arasında paylaştırılmamasının birinci sebebi yukarıda belirtilmişti. Elde edilen ganimetlerin Allah için fakir fukara, yetimler, yolda kalmışlar, peygamberimiz ve arkadaşları arasında taksim edileceğini ikinci sebep olarak bildirdi. Bu şekildeki taksimat ile malların ve gayrimenkullerin toplumda zaten varlıklı olanların ellerinde toplanıp onların daha da zenginleşerek ekonomik üstünlüklerini devlet gibi kullanmalarının önüne geçilmesinin amaçlandığına işaret etti. Toplumda dengeli paylaşımın sağlanması ve sermayenin tabana yayıp adil bir sosyal yapı kurarak toplumsal birliği ve kardeşliği temin etmeye çalışan Hz.Muhammed’in yaptığı taksimata gönülden razı olmalarını müminlere bildirdi.

Cenab-ı Allah bu ganimetlerden fakir durumdaki muhacirlerin de faydalandırılacağını söyledi. Onların Kendi rızasını aradıkları, bu amaçla Allah ve elçisine yardım ederken malvarlıklarını ve yurtlarını kaybettiklerini ve sadakatlerini ispat ettiklerini ifade etti. Onlar bu fedakârlıkları ile ganimetten pay almayı hak ettiklerine vurgu yaptı.

 

7-8- Terk edilen yerleşim yerindeki halkın bıraktığı ve Allah'ın peygamberine verdiği feyler / ganimetler Allah, peygamber, yakınları, fakirler, yoksullar, yetimler ve yolda kalmışlar içindir. Bu şekildeki taksimatın nedeni, malların / servetin sırf zenginler arasında dolaşan bir devlet / güç olmasını engellemek içindir. Peygamber size ne verdiyse onu alın, ama size vermediği şeyde de ısrarcı olmayın / Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’ın emirlerine uymada hassas davranın. Şüphesiz Allah’ın cezalandırması pek şiddetlidir. Birde bu ganimetler muhacirlerin fakir olanları içindir. Onlar ki Allah'ın lütfunu ve rızasını aramışlar ve bu amaçla Allah’a ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından olmuşlardır. Allah'a ve Elçisi'ne yardım ederler. İşte sadık olanlar onlardır. (Haşr Suresi 7-8)

 

Cenab-ı Hak, Medineli müminlerin (Ensar’ın) hicret etmiş müminleri (Muhacirleri) sevdiklerini ve ganimetlerden muhacirlere verilmesi durumunda kalplerinde haset duymayacaklarını belirtti. Bunu imanlarında sadık olan müminler için söyledi. Bu samimi müminleri münafıkların gazına gelen ve hala kalbinde mal hırsı taşıyarak ganimetten pay isteyen müminlere örnek olarak gösterdi. Onların da nefislerini tezkiye ederek / takvaya ererek örnek verilen samimi müminler gibi olmasını istedi. Medine İslam Cumhuriyetinin başarıya ulaşması için müminlerin hepsinin nefislerinin ihtiraslarından kurtulması gerektiğini bildirdi. Böyle bir kardeşlik anlayışını oluşturdukları takdirde bu anlayışın gelecek nesillere de aktarılacağını ve onların da kardeşliği hayatlarına egemen kılacaklarına vurgu yaptı. Nasıl ki Cenab-ı Hak kendisinin çok merhametli ve şefkatli ise müminlerin de kardeşlerine şefkat ve merhametle yaklaşması gerektiğini bildirdi.

 

9-10-Muhacirlerden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlamış ve iman etmiş olanlar (Medineli müminler /Ensar) kendilerine sığınan muhacirleri severler ve onlara verilenlerden ötürü içlerinde bir haset duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin ihtiraslarından / hasetliğinden korunursa, işte başarıya erecek olanlar onlardır. Onlardan (muhacir ve Ensar) sonra gelenler de “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde iman etmiş kimselere karşı kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz Sen çok şefkatli ve çok merhametlisin!” derler. (Haşr Suresi 9-10)

 

