BÖLÜM 18
GEÇMİŞİ HATIRLATMA
İnsan topluluklarının göçü genel olarak yokluk, açlık, zorluk ve kıtlıktan bolluk, kolaylık ve bereketli olan yerlere doğrudur. Ancak çeşitli felaketlere uğramış ve bu felaketlerden kaçan topluluklar yaşam koşulları daha zor olsa da alıştıkları önceki yaşamı terk ederek zor yaşam koşullarına sahip ülkeleri yurt edinirler. Aynı şekilde içinde yaşadıkları ülkedeki iktidarla zıt düşüp zulme, baskı ve şiddete maruz kalan insanlar da inançları uğruna veya canlarını kurtarmak için daha zor koşullara haiz ülkelere hicret ederler. Yeter ki gittikleri ülkede hak, hukuk, güven ve huzur olsun.
Bu ve buna benzer nedenlerle Mısır, Anadolu, İran, Mezopotamya’daki insanlar Arabistan çöllerine gittiler; örneğin Hz. İbrahim karısı Hacer’i ve oğlu Hz. İsmail’i çöle göndermesi, muhtemelen Hz.Lut ve beraberinde olanlar Arap yarımadasına gelmeleri, Sebe’lilerden Arim sel felaketinden kurtulanların Medine taraflarına yerleşmesi vb.
Zalim devletlerin değer vermedikleri ve erişemedikleri Arabistan çölü, zulümden kaçan insan topluluklarına bir sığınak olmuş ve asırlarca bu topluluklar kendi inanç esaslarını özgürce yaşamış ve ilahi esaslardan doğan güzel hasletleri kazanmışlardır.
18.1. Arap Yarımadasına Sığınan İnsanların Bozulması
Arap yarımadasına sığınan bu insanlar uzun yıllar boyu kendini tanrı ilan eden veya tanrılar adına üretilmiş, hayal mahsülü sahte tanrılar adına hareket eden baskıcı, totaliter yöneticilerden uzak yaşamışlardır. Bu nedenle de hiçbir elçiye / uyarıcıya ihtiyaç hasıl olmamıştır. Fakat aradan geçen yıllar, asırlar ve değişen şartlar onları da bozmuş ve güzel hasletlerini yitirmişler, çöle geliş amaçlarını unutmuşlar ve uyguladıkları ilahi prensipleri bozmuşlardır. Dahası göçebe / bedevi Arap kabilelerinden etkilenmişler ve kabileciliği esas alan bir toplum yapısı oluşturarak kabileyi putlaştırmışlardır. Dolayısıyla o bozukluğun ana ideolojisini de şirk oluşturmuştur. Yani daha önceleri mücadele ettikleri ve o sebeple sürgün yedikleri ya da o şirk sebebiyle zulüm gördüklerini unutmuşlar ve bu kerre kendileri şirkin içerisine girmişlerdir. Böylece toplumun kendi içlerindeki ayrışma / bölünme / şirk / kast sistemi toplumlarını kendi içlerinde zayıflattığı gibi diğer kabilelerle yaptıkları savaşlarla da büyük zaaflara uğramışlardır.
Özellikle Mekke şehir hayatını kabileci bir anlayışla organize etmiş, kabilenin ileri gelenleri ticaretten zenginleşmiş ve ahlaki yapı bozulmuş böylece adalet ortadan kalkınca da tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Başta Mekke olmak üzere yarımadada bulunan şehirlerde nüfus artmasına rağmen şirke dayalı kabilecilik anlayışıyla yönetilen şehirler birliği ve bütünlüğü sağlayamamaktadır. Şehir yönetimi / policy / medine için yeni bir yönetim yapısına ve hukukuna ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı şirk sisteminin karşılaması imkansızdı. Şirkin kendisi bölünmeyi ve parçalanmayı öngörüyordu. Arap yarımadasına sığınan ve zamanla şehirler oluşturmaya başlayan bu insanlar içine düştükleri şirk sisteminden kurtulup birlikte yaşamın kültürünü, toplumsal yapısını ve hukukunu oluşturarak tevhit olamadıkları takdirde geri, ilkel ve yozlaşmaya mahkûm toplumlar olarak kalacaklardı.
18.2. Arap Yarımadasındaki Toplulukların içine düştükleri Vahim Durum
Fars körfezi ve Kızıl deniz ticaret yolları alternatiflerinin siyasi kriz dönemlerinde devre dışı kalmaları nedeniyle Arabistan ülkesi ticari bir yol alternatifi haline geldiği o dönemlerde büyük devletlerin iştahını kabartmıştır. Bu nedenlerle Arap yarımadasının güvenlik ülkesi ve sığınak olma özelliği giderek kaybolmaktadır. “Fil “vakası bu durumun en önemli göstergesidir. Fil vakası sonrasında Mekke müşrik elebaşıları durumun vahametini anlamış ve bu durumdan kurtulmanın çarelerini aramaya başlamışlardı. Zira bir taraftan dış tehditler diğer taraftan toplumsal yapıdaki bozulmadan kaynaklanan zayıflığın getirdiği tehdit Mekke için kıyamet demekti.
