BÖLÜM 2
İLK VAHİY SONRASI
Hz. Muhammed’e @ Hira’da Alak suresini içeren mesajlar ile seslenildikten sonra O, çok korkmuştu. Büyük bir telaş içinde Hira’dan indi ve doğruca evine gitti. Kocasındaki korku ve telaşı gören hanımı Hatice(ra), ona ne olduğunu sordu ama O cevap vermeden hemen yattı. Hanımından kendisini örtmesini istedi.
Bir süre sonra kendine gelen Hz. Muhammed@, başından geçenleri eşi Hatice(ra) ile paylaştı. O, kendisinin yaşadığı bu manevi halin (gayb âleminden seslenilmesinin) ne olduğuna cevap aramaya çalıştı. İlk aklına gelenler de doğal olarak acaba deliriyor muyum yoksa cinlendim mi gibi korku ve endişeler olmuştu. Ancak Hatice (ra) ona bu korku ve endişelerinin yersiz olduğunu söyledi. Fakir, fukaraya ve muhtaçlara yardımcı olması, kimsesizlerin kimsesi olması, herkesin hukukunu gözetmesi, sözünde durması, dürüstlük abidesi olması ve son derece yüksek bir ahlaka sahip olması nedeniyle Cenab-ı Hakk’ın kendisini cinlere, şeytanlara bırakmayacağını da sözlerine ekledi.
Hatice (ra) kocasının yaşadığı manevi hali (gayb âleminden kendisine seslenilmesini) anlamlandırmada yardımcı olması için Varaka bin Nevfel’e danışmayı önerdi. İkisi birlikte ona gittiler. Hz. Muhammed @ başından geçen olayı Varaka’ya anlattı, kendisine vahyedilen sözleri okudu. Varaka bu olayın aynısının Musa’nın @ başından da geçtiğini ve Hz. Muhammed’e @ vahyedilenin Musa’ya@ indirilen “namusun /nomosun / yasaların” benzeri olduğunu belirttikten sonra Cenab-ı Hakk’ın kendisini elçi olarak görevlendirdiğini bildirdi. Bunu bir müjde olarak nitelerken bu görevin kendisine çok büyük bir yük getirdiğini, kendisini çok zor günlerin beklediğini ve gelecekte Mekkelilerin kendisini yurtlarından atmaya varıncaya kadar baskılar yapacağını ifade etti. Hz. Muhammed @ kavminin kendisini Mekke’den kovacağı iddiasına şaşırdığını söyleyince Varaka bin Nevfel hiçbir peygamberin kendi vatanında kalamadığını, zira bütün peygamberlere o yörenin azgınlarının karşı çıktıklarını ve halkı da kışkırtarak peygamberlerin öz vatanlarını terke zorladıklarını anlattı.
Bu görüşme sonucunda Hz. Muhammed @ biraz ikna olmuştu ama tam olarak tatmin olmadı. Hala kendisine cinlerin musallat olmuş olabileceğini ya da aklını yitirmiş olabileceğini düşünüyordu. Diğer taraftan bu manevi hal Varaka’nın dediği gibi bir peygamberlik görevi ise o zaman da kendisi bu görevle birlikte Mekke’deki bütün kazanımlarını kaybedecek hatta yurdundan da sürülecek, vatansız kalacaktı. Bunları düşündükçe korkuları, endişeleri ve kaygıları daha da arttı. Dahası bu haber Mekke içerisinde yayılmıştı. Hz. Muhammed @ cinlenmiş, kafayı sıyırmış vb. dedikodular özellikle başta Ebu Cehil olmak üzere Darün Nedve’deki iblis müşrik elebaşılar tarafından dillendiriliyordu. Darün Nedve üyeleri olayın araştırılması için Hz. Muhammed’in @ en yakın arkadaşı Hz.Ebu Bekir’i(ra) görevlendirdiler. Hz.Ebu Bekir(ra) arkadaşı Hz. Muhammed’in @ yanına geldi ve olayı bir de kendisine anlatmasını istedi. Hz. Muhammed @ başından geçen olayı en yakın dostuna ayrıntılı bir şekilde anlattı. Hz.Ebu Bekir(ra) onun söylediklerini büyük bir dikkatle dinlerken bir yandan da onun hareketlerini, psikolojisini takip ediyordu. Hz.Ebu Bekir(ra) arkadaşını, ne söylediğini bilen aklı başında birisi olarak buldu. Onu geçici bir hevesin peşinde koşan bir maceraperest veya psikolojik problemi olan bir ruh hastası olarak görmedi. Kadim dostu, kendisine, ilâhî bir vazifeyle görevlendirildiğini söyledi. Söyledikleriyle, hâl ve hareketleriyle, tutum ve davranışlarıyla karşısında son derece normal, akıllı, bilinci yerinde birisi vardı. Çocukluğundan beri yakından tanıdığı dostunda dedikodulara konu olan herhangi bir anormallik yoktu.
Hz.Ebu Bekir(ra), Hz. Muhammed @ ile yaptığı görüşmeyi ve izlenimlerini Darün Nedve üyelerine / Mele’ topluluğuna aktardı. Fakat Ebu Cehil hemen itiraz etti. Zira onun aleyhine olan cinlenmiş, delirmiş yaftası çok işine geliyordu. O’nun bu itirazı hem mecliste hem de şehirde hemen yayıldı. Bu arada Velid bin Mugire Hz. Muhammed’e @ doktorlara, kâhinlere görünmesi teklifinde bulundu. Bu durum Hz. Muhammed’i @ oldukça rahatsız etti.
2.1.Hz. Muhammed @ ın Vahiy Konusunda Kendisinin Tereddütleri
Gelinen noktada başına gelen olayın bir cinlenme ya da delirme olduğu konusunda kendi endişe, kaygı ve tereddütlerinin yanında kendisini çekemeyen iblislerin tavırları, dedikoduları, öğütleri ve acımaya varan bakış ve sözleri kendisini bir hayli yıpratıyordu.
Fakat imdadına Cenab-ı Hak yetişti. Onu teselli etmek ve endişelerini izale etmeye matuf olarak daha önce yaşadığı manevi halleri yeniden yaşattı. Rivayetlere göre Cebrail’i @ ufukta görmesi, göklere yükseltilmesi, çok çeşitli ayetlerin gösterilmesi, dağlar taşların kendisine Allah’ın elçisi diye selam vermesi vb. onu ruhen güçlendiren ve manevi tecrübesini artırıcı haller yaşatıldıktan sonra kendisine Kalem Suresini vahyetti. Böylece korku, kaygı ve endişesinin yersiz, çevresindeki dedikoduların da anlamsız olduğunu belirten ve kalbinin de mutmain olacağı ayetlerle seslendi.
Bu suredeki ayetler ile Hz. Muhammed @ teselli edildi. Bu tesellinin içeriği şöyledir: “Sana indirilecek vahiy / kalemle kayıt altına alınacak mesajlar sayesinde elçiler ve ona uyanlar efsaneler yaratırlar. Bu vahiy / kalemle kayıt altına alınacak mesajlar Cenab-ı Hakk’ın çok büyük bir nimetidir, ikramıdır. Sen bu nimete mazhar oldun. Bu nimete / ikrama nail olman nedeniyle sana deli, cinlenmiş veya kafayı yemiş demelerine aldırma. Sen kendini cinlenmiş yahut delirmiş zannetme. Bu yaratıcının sana olan ikramıdır. Bu ilahi nimet sayesinde gelecekte sen çok büyük bir makama, zenginliğe, kesintisiz nimetlere, kimsenin ulaşamayacağı şan ve şerefe nail olacaksın. Seni kendimize elçi seçmemizin sebebi, senin çok büyük bir ahlak sahibi olmandır. Zira bu yükü taşıyacak ve bu görevi yürütecek kişinin sağlam ve güzel bir ahlaka sahip olması gerekir. Biz ahlaksız, arsız, namussuz, alçak birisine bu nimeti verecek değiliz. Sen o iblislerin dedikodularına aldırma, bir gün gelecek kimin deli ve kimin akıllı olduğunu herkes görecek. Ayrıca kimin zalim, kimin doğru yolda, kimin de sapık olduğunu Allah en iyi bilmekte ve millet de görmektedir.”
Rahman, Rahim Allah adına
1- 7- Nun. Kalem’e / Vahye ve onun efsaneleştirdiklerine yemin olsun ki: Sen Rabbinin nimetinden dolayı mecnun / cinlenmiş / deli değilsin. Ve muhakkak senin için kesintisiz büyük bir ödül / makam / şan / şeref / mal var. Çünkü sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin / üstün bir karaktere sahipsin. Bir gün gelecek sen de göreceksin onlar da görecekler hanginizin aklından zoru olduğunu. Şüphesiz Rabbindir, yolundan sapanı en iyi bilen, yine O’dur doğru yola ermiş olanları en iyi bilen. (Kalem Suresi 1-7)
2.2.Fetret Dönemi
Cenab-ı Hak, elçisine maneviyatını güçlendiren ayetler gösterdiği gibi teselli edici sözleri de vahyetmişti. Ancak içinde bulunduğu psikolojisi onun daha henüz bu görevi üstlenip götürecek seviyede değildi. Hz. Muhammed @ yeniden her şeyi gözden geçirmesi gerektiğini düşündü. Böyle bir teklifi kabul edebilmesi ve taşıyabilmesi için de zamana ihtiyacı vardı. Bu nedenle Cenab-ı Hak, onun başından geçenleri düşünebilmesi, kalben mutmain olabilmesi ve bu görevi yapabilecek güç ve iman sahibi olabilmesi için Hz. Muhammed’e @ vahiy göndermeye ara verdi. Bu araya “fetret” dönemi denir ki bu dönemde geçen süreyle ilgili olarak üç günden üç yıla kadar değişen çeşitli rivayetler vardır. Kanaatimizce bu süre birkaç ayı geçmez. Doğrusunu Allah bilir.
Bu dönemde Hz. Muhammed @ yalnız başına kalmaya özen göstererek (Araplarda buna örtüsüne bürünme deniyor) düşünüyor ve bu vazife için kendini ikna etmeye çalışıyordu. Fetret döneminin uzun sürmesi, Hz. Muhammed’in @ düşünmesi için fazlasıyla yetmişti. Sonunda Rabbinin kendisine teklif ettiği elçilik vazifesine gönülden razı oldu. Zaten ilahi rehberiyete / yol göstericiliğe ihtiyacı da vardı. Zira içinde bulunduğu toplumu düzeltme hususunda kendisi gibi düşünen başka insanların beşerî gayretleri yeterli olmuyordu. Hem kendisi hem de tüm ıslahatçı kimseler izleyecekleri yol ve yöntemi kendi başlarına belirleyemiyorlardı. Bu nedenle peygamberliği kabul etmek artık aklına ve kalbine uygun düşüyordu.
Hatta bu teklifin gösterdiği yol ne kadar zor olsa da kendisi için çok şerefli olduğunu ve toplumunun kurtuluşu için tek çıkar yol olduğunu da düşündü.
Hz. Muhammed @ kendisini elçilik vazifesini üstlenmek için ikna etmişti. Fakat bu sefer de Cenab-ı Hak vahyetmeye devam etmiyordu. Zira Cenab-ı Hak, önce elçisinin bu yükü kaldırmayı kabul etmesi hususunda düşünüp kendi iradesiyle karar vermesi için süre tanırken şimdi onda bu vazifeye karşı bir aşkın gönlüne düşmesi ve o vazifeyi şiddetle istemesi için vahye karşı onda bir açlık meydana getiriyordu. Ayrıca diğer insanlara da bu ilahi öğretinin Hz. Muhammed’in @ kendisinin uydurduğu bir şey olmadığını göstermesi için bu fetret süresini uzatıyordu.
Fetret dönemi birkaç ay sürmüş olsa da Hz. Muhammed @ ve çevresi için öylesine uzamıştı ki müşriklerin “rabbi onu terk etti” şeklindeki alaylı sözlerinin yanı sıra Hz. Muhammed’in @ sevgili eşi Hatice(ra) dahi “Rabbi ona acaba darıldı mı?” diyecek noktaya kadar geldi. Bu açlık arttıkça Hz. Muhammed @ açısından da dayanılmaz noktaya gelmeye başlamıştı. Rivayetlere göre o şehri terk edip dağlarda tepelerde bir mecnun gibi dolaşıp tekrar kendisine vahyin gelmesini istiyor, iş uzadıkça da bu durum kendi canına kastedecek noktaya kadar psikolojisini olumsuz etkiliyordu.
Fetret süresinin sonunda Cenab-ı Hak, Duha Suresi ile Hz. Muhammed’i @ teselli etti ve söz konusu teselli edişinde şu hususlara değindi:
“Sen hiç tasalanma! Çünkü karanlığın en koyu olduğu zaman aydınlanma başlamış demektir. Bu, senin toplumun için de geçerlidir. Artık zulmün, şirkin zirve yaptığı, her tarafı kapladığı zamana gelindi. Bu aşamadan sonra aydınlanma başlayacak. Bu nedenle sana vahyin gelmesinde biraz aralık uzadı diye sakın endişelenme. Sana Rabbin asla darılmadı, seni asla terk etmedi ve asla terk etmeyecek. Senin geleceğin geçmişinden çok daha iyi olacak. Rabbin sana nimetlerini verecek, hoşnut olacağın her türlü nimete seni kavuşturacak. Bu hususta sana üç tane delil gösteriyoruz: Hatırlarsan, sen yetim kalmıştın, seni perişan etmedik. Senin en güzel şekilde yetişmeni ve üstün bir şekilde sahip çıkılmanı sağladık. Bunun için dedenin, sütannenin ve amcanın gönüllerini sana meylettirdik. Sen içinde yaşadığın toplumun sapkınlıklarına, bozuk düzenine, ahlaksızlığına, yoldan çıkmışlığına, zalimliğine engel olmak ve onları ıslah etmenin yollarını bulmada aciz kalmış ve çare konusunda şaşkın kalmışken biz sana rehber olup yol gösteriyoruz. Sen maddi olarak içinde yaşadığın toplumun seni dikkate alacakları bir mal ve servet birikimine sahip değilken hatta geçim sıkıntısı çekme noktasında iken sana zengin bir dul olan eşinin gönlünü meylettirip seni servet sahibi yaptık. Sen o sermaye ile servetini Mekke ölçeğinde hatırı sayılır bir büyüklüğe çıkardın. Böylece seni Mekke ileri gelenleri nezdinde itibarlı, dikkate alınan bir zenginliğe kavuşturduk. Şimdi sen bizim rehberliğimiz çerçevesinde hareket et ve birinci ilke olarak yetimleri, kimsesizleri, sahipsizleri, fakir, fukaraları ve garipleri sakın ezme! İçinde yaşadığın toplumun ileri gelenlerinin yaptıkları gibi sakın isteyeni azarlama. Tam tersine onların isteklerine kulak ver, ellerinden tut, ayağa kaldır ve isteklerine cevap ver. Rabbinin sana olan nimetlerini daima aklında tut ve asla bu nimetlere karşı nankörlük etme. Mekke müşrik ileri gelen nankörlerin yaptığı yanlışlara sakın ama sakın düşme!”
Bu hususları Duha suresinde Cenab-ı Hak veciz bir şekilde şöyle vahyetti;
Rahman, Rahim Allah Adına
1–11- Aydınlanmaya başlayınca kuşluk vaktine ve karanlığı son noktasına vardığı zamanki geceye yemin ederim ki, Rabbin seni ne unuttu / bıraktı ve ne de darıldı. Geleceğin senin için geçmişinden elbette daha iyi / hayırlı olacak. Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın. O seni yetim olarak bulup barındırmadı mı? Seni şaşırmış / şaşkın / ne yapacağını bilemez olarak bulup da sana yol göstermedi mi? / hidayet etmedi mi? Seni geçim sıkıntısı içinde bulup da zengin etmedi mi? O hâlde yetimi ezme! İsteyeni azarlama! / geri çevirme! Rabbinin nimetini / vahyettiği mesajları daima söz ve fiillerinle ortaya koy! (Duha Suresi 1-11)
2.3.Hz. Muhammed’in @ Yüreklendirilmesi
Cenab-ı Hak Hz. Muhammed’e @ kendisini bırakmadığını ve darılmadığını bildirdikten birkaç gün sonra, ona yüklediği görevlendirmenin zorluklarına dair kaygılarını da İnşirah Suresi ile giderdi. Bu surede ona şu mesajları verdi;
“Biz seni görevi kabul edişinde yaşadığın tereddüt, korku ve endişelerin nedeniyle asla bırakmadık ve sana herhangi bir dargınlığımız da yoktur. Bunlar normal insani davranışlardır. Zira biz biliyoruz ki her insan yaşadığı alemin dışında başka bir aleme muttali olunca elbette çok çeşitli korku, kaygı ve tereddütler yaşayacaktır. Ayrıca bizim gösterdiğimiz metodoloji kullanıldığı zaman içinde yaşadığın toplumun ne kadar büyük engellemelerle tepki vereceğini ve ne tür karşı çıkışlar göstereceğini de biliyoruz. Bu nedenle senin kaygını gayet iyi anlıyoruz. Bu nedenle sana bir süre tanıdık. İlk vahyimizden / sözlerimizden sonra seni bir süre kendinle baş başa bıraktık. Senin göğsünü hakikatlere, gaybi müşahedelere açtık. Sana manevi tecrübe yaşattık, kalbini başka kullarımıza göstermediğimiz hakikatlere açtık. Sana ayetlerimizi gösterdik, seni kalp temizliği, doğruluk, cesaret, sadelik, dürüstlük, adaletli ve merhametli olma vb. güzel hasletlerle donattık. Göğsüne, kalbine bir genişlik ve ferahlık verdik ki cinlenmiş, mecnun ve delirmiş olmadığına şahit olasın. Böylece gerek karşı tarafın suçlamalarına gerekse kendi içinden gelen vesveselere karşı itminan bulmanı sağladık.
