top of page

BÖLÜM 15

SABIRLARIN TÜKENMESİ

 

15.1-Allah Hakkındaki Vesveseler

Bir taraftan uzayıp giden bir boykot, diğer tarafta Mekkeli müşriklerin müminlere ve arafta olan Mekkelilere peygamberimizin vaadi aleyhine yaptıkları tezvirat ([1]) müminlerin sabırlarını tükenme noktasına getrmişti. Dayanılmaz hale gelen bu karanlık havaya müminlerin bir süre daha tahammül etmeleri için morale ihtiyaçları vardı.

Peygamberimiz müminlere ders veriyor, onları yetiştiriyor ama şeytani vesveseler ve tezviratların oluşturduğu umutsuzluk da müminler ve araftakiler üzerinde kendini hissettiriyordu. Onlar bir mucize bekliyorlardı. Peygamberimiz Rabbi’nden istese, O’na yalvarıp yakarsa, niyaz ve dua da bulunsa bir mucize meydana gelip de müminlerin içinde yaşadıkları bu olumsuz hava olumluya dönemez miydi? Bazı müminler “Mademki O Allah elçisi, o halde biraz gayret etse Rabbi onun hatırını kırmaz, bir mucize gönderebilir ve kötü gidişatımız düzelebilir” diyorlardı. Hem Cenab-ı Hak; “bir gün mutlaka bu şirk sisteminin yok olacağını, müşriklerin büyük bir azapla karşı karşıya kalacaklarını ve o gün müminlerin zaferle sevineceklerini” vaadetmemiş miydi? Elbette vaadetmişti ama bu ne zaman vuku bulacaktı?  O saat ne zaman gelecekti? Durum gittikçe kötüye gidiyor, hiçbir umut ışığı da görünmüyordu. Fakat Cenab-ı Hak, onlara seslenerek bu tür düşünceler şeytanın aldatmaları olup bu düşünceleri terk etmelerini ve bu düşüncede ısrar edenleri yani Allah’ı yanlış telakki edenleri de terk etmelerini, hak ve adaleti ayakta tutmak isteyenlerin yanında yer almalarını istedi. Şirk sisteminin derece derece / yavaş yavaş sonunun geleceğini bildirdi. Cenab-ı Hak onların entrikalarını / tuzaklarını boşa çıkaracağını müjdeledi. Böylece Cenab-ı Hakka yanlış telakkilerle yaklaşılamayacağı belirtilerek O’na en güzel isimlerle ve en güzel düşüncelerle yaklaşılması gerektiği bildirilmiş olur.

 

180-183- En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında yanlışa saptıranlardan uzak durun. Onlar yaptıklarının cezasını yakında görecekler. Yarattıklarımızdan hakka rehberlik eden ve onunla adaletle hükmedenler de vardır. Ayetlerimizi yalanlayanları ise farkına varamayacakları bir şekilde yavaş yavaş helâke götüreceğiz. Ben onlara mühlet veririm. Fakat tuzağım / planım / düzenim çok sağlamdır. (Araf Suresi 180-183)

 

15.2-Peygamberimiz Hakkındaki Vesveseler

Şirk sisteminin sonunun geleceğinin delili olarak Peygamberimizin ne dediğini bilen gayet aklı başında bir kimse oluşuna ek olarak, Cenab-ı Hakk’ın kozmik sistemdeki hükümranlığı verilir. Nasıl gökler ve yer birbiriyle uyumlu, tek merkezden ve birlik içerisinde Cenab- Hak tarafından idare ediliyorsa, aynı şekilde Arap coğrafyasındaki kabileler de atomize kabile yapısını terk ederek tevhidi dünya görüşü çerçevesinde birlik ve beraberliğe giderlerse / tevhid olurlarsa çok güçlü bir devlet vücuda getireceklerdir. Aksi takdirde ise şirk sisteminin yarattığı bozukluk ve kötü gidişat nedeniyle İran ya da Bizans imparatorluklarının karşısında yenilmeye mahkûm olacakları gerçeği üzerinde düşünülmesi gerektiği bildirilir. Bu nedenle ivedilikle şirk sisteminin terk edilmesi ve kabileler arasında barışın sağlanarak birlik / tevhit sistemine geçilmesi zaruret arz etmektedir. Kaçınılmaz çöküş yaşanmadan derhal tedbir alınıp sistem değişikliğine gidilmelidir.

