BÖLÜM 16
HUKUK VE SOSYOLOJİ EĞİTİMİ
Peygamberimizin hareketi, 7. yılında boykotla karşı karşıya kalmıştı. Mekkeli müşrik yöneticiler İran kralı 2. Hüsrevin Suriye, Filistin ve Mısır’ı zapt etmesi sonucunda siyasi güçlerini pekiştirmişler ve peygamberimizin üzerindeki himayesini kaldırması için Haşimoğullarına muhasara / hapis / boykot uygulamaktadırlar.
Ebu Talib, Haşimoğullarını kendi adıyla anılan tepedeki kendine ait kalede / malikanede toplamış ve peygamberimizi himaye etme hususunda kararlılık ve direniş göstermektedir. Kalede yer bulamayan müminler ise Ebu Talip tepesinin eteklerindeki vadiye çadır kurmuşlardır. Bazıları da bu tepede yer alan mağara ve oyuklara yerleşmişlerdir.
Her ne kadar Haşimoğullarından başka kimseye boykot geçerli değilse de diğer kabilelere mensup müminlerin bir kısmı peygamberimizin güvenliğini temin ve Erkam’ın evinde yaptıkları eğitim ve toplantıların devamı için Haşimoğulları ile birlikte aynı sıkıntılara, aynı hapis hayatına katılmışlardır.
Cenab-ı Hakk’ın Ashab-ı Kehf kıssası ile elçisine öğrettiği üzere, müminler bu boykot / muhasara ortamını eğitim kampına dönüştürmüşler ve peygamberimizden bu süreçte çok sıkı bir eğitim almaktadırlar. Böylece geleceğin kadroları günlük hayatın meşgalelerinden uzak bütün benlikleriyle kendilerini eğitime vermişlerdir. Peygamberimiz de Cenab-ı Hakk’ın kendisine öğrettiği bilgi ve bahşettiği tecrübe ve birikimlerini bu kadrolara aktarmaktadır.
Büyük bir Medeniyetin inşası için sığındıkları mağarada müminler, muhtemelen aşağıdaki müfredat üzere Hz.Muhammed’den @ eğitim aldılar;
Varlık Felsefesi (Eşya, İnsan ve Kâinat)
İlahiyat / Uluhiyet / Rububiyet
Nübüvvet ve Vahiy (İlahi Rehberlik)
Siyaset / Strateji / Ahlak
Sosyoloji (Toplumların Yükselişi ve Çöküşü / Azap)
Hukuk (yasaklar, serbestlikler / hürriyetler, imtiyazlar, paylaşım)
Yukarıda belirtilen müfredat konularının surelerdeki anlatım tarzı; bazen kıssalar üzerinden metaforlar / mecazlar / müteşabihler kullanılmak suretiyle olduğu gibi bazen de açık / muhkem ifadeler kullanmak suretiyledir.
Kur’an, gelecekte inşa edilecek medeniyetin ideolojisini ve felsefesini anlattığı kıssalarla ve bu kıssalardaki temsillerle vermiştir. Diğer peygamberlerin hayat hikayelerini konu alan kıssaların içerisinde yer alan felsefe, Hz.Muhammed@ tarafından doğru bir şekilde yorumlanmış ve süreç çerisinde pratiğe geçirilmiştir. Böylece anlatılan bu kıssalar reel hayatta karşılığını bulduğu gibi vukuundan önce anlatılmış olması nedeniyle de her biri müjde olmuş ve mucize olarak tecelli etmiştir. Bu nedenle anlatılan kıssalardaki peygamberlerin yerine Hz. Muhammed’i @ kıssa kahramanı olarak yerleştirdiğimiz de Kur’an aynı zamanda bize peygamberimizin siretini anlatmaktadır. Dolayısıyla Kur’an diğer peygamberlerin hayatı üzerinden ders verirken peygamberimiz ve müminler bu dersleri bizzat hayatına uygulamışlar ve Kur’an’ın uygulama pratiğini ortaya koymuşlardır.
Kur’an’ın sunmuş olduğu dünya görüşü esas olmak üzere peygamberimiz yukarıda belirttiğimiz konulara ilişkin kendi yaşadığı tecrübelerini, yaptığı gözlemleri, aldığı terbiyeyi, edindiği bilgileri Ebu Talip tepesindeki mağara ve oyuklardaki eğitim kampında yetiştirdiği genç kadrolara aktarmaya çalışmaktadır. Bu eğitim kapsamında diğer dinler / ideolojiler / düşünce sistemleri / dünya görüşleri tartışılır. Geçmişteki medeniyetlere ait bu görüş ve düşünce sistemleri peygamberimizin getirdiği dünya görüşü ile karşılaştırılır.
Diğer taraftan boykot / hapis sürecine ilişkin birkaç hususa değinmekte yarar var. Şöyle ki;
Boykot / hapis süreci her ne kadar üç yıl sürmüş olsa da özellikle son yıl boykotun / hapsin uygulama kurallarında bir hayli gevşemelerden ya da boykot kırıcılardan bahsetmek mümkündür. Bu sebeple boykotun iki yıl kadar sürdüğünü söyleyenlerde vardır,
Boykot / hapis sürecinde hac aylarına girildiğinde boykotun / hapsin kaldırıldığını ve böylece Haşimoğulları ve mü’minlerin her türlü serbest ticaretlerini ve görüşmelerini yapabildiklerini (izlenmekle ve geriden geriye engellemeler yapılmakla birlikte) dikkate almak gerekir.
Eğitim kampında eğitilen gençler ne kadar aralıklarla Mekke’ye gidip geliyorlardı bilinmemektedir. Ancak Haşimoğullarından olmayan ve özel yetiştirilmeye tabi olmayan müminler peygamberimizle görüşmek, O’ndan ders almak için Ebu Talip tepesinde vakit geçirmeleri dışındaki günlük hayatlarını Mekke içerisinde geçirmektedirler. Bu sayede müminlerin dolayısıyla peygamberimizin şehirle diyaloğu devam etmektedir. Nazil olan sureler Mekke’de okunmakta ve böylece Cenab-ı Hakk’ın mesajları Mekkelilere ulaşmakta Mekkelilerin sözleri de peygamberimize ulaşmaktadır. Özetle “Diyalog” devam etmektedir.
16.1. Varlık Felsefesi: Kâinatın Tek Sahibi ve Egemeni Allah’tır
Yukarıda verilen müfredatın surelerdeki işlenme sıralaması ise farklılıklar arz edebilir. Bu dönemde nazil olan surelerden Enam Suresinde Tevhidi Dünya Görüşünün teorik düşünce / inanç temelleri atılır. Bu temellendirme de üzerinde ısrarla durulan en önemli hususbakışların insanların dikkatlerini tabiata çevirmelerinin istenmesidir. Tabiatın (görünen ve görünmeyen ya da fizik ve metafizik varlığıyla) insanın emrine amade olduğu ve işleyiş kurallarının Cenab-ı Hak tarafından konulduğu belirtilir. Bu ilahi kurallara / tabiat kurallarına uygun olarak seçilecek yolların O’na kulluk olacağı da vurgulanır. Ayrıca bu ilahi kuralların / tabiat kurallarının sonuçta insana hizmet ettiği üzerinde durulur. İnsanın yolunu bulmada Cenab-ı Hakk’ın rehberliğinin sadece tabiattaki ilahi kurallarla sınırlı olmadığı, peygamberleri vasıtasıyla da insanlığa yol gösterdiği belirtilir.
Bu kapsamda tabiattaki sürekli değişimin ilahi bir kural olduğundan hareketle insanların uygulayacakları sistemlerin de ilahi öğretinin rehberliği çerçevesinde sürekli değişmesi gerektiği bildirilir. Geçmiş zamanda İnsanlığa ışık tutmuş, yol göstermiş kişilerin putlaştırılmasının, ilahlaