BÖLÜM 4
YENİ TOPLUMSAL YAPININ KODLARI
İslam Cumhuriyeti kurulmadan önce şirk sistemine göre yapılanmış olan Medine toplumunun yeniden tanımlanması gerekiyordu. Şirk sistemindeki yönetim her kabilenin kendi kutsallarını eksen alan ve birbirlerine karşı konumlanmış yapılardan oluşmaktaydı. Artık yeni yönetimde Medine’deki her kabileden temsilciler bulunduğu gibi Mekke’den gelen muhacirlerden de temsilciler vardı. Yeni yönetimde herhangi bir kabilenin yücelmesi ve menfaati yerine İslam Cumhuriyetinin yücelmesi ve menfaati dolayısıyla bütün kabilelerin yükselmesi ve menfaati temel ilkeydi. İslam Cumhuriyetinin ortaya koyduğu dünya görüşüne göre bu Cumhuriyetin çatısı altına giren herkes bütünü (ümmeti) oluşturmaktaydı ve bu bütün (ümmet) parçalanmaz bir bütündü. Bu husus Medine Anayasasına / Vesikasına birinci madde olarak konulmuştu. Bütün Medineliler bu Anayasaya “EVET” demiş olmalarına rağmen istisna olarak buna şiddete başvurmasa da sözlü olarak açıktan karşı olanlar olduğu gibi kalplerinde “HAYIR” demelerine rağmen zahiren kabul edenlerde vardı. Ayrıca Birlik ve Beraberliğe / Tevhide “EVET” oyu vermekle birlikte Cumhuriyetin daha ilk uygulamalarından itibaren muhalefet göstereceklerinin sinyallerini veren Yahudi kabileler vardır.
Çiçeği burnunda yeni İslam Cumhuriyetinin gelecekte işinin kolay olmadığı ilk uygulamalarında ortaya çıkmıştı. Bu nedenle kurulan birlikteliğin yürümesine karşı duracak iç tehlikenin taraflarının ve özelliklerinin iyi bilinmesi gerekiyordu. Aynı zamanda bir toplumda birlik ve beraberliğin Anayasada yer alması hayata geçmesine yeterli değildi. Zira toplum içindeki çatışma, kaos ve anarşiden beslenen ayrılıkçı unsurlar, menfaat grupları tevhidi parçalamak için ellerinden geleni yapacaktı. Bu menfaat şebekelerinin iyi bilinmesi onlarla yapılacak mücadelenin ilk basamağını oluşturacaktı. Dolayısıyla Cenab-ı Hak, yeni oluşan toplumsal yapıda tarafları vasıflarıyla birlikte Bakara Suresinde anlatarak elçisinin ve bağlılarının bundan sonra izleyecekleri yol haritasında önemli bir toplumsal tanımlama yapar. O’nun tanımlamasında taraflar özetle; İslam Cumhuriyetinin yanlıları olan müminler, devlete açıktan karşı koyan ve müşriklerle iş birliği yapan inkârcılar, İslam Cumhuriyetine taraftar görünmesine rağmen devletin uygulamalarına sürekli muhalefet eden münafıklar ile onların müttefikleri olarak hareket eden Yahudilerden oluşmaktaydı.
Cenab-ı Hak, Medine toplumunu tanıma kodlarını verirken sadece bir tespit / tanımlama yapmaz aynı zamanda muhalefet yapanlara öğüt verir, müminlerin muhaliflere nasıl cevap vermesi ve onlara karşı nasıl bir taktik izlemeleri gerektiği konusunda yol gösterir ve muhalefetin ürettiği tezviratların Medine halkı üzerindeki olumsuz etkisini giderecek argümanları bildirir.
4.1-Müminler: Medine İslam Cumhuriyetinin Kurucu ve Yürütücü Sınıfı
Sure önce Medine halkının kabul ettiği bu Anayasanın / Kitabın hiçbir maddesinde çelişki olmadığını, Âlemlerin Rabbinin vaat ettiği güzel bir geleceğe / gayba güvenle bakmak isteyen herkesin tereddütsüz, canı gönülden ve içlerinde hiçbir kuşku duymadan kabul ettiğini bildirerek başlar. Daha sonra bu Anayasaya gönül vermiş müminlerin vasıflarını anlatır. O müminlerin Kitaba inanan, iyiliği / takvayı isteyen, iyi niyetli olan, infak eden, salatı ikame eden (kamu hizmetleri ve sorunlarını çözüp kurtuluş ve yücelme için her türlü askeri, siyasi, sosyal, ekonomik ve eğitsel hizmet, dua, gayret ve desteği veren), yaptıklarının hesabını vereceğini bilen ve gelmiş geçmiş tüm ilahi öğretileri gönülden kabul ederek onların takipçileri ile ortak bir paydada buluşan kimseler olduklarını belirtir. Bu Anayasanın / Kitabın kurtuluşa, refaha, huzurlu bir topluma götürecek bir rehber olduğunu bildirerek devam eder.
Rahman, Rahim Allah Adına
1- 5- Elif, Lam, Mim. İçindekilerin tereddütsüz kabul edildiği işte bu Kitab’a / Anayasaya ve gayba iman eden / vaat edilen geleceğe güvenle bakan, salatı ikame eden (Allah’ın yardımını talep ederek Kamu hizmetlerini ve sorunlarını çözmek için her türlü faaliyeti üstlenen), kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden ve ahirete de kesin bir şekilde iman eden takva sahipleri için yol gösterici bir kılavuzdur. Bunlar, Rablerinin gösterdiği bir hidayet / rehberlik üzerindedirler. Ve işte bunlardır felaha / kurtuluşa erecek olanlar! (Bakara Suresi 1-5)
4.2-İnkârcılar: İslam Cumhuriyetine Karşı Düşmanla (Müşriklerle) İş Birliği İçinde Mücadele Eden Sınıf
Cenab- Hak, Huyey bin Ahtab, Ebu Amir bin Rahib gibi Medine İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna en başından beri karşı çıkan ve asla teslim olmayan inkarcılara ise iki cümle ile değinir ve onların ne yapılırsa yapılsın inanmayacaklarını, kalplerinin kapandığını ifade ettikten sonra onların azaba uğrayacaklarını belirtir.
6-7- Şüphesiz şu inkâr etmiş kimseler; onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. Allah, onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür vurmuştur, onların gözlerinde perdeler vardır. Büyük azap onlar içindir. (Bakara Suresi 6-7)
4.3-Münafıklar: İslam Cumhuriyetine İçeriden Muhalefet Eden Sınıf
Medine’deki diğer grup ise daha sonra münafık olarak isimlendirilen kişilerdi. Onlar, peygamberimizin iktidarına karşı varlık gösteremeyen ve İslam Cumhuriyetini kabul ederek mümin olduklarını iddia eden Abdullah bin Ubey gibi Medineli bazı ileri gelenlerdi. Onlar bu yolla iktidara yakın olup kendi arzuları ve istekleri doğrultusunda bir yönetim gerçekleştirmeyi düşünüyorlardı. Peygamberimizin yanından ayrılmayıp onun kararlarında etkin rol oynamayı hesaplıyorlardı. Böyle yaparak peygamberimizi Allah’ın gösterdiği politika yerine kendi istedikleri politikayı takip etmesini sağlamaya çalışıyorlardı. Kur’an ifadesiyle Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışıyorlardı. Bunlar hastalıklı tiplerdi.
Onlar, Peygamberimizin @ iktidarını zayıflatmak için çeşit çeşit tezviratlar yaparken kendileri aslında İslam Cumhuriyetinin daha iyi olması için çalıştıklarını, niyetlerinin iyi olduğunu, toplumdaki sorunları çözmeyi ve iyileştirmeyi istediklerini beyan ediyorlardı. Diğer taraftan da Mekke Yönetiminin tehditlerini sürekli gündemde tutarak ve Medine’nin başına gelebilecek felaketleri anlatarak peygamberimizin @ iktidarını yıpratmaya, O’nun etrafındaki halkı dağıtmaya çalışıyorlardı. Bunları yaparken de Medine’yi ve Medine halkını düşündüklerini ifade ediyorlardı.
Bu münafıklar, peygamberimize güvenerek O’nun ortaya koyduğu politikayı tereddütsüz kabul edip o politikaya uyan mümin halkı da aşağılıyorlardı. Bu müminlerin geleceği göremediklerini, kafalarını kullanmayıp Hz.Muhammed’e körü körüne itaat ettiklerini iddia ediyorlardı. Kendilerinin ise her şeyi enine boyuna düşündüklerini ve her ihtimali değerlendirdiklerini savunuyorlardı.
8–13- İnsanlardan bir kısmı da –inanmamalarına rağmen– “Allah'a ve Ahiret gününe (Allah’ın gelecek vaadine) inandık” derler. Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki onlar, sadece kendilerini aldatırlar da farkında bile değillerdir. Onların kalplerinde hastalık vardır da Allah, onların hastalığını artırmıştır. Yalan söylemekte oldukları içinde onlara acı bir azap vardır. Onlara, “Yeryüzünde/ ülkede fesat / bozgunculuk çıkarmayın” denildiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz / iyi niyetli toplumun iyiliğini istiyoruz” derler. Dikkatli olun! Şüphesiz onlar, fesat / bozgunculuk çıkaranların ta kendileridir, fakat şuursuzlukları nedeniyle farkında bile değillerdir. Onlara, “(Sizde şu mümin) İnsanların inandığı gibi inanın” denilince, “Biz, o aklını kullanmayanların / beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız!” derler. İşte! Asıl aklını kullanmayanlar / beyinsizler kendileridir de farkında bile değiller. (Bakara Suresi 8-13)
Medine’nin bu münafık ileri gelenleri iktidara yakın görünmek için müminlerle bir araya geldikleri / onlarla oturup konuştukları zaman mümin olduklarını iddia ediyorlardı. Dışarıdan bakanlar onların iktidar yanlısı olduklarını sanacak şekilde kendilerini gizlemeye çalışıyorlardı. Onların bu hareketlerini sahici zanneden Mekke’nin müşrikleri ya da Yahudi yandaşları ile baş başa verip oturduklarında ise bu kez kendilerinin mümin olmadıklarına onları inandırmaya çalışıyorlardı. Onlara yaptıkları yalakalıkları sırf müminlerle dalga geçmek için yaptıklarını söylüyorlardı.
Bu münafık muhalefetin halet-i ruhiyeleri gerçekten çok sağlıksızdı. Ama onları bu hareketleri yapmaya iten sebep, onların hep güçlüden yana olmaları ve kendilerine ait bir şahsiyetlerinin olmayışı idi. Hâlbuki onlar bu hareketleri ile ne müminlere ne de yalakalık yaptıkları otoritelere yaranabilirlerdi. Her hâlükârda kaybedenler grubundaydılar fakat farkına varamıyorlardı. Onlar her iki tarafında kendilerine gülümsemelerine bakarak her iki tarafı da kandırdıklarını ve geleceklerini her durumda garantiye aldıklarını sanıyorlardı. Fakat mücadelenin sonunda kazanan hangi taraf olursa olsun bunlara değer vermeyecek ve onları fırlatıp atacaktı ama onlar bunun farkında değillerdi. İşbirlikçi hainlerin ecellerinin kendi efendileri elinden olduğunu bir türlü göremiyorlardı.