Cenab-ı Hak, yukarıda belirtilen vasıflara sahip olmayan münafıkların dost ve müttefiki olan Yahudileri nasıl sattıklarını kuşatma sırasında herkesin gördüğüne işaret etti. Bu örnekle maddi menfaat üzerine kurulan dostluk ve kardeşliklerin zor zamanlarda hiçbir faydasının olmadığı belirtilmiş oldu. Eğer müminler dost ve kardeşliklerini nefislerini terbiye ederek fedakârlık üzerine değil de maddi çıkar ilişkisi üzerine bina edecek olurlarsa tıpkı münafıkların durumuna düşecekleri gösterildi. Halbuki yapılan mücadelede zor zamanlar hep olacaktır ve bu zor zamanları başarıyla atlatmak için mücadele edenlerin birbirlerine gerçek bir dost ve kardeşlikle bağlanmaları şarttır. Bu hususun diğer bir yönü de münafıkların müminlerle sözde kardeşliği maddi fedakârlık üzerine kurulmadığından onlar maddi çıkar ilişkisine dayalı dostluğu iman kardeşliğine tercih etmişlerdir. Yani onlar müminleri de satmışlardır. Fakat müminlere ihanet ederek destekleyeceklerini taahhüt ettikleri Yahudileri de satmışlar ve peygamberimizin kararlı duruşunu görünce korkmuşlar ve onlara karşı verdikleri sözlerinde de durmamışlardır. 

 

11-12-Münafıkların Kitap Ehlinden antlaşmalarını bozarak meşru iktidarı inkar eden kardeşlerine şöyle diyebilecekleri aklına gelir miydi? “Andolsun, eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız, sizin aleyhinize kimseye baş eğmeyiz. Eğer sizinle savaşılırsa, kesinlikle size yardım ederiz”? Allah, şahittir ki onlar kesinlikle yalancıdırlar. Andolsun ki, eğer onlar çıkarılırlarsa, onlarla beraber çıkmazlar. Yine andolsun ki, eğer onlarla savaşılırsa, onlara yardım etmezler. Şayet yardım etmeye çalışsalar bile arkalarını dönüp kaçarlar. Ayrıca kendilerine yardım da gelmez. (Haşr Suresi 11-12)

 

Cenab-ı Hak, müminlerin birlik ve beraberliğini koruyarak can ve mal kaygısına düşmeden mücadele ettikleri zaman münafıklara müthiş bir korku verdiklerini bildirdi. Onların müminlerden korktukları kadar Kendisinden korkmadıklarını, bunun sebebini de onların çıkar ilişkisine dayalı olarak kurdukları dost ve müttefikliklerin çok zayıf olmasından kaynaklandığını belirtti. Onların kalplerinde maddi menfaate karşı duydukları ihtirasları nedeniyle birbirleriyle çekişme içerisinde olduklarını vurguladı. Onlar müminlere karşı birlik içerisinde görünmekle beraber kendi aralarında çelişki ve çekişmeleri çok şiddetliydi. Bu örnekleme ile Cenab-ı Hak, müminlerin kardeşliği maddi menfaat üzerine değil fedakârlık üzerine kurmaları gerektiğini aksi takdirde müminlerin de kendi aralarında ihtilafa düşüp düşmanlara korku veren güçlerini kaybedeceklerine işaret etti.

 

13-14-Münafıklar Allah’tan daha çok sizden korkarlar. Onların, Allah'tan çok sizden korkmaları, sığ anlayışlı korkak bir toplum olmasındandır. Onlar toplu halde sizin karşınıza çıkıp savaşamazlar. Onlar sizinle ancak tahkim edilmiş (kale gibi çevrilmiş) şehirlerde veya surların arkasından savaşırlar. Onların kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları zahiren toplu / birlik sanırsın! Oysa onların kalpleri / istekleri birbiriyle çok çelişki içindedir. Çünkü onlar akıllarını kullanamayan bir topluluktur. (Haşr Suresi 13-14)

 

Cenab-ı Hak, Nadir oğullarına direnmeleri için münafıklardan Abdullah bin Übey’in yaptığı kışkırtmayı Bedir savaşı öncesi Mekkelileri kışkırtan Müdliç kabile reisi Şeytan Suraka’nın yaptığına benzetir. O da Mekkelileri “başkaldırın! / savaşın! / inkâr edin!” diye kışkırtmıştı. Onlar savaşa çıkıp Bedir’de İslam Ordusunun kararlı duruşunu görünce hemen tırsmış ve Mekke Müşrik Ordusundan ayrılarak Mekkelileri satmıştı. Münafıkların başı olan Abdullah bin Übey’de Nadir Yahudilerini başkaldırıp savaşmaları için kışkırttıktan sonra Peygamberimizin kararlı duruşu karşısında korkmuş ve onlara vaat ettiği askeri desteği sağlamamıştı.