Mekke’nin içine düştüğü bu vahim durumu düzeltecek yeni bir ideolojiye ve bu ideolojiye göre toplumun ve idarenin yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardı. Müşrikler peygamberimizden önce de bu ihtiyacı duymuşlar ve yenilenme için çözüm yolu aramaktaydılar.
18.3. Cenab-ı Hakk’ın Merhamet Edip Elçi ve Kitap Göndermesi
Cenab-ı Hak bu insanlara acıdı ve sorunlarının çözüm reçetesini ve uygulayıcısını Mekke’ye gönderdi. Fakat Mekke müşrik ileri gelenleri bu kez de Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği çözüm reçetesini reddediyorlardı. Daha önceki bölümlerde geçtiği üzere kabul etmemek için bin bir çeşit gerekçe ileri sürüyorlardı. Onlar Arap yarımadasındaki ehli kitap olan Yahudilere verilen sistemin bir benzerinin (Hz.Musa’ya @ verilenin bir benzerinin kendilerine de verilmesini istemeleri) kendilerine de önerilmesi halinde kabul edeceklerini söylüyorlardı. Hz.Musa’ya @ verilen öğretinin temel prensipleri ile peygamberimize verilen öğretinin temel prensipleri birbirini destekleyen, birbirine paralel, birbirinin aynısı olan ilkeler olmakla beraber üzerinden asırlar geçen Yahudi şeriatı ve uygulama modeli orijinal halinden çok uzaklaşmıştı. Gelinen aşamada Yahudilerin ellerinde bulunan Kitap ilahi ilkeleri içermekle birlikte Yahudilerin bu ilkelere dayalı olarak ürettiklerini iddia ettikleri usul ve esaslar / bilgi ve dokümanlar yeni durum için çözüm üretmekten yoksundu. Hatta öyle ki, Arap yarımadasındaki Yahudilerin yaşadıkları hayatın yasaları Mekke müşriklerinin yaşadıkları şirk kültürü ve anlayışıyla neredeyse aynı olmuştu. Bu nedenle onların yaşamları Arap müşriklerinin bile kabul edeceği bir yaşam biçimine dönüşmüştü. Fakat peygamberimizin teklif ettiği barış / İslam / birlikte yaşam sistemine geçiş konusunda Mekke müşrik elitleri son derece muhalif davranıyorlardı. İhtiyaçları olsa da değişim konusunda tüm muhafazakâr / statükocu yöneticilerin gösterdiği korkak ve tereddütlü tavrı gösteriyorlardı. Bu nedenle Mekke müşrik elitlerinin eğer değişim, dönüşüm yapılacaksa hiç olmazsa Yahudilerin sistemine benzer bir sistemin benimsenmesi şeklindeki istekleri peygamberimiz tarafında çok diplomatik bir dille reddedilmişti. Onların bu isteklerinde samimi olmadıklarını daha önceki reddedişlerini gerekçe göstererek ortaya koydu.
Ayrıca halihazırdaki Yahudi kabileler peygamberimizin getirdiği çözüm önerisini makul, mantıklı, kapsamlı ve en uygun çözüm olarak görüyorlarken Mekke müşrik ileri gelenlerinin ayak direyerek hiçbir çözüm önerisine yanaşmamaları da samimiyetsizliklerinin önemli bir göstergesiydi. Halbuki Mekke müşrik elitleri sorunlarının çözümü hususunda peygamberimizden önce / fil vakasından sonra Cenab-ı Hakk’tan bir lider / yardımcı / yol gösterici göndermesini çok istemişlerdi. Hatta bu sorunlarının çözümü hususunda Yahudi kabilelerden yardım almak için başvurmuşlar, onların bu husustaki önerisi ise şirke dayalı siyasal sistemin terk edilerek tevhide dayalı bir sistemi kabul edebileceklerini vurgulamış olduklarını da aşağıdaki ayetlerden anlıyoruz. Yani Hz. Muhammed@ den önce Yahudi Kabileler bu sorunun çözümü olarak, barış / İslam / tevhit ideolojisi etrafında birleşmek olduğunu belirtmişlerdi. Şayet böyle bir beraberliğe / tevhide gidilecek olurlarsa buna kendilerinin katılacağını bildirmiş olmalarına rağmen müşrikler bu teklife yanaşmamışlar ve teklifi reddetmişlerdi. Çünkü onlar Yahudi ve Hristiyanları kendilerinden aşağı görüyorlar, halihazırdaki zulüm sistemi ile oluşturdukları haksız kazanç ve statükolarını terk etmek istemiyorlardı.