14-16- Onlar, müminlere rastladıkları zaman da “İnandık” derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, “Şüphesiz biz sizinle beraberiz, biz sadece alay edenleriz” derler. Allah, onlarla alay eder ve tuğyanları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir. İşte onlar, hidayet karşı sapıklığı satın almışlardır da bu ticaretlerinde kar etmedikleri gibi doğru yolu da bulamadılar. (Bakara Suresi 14-16)
Bu münafıklar ruhen hasta olduklarından, sağlıklı düşünemeyen, kişilikleri oturmamış tiplerdi. Son derece korkaktılar. Gelecekten endişe ediyorlardı. Hâlbuki Medine’nin içinde bulunduğu karanlık ortamı aydınlatmak için Hz.Muhammed @ İslam / Barış Cumhuriyetini kurarak bir ateş yakmıştı. O ateş tam etrafı aydınlatmışken yani kurulan Cumhuriyet ile Medine’ye huzur, barış, güven ve istikrar gelmişken bu hastalıklı tipler, o ateşin aydınlığından faydalanacak yerde, yaptıkları bozgunculuk ve çıkardıkları fitne sonucu Medine’yi tekrar karanlığa götürmeye çalışıyorlardı. Ama çıkardıkları fitne ve kargaşanın ancak kendilerini tekrar karanlığa götüreceğini göremiyorlardı. Onlar Allah elçisinin kurduğu İslam Cumhuriyetine bir zarar veremeyeceklerini, aydınlık yarınların mutlaka geleceğini, bu ateşi söndürmeye güçlerinin yetmeyeceğini fark edemiyorlardı. Şirk sisteminin karanlıklarında kalmayı tercih ettikleri için Allah adeta onların gözlerini kör etmişti. Onların kalplerinin kötü olması, niyetlerinin bozuk olması, bozguncu ve sahtekâr olmaları nedeniyle yakılan ateşin onlara bir faydası olmamıştı.
Cenab-ı Hak, münafıkların bu hastalıklı hallerini ve içine düştükleri durumu şu veciz sözlerle anlatır;
17-18- Onların durumu, tıpkı şuna benzer ki, (aydınlatmak için birisi) bir ateş yaktı. (Ateş) çevresini aydınlatınca, Allah onların gözlerinin nurunu aldı ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler! Artık onlar dönmezler. (Bakara Suresi 17-18)
Medine’nin Anayasal / kitabi bir sisteme kavuşmasını müteakiben Mekke Yönetiminin gönderdiği ültimatom niteliğindeki tehdit mektupları, bu hastalıklı tiplerde çok büyük bir korku yaratmıştı. Birden kendilerini karanlık bir gecede gök gürültülerinin, fırtınalı yağmurların, şimşek ve yıldırımların verdiği dehşet gibi öldürülme, köle olma ve her şeylerinin mahvedilmesi tehdidinin verdiği korkuların içerisinde buldular.
Hâlbuki bu kadar büyük bir korkuya kapılmalarına gerek yoktu. Zira Cenab-ı Hak o Mekkeli müşrik inkârcıları çepeçevre kuşatmıştı. Şöyle ki, bulundukları konum gereği aslında Medine İslam Cumhuriyeti Mekkelileri tehdit altına almıştı. Zira Mekke’nin kuzey istikametindeki ticaretinin en büyük kısmını oluşturan Şam ticaret yolu Medine’nin kontrolü altındaydı. Habeşistan zaten peygamberimizin kontrolündeydi. Diğer taraftan Mekke’nin Yemenle bağlantısı da Necran Hristiyanlarıyla yapılacak bir ittifak vasıtasıyla Mekke’nin güney yönündeki ticareti de kolayca kontrol altına alınabilirdi. Yani Cenab-ı Hak asıl Mekke’yi çepeçevre kuşatmıştı. Asıl onlar tehdit altındaydılar.
Fakat Medineli münafıklar öylesine hastalıklı tiplerdi ki kendilerini tekrar aydınlığa çıkaracak / önlerini aydınlatan / kendilerine güven veren göz kamaştırıcı açıklamalar yapılınca hemen anlıyorlar ve o aydınlanmış / güven veren yolda yürüyorlar ama bu aydınlanma onlar için çok kısa sürüyor ve içlerinde büyüttükleri korkular nedeniyle tekrar karanlığa gömülüyorlardı. Yeni bir açıklama gelinceye kadar karanlıklar içerisinde bocalayıp duruyorlardı. Tıpkı şimşeğin aydınlatması kadar bir sürede yol alma örneğinde olduğu gibi.
Bu örneklemeyi de Cenab-ı Hak ayetlerinde şöyle anlatır;
19-20- Ya da (bunlar) zifiri karanlık bir gecede, gök gürültüsü ve şimşeklerin çaktığı, şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş kimseler gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah inkârcıları / kafirleri çepeçevre kuşatmıştır. Neredeyse gözleri kamaştıran o şimşek çakıp onların önlerini aydınlattı mı onun aydınlığında yürürler, karanlık üzerlerine çöktü mü de kala kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini de görmelerini de giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir. (Bakara Suresi 19-20)
Peygamberimizin iktidarına karşı muhalefet eden Medine’nin münafık baronlarının hastalıklı ruh yapıları ortaya konduktan sonra onlardan etkilenen Medinelilerin tümüne hitap etmesi için Cenab-ı Hak Bakara Suresinin müteakip ayetlerini inzal eder. O, bu ayetlerde nasıl yeri, göğü ve içindekileri yarattıysa ve onların rızıklarını da yaratıyorsa sosyal yaşamları için ihtiyaç duydukları öğretileri de göndermekte ve onlara şu manalara gelecek mesajlarını iletmektedir;
“İşte şu anda sahip olduğunuz Kitabi / Anayasal sistem O’nun nazil ettiği ilke ve öğretilerdir ve sizin sorunlarınıza çözüm getirmektedir. Şayet bu ilahi öğretinin sorunlarınızı çözmesi konusunda şüphe duyuyorsanız, o zaman siz bir çözüm önerisi getirin / siz bir proje sunun. Hatta bu hususta Allah’tan başka tüm bildiğiniz otoriteleri, ortakları, tanrı gördüğünüz kişi ve kurumların temsilcilerini de yardıma çağırarak Benim inzal ettiğim öğretiye benzer bir öğreti getirin de sizi helak etme noktasına getiren / uçuruma yuvarlayan anarşi sorununuzu çözün. Fakat bunu asla yapamayacaksınız! O halde İslam Cumhuriyetine karşı çıkan / inkârcıların karşılaşacakları azap gibi bir azapla karşılaşmamak için peygamberime ve getirdiği öğretiye güvenin, inanın. Eğer elçime ve getirdiği sisteme inanıp güvenir ve destek olursanız, bu dünyada cennet gibi bir hayata kavuşacağınız gibi ahirette de cennet sizi bekleyecek.”
21–25- Ey insanlar! Takvalı davranasınız (kendinizi koruma altına alasınız) diye, sizi ve sizden öncekileri yaratan, yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızık olarak ürünler çıkaran Rabbinize kulluk edin. Artık siz de bile bile, Allah'a ortaklar koşmayın. Şayet kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi onun misli gibi bir şey / sorunlarınıza çözüm üreten ilkeler/ sure getirin, Allah’a ortak tuttuğunuz tüm otoritelerinizi / tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz. Bunu yapamadıysanız ki asla yapamayacaksınız; o halde inkârcılar için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun. İnanıp / güvenip ıslah edici eylemlerde bulunanlara “altlarından ırmaklar akan cennetlerin mutlaka verileceğini” müjdele. Onlar, oradaki herhangi bir meyveden her rızıklandırılışlarında, “Bu, bizim daha önce rızıklandığımız şeydir” derler. Onlara onun benzerleri verildi. Orada çok temiz eşler de yalnızca onlarındır. Onlar, orada ebedi kalacaklardır. (Bakara Suresi 21-25)
Peygamberimiz Medine’de kurulan İslam Cumhuriyetinin müminler için güvenli bir liman olduğunu müşriklerin hâkim olduğu şehirlerin ise güvensiz olduğunu Ankebut Suresindeki örümceğin evi örnekliğinde anlatarak hicret etmeyen müminlerin buraya göç etmelerini teşvik ettiğinde münafık baronlar müminlerin Medine’de güçlenmelerini istemediklerinden peygamberimizin bu çağrısını sulandırmak için onun örümcek, çiçek, böcek vb. şeylerden bahsettiğini dillerine doladılar. Onlar bu örneklemelerin halkta yarattığı olumlu algıyı kırmak için örneklemelerin böyle küçük şeyler ile yapılmasının Allah’ın şanı ve azameti ile örtüşmediğini ileri sürerek peygamberimizi zımnen yalancılık, sahtekârlık ve insanları kandırmakla suçladılar. Onlar ayrıca bu alayları ile halkta şu algıyı da yaratmak istiyorlardı; “Hz.Muhammed@ Ankebut Suresinde örümceğin örnekliği ile Mekke’nin güvensiz olduğunu, buna karşılık Medine’de güvenli ortam oluştuğunu anlatmaya çalışıyor ama içinde bulunduğumuz ortam tam tersini gösteriyor. Zira Mekkeliler gönderdikleri tehdit mektuplarında Medine’yi yıkıp yok etmekten bahsetmektedirler.” Onlar ayetlerle verilen örnekleri dillerine dolayıp alay etmek suretiyle dolaylı yoldan bu algıları halk nezdinde yaratmaya çalışıyorlardı.
Onların bu sefil, aşağılık ve kişiliksiz tavırlarına karşı Cenab-ı Hakk’ın cevabı oldukça sert ve onların sahtekârlıklarını yüzlerine çarpma şeklinde olmuştur. O bu cevabında bu kez sivrisinek örneğini kullanmış ve zımnen onların sivrisinek gibi halkın kanını emdiğine işaretle bu hususu onların yüzüne vurmaktan çekinmeyeceğini ifade etmiştir. Yani onların ayetlerde geçen böcek, örümcek vb. örneklemeler ile verilmek istenen mesajı sulandırmakla onların asıl derdinin Medine İslam / Barış Cumhuriyetinin bundan sonra halkı kandırmaya ve sömürmeye müsaade etmeyeceğinden duydukları rahatsızlığa işaret edilmiştir. Cenab-ı Hak, onların sahtekârlık ve halkı aldatmalarının açığa çıkarılması hususunda Mutaffifin Suresiyle başlayan sürecin sivrisinek örnekliğinden başka örnekler vermek suretiyle devam edeceğini ve bundan asla çekinilmeyeceğini bildirdi.
Verilen sivrisinek örneğinin bu manaya geldiğini anlayan Medine halkının Hz.Muhammed’e@ güvenleri daha da artarken münafık ileri gelenlerin bu örnekliğin verdiği mesaj nedeniyle öfkeleri ve sapkınlıkları artmıştır. Durumun anlaşılmaması için verilen örneklemeyi yeniden sulandırma yoluna gitmişler, örneklemedeki anlamı saptırmaya çalışmışlardır. Ama anlayan anlamıştır. Sözü doğrudan söyleyerek ortamı daha da germenin bir anlamı yoktur. Bununla beraber Cenab-ı Hak onları anayasal / kitabi sisteme koydukları imzayı, verdikleri ahdi bozmaya çalışmamaları ve meydana gelen birlik ve beraberliği parçalamaya yönelik çalışmamaları konusunda uyardı. Şayet bu bozguncu hareketlerine devam edecek olurlarsa onların gelecekte hüsrana uğrayacaklarını belirtir. Onların müminler gibi olmalarını ve Hz. Peygambere güvenmelerini salık verdi.