Diğer taraftan hani içinde yaşadığın toplumun sorunlarına çözüm bulmak ve toplumun kötü gidişatını değiştirmek konusu senin belini bükmüştü. Toplumun kurtuluşu için aradığın çareler, yöntemler, yollar sana çok büyük bir yük getiriyordu. Sorumlu bir aydın, bir entelektüel, bir ileri gelen olarak toplumunun kötü kaderini değiştirmek senin en büyük sorunun olmuştu. Ama işin içinden de çıkamıyordun. Senin bu sorumluluk ve gayretin nedeniyle Biz senin yükünü aldık. Sana vahyimizle yol göstererek altında ezildiğin yükünü hafiflettik. Sana Alemlerin Rabbinin elçiliği payesi vererek senin itibarını yükselttik, seni çok şerefli kıldık. Elbette bu rehberliğimiz kapsamında göstereceğimiz yolun çok büyük zorlukları olacak ama her zorluğun bir kolaylığı, her sıkıntının bir ferahlığı vardır. Muhakkak bir gün gelecek bu zorluklar aşılacak ve sıkıntılar son bulacaktır. Bu nedenle metodolojinin zorluklarını gözünde fazla büyütme. İçindeki sıkıntılardan, endişelerden, kaygılardan kurtulunca hemen işe koyul, işe başla ve sadece Rabbine yönel, başkasından bir şey bekleme!”
Rahman ve Rahim Allah’ın adına
1- 8- Biz, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? Ki o, senin belini bükmüştü. Senin şeref ve itibarını yükseltmedik mi? Elbette her zorluğun yanında mutlaka bir kolaylık vardır. Şüphesiz her zorluğun yanında mutlaka bir kolaylık vardır. O halde sıkıntılarından kurtulunca hemen işe başla. Ve yalnızca Rabbine yönel, O’na rağbet et. (İnşirah Suresi 1-8)
2.4.Hz. Muhammed’e @ verilen ilk taktik ve Stratejiler
Çok ağır bir görev üstlenmiş olan Hz. Muhammed’in @ nasıl bir çalışma temposu içerisine girmesi gerektiği ve nasıl mücadele edeceğine ilişkin taktik ve stratejileri Cenab-ı Hak Müzzemmil Suresi kapsamında elçisine vahyetti. Söz konusu surede ona şu mesajları iletti;
“Vahiy ve elçilik teklifi nedeniyle çok derin düşüncelere dalmış, içine kapanmış olan kulum! Bu görevi nasıl taşıyacağım diye düşünme! İşte sana bu yükü nasıl taşıyacağının stratejileri. Sana vereceğimiz ağır sorumluluk ve görevi hakkıyla yerine getirmek için her gün gecenin ilerleyen saatlerinde kalkacaksın ve gece yarısına kadar bazen biraz eksik bazen de gece yarısını geçinceye kadar sana okuyacağımız / bildireceğimiz ayetler üzerine kafa yoracaksın. Bu mücadelede sana yön verecek bu Kur’an’ın söylemlerini, anlatılan olayları, verilen direktifleri, ders ve öğütleri, vizyon kazandırıcı imgeleri, sembolleri çok iyi analiz edecek ve mücadelene ona göre şekil vereceksin. Bu analizi gece sessizliğinde yapman çok önemli. Zira bir toplumun dirilişini gerçekleştirmek öyle kolay bir şey değildir. Çok uyanık olmayı gerektirir. İçinde yaşadığın toplumu ölüm uykusundan uyandırmak ancak gecelerini uyanık geçirmenle mümkündür. Ayrıca tatlı uykunu bölüp, sıcak yatağını bu iş için terk etmen, bütün benliğinle o işe motive (ruhi hazırlık) olmanı sağlayacaktır.
Kendini toplumuna / insanlara karşı sorumlu hisseden kişilerin uykularından fedakârlık yapmaları gereklidir. Çünkü gündüz zaten insanı meşgul eden bir sürü iş / uğraş, bütün gününü alan meşgale ve telaşeler bu ağır sorumluluğun üzerinde doğru yöntem belirleme ve uygulama imkânı tanımaz. Bu nedenle yüklendiğin ağır görevi yerine getirmen için gece sessizliğinde ertesi güne hazırlık yapman ve nasıl hareket edeceğin konusunda sana bildireceğimiz yol, yöntem ve ilkeler ile strateji belirlemen en uygunudur. ([1]) Bu noktada başka kişi, kurum, kuruluş ve otoritelerle ilişiğini kes ve onların sana etki etmelerine fırsat verme! Tüm benliğinle bize yönel ve bizim sana bildireceğimiz strateji ve taktikleri dikkate al! Başka hiçbir otoriteden tırsma, korkma! Bizi kendine vekil edin, bize güven!
Böyle yaptığın zaman herkesten tepki alacaksın, herkesi karşında bulacaksın. Sana topyekûn savaş açacaklar. Bu mücadele de onların sana karşı tepkileri öncelikle sözlü sataşma, aşağılama, terbiyesizce- ahlaksızca ifadeler ve alaylar şeklinde olacaktır. Ama sen onların seviyesine inmeyecek ve efendiliğini, soylu duruşunu asla bozmayacaksın. Onlara asil ve kibar bir şekilde karşılık verecek ve mücadeleni medeni ölçülerde yürüteceksin. Asla onların uygulayacakları tahrik politikalarına gelmeyecek ve onların arzu ettikleri terörize olma noktasına varmayacaksın. Ayrıca sonuç alınamayacak kırıcı, yıkıcı tartışmalardan, kavgaya neden olacak kin ve nefreti derinleştirecek çekişmelerden kaçınacaksın. Büyüklük, onların seviyesine inerek kavga, gürültü yapmak değil, vakarla ayrılmaktır!
Tabi onların bu yaptıkları sana çok ağır gelecek. Ama onların bu ağır tahriklerinin karşılıksız kalacağını da sanma. Onların yapacaklarına karşı gelecekte çok acıklı azap ve eziyetleri hazırlamaktayız. Sen hiç merak etme! Hakkını onlarda bırakmayacağız. Tıpkı Firavunun Musa’ya yaptıklarını yanına bırakmadığımız gibi. Firavun’da senin gibi elçi olarak gönderdiğimiz Musa’ya aynı türden ağır tahrikler, aşağılamalar, küfürler, sataşmalar vb. şeyleri yapmıştı ama sonu nasıl oldu bir bak!
Zamanı gelince senin toplumundaki düzen de kıyamette göğün parçalanması gibi paramparça olacaktır. Bu benim vaadimdir ve benim vaadimi gerçekleşmiş, olmuş bitmiş olarak bil!”
İşte Cenab-ı Hakk’ın Hz. Muhammed’e@ Müzzemmil Suresi ile verdiği mesajların Kur’an’daki beliğ ve özlü anlatımı:
Rahman ve Rahim Allah adına
1- 19- Ey örtüsüne bürünen! / Ey derin düşüncelere dalan! / Ey içine kapanan! Gecenin ilerleyen zamanında kalk! Gece yarısına kadar veya ondan biraz önce ya da ondan biraz sonrasına kadar Kur’an’ı analiz et! Çünkü, Biz sana ağır bir görev / sorumluluk vereceğiz. Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak / dirilişe uyanmak için geceleyin kalkma, ağır görevlerin idraki bakımından daha etkilidir. Kuşkusuz gündüzün seni bekleyen bir yığın görev / uğraşı / iş vardır. Rabbinin adını an ve diğer otoritelerle ilişiğini keserek tüm benliğinle O’na yönel! Doğunun ve batının Rabbidir O. O’ndan başka, tanrı yoktur. Bu nedenle O’nu vekil et! Onların söylediklerine / söyleyeceklerine sabret! Ve güzelce / kibarca / asil bir şekilde onlardan ayrıl! Servet ve varlık içerisindeki yalanlayıcıları bana bırak! Ve onlara birazcık süre tanı. Muhakkak ki Bizim yanımızda prangalar ve yakıcı bir ateş /cehennem var. Boğazdan zor geçen bir yiyecek, can yakıcı bir azap var. O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür. Şüphesiz ki, Biz size şahitlik edecek bir elçi gönderdik. Tıpkı Firavun’a bir elçi gönderdiğimiz gibi. Ama Firavun elçiye isyan etti de Biz de onu korkunç bir şekilde yakaladık. Buna rağmen eğer küfrederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden nasıl korunacaksınız? O gün Gök paramparça olacaktır. Böylece O’nun vaadi gerçekleşmiş olacaktır. Şüphesiz ki, bu bir öğüttür. Onun için, dileyen Rabbine doğru, bir yol edinir. (Müzzemmil Suresi 1-19)
([1]) NOT: Kur’an ayetlerini analiz diğer bir ifadeyle tertil üzere okumayı Muhammed @ önceleri kendisi yapmışsa da daha sonraları harekete iştirak eden kişilerle beraber yapmış ve bu birlikte gerçekleştirilen okumalar gece namazı / salatı olarak adlandırılmıştır. (A.A)
2.5.İlk Çağrı ve Harekatın Başlatılması Emri
Bu aşamaya kadar Hz. Muhammed’e @ kendisinin peygamber olduğunu Mekkelilere ilan etmesi emredilmemişti. Hira mağarasında yaşadığı ilk manevi tecrübe ve aldığı ilahi mesaj konusunda kendisini başta sevgili eşi Hatice(ra) daha sonra da Varaka Bin Nevfel desteklemişti. Ali (ra) ve Zeyd (ra) de ev halkından olmaları ve kendisine son derece güvenmeleri nedeniyle Hz. Muhammed’e @ ilk iman edenlerden olmuşlardır. Olaydan Mekkelilerin haberdar olmasından sonra Hz.Ebu Bekir’in (ra) olayı soruşturması neticesinde en yakın arkadaşının elçi olarak seçilmesine o da ilk inananlardan olmuştu. Onların hepsi de Hz. Muhammed’i @ çok iyi tanıdıkları ve ona son derece güvendikleri için bu olayın doğru ve hak olduğundan şüphe etmemişlerdi. En azından Hatice (ra) gibi tepki vermişlerdi. Yani Hz. Muhammed’in @ çok yüksek bir ahlaki karaktere sahip olması nedeniyle Cenab-ı Hakk’ın kendisini asla delirme, cinlenme ve meczupluk gibi psikolojik ve şeytanın musallat olduğu hastalıklara atmayacağını ifade ederek Cenab-ı Hakk’ın kendisini elçi olarak seçmiş olabileceğini söylemişlerdi. Bundan dolayı bu kişiler Hz. Muhammed’e @ ilk iman eden kişiler olarak tarihe geçtiler.
Bu olayın gizli kalarak Mekke’de diğer kabile ve topluluklar arasında yayılmamış olması mümkün değildir. Daha ilk zamanlarda Darün Nedve’de olay gündeme gelmiş ve konu hakkında bilgi alması için Hz. Muhammed’in @ en yakın arkadaşı Ebu Bekir (ra) görevlendirilmişti. Bu durumu onlar ruhi bir vaka olarak değerlendirmiş ve Hz. Muhammed’in @ cinlenmiş, meczup olmuş, kafayı sıyırmış gibi değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Mekke eşrafı Hz. Muhammed@ hakkındaki gelişmeleri çok yakından takip ediyordu.
Mekke eşrafından Hz. Muhammed’i @ sevenler, alışık olmadıkları bir durumla karşılaşmış olmaları ve ilk gelen ayetlerin de kurulu şirk sistemi açısından eleştiri mesajları içermesi sebebiyle ondan uzak durmayı yeğlerken onun muhalifleri Hz. Muhammed’i @ tezvirat yaparak onu yıpratma politikası uyguladıkları görülmektedir.
Hz. Muhammed @ ise bu görevini halka açma konusunda hala çekingendir ve mücadelede nasıl bir yol izleyeceği konusunda Cenab-ı Hak’tan komut beklemektedir. O evine kapanmış vaziyettedir.
Bir gün Cenab-ı Hak Müddessir Suresi ile ona artık eve kapanmayı bırakması, halka açılması ve onların uyarılması hususunda harekete geçmesi talimatlarını verir. Artık insanların Rableri hakkındaki kanaatlerinin yanlış olduğunun ortaya konması gerekmektedir. Zira şirk sisteminin yürütücüleri, insanlar üzerinde kolay bir hakimiyet sağlayabilmek ve yanlışlarını kamufle etmek için inanç sistemlerini de kendi çıkar ve amaçlarına uygun tasarlamışlardır. Onların icat ettikleri bu inanç tasarımına göre Allah her şeyin yaratıcısı olmakla birlikte yeryüzündeki insanların kendi işlerinde yetkilerini insanlardan bazısına devretmiştir. Allah’ın yetkilerini üstendiği iddia edilen bu özel insanlar, geçmişte yaşamış insanlar olabileceği gibi hali hazırda yaşayan insanlar da olabilmektedir. Allah’ın birtakım yetkilerini bazı insanlara devrettiğine inanılması halinde sözkonusu egemenler çok rahatlıkla istedikleri yasaları, kuralları koyabilir hale gelmektedirler. Egemen sınıfın tanrısal yetkilere sahip olduklarına toplumun inanmasından sonra artık toplumu yönetmek çok kolaydır. Arzu edilen her şey, kutsal birer kural olarak topluma dayatılabilir. Bütün kötülükler, zulümler, sömürüler, azgınlıklar, şeytanilikler, hatta günahlar ilahi kılıfa büründürülebilir ve halktan da buna itiraz gelmez / gelemez. Çünkü kimse Allah’a ya da onun yetkilendirdiği küçük ilahlara ulaşamayacak ve erişme imkânı olmadığında da zulüm ve yanlış uygulamalar konusunda şikâyetlerini de bildiremeyecektir. Bu nedenle şirk sistemi bir defa yerleştiği takdirde artık şikâyet edebilecek hiçbir merci, hiçbir makam bulunamayacaktır. Ayrıca bu sözde yetkilendirilmiş ilahlar ya da onların vekilleri veyahut ortakları yaptıkları işlerde Allah adına iş gördükleri için hiçbir şekilde sorgulanamayacakları ve kimseye hesap vermeyecekleri için keyfi uygulamalarında sınır tanımayacaklardır.
Bu nedenle Cenab-ı Hak, elçisinin halka açılmasını istedi. Mekke halkına yapılacak ilk çağrıda halka Allah’ı tespih etmelerini / Allah’a yönelmelerini, ortağı olmadığını, yetkilerini kimseye devretmediğini bildirmesini emretti.
Cenab-ı Hak, bu emirden sonra elçisinin ahlaklı, saygın, güvenilir, dürüst, temiz, alnı açık vb. güzel vasıflara sahip olması bağlamında elbisesini temiz tutmasını emretti. Böylece zımni olarak sözde ilahların ve ortaklarının / vekillerinin yaptıkları pis işleri ve kötü ahlakları ile asla Kendisini temsil edemeyeceklerini ifade etti. O, bu ifadelerle kimseye ilahlık yetkilerini devretmediğini ve müşriklerle mücadelede en öncelikli adımın Kendisini (Cenab-ı Hakk’ı) onların yaptıkları pis işlerden beri kılmak olduğunu ortaya koydu.
O, elçisine her türlü ahlâksızlık, fuhuş, faiz, yalan, kötü söz, yüz kızartıcı her türlü davranış, sahtekârlık, hilekârlık, hainlik, sömürü, işkence ve köleleştirme gibi pis işlerden ve bu pis işleri yasal kılıfına uydurma aleti olan şirk araçlarından, putlardan kaçınması gerektiğini bildirdi. Böylece şirkin temsilcilerinin bu pis işlerin içerisinde olduğuna, insanların Rabbi’nin asla böyle bir tezgahla hiçbir ilişkisinin olamayacağına zımni bir vurgu yaptı. Hatta daha da ileri gidilerek müşriklerin çokça yaptıkları çirkin bir fiil olan iyilikleri kazanca dönüştürme ya da iyilikleri başa kakma eyleminden elçisinin uzak durması konusundaki uyarısı ile şirk sistemi sahiplerinin maskeleri düşürüldü.
Aslında Cenab-ı Hak, elçisinin bu pisliklerden, ahlaksızlıklardan ve çirkin fiillerden uzak ve çok yüksek bir ahlaka sahip olduğunu gayet iyi bilmesine rağmen ona bunlardan uzak olmasını emretmesinin nedeni, hem şirk sisteminin temel yanlışlarını ortaya koymak hem de ilahi sistemin / ilahi doktrinin bu çirkinliklere ve pisliklere asla müsaade etmeyeceğinin deklarasyonunu yapmaktır.