Ancak yine de Cenab-ı Hak onların dualarını kabul etmiş ve onları içerisine düştükleri vahim durumdan çıkaracak ve kurtuluş yollarını gösteren bir elçisini kendi içlerinden göndermişti. Artık müşriklerin başlarına gelen bu musibetten kurtulmak için çözüm üretecek bir yardımcı / elçi gönderilmediği gibi bir mazeretleri olamazdı. Cenab-ı Hak peygamberimizi elçi olarak göndermekle Mekke müşriklerine ileri sürebilecekleri hiçbir mazeret bırakmadı.
Diğer taraftan Cenab-ı Hak daha önce peygambere ihtiyaçları olmamış bu nedenle de uyarılmamış olan bu insanların atalarından ilahi öğretinin öngördüğü tevhit modelini duymamış olmaları da gayet normaldir.
43- 48- Ant olsun ki Biz, önceki nesilleri (hak etmeleri nedeniyle) helake sürükledikten / yok ettikten sonra insanların vicdanlarını aydınlatacak, basiretlerini açacak bir delil, bir hidâyet rehberi ve bir rahmet tezahürü olmak üzere Musa’ya Kitabı verdik ki düşünüp ibret alsınlar. Musa’ya o emri / şeriatı / yasayı bildirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin. Şahitlerden de değildin. Fakat biz, o zamandan, senin zamanına kadar nice nesiller var ettik de onların üzerinden uzun zamanlar geçti. (Her şey çöktü). Dahası Sen onlara ayetlerimizi okumak için Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin. Fakat (bütün elçileri) başından beri gönderen yine Biziz. Yine sen, Biz Musa’ya seslendiğimiz zaman, Tur’un (dağın) yanında da değildin. Fakat senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarasın diye Rabbinden bir rahmet elçisi olarak gönderildin ki böylece belki (geçmişte olup bitenleri) düşünür öğüt alırlar. Zira onlar kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet gelince “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de ayetlerine uysak ve müminlerden olsaydık” demişlerdi. Fakat şimdi onlara tarafımızdan o hakk gelince, “(Hiç olmazsa) Musa'ya verilen gibisi verilse ya!” Peki ama onlar daha önce Musa’ya verileni inkâr etmemişler miydi? (Şimdi) “Birbirine sırt veren (destekleyen) iki sihir” diyorlar ve ilave ediyorlar: “Zaten biz hepsini inkâr ediyoruz.” (Kasas Suresi 43-48)
18.4. İlahi Öğretiye Karşı Alternatif Öğreti Olur mu?
Mekke müşrik elitlerin sürekli reddedişleri / inkarları üzerine Peygamberimiz onlardan sorunun çözümüne ilişkin alternatif bir çözüm önerisi sunmalarını istedi. Onlara dedi ki “Madem getirilen ilahi öğretiye dayalı çözüm önerilerini reddediyorsunuz o halde bunlardan daha iyi bir çözüm önerisini siz getirin bakalım.” Tabii ki onların böyle bir çözüm önerileri yoktu. Şayet böyle bir sistem modelini içeren bir rehber kaynakları olsa peygamberimiz onlara tabi olacaktı. Ama nafile onların sunabilecekleri bir kaynakları mevcut değildi. O halde sunulan sistem modelini kabul etmeleri gerekiyordu. Şayet bütün bu delillere rağmen tevhit modelini kabul etmiyorlarsa o takdirde bunlar samimi değillerdi. Onlar kendi arzularının peşinde koşmakta ve onlar koltuklarını, konumlarını ve statülerini kaybetmekten korkuyorlardı.
49 -50- De ki: “Eğer doğrular iseniz, haydi Allah katından doğru yola bu ikisinden (bana ve Musa’ya inen kitaptan) daha iyiye yönelten bir kitap getirin de ben de ona uyayım!” Buna rağmen eğer senin bu çağrına cevap vermezlerse, iyi bil ki onlar, yalnızca arzularına uymaktadırlar. Allah’ın rehberliğine uymaksızın kendi keyfi ve bencil yargılarına / arzularına uyandan daha sapık kim vardır? Allah zalim kavme asla yol göstermez. (Kasas Suresi 49-50)
Arap yarımadasında bulunan Yahudi ve Hristiyanlar ile özellikle Hristiyan öğretiyi benimsemiş Mekkeli Araplar bu tevhit anlayışına / sistemine / modeline yani arabistan ölçeğinde tüm kabilelerin bir araya gelmeleri siyasal modeline katılıyorlardı. (Bu fikre teslim olmuşlardı) Önceden de bu fikri kabul ediyorlardı ama Mekkeli müşrikler buna yanaşmıyorlardı. Şimdi ise peygamberimiz Tevhit modelinin en gelişmişini getirmiş ve ehli kitab’dan bu modele aşina olanlar ve ona sıcak bakanlar bu modeli hemen benimsemişlerdi. ([1])
51-55- Ant olsun Biz, Söz’ü (vahyi, Kur’an’ı) öğüt alırlar diye arka arkaya gönderiyoruz. Kendilerine daha önce kitap verdiğimiz kimseler ona (Kur’an’a ve onun teklif ettiği modele / sisteme) da inanırlar. Onlara o (Kur’an ve onun teklif ettiği model / sistem) okunduğu / iletildiği zaman onlar; “Biz ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık (Müslümanlardık)” dediler. İşte her şeye (rağmen) hakta direnmelerine, kötülüğü iyilikle savmalarına ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak etmelerine karşılık, kendilerine iki kat ecir verilecek olan böyleleridir. İşte onlar, boş batıl bir söz (işe yaramaz çözüm önerileri, ideoloji ve sistemlere ait fikirler) işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işimiz bize, sizin işiniz de size aittir. Size selâm olsun! / yolunuz açık olsun! Biz cahil kendini bilmezlerle bir arada bulunmak istemiyoruz” derler. (Kasas Suresi 51-55)
Getirdiği mesajı ve önerdiği barış / İslam / birlikte yaşam / tevhit / kardeşlik sistemini tereddütsüz kabul eden ehli kitap mensuplarının aksine çok sevdiği yakın akrabalarının ve kendi kabilesi olan Kureyş’in bu teklif ve davete bir türlü icabet etmemesi peygamberimizi çok üzüyordu. Peygamberimizin teselli edilmeye ihtiyacı vardı. Bunun için Kureyş’in bu durumu hak ettiklerini söylemek belki onun gönlüne su serpecekti. Onlar azgınlıklarından dolayı inkâr ediyorlardı. Bilmedikleri, cahil oldukları için değil! Cenab-ı Hak da onların kalplerini, neyi isteyip neyi istemediklerini gayet iyi bildiğinden onlara hidayeti nasip etmiyordu.
56 –Sen sevdiğini (kimseyi / kimseleri) asla doğru yola iletemezsin. Ama Allah hidayeti dileyeni doğru yola yöneltir. Zira O kimin doğru yola girmek istediğini çok iyi bilir. (Kasas Suresi 56)
Peygamberimiz gelinen aşamada muhtemelen Mekke müşrik elitlerine şöyle çıkıştı; “Ben içinizden çıkmış, sizleri seven ve size yol gösteren bir rehber olduğum halde ve benim getirdiğim çözüm önerisine Ehli kitap olan kimseler de sıcak baktıkları halde benim akrabalarım, benim kabilem olan sizler neden benim getirdiğim çözüm önerisine karşı çıkıyorsunuz?”
Onlar ise bu çıkışmaya şöyle cevap verdiler; “Biz seninle beraber hidayete uyarsak, yurdumuzdan atılırız. Arap kabileler bizi bu şehirde yaşatmaz ve bizleri buradan sürer çıkarırlar.” ([2]) Halbuki Mekkelilerin bu gerekçelerinde samimiyet yoktu. Çünkü onları güvenli bölgeye olan Mekke’ye yerleştiren Cenab-ı Hak’tı. Yani onların Arap Yarımadasına / Çöle yerleşmelerinin esas nedeni zulümün, şirkin, haksızlığın ve hukuksuzluğun hüküm sürdüğü Mezopatamya, Mısır vb. ülkelerden kaçarak Allah’a yönelmeleri idi. Böylece onları Allah o güvenli bölgeye yerleştirmişti. Arap yarımadasındaki bedevi kabileler onları kabul etmişti. Şimdi içinde yaşadıkları şirk sisteminden tekrar Allah’a yönelirlerse neden onları yurtlarından atsınlar ki? Ama esas neden onların sahip oldukları nimetler nedeniyle şımarmaları, toplumsal yapıyı tahrip etmeleri ve şirki kendi çıkarları / statükoları ve zulümlerini devam ettirmek istemeleriydi. Bu nedenle birlik ve beraberliğe / tevhide / adalete / hak ve hukuk toplumuna karşı çıkmaktaydılar.