 

184-186- Arkadaşlarında (Muhammed’de) hiç cinnet hali bulunmadığını düşünmezler mi? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır. Hem göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah’ın yaratmış olduğu her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine de bakmazlar mı? Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar? Allah kimi dalalette bırakırsa, artık ona doğru yolu kimse gösteremez. Azgınlıkları nedeniyle Allah onları şaşkın bir halde bırakacaktır. (Araf Suresi 184-186)

 

15.3- Kurtuluş ve Zafer Vaadinin Zamanı Konusundaki Vesveseler

İçinde yaşadıkları zorluklar nedeniyle bazı müminler toplumsal kıyamet / inkılap saatinin ne zaman geleceğini sorma ihtiyacı duyuyorlardı. Zira sıkıntılar artık çekilmez, tahammül sınırlarını zorlayan hale gelmekteydi. Artık bir an önce Cenab-ı Mevla’nın vaadinin tecelli etmesini veya en azından daha ne kadar tahammül etmeleri gerektiğini bilmek istiyorlardı. Dahası arafta olanlar da aynı soruları sormaktaydılar. Eziyetleri çekmeyi göze alamayan ama gönülleri Hz.Muhammed’den@ yana olan kişiler de bir an önce şirk sisteminin yıkılmasını istemekteydiler. Ama iş uzadıkça onlarında umutları tükenmekteydi.

Cenab-ı Hak, onların serzenişlerine karşılık bu konudaki bütün bilgilerin kendi katında olduğunu ve bunu kendisinden başka kimsenin açıklayamayacağını bildirir. Fakat onların dayanma gücünü artırmak için bu vaktin artık iyice yaklaşmış olduğunu belirtir. Bunu “göklerde ve yerde ağır bastığı” şeklindeki betimleme ile göklerin (yöneticilerin) ve yerin (halkın) tahammül sınırlarını aşan bir noktaya geldiğine değinerek ifade eder. Böylece inkılap vaktinin yakın olduğuna değinir. Artık dayanılamayacak bir ağırlığa ulaşan bu zulmün yıkılmasının kaçınılmazlığı vurgulandıktan sonra bunun ansızın geleceğini söyler. Daha sonra elçisinin toplumsal kıyamet / inkılap vakti konusunda bir iradesinin olmadığı gibi hiçbir bilgisinin de olmadığına ve onun sadece bir uyarıcıdan ibaret olduğuna işaret eder. Peygamberler dahil kimsenin geleceği / gaybı bilemeyeceğini kesin bir dille ifade eder. O elçisine hem kozmik kıyametin hem de toplumsal kıyametin mutlaka gerçekleşeceğini bildirmiş fakat zamanı konusunda bilgi vermemiştir. Cenab-ı Hak, bu bilgiye ek olarak peygamberimize “Gelecek konusunda her şeyi bilmiş olsaydı kendisine hiçbir zarar verilemeyeceği ve her türlü iyilik / fayda / hayrı kendisine yönlendireceğini” bildirmesini söyledi. Böylece doğası gereği bu mücadelenin inanan insanların kendi iradeleri ve gayretleri ile yapılacağı ve olayların Cenab-ı Hakk’ın sosyal kanunları çerçevesinde seyredeceği vurgulanarak kimsenin bir ayrıcalık beklemeksizin kendi üzerine düşeni yapması gerektiği belirtilmiş olur. Cenab-ı Hak elçisine bile gelecek konusunda temel bilgiler dışında ayrıntıları bildirmediğine göre insanlar her şeyi kendi çaba, gayret ve tedbirleri ile yapacaklardır. 

 

187-188- Sana soruyorlar: “Saat ne zaman gelip çatacak?” De ki: “Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun vaktini Ondan başkası açıklayamaz. Göklerde ve yerde ağır basmıştır. O size ansızın gelecektir.” Sanki sen onu biliyormuşsun da gizliyorsun gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” De ki: “Ben kendim için Allah’ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye ne de bir zararı önlemeye mâlik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim, elbette ben hayırdan daha çok pay almak isterdim. Bana hiçbir kötülük de dokunmazdı. Ben sadece bir uyarıcı ve iman edecek olan bir kavme müjdeleyenim.” (Araf Suresi 187-188)

 