Müteakip talimatı içeren ayette Cenab-ı Hak, elçisine “Rabbin için sabret” emrini verirken onu bekleyen çok büyük zorlukların olduğunu vurguladı. Zorluklar karşısında asla geri adım atmamasını, bıkkınlık göstermemesini emretti. Kendisine tepki gösterecek olan şirk sisteminin sahiplerine, zalimlere, zorbalara karşı direnmesini, onlardan gelecek her türlü olumsuz söz ve davranışa karşı güçlü durmasını, tam bir kararlılık içerisinde olmasını ve verilen ilâhî talimatların gereğini aynen yerine getirerek Kendisine (Allah'a) güvenmesini istedi. İşte bu mesajları içeren Müddessir suresinin ilk ayetleri ile harekatın başlaması emredilir;
Rahman ve Rahim Allah’ın adına
1-10-Ey elbisesine bürünen! Kalk ve uyar! Rabbini tekbir et / yücelt! Elbiseni temiz tut! Pis şeylerden uzak dur! İyilik yapmayı kendine kazanç aracı kılma! / Yaptığın iyilikleri çok bularak başa kakma! Rabbin için sabret! Çünkü O (diriliş) borusuna üflendiği zaman, işte o gün, çok zorlu, çok çetin bir gündür. Küfre batmışlar için hiç de kolay değildir. (Müddessir Suresi 1-10)
2.6.Safa Tepesinden Yapılan İlk Çağrı
Hz. Muhammed @ Hira mağarasında aldığı “oku” emrinin gereğini Müddessir suresindeki “Kalk ve uyar, Rabbini yücelt.” emri ile yapmaya başlayacaktı. Fakat bu “okuma” ve “uyarı / Rabbi Tekbir etme” talimatını yerine getirmede insanların karşısına bir manifesto ile çıkması gerekiyordu. Bu öyle bir manifesto olmalıydı ki Hz. Muhammed’e @ indirilecek olan ilahi dünya görüşünün / ilahi sistemin / tevhidi dünya görüşünün en temel ifadelerinden oluşmalıydı. İşte bu amaçla Cenab-ı Hak Fatiha Suresini “okuma / davetin” manifestosu olarak elçisine bildirdi. Artık uyarı ve davet için harekete geçilebilirdi.
Hz. Muhammed @ tevhidi dünya görüşünün manifestosunu halka okumak için yer olarak o günün Mekke toplumunda savaş ve saldırı tehlikesi olduğu zaman acil durum anonslarının yapılmasında kullanılan “Safa” tepesini seçti. Safa tepesine çıkan Hz. Muhammed @ bütün Mekkelilere toplanmaları için acil durum anonsunu yaptı. İnsanlar “bir tehlike ile karşı karşıyayız herhalde” diyerek onun etrafına toplandıktan sonra o onlara hitap etmeye başladı:
“Ey Abdülmuttalib Oğulları! Ey Fihr Oğulları! Ey Lüeyy Oğulları! ….Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen düşman atlıları var desem, bana inanır mısınız?”
diye sordu. Etrafına toplanan insanların hepsi birden “Evet!” cevabı verdi. “Çünkü sen El-Eminsin. Yalan söylemezsin.” dediler. Topluluğun kendisine tam bir güveni olduğunun teyidinden sonra Hz. Muhammed @ onlara Allah’ın elçi olarak kendisini gönderdiğini, şirk sistemini terk ederek tevhit sistemine geçmeleri gerektiğini, aksi takdirde kendilerini büyük bir tehlikenin beklediğini ve kurtuluşlarının ancak ilahi öğretinin öngördüğü tevhit sistemine tabi olmakla mümkün olacağını söyledi. Arkasından tevhidi dünya görüşünün manifestosu olan Fatiha Suresini onlara okudu:
“(Ey İnsanlar;) Rahman ve Rahim Allah adına [okuyorum]. Hamd / Övgü/ şükür / karşılık ve yönelim, alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, din gününün/ hesap gününün sahibi Allah’adır. Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz. Bizi, dosdoğru yola ilet. Kendisini nimete erdirdiklerinin yoluna ilet. Azıp sapmış ve üzerlerine gazap hak olmuşların yolundan uzak tut!” (Fatiha Suresi 1-7)
Herkes bu manifestoyu büyük bir dikkatle dinledi. Manifestonun Mekke kamuoyunda çok büyük bir yankı uyandıracağı açıktı. Zira öncelikle bu bildiri Rahman ve Rahim Allah adına okunuyordu. Yani Hz. Muhammed’in @ şahsi bir daveti değildi. Vahiy gelmeden önce Darün Nedve’de yaptığı tevhit çağrıları kendi kişisel çağrılarıydı ama bu sefer çağrıyı Allah adına yapıyordu. O (Allah) kullarına karşı çok merhametli, çok bağışlayandı. Bu ifade aslında Allah’ın yetkilerini kendilerine devrettiğine inanılan o zalim, merhametsiz, cimri ve sömürücü sözde tanrıların düzenine karşı Allah bildiriyordu ki:
“Ben asla zalim değilim, ben asla acımasız değilim, ben asla sömürücü değilim ve ben asla kimseye yetkilerimi devretmedim. Hele böyle zalim, sömürücü, merhametsiz, vahşi, adaletsiz, cimri olan kişi, kurum ve kuruluşlara hiç devretmedim. Merhametlilerin en merhametlisi olan benim adıma olacak tevhidi dünya görüşü ve sistemi ise insanlara son derece merhametli, şefkatli, bağışlayıcı ve paylaşmacı olacaktır. Merhameti, şefkati, rahmeti, bağışlamayı ve paylaşmayı ilke olarak benimsemeyen hiçbir sistem benim adıma ve benim onayladığım bir sistem olamaz.”
Hz. Muhammed’in @ okuduğu Fatiha suresi bildirisinde bu husus ikinci kez üzerine basa basa tekrar ediliyordu:
“Ey Mekkeliler! Yöneliminizi, hamdinizi, seçiminizi çok merhametli, bağışlayıcı, şefkatli ve her şeyi kulları için veren Rabbinizin önerdiği tevhidi dünya görüşüne yapın. Bu dünya görüşüne yönelin ki içinde bulunduğunuz zalim, vahşi, acımasız, faizci ve fuhuşçu sözde tanrıların sisteminden kurtulasınız. Çünkü Âlemlerin Rabbi imtiyazlı, azgın, zalim, zorbaları sevmez. O, kullarının gözyaşı dökmesini ve acı çekmesini istemez. O, sadece bir kabilenin / ulusun değil tüm âlemlerin, herkesin ve her şeyin Rabbidir. O, âlemlere karşı merhametlidir, kullarına karşı merhametli olunmasını ister. O, sevendir, kullarına karşı sevgiyle, şefkatle ve hoşgörü ile muamele edilmesini ister. O, bağışlayıcıdır / affedicidir / vergilidir kullarına karşı bağışlayıcı / affedici / vergili olunmasını ister. O, esirgeyicidir, kol-kanat gericidir ve korumacıdır, kullarına karşı da esirgeyici, kol-kanat gerici ve korumacı olunmasını ister. O, tektir, kullarının da bir araya gelmesini tevhit olmalarını, kardeş olmalarını, dostluklarını ister.
Yöneleceğiniz / hamd edeceğiniz / şükredeceğiniz bu ilahi sistemin Rabbi öyle bir Rab ki sadece o kabilenin, bu kabilenin değil tüm kabilelerin, tüm insanların, tüm âlemlerin Rabbidir. O, sadece zenginlerin, soyluların rabbi değil, toplumun her kesiminin rabbidir. O, yoksulun da rabbidir, yetimin de rabbidir, kölenin de rabbidir. İçinde bulunduğunuz şirk sisteminde olduğu gibi her kabilenin bir tanrısı hatta her ailenin bir tanrısı şeklindeki bir sistem sizi birbirinize kırdırıyor, size hiç acımıyor, sizi sınıflara bölüyor ve sadece sözde tanrılar adına hareket eden zenginlerinize, ileri gelenlerinize menfaat sağlıyor. Sadece belli bir ırkı, belli bir kabileyi, belli bir topluluğu değil tüm âlemleri eksen almış tevhidi dünya görüşüne yöneldiğiniz / hamdettiğiniz takdirde birbiri ile sürekli çatışan atomize / bölünmüş kabileler şeklindeki toplumsal yapıdan kurtulacaksınız. Birlik ve beraberlik içerisinde yeni bir toplumsal yapıya kavuşacaksınız.”
Bu manifesto bildirisindeki “Hamdin âlemlerin Rabbine olduğu” ilkesi ile her kabileye özgü kendi sözde tanrısı, kutsalı ya da kırmızıçizgileri çerçevesinde oluşmuş atomize, parçalı toplum yapısı yerine bütün kabilelerin tek bir ilah ve onun öğretisi etrafında bir araya gelerek tek bir topluluk oluşturduğu bir toplum yapısına yönelinmesi ifade ediliyordu.
Hz. Muhammed’in @ okuduğu manifestonun bir diğer önemli vurgusu, “hesap / din gününün sahibinin âlemlerin Rabbi” olmasıydı. Bu vurgu, Safa tepesinde toplanan Mekkelilere bir başka şok daha yaşatıyordu. Çünkü onların içinde yaşadıkları şirk sisteminde Allah’tan yetki aldığı iddia edilen sözde tanrılar ve onlar adına hareket eden kabile reisleri yaptıkları yönetsel uygulama, iş ve işlemlerden dolayı kendilerini hiç kimseye karşı sorumlu hissetmiyorlar ve kimseye hesap vermiyorlardı. Onlar sözde tanrılar adına hareket ettiklerinden dolayı kendilerini “layüs’el” yani “sorumsuz ve hesap sorulamaz” olarak görüyorlardı. Onların yaptıkları kimse tarafından sorgulanamazdı. Ne yaparlarsa doğru ve tanrısal olarak görülürdü. Zira her şey kabile için ve kabile adına yapılıyordu. Kabile bütün otoritelerin üzerinde idi. Onlara göre Allah sadece kendi kabilesinin tanrısını kendisine en yakın tanrı olarak seçmişti. Diğer kabileler kendi kabilelerinden asla hesap soramazlardı. Her kabile kendi başına buyruk idi. Sorumsuz ve hesap sorulamaz idari yapıların ürettiği sonuçlar ise toplumda zulümden, adaletsizlikten, sömürü ve vahşet gibi kötü sonuçlardan başka bir şey değildi.
Ama şimdi Hz. Muhammed @ bildirisinde öyle bir dünya görüşüne davet ediyordu ki o dünya görüşünün hâkim olduğu sistemde yöneticiler ve ileri gelenler yaptıkları icraatların hesabını mutlaka verecekleri bildiriliyordu. Ahirette irade sahibi tüm yaratıkların yaptıklarının hesabını vermesi gibi Âlemlerin Rabbinin öngördüğü sistemde de yöneticiler, sorumsuz, layüs’el olamazlar. Kurulacak sistemde yöneticiler topluma belirli zamanlarda hesap vereceklerdir. Hiç kimse sorumsuz ve layüs’el olmayacaktır.
Hz. Muhammed’in @ manifestosunda Mekkelileri şok eden önemli ilkelerden bir diğeri de “Yalnız sana itaat eder ve yalnız senden yardım isteriz” ilkesiydi. Bu ifadeyi söyleyenler sosyal bir ruh, birlik ve tevhit ruhu içerisinde şu hususları deklare etmiş oluyorlardı;
“Rahmete dayanmayan, insanlara zulmeden, insanları birbirine düşüren, insanları fakirliğe, sefalete ve perişanlığa sürükleyen, insanlığın gelişimine engel olan kişi, kurum ve düşünceleri reddediyoruz, onlara bağlanmayacağız, itaat etmeyeceğiz. Ahlaksız, sorumsuz, azgın, zorba, kibirli, zalim, faizci, vicdansız, fuhuş yapan ve yaptıran kişilere itaat etmeyeceğiz. Sorunlarımızın çözümü için onlardan medet ummayacağız ve onlara başvurmayacağız”
“Hayatın gerçeklerinden uzak, sanal, yapay, insanları aldatma, kandırma ve sömürme amaçlı kutsallaştırılmış ilke ve idollere, sözde tanrı ve ortaklarına saygı göstermeyeceğiz ve onlara itaat etmeyeceğiz.”
“Sorunlarımızı çözmekten ve ihtiyaçlarımızı gidermekten aciz, boş laf eden ve boş vaatlerde bulunan yalancılardan bir şey istemeyeceğiz.”
“Bizler sadece Allah’tan yardım/inayet isteyeceğiz, sadece O’ndan medet umacağız, sadece O’ndan çözüm bekleyeceğiz, sadece O’ndan destek isteyeceğiz.”
Hz. Muhammed’in @ sine-i millete dönerek Safa tepesinde halka sunduğu tevhidi dünya görüşünün manifestosu niteliğindeki Fatiha suresinin son kısmı ise Âlemlerin Rabbinden bir talep ve duadan oluşmaktaydı. Bu son cümlelerde manifestoya destek verenlerin duaları temiz olmak, dürüst olmak, arınmak, iyilerden olmak, doğru kimselerden olmak ve bu talepleri konusunda Cenab-ı Hakk’tan yol, yöntem ve usullerin en doğrusunu, en güzelini, en iyisini göstermesini niyaz etmektir. Aynı dua kapsamında kötülerden, azgınlardan olmamak ve O’nun gazabına yol açacak yol ve yöntemlerden uzak bulundurmasını talep etmektedir.
Manifestoya taraftar olanlar dualarındaki “Dosdoğru yol” tanımı ile şu talepleri dile getirmektedirler:
“Bizi iyilik, fazilet, güzellik getiren yollara ilet,
Bizi barışa, huzura, istikrara giden yollara ilet,
Bizi hürriyet, yardımlaşma, güvenlik sağlayan yollara ilet,
Bizi zenginlik, refah, ileri, esenlikli yaşamın yollarına ilet,
Bizi korkusuz, tasasız, endişesiz, geleceğe umutla bakabilen yaşam yollarına ilet,
Bizi bilinç, hakkaniyet, adalet getiren yollara ilet.”
Manifesto taraftarlarının dualarındaki “Rabbin nimet verdiği kimseler” olarak tanımladığı kişiler ise;
Peygamberler, Rabbin kendisinden razı olduğu kullar, Rabbin sevdiği kullar, salihler, muttakiler, muhlisler, ahlaklılar, cömertler, adil kişiler, erdemliler, merhametliler,…. kısacası Cenab-ı Hakk’ın vahiyle nimetlendirdiği kimselerin karakterine sahip kimseler.
Manifesto taraftarlarının dualarında kaçındıkları “Azıp sapmış ve üzerlerine gazap hak olmuş kimseler” olarak tanımladığı kişiler ise;
Hakikate / doğruya / güzel ahlâka sırt dönen, sorumsuzlar, azgınlar, kibirliler, zalimler, şerefsizler, haysiyetsizler,………
Safa tepesinde Hz. Muhammed’in @ bildiriyi okumasından sonra kalabalık arasından sadece bir kişinin sesi işitildi. O konuşan kişi ise Hz. Muhammed’in @ amcası Ebu Leheb idi. Ebu Leheb “Muhammed! Ellerin kurusun! / Yazıklar olsun sana! Bizi bunun için mi topladın.” diyerek bağırmaya, hakaret etmeye başladı ve elindeki taşı yeğenine fırlattı. Daha sonrasında da topluluk Safa tepesini terk etti.
Böylece peygamberimiz Rabbi adına okumuş, Rabbinin en büyük olduğunu ilân etmiş ve insanları gazapla uyararak ilk okuma / davet görevini yaparak hareketi başlatmıştı. Artık okunan manifestonun mesajları tüm Mekke kamuoyunda tartışılacaktı.
2.7.Mekke Kamuoyunda Fatiha Suresinin mesajlarının Tartışılması
Hz. Muhammed’in @ Safa tepesinden Mekkelilere okuduğu Fatiha manifestosu Darün Nedve Meclisinde Mekke ileri gelenlerinin yüzüne tokat gibi şaklamıştı. Daha önce diledikleri gibi yönettikleri bir toplum varken şimdi işlerine taş koyacak, ipliklerini pazara çıkaracak ve her yaptıkları aldatma, hile ve sahtekârlığı ortaya koyacak bir muhalefet doğmuştu. Hem de bu muhalefet kendi içlerinden çıkmış birisiydi. Dahası bu muhalefeti yönlendiren ilahi nefesti, ilahi bir ruhtu. Bu muhalefet amcası, dedesi gibi mecliste, yani sistem içerisinde kalıp muhalefet yapsa bir sorun yoktu. O muhalefetini meclisin içerisinde değil halkın sinesinde yapmaya kalkmıştı. Üstelik bu muhalefetin lideri, görevini bizzat Cenab-ı Hakk’ın verdiğini bildiriyor ve muhteşem veciz ve beliğ sözlerle onlara hitap ediyordu. Artık onlar hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını görüyorlardı.
Darün Nedve’de üyelerin bazıları “başımıza iş aldık” diyorlardı. Bazıları ise “Şimdi Mekke dışındaki diğer Araplara durumu nasıl izah edeceğiz. Kendi kutsallarına ve şimdiki toplumsal yapıya kökünden karşı çıkan bir muhalefetin çıkması nedeniyle kurulu sistemlerinin tehdit altında olduğunu gören Mekke dışındaki Arap kabileler, bizden bu sorunun derhal çözülmesini talep ettikleri zaman bizler ne cevap vereceğiz? Dahası bu iş büyüyecek olursa onlar bizi Mekke’den sürüp çıkarırlar” diyorlardı. Ebu Cehil ve Velid bin Muğire gibi Darün Nedve Meclisinin önde gelen azılıları ise “Bu işi Haşimoğulları başımıza sardı, onlar temizlesin. Ama şimdilik bu konuda alacağımız tedbir, Hz. Muhammed’in @ deli, meczup, cinlenmiş olduğu üzerinde durmak ve dikkate alınacak önemli bir durumun olmadığını dile getirmek. Bu konunun kendi kabilesi nezdinde kolaylıkla çözüleceğini belirtmek” diyorlardı. Görüşmelerin sonunda bu görüş ağırlık kazandı.
Diğer taraftan Safa tepesi çağrısının Mekke halkı nezdinde çok önemli etkisi oldu. Özellikle zulüm altında inim inim inlemelerine rağmen, tepki koyacak güçleri olmayan Mekke’nin sahipsizleri, köleleri, fakir ve yoksulları için bu manifesto, sessiz yığınların sesi, adeta çığlığı olmuştu. Gidişattan memnun olmayan orta ve bazı üst düzey ileri gelenleri açısından da bu manifesto ilaç gibi gelmişti. Zira Hz. Muhammed’in@ bu çağrısı Mekke’nin içine yuvarlandığı bataklığın farkına varan, ama çözüm üretemeyenlerin sesi olmuştu. Onlar için bir umut doğmuştu.
Safa tepesindeki manifesto, daha önce ortaya konan muhalefetin argümanlarından çok farklıydı. Zeyd bin Amr, Varaka bin Nevfel, Kus bin Saide gibi kişilerin Mekke şirk sistemine karşı muhalefet söylemleri sadece yanlışları ortaya koymak olmuştu. Onların negatif bir muhalefet dilleri vardı. Olumsuzlukları dile getiriyorlardı. Fakat çözüme yönelik ortaya alternatif bir dünya görüşü öneremiyorlardı. Toplumun içinde bulunduğu krize çözüm olacak olumlu söylemleri mevcut değildi. Onlar bir arayış içerisinde idiler. Hatta Varaka bin Nevfel örneğinde olduğu gibi bu muhalifler şirk sistemine karşı koymak için Yahudilik ya da Hristiyanlığı seçebiliyorlardı. Bazen dertlerine çare olmadığı için bu dinleri de bırakıyorlardı. Cenab-ı Hakk’ın rehberliği olmadan gizlenmiş hakikatlerin ortaya çıkarılması imkânsızdı.
Fakat Hz. Muhammed’in @ ortaya koyduğu Fatiha suresi manifestosu olumlu bir dil kullanıyordu ve çözüm önerisi sunuyordu. Yani insanlar bu olumlu söylemin tersini düşünürse olumsuzlukları rahatlıkla çıkarabiliyor ve böylece şirk sisteminin olumsuzluklarını reddediş kolayca anlaşılıyordu. Fatiha suresi manifestosunun güzelliği de buradaydı. Çünkü insanlar zaten şirk sisteminin içerisinde yaşıyorlar ve bu sistemin getirdiği tüm olumsuzlukları iliklerine kadar yaşıyorlardı. Bir de bunu dile getirmenin anlamı yoktu. Bunun yerine soruna çözüm ortaya konmalıydı. Fatiha suresi manifestosu bunu yapıyordu. Çözüm olarak merhameti, rahmeti, acımayı, bağışlamayı, paylaşmayı, cömertliği, kardeşliği, şefkati, bütün insanların birliğini ve beraberliğini, icraatların denetlenmesini ve hesap verilmesini önceleyen bir toplumsal yapının tercih edilmesini ortaya koyuyordu. Topluma yaşadıkları zulümlerin sebebi olan sözde tanrılara değil sorunlarına doğru çözümleri sunan Allah’a itaat edilmesi isteniyordu. Toplumsal sorunların çözümü için Allah’a başvurulması ve O’ndan yardım istenmesini ortaya koyuyordu. İnsanların dosdoğru yolu aramaları gerektiği ve ahlaklı, faziletli ve dürüst insanların peşinden gitmeyi arzulamaları belirtiliyordu. Kötülüklerin önderi, şeytanlık peşinde koşan, azgın, sapkın insanlardan uzak durmayı arzulamalarının gereği de vurgulanıyordu. Hz. Muhammed’in Fatiha Suresi çerçevesinde davet ettiği ilkeler toplumu dirilterek büyük bir medeniyet yaratacak ilkelerdi. Zira bir toplum ancak adalet ile ayakta durur ve yücelir. Adaletin temelide doğru inanç, doğru düşünme ve erdemdir. / fazilettir. Sözkonusu ilkeler ile faziletin / erdemliliğin temel alınması öngörülmektedir. Allah’ın tüm alemlerin Rabbi olması ilkesi ile İslami toplumda kimseye ayrımcılık ve ötekileştirme yapılmayacağı belirtilir. O’nun Rahman ve Rahim isimleri ile toplumdaki herkesin merhametli, paylaşmacı, vergili olması ve kimseyi aşağı görmemesi, kimseyi ezmemesi, kimsenin kibirlenmemesi ilke olarak ortaya konulur. Herkesin tercihlerinin ve yaptıklarının hesabını adil bir şekilde hesabını verececeği / vermesi gerektiği ve bu hususta kimsenin bir ayrıcalığının olmayacağı belirtilir. Toplumdaki herkesin yapacağı eylemlerde iyiyi, güzeli, doğruyu, hak ve gerçeği aramasını, kötülükten, pis ve iğrençlikten, yanlışlardan uzak durması gerektiğini ifade eder. Böylece uygar faziletli / erdemli toplumu yaratacak ilkeler ilan edilmiş olur.
2.8.Haşimoğulları içerisinde Fatiha Suresi Bildirgesinin Tartışılması
Haşimoğulları, muhafazakâr sayılabilecek bir kabile idi. Onlar Abdülmuttalibin etkisi ile şirk kültürü ve şirkin kötülüklerinden hiç hoşnut değillerdi. Mekke’nin kuruluş felsefesine bağlı kalmaya çalışarak Kâbe’nin dürüstlüğün, doğruluğun, erdemliliğin, adaletin, kardeşliğin vb. güzel hasletlerin insanlara öğretildiği bir merkez olması ilkesine bağlı kalarak insanlara hizmet vermeye çalışıyorlardı.
Onların bu güzel yönleri nedeniyle kendi soylarından çıkan Hz. Muhammed’e @ ve bildirgesine bakışları da genel olarak olumluydu. Fakat bu bildirgeye olumlu bakmak başka, bildirgenin çağrısına uyarak Hz. Muhammed’in @ yanında saf tutmak başkaydı. Çünkü Hz. Muhammed’in @ yanında saf tutulduğu takdirde Mekke’nin, hatta tüm yarımada Araplarının tepkileri ile karşı karşıya kalınacağını gayet iyi biliyorlardı. Kurulu sistemle mücadele etmek öyle kolay değildi. Fakat diğer taraftan o dönemin gelenek ve töresi gereği kendi içlerinden, kendi soylarından birisini diğer kabilelere karşı korumak da kabileciliğin gereğiydi ve büyük şerefti. Bundan dolayı kimse kınanamaz, hatta korumaya alınan kişinin inancına teslim olunmaz ise bu koruma takdir bile edilirdi.
İşte bu nedenlerle Haşimoğulları’nın durumu diğer kabilelerden farklılık arz ediyordu. Onlar Hz. Muhammed’in @ safında yer almasalar bile kabileciliğin kuralı gereği onu korumaları gerekiyordu. Bildirgesine / çağrısına olumlu yanıt vererek onun safına katılmaları halinde ise hayatlarının çok zorlaşacağını, hatta onu koruma konusunda acze düşeceklerini de çok iyi biliyorlardı. Bu husus Hz. Muhammed’in@ amcası Ebu Talip tarafından çok iyi kavranmıştı.
Özellikle kabilenin başı olan Ebu Talip, yeğeninin çağrısına görünüşte iman etmese de resmiyette inkâr politikası güderek onu koruması, törelere en uygun yol olacağı düşüncesinde idi. Belki de bu düşüncesini Hz. Muhammed @ ile paylaştı ve muhtemelen o da bu politikayı olumlu buldu. Ebu Talib’in görünüşte iman etmeyerek resmiyette müşrik inancında imiş gibi görünmesi ile kendisinin Darün Nedve’deki yetkileri ve konumu muhafaza edilmiş olacaktı. Böylece Hz. Muhammed’in @ korumacılığını yapmak yasal olduğu gibi aynı zamanda müşrikler nezdindeki gelişmelerden haberdar olmak için irtibat da koparılmamış olacaktı. Fakat Haşimoğulları’ndan dileyen Hz. Muhammed’in @ yanında saf tutabilirdi. Mesela görünüşte inkâr politikası takip eden Ebu Talip, oğlu Ali’nin Hz. Muhammed’in @ safında yer almasını destekledi.
Diğer taraftan Ebu Leheb ise Hz. Muhammed’in @ amcası olmasına rağmen Safa tepesindeki bildirgenin okunmasından sonra tepki koymuş ve yeğenini aşağılamaya çalışmıştı. Safa tepesindeki toplananlardan sadece onun tepki koyması, onun ne kadar aşağılık olduğunu da göstermekteydi. Töreye göre şerefli olan hareketin yeğeninin yanında olması ya da onu koruyucu olması gerekirken sırf ticari zaafa uğrama ve mal kaybetme korkusu nedeniyle yeğenini aşağılayıcı laflarla taciz etmesi, Ebu Leheb’in ne kadar şerefsiz ve aşağılık bir kimse olduğunu göstermesi açısından yeterli bir göstergedir.
Haşimoğulları’nın kendi aralarında yaptıkları yemekli ve yemeksiz toplantılarda bu konu gündeme geldi ve Hz. Muhammed’in @ Safa tepesindeki bildirgesi üzerinde tartışılarak nasıl bir vaziyet alınacağı üzerinde duruldu.
Hz. Muhammed @ açısından ise kendi soyu olan Haşimoğulları’nın korumacılık yapmasından ziyade, kendisine inanarak desteklemesi ve kendi safında yer alması daha önemliydi. Zira o günkü ortamda kabilesinin kendisine inanmadığı / kendisine güvenmediği gibi bir izlenim verilmemesi açısından bu önemliydi. Bu nedenle Hz. Muhammed @ sadece Haşimoğulları’nın ileri gelenlerine, yaklaşık 40 (kırk) kişilik bir topluluğa, yemek vermeyi ve o ziyafette onları kendi safına davet etmeyi tasarladı.
Yemeğin sonunda hareketine destek vermeleri hususunda bir konuşma yapmayı planlamıştı, ancak yemeğe amcası Ebu Leheb’in davetsiz misafir olarak katılması ve daha önce Safa tepesindeki olumsuz tavrı nedeniyle bu konuşmayı gerek biraz korku gerekse çeşitli tereddütleri nedenleriyle gerçekleştiremedi ve davetliler yemekten sonra dağıldılar.
Birinci girişim başarısız olmuştu. Ancak Hz. Muhammed @ Rabbin’den aldığı “bu işe sabırla baş koy/ asla geri adım atma / geri durma” emri çerçevesinde ikinci ziyafeti tertipledi. İkinci yemek davetine de davetsiz ve yüzsüz amcası Ebu Leheb yine katıldı, fakat bu kez Hz. Muhammed @ bütün cesaretini topladı ve ziyafetin amacını gerçekleştirmek için kabilesinin ileri gelenlerini kendi safına çağıran bir konuşma yaptı.
Kendisine mesajlarını iletmek ve o mesajları doğrultusunda hareket edilmesi için Cenab-ı Hak tarafından ağır bir sorumluluk ve görev verildiğini bildirdi ve onlara Fatiha Suresini okudu. Onlardan katılım ve destek istedi. Fakat yemeğe katılan davetliler arasında hiç kimsenin sesi çıkmadı. O onları bir daha kendi safına katılmaya davet etti, fakat yine kimseden aradığı desteği bulamadı. Üçüncü kez davetini tekrarladı ve yine kimseden ses çıkmayınca o sırada henüz on iki-on üç yaşlarında olan Ali(ra) Hz. Muhammed’in @ davetine “Ey Allah'ın elçisi. Bu işte ben senin yardımcın ve destekçinim” diyerek destek çıktı. Fakat amcası Ebu Leheb, Hz. Muhammed’in @ bu davetine yine şiddetle karşı çıktı. Onun yanlış yaptığını, kabileye zarar verdiğini ifade etti. Gerekçe olarak Haşimoğulları’nın kendisini ne Mekkelilere ne de tüm diğer Arap kabilelerine karşı koruyacak güçte olmadığını söyledi. Ebu Leheb, kurulu şirk sistemine kabile olarak karşı çıkılması halinde bütün Arap kabilelerinin Haşimoğulları’nın üzerine çullanacağını ve kabilelerinin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını belirtti. Bu nedenle Hz. Muhammed’in bu hareketinin Haşimoğulları’nın başına büyük bir bela açmakta olduğunu ve derhal durdurulması gerektiğini söyledi.
Ebu Leheb konuşmasında şu hususlara da işaret etmeye çalıştı: “Eğer senin davetine katılacak olursak, şirk sistemi ile kurulan Mekke’nin ticari / dini piyasa yapısı bozulacak, özellikle hac dönemlerinde bütün Arap kabilelerinin katıldıkları ve yarım adadaki en büyük alışveriş merkezleri / pazarları olan Mecenne, Ukaz, ve Zulmecaz pazarları başka yerlere kayacak ve hatta diğer Arap kabileleri tüm Kureyş’in üzerine yürüyecek ve Mekke’den hepimizi sürüp çıkaracaklar.”
Ebu Leheb’in bu görüşüne Ebu Talib karşı çıktı. Hz. Muhammed’in@ en yakın akrabaları olduğunu ve ona yardım etmenin kendileri için büyük bir şeref olduğunu belirtti. Daha sonra Hz. Muhammed’e@ dönerek kendisini korumak ve kollamaktan asla geri durmayacaklarını söyledi. Bunun yanında hâlihazırdaki cari şirk dininden ayrılmayacağını da ifade etti. Böylece o kurulu sistemin yasaları içerisinde hareket etmeye devam edeceğini bildirmiş oldu.
Ebu Leheb ise ağabeyi Ebu Talib’e karşı çıkarak Hz. Muhammed’in@ muhakkak engellenmesi gerektiği aksi takdirde bu iş büyüyecek olursa çok büyük bir musibet ile karşı karşıya kalınacağını söyledi. Bunun üzerine Ebu Leheb’e kız kardeşi Safiye karşı çıktı ve Haşimoğulları olarak Hz. Muhammed’i @ korumanın şeref, aksi davranışta bulunmanın ise zillet ve şerefsizlik olacağını ifade etti. Fakat Ebu Leheb görüşünü savunmaya devam etti. Kız kardeşi Safiye’nin kadın oluşuyla alay ederek kadınların bu işe karışmamasını, onların olaylara duygusal bakarak hep yanlışa sürüklediklerini söyledi. Arapların üzerlerine geldikleri zaman nasıl ve hangi güçle karşı koyacaklarını bir düşünmelerini, kendisinin kabileyi korumaya çalıştığını ifade etti.
Tartışmalı geçen toplantıda son sözü kabile reisi olan Ebu Talip söyledi ve Ebu Leheb’i korkaklıkla suçlayarak, Hz. Muhammed’i@ koruyacaklarını, ona kimsenin dokunamayacağını ve onu korumak için gerekirse kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarını ifade etti. Böylece Haşimoğulları’nın nihai kararı Hz. Muhammed’in@ safında yer alınmasa da onu koruma altına almak şeklinde tecelli etti. Bu toplantıdan sonra akrabalarından Hz. Muhammed’in @ tarafına geçenler de oldu. Zamanla giderek Hz. Muhammed’in @ saflarına geçenler artmaya başladı.
2.8.Ebu Leheb’in karşıtlığı
Ebu Leheb’in kabile geleneklerine göre yeğeni Hz. Muhammed’in @ korunmasına karşı çıkışının altında sahip olduğu malı, mülkü ve statüyü kaybetme korkusu yatmaktaydı. O kabilesinin Hz. Muhammed’i @ korumasına karşı olmakla kalmıyor aynı zamanda ona muhalefette müşriklerle birlikte hareket ettiği için akrabaları tarafından eleştiriliyor ve onların aşağılayıcı bakış ve sözlerine muhatap oluyordu. O da Mekkeli müşriklere şirin görünmek için elinden geleni yaparak şerefsiz ve şahsiyetsiz bir yol seçiyordu.
Onun şahsiyetsizliği o derecedeydi ki yeğenine eziyetler yapmak, ailesine acılar çektirmek ve böylece Mekke’nin Müşrik ileri gelenlerinin gözüne girmek ona daha sevimli geliyordu. Onun bu aşağılık çabalarına Ebu Süfyan’ın kızkardeşi olan karısı Ümmü Cemil de destek veriyordu. Onlar Hz. Muhammed’e@ sıkıntı vermek ve acı çektirmek için çok adi yöntemlere başvuruyorlardı.
Ebû Leheb ve karısı ilk önce Hz. Muhammed’e @ evlatları üzerinde acı vermeyi denediler. Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Hz. Muhammed’in @ kızlarından Ümmü Gülsüm ile ve diğer oğlu Utbe ise yine kızı Rukiyye ile evliydi. Ebu Leheb ve karısı iki oğlundan da eşlerini boşamaları için her türlü fitne-fesat-dedikodu ve baskıyı yapmaya başladılar. İlk zamanlar her iki oğlu da bu girişimlere direndiler; zira eşlerinden memnundular. Ancak sonunda onların bu girişimleri Uteybe üzerinde etkili oldu ve o, eşini boşamaya karar verdi. Utbe ise provokasyonlara gelmedi ve eşini boşamaya yanaşmadı.
Bu ve buna benzer girişimler Hz. Muhammed’in @ yoluna dikenleri sermeye yönelik girişimlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak elçisine onların yaptıklarına karşı Tebbet Suresini indirdi. Bu sure ile şu mesajlar ve mucizevi ihbarlar veriliyordu:
“Ey şahsiyetsiz, şerefsiz kişi ile karısı! Bu yaptıklarınız sizin kahrolmanıza sebep olacak! Zannetmeyin ki yaptığınız aşağılık hareketler müşrikler nezdinde çok iyi karşılanacaksınız. Zannetmeyin ki onlar size paye verecek. Bu yaptıklarınızla kurtulacağınızı zannediyorsanız aldanıyorsunuz. Onlar size asla itibar etmeyecekler. Bu yaptıklarınız nedeniyle yarın ne Hz. Muhammed @ taraftarları arasında bir yeriniz olacak ne de müşrikler nezdinde bir yeriniz olacak ve siz hiçbir yere sığamayacaksınız. Malınız, mülkünüz, statünüz sizi kurtaramayacak. Bu yaptıklarınız size asla bir fayda sağlamayacak. Siz kendi ateşinizi kendiniz yaktınız. Karın yaptığı dedikodular ile o ateşe sürekli odun taşıyor, tıpkı boynunda gerdan yerine urgan ipi olan bir köle gibi. Bunlar dünyadaki azap! Bir de bu yaptıklarınızın ahretteki karşılığı olan ateş azabı var!”