Onlar kısa vadeli, günübirlik, düşünüyorlar, günü kurtarmaya yönelik plan yapıyorlardı. Cenab-ı Hak onlara şu uyarılarda bulundu; “Hoşunuza giden, size haz veren bu dünya hayatına yönelik değil geleceğe yönelik, daha kalıcı, hayırlı, sonu iyi ve doğru olan şeyler üzerine çaba sarf edin. Uzun vadeli plan yapın, ahireti / geleceği düşünün. Uzun vadeli düşünürseniz ve benim gönderdiğim barış / İslam / adalet / tevhit / merhamet sistemini benimserseniz daha sağlam, kalıcı, hayırlı bir ömrü bu topraklarda yaşarsınız sizden sonraki nesillerinizde yaşarlar.”
57-61- Onlar; “Biz seninle beraber hidayete tabi olursak, yurdumuzdan kovuluruz” dediler. Fakat onları, kendi katımızdan rızık olarak verdiğimiz her çeşit üründen toplanıp onlara getirildiği, güvenli, haram (dokunulmaz) bir yere (Mekke’ye) yerleştirmedik mi? Ne var ki onların çoğu bunun farkında bile değil. Ama Biz, verdiğimiz nimetlerle şımarıp azgınlaşan nice ülkeyi yok etmişizdir. İşte onların yaşadıkları yerler! Pek azı dışında onlardan sonra oralarda bir daha iskân eden olmadı. O yurtlara biz varis olduk Biz. Mamafih senin Rabbin ülkelere, onların başkentlerine kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe asla helâk etmemiştir. Zaten Biz, halkı zalim olmadıkça ülkeleri asla helâk etmeyiz. Size verilen her şey dünya hayatının kısa vadeli hazları ve süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akletmeyecek misiniz? O halde, Bizim kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz ve sonunda ona kavuşan kimsenin durumu, kendisine dünya hayatının nimetleri ile nimetlendirdiğimiz fakat sonra da kıyamet günü huzurumuzda yargılanacak olan kimsenin durumuyla aynı olur mu? (Kasas Suresi 57-61)
Cenab-ı Hak uyarılarına şöyle devam eder;
“Safınızı seçmeyi kıyametten ([3]) sonraya bırakmayın! Tercihinizi şımarık, zalim ve azgın Mekke müşrik elitlerinden yana değil, doğrudan, haktan yana ve şimdi yapın! Ertelemeyin! Zira kıyamet koptuktan sonra iş işten geçmiş olacak ve o zaman güvendiğiniz dağlara kar yağmış olacak! Sığındığınız güç ve otoriteler sizleri terk edecektir. Hatta o hengamede ileri gelen bu azgınlar sizleri hemen satacaklardır. Kimseden bir destek, bir yardım gelmeyecektir. Peygamberlerin çağrılarına ne cevap verdikleri sorulacak ve fakat ileri sürdükleri hiçbir mazeret geçerli kabul edilmeyecektir.”
Böyle rezil / feci duruma düşmemek için ivedilikle Hz.Muhammed’in@ saflarında yer alınması gerektiği hatırlatılır ve bunun tek kurtuluş yolu olduğu bildirilir.
62 –67- İşte o gün O (Allah) onlara seslenecek ve “Bana ortak olduğunu sandıklarınız hani neredeler?” diye soracak. Aleyhlerindeki söz gerçekleştiğini gören kimseler; “Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz nasıl azmışsak, onları da öyle azdırdık. Fakat şimdi (onlarla) ilişiğimizi kestiğimizi sana arz ediyoruz. Zaten onlar aslında bizlere tapmıyorlardı." Bunun üzerine onlara (halka) “Ortaklarınızı çağırın!” denilecek ve onlar da ortaklarını yardıma çağıracaklar. Fakat onların bu çağrılarına asla cevap verilmeyecek ve azabla karşılaşacaklar. Ne olurdu sanki onlar daha önceden doğru yola girmiş olsalardı! İşte o gün O (Allah), onlara seslenecek ve “Gönderilenlere (elçilere) ne cevap verdiniz?” diye soracak. Fakat artık o gün onlara bütün bahaneleri / mazeretleri geçersiz olacak, dahası onlar birbirlerine de soramayacaklar. Ancak tövbe eden, iman eden ve ıslah edici eylemlerde bulunanların kurtuluşa erenlerden olması umulur. (Kasas Suresi 62-67)
Cenab-ı Hak Mekkelilerin peygamberimiz hakkında içlerinde besledikleri düşünceleri açık ederek uyarılarına şöyle devam eder;
“Sizler elçimizin niçin malca en zenginlerin arasından değil de vasat bir mal varlığına sahip birisinin seçilmesini garipsiyorsunuz. Biz kimi elçi seçeceğimizi daha iyi biliriz. Muhammed’i seçtiysek bu sizin için en hayırlı olan seçimdir. Ayrıca Biz elçi olarak kimi seçip göndereceğimizi size mi danışacaktık? Benim tercihlerimde ve hükmümde bana ortak kimse yoktur ve benim hükmüm yürüyecektir. Eninde sonunda peygamberim size galip gelecektir. Şimdi ve sonrasında hamd / övgü/ yücelik / üstünlük bana aittir. Eninde sonunda bana döneceksiniz, dediğime geleceksiniz, hakkın ne olduğunu göreceksiniz ve hakka döneceksiniz.”