26–27-Allah bir sivrisineği, hatta daha üstünde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. Müminler bilirler ki, o gerçektir / haktır, Rablerindendir. O inkârcılar ise, “Allah böyle bir misal ile ne demek istedi?” derler. Allah, onunla birçoklarını şaşırtır, birçoklarını da doğru yola iletir. O, onunla sadece, Allah ile yaptıkları anlaşmayı verdikleri söze /yemine rağmen bozan, Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi kesip tevhidi parçalamaya çalışan ve yeryüzünde /ülkede bozgunculuk yapan fasıkları şaşırtır. İşte bunlar, hüsrana uğrayacak olanların ta kendileridir. (Bakara Suresi 26-27)
Cenab-ı Hak peygamberine bildirdiği deklarasyonda münafıklara ve onlardan etkilenen Medinelilere sitem etti. Onlara daha önce ölü bir sosyal yapıları varken ilahi öğretiden alınan ilkelerle yapılan Kitabi / Anayasal uzlaşı ile hayat bulduklarını bildirdi. Bu nimete nankörlük etmemeleri gerektiğini söyledi. Onlara yine de bir çıkış yollarının olduğunu, bu ahitten sonra yıkıcı faaliyetler nedeniyle yeniden ölü haline gelebileceklerini fakat peygambere güvenip bağlandıkları takdirde onların diriltileceğini bildirdi. Bu sürecin sonunda herkesin Kendisinin bildirdiği ilkelere döneceğini ifade etti. Cenab-ı Hak, bu anlatımı insanların biyolojik ölümünden sonra tekrar dirilip Allah’a döndürüleceği misali üzerinden yaptı.
Ayrıca nasıl ki Cenab-ı Hak yeryüzündekileri yarattıktan sonra gökyüzüne egemenlik kurmuş ve gökyüzünü yedi gök olarak dizayn etmişse aynı şekilde direktifleriyle Medine ülkesini de kendi öğretisinin uygulanacağı bir ülke olmasının şartlarını hazırladı ve elçisini buraya gönderip Cumhuriyetini kurdurdu. Böylece ilahi ilkeler ile mücehhez olan Allah elçisi uygulama makamına oturdu. Buna da kimse engel olamadı. O ne vaat ettiyse gerçekleşti ve bundan sonra da gerçekleşecektir.
Cenab-ı Hak, bu mesajıyla münafıklara ikircikli hareketlerinin bir yararı olmayacağını bildirmiş olur. Onların bu yanlış hareketleri terk etmesi konusunda uyarıda bulunur.
28-29- Siz Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Oysa siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz. O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratandır. Sonra da O, semaya istiva etti [egemenlik kurdu]; onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir. (Bakara Suresi 28-29)
Cenab-ı Hak, Medine toplumunun söz konusu diriliş sürecini Hz. Adem kıssası üzerinden anlattı;
30-35- Hani bir zaman Rabbin, meleklere, “Ben yeryüzünde / ülkede ([1]) bir halife ([2]) atayacağım ([3])” demişti. Onlar, “Oraya bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi atayacaksın? Ama yine de Senin işlerin güzel olduğu için sana boyun eğeriz. Senin ataman dolayısıyla biz onu takdis / kabul ederiz.” demişlerdi. O (Allah), “Elbette Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti. O (Allah), Âdem’e bütün sorunların çözümlerini (isimlerini)([4]) öğretti / öğretmişti. Sonra o sorunları meleklere sundu ve “Hadi, Bana bu sorunların çözümlerini (isimlerini) bildirin bakalım, eğer görüşünüzde doğru iseniz” dedi. Onlar, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim bilgimiz olamaz. Şüphesiz her şeyi en iyi bilen ve en iyi yasa koyan Sensin.” Bunun üzerine O (Allah) dedi ki: “Ey Âdem! Onlara sorunların çözümlerini (isimlerini) bildir.” O (Âdem), onlara, sorunların çözümlerini (isimlerini) bildirince, O (Allah), “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz Ben, göklerin ve yerin (yönetimin ve toplumun) ([5]) gaybını / sırlarını / özelliklerini bilirim. Ve Ben, sizin açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da bilirim” dedi. İşte o vakit Biz, meleklere, “Âdem’e secde edin (boyun eğin, itaat edin)” demiştik de İblis dışında melekler hemen secde etmişti (boyun eğmişti, emre amade olmuştu). O (İblis) yan çizdi, büyüklendi. Çünkü o kafirlerden idi. Daha sonra Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette ([6]) iskân edin, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin ve şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. (Bakara Suresi 30-35)
Bu kıssayı işiten Medineliler Cenab-ı Hakk’ın İslam Cumhuriyeti kuruluş sürecini anlattığını hemen anladılar. Hz.Muhammed’in@ Medine’ye Başkan oluş serüveni onların gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçti.
“Daha yakın zamana kadar anarşi içerisinde birbirlerini yiyen kabilelerden müteşekkil bir şehirdi Medine. Medine ahalisi aralarındaki bu kavga ve çatışmayı sona erdirecek bir çözüm yolu arıyorlardı fakat bir türlü bulamıyorlardı. Sahip oldukları şirk öğretisi onlara bu sorunlarını çözüme kavuşturacak bir yol göstermiyordu. Yahudilerin ellerindeki öğreti de sorunlarını çözmeye yetmiyordu. Toplumsal yok oluşun eşiğindeydiler. Medineliler iç çatışma / anarşi sorununa çözüm arayış içerisindeyken bir gün Allah Hz.Muhammed’i@ karşılarına çıkarmıştı. O’nun savunduğu İslam / Barış dininin sorunlarını çözebileceğini ve kendisinin de bu dini mükemmelen uygulayabilecek yetenek, donanım ve bilgiye sahip olduğunu müşahede etmişlerdi. Birkaç yıl süren müzakereler neticesinde O’nun önerisinin kendi sorunlarını çözeceğini görmüşlerdi. Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın Hz. Âdem’i yeryüzüne halife atadığı gibi onlar da Hz.Muhammed’i@ Medine’ye Başkan olarak atamayı uygun bulmuşlardı. Medine’nin samimi insanları bu atamayı Medine’nin önderleri / kabile reisleri / meliklerine / mele’ler topluluğuna / ihtiyarlar meclisine sundukları zaman onlar tıpkı meleklerin itiraz etmeleri gibi buna itiraz etmişlerdi. Onlar itirazlarına gerekçe olarak şunları söylemişlerdi: “Her ne kadar siz her zaman iyi, güzel ve doğru olanı tercih ediyor ve bizde sizin seçiminize saygı duyuyorsak da bu seçiminizde bir sorun var. Şöyle ki; şayet Muhammed’i @ başımıza getirecek olursak Mekke ile aramız bozulacak, onlarla çatışma / savaş kaçınılmaz olacak ve kan dökülmesine yol açacaktır. Ayrıca o peygamber hâlihazırdaki idari, siyasi ve iktisadi / piyasa sistemimize de müdahale edecek ve ülkenin mevcut sistemini bozacaktır, böylece kurulu sistemimizde bozgunculuk yapacaktır.” İtiraz eden meliklerin / ileri gelenlerin bu gerekçeleri, Cenab-ı Hak tarafından meleklerin Hz. Âdem’in halife olarak atanmasına onun yeryüzünde kan dökecek ve bozgunculuk yapacak birisi olacağı şeklindeki söylemleri metaforu ile anlatılıyordu. İleri gelenlerin / meliklerin bu itirazına onlar “Sizin bu tereddütlerinizi ve endişelerinizi giderecek her türlü çözümleri Allah bu peygamberine öğretmiş. O peygamber öylesine donanımlı ve bilgili ki sizin bilmediğiniz şeyleri biliyor. O karşılaşacağımız bütün sorunların üstesinden gelecek bir birikime sahip. Allah ona bu birikimi bahşetmiş ve ona daima doğru yolu gösteriyor. Nasıl ki Allah sizin bilmediğiniz her şeyi biliyorsa ve Hz. Âdem’e de isimleri öğretmiş ise bu peygamberine de (Hz.Muhammed’e) karşılaştığımız her türlü sorunumuzun çözüm yollarını ve yükselişin metotlarını elbette öğretmiştir / öğretecektir” demişlerdi. Tartışmaların sonunda Medine ileri gelenleri / melikleri Hz.Muhammed’in@ teklifini ve başkanlığını kabule yanaşmayacaklarını söyledikleri zaman Hz.Muhammed’in@ başkanlığından yana olan Medineliler onlara şöyle demişlerdi; “Madem öyle o halde içinde bulunduğumuz kargaşa ve iç çatışmayı sona erdirecek, bizi bir barış iklimine ve toplumsal yükselişe ulaştıracak bir çözüm önerisini / metodu siz getirin bakalım. Haydi, durmayın varsa bir çözüm öneriniz / metodu, getirin de biz de bu sıkıntı ve kaostan kurtulalım.” (Allah’ın meleklerden isimleri söylemelerini talep etmesi metaforu.) Bu talep karşısında çözüme karşı çıkan ileri gelenler / melikler tıpkı meleklerin “Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim bilgimiz olamaz.” dedikleri gibi “Valla bizim şu anda bildiğimiz, öğrendiğimiz öğretiler ile içinde bulunduğumuz toplumsal sorunumuza biz bir çözüm getiremiyoruz. Tarihten beri sahip olduğumuz ve bize verilen öğretiler sorunlarımıza çözüm konusunda yetersiz kalıyor. Biz ancak bu kadar bilebiliyoruz” şeklinde cevap vermişlerdi. Onlar bu cevaplarıyla Medine’nin anarşi sorununa bir çözüm sunamadıklarını, bu konuda çaresiz kaldıklarını net bir şekilde ifade etmişlerdi. Fakat bu sorun Hz.Muhammed’e @ götürüldüğünde tıpkı Hz. Adem’in meleklere isimleri söylediği gibi O da ilahi öğretinin ilkeleri ve paradigmaları sayesinde hemen çözüm modelini onlara söylemişti. Böylece onların başka çareleri kalmadı ve Medine’yi barışa götürmek isteyen samimi kimselerin ısrarına dayanamayan ileri gelenler / melikler de sonunda Hz.Muhammed’in@ Medine’ye halife / başkan / yönetici olmasını kabul etmişlerdi. O’na boyun eğeceklerine / secde edeceklerine / itaat edeceklerine dair biat etmişlerdi. / söz vermişlerdi. (Meleklerin secde etmesi metaforu.) Fakat İblisin Hz. Âdem’e secde etmeyi reddetmesi olayında olduğu gibi Huyey bin Ahtab, Ebu Amir bin Rahib vb. iblisler O’nun Medine’ye Başkan olmasını kabul etmemişlerdi. O iblisler kibir ve gururlarının esiri olarak Hz.Muhammed’ e@ karşı büyüklendiler. Aslında onlar kendi sömürü sistemlerinin bozulacağını hesap ettiklerinden, işin başından beri Hz.Muhammed’e@ ve İslam Cumhuriyetine karşı idiler. / Hakkı ve hukuku inkârcı idiler. / kafir idiler. (iblisin aslında hak, hukuk ve adalete zaten karşı oluşu / Kâfirliği metaforu.) Ama Medineli samimi çoğunluk Hz.Muhammed’in@ başkanlığını ve İslam Cumhuriyetini kabul edince onların bir hükmü kalmamış ve onlar İslam Cumhuriyetinin kuruluşuna engel olamamışlardı. Böylece İslam Cumhuriyeti kuruldu ve Allah Medinelilere cenneti / saadetli yaşamı lütfetti. Onların üzerinden şirk zulmünü kaldırdı. İslam Cumhuriyeti ile gelen cennet / asr-ı saadet yaşamının devamı için bazı öğreti / şeriat / emir ve yasakları bildirdi. (Allah’ın Âdem ve eşini cennete yerleştirmesi ve yasak ağaca yaklaşılmaması metaforu)”
Cenab-ı Hak, Medine İslam Cumhuriyetinin oluşum sürecinde münafıkların önce karşı durduklarını / itiraz ettiklerini daha sonra toplumun sorunlarına çözüm getirememeleri nedeniyle mecburen razı olduklarını, gelinen aşamada ise şeytani / ikiyüzlü tavırlarla Hz.Muhammed’i@ ve müminleri iktidardan indirmek için ellerinden geleni yapacaklarını Hz. Âdem kıssası üzerinden anlatmaya devam eder. Bu kıssa ile müminlere münafıkların neler yapabilecekleri konusunda uyarılarda bulunur ve onların iyi niyetli olmadıklarını vurgular;
36-39- Derken şeytan ([7]) onların ayaklarını kaydırdı, onları bulundukları makamdan ([8]) çıkardı. Biz, “Burada birbirinize düşman olarak yaşayın ([9]), bu yeryüzünde / bu ülkede belirli bir vakte kadar barınmanız ve rızıklanmanız mukadderdir” dedik. Sonra da Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler ([10])aldı. O(Allah) onun (onların) tövbesini / hakka dönüş(ler)ünü /yöneliş(ler)ini kabul etti.([11]) Muhakkak O, tövbeleri / hakka dönüşleri / yönelişleri kabul edenin, çok merhametli olanın ta kendisidir. Biz dedik ki: “Hepiniz burada yaşayın ([12]). Artık size Benim tarafımdan bir rehberlik geldiğinde, kim rehberliğime uyarsa, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar, ateşin ashabıdır. Onlar, orada temelli kalıcıdırlar.” (Bakara Suresi 36-39)
Hz. Âdem kıssasının bu son bölümünü dinleyen Medineli müminler münafık şeytanların hile ve desiselerine karşı Cenab-ı Hakk’ın kendilerine vermek istediği aşağıdaki mesajları idrak ettiler;
“Hz.Muhammed’e@ iblisler gibi doğrudan karşı olamayan, karşı olmalarına rağmen teslim olmuş ve iman etmiş gibi görünen Abdullah bin Ubey gibi şeytanlar ([13]) O’nu ve yandaşlarını Medine’den çıkarmaya, onları İslam Cumhuriyeti İktidarından indirmeye çalışıyorlar ve çalışacaklardır. Tıpkı Hz. Âdem ve eşinin ayağını kaydırdığı gibi ilerleyen zamanlarda bu şeytanlar sizlerin de ayaklarını kaydırmaya çalışacak ve bunda da başarılı olacaklardır. Bundan sonra bu münafık şeytani muhalefet ile müminler arasında bir mücadele / çatışma kaçınılmaz olarak devam edecektir. (Hz.Adem ve eşi ile Şeytanın birbirlerine düşman olarak yeryüzüne indirilmesi metaforu.) Fakat onların sizin ayağınızı her kaydırışında eğer inzal edilecek vahyin rehberliğine tutunacak olurda hatalarınızdan dönecek olursanız sizler galip geleceksiniz. Kendinizi düzeltip hatalarınızdan tevbe edecek olursanız üzülmeyecek ve kazanan siz olacaksınız. (Hz. Âdem’in Allah’tan birtakım kelimeler alması ve bu kelimelerle hatalarından tevbe istiğfar etmesi metaforu.) Ama bu münafık şeytanların ayartmalarına kapılıp da tevbe etmeyenleri ise yakıcı azap beklemektedir. Onlar bu tercihleri nedeniyle kaybedenlerden olacaktır.”