15.4- Tevhid Sisteminin Kurulmasından Önce İlahi Öğretinin Tedris Edilmesinin Gerekliliği

Boykotun verdiği çile ve yokluklar nedeniyle serzenişte bulunan bazı müminlere ve araftaki Mekkelilere bu işin yolunun böyle olması gerektiğine Cenab-ı Hak bir başka açıdan daha örnek verir;

“İnsanın tek nefisten / kişilikten yaratılmıştır. Yani bütün insanların genel karakterleri / kişilikleri aynıdır. Sükûn bulması / huzurlu bir yuva kurması için yaratılan eşi de aynı nefistendir. / kişiliktendir. Farklı cinsten olmasına rağmen aynı nefisten / kişilikten yaratılmıştır.  Her iki cinsin genel karakterleri / kişilikleri aynıdır. Onların bir araya gelmesi sonunda eşi gebe kalmış, onlar evlatlarının salih / sağlam evlat olması için Allah’a yalvarmışlar. Zira doğacak çocuklarının kusursuz olması ve salih bir evlat olması hususunda ellerinden bir şey gelmediğini onlar gayet iyi bilmektedirler. Bu noktada şirk otoritelerinden bir talepte bulunmazlar. Ama Allah onların dualarına icabet edip salih / sağlam bir evlat verdikten sonra onlar yine şirk otoritelerine yönelirler, şirk sisteminin hükümlerine tabi olurlar. Allah’ın hükümlerini bir kenara bırakırlar. Sanki aynı özden / kişilikten yaratılmamış gibi evlatlarına din, dil, renk, ırk, cinsiyet, kabile ve ulus ayrımcılığını öğretirler. İnsanların birliğini değil farklılığını ve birbirlerine düşmanlığını öğretirler. Cenab-ı Hak bu örneği aslında İslam topluluğu / İslam Cumhuriyeti oluşması için ihtiyaç duyulan hususu anlatmak için verir. Şöyle ki; Kabileler birleşir ve tevhit oluştururlarsa huzur ve sükûn bulurlar. Birbirlerinden farklı cinstenmiş / kültürdenmiş gibi görünen bu kabileler insan olmaları nedeniyle aslında aynı özdendirler. Biraraya gelerek tevhit olup iskân ederlerse / şehirler kurarlarsa kavgalar, çekişmeler ve düşmanlıklar sona erer. Fakat bu oluşum aynı zamanda yeni bir hayata da gebedir. (Hafif bir yük yüklenme metaforu) Onlar bir süre bu şekilde tevhit olma ve yükün hafifliği ile yaşamlarına devam ederler. (Gebe olanın bir süre böyle yürümesi metaforu) Ancak tevhit olmuş toplumun yönetimi zordur. Zira yeni doğacak yaşamın bu zorluklarını aşmak / ağırlıklarını taşımak için kabileleri ıslah edecek hükümlere ihtiyaç vardır. (Gebenin yükü iyice ağırlaşınca benzetmesi) Onlar yeni yaşamı düzenleyecek ve toplumu ıslah edici / salih / sağlam hükümleri Allah’tan isterler. (Eşlerin Allah’tan salih / sağlam evlat istemeleri metaforu) Cenab-ı Hak onların bu dualarına icabet edip elçileri vasıtasıyla yeni hayat için ıslah edici salih / sağlam hükümler gönderir. Fakat onlar süreç içerisinde Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği bu ıslah edici salih / sağlam hükümlere şirk hükümlerini karıştırırlar. (Karı kocanın salih evlata kavuştuktan sonra tekrar şirke dönmeleri metaforu) İşte bu temsilde anlatıldığı gibi sizlerin kabileleri de hemen birleşip tevhit olacak olursa ve yeni yaşamınız için ıslah edici salih / sağlam hükümleri alacak olursanız hemen tekrar ayrılık / şirk yoluna gideceksiniz. Zira felsefesini tedris etmeden sahip olacağınız ıslah edici hükümleri sindiremezsiniz, bu hükümler size ağır gelir, anlayamazsınız. Halbuki tevhit toplumu / İslam Cumhuriyeti kurulmadan önce bu ıslah edici hükümlerin felsefesini öğrenir, içinize sindirir ve bu uğurda çile çekerseniz tevhid toplumu oluştuğunda yeni yaşama uyumunuz kolay olur. Böylece eski şirk adet, gelenek ve törelerinize dönmezsiniz. Bu nedenle boykot süresince ıslah edici hükümler ve bu hükümlerin felsefesini tedris edeceksiniz ve bunun için yoğun çaba sarf edeceksiniz. Ayrıca bu zorlu süreçte edindiğiniz şeylerin ileride kıymetini bilmeniz için bunların kolay elde edilmediğini, bunlar için ne çileler çekildiğini yaşamanız gerekmektedir. Aksi takdirde kolay elde edilmiş salihat / nimetlerin kıymeti bilinmeyecek ve tevhit olunduktan sonra geçmiş toplumlar gibi hemen tekrar ayrılığa / şirke gidersiniz. Bundan dolayı o saat neden hemen gelmiyor diye serzenişte bulunmayın ve Allah hakkında yanlış telakkilere gitmeyin. Cenab-ı Hakk’ın tabii yoluna / rehberliğine uyun ve şikâyet etmeyin.”