68-70- Senin Rabbin, dilediği şeyi yaratır ve dilediğini seçer. Zaten onlar için seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve yüceler yücesidir. Senin Rabbin, onların, sinelerinde gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. İşte O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. Evvelinde / bu dünya hayatında ve ahirinde / ahirette hamd (yönelme) O’na aittir, Nihai yargı yalnızca O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi 68-70)
Cenab-ı Hak Mekkelilere uyarılarına şöylece devam eder;
“Her sabahın bir gecesi ve her gecenin bir sabahı olur. Gece hiçbir zaman ilelebet devam etmez. Gündüz de ebedi değildir. Zulüm de ebedi değildir. Şayet ebedi kılsaydı adaleti, huzuru, barışı Allah’tan başka kim getirebilirdi? Hatta adalet, huzur, barış da ebedi değildir. Şayet ebedi kılsaydı bu nimetlerin değerini gösterecek karanlıkları kim getirebilirdi? Yarattığımız herşeyi zıddı ile kaim kıldık. Yegâne olan, zıddı ve / veya benzeri olmayan sadece Benim. Alemdeki herşey bir varoluş ve yokoluş içerisindedir ve bütün bu cereyanlar bir hikmet, lütuf ve kereme binaendir. Öyleyse gelin, vakit geç olmadan kaçınılmaz olarak gerçekleşecek olanın vukuundan önce iman edenlerin safında yer alın. Aksi takdirde sığındığınız otoriteler, güçler vakit gelince / İnkılap sırasında sizi yalnız bırakacaklar. Zor günde sizi satacaklar ve kendilerini kurtarmaya çalışacaklar.”
71 -75- De ki: “Hiç düşündünüz mü? Eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar devamlı kılsa, Allah’tan başka size aydınlığı getirecek ilah kimdir? Hâlâ dinlemeyecek misiniz?” De ki: “Hiç düşündünüz mü? Eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar devamlı kılsa, Allah’tan başka, içinde dinleneceğiniz geceyi size getirecek ilah kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?” Evet, O size rahmetinin bir ifadesi olarak geceyi ve gündüzü var etti ki; ilkinde (gecede) dinlenesiniz ve diğerinde (gündüzün) O’nun lütuf ve kereminden arayasınız diye; belki böylece şükredersiniz. O gün Allah, onlara seslenecek ve “Öteden beri Bana ortak olduğunu sandıklarınız hani, neredeler?” diye soracak. Zaten Biz her ümmetten bir şahit çekip çıkaracağız ve “Haydi, delilinizi getirin!” diyeceğiz. Sonuçta onlar anlayacaklar ki, hakikat bütünüyle Allah’tan yana ve uydurageldikleri şeyler kendilerini yalnız bırakmış. (Kasas Suresi 71-75)
“Örnek mi istiyorsunuz işte size örnek! Karun! Dünya da çok büyük zenginlik verdiğimiz kişilerden birisiydi Karun! Öyle ki onun zenginliği bir darbı mesel olmuştu! Zenginliğinin ölçütü olan hazinelerinin anahtarlarını taşıyacak olanların çok güçlü kişiler olması gerekiyordu. Sizin zenginlerinizden olan Velid b. Mugire’nin serveti onun hazineleri karşısında hiç kalır / hesaba gelmez. Ama o Karun sahip olduğu nimetler ile şımarmış, azgınlaşmıştı ve haddi aşanlardan olmuştu. Kavminden kendisini uyaranlar olmuştu, tıpkı elçimiz Muhammed’in şimdi sizin zenginlerinizi uyardığı gibi. Ve demişlerdi ki; ‘Edindiğin serveti insanlarla paylaş. Nasıl Allah sana ihsan ettiyse sen de servetinden onlara ihsanda bulun. Zenginliğini tabanla paylaşman senin geleceğini / ahiretini garanti altına alır. Bu hazineden sen de faydalan, paylaşırken tamamen elinden çıkarma kendine yedek akçe bırak. Böyle davranmaz isen bozgunculardan olursun.’ Ama Velid b. Muğire ve benzeri Mekke’nin ileri gelenleri aynı Karun gibi cevap verdiler; ‘Bizim servetimizde bu yoksulların ne hakkı olabilir? Allah bana bu serveti sahip olduğum bilgi, beceri nedeniyle verdi. Bu serveti ben kendi bilgi ve becerim sayesinde elde ettim niye başkalarına veriyim? Onlarda çalışsın çabalasınlar onlarda servet yapsınlar.’ Onların bu cevapları şımarıklıklarının göstergesidir. Halbuki nasıl Karunlar bu servetlerini koruyamadılar ve hepsi ellerinden çıktıysa gün gelecek bu hazineler onlarında ellerinden çıkacak. Geçmişte kendilerinden daha güçlü olanlara uygulanan yasa bunlara da uygulanacak.”