15-17-Onların (Nadir Yahudilerinin) misali kendilerinden kısa bir süre önce (Bedir'de) işlerinin / savaşmalarının karşılığını yenilgi olarak tatmış ve acı bir azaba uğramış kimselerin (Mekkelilerin) misali gibidir. Münafıkların (Nadir Yahudilerine vaatleri) tıpkı şeytanın vaatleri gibidir. O şeytan insana (Mekkelilere): “İnkâr edin! / savaşın!” demişti. Fakat o / onlar (Mekkeliler) inkâr ettiği / savaşa kalkıştığı zaman: “Muhakkak ki ben senden / sizlerden uzağım, ben âlemlerin Rabbi Allah’tan (herkesin birlik olup katıldığı Allah’ın ordusundan) korkarım.” dedi. Nihayetinde ikisinin de (hem münafıkların hem de Nadir oğullarının / hem Şeytanın hem de Müşrik Mekkelilerin) akıbeti içinde sürekli kalacakları ateştir. İnkarcıların / Allah ile savaşanların cezası işte budur. (Haşr Suresi 15-17)

 

Cenab-ı Hak, müminlere her durumda kendi emirlerine itaat etme hususunda hassasiyet göstermelerini bildirdi. Eğer müminler Kendisini dikkate almayanlar gibi davranacak olurlarsa Allah’ın da onları dikkate almayacağını belirtti. Böylece ister ganimet paylaşımında olsun ister savaşlarda olsun (küçük veya büyük savaşlarda olsun) hangi durumda olursa olsun Allah’ın emirlerini dinlemeleri halinde müminlerin kendilerini korumuş olacaklarına işaret edildi. Ateş azabını hak edenlerle cennetle ödüllendirilmiş olanların aynı olmayacağı değerlendirildi.

18-20-Ey iman edenler! Allah’ın emirlerini dinleme hususunda hassas davranarak O’nun koruması altına girin! Herkes yarın için ne hazırladığına baksın. Böylece Allah'ın emirlerini dinleme hususunda hassas davranarak O’nun koruması altına girin! Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’ı umursamadıkları için O’nun da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmışlardır. Cehennem halkıyla cennet halkı eşit olamaz. Cennet halkı kurtulanların ta kendileridir. (Haşr Suresi 18-20)

Cenab-ı Hak, bu Kur’an’ı / emirlerini şayet dağlara indirseydi onların emirlerine uymada göstereceği saygı ve hassasiyeti şöyle anlattı; “onlar Allah’a olan saygısı ile ürperecek ve paramparça / un ufak olacaktır.”  Dağların taşların Allah’ın emirleri karşısında böyle hassas davranırken müminler O’nun emirleri karşısında neden benzer bir hassasiyet göstermesinler ki? Dağları taşları etkileyecek bu Kur’an, eğer sizi etkilemezse haliniz nice olur?

 

21-Eğer Biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, onun Allah’a olan saygısıyla ürperdiğini ve ona içtenlikle boyun eğdiğini / paramparça olduğunu görürdün. Biz, bu örnekleri insanlar iyiden iyiye düşünürler diye veriyoruz.  (Haşr Suresi 21)

Surenin sonunda Cenab-ı Hak, kendisini hem müminlere hem münafıklara hem de başkaldıran / savaşanlara / inkarcılara tanıtır. Kendisinden başka ilah olmadığını bildirdikten sonra özellikle münafıklara ve Yahudilere seslenerek her türlü gizliyi, gizli ilişkileri, gizli anlaşmaları bildiğini belirttikten sonra onların gizli gizli yaptıkları ihanet ve başkaldırmalara rağmen yine de rahmetiyle muamele ederek onlara daha şiddetli cezalandırma yapmadığını Rahman ve Rahim isminin tecellisi olarak belirtir.