4.4- Yahudiler: Daima Kontrol Altında Bulundurulması Gereken Toplumsal Sınıf
Anayasadaki / Kitaptaki / Vesikadaki tarafların verdikleri Misak / yemin / Ahd ile Medine’de Yahudilerin de içerisinde olduğu bir İslam / Barış /Tevhit Cumhuriyeti tesis edilmişti. Anayasa / Kitap / Vesika da belirtildiği üzere müttefiki oldukları Medineli Arap kabileler ile birlikte Yahudilerde aynı haklara sahip olmuştu.
Kurulan bu Cumhuriyet sayesinde artık kanlı iç çatışmalar geride kalmıştı. Bu iç savaşların kışkırtıcılığında her ne kadar Yahudi kabilelerin payı bulunsa da bu savaşlardan Yahudilerin kendileri de zarar görüyorlardı. Zira Yahudi kabileler farklı Arap kabilelerinin müttefikiydiler ve her Yahudi kabilesi kendi müttefiki olan Arap kabilesinin yanında savaşa girmek zorundaydı. Tevrat’ta birbirlerinin kanının dökülmesi haram olduğu belirtilse de bunlar bu savaşlarda müttefikleri ile birlik olmaları gerektiği düşüncesi ile birbirlerini öldürebiliyorlardı.
Hz.Muhammed @ in kurduğu Medine İslam Cumhuriyeti artık bu iç çatışmaları durdurmuş şehre barışı hakim kılmıştı.
İslam Cumhuriyetinin belirlediği kuralların Yahudi kabilelere yönelik kısımlarının uygulanması hususunda her kabileden Nakipler belirlenmişti ve Anayasadaki hak ve sorumluluklar bu Nakipler eliyle yürütülecekti. Ayrıca «Abdullah Bin Selam» gibi Yahudilerin ileri gelenlerinden olan kişiler İslam Cumhuriyetinde üst bir makama getirilmişlerdi.
Abdullah bin Selam’ın müslüman oluşunu takiben Sa'lebe b. Sa'ye, Useyd b. Sa'ye, Esed b. Ubeyd gibi bazı Yahudi ilim adamları ve seçkinleri de onun vesilesiyle müslüman oldular.
Her toplumda iyi niyetli, güzel karakterli, temiz ve barıştan yana insanlar (Güvercinler) olacağı gibi kötü niyetli, azgın, zalim, savaştan yana ve günahkâr insanlar da (Şahinler) vardır. Medineli Yahudilerde de iyiler tarafı Peygamberimizin safında yer alırken kötüler tarafı karşı safta yerlerini almışlardır. Yahudilerin şahinleri de tıpkı münafık ileri gelenler gibi bu birlikteliği bir türlü hazmedememiş, İslam Cumhuriyetinin başarısızlığı için ellerinden geleni yapmışlar ve bundan sonra da yapacakları açığa çıkmıştır. Özellikle İslam Cumhuriyetinin Medine’de adil bir piyasa oluşturmaya yönelik olarak Medine pazarını kurma girişimleri akabinde bazı Yahudi ileri gelenlerin bu pazarı yakmaları / yıkmaları göstermiştir ki; İslam Cumhuriyetinin kuruluşunun üzerinden daha çok kısa bir süre geçmesine rağmen onlar İslamı / barış ortamını parçalamaya yönelik girişimlerini sürdüreceklerdir. Bu nedenle Yahudilerin muhaliflerine de bazı uyarıların yapılması gerekmektedir.
[1] ) Hz. Muhammed ve Sahabeler için o yer /arz/ ülke Medine’dir
[2] )Hz. Muhammed’in Medine’ye Başkan olarak atanması
[3] ) NOT: Ayette geçen “câi'lun” sözcüğü, “yapmak”, “kılmak”, “tayin etmek” manasına geldiği için “halife yaratacağım” şeklindeki mealler tercih edilmemiştir. Zaten vasata da en uygun sözcük “atamak / tayin etmek” gitmektedir.
[4] )Hz. Âdem için isimler eşyanın ve varlıkların tanımlanması iken Hz. Muhammed için bu isimler toplumsal sorunların çözüm yollarıdır.
[5] ) Gökler ve Yerlerin sırları Hz. Muhammed için yönetim ve toplum bilimin sırlarını ifade eder.
[6] )Hz. Âdem ve eşi için cennet Hz. Muhammed ve yandaşları için Medine’dir / Medine’deki İslam iktidarıdır.
[7] )Buradaki şeytan Hz.Muhammed’in Medine’deki baş münafık Abdullah bin Ubey’e işaret eder.
[8] )İçinden çıkarılmaya çalışılan makam Hz. Peygamber ve müminler için Medine’deki İslam İktidarıdır.
[9] )Hz. Muhammed ve müminler ile Abdullah bin Ubey’in liderliğindeki münafıkların birbirleriyle mücadelelerinin devam edeceğinin ifade edilmesi.
[10] )Hz. Muhammed’in bu durumda nasıl davranacağı ve topluma nasıl hitap edeceğine ilişkin ayetleri ifade eder
[11] )Hz. Muhammed’in ve müminlerin yapacakları hatalardan dönmelerine işaret eder.
[12] )Bütün münafık ve müminlerin birlikte yaşayacaklarına / yaşamak zorunda oluşlarına işaret.
[13]) Not: Kur’an bu kimseleri daha sonraları “münafıklar” olarak adlandırılacaktır.
Öncelikle şahin Yahudileri Tevhitten ayrılmaya / Muhalefet yapmaya sebep olan temel faktörlerin incelenmesi uygun olacaktır. Yahudiler kitaplı bir kültürden geldikleri için Araplara karşı kendilerini üstün görüyorlardı. Peygamberin kendi içlerinden değil de Arapların arasından çıkması onlarda kıskançlık yaratmıştı. Zira Arapların içinden çıkan bir liderin kendilerinin Araplar üzerine egemen olma ihtimalini ortadan kaldıracağı aşikâr idi. En azından kendileri her zaman ikinci planda kalacaklardı. Onları Hz.Muhammed’e@ muhalefet yapmaya iten en önemli sebeplerden bir diğeri, Mekke yönetiminin Medine’ye tehdit mektuplarını göndermesi ve Hz.Muhammed’i@ korumaları halinde Medine’yi yıkıp yerle bir edeceklerini beyan etmeleri idi. Bu mektuplar, Abdullah bin Ubey gibi, Yahudi şahinleri de Hz.Muhammed’e@ karşı çıkma hususunda kışkırtmıştı.
Medine’de müminlerin yeni bir Pazar kurmaları ve Mutaffifin Suresiyle Medine piyasasının adil bir şekilde yeniden düzenlenmesiyle Yahudilerin Pazar tekellerinin kırılması / kırılacak olması ve haksız kazançlarına engel olunması onların Hz.Muhammed’e@ muhalif olmalarının ekonomik boyutunu oluşturmaktaydı.
Piyasada yapılan reformların sosyal alanda da yapılacağının sinyallerini alan Yahudi ileri gelenler giderek Medine’deki sosyal, siyasal ve ekonomik üstünlüklerini kaybedeceklerini anlamışlar ve bu gidişatı engellemek için Hz.Muhammed’e@ muhalefet etmeyi kendi çıkarlarına en uygun yol olarak görmüşlerdi.
Aynı Allah’a, aynı Kitaba, aynı Kıbleye, aynı peygamberlere iman edilip Tek Cumhuriyette birleşmişken Yahudilerin şahinleri, yukarıdaki faktörler nedeniyle kıpırdanmaya başlamışlardı. Böylece onların gelecekte etkin bir muhalefet yapacaklarının işaretleri gelmeye başlamıştı.
Cenab-ı Hak onları önce bu barışı / İslam’ı / tevhidi / birliği devam ettirmeleri için imzaladıkları Anayasal Sözleşmeye uymaya davet eder. Bu amaçla yapmaları gerekenleri ana başlıklar halinde sıralar. Daha sonra geçmişlerine metafor yaparak ikazlarda bulunur. Ve bu ikazlarda atalarının kendi tarihlerinde yaptıkları hataları hatırlatır. Şu anda da benzer hataları onların yapmakta oldukları ve bu hataları bir daha tekrar etmemeleri gerektiğini ifade eder. İslam Cumhuriyeti nimetinin değerini bilmelerini öğütler ve bunun için de Anayasal Sözleşmeye riayete davet eder. Onlara yeryüzünde egemen olacaklarına ilişkin vaadinin ancak bu Anayasal Sözleşmeye riayetle ve sadece kendisine takvalı bir şekilde kulluk etmekle gerçekleşebileceğini bildirir.
Cenab-ı Hak Yahudilerden Mekkelilerin tehditlerinden değil sadece kendisinden korkmaları gerektiğini bildirir. Şayet Anayasayı ihlal ederek elçisine karşı duracak olurlarsa bu kez Allah elçisi eliyle cezalandırılacakları tehdidini yapar. Allah’a karşı takvalı olmaları / Allah’ın İslam Cumhuriyeti eliyle cezalandırılmaktan kendilerini korumaları için aşağıdaki hususlara riayet etmeleri gerektiğini bildirir. Aksi takdirde Kendisinin hışmına uğrayacaklarını ve bu dünya da elçisi eliyle ahirette de bizzat kendisinin cezalandıracağını ifade eder.
Cenab-ı Hak, Yahudilerin kendilerini korumaları / takvalı olmaları için yapmaları gerekenleri şöyle bildirir;
-
“Yaptığınız Anayasal Sözleşme hükümlerine riayet ederek sizlere verdiğim İslam / Barış Cumhuriyeti nimetinin kadrini kıymetini bilin! Ona sahip çıkmak için verdiğiniz ahde sahip çıkın!”
-
“Sizlere daha önce indirdiğim ilkeler (doğruluk, dürüstlük, ölçü ve tartıda hile yapmamak, hırsızlık yapmamak, öldürmemek, vb.) ile aynı olan ilkeleri getiren Muhammed’e iman edin ve o ilkeleri inkâr etmede öncülük yapmayın!”
-
“Benim ilkelerimi süfli menfaatleriniz için asla satmayın! Benden korkun!”
-
“Hakkı Batılla karıştırmayın! Hakkı asla gizlemeyin!”
-
“Salatı ikame edin (kamu hizmetleri ve sorunlarını çözüp kurtuluş ve yücelme için her türlü askeri, siyasi, sosyal, ekonomik ve eğitsel hizmet, dua, gayret ve desteği veren eylemleri yapın ve bu amaçla kurulan kurumları ayağa kaldırın / ikame edin).”
-
“İslam Cumhuriyetini finansal olarak destekleyin / zekâtı verin!”
-
“Yasalara itaat edin / Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin / boyun eğin / itaat edin!”
-
“Başkalarına iyilik yapmayı, iyi olmayı tavsiye ederken kendinizin yapmaması çok büyük bir çelişki. Asla böyle ikiyüzlü davranmayın! Sözlerinizle davranışlarınız birbiri ile uyumlu olsun!”
-
“Sabır ve salatla yardım isteyin. Adil, barışçıl, huzurlu, hakkaniyetli, merhametli bir sistemi isteyenler bu yolda sabır ve salata sarılmaları zorunludur. Bunu istemeyenlere salat ve sabır zaten ağır gelir.”
Yukarıdaki hususlara uymadığınız takdirde başınıza öyle bir felaket gelir ki, o felaketin geldiği gün hiçbir şekilde sizin elinizden tutan olmaz ve o takdirde uğrunda birliği ve beraberliğinizi bozduğunuz menfaatlerin hepsini verseniz bile o zaman bunlar sizden kabul edilmez.
40-48-Ey İsrail oğulları! Size nimet olarak verdiğim nimetimin değerini bilin, Benim ahdime vefa gösterin / Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de sizin ahdinize vefa göstereyim. Sadece Benden korkun. İndirdiğim şeye (Kur'an'a/ ilahi ilkelere) iman edin! O (Kur’an / İlahi ilkeler) sizin yanınızdaki şeyi (Tevrat'ı / ilahi ilkeleri) tasdik edicidir./ doğrulayıcıdır./ birbiriyle örtüşür. O'nu (Kur’an’ı / İlahi ilkeleri), inkâr edenlerin ilki / öncüsü siz olmayın. Benim Ayetlerimi çok az bir bedele satmayın. Bana karşı hata yapmaktan sakının. / takvalı davranın. Bile bile hakkı batıla/ gerçeği yanlışa karıştırmayın. Hakkı gizlemeyin. Salatı (kamu hizmetleri ve sorunlarını çözüp kurtuluş ve yücelme için her türlü askeri, siyasi, sosyal, ekonomik ve eğitsel hizmet, dua, gayret ve desteği veren eylemleri yapın ve bu amaçla kurulan kurumları ayağa kaldırın) ikame edin, zekâtı verin, rükû /itaat edenlerle birlikte siz de rükû /itaat edin. İnsanları birr'e / iyilik yapmağa / erdemli olmaya çağırdığınız halde kendinizi unutur musunuz? Oysaki Kitab'ı okuyup duruyorsunuz. Hala akıl etmeyecek misiniz? Zorluklara karşı direnerek, / sabırla, salatla (kamu hizmetleri ve sorunlarını çözüp kurtuluş ve yücelme için her türlü sosyal, siyasi, eğitsel yardım, hizmet, dua, gayret, destek eylemleriyle ve kurumlarla) yardım isteyin. Şüphesiz bu (salat ve sabırla yardım isteme), Rablerine saygılı olanlardan başkasına ağır gelir. Ki onlar Rablerine kavuşacaklarına ve gerçekten O'na döneceklerine inanan kimselerdir. Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın. Kimsenin kimseyi kurtarmak için bir şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, kimseden fidyenin alınmayacağı ve onlara hiçbir yardım yapılmayacağı günden / süreçten sakının. (Bakara Suresi 40-48)
Cenab-ı Hak, Medineli Yahudilerin şirk sisteminin hâkim olduğu süreçte kendilerinin de büyük bir zulüm içerisinde yaşadıklarını ama İslam / Barış Cumhuriyeti sayesinde bu zulümden kurtulmalarını, geçmiş tarihlerindeki Firavunun zulmünden kurtulma olayı üzerinden anlatır. İslam /Barış Cumhuriyetinden önce Medine’de hâkim olan şirk sisteminin meydana getirdiği zulüm, anarşi, dehşet Firavunun zulmünü aratmayacak ölçüdeydi. Zira nasıl ki Firavun İsrail oğullarını zayıflatmak için oğullarını / erkeklerini öldürüyor idiyse şirk sisteminden kaynaklanan çatışma ve anarşilerde Medineliler de erkeklerini / oğullarını kaybediyorlardı. Evs ve Hazreç kabilelerinin birbirleriyle yaptıkları savaşlarda müttefiklikler ([1]) nedeniyle Medineli Yahudiler de karşı karşıya geliyor ve birbirlerini öldürüyorlardı. Bu savaşların sonunda galip gelenler yenilenleri yurtlarından sürüp çıkarıyor hatta esir bile alıyorlardı. Fakat Hz.Muhammed’in@ kurduğu İslam / Barış Cumhuriyeti sayesinde Medineliler bu felaket ve aşağılık azaba maruz kalmaktan kurtulmuşlardı. Artık Firavun’un boğularak yok edilmesi gibi Medine’deki şirk sistemi de helak edilmişti. Bu özelde Yahudiler için olmak üzere tüm Medineliler için çok büyük bir nimetti ve Cenab-ı Hak, aşağıdaki ayetleriyle sahip oldukları nimete nankörlük yapmamaları konusunda onları uyardı;
49-50- Sizi Firavun ve Ordusundan nasıl kurtardığımızı da hatırlayın. Hani onlar sizi azabın en acısına çarptırıyorlardı; oğullarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bununla Rabbiniz sizi büyük bir imtihandan geçiriyordu. İşte O zaman Biz, denizi yarmış ve sizi kurtarmıştık ve sizin gözünüzün önünde Firavun'un ordusunu boğmuştuk. (Bakara Suresi 49-50)
4.5.“Buzağıyı İlah Edinmeleri” Olayı Üzerinden Uyarılmaları
Olay özetle şöyledir; Hz. Musa İsrail oğullarını Firavunun zulmünden kurtardıktan sonra onların güvenliğini, huzurunu sağlayacak düzenlemeleri Cenab-ı Hak’tan edinmek amacıyla kısa bir süreliğine Tur-i Sina’ya çıkar. Orada toplumu için gerekli yasal düzenlemeler üzerine çalışır ve Cenab-ı Hak’tan aldığı tedris ile söz konusu düzenlemeleri kırk gün içerisinde tamamlayarak İsrail oğullarına geri döner. Fakat kendisinin yokluğunda Samiri adındaki birisinin buzağıyı tanrı edindirmek şeklinde sembolize edilen Firavun sisteminin benzeri bir şirk sistemini toplumuna kabul ettirdiğini görür. Samiri Firavun siteminin içine cüz’i miktarda ilahi öğretilerden katarak yeni bir şirk sistemi icat etmiş ve Hz. Musa’nın bu sistemi aradığını iddia ederek bunu halka kabul ettirmiştir. Hz. Musa toplumunun yıllarca zulüm gördükleri Firavun sisteminin az biraz İlahi öğretiyle soslu bir benzerini kabul etmelerine tahammül edemez. Önce başkanlığına vekâlet eden kardeşi Hz. Harun’a, daha sonra Samiriye hesap sorar. Daha sonra Samiri’nin kurduğu yeni şirk sistemini yıkar ve Tur Dağında Cenab-ı Hakk’ın öğrettiği tevhit sistemini İsrail oğulları üzerine inşa eder.
Medine’nin güvenliği, huzuru ve selameti için Cenab-ı Hakk’ın öğretisine dayalı bir şeriatı yerleştirmek noktasında Hz.Muhammed’in@ belli bir süreye ihtiyacı vardı. Medine’ye hicretini müteakiben yapmış olduğu başlangıç reformları Medine’nin ileri gelen münafıkları özellikle de Yahudileri çok rahatsız etmişti. Onlar Hz.Muhammed’in@ aşama aşama İslam / Barış iklimini tesis edici düzenlemeleri hayata geçireceğini ve bu durumunda kendi menfaatlerine aykırı olacağını gördüklerinden muhalefet etmeye başlamışlardı. Muhalefetlerini Hz.Muhammed’in@ barış, esenlik, huzur ve güven vaadinin gerçekleşmeyeceği konusunda halkı kandırma üzerine kuracaklardı. Hz.Muhammed’in@ önerdiği İslam / Barış Cumhuriyetine ait düzenlemelerle her şeyin düzeleceğine inanan Medine halkının bu inançlarının boş olduğunu göstermek için Hz.Muhammed’e@ süre tanımamayı planlamışlardı. Bunun için halka Hz.Muhammed’in@ gelmesiyle hiçbir şeyin düzelmediği ve bundan sonra da düzelmeyeceği hatta daha da kötüye gideceği şeklinde propaganda yapacaklardı. Böylece Hz.Muhammed’in@ uygulamaya çalıştığı düzenlemeleri boşa çıkarıp kendi eski şirk düzenlerinde devam etmek istiyorlardı. Belki yenilik olarak eski şirk sistemi düzenlemelerine Hz.Muhammed’den@ gördükleri ilahi öğretilerden biraz karıştırarak bu işi kotarmayı düşünüyorlardı. Hâlbuki peygamberimiz daha yeni hükümet olmuştu. Ondan birden mucizeler beklenmemeliydi. O’na biraz süre tanınması gerekiyordu. Ama onlar Hz.Muhammed’in@ başarısız olmasını istiyorlardı.