 

189-190- O, sizi bir nefisten yaratan ve ondan da kendisiyle sükûn bulsun / iskân etsin / mutlu yuva kursun diye eşini yaratandır. ([2]) O, onunla birleştiği zaman o hafif bir yük yüklendi. Onunla bir süre yürüdü. (Gebeliği) ağırlaştığı zaman onlar (o ikisi) Rablerine dua ettiler: “Eğer bize salih /sağlam (bir çocuk) verirsen, and olsun ki şükredenlerden olacağız.” Onlara salihi verince, o ikisine verdiği şey hakkında O’nun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (Araf Suresi 189-190)

 

15.5- Şirk Sisteminin Toplumun Sorunlarını Çözmedeki Acizliği

Cenab-ı Hak şirk sisteminin sorunları çözemediğini ve dertlerine çare üretemediğini bildirir. Dahası şirk sistemi onları geri, ilkel, zayıf ve yardımsız bırakır. Onların şirk koştukları ortaklardan / statükodan hiçbir şey beklenemez. Çünkü onlar / statüko putlar gibi donmuş bir akıl yapısına sahip oldukları için hiçbir faydalı icraat yapamazlar. Mekke şirk sisteminde de görüldüğü üzere onlardaki bu düşünce donması / akıl tutulması / şirk ahlakı onların bütün organlarını felç etmiştir. Öyle ki;

  • Onların kulaklarına laf girmez, onlar laftan anlamazlar, hakikat namına hiçbir şey işitmezler.

  • Onlar acı çeken insanların sızlanmalarını, iniltilerini, feryatlarını işitmezler.

  • Onlar bu halleriyle ve bu düşünce yapılarıyla ne ileri gidebilirler ve ne de faydalı bir iş / icraat gerçekleştirebilirler.

  • Onlar yanlışları ve doğruları göremezler, hakikatı göremezler, gittikleri yolun sonunun uçurum olduğunu göremezler.

  • Onlar karşısında kendisine itaat / ibadet eden bir kulun iç dünyasında çalkalanan acılarını, gönlünden geçen arzu ve isteklerini, ümit ve dileklerini işitmez ve görmezler.

Putların karakterleri gibi düşüncelerini dondurmuş ve akıllarına set çekmiş olanlar insanların beklentilerine nasıl cevap vereceklerdir? Onlar akılsız, şuursuz heykellere dönmüşlerdir. Onlar önlerini bile göremezler, hiçbir uyarıyı işitmezler. Dahası içinde yaşadıkları bu şirk sistemi onlara öyle kötü bir ahlak vermiştir ki onlar ellerini ve ayaklarını bile kullanamazlar, insanlara fayda sağlayacak hiçbir projeleri yoktur. Onlar insanların faydasını düşünmezler sadece kendilerini, kendi çıkarlarını düşünürler.

Dolayısıyla onlardan herhangi bir fayda beklemek abestir. Çünkü onların kitaplarında / literatüründe insanların faydasına / hayrına bir girişimde bulunmak yoktur. Bu nedenle de bu amaçla planladıkları tasarıları, projeleri de bulunmamaktadır. Onlar kendilerine karşı duran tevhidi harekete bile karşı koymada acz içerisindedir. Her ne yaparlarsa yapsınlar bu hareketi asla engelleyemeyeceklerdir.

 

191-195- Kendileri yaratılmış oldukları halde hiçbir şey yaratamayan şeyleri mi eş koşuyorlar? Hâlbuki bunlar, sizlere (tapınanlara) yardım edemeyecekleri gibi kendilerine de yardım edemezler. Siz onları doğru yola çağırsanız bile size tabi olmazlar. Onları çağırsanız da çağırmayıp sessiz kalsanız da size karşı (tavırları) birdir (hiç fark etmez). Muhakkak ki Allah’ı bırakıp da yakardığınız kimseler, tıpkı sizin gibi kullardır. Eğer iddianız doğru ise haydi onları çağırın da size (isteklerinize) karşılık versinler. Onların yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var? De ki: “Çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun ve haydi elinizden geliyorsa bana göz açtırmayın.” (Araf Suresi 191-195)

 

15.6- Tevhidi Hareketin Arkasındaki Gücün Cenab-ı Hak Oluşu

Boykottan bunalmış ve serzeniş yapan müminlere ve araftaki Mekkelilere müşrikler hangi tuzakları kurarlarsa kursunlar ve ellerinden geleni ardlarına koymasınlar yine de bu hareketi durduramayacakları vurgulandıktan sonra bunun sebebinin tevhidi hareketin rehberi, koruyucusu ve yardım edeninin Allah olmasıdır. Hz.Muhammed’in@ ağzından bu meydan okuma yapılır ve velisi / yardımcısı / rehberi / koruyucusu Allah olan kimselere diğer insanlar ne yapabilirler ki? Allah’tan başka otoriteleri veli edinenlerin yardım umdukları kimselerin kendilerine bile hayırları yoktur ki kendisini veli edinmiş kimselere yardım etsinler. Onlar put ve heykeller gibidirler. Onlardan herhangi bir yardım, iyilik, fayda gelmesi mümkün değildir. Onlar kendi sonlarını hazırladıklarının farkında bile değiller. Onlar insanlara hiçbir fayda sağlamazlar. İnsanların ihtiyaçlarını gözettikleri sanılır fakat onlar asla bunları dikkate almazlar / görüp gözetmezler. Doğru istikamete çağırılsalar bu çağrılara hiç kulak bile vermezler.

 

196-198- “Muhakkak ki benim velîm, o kitabı indiren Allah’tır. O, tüm ıslah edici / salih kimselere velilik eder. Sizin O’ndan başka çağırdığınız kimseler ise, size yardıma güç yetiremedikleri gibi kendilerine de yardım edemezler. Siz onları doğru yola / hidayete çağırsanız da duymazlar / kulak vermezler. Onların sana baktıklarını / dikkate aldıklarını zannedersin, hâlbuki onlar görmezler. / dikkate almazlar” (Araf Suresi 196-198)

 

15.7-Vesveseye Kapılan Müminlerin Affedilmeleri ve Onlara Yol Gösterilmesi

Cenab-ı Mevla elçisine araftakilerin ve bazı müminlerin içinde bulundukları durumun zorluğundan ve diğer müşriklerin bunları etkilemek için vermiş oldukları vesveselerden dolayı onların tereddütlü hale gelmelerini affetmesini, hoşgörmesini emreder. Ayrıca yine Cenab-ı Mevla onlara iyiliği, güzelliği, faydalı, örf olanı (Marufu) emretmesini bildirirken kalplerine düşen şeytani vesvese ve vehimlerden kurtuluş yolunu onlara gösterir;

  • Allah’a sığınmak,

  • Verilen sözü / ahdi hatırlamak,

  • Vesvese / vehim konusu üzerinde biraz salim kafa ile / bilinçli bir şekilde düşünmek.

Bu şekilde takva sahibi müminlerde vesveseye kapıldıkları takdirde verdikleri sözü / ahitlerini düşünürler ve Allah’a sığınarak gerçeği görürler. Fakat bu muttakilerin müşrik olan akrabaları / kardeşleri ise onları saptırmaya / azgınlığa sürüklemekten ellerini çekmezler.