Rahman ve Rahim Allah Adına
1-5- Ebu Leheb’in iki eli / gücü, kudreti kurusun! Kahrolsun! (yok olsun!); zaten kendisi de kahroldu, kahrolacak. Ne malı ne de yaptıkları, onu kurtaramayacak. (O) alevli bir ateşe girecektir, karısı da (onun ateşine) odun hamallığı yapacak. Gerdanındaki (kölelik tasması gibi) sağlam bir urgan ipi (ile). (Tebbet Suresi 1-5)
2.9.Mekkelilere Çağrılar
Safa tepesinden yapılan çağrıdan sonra Mekke kamuoyunda okunan bildirgenin mesajları tartışılır. Darün Nedve’deki iblislerin tavırları bu bildirgenin mesajlarını boşa çıkarmak ve Hz. Muhammed’i @ itibarsızlaştırmak için ona cinlerin, şeytanların (ecnebi şeytanların / dış güçler) kendisine seslendiğini ifade etmişlerdir. Onlara göre kurulu düzeni tehdit ederek Mekke’yi, yarımada Araplarını ve hatta İran / Sasani, Mısır, Bizans gibi süper güçleri de karşısına alan bu bildirge ancak cinler / şeytanlar (ecnebi şeytanlar / dış güçler) tarafından Hz. Muhammed’e@ okunmuş olmalıdır. Zira asırlardır uygulanan şirk sistemine karşı çıkmak hiçbir akıllının izleyeceği yol değildir. Bu olsa olsa çevre ülkelerden bazı ecnebilerin şeytani düşüncelerini Hz. Muhammed’e @ anlatıp onu ayartmasından başka bir şey değildir. Yani onlara göre Hz. Muhammed @ kökü dışarıda olan bazı yabancı güçlerin görüşlerini kendi toplumuna empoze etmeye çalışıyordu.
Mekke’nin iblis yöneticileri bu iddiaları ile Hz. Muhammed’in @ peygamberliğinin yalan ve önerdiği öğretisinin ilahi kaynaklı olmadığını ifade etmeye çalışıyorlardı. Şayet onun iddiaları halk tabanında tutmazsa, tehdit ortadan kalkabilecekti. Aksi takdirde bu okumaların / bildirgelerin arkası gelir de halk, Hz. Muhammed’in @ bildirgelerinden etkilenecek olursa işte o zaman çok zor durumda kalacaklardı. Mekke halkını Hz. Muhammed’in @ yanından ve mesajlarından uzaklaştırmak için onun peygamberliği hakkında şüphe ve tereddüt yaratacak bu tür iddialar ortaya attılar. Ama onların bu iddialarına karşı Cenab-ı Hakk’ın cevabı gecikmedi. Cevap Tekvir suresi ile verildi.
Cenab-ı Hak, Tekvir suresi ile önce Kıyamet sahnelerini tasvir ederek Mekkeliler üzerine kopacak toplumsal kıyameti anlattı. Tasvire göre kozmik kıyamette güneşin sönmesi, gökteki yıldızların dökülmesi gibi gelecekte yaşanacak Mekke toplumunun kıyametinde de bugün için gökteki yıldızlar gibi parlayan, güneş gibi ışıyan şirk sisteminin önderlerinin o gün bu makam ve mevkilerini kaybedeceklerine, hepsinin teker teker sönüp döküleceğine işaret edildi. Böylece Kıyamette nasıl kozmik sistem yıkılacaksa Mekke’nin toplumsal kıyametinde de şirk sisteminin yıkılacağı ifade edildi.
Araplar için doğumu yaklaşmış devenin başından ayrılmalarının ancak kozmik kıyametin dehşeti gibi çok tehlikeli durumlarda olacağı sahnesinden hareketle Mekkelilerin toplumsal kıyametlerinde de bugün için çok değer verdikleri şeyleri terk etmek zorunda kalacaklarına işaret edildi. Nasıl ki kozmik kıyamette vahşi hayvanların bile can derdine düşerek artık avlanmayı, birbirlerini parçalamayı akıllarına bile getirmedikleri ve hepsinin bir araya gelip toplanacağından hareketle yarın Mekke’nin toplumsal kıyametinde de şirk sisteminin vahşi, şiddetli, öfkeli ve kudretli kişi, kurum ve kuruluşlarından hiçbir eser kalmayacağı, herkesin kuzuya döneceği, birbirini yiyen vahşi kabilelerin bile bu alışkanlıklarından vazgeçeceği ve bir araya gelecekleri vurgulandı.
Kıyamet tasvirlerinden sonra hesap gününde suçsuz, günahsız ve masum kız çocuğunun neden diri diri toprağa gömüldüğü tasviri üzerinden Mekke’deki ezilen, aşağılanan, zillete duçar edilen, yoksul, kimsesiz kişilere bu zulmü yapanların kimler olduğu ve neden böyle bir zulme maruz kaldıklarının, hangi yanlış ve günahlarının olduğunun sorulacağı ifade edildi. Bu öyle bir hesaplaşmayı ifade eder ki yarın bu zulme uğrayanların topluma egemen olacaklarını ve bugünün egemenlerinden yaptıklarının hesabının sorulacağı vurgusu vardır. Gerçekleştirilecek muhakeme sonrasında gizli kapaklı kalmış her şeyin ortaya getirileceği ve herkesin ne yaptığının ortaya çıkacağı belirtildi. Daha sonra bu yapılanlar karşısında verilecek ceza ve mükafatların o hesap gününde ortaya konacağı dile getirildi.
Rahman Rahim Allah Adına.
1- 14- Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde, on aylık / doğurması yakın olan gebe develer umursanmadığında, / terk edildiğinde, vahşi hayvanlar bir araya toplandığında, denizler kaynatıldığında, nefisler eşleştirildiğinde, diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda, “Hangi günahtan dolayı öldürüldü?” diye, amel defterleri açılıp yayınlandığında, gök sıyrılıp açıldığında, cehennem kızıştırıldığında ve cennet yaklaştırıldığında. Herkes ne getirmiş olduğunu anlar. (Tekvir Suresi 1-14)
Sure, daha sonra sözü Safa tepesindeki bildirgeden sonra Mekkelilerin takındıkları tavra getirdi. Yöneticilerinin tavrından korkan Mekke halkı, bildirgedeki mesajları duyduktan sonra Ebu Leheb’in de olumsuz karşı çıkışından sonra sinmişler ve pısırık bir şekilde yuvalarına / evlerine girmişlerdi. Gökyüzündeki cisimlerin hareketlerinin tasvirinden yola çıkarak Mekke halkından bu şekilde sinik ve korkak davranış ortaya koyanlara dikkatler çekildi. Onların karanlığı geçip gitmekte olan geceye atıfla şirkin meydana getirdiği bunalımların, baskıların, zulümlerin, haksızlıkların artık sona ermeye başladığına, nefes almaya başlayan yani doğmaya başlayan sabaha atıfla da adaletin, barış ve huzurun hâkim olacağı aydınlık bir günün doğmakta olduğuna işaretle bu pısırık ve korkak hareketlerin onaylanamayacağına işaret edildi.
15-18- Yeminle Hayır! O sinenlere, çekilip giderek evlerine / yuvalarına gidenlere. Karanlık gece geçip gitmeye yöneldi ve aydınlık sabah nefes almaya başladı. (Tekvir Suresi 15-18)
Mekkelilerin bu korkak tavırları kınandıktan sonra Cenab-ı Hak, onlara Hz. Muhammed’de @ asla bir delilik ve cin çarpması emaresinin bulunmadığı gibi, getirdiği öğretilerin de asla kökü dışarda olan ecnebi ajan ve ideologların ayartması olmadığını ya da onun herhangi bir şekilde yabancılardan etkilenerek böyle bir harekete girişmediğini ifade etti. Ayrıca onun söylediği sözlerde herhangi bir şeytaniliğin bulunmadığı ve yine geçmişinden bilindiği gibi onun çok değerli, dürüst, güvenilir, itaat edilmeye layık ve çok itibarlı bir şahsiyet olduğunu belirtti. Öyle ki Kendisinin de ona çok değer verdiğini, katında çok itibarlı ve seçkin bir elçi olduğunu, son derece güvenilir ve itaat edilmeye layık bir şahsiyet olduğunu vurguladı. Ayrıca onun asla cin çarpması sonucu bu sözleri söylemediğini, onun aklı başında ve ne söylediğini bilen bir kimse olduğunu belirtti. Söz konusu ayetlerde Cenab-ı Hakk’ın elçisi hakkında şu hususlar da dile getirilir:
“Safa tepesinde işaret ettiği tehlikeyi o apaçık bir şekilde görmüştür. Onun Mekke toplumunun geleceği konusunda gördüğü ve ihbar ettiği şeyler asla kendi görüşü değildir. Onlar tamamen ilahi olarak bildirilen ve kendisinin de müşahede ettiği şeylerdir. Mekke toplumunun ahireti hakkında söylediği hususlar asla yabancıların kendisini ayartmak için söylediği şeyler değildir. Bunlar ilahi sosyolojik yasalardır. Allah elçisine bunu bildirmiş ve o da bunları açık bir şekilde müşahede etmiştir. Aslında sizler de kötü akıbetinizi görüyorsunuz. Bu gidişatla giderseniz sonunuzun iyi olmadığını gayet iyi biliyorsunuz. Elçimizin sizi davet ettiği tevhidi dünya görüşünün sizin yegâne kurtuluş yolunuz olduğunu ve bu dünya görüşünün şeytan işi olamayacağını da müşahede etmektesiniz. Bütün bunlara rağmen neden hala elçimizin size teklif ettiğini tercih etmiyorsunuz? Nedir bu kararsızlık ve kaçış haliniz? Neden hala inatla şirk sisteminden vazgeçmiyorsunuz? Bu gidiş nereye böyle? Şayet ders alıp vazgeçmiyorsanız, biz size sadece öğüt veriyoruz. Dileyen bu öğütleri alır ve yolunu düzeltir. Yolunu düzeltmeyen de sonuçlarına katlanır. Tercih sizin. O size irade vermiş dileyen yanlış yolu, dileyende doğru yolu tercih eder. Allah’ın iradesi bu şekilde tecelli etmiştir. Allah sizler için tevhidi dünya görüşünü dilemiştir. Sizin kurtuluşunuz ancak bundadır. Aksi takdirde yok oluşunuz kaçınılmazdır. Allah sosyolojik kuralı böyle koymuştur. Kimse değiştiremez. Sizin başka seçeneğiniz de yoktur.”
19- 29- Kuşkusuz bu, değerli bir elçi sözüdür; O güçlüdür, Arş’ın Sahibinin yanında çok itibarlıdır, kendisine itaat edilmesi gerekir, zira o çok güvenilirdir de. Sizin sahibiniz / arkadaşınız olan bu elçi asla yabancıların / ecnebilerin / cinlerin etkisi altında değildir. Andolsun o, onu (akıbetinizi) apaçık bir ufuk olarak gördü. Onun gayb / gelecek hakkında söyledikleri zan / tahmin değildir. Bu, kovulmuş Şeytanın sözü de değildir. Hal böyleyken / buna rağmen siz nereye gidiyorsunuz? Bu, âlemler için öğütten başka bir şey değildir ve bu içinizden doğru yola gitmek isteyenler içindir. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın dilemesi budur. Siz ancak bunu dileyebilirsiniz. (Tekvir Suresi 19-29)
Hz. Muhammed @ nazil olan bu ayetleri Kabe’nin avlusunda toplanan insanlara okudu. Halihazırda Mekke’nin ileri gelenleri onun bu girişimini engellemiyorlardı. Ama çok büyük kaygı duyuyorlardı. Çünkü bu hareket gelişip halk arasında yayılacak olursa şirk sisteminin sonu gelebilirdi. Bu nedenle çok yakında onu fiili engelleme yoluna gideceklerdi. Şimdilik sözlü tezviratla hareketi bastırmayı yeğlediler. Diğer taraftan Mekke halkının da bu hareketin yanında saf tutması öyle kolay karar verilecek bir şey değildi. Zira Hz. Muhammed @ şirk sisteminin açmazlarına, sıkıntılarına, sorunlarına çözüm getirecek bir manifesto ortaya koymuş olsa da onun başlattığı bu hareketin henüz nereye gideceği belli değildi. Mekke halkı onun yanında hemen saf tutmaktansa biraz durup gelişmeleri takip etmenin daha sağlıklı olacağını düşünüyordu.
2.10.Mekkelilerin Çekinik Davranmaları Karşısında Hz. Muhammed’e @ Motivasyon
Çağrısına Mekkelilerin hemen olumlu tepki vermemeleri Hz. Muhammed’de@ bir kaygı yaratmıştı. Bu işin zor olacağını biliyordu ama bu kadar da zor bir süreç olacağını düşünememişti.
Bu noktada Cenab-ı Hak elçisine hemen motivasyon desteğini verdi ve izleyeceği stratejiyi A’la suresi ile gösterdi. Şöyle ki:
“O, elçisine Kendi isminin ve nizamının üstün kılınması için mücadele etmesini / tesbih etmesini emretti. Bu emirle şirk sisteminde Cenab-ı Hakk’ın isimlerini, sıfatlarını O’ndan başkasına veren ve O’nun yetkilerini üstendikleri iddiası ile iş tutan şirk sisteminin temsilcilerinin oluşturdukları inanç sisteminin yıkılması için var gücüyle çalışmasını istedi. O yüceler yücesi Rab her şeyi yaratır. Her şeye yaratılış amacına uygun yasalar ve ölçüler koyar. O, her şeye ölçüsünü verdiği gibi ulaşılması gereken hedefi de gösterir, onlara yol göstericiliği / rehberliği yapar. İradeli mahlukatına yol göstermeyi de elçileri aracılığıyla yapar. Onları asla yardımsız, yalnız ve başıboş bırakmaz. O yaşamı ve yaşam kaynaklarını yaratır ve sonunda o yaşama bir son da verir. İşte Cenab-ı Hakk’ın varlık dünyası için çizdiği kural budur ve bu kural sürekli cereyan etmektedir.”
Rahman, Rahim Allah Adına.
1-5-Rabbinin ismini egemen kılmak / üstün kılmak için mücadele et / tesbih et. Ki O, (her şeyi) yaratır, yaratılış amacına uygun düzenlemeler yapar, ölçü koyar ve yol gösterir. O, hayat verdiği gibi sonrasında onların hayatlarına son da verir. ([1]) (A’la Suresi 1-5)
Cenab-ı Hak aynı surede elçisine devamla şu mesajlarını da iletti;
“Şimdi sen de bu kural gereği insanlara Rabbinin yol göstericiliği / hidayet rehberliği çerçevesinde görevlendirildin. Bu nedenle sen insanları davet edeceksin, onları davet edeceğin şeyleri sana okutacağız, öğreteceğiz ve sen onları çağıracaksın. Sen bu davetinden / çağrından asla geri durmayacak ve asla bu çağrıyı terk etmeyeceksin. Senin bu çağrın Rabbinin dilediği bir süre kadar devam edecek. Geçmiş peygamberlere gelmiş olan ancak bugün insanlardan gizlenen öğretileri de Rabbin gayet iyi bilmektedir. Dolayısıyla bu unutulmuş ya da insanlardan saklanan öğretiler de açığa çıkarılıncaya kadar senin davetin devam edecek.”
6-7- Biz sana okutacağız / davet ettireceğiz ve sen bundan asla vazgeçmeyeceksin / bırakmayacaksın / terk etmeyeceksin / unutmayacaksın. Allah’ın dilediği (süre) kadar. Kuşkusuz ki O, açığı da bilir, gizliyi de. (A’la Suresi 6-7)
Cenab-ı Hak, elçisine mesajlarına şöyle devam etti:
“Sen bu çağrıyı yaparken ‘acaba bu çağrımın faydası olur mu?’ gibi tereddütlü düşüncelere kapılıp çağrıdan vazgeçmeyi aklından bile geçirme! Sen sadece çağrıyı yap! Rabbinden haşyet duyan, O’na yakın olmak isteyen bu çağrıya icabet edecektir. Şirk sisteminin pisliklerinden arınmak isteyen, temiz ruhlu insanlar, dürüst olmak isteyen ve güzel eylemlerde bulunmak isteyen salih insanlar bu çağrıya olumlu cevap vereceklerdir. Böylece onlar kurtulacaklardır. Onlar Allah’ın adını egemen kılma mücadelende sana destek olacaklardır. / salat edeceklerdir. Ama bedbahtlar, kendini Allah’tan uzak tutmak isteyenler ise senin bu çağrına olumsuz yanıt verecekler ve onlar için gelecek çok fena olacaktır. İçine düştükleri hal, öyle bir hal olacak ki ne ölüp kurtulacaklar ve ne de yaşayacaklar. Bu hal onların içlerini yakacak, kendilerine bir iç sızısı verecek, yüreklerini dağlayacaktır. Yapacağın mücadelende sana her türlü imkân ve kolaylıklar sağlanacak ve sonunda şirk sistemi sona erecek, İslam, barış, huzur ve mutluluk hâkim olacaktır.”