Ayrıca Hz.Muhammed@ Medine’de sürekli kalamayacaktı. Sık sık çevre kabilelere seferler düzenlemesi gerekecekti. Yokluğunda O’na vekâlet edecek kişiyi rahatlıkla kandırabilirler ya da etkisiz kılabilirler ve böylece Medine halkını kendi yanlarına çekebilirlerdi. Nasıl ki Hz. Musa’nın yokluğunda Samiri’nin İsrail oğulları’nı kandırıp Firavunun şirk sisteminin (Firavunun şirk sisteminin sembolü Boğa idi) daha küçük ölçekte olanını (buzağı sembolü) tekrar hortlatmışlarsa, Medine’deki münafık Arap ileri gelenler ve bazı azgın Yahudilerde aynı Samiri’nin yaptığı gibi Hz.Muhammed@ in Medine’de yokluğunu fırsat bilerek eski şirk sisteminin daha küçük modellerini hortlatma girişiminde bulunacakları aşikârdı. Cenab-ı Hak, İsrail oğullarının buzağıyı ilah edinmeleri kıssası üzerinden Medineli Yahudileri ve münafıkları Kitap / anayasa / ilahi öğreti çerçevesinde hareket etmeleri ve eski şirk sistemine dönme gibi yanlışlara tevessül etmemeleri konusunda uyardı. Aksi takdirde kendilerine yazık / zulüm edeceklerini bildirdi.
51-54- Hani bir zamanlar Musa'ya kırk geceyi vaat vermiştik. Fakat siz zalimleşmiş ve O'nun arkasından buzağı tanrı edinmiştiniz. Buna rağmen şükredesiniz diye sizi affetmiştik. Doğru yola gelmeniz için, Musa'ya, o Kitab'ı ve Furkan'ı / yasal düzenlemeleri vermiştik. İşte o zaman Musa kavmine, “Ey kavmim! Şüphesiz siz o buzağıyı edinmekle kendi kendinize zulmettiniz. Gelin hemen yaratıcınıza tövbe edin de nefsinizi /egonuzu/ benliklerinizi öldürün. Böylesi, yaratıcınız nezdinde sizin için hayırlıdır” demişti. Sonra da Allah tövbenizi kabul etmişti. Muhakkak ki Allah kendisini ıslah edenlerin tevbesini kabul eden, merhametlilerin merhametlisidir. (Bakara Suresi 51-54)
4.6. Medinelilerin Nankörlük Etmemeleri Konusunda Uyarılmaları
Medine’deki anarşi, çatışma ve terör ortamı İslam / Barış Cumhuriyeti ile yerini barış, istikrar, huzur, emniyet ve adalete bırakmıştı. Medineliler uçurumun kenarından dönmüş ve Hz.Muhammed’in@ getirdiği sistem / ilahi öğreti ile dirilmişlerdi. / yeniden hayat bulmuşlardı. Adeta bir mucize gerçekleşmiş ve böylece çok büyük lütfa, ikramlara ve ihsana mazhar kılınmışlardı. Fakat bütün bu nimetlere rağmen Yahudiler ve münafıklar Muhammed @ a bağlanmamak için sudan bahaneler üreterek en olmaz şeyleri istemeyi planlıyorlardı. Cenab-ı Hak, Medine’deki mevcut durumu ve bunların aralarında tartıştıkları muhalefet yöntemlerini geçmişlerinden metafor yaparak elçisine ihbar etti. Şöyle ki;
“İsrail oğulları onlarca mucize yaşamış ve büyük ikramlara mazhar olmuşken yine de peygamberleri Hz. Musa’ya bağlanmaktan imtina etmişler, ona inanıp güvenmemek ve getirdiği öğretiye boyun eğmemek için ondan imkânsız şeyler istemişlerdi. Öyle ki kendilerine son derece ihtimam gösterilmesi onları kendilerinin üstün olduğu zannına itmiş ve öylesine gurur, kibir ve kendini beğenmişlik hastalığına yakalanmışlardır ki onların bu azgınlıkları onları Allah’ı görmeyi isteyecek noktaya getirmiştir. Onların bu istekleri haddini bilmemektir. Kendilerini Allah’tan üstün görmektir. Allah onlara bu istekleri nedeniyle öyle bir ceza verdi ki onlar yıldırım çarpmışa döndüler. Onlar bu ölümlerinden sonra tekrar diriltildiler ve kendilerine geldiler. Tekrar nimetlere mazhar edildiler. Onlara Hz. Musa koruyucu bulut oldu, gölgelik yaptı. Cenab-ı Hak da onlara kuvvet ve kudret olması için gökten Vahyini (men ve selva) indirdi ki bu vahiyle hoş ve temiz rızıkları yemelerini emretti.”
55-57- Hani bir zamanlar da siz, “Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız” demiştiniz de bunun üzerine bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı. Sonra da gene şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından dirilttik ve o bulutla gölgelendirdik. Size verdiğimiz rızıkların hoş olanlarından yiyin diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. ([2]) Onlar, Bize zulmetmediler, lakin onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Bakara Suresi 55-57)
Peygamberimizin önderliğinde Medine toplumu da şirk sistemi ile ölmüşken tevhit sistemi ile dirilmiş ve şimdi Cenab-ı Hakk’ın indirdiği Vahiyle (kudret helvası ve bıldırcın metaforu) daha da güçlenmekte, O’nun yol göstermesi ile korunmakta ve ilerlemektedir.
4.7. Medinelilerin İslam / Barış Cumhuriyetinin İyi Birer Vatandaşı olmaları konusunda Uyarılmaları
İsrail oğulları Hz. Musa’nın son yıllarında Eriha Şehrine yakın bir yerleşim yerini teslim alırlar. Ancak Erihalıların teslim olma şartı kurulacak Cumhuriyette beraber yaşamaktır. Bu şart aynı zamanda İsrail oğullarına inzal olan öğretiye çok uygundur. Bu şarta uygun hareket edilirse Erihalılar ve İsrail oğulları birlikte barış içerisinde yaşayacaklardır. Tıpkı Muhammed @ ın getirdiği ilahi öğreti / kitap / Anayasa çerçevesinde Medine’de kurulan İslam / Barış Cumhuriyetinde Medineli Araplar (Evs ve Hazreç), Mekkeli Araplar (muhacirler) ve Yahudilerin birlikte barış içerisinde yaşamaları gibi.
İsrail oğulları o şehre girerken ilahi öğretiye / Anayasaya uymaları ve mütevazı olmaları kendilerine emredilmesine rağmen onlar şehrin yerli halkına (Erihalılara) son derece zalimce davranmış, öldürmüş ve mallarını yağmalamışlardı. Hatta ilahi öğretiye göre kurulan sistemin kurallarını kendi istek ve arzularına göre yorumlayarak değiştirmişlerdi. Böylece çok büyük zulüm işlemişler ve bu nedenle Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği Veba salgını ile kırılıp geçmişlerdi.
Halbuki ilahi öğretiye uyarak egemen oldukları şehir halkının gönlünü fethetmiş olsalardı, güvenilir olduklarını, saygın ve asil olduklarını ispat etmiş olsalardı, güçleri katlanacak ve diğer şehirler de kendiliğinden teslim olacaklardı. Böylece İsrail oğullarının kurduğu Cumhuriyet bölgede son derece güçlenecekti. Ama onlar tersini yaptılar ve azaba uğradılar.
58-59- Hani bir zamanlar “Şu kente girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin. Kapısından da secde ederek (itaat ederek, teslim olarak, taşkınlık ve zulüm yapmadan iyi vatandaş olarak) girin ve “Burası yurdumuzdur bizi bağışla!” deyin ki, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik-güzellik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız” demiştik. Fakat zaman içerisinde zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle değiştirdiler. Biz de yapmış oldukları fasıklıkları karşılığında o zalimlerin üstüne gökten acı bir azap indirdik. (Bakara Suresi 58-59)
Cenab-ı Hakk, İsrail oğullarının tarihte yaşadıkları bu tecrübe üzerinden Medinelileri de uyardı;
Medine’de ilahi öğretiye dayalı İslam / Barış Şehri tesis edilmiştir. Onlara kurulan bu Şehrin kapısından secde ederek girin denilmektedir. Yani onlara “İyi vatandaş olun! İlahi Vahyin getirdiği kurallara uyun! Tesis edilen birliğe beraberliğe saygı gösterin! Tevhidi bozacak davranışlardan kaçının! Bu Barış Şehrini Vatan edinin ve ona sahiplenin! Hata yapacak olursanız da hemen tövbe edip hatanızdan dönün! Sakın bu birliği beraberliği bozacak taşkınlıklar, bozgunculuklar yapmayın!” şeklinde telkinler yapılır. Bu şekilde davranılırsa hep birlikte güç birliği edilerek ileri, müreffeh bir geleceğe yelken açılacağı bildirilir. Böylece yeni kurulan Cumhuriyet ile kazanılan nimetler daha da katlanacaktır. Aksi takdirde de Cenab-ı Hak azgınlık yapanlara azabını gönderecektir. ([3]) Bu tehdit basit bir tehdit değildir. İslam / Barış Cumhuriyetinde bozgunculuk yapacak olurlarsa Cumhuriyet olarak (gökten acı bir azabın indirilmesi metaforu) üzerlerine yürüneceğinin bir tehdididir.
4.8. Medine İslam Cumhuriyeti Kaynaklarının Adil Paylaşımı
Hz.Muhammed @ Medine’de kurduğu İslam / Barış Cumhuriyetinin Anayasasında /Vesikasında Yahudi kabilelerini müttefikleri olan Arap kabileleri ile birlikte tek tek saymış ve her kabileye eşit vatandaşlık getirmiştir. Ayrıca yeni sistemde Anayasal sözleşmenin hükümlerini takip için Evs ve Hazreç kabilelerine ait aşiretlerden temsilci / nakip atanmıştı. Peygamberimize bildirilen bu Arap nakiplerin müttefikleri olan Yahudilerin aşiretlerindeki karşılığı için de Yahudi nakipler atanmıştı. Böylece yeni kurulan Cumhuriyet sisteminde her topluluğun ekonomik, idari ve sosyal yapısı adil bir paylaşım ile organize edilmişti. Her topluluk (kabile ve aşiret) Medine İslam / Barış topluluğu içerisinde fonksiyonunu icra edecek ve kargaşa olmaması içinde temsilcileri / nakipleri vasıtasıyla Hz.Muhammed’in@ hakemliğinde sorunlarını çözüme kavuşturacaktı.
Toplumsal, idari ve ekonomik sorunların Hz.Muhammed’in@ hakemliğinde ve Vahiy İdeolojisi (asa metaforu) esas alınarak çözüme kavuşturulacak olması, Medine’de anarşiyi, kavga ve çatışmaları önleyecekti. Bu Cenab-ı Hakk’ın Medinelilere ihsan ettiği mucize niteliğinde çok büyük bir nimetiydi. İslam Cumhuriyeti’nin bu organizasyonu tıpkı bir zamanlar Hz. Musa’nın asasını taşa vurarak taştan on iki pınar fışkırtması ve İsrail oğullarını on iki kabileye ayırarak her kabilenin hangi pınardan faydalanacağını organize etmesi gibiydi. Bu suretle kabileler arasında muhtemel kargaşa ve çatışmalar engellenmekteydi. Fakat adil ve huzur getiren bu organizasyon ve paylaşımdan hoşnut olmayan kimseler de vardı. Onlar şirk sisteminin hâkim olduğu zamanda Medine halkını aldatan çıkar çevrelerinden başkası değildi. Onlar şirk sisteminin yarattığı anarşiden, terörden ve çatışmadan besleniyorlardı ve İslam / Barış Sistemi onların çanına ot tıkıyordu.