 

22-O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka ilâh yoktur. Gizliyi de açığı da bilendir. O, Rahmandır, Rahimdir. (Haşr Suresi 22)

 

Cenab-ı Hak kendisini tanıtmaya devam eder ve Kendisinin yegâne Egemen / Kral olduğunu vurguladı. O’nun krallığının, kutsal, her türlü kötülükten ve kusurdan uzak olduğunu bildirdi. Halbuki insan krallar kusurlu ve kötülük doludur. O koyduğu yasalarla insanları selamete, barış ve huzura sevk ettiğini belirtti. Eğer insanlar O’nun ilke ve direktiflerine uyacak olurlarsa selamete ererler. O’nun önerdiği sistem ile insanlar emniyete / güvene kavuşur. Çünkü O mümindir. O Müheymin isminin tecellisi ile aynı zamanda koruyup gözetendir. İnsanlar O’nun sistemini eksiksiz uygulayacak olurlarsa o sistem ile onlar korunup gözetileceklerdir. Yine insanlar O’nun yolunda gidecek olurlarsa O’nun Aziz isminin tecellisi olarak kesinlikle tüm düşmanlarına karşı galip gelip aziz / yüce / şerefli olacaklardır. Eğer insanlar Allah’ın rehberliğiyle hareket edecek olurlarsa O’nun Cabbar isminin bir tecellisi olarak asla düşmanları tarafından mağlup edilemeyeceklerdir. Bütün düşmanlar onların emri altına gireceklerdir. O’nun mütekebbir isminin tecellisi olarak İslam Cumhuriyeti en azametli bir devlet olacak ve böylece müminlerde düşmanlarına karşı azametli olacaklardır.

 

23-O öyle Allah’tır ki; O'ndan başka İlâh yoktur, Melik'tir (hükümrandır, hükümdardır, kraldır), Kuddüs'tür (mukaddestir, her türlü kötülükten ve kusurdan münezzehtir), Selam'dır (selamet, huzur ve barış verendir). Mü'mindir (güven / emniyet verendir), Müheymin'dir (koruyup gözetendir), Aziz'dir (üstündür, güçlüdür, şereflidir), Cabbar'dır (mağlup edilemez, mutlak galip olandır), Mütekebbir'dir (ululukta tek olandır, azametlidir), Allah ortak / şirk koşulanlarla kıyaslanması asla mümkün değildir. (Haşr Suresi 23)

 

Cenab-ı Hak, son ayetteki isimlerinin tecellileri ile her şeyi yoktan var ettiği, yeniden yarattığı ve onlara şekil veren olduğu gibi kendi egemenliğini / krallığını İslam Cumhuriyeti şahsında yoktan var ettiği gibi onun bozgun ve musibetlerden sonra yeniden yarattığına ve şekillendirdiğine işaret etti. Gökteki ve yerdeki her şeyin kendisini tespih ettiği / kendisi adına hareket ettiği gibi elçisinin önderliğindeki İslam Cumhuriyetinin de O’nun için harekete geçtiğini belirtti. Kendisinin yegâne üstün, galip ve hâkim / en iyi hüküm koyan olduğunu söyledi.

 

24- O Allah ki; Yaratan'dır (oluşturan), Bari'dir (yoktan var eden), Musavvir'dir (her şeye şekil verendir), en güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tespih eder. / O’nun için harekete geçerler. Çünkü O, Aziz'dir (üstündür, güçlüdür), Hakim'dir. (Hüküm ve hikmet sahibidir.) (Haşr Suresi 24)

 

 

[1] )Nadir Yahudilerinin reisi Sellam bin Mişkem ve ileri gelenlerden Kinane bin Suveyra suiakste karşı idi. Fakat siyaseten daha etkin bir lider olan Huyey bin Ahtab suikast yapılmasında ısrar etti ve görüşünü herkese kabul ettirdi. 

[2]) Allah bu haberin gönderilmesinde vahiyle bildirebileceği gibi içeriden birisini vesile kılmış olabilir. Nitekim Vâkıdî, Meğâzî, I, 366, 367; İbn Sa’d, Tabakât, II, 57 eserinde görüşmelerde bulunan Yahudilerden biri ile evli olan bir Arap kadınının Ensar’dan olan kardeşi ile Hz. Peygamber’e haber gönderdiği rivayeti vardır.

[3] ) Selâm b. Mişkem ise: “Ben zaten yaptığınız işten hiç hoşlanmamıştım. Muhammed bize yurdumuzdan çıkmamız için haberci gönderecektir. Ey Huyey! Onun sözünün sonunu bekleme. Çıkıp gitmeyi nimet bil ve onun beldesinden çık!” dedi. Huyey de: “Öyle yapacağım, çıkıp gideceğim.” dedi. Vâkıdî, Meğâzî, I, 365, 366;

bottom of page