Bu surenin sonunda Cenab-ı Hak davet edilmesine rağmen çekinik davranan Mekkelilerin neden böyle bir davranış içerisinde olduklarına da değinir:
“Hz. Muhammed @ geçmiş elçilerin yaptığı çağrılardan farklı bir çağrı yapmamaktadır. Kendisinden önce gelmiş elçiler de aynı dine yani İslam’a davet etmişlerdi. Kabe’nin içerisinde saklanan İbrahim @ ve Musa’ya @ ait sahifelerde de Hz. Muhammed’e @ inzal edilen ilkeler mevcuttur. Fakat insanlar toplumsal sorunlarına köklü, kalıcı çözümler getirmek, uzun vadeli plan ve program yapmak yerine, günü kurtaran pansuman tedbirleri içeren ve kısa vadeli çözümleri tercih etmek daha hoşlarına gitmektedir. Böylece onlar doğru, kalıcı ve geleceğe dönük ama zorlu yolu tercih etmemektedirler. Halbuki her nimetin bir külfeti vardır. Elçinin davetine uymak şu anda zor gelebilir ama uzun vadede asıl kazanç elçinin davetine icabet etmektedir.”
8-19- Biz, (böylece) huzura, barışa ve mutluluğa giden yolda / görevinde başarman için sana her imkânı sağlayacağız. Bu nedenle hemen öğüt ver / hatırlat, bu öğütün / hatırlatman fayda verecek mi diye düşünmeden öğüt ver / hatırlat! (Allah’a) yakın olmak isteyen / haşyet duyan, düşünüp ondan öğüdünü alacaktır. Bedbaht olan ise ondan kaçınacaktır. Ki o, en büyük ateşe atılacak. Ve o orada ne ölecektir ne de hayat bulacaktır. Arınan ise, kendini kurtarmıştır. Ki o, Rabbinin adını anıp salat eden (namazı müteakiben kamu hizmetini ve sorunlarını üstlenen) kimsedir. Fakat siz kısa vadeli / günü birlik / günü kurtaran bir yaşamı tercih ediyorsunuz, oysa uzun vadeli / gelecek dikkate alınarak / planlı programlı bir yaşam daha iyi ve daha kalıcıdır. Gerçek şu ki, (bütün) bunlar, geçmiş vahiylerde (bildirilmiş)tir. İbrahim ve Musa’ya indirilen vahiylerde. (A’la Suresi 8-19)
Böylece Hz. Muhammed @ Rabbi’nin verdiği moral ve motivasyon ile görevini yerine getirmeye devam edecektir.
2.11.Mekke Yönetimini Bekleyen Akıbet
Hz. Muhammed’in @ Safa tepesinde yaptığı çağrıya karşı Mekke halkı hala tepkisizdir. Onlar, kurulu şirk sisteminin sahiplerinden korkmaları nedeniyle ve Hz. Muhammed’in @ elçiliği konusundaki tereddütlerinden dolayı “bekle gör” politikası güdüyorlardı. Cenab-ı Hak ise peş peşe inzal ettiği surelerle onlara bu politikalarının anlamsızlığını belirtti. Karanlığın en koyu olduğu zaman aydınlanmanın gelmeye başlayacağını ve gelecek günlerin Mekke’ye aydınlık günler getireceğini söyledi. Ancak bu aydınlanmanın öyle “gökten zembille” değil onların kendilerine sunulan ilahi öğretinin yanında yer almaları ile olacağını bildirdi. Allah’a yakın olmak isteyenlerin, gelir dağılımında adalet isteyenlerin, kazancını ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak isteyenlerin, hedefi ve çabası iyilik, güzellik ve hayır olanların tevhit çağrısına kulak vererek Hz. Muhammed’in @ yanında saf tutmaları halinde, aydınlık bir geleceğe kavuşmalarının Kendi yardımı sayesinde çok kolay olacağını söyledi.
Diğer taraftan Hz. Muhammed’in @ karşısında yer alan ve ilahi öğretinin rehberliğine ihtiyaç hissetmeyenlere, azgınlara, kendi kibir ve gururu içerisinde oyalanıp duranlara ve cimrilik edip adaletli gelir dağılımına karşı çıkanlara ise sıkıntılı, zorlu ve acı dolu bir geleceğin beklediğini ifade etti. Onların geleceğinin de iyi olmadığını, sosyal sarsıntıların ya da dış güçlerin bir saldırısı sonucunda çöküş ve yıkımların kendilerini beklediğini belirtti. Baş aşağı devrilip gidecekleri zaman, çok güvendikleri servetlerinin bir işe yaramayacağını da özellikle vurguladı. Bunun geçmişte hep böyle olduğunu, gelecekte de böyle olacağını zira bunun Allah’ın koyduğu toplumsal bir kanun olduğunu bildirdi.
Aynı sure kapsamında, Cenab-ı Hak, yapılan zulümlere verilecek karşılığın dünya hayatındaki cezalarla sınırlı kalmayacağını bunun bir de ahiretteki ateş azabı boyutunun olduğuna da işaret etti. Mekkelileri bu çılgın ateş azabından koruyacak olanın sadece hiçbir karşılık beklemeksizin sırf Allah rızası için malını vermek, O’nun rızası için adaletli gelir dağılımını istemek ve Allah’a yakın olmayı istemek olduğunu belirtti.
Leyl suresi kapsamında beliğ bir sunuşla çağrısını yapan Cenab-ı Hak, böylece Mekkelilerin Elçisinin yanında saf tutmaları konusunda gerekli uyarılarını yapar:
Rahman Rahim Allah Adına.
1-21- (Yeryüzünü) karanlığa boğan geceye, aydınlanmaya başladığı zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana and olsun ki, (Ey insanlar!) sizler farklı hedefleri olan çabalar içindesiniz! Fakat kim malından / kazancından (halka) verirse / adaletli gelir dağılımı yaparsa, takvalı davranırsa ve en güzel yolu / tevhit üzere olmayı kabul ederse, işte onu huzur, barış ve mutluluğa giden yolda muvaffak kılacağız. Fakat kim cimrilik yapar, kendini müstağni görür ve en güzel olanı / tevhit üzere olmayı reddederse işte ona da zorluk, azap ve sıkıntıya giden yolda muvaffak kılacağız. Bakalım baş aşağı yıkılıp gittiği zaman serveti onu kurtaracak mı? Bakın! Bize düşen doğru yolu göstermektir. Muhakkak ki şimdi de Bizimdir, gelecek de. İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, karanlık ruhlu azgınlardan başkasının girmediği, çılgın alevler saçan bir ateşe karşı Ben sizi uyarıyorum. Kimseden karşılık beklemeden, sadece Yüce Rabbinin rızasını umarak, arınmak için malını halka veren / adil gelir dağılımı yapan takvalı kişi ondan uzak tutulacaktır. İşte onlar, zamanı geldiğinde sevinci tadacaklar / hoşnut olacaklar. (Leyl Suresi 1-21)
([1])NOT:Ayetlerin lafzen “Yeşil otları çıkarır ve sonra da onu kuru çerçöpe çevirir” meali yerine o zamanki Araplar için ifade ettiği anlamı ayet meali olarak tercih edilmiştir. (A.A)
2.12.Mekkelilere Bir Çağrı Daha
Hz. Muhammed’in @ Safa tepesinden Mekkelilere karşı Fatiha Suresi bildirgesi ile yaptığı çağrı sonrası halk, hala bu çağrıya katılım konusunda tereddütler yaşamaktadır. Her ne kadar peş peşe gelen Tekvir, A’la, Leyl sureleri ile birçok kişi gelip harekete iştirak etmişlerse de hem erdemli hem de sağduyulu daha bir hayli fazla sayıda Mekkeli vardı. Onların da harekete katılımı bekleniyordu. Fakat Mekke şirk yönetiminin ve Arap yarımadasındaki şirk temsilcilerinin dahası yarımadayı da aşan dönemin global sermaye temsilcileri yani küresel tüccarlar ve onların oluşturdukları networkün (ilaf) gücü korkutucu idi. Çünkü mevcut şirk sistemi asırlardır oturmuş bir yapı arz ediyordu. Zaten Ebu Cehil gibi müşrik baronların azgınlıkları ve hukuk tanımazlıkları da bu şer odaklarının oluşturduğu şebekenin (ilaf) gücüne olan güvenden kaynaklanıyordu. Faziletli ve sağduyulu Mekkelilerin harekete katılmasını sağlamak için onlara kurulu şirk sisteminin sonunun geldiğini göstermek suretiyle onları cesaretlendirmek gerekiyordu.
Bu amaçla Cenab-ı Hak, Fecr suresi ile Mekke halkına yaptığı yeni çağrıda; şafağın doğmakta olduğunu, aydınlanmanın yakın olduğunu ve şirk zulmünün meydan getirdiği karanlık gecelerin sayılı ve geçip gitmekte olduğunun müjdesini verdi. Daha sonra hukuksuz ve zorbaca uygulamalar yaparak zulmeden müşrik ileri gelenlerin sonunun yıkım, azap ve şiddetli bir cezalandırma olduğunu, Firavun ve Ad kavminin yöneticileri üzerinden metafor kullanarak ifade etti. Benzetme yapılan kavim ve yöneticilerin öne çıkarılan en önemli vasıflarının ise asla sarsılmaz, yıkılmaz, gelmiş geçmiş en büyük ve en güçlü sistemlerine sahip olmalarıydı. Onların gücü ve büyüklüklerine vurgu yapmak için “kazıklar sahibi, sütunlar sahibi, benzeri yaratılmamış beldeler, kayalardan evler yontarak şehirler yapan yönetimler” ifadelerini kullandı. Böylece tarihte yıkılmaz, yenilmez, devrilmez sanılan yapıların bile tarihin çöplüğüne atıldığına dikkate çekerek Mekke ve çevresinde oluşturulmuş şirk sisteminin asla yıkılamayacağı gibi bir zanna kapılmanın yanlışlığını ortaya koydu.
Devletler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar adaletten, merhametten uzaklaşır da yozlaşmaya, ahlaksızlığa, çürümeye sebep olacak politikalar izleyecek olurlarsa yıkımlarının da kaçınılmaz olacağı ve sonunda azap kırbacı / yıkım azabı ile yüz yüze gelecekleri bu surede ifade edildi. Dahası kendilerini sorumsuz ve yaptıkları yolsuz, hukuksuz işlerin, zalimane tavır ve davranışların hiç kimse tarafından izlenmediğini, görülmediğini ve hesap vermeyeceklerini zanneden Firavun ve Ad kavmi ileri gelenleri gibi azgınların her hareketinin Cenab-ı Hak tarafından izlendiği ve kaydedildiği belirtilirken zımnen Mekke yöneticilerinin yaptıkları hukuksuz ve zalimane icraatların da izlendiği ifade edilmiş olur.
Rahman, Rahim Allah Adına.
1–14. Aydınlanan şafağa, on geceye, çifte ve teke, geçip giden şu geceye andolsun ki, işte bunlarda, akıl sahibi için bir yemin var değil mi? Ad kavmine, sütunların sahibi İrem’e, (ki, beldeler içinde bir benzeri yaratılmamıştı) vadilerde kayaları kesen Semud kavmine, o kazıklar sahibi Firavun’a Rabbinin ne yaptığını görmedin mi? Onlar ki, o ülkelerde hak ve adalet sınırlarını aştılar. Dolayısıyla da oralarda büyük bir yozlaşma ve çürümeye sebep oldular. Onun için de Rabbin üzerlerine azap kamçısı yağdırdı. Şüphesiz ki Rabbin gözetlemektedir. (Fecr Suresi 1-14)
Mekke halkının Hz. Muhammed’in @ safında yer almasını engelleyen bir diğer önemli faktör toplumdaki sınıfsal uçurumların Cenab-ı Hak tarafından meşru kabul edildiği şeklindeki yanlış inanç idi. Bu kanıya göre, zenginler sahip oldukları servetleri, iktidardakiler sahip oldukları otoriteleri birer sınanma aracı değil de Cenab-ı Hakk’ın kendilerini diğer insanlardan daha çok sevdiğinden elde etmişlerdi. Rableri onları diğer insanlardan üstün kıldığı için onlara mal ve otorite verdiğine inanılıyordu.
Diğer taraftan Mekke halkının yoksulları, fakirleri, zayıfları ve miskinleri de aynı yanlış kanaatin kurbanı idiler. Onlarda bunun bir kader olduğunu Cenab-ı Hakk’ın zengin ve iktidardaki insanlara kıyasla kendilerini sevmediği, aşağıladığı, horladığı ve nefret ettiği için onlara mal ve mülk vermemiş olduğuna inanıyorlardı.
15-16- İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: “Rabbim beni üstün kıldı” der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: “Rabbim beni aşağıladı” der. (Fecr Suresi 15-16)
Mal ve mülkün, rızık ve yönetimin Cenab-ı Hak tarafından insanları bir sınama aracı olarak insanlar arasında sürekli dolandırıldığını değil de Rablerinin tayin ettiği bir kader ve seçkincilik şeklinde algılanıyor olması Mekke halkının zihninden yok edilmeli ve bu düşüncenin yanlışlığı ortaya konmalıydı.
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’e @ bu düşüncenin yanlış olduğunu ve kendisinin bu kanaati asla tasvip etmediğini, rızıklardaki farklılığın tamamen sınama amaçlı olduğunu, bazı kullarına az, bazı kullarına çok vererek onları denediğini ama kendi arzusunun bu nimetlerden faydalanma hususunda kullarının adaletli bir gelir dağılımı ve uygun bir eşitleme mekanizması ile herkesin faydalanmasını dilediğini ve bu dileğini de yine kendi kulları eliyle yapmak istediğini belirtir. Fakat Cenab-ı Hakk’ın bir imtihan vesilesi olarak kullarının ihtiyarına bıraktığı bu dileğini / emrini, kullarının yerine getirmeye pek taraftar olmadıkları, kendilerine ikram edilen nimetleri diğer insanlara ikram etmeye yanaşmadıkları, sahip oldukları nimetleri paylaşmaya niyet ve isteklerinin olmadığı ifade edilir. Daha sonra ise işin daha da vahim tarafına değinilir ki; kendilerine verilen nimetlere onların âşık olurcasına, delicesine, kendinden geçercesine sevgi besledikleri ve haddi aşarak başkalarının hakkına aç gözlülükle tecavüz ettikleri vurgulanır.
Böylece toplumdaki zulmün esas müsebbibinin Cenab-ı Hak değil, tam tersine Mekke müşrik toplumundaki elit, seçkinci sınıfın mala ve iktidara olan tamahı, ihtirası, aç gözlülüğü ve doyumsuzluğu olduğu bildirilir.
17–20- Hayır… Hayır… Doğrusu siz yetimi kerimleştirmiyorsunuz / ikram etmiyorsunuz / (fırsat, iş imkânı, mal, mülk vb. vererek toplumda onları da) saygın hale getirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği hususunda / asgari geçimini sağlama hususunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Üstelik mirası / toplumdaki zayıfların paylarını / toplumdaki zayıfların milli gelirdeki paylarını yağmalarcasına ve aç gözlülükle yiyorsunuz! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, hesap vermeyi düşünmeden! / bir gün bu malın yıkılışınıza sebep olacağını düşünmeden! / kendinizden geçercesine! / Rabbinizi, değerlerinizi ve şahsiyetinizi hiçe sayarak! (Fecr Suresi 17-20)
Ama bu yanlış düşünce ve kanaati besleyen ve böylece halkı aldatıp, sömüren, onların kanını emen zalimler sanmasınlar ki onların bu düzenleri hep böyle ilelebet devam eder gider. Bir gün gelir, onların düzenleri sarsılır, alt üst olur. Onlar öyle bir devrimle devrilirler ki toplumda ayaklar baş, başlar ayak olur. Toplumsal adalet sağlanır, sınıfsal uçurumlar giderilir. Tıpkı yeryüzündeki dağ, tepe gibi yüksekliklerin ahirette ovalarla aynı seviyeye getirilerek dümdüz edilmesi gibi bir gün gelir toplumda adalet sağlanır ve adil gelir dağılımı ile toplumdaki uçurumlar kaldırılır. İşte o zaman yani Allah’ın sisteminin geldiği ve O’nun sisteminin uygulayıcı otoritelerinin / meliklerin / meleklerin yerlerini aldıkları gün, artık zalimlerin cezalandırılma vakitleri de gelmiştir. Zalim müşriklerin akılları başlarına işte o zaman erecek ama iş işten de geçmiş olacaktır.
O vakit geldiğinde tıpkı ahirette Cenab-ı Hakk’ın bu azgınlara verecekleri cehennem azabı gibi Hz. Muhammed’in @ safında yer tutanlar da şu andaki müşrik sistemin azgınlarına hak ettikleri azabı tatbik edeceklerdir.
21–26- Hayır… Hayır… Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin geldiği ve meleklerin saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki! Der ki: “Keşke ben bu hayatım için bir şeyler göndermiş olsaydım.” Artık o gün O’nun ettiği azabı kimse edemez ve O’nun vurduğu bağı kimse vuramaz. (Fecr Suresi 21-26)
Surenin sonunda Mekke halkına şöyle seslenilir; “Ey Mekke halkından erdemli, aklı başında ve doğruyu arayan kişiler! Bakın! Korkmanıza, tereddüt etmenize hiç gerek yok! Bu hususta eğer yukarıda verdiğimiz deliller ve ikna edici sözlerden mutmain olduysanız artık Rabbinize dönün de Hz. Muhammed’in @ safında yer alın ve onun çağrısına icabet edin! Böylece Rabbiniz sizden hoşnut olsun, sizde O’ndan hoşnut olun. Hz. Muhammed’in @ etrafında toplanan o küçük grubun içerisine katılın! Ve en sonunda huzurlu, mutlu, barışcıl, bereketli, erdemli bir topluma, cennet gibi bir ortama girin! Öbür alemde de bunun mükafatını cennet olarak alın!