Cenab-ı Hak Hz. Musa’nın yaşamı üzerinden verdiği örnekle Medine’de huzur, barış, güven ve düzen sağlandıktan sonra o düzeni bozacak bozgunculuk yapılmaması konusunda Medineli ileri gelenleri böylece uyardı;
60- Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti de “Asan ile taşa vur!” demiştik. Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Böylece halkın her bölüğü kendi su alacağı yeri öğrendi. Allah'ın rızkından yiyin-içinde bozgunculuk yaparak yeryüzünde / ülkede fesat çıkarmayın. (Bakara Suresi 60)
4.9. Tevhit Sisteminden Dönme Planlarına Karşı Uyarılar
Medine İslam /Barış Cumhuriyeti Kurulunca çatışmadan, terörden, savaştan beslenen Medine’nin baronları bundan sonra işlerinin zor olacağını gördüler. Şirk sisteminin cari olduğu zamanda yasal hale getirdikleri soygunları bile artık yapamayacaklarını anlayan bu ileri gelenler geleceklerinin kendileri açısından çok karanlık olduğunu görüyorlardı. Zira yeni sistemin tek kaynağı Vahiydi ve getirdiği öğreti onlara eskisi gibi arzularına / keyiflerine / heva ve heveslerine göre bir seçenek bırakmıyordu.
Bu nedenle onlar gidişattan durumdan hiç hoşnut değildiler ve eski şirk sisteminin geri gelmesini istiyorlardı. Onlar sadece kendi zevkü sefalarını ve çıkarlarını düşünüyorlardı. Halkın sefaleti ve acı çekmesi onları hiç ilgilendirmiyordu.
Özellikle Yahudi ileri gelenler eski şirk sisteminin tevhit sisteminden daha iyi olduğunun propagandasına başlayacaklardı. Süreç içerisinde İslam Cumhuriyetini devirerek eskiye dönmek için Hz.Muhammed’i@ öldürmeyi bile planlayacakları belliydi. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, onlara kendi tarihlerinden bir örnekle uyarıda bulundu. Söz konusu örnekte İsrail oğulları Hz. Musa’ya gökten indirilen tek çeşit yiyeceğe dayanamayacaklarını Allah’tan yerin bitirdiği sebze, acur, mercimek, soğan gibi çeşitli yiyeceklerden çıkarmasını isterler. Onların bu istekleri Firavunun zulmü altındaki yaşam tarzına geri dönme isteklerinden başka bir şey değildir. Bu nedenle Hz. Musa onlara «asil, şerefli, üstün, göksel, ilahi ve özgür yaşam tarzını rezil, aşağılık, zulüm ve köleci yaşam tarzına tercih mi ediyorsunuz?» şeklinde mukabelede bulunur. Hz. Musa onlara «şayet bu aşağılık yaşam tarzını arzuluyorsanız o zaman Mısır’a geri dönün ve rezilce yaşayın» diyerek çıkışır. Sonraları aşağılık arzuları nedeniyle İlahi öğretiden sapan İsrail oğulları kurulu ilahi sisteme isyan ederler, taşkınlık yapar ve peygamberlerini öldürürler. Böylece güçlerini kaybederler, birbirlerine düşerler, işgal güçleri gelip onları zelil eder. Sonuçta yaptıkları bozgunculuk nedeniyle işgalciler eliyle Cenab-ı Hakk’ın gazabına uğrarlar.
Cenab-ı Hak İsrail oğullarının tarihte yaşadıkları bu hadise örnekliği üzerinden özelde Medineli Yahudileri genelde de tüm Medinelileri uyararak akıllarını başlarına almaları konusunda ikaz etti;
61- Hani bir zamanlar siz; “Ey Musa! Biz artık tek yemeğe asla dayanamayız, bizim için Rabbine dua et de bize yerde yetişen; sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğan bitirsin” demiştiniz. O (Musa) da size, “Hayırlı ve üstün olanı aşağılık olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde zelil olarak Mısır’a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve sonunda Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, Allah'ın ayetlerini / uyarılarını inkâr etmiş olmaları, Peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve taşkınlık yapmaları nedeniyledir. (Bakara Suresi 61)
4.10. İslam / Barış Cumhuriyetinde İyi Vatandaşların Müjdelenmesi
Cenab-ı Hak, yukarıdaki uyarıları yaparken önce toptancı bir ifade kullanır. Sonra istisnaları belirterek herkesin aynı kategoride olmadığının altını çizer. Çünkü toptancı ifadelerle yapılan bu uyarılarda İslam / Barış Cumhuriyetinin temiz, dürüst ve doğru vatandaşları kendilerini suçlu gibi hissedebilir. Onların korkmamaları, endişe etmemeleri ve rahat olmaları için istisna cümlesine ihtiyaç vardır. Cenab-ı Hak, Medine’deki her topluluğu sayar ve bu topluluklardan kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve ıslah edici güzel eylemlerde bulunursa yani iyi birer vatandaş olacak olurlarsa onlar için hiçbir korku olmadığı gibi Allah’tan bir mükafat olacağı müjdelenir.
62- Muhakkak ki müminlerden, Yahudilerden, Nasranilerden ve Sabiîlerden; her kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve ıslah edici güzel eylemlerde bulunursa, artık onların mükafatları Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. (Bakara Suresi 62)
4.11. İslam / Barış Cumhuriyetinin Misak ile Kurulduğunun Hatırlatılması
İslam / Barış Cumhuriyetinin herkesin Yemin etmesi / Ahitleşmesi / Misak ile kurulduğu ve hiç kimsenin zorlanmadığına atıf yapılarak bütün Medineliler verdikleri bu ahde bağlı kalmaya çağrılır. Medine’de yaşayan tüm kabilelerden müminler ve bu sisteme olur veren diğer kabile mensupları ile muhacirler Medine Sözleşmesi / Anayasa / Medine Vesikası ile meşhur bir Anayasa / Kitap çerçevesinde bu Cumhuriyetin temellerini atmışlardı. Fakat gelinen noktada Anayasal Sözleşmeye imza atmış özellikle Yahudilerden bazıları ve Arap kabilelerden bazı ileri gelenler bu sözlerinden / ahitlerinden dönme ve tevhidi parçalama girişimlerinde bulunacaklarının sinyallerini vermektedirler. Cenab-ı Hak, sözlerinden dönecek olurlarsa bundan kendilerinin zarar göreceği konusunda onları uyarır. Şayet ahitlerine sadık kalırlarsa o takdirde de kendisinin rahmeti ve koruması altında olduklarını bildirir.
Cenab-ı Hak Medinelilerin bu durumu için de İsrail oğullarının geçmişinden örnek verir. İsrail oğulları da geçmişlerinde Misak / Ahit ile Cumhuriyetlerini kurmuşlar ve bu ahitlerine Tur Dağını şahit tutmuşlardı. Bu ahitlerine sadık kaldıkları sürece Cenab-ı Hak onları yükseltmiş ve bölgenin en küçük devleti olmasına rağmen bölgenin en güçlü Cumhuriyeti yapmıştı. Bölgedeki zamanın iki süper gücü olan Mısır ve Mezopotamya’daki devletler onlara bir zarar veremedikleri gibi onlar gelip İsrail oğullarına hizmet etmişlerdi. Fakat ne zaman ki ahdi bozdular işte o zaman önce kendi içlerinde İsrail ve Yahuda Cumhuriyetleri olarak ikiye parçalanmış daha sonrada bölgedeki diğer devletler bunları yok etmişlerdi.
63-64- Hani bir zamanlar sizden “korunmanız için verdiğimiz şeye / Kitaba / Anayasaya sımsıkı sarılma ve hükümlerine bağlı kalma” hususunda sağlam bir söz / ahit / misakınızı almış ve bu misak ile Turu ([4]) şahit tutarak Cumhuriyeti üzerinize kurmuştuk. Fakat tarihi süreç içerisinde bu ahdinizden yine yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasaydı kesinlikle mahvolmuştunuz. (Bakara Suresi 63-64)
4.12. Yasaları İhlal Etmek İçin Yasaları Kullanmama Konusunda Uyarılar (Hile-i Şer’iyeyi Yasaklama)
Münafıklar ve Yahudi muhalifler doğrudan karşı çıkamadıkları yasaların arkasından dolanmayı ve böylece İslam Cumhuriyetini işlevsiz hale getirmeyi planlamaktaydılar. Onlar hem Anayasal hükümleri hem de şeri hükümleri / reform yasalarını yine yasal yollardan ihlal edip Hz.Muhammed’i@ başarısız kılmaya çalışacaklardı. Yapacakları ihlali yasal kılıfla yapacakları için kendileri suç işlememiş olacaklardı. Onlar hem yasalara bağlı kaldıklarını gösterecekler hem de yasalar amacına uygun şekilde uygulanamadığından İslam’ın öngördüğü sistem bir türlü oturmayacaktı. Cenab-ı Hak, İsrail oğullarının tarihinden bir kesiti ayrıntılara girmeden çok özet bir şekilde verdikten sonra detaylarını halkın bütün kesimlerini bildiği bu anekdotun hâlihazırdaki ve gelecekteki bütün toplumlara bir ibret olduğunu vurgulayarak uyarır;
65-66- İçinizden Cumartesi günü yasaklarını ihlal edenleri de elbette bilirsiniz. Bu ihlalleri nedeniyle onlara, "Aşağılık maymunlar olun!" demiştik. Bu akıbeti çağdaşlarına ve sonrakilere bir ibret ve koruyanlar / korunanlar için bir öğüt / ders kıldık. (Bakara Suresi 65-66)
Bu ayet ile hatırlatılan ve Medinelilerin ders aldığı tarihi olay aşağıda detaylarıyla onların zihninden bir filim şeridi gibi geçti ve Cenab-ı Hakk’ın uyarısını anladılar. Söz konusu tarihi geçmiş şöyleydi;
“Akabe körfezinde yaşayan İsrail oğulları haftanın bir gününün kendileri için tatil olmasını ve o günde ibadet dışında hiçbir çalışma etkinliğinde bulunulmamasını Cenab-ı Haktan talep ederler. Cenab-ı Hak onların bu talepleri için Cumartesi gününü belirler. Onlar geçimlerini balık avlayarak sağlamaktadırlar. Cumartesi günü tatil yapıldıktan sonra balıklar körfeze daha çok gelmekte ya da onların gözüne öyle görünmekte, diğer günler gelince, balıklar körfeze yanaşmamaktadır. İsrail oğullarının Cumartesi körfeze akın eden balıklarda gözü kalmakta, fakat yasayı da ihlal edememekteydiler. Bunun bir çaresini düşündüler ve hem balık avlamayacaklar hem de balıkları kaçırmayacakları bir çözüm üretmeye çalıştılar. Sonunda şöyle bir çözüm yolu buldular; Körfezin ilerisine kapaklı setler inşa ettiler. Cumartesi günü balıklar körfeze akın ettiklerinde inşa ettikleri setlerin kapaklarını kapattılar ve balıkları avlamak için Pazar gününü beklediler. Pazar günü de körfeze hapsolmuş balıkları avladılar. Bu suretle Cumartesi günleri balık tutmama / çalışmama yasağını hile-i şer’iye yaparak ihlal etmişlerdi. Onların bu hareketleri yasaların arkasından dolanarak ihlallerine meşruiyet kazandırmaktan başka bir şey değildi. Yasa onlara lafzen “balık tutmayı” yasaklamış ancak yasanın amacı onların talepleri gereği diğer dünyevi çalışmayı da yasaklamaktı. Ama onlar yasanın amacını sadece yasanın lafızlarına indirgemiş ve böylece yasanın ruhunu / amacını ihlal etmişlerdir. İsrail oğullarının yaptıkları bu ihlal ve yasanın arkasından dolanma bir başlangıçtı ve arkası hile-i şer’iye ile başka ihlalleri meşru hale getirmelerle devam etti. Bu hareketler onları maymuna çevirdi. Aşağılık bir hale geldiler. Değer yargıları kalmadı. Her değer yargısını kendi çıkarlarına uygun olarak yorumlayıp ahlaksızlıkları yasal hale getirdiler. Böylece toplumsal bir çöküntü yaşadılar. Onları düşmanları yenip diasporaya uğratmadan önce onlar kendi içlerinden çürümüşlerdi.”