76-78-Unutmayın ki, Karun da Musa’nın kavminden biriydi. Fakat onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, gerçekten onun anahtarlarını taşımak bile güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir gün kavmi ona demişti ki: “Gururlanma! / büyüklenme! Çünkü Allah böbürlenip şımaranları asla sevmez. Gel sen Allah’ın sana verdiklerini doğru yolda harcayarak ahiret yurdunu ara, üstelik dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Sakın ola yeryüzünde haddi aşarak bozgunculuk edeyim deme. Çünkü Allah, bozguncuları asla sevmez!” O (Karun); “Bu (servet), bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi. / Bu serveti ben kendi bilgim ve becerim sayesinde elde ettim” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok topluluğu (taraftarı, birikimi, zenginliği) olan nice kimseleri helak etmiştir. Artık günahkârlara günahlarından sorulmaz (Allah onların hepsini bilir). (Kasas Suresi 76-78)
Cenab-ı Hak sadece Mekke’nin ileri gelenlerini uyarmadı. Diğer taraftan onları takip ederek Karun gibi olmak isteyenleri de uyardı. Mekke halkından iman etmeyen ve Velid b. Muğire gibi servete sahip olma arzusunda olanların ruh hallerini tasvir ederek onlar da “keşke bizde böyle zengin olsak” diyorlardı. Müminler ise onları kınamaktaydılar. Onlara tüm toplum için kalıcı ve daha hayırlı olanın Allah’ın mükafatı olduğu şeklinde uyarıda bulunuyorlardı;
“Yarın toplumsal kıyametin koptuğu veya herhangi bir şekilde onların servetlerinin yok olduğu bir vasatta onları Allah’tan başka kimse kurtaramayacak, herkes onları yalnız bırakacak, hiç kimse onların yanında / yakınında bulunmayacaktır. Onların düştükleri perişan ve acınası hallerini gördüğünüz zaman ise hiçbiriniz onların yerinde olmak istemeyeceksiniz ve şimdiki halinize şükredeceksiniz. Her inişin mutlaka bir çıkışı vardır ve bu iniş / çıkışları da Cenab-ı Hak takdir etmektedir. Dolayısıyla hangi konumda olursanız olun Rabbinizin sizden istediği şeyi yapın. Aksi takdirde işin sonu çok feci olur.”
79- 82- Derken o (Karun), kavminin karşısına tüm görkem ve gösterişi / ihtişamı içinde çıkmıştı. Yalnızca dünya hayatını isteyen kimseler; “Ah Keşke Karun’a verilen gibi bizim de olsaydı! O (Karun), gerçekten de çok şanslı biriymiş” dediler. Fakat kendilerine ilim verilmiş olan kimseler ise; “Yazıklar olsun size! İman eden ve ıslah edici eylemlerde bulunan kimseler için Allah’ın mükâfatı daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” dediler. Sonunda Biz onu ve evini barkını yerin dibine geçirdik. Onun Allah’tan başka yardımına gelecek taraftarları yoktu. O kendisini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmaya can atanlar, “Vay Canına! Demek ki Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor ve dilediğinin de daraltıyor. Şayet Allah bize lütufta bulunmamış olsaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay be! Görülen o ki, meğer nankörler felâh bulmuyorlar” diyerek sabahladılar. (Kasas Suresi 79-82)
18.5. Ahiret Yurdunun Varislerinin Kimler Olacağı
Surenin başında kıssa anlatılırken peygamberimizin başka bir ülkeye hicret edeceği bildirilmişti. Ancak, bu mücadelenin sonunda yurt / iktidar gururlu, kibirli, bozguncu olanların değil toprak gönüllü, mütevazı, paylaşmacı, merhametli olanların olacaktır. Ve “Dönülecek yere döndürecektir” ifadesi ile peygamberimize hicretten sonra tekrar Mekke’ye döndüreceğinin ve iktidarın müminlerin olacağının müjdesi verilir.