 

199-202- Sen af yolunu tut, iyiliği / güzelliği / irfanı / örfü emret ve cahillerden / haddini bilmezlerden de yüz çevir. Şayet sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir. Şüphesiz takva sahiplerine şeytandan bir vesvese geldiği zaman, iyice düşünürler ve o verdikleri sözü / ahdi hatırlarlar. İşte o zaman gerçeği görürler! Fakat müşrik kardeşleri ise onları (mümin muttakileri) azgınlığa / sapıklığa sürüklemeye çalışırlar ve yakalarından asla düşmezler. (Araf Suresi 199-202)

 

15.8- Mucize Talepleri Yerine Vahye Uyulması Halinde Mucizelerin Gerçekleşeceği

Müminlerden bazılarına ve araftakilere gelen vesveselerden bir diğeri de boykot, baskı ve şiddet nedeniyle yaşadıkları sıkıntılı durumdan kurtulmak için bir mucizenin gelmesi idi. Cenab-ı Hakk’ın kurtuluş ve zafer vaadine rağmen durumları daha kötüye gittiği için onlar peygamberimizden bir mucize getirerek kendilerini bu durumdan kurtarmasını isterler. Dahası kendisinin Cenab-ı Hakk’ın elçisi olması nedeniyle O’ndan bunu isteyebileceği ve bu isteğine ilişkin biraz çaba gösterse, niyaz etse, yalvarsa yakarsa Cenab-ı Hakk’ın da onu kırmayacağı düşüncesindeydiler. Cenab-ı Hak ise bu düşüncenin yanlışlığını şöyle ortaya koyar; “Size gelen bu Kur’an, sizin zafere nasıl ulaşacağınızın işaret taşlarını veriyor, kurtuluş için size bir yol haritası sunuyor, size bir bilinç veriyor ve sizin için bu kitap aynı zaman da bir rahmet kaynağıdır.” Böylece iman edenlerin mucizelerle değil ilahi öğretinin rehberliğini izleyerek kendi gayret ve çabalarıyla zafere ulaşacakları ve bu sıkıntıları çekmeleri gerektiği mesajı veriliyor. Bunun kendileri için bir rahmet olduğu da vurgulanıyor.

 

203- Onlara bir mucize getirmediğin zaman, “(mademki elçisin) Onu (Rabbinden) elde etmek için çabalasan olmaz mı?” derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyuyorum.”  İşte bu (Kur’an), Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözünü açacak beyanlardır / bilinç kaynağıdır), iman eden bir toplum için bir yol haritası ve bir rahmettir. (Araf Suresi 203)

 

Böylece iman edenlerin ve araftakilerin mucize beklemeleri yerine aşağıdaki eylemleri yapmaları halinde Rabblerinin vaad ettiği zafer ve kurtuluşun geleceği bildirilir;

  • Onların bekledikleri zafer ve kurtuluş nimetine nail olabilmeleri için Kur’an’ın çağrısına içtenlikle ve sessizce kulak vermeleri, onun ayetleri üzerine düşünmeleri,

  • Rablerini, sabah-akşam daima ve yalvara yakara, içtenlikle ve gönülden anmaları ve akıllarından hiç çıkarmamaları,

Eğer onlar Cenab-ı Hakk’ın yanında / tarafında iseler yukarıda belirtilen hususları yerine getirme noktasında gurur kibir yapmazlar, sürekli O’nun yolunu takip ederler ve başkalarına değil sadece O’na boyun eğerler.

 

204-206- Artık Kur’an okunurken onu can kulağıyla ve sessizce dinleyin ki rahmete nail olabilesiniz. Rabbini gönülden, korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam (her zaman) an ve umursamazlardan / gafillerden olma! Şüphe yok ki Rabbinin yanında / tarafında olanlar, O’na kullukta kibre kapılmazlar, O’nu tesbih ederler ve yalnızca O’na boyun eğerler. (Araf Suresi 204-206)

 

[1])  NOT:Cenab-ı Hakk’ın müşriklere gazap ile korkutması ve müminlere de kurtuluş müjdesi kapsamında ifade edilen kurtuluş, zafer, tevhidi dünya görüşüne dayalı devlet olma, şirkin yok olması, birliğin tesis edilmesi şeklindeki vaadleri karşısında mü’minlerin boykotla çok kötü duruma düşmeleri üzerine yapılan tezviratlar (A.A)

 

[2] ) Tefsirlerde buradaki eşler Hz.Adem ve Hz.Havva’ya nispet edilir. Fakat bu metaforik bir ifadedir. Aksi takdirde Hz.Adem ve Hz. Havva’yı şirke bulaşmış olmakla itham etmek zorunda kalınır ki buda en büyük yanlış olur.

© 2022 AAYDIN

bottom of page