4.13. Medinelilerin Yasa ve Emirleri Uygulamamak İçin Ayrıntılara Girmemeleri Konusunda Uyarılması
Medineli münafıklar ve Yahudi muhalifler eski şirk rejiminde sahip oldukları çıkarlarını korumak için Allah’tan gelecek emir ve yasaları uygulanamaz hale getirmeye çalışacaklardı. Bunun için de gelen emir ve yasaların detaylandırılmasını isteyecek ve böylece emir ve yasalar mevzuata boğularak yerine getirilemez hale gelecekti. Onlar usul ve şekillere öylesine öncelik vereceklerdi ki emir ve yasaların veriliş esasını engelleyeceklerdi. Bütün bunları yaparken de takvalı davranış görüntüsü vereceklerdi. Yani aslında kendilerinin emir ve yasaları uygulama konusunda çok hassas ve titiz olduklarını, hata yapmak istemediklerini, yasaların gereğini mükemmel bir şekilde yerine getirmek istedikleri izlenimi yaratacaklardı. Fakat aslında çok dindar ve takvalılık görüntüsü içerisinde Hz.Muhammed’in @ tesis ettiği tevhidi sistemin sağlıklı işleyişini engelleme amacındaydılar. İşte bu tehlikeyi bertaraf etmek için Cenab-ı Hak, Medinelileri İsrail oğullarının geçmişte yaptıkları hatalardan olan sığır kesme olayını anlatarak uyarıda bulunur;
“Söz konusu olayda İsrail oğullarına peygamberleri bir sığır kesmelerini emreder. Onlar Mısır’ın şirk sisteminin sembollerinden olan sığır / boğayı kesme emrini yerine getirmek istemezler. Zira onlar Firavunun şirk sisteminden bir hayli etkilenmişlerdi ve sığırın / boğanın şirk sembollerinden biri olması onların bu şirk sembolünü kesip atmaları emri kendilerine zor gelmişti. Onlar bu şirk sembolünü kesme emrini yapma konusundaki isteksizliklerini de “bizimle alay mı ediyorsun?” sorusu ile ortaya koyarlar. Peygamberleri onlara “asla alay etme gibi bir niyetinin olmadığını ve ne yaptığının bilincinde” olduğunu bildirir. Onlar emri yerine getirmekten başka çarelerinin olmadığını gördüklerinde bu sefer emri yerine getirmemek için işi teferruata / mevzuata boğma yoluna giderler. Sığırın şekli, cinsi ve özellikleri konusunda peygamberlerine sorular sorarlar. Onların her sorusuna karşılık kesilecek sığırın özellikleri anlatılır. Bu sorgulama öylesine uzar ki o özelliklerde piyasada neredeyse hiç sığır kalmayacak noktaya gelir. Sonunda emri yerine getirirler ancak mevzuatın ağırlığından neredeyse yapamayacak noktaya gelmişlerdir.”
67-71-Hani Musa kavmine, “Muhakkak ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, “Sen bizimle alay mı ediyorsun?” dediler. O (Musa), “Ben cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım” dedi. Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, onun (sığırın) özelliklerini bize açıkça ortaya koysun” dediler. O (Musa), “O (Rabbim) diyor ki: 'Şüphesiz o sığır ne yaşlı ne de körpedir, ikisi arası genç bir sığırdır.' Haydi, size emredileni yapın!” dedi. Onlar, “Bizim için Rabbine dua et, onun rengini bize bildirsin.” dediler. O (Musa), “O (Rabbim) diyor ki”: “Kuşkusuz o sığır, rengi bakanların gönüllerine sürur veren, sapsarı bir inektir” dedi. Onlar, “Bizim için Rabbine dua et de o sığırın niteliğini net bir şekilde bildirsin zira o sığır, bize müteşabih geldi / diğer sığırlara benzemektedir. Allah dilerse biz kesinlikle doğru yolu bulacağız” dediler. O (Musa), “O (Rabbim) diyor ki”: “O sığır, çifte koşulmamış, arazi sürmemiş, ekin sulamamış, salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar; “İşte tam şimdi gerçeği getirdin” dediler. Sonunda onu boğazladılar. Ama neredeyse yapmayacaklardı. (Bakara Suresi 67-71)
4.14. İslam / Barış Cumhuriyetini Yıpratmak İçin İftira Yoluna Gitmemeleri Konusun da Medinelilerin Uyarılmaları
Medineli münafıklardan ve Yahudi ileri gelenlerden gelebilecek en önemli tehditlerden birisi de kendi yaptıkları cinayetleri / suçları İslam / Barış Cumhuriyeti yöneticilerinin üzerine atmaları idi. Onlar böyle yaparak peygamberimiz ve arkadaşlarının itibarını zedelemek ve bu yolla sistemin işleyişine engel olabileceklerini planlıyorlardı.
Cenab-ı Hak onların cibilliyetlerini bildiğinden böyle şeylere tevessül edebileceklerini müteakip ayetlerle önceden ihbar etti. Bu ihbarla onlara böyle girişimlerinin asla başarıya ulaşmayacağı ve yaptıkları hilenin açığa çıkacağının uyarısını da yapmış oluyordu. İsrail oğulları geçmiş tarihlerinde işledikleri bir cinayeti başkasının üzerine atmışlardı. Fakat Cenab-ı Hak onu açığa çıkarmış ve iftira atanlar çok büyük bir mahcubiyet yaşamışlardı. Sonra Cenab-ı Hakk’ın yaptığı uyarılar ile onlar kendilerini düzeltme yolunu şeçmişlerdi. Böylece ölü olan İsrail oğulları ilahi öğreti sayesinde toplumsal bir dirilişi yaşamışlardı.
Geçmişte dirilen İsrail oğulları gibi Medine toplumu da ilahi öğreti sayesinde dirildi. Cenab-ı Hak, ilahi öğreti sayesinde uyanan, dirilen Medine toplumunda artık bu türden basit hilelerin saklı kalmayacağını ve mutlaka açığa çıkacağını bildirir. Böylece Medine münafıklarının ve Yahudi ileri gelenlerin şu hususu iyice kafalarına sokmaları bildirilir; “Nasıl ki ahirette insanlar dirildiğinde dünyada işledikleri her şey ortaya dökülecek ve hiçbir şey gizli kalmayacak ise bu dünyada da ilahi öğreti sayesinde şeffaf, adil, güven ve istikrarın sağlandığı bir toplumda suçluların foyaları mutlaka açığa çıkar, suçlular asla saklanamazlar.”
72-73- Hani siz bir adamı öldürmüştünüz de birbirinizle çekişip suçu üstünüzden atmıştınız. Halbuki Allah, sakladığınızı açığa çıkaracaktı. Yaşadığınız bu olayı şimdi benzer olaylarla kıyaslayın da kendinizi düzeltin demiştik. İşte böyle Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki aklınızı kullanasınız. (Bakara Suresi 72-73)
Müteakip ayetlerde ise geçmişte ilahi öğreti sayesinde kendilerini düzelten İsrail oğullarının zamanla tekrar bozulduklarını ve kalplerinin katılaştığına değinilir. Öylesine katılaşmıştır ki taş gibi olmuştur. Halbuki daha önce taş gibi kalbi olan bazı müşrikler ilahi öğreti ile iman etmiş kalbi yumuşamış, adeta taşların yarılıp ve içlerinden pınarlar fışkırması gibi onlar da coşmuş ve insanlara faydalı hale gelmişlerdir. Hz.Ömer gibi yüreği taşlaşmış kişiler ilahi öğreti ile karşılaştıkları zaman kayaların içlerinden suların akması gibi göz pınarlarından yaşlar boşalmış ve taş kalbi yumuşacık oluvermiştir. Bazı taş kalpliler ise tıpkı kayaların tepesinden kopup aşağıya yuvarlanarak toprağa yüzünü sürmesi gibi Rablerine duydukları saygı ve korkudan boyun eğdiler, makamlarından vaz geçip İslam / Barış Cumhuriyetine teslim oldular. Onlar gururu, kibri, böbürlenmeyi bırakıp alçak gönüllü oldular.
Cenab-ı Hak bu ayetlerle özellikle Yahudi ileri gelenlere şöyle seslenir; “Ey taş kalpli Yahudi İleri Gelenler! Siz niye böylesiniz? Siz niye onlar gibi olmuyorsunuz? Sizin kalpleriniz neden yumuşamıyor? Fakat kalbinizden ne geçiyorsa, neyi planlıyorsanız, neyi yaparsanız hepsi tarafımızca biliniyor ve sizler hakka karşı bir şey yapamazsınız.”
74- Zamanla kalpleriniz katılaştı; işte onlar, taş gibidir, hatta daha katıdır. Fakat şüphesiz taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri de vardır ki yarılır da ondan su çıkar, öyleleri de vardır ki Allah'ın haşyetinden düşerler. Allah yaptıklarınızdan habersiz (gafil) değildir. (Bakara Suresi 74)
Yukarıdaki uyarılar ayrı ayrı zamanlarda inzal olduğu gibi belki toptan inzal olmuş da olabilir. Ama bu uyarıların muhatabı İslam / Barış Cumhuriyeti kurulmasını müteakiben başlayan uygulama ve reformlardan rahatsız olan Medine’nin ileri gelenleri ile Medine Yahudilerinin ileri gelenlerini hedef almaktaydı.
[1] ) Yahudi kabilelerinden Kaynukaoğulları ile Nadîroğulları Hazrec kabilesinin, Kurayzaoğulları ise Evs kabilesinin müttefiki idiler.
[2] ) Not:Men ve Selva, Demir ve elbiseyi nazil etme / indirme demekle bunların Güç, kuvvet, koruma, hükmetme, besleyici olma, güç ve kuvvet verme vb karakterlerine vurgu yapılarak inzal edilen şeylerin bunların ilgili karakterlerini taşıyan İLAHİ ÖĞRETİ / VAHY olduğu vurgusudur. Yani VAHY güç verir, korur, besler,…
[3])Not: Tarih göstermiştir ki Cenab-ı Hakk’ın bu vaadi boş bir vaat değildir. Uyarılara kulak vermeyen Medine Yahudiler yurtlarından sürülme azabını tatmıştır.
[4] ) Hakkı Yılmazın Tebyinül Kur’an isimli eserinde- Bakara Suresi 63. Ayetin tefsiri Kısmında “Tur” başlıklı açıklama: “Et-tûr sözcüğünün aslı, "temel" demektir. Araplar evin temeline طور الدّار - tavaru'd-dar derler. Ancak bu sözcük, evin üzerine yapıldığı ilk temeli kapsadığı gibi, apartman katlarından her birinin başlangıcı anlamındaki ara temeli tavr de kapsar. Nitekim Türkçede "kademe, aşama" sözcükleriyle ifade edilen طور - tavr sözcüğü وقد خلقناكم اطوارا - ve qad haleqnâkum etvara = sizi aşama aşama yarattık Nûh Sûresinin 14. Âyetinde de bu anlamda kullanılmıştır. Temel anlamı ekseninde "kaya" ve "ağaç" için kullanılan tûr sözcüğü, daha sonra "dağ" anlamında kullanılmaya başlanmış ve bu anlamıyla daha meşhur olmuştur. Sözcüğün bu yöndeki gelişimine uygun olarak araştırmacıların bir kısmı tûr sözcüğünün genel anlamda "dağ" demek olduğunu söylemişler, bir kısmı ise Mûsâ Peygamberin vahiy aldığı özel dağın adı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Gerçekten de tûr sözcüğü, Kur'ân'da yer aldığı Âyetlerde Mûsâ Peygamberin vahiy aldığı özel dağın adı olarak kullanılmıştır.”