Cenab-ı Hak, elçisine ve müminlere şu tavsiyelerde bulunur:
“Geçmişe ve geleceğe ait bu müjdeli haberlerden sonra sakın o kâfirler seni / sizi Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Onlar sana / size indirildikten sonra, tebliğinden, tatbikinden vazgeçirtmesinler. Rabbine davet et / edin, herkesi O'na ibadet ve tevhide çağır(ın) ve sakın yaşadığın(ız) zorluklar nedeniyle ümitsizliğe kapılıp müşrikliğe geri dönmeyi, mücadeleyi bırakmayı aklınızın ucundan bile geçirmeyin! Zira Ey peygamber! Ey müminler! Allah’tan yana olanlar kazanacak, diğerleri kaybedecek ve yok olacaklardır. Allah’ın ilahi hükmü budur. Sonunda O’na döndürülecek herşey. Sonunda her şey O’nun hükmüne boyun eğecek. Sonunda herkes O’nun ilkelerine gelmek zorunda kalacak. Öbürlerinin yalan uydurma, gerçek dışı ideolojileri yok olup gidecek”. ([4])
83 -88- İşte orada (bir de) ahiret yurdu var! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere tahsis ederiz. Zira mutlu son, takva sahiplerinin olacaktır. Kim bir iyilik ile gelirse ona ondan daha hayırlı bir karşılık vardır. Kim de bir kötülük ile gelirse işte o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. (Ey bu vahyin muhatabı!) Senin hayatına Kur’an’ın kuşatıcı mesajıyla (istikamet) tayin eden (Allah), elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.” Sen Kitap’ın sana indirileceğini ummuyordun. Ancak o Rabbinden bir rahmet olarak sana verildi. Öyleyse sakın kâfirlere arka çıkma (yardımcı olma). Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah’ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Aksine Rabbine davet et. Sakın ha asla müşriklerden olma! Asla Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun yüzünden başka her şey yok olacaktır. Hüküm / yargı (yasa-ilke) yalnızca O’nundur. Sonunda elbet O’na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi 83-88)
[1] ) NOT: Rivayetlerde Boykot dönemi sonlarına doğru bazı ehli kitap temsilcilerinin Mekke’ye gelerek peygamberimizle yaptıkları görüşmelerden sonra peygamberimize iman ettikleri yer almaktadır. Ayrıca Varaka bin Nevfel gibi ehli kitab olan kimseler Resulullah’a iman etmekteydiler. (A.A)
[2] ) “Senin dediklerinin hak olduğunu biz çok iyi biliyoruz. Bizim seninle birlikte hidayete uymamızı engelleyen şey, Arapların bizi yurdumuzdan, yani Mekke’den çıkartmalarından korkmamızdır. Çünkü biz, Araplara göre bir baş yiyip doyacak kadar azınlığız ve bizim onlara karşı koyacak gücümüz yoktur.” (Mukatil)
[3] ) NOT: Buradaki Kıyametin hem toplumsal anlamı hem de kozmik değişim anlamı değerlendirilmelidir. (A.A)
[4] )Hak Dini Kur’an Dili - Elmalılı Hamdi Yazır – Kasas Suresi Tefsirinden: “Allah'ın yanında diğer bir ilâha çağırma O'ndan başka ilâh yok, O'nun yüzünden başka her şey helak olacaktır. Yani O'nun zatından başka herşey, her mevcud aslında, yokluk demektir. Çünkü O'ndan başka her şeyin varlığı kendinden değil, Allah Teâlâ'ya dayandığından her an yok olmayı kabul edici ve yok olmaya hazır olmakla aslında yok demektir veya yok olacaktır. Ancak O zatında diri, ezelî ve ebedî, varlığı kendisiyle var olandır. Çoğunun tercih ettiği mânâ budur. Diğer bir mânâya göre, "vech", kastedilen ve yönelinen yön mânâsına olarak O'nun yüzünden, yani O'nun rıza ve hoşnutluğu kastedilen yönden başka, her şey helaktedir demek olur ki, ahiret nimetlerinin fani, geçici olmadığını anlatır. Bir de her şeyin Allah Teâlâ'ya yönelik yüzü, Allah'ın ilmindeki gerçek şekli demek olur ki, her şeyin Allah'a dönüşü bununladır. Hüküm O 'nun, başkasının değil. O'ndan başka hüküm ve hükümet, kanun çıkarmaya ve kanun yapmaya kalkışanların hepsinin hükmü bozulur, ancak O'nunki bozulmaz ve hep O'na döndürüleceksiniz, hepiniz ölümünüzden sonra O'nun huzuruna götürülecek, mahkeme olunacak, ona göre cezanız, mükafatınız ne ise alacaksınız. İşte bütün kıssaların sonu işte bu "Ve hep O'na döndürüleceksiniz." hükmüdür. Kimin haddinedir ki bu hükme boyun eğmesin!”