27–30- Ey mutmain olmuş nefs! Dön Rabbine! Sen O’ndan O da senden hoşnut olarak! Hemen gir kullarımın içine! Ve gir cennetime! (Fecr Suresi 27-30)
2.13.Sert Söylem Politikası
Hz. Muhammed’in @ Mekke halkını Tevhidi dünya görüşüne çağırması ileri gelenleri telaşlandırmış ve karşı hareket olarak onun halk tarafından dikkate alınmaması için onu delilik, meczupluk, cinlenmiş / yabancıların ajanı olmakla suçlamışlardı. Peygamberlik gelmeden önce Hz. Muhammed @ müşrik ileri gelenlere gayet yumuşak, nazik, sevecen, dostane ve tam bir beyefendi olarak hareket ediyordu. Fakat toplumun geleceği konusunda çok önemli mesajlar getirmesine rağmen onların kendisine hakaret ve küfürlerle mukabele ederek aşağılık tavırlarla mesajı / çağrıyı sulandırmaya çalışmaları üzerine Cenab-ı Hak, elçisine onlara asla yumuşak ve nazik davranmaması gerektiğini bildirdi.
Hayati öneme haiz konular tartışılırken konuyu sulandırmak, başka mecralara çekmek, gayri ciddi tavır ve davranışlarla itibarsızlaştırmak asla hoş karşılanmayacak ve nezaket gösterilmeyecek bir durumdur. İşte bu nedenle Cenab-ı Hak inzal ettiği sert söylemi havi ayetler ile elçisinin Mekke müşrik ileri gelenlerine karşı nasıl davranması gerektiğini öğretti.
Mekke müşrik ileri gelenleri ise Hz. Muhammed’in @ kendilerine karşı eskisi gibi yumuşak, nazik ve sevecen davranmasını istediler. Şayet o kendilerine karşı yumuşak, nazik ve sevecen davranırsa onlar da ona karşı aynı şekilde davranacaklarını ifade ettiler. Aslında onlar bu istekleri ile onu ve getirdiği mesajı itibarsızlaştırmak, değersizleştirmek istemekteydiler. Eğer Cenab-ı Hakk’ın öğretmesi olmasaydı ve Hz. Muhammed @ de onların istediği gibi davransaydı, o takdirde Mekke halkı onun getirdiği mesajı, yaptığı çağrıyı ciddiye almayacaktı. Zira onun muarızlarına karşı gayri ciddi ve zilletli bir duruş sergilenmesi hareketin daha başlarken bitmesi demekti. Ama Rabbimiz kendisine rehberlik yaptı ve kime nasıl bir tutum ve davranış içerisinde olması gerektiğini öğretti. Daha da ileri giderek onlara asla itaat etmemesi gerektiği talimatını da verdi. Bu talimatlandırmayı öyle yaptı ki onlar Hz. Muhammed’i @ itibarsızlaştırmaya çalışırken O, onları itibarsızlaştırdı. Onların kötü karakterlerini saydı. Böylece onların itaat edilmeye layık kişiler olmadığını belirtmiş oldu. Cenab-ı Hak, onların alaycı, gammaz, dedikoducu, aşağılık, alçak ve zorba, sürekli insanları inandırmak için yemin etme ihtiyacı duyan, iyilik ve hayırlı işleri teşvik edeceğine tam tersi onları engelleyen, kaba, medeniyetsiz, saldırgan ve günahkar ve iyi / güzel şeylere davet edildiği zamanda “bunlar eskidendi artık yeni zamanda bunlar geçerli değil” deyip güzellikleri yapmayı reddeden vasıflarını vurguladı ki bu sıfatlara sahip kimselere değil itaat etmek asla saygı bile duyulmaması gerektiğini ortaya koydu. Onlar itaat edilmeyi hak etmedikleri gibi Mekke’nin yöneticileri olmayı da hak etmemektedirler. Çünkü yönetici, halkının sorumluluğunu üzerine almış kimsedir. Halkın sorumluluğunu üstlenen kimselerin onların hak ve hukukunu koruması, namuslu, şerefli, adaletli ve medeni olması gerekirken Mekke’nin ileri gelenleri bunların tam tersi karakterlere sahiptirler. Üstelik onlar güzel karakterli olmayı modası geçmiş vasıflar olarak tanımlamaktadır. Onlar ‘eskiden böyle insanlar olmak geçer akçeymiş, şimdi bu vasıflar değil başka özellikler gerekli’ demektedirler. Bu nedenle onlar yönetici olmayı hak etmemektedirler.
Cenab-ı Hak yukarıdaki durumu Kalem Suresi devamında çok beliğ bir şekilde ortaya koyar:
8-15- Sakın inkârcılara itaat etme! Onlar senin (kendilerine) yumuşak davranmanı isterler ki kendileri de (sana) yumuşak davransınlar. Mal ve oğulları var diye şunların hiç birine itaat etme!; Çok yemin eden alçağa, alaycı, gammaz, dedikodu için gezip duran, hayrı engelleyen, saldırgan, günahkar zorbaya, kaba, obur, zalim ve asalağa. Ayetlerimiz ona okunduğu zaman; “eskilerin kitaplarındaki yazılanlardı / onlar eskidendi.” dedi. (Kalem Suresi 8-15)
Mekke müşrik ileri gelenlerinin itibarını sıfırlayan bu söylemden sonra, onları tehdit etme faslına geçilir. Cenab-ı Hak, inzal ettiği müteakip ayetlerle elçisinden sert çıkışlarına onların burunlarının gelecekte sürtüleceği şeklindeki tehditlerle devam etmesini bildirir. Tehdidin havada kalan bir tehdit olmadığını göstermesi içinde bir örnekleme yapılır. Bu örnekleme sosyolojik bir kanunu ifade eder ve geçmişte bu kanunun sayısız örnekleri görülmüştür. Yani bu örnekte anlatılanlar hayali değil, hayatta reel karşılığı olan, nesiller boyu anlatılan ve hemen her dönemde yaşanılan olaylardır.
Cenab-ı Hak, Kalem suresindeki bu kıssada / örneklemede çiftlik sahiplerinin başından geçenleri anlatır. Onların uğradıkları belayı anlatırken aslında Mekke müşrik ileri gelenlerine de benzer bir bela vereceği tehdidinde bulunur. Çünkü Mekke müşrikleri ile çiftlik sahiplerinin karakterleri neredeyse birbirlerinin aynısıdır. Nasıl ki çiftlik sahipleri kazandıkları rızıklardan yoksullara ve halka pay ayırmıyorlarsa, Mekke müşrik yöneticileri de pay ayırmıyorlardı. Nasıl ki çiftlik sahipleri Rablerinin kendilerine cömertçe ikram ettiği rızıkları yoksullara vermemek için hile, desise düşünüyorlarsa Mekke müşrik yöneticileri de Mekke’nin fakir halkına şehrin ekonomik gelirlerinden (bugünkü tabirle milli gelirden) pay ayırmıyorlardı. Elde ettikleri gelirleri halktan gizleyerek, onlara çaktırmadan / fark ettirmeden sadece kendi tüketim ve kullanımına hasretmeye çalışıyorlardı. Milli geliri sadece kendileri kullanmak ve ondan halka pay ayırmamak için çeşitli oyun ve tezgâhlar çeviriyorlardı. Onlar çevirdikleri bu dolapların halk tarafından fark edilmeyeceğini zannediyorlardı.
Cenab-ı Hak, aynı örneklemede böyle kötü karakterlere sahip çiftlik sahiplerinin ürünlerine nasıl bir bela verip onları bütün mahsulden mahrum bıraktıysa aynı kötü karakterlere sahip Mekke müşrik İleri gelenlerinin de başlarına büyük bir belanın geleceğine işaret etti. Bir gün onlara da sıra gelir ve Mekke’ye gelen nimetler kesiliverir. Bundan kurtuluşun yegâne yolu da örneklemedeki çiftlik sahiplerinden aklıselim sahibinin uyarılarına benzer uyarılar yapan Hz. Muhammed’e @ kulak vermeleridir. Onlar eğer Allah’ı tesbih edip / tevhit sistemini tercih edip şirk sisteminden vazgeçerlerse ve kötü karakterlerini bırakıp iyi hasletlerle donanırlarsa felaketlerden kendilerini kurtarabilirler.
Örneklemenin sonunda ise Hz. Muhammed’in @ Mekke müşrik ileri gelenlerini uyardığı azabın bu örneğe benzer bir azap olduğu belirtilir. Yani kendisiyle korkutulan azabın, dünyevi bir azap olduğunu ve bunun da iktidarı kaybederek, hâlihazırdaki ekonomik gelirleri kaybederek gerçekleşeceğine vurgu yapılır. Diğer taraftan iş, sadece buradaki azapla bitse yine iyi ama bu dünyada yapılan yanlışların, zulümlerin bir de öldükten sonra öbür dünyadaki azabı var ki o azap bu dünyada ki azaptan çok çok büyük olduğu özellikle belirtilir;
16-33- Yakında Biz onun burnunu sürteceğiz. Haberiniz olsun ki, Biz onlara kesinlikle belâ vereceğiz, (tıpkı) o çiftlik sahiplerine belâ verdiğimiz gibi. Hani onlar, sabah olunca mutlaka onu hasat edeceklerine yemin etmişlerdi. Bir istisna da yapmıyorlardı. / Fakirlere, yoksullara, miskinlere ve halka paylarını da ayırmıyorlardı. Ama onlar uyurken Rabbin tarafından bir felaket onun üzerinden dolaşıverdi. Sabaha, o bağ biçilmiş gibi kapkara oluverdi. Sabahladıkları vakit birbirlerine seslendiler: “Haydi, meyveleri toplayacaksanız sabahleyin erkenden (bağınıza) gidin!” dediler. Hemen yola koyuldular, aralarında fısıldaşıyorlardı: “Sakın bugün aranıza bir yoksul sokulmasın!” Onları engelleme kararlılığı içerisindeki (bir tavırla) erkenden gittiler. Ama bağlarını biçilmiş kapkara vaziyette görünce: “Biz mutlaka şaşırdık / yanlış yere geldik” diye feryat ettiler. (Daha sonra ise) “yok yok, biz mahrum edildik. / her şeyimizi kaybettik.” dediler. Aralarındaki en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size, Allah’ın sınırsız şanını yüceltmelisiniz demedim mi?” diye çıkıştı. Onlar: “Rabbimiz Seni tenzih ederiz, doğrusu bizler zalimlermişiz!” dediler. Sonra döndüler, birbirlerini suçlamaya başladılar. (Sonunda) “Yazıklar olsun bizlere; bizler gerçekten azgınlarmışız. Umarız ki, Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir; gerçekten biz bütün ümidimizi Rabbimize çeviriyoruz.” dediler. İşte böyledir azap. Elbette ahiret azabı daha büyüktür, keşke bilselerdi! (Kalem Suresi 16-33)
Mekke müşrik ileri gelenleri Hz. Muhammed’e @ karşı yaptıkları itibarsızlaştırma, alay etme ve küçük düşürme davranışlarının cevabını Cenab-ı Hakk’ın okuttuğu bu sure ile almışlardı. Bu sure ile kendileri küçük düşmüşler, kendileri itibarsızlaşmışlardı. Cenab-ı Hakk’ın bu sure ile elçisine öğrettiği politika son derece mükemmel ve sonuç alıcı bir politikaydı. Verilen örnekleme ile de bütün Mekke halkının konuyu çok iyi anlaması sağlanmıştı.
Bu kıssadan sonra Cenab-ı Hak, elçisine sordurduğu sorularla tevhidi sistemi inkâr edenlerin şereflerini, itibarlarını adeta pespaye etmişti. Doğru, güzel davrananların mükâfatlandırılacağı belirtilirken bu kimselerin elbette yanlış, haksız, günahkâr ve zalimlerle bir tutulamayacağı ortaya konuldu. Ayrıca onların sahip oldukları mal ve makam üstünlükleri ile kendilerini Cenab-ı Hakk’ın sevdiği, seçtiği ve değer verdiği şeklindeki inançlarının dayanaklarını sorgulatır. Bu inançlarının hangi kaynakta yer aldığını ve şahitlerin var olup olmadığını talep eder. Rabbimizin bu konuda kendilerine her hangi bir söz ve taahhüt verip vermediğini sorgulatır. Dahası bu yanlış kanaatler ile dalga geçilir;
34- 41-Şüphesiz ki, takva sahipleri için Rableri indinde nimetleri bol cennetler vardır. Yoksa Bize teslim olanlara günahkârlar ile aynı şekilde mi davranacağımızı mı zannediyorlar? Neyiniz var sizin? Hükmünüzü neye dayandırıyorsunuz? Yoksa ders aldığınız size ait bir kitap mı var? (da o kitapta) “Siz bu âlemde neyi seçerseniz / beğenirseniz o mutlaka sizin olacak.” (diye mi yazıyor?) Yoksa Bizden ‘istediğiniz gibi hüküm vermekte serbestsiniz’ diye Kıyamet Günü’ne kadar geçerli bağlayıcı bir söz / taahhüt mü aldınız? Sor bakalım onlara, içlerinden böyle bir şeye kim kefildir? Yoksa onların ortakları mı var? O halde ortaklarını getirsinler, eğer doğrulardan iseler. (Kalem Suresi 34-41)
Bu sorgulamaya cevap veremeyen Mekke müşrik ileri gelenlerini bekleyen azap sahnesi tasvir edilir. Cenab-ı Hak bu tasvirlerde tevhidi dünya görüşü güçlendiği ve iktidara gelerek kendisinin vaat ettiği gerçek vuku bulduğu zaman müşrikler iktidardan düşmüş olacaklar ve onlar yeni iktidara itaate çağrılacaklardır. Artık onlar zelil, hor ve hakir bir durumdadırlar. Hâlbuki şimdiden çağrılara boyun eğip şirk sistemini terk etseydiler o gün hor ve zelil bir durumda olmayacakları ifade edilir;
42- 43-Gerçeğin bütün çıplaklığıyla ortaya konulup iş / hareket büyüdüğü ve onlar secdeye / itaate / boyun eğmeye davet edildikleri gün artık güçleri kalmamıştır. / o gün artık çok zayıf bir haldedirler. / iktidarlarını kaybetmişlerdir. Gözleri yere eğilmiş, kendilerini bir zillet (alçalma) sarar. Oysa onlar, bu duruma düşmeden önce / iktidarda iken secdeye / itaate / boyun eğmeye davet edilmişlerdi. (Kalem Suresi 42-43)
Cenab-ı Hak, daha sonra söyleminin muhatabını elçisi olarak değiştirir ve böylece elçisini takip eden / takip edecek olanlara da mesajını şöyle devam ettirir;
“Müşriklerin şu andaki üstünlüklerine bakmayın, bir süre onlar üstün olacaklar ama ilahi / sosyolojik kanun cereyan edecek ve onlar bu hukuksuz ve zalimce yaptıklarının bedelini ödeyecekler. Onlar aheste aheste, farkına bile varmadan bu üstünlüklerini kaybedecekler. İlahi / sosyolojik kural bunu gerektiriyor. Onlar bu cezayı / azabı hak ediyorlar. Çünkü sen onlardan bir ücret istemiyorsun, onlar ağır bir borç altına da girmiyorlar. Onları çağırdığın şey tamamen yine onların iyiliği, faydası ve kurtulmaları için. Geleceği (gaybı) de onlar yazmıyorlar. Toplumların kaderini ve sosyolojik varoluş kurallarını da onlar belirlemiyorlar. Bütün toplumların tarihleri ilahi / sosyolojik kurallar çerçevesinde gerçekleşir.”
44- 47- O halde bu sözü yalanlayanları Bana bırak! Biz, onları, ne olup bittiğini fark etmeyecekleri şekilde, yavaş yavaş alçaltacağız. Ben onlara bir süre belli bir üstünlük versem de Benim ince planım son derece sağlamdır! Yoksa sen onlardan bir ücret / karşılık istiyorsun da bu yüzden onlar ağır borç altında mı kalıyorlar? Yoksa gayb / gelecek onların yanında da onlar mı yazıyorlar? / Yoksa (geleceğin ve toplumsal varoluşun) gizli gerçekliği kendi kavrayış alanları içinde de, onlar mı yazıyor? (Kalem Suresi 44-47)
Mademki her şey Rabbinin koyduğu sosyolojik / ilahi kurallar çerçevesinde gelişiyor o halde Ey Hz. Muhammed! Sen de bu kurallar çerçevesinde hareket et! Sabırlı ol! Asla vazgeçme! Diren! Pes etme! Balık sahibi (Yunus@) gibi hemen vazgeçiverme! O toplumunu ıslah hareketinde, mücadelesinde sabırsız davranmış ve pes etmişti. Fakat bu yaptığından çok pişmanlık duymuş ve çok bunalmıştı da Rabbine dönmüştü. Şayet o hatasını anlayıp Rabbine dönmeseydi durumu hiç iyi olmayacaktı. Bu işin doğasında Rabbinin kuralları çerçevesinde hareket etmek vardır. Aksi takdirde kaybetmek kaçınılmazdır. Rabbinin seçtiği kimseler mutlaka iyi kimselerdir / sorumlu kimselerdir. Yukarıda kötü karakterleri verilen müşrikler iddia ettikleri gibi asla Rabbinin seçtiği / sevdiği insanlar olamaz.
48-50- Öyleyse Rabbinin kararına karşı sabret! Balığın arkadaşı gibi olma! Hani o bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. Eğer Rabbinden ona bir iyilik ulaşmasaydı, kınanmış bir durumda, boş bir yere atılacaktı. Ancak, Rabbi onu seçti, sonra da iyilerden kıldı. (Kalem Suresi 48-50)
Ve son olarak Cenab-ı Hak, Mekke müşrik önderlerinin Kur’an’ın bu uyarılarını duydukları zaman öylesine hırslanmış olduklarını belirtiyor ki neredeyse öfkelerinden Hz. Muhammed’i @ gözleriyle yiyivereceklerine değindi. Fakat onların suçları o kadar ayan beyan ortadaki suçlarını kapatmanın yolu olarak peygamberimizi yabancı devletlerin ajanı olmakla suçlamakta bulduklarını belirtiyor. Böylece Cenab-ı Hak onların başvurdukları her türlü politikanın iç yüzünü Mekke halkına açık ediyor ve Kur’an’ın mesajının bütün herkese yönelik bir öğüt olduğunu belirterek kendi menfaatini düşünen herkesin bu öğütten ders alacağına işaret etmektedir.
51- 52- O küfredenler o zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman az daha seni gözleriyle yiyeceklerdi / devireceklerdi ve “O şüphesiz yabancıların / cinlerin / ecnebilerin etkisi altında olan birisidir” diyorlardı. Hâlbuki o (zikir / Kur’an) bütün âlemler için bir öğütten başka bir şey değildir. (Kalem Suresi 51-52)
2.14.Basit Hesapların Sonu Felakettir
Hz. Muhammed’in @ şirk sistemine meydan okuyuşu ve Mekkelileri bu sistemi bırakıp tevhit sistemine geçiş için yaptığı çağrı toplumun alt tabakasında olumlu yansırken üst tabakadaki yansımaları genel olarak olumsuz idi. Olumsuz tepkilerin en belirgin olanı Velid Bin Muğire için anlatılanı idi. Velid bin Muğire, Mekke’nin en zenginlerinden aynı zamanda muhafazakârlıkta da en önde olan kişilerinden idi. Hatta Kâbe’nin tamiratında en önemli katkıyı da o yapmıştı. Mekkelilerin Kâbe’nin tamiratı için verecekleri yardımların helal yoldan kazanılmış olmasına dikkat edilmesini de o söylemişti.
Fakat Hz. Muhammed’in @ çağrısı karşısında aynı kişi, farklı tepki koymuştu. Zira çok zengindi ve zenginliğini tehlikeye atmak istemiyordu. O, Hz. Muhammed’in @ safında yer alacak olursa bütün malını ve servetini kaybedeceğini düşünüyordu. Kazandığı mal ve servetin büyük bölümü mevcut şirk sisteminin bir ürünüydü. O bu servetini halkla ve yoksul insanlarla paylaşmak istemiyordu. O, adalet, merhamet, şefkat ve hesap verme gibi Fatiha Suresinin öngördüğü esaslar temel alınarak kurulacak bir sosyal devletin servetinde büyük kayıplara neden olacağını düşünüyordu. Zira Hz. Muhammed’in @ teklif ettiği tevhit ve merhamet sisteminde Velid Bin Muğire şirk sistemindeki gibi fahiş kazanç elde edemeyeceği gibi servetinden alınacak vergilerden halka pay verilecekti. Ayrıca toplumda yoksulların ve fakirlerin hayatiyetlerini şahsiyetli bir şekilde sürdürebilmeleri için infak ve yardım yapmayı da öngörüyordu. Şirk sisteminin seçkinci, vahşi ve acımasız bir sosyal hayatı öngören paradigmasına karşılık, Tevhidi dünya görüşü rahmeti, merhameti, paylaşmayı, acımayı, sevgiyi, ayrımcılığa karşıtlığı, iyiliği ve hesap verme paradigmalarını öngörüyordu.
Dindar / muhafazakâr olmasına rağmen Velid bin Muğire’nin tevhidi dünya görüşüne yapılan çağrı karşısında derin derin düşünmesi ve sonunda bu çağrıya muhalefet etmesinin sebepleri işte bunlardı. Onun esas arzusunun sahip olduğu servetin daha da artması olduğunu ve ne kadar basit hesaplarla kendini mahvettiğini, Cenab-ı Hak Müddessir Suresinin devamında bildirmiştir.
Yine Cenab-ı Hak, onun aslında bile bile ve sırf kurduğu tezgâhın bozulmaması için ilahi çağrıyı büyüleyici bir insan sözü olarak nitelediğini bildirir. Cenab-ı Hak, Mekke halkına Velid bin Muğire’nin kendi servetini korumak için bu tür atraksiyonlar / hileli kurgular içinde olduğunu ifşa etti. İnsanlar, Müddessir suresindeki bu ifadelerle Velid bin Muğire’nin nasıl bir haleti ruhiye içerisinde olduğunu ve bunun da tamamen kendi servetini kaybetme korkusu refleksiyle ortaya koyduğu hareketler olduğunu kolayca anladılar.
Hz. Muhammed’in @ ortaya koyduğu manifesto ve yaptığı çağrılar için Velid bin Muğire, “Bunların hiçbir ilahi yönü yoktur, bunlar tamamen Muhammed’in@ uydurmasıdır ve eskiden beri rivayet edilegelen çok etkileyici / büyüleyici ama asla gerçekle ilgisi olmayan, diğer bir ifadeyle reel hayatta karşılığı olmayan sözlerdir.” şeklinde ifadeler kullanmaktaydı. Ancak onun bu ifadeleri aslında basit hesaplar yüzünden kendini mahvetmesi yani aklını, hissiyatını, vicdanını kullanmaması ve böylece topyekûn bütün alıcılarını, yeteneklerini ve duyularını köreltmesinden başka bir şey değildi. Cenab-ı Hak onun hakkında aşağıdaki ayetleri inzal etti ve hesabının Kendisi tarafından görüleceğini bildirdi:
11- 25-Yalnız olarak yarattığım kişiyi bana bırak! Hesapsız bir servet verdim ona. Her zaman yanında olan oğullar verdim ona. Alabildiğine imkânlar döşedim onun için. Tüm bunlardan sonra hırs ile Benim daha da arttırmamı istiyor. Hayır… Hayır… Olmaz öyle şey! O bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi. Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım. O, düşündü ve ölçtü biçti / hesap yaptı. O, böyle hesaplar yaparak / böyle karar vererek kendini mahvetti. / kendine yazık etti. Sonrasında da o yine kendini mahvetti / kendine yazık etti böyle hesaplarla! / böyle kararlarla! Sonra baktı! Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti. En sonunda mesajlarımıza sırt çevirdi ve küstahça kibirlendi ve: “Bu, (eski zamanlardan beri) rivayet edilerek gelen büyüleyici bir sözden başka bir şey değil! Bu, beşer sözünden başka bir şey değildir!” dedi. (Müddessir Suresi 11-25)
Velid bin Muğire sahip olduğu mülkü ve statüyü kaybetmemek için Hz. Muhammed’in @ çağrısına karşı kibirli karşı koyuşu ve zalimlerin yanında yer alması bir yana Hz. Muhammed’e @ Allah’tan gelen vahyin / Kur’an ayetlerinin ilahi kaynaklı değil insan sözü olduğunu böylece onu da yalancı olmakla suçladı. Bu nedenle, Cenab-ı Hak, onun bu iddiasına öyle bir cevap verdi ki hem onun bu sözleri nedeniyle nasıl cezalandırılacağını hem de iddiasının yanlışlığını ortaya koydu.
Önce onun el-emin olan peygamberimizi yalancılıkla suçlamasına vereceği cezadan bahsederek onu “Sekar” adını verdiği cehennem ateşine atacağını ifade etti. Onun içine aldığını, yakıp kavurduğunu ve asla bırakmadığını anlattı. O cehenneme ait on dokuz adet bekçi olduğunu ve görevlerini hakkıyla mükemmel bir şekilde yaptığını belirtti. Söz konusu cehennem bekçilerinin sayısını vermesi Hz. Muhammed’e @ gelen ayetlerin kendi uydurması olmadığını ispat eder. Zira geçmiş vahiylerde de yer aldığı üzere cehennem bekçileri meleklerden oluşmakta ve “Sekar” ın bekçilerinin sayısı da on dokuzdur. Bunu duyan ehli kitap mensupları, Hz. Muhammed’e @ gelen sözlerin ilahi kaynaklı olduğunu anladılar ve bu hususta oluşan tereddütleri giderilirken Hz. Muhammed’in@ safında yer alan müminlerin güvenleri / imanları daha da arttı. Kalbinde hastalık olanlar ise cehennem ve cehennem melekleri ile verilen örnekleme ile ne denmek istendiğini anlamaya çalıştılar. Zira onlar şirk inancına göre meleklerin her birinin bir ilah olması (meleklerin Allah’ın kızları olması) iddiası ile bu misalde belirtildiği gibi meleklerin Allah’ın kulları ve Allah ne emrederse yerine getiren varlıklar olması arasında gidip geldiler. Onlar bir türlü şirk inancındaki melekleri temsil eden putlarından vazgeçmek istemezler. Velid bin Muğire’nin durumu da aynı hastalıklı insan tipidir. Kendisi dindar olmasına rağmen şirk sisteminden de asla vazgeçmek istemedi. Zira bu sistemden nemalanmakta ve servetini bu sistemden edinmiştir. İşte Velid bin Muğire’nin düşünüp taşınıp sonunda inkâr yolunu seçmesinin sebebi edindiği servet ve statüyü kaybetme korkusudur. Doğru olmadığını bile bile Hz. Muhammed’e@ iftira atmaktadır. Artık bir insan, mal-mülk ve statü için haktan yüz çeviriyorsa, o insanı Allah sapıtır. Ama doğru yola / hakka gelmek istiyorsa da Allah inzal ettiği mesajları ile hidayet eder.
Cenab-ı Hak, ayrıca kullarını ateşten korumak ve kendi safında olanlara destek olmak için kimsenin bilmediği ve yalnız kendisinin bildiği nice melaikesinin, nice güçlerinin ve nice ordularının var olduğunu da bildirdi. O, çeşit çeşit güç, yetenek ve donanımlarla kullarını ateşten koruyup kollama yaptığını ama bu koruma ve kollamadan sadece öğüt almak isteyenlerin faydalanabildiğini bildirdi. Böylece eğer insan ilahi yasadan, haktan, hukuktan yana tercih yaparsa o zaman bu koruma ve kollamanın O’nun orduları, melaikesi aracılığıyla gerçekleştirileceği ifade edildi. Bu nedenle Hz. Muhammed’in @ yanında saf tutmakta tereddüt edenlerin korkmamaları, endişelenmemeleri ve uyarılara kulak vermeleri halinde kendilerine hiçbir zararın gelmeyeceğini bildirdi.
26-31- Onu yakında Sekar’a yaslayacağım. Sekar nedir bilir misin? O, bırakmaz ve terk etmez. Ona gününü gösterir. Onun üzerinde on dokuz vardır. Biz ateş ehlini (bekçilerini) meleklerden kıldık. Onların (ateş ehlinin) sayılarını da inkârcılar için bir fitne / sınama (aracı) kıldık ki böylece önceki vahyin bağlıları / kitap ehli (bu ilahî mesajın doğruluğuna) ikna olsunlar ve (bu vahye) iman etmiş olanların imanları daha da güçlensin. Ve böylece geçmiş vahiylerin bağlıları ile (bu vahye) iman edenler bütün şüphelerden kurtulsunlar. Ayrıca kalplerinde hastalık olanlar ile hakikati inkâr edenler: “Allah bu misalle neyi murad etti?” desinler ve böylece Allah, (yoldan çıkmak) isteyeni saptırır, (doğruya ulaşmak) isteyeni ise doğru yola ulaştırır. Ve Rabbinin güçlerini / ordularını Kendisinden başka kimse bilemez. Bütün bunlar insan için yalnızca bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir. (Müddessir Suresi 26-31)
Yukarıda yapılan uyarının devamı bağlamında Cenab-ı Hak, şirk sisteminin yarattığı gece karanlığının geçip gitmekte olduğunu ve tevhit sisteminin sabah aydınlığı gibi ağarmakta olduğunu bildirdi. Sekarın / kavurucu cehennemin Mekkelilerden iman edip öne geçmek isteyen veya şirk içerisinde kalmayı tercih ederek arkada kalmayı tercih edecekler için bir uyarı levhası olduğunu vurguladı. Bu uyarıdan sonra artık insanların kendi tercihlerine göre sonuçlarına katlanacakları ifade edildi. Fakat sağduyu sahiplerinin huzurlu, mutlu bir dünya ve yine mutlu ve bahtiyar bir cennet hayatını öbür dünyada yaşayacağına vurgu yapıldı.
Surenin devamında ‘bu sağduyu sahiplerinin, melekelerini kullanmayan muhalif kişileri sorgulayacakları ve onlara Sekar’a giriş nedenlerini soracakları’ anlatılır. Ayrıca “onların mallarını, mülklerini tevhit sistemine destek için harcamadıklarını, halka hiç eğilmediklerini, fakir fukaranın halini hiç düşünmediklerini, onların aç, açık olup olmadıkları ile hiç ilgilenmediklerini dahası günaha, batıl şeylere, zevk ve eğlence ile vakit geçirenlerle birlikte vakit geçirdiklerini söyleyeceklerine” değinilir.
Hatta “bazılarının bu durumun böyle devam etmeyeceği, bir gün bu yaptıklarının hesabını bir bir vermek zorunda kalacaklarını söyledikleri zaman, muhaliflerin bu ikazları hiç dikkate almadıkları, alayla karşılık verdikleri” kayda geçirilir. Dahası surenin müteakip ayetlerinde “bu halin böyle devam etmeyeceği, zevk ve eğlencenin, duyarsızlığın, vurdumduymazlığın bir gün sona ereceği, bu dünyada iktidarlarını kaybederek zelil, aşağılık bir duruma düşecekleri ve yaptıkları ahlaksızlığın, haksızlığın ve batıl işlerin hesabını vermek üzere hem bu dünya da hem öbür dünyada hesaba çekilecekleri’ yine onların dilinden anlatılır.
Onlar o hesaba çekildikleri zaman artık hiç güçleri yoktur ve hiçbir şekilde birbirleriyle yardımlaşamazlar da. Onlara kimse yardım edemez ve kimse de ellerinden tutmaz, onlara arka çıkmaz.
32- 48- Hayır… Hayır… Zannettikleri gibi değil. Andolsun Ay’a, dönüp gitmekte olan geceye andolsun, ağarmakta olan sabaha andolsun ki!; O (Sekar) gerçekten sizden, öne geçmek veya arkaya kalmak / geride kalmak isteyenler için bir uyarıcı / korkutucu olarak en büyüklerinden biridir. Herkes kazandığına karşılık bir rehindir. Sağ ehli / sağduyu sahipleri, işte onlar cennettedirler. Suçlular, “Sizi Sekar’a sürükleyen nedir?” diye sorgulanırlar, (Onlar ise cevaben şöyle) dediler: “Biz musallinden / hakkın destekçilerinden değildik, yoksulu / miskini / fukarayı da doyurmuyorduk, (günaha / batıla /sapıklıklara) dalanlarla birlikte dalardık ve Din Günü’nü / hesap gününü / zamanı gelince hesap vermeyi inkâr ediyorduk / reddediyorduk. Ta ki kaçınılmaz olarak hesap vermeyle / din günüyle / iktidarı kaybedip hesapla yüz yüze gelinceye kadar (böylece devam ettik.)” Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati. / Birbirlerine yardım edenlerin, birbirlerine arka çıkanların şefaati onlara artık yarar sağlamaz. (Müddessir Suresi 32-48)
Ve surenin sonunda Cenab-ı Hak, bu çağrıdan yüz çevirenleri aslandan ürkmüş, büyük bir korku ile oraya buraya şuursuzca kaçıp kurtulmak isteyen yaban eşeklerine benzetir ve kaçışlarının onlara bir faydasının olmadığını bildirdi. Daha sonra da onların her birinin bizzat Kendisi tarafından muhatap alınmayı ve her birine ilahi davet / vahiy ile seslenilmesini beklediklerini söyledi. Bunun ise mümkün olmadığını / olamayacağını, zira bu tür bir talebin aslında insanın haddini bilmemesi ve onları bekleyen korkunç akıbetten korkmamaları olarak değerlendirdi. Sonunda da Cenab-ı Hak, erdemliliğin ve rahmetin kaynağının bizzat kendisi olduğunu belirterek fırsat eldeyken isteyenin öğüt alabileceğini bildirdi.
49- 56-Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar? Aslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi sağa-sola kaçışıyorlar. Hayır! Onların her biri, kendisine açılmış sayfalar verilsin istiyor. / Onlardan her biri (boş bir gurur ile Cenab-ı Hakk’ın bizzat kendilerini muhatap alarak ve aracısız olarak) kendilerine sayfalar verilmesini istiyor. Hayır… Hayır…/ Öyle şey olmaz! / kendilerini ne zannediyorlar? / Doğrusu onlar, ahretten / geleceklerinden korkmuyorlar. Hayır… Hayır… İş zannettikleri gibi değil! Bu bir öğüttür, dileyen herkes ondan ders alabilir. Allah dilemezse onlar öğüt alamazlar. O, erdemli davranmanın kaynağıdır; bağışlamanın kaynağıdır. (Müddessir Suresi 49-56)
([1])NOT:Ayetlerin lafzen “Yeşil otları çıkarır ve sonra da onu kuru çerçöpe çevirir” meali yerine o zamanki Araplar için ifade ettiği anlamı ayet meali olarak tercih edilmiştir. (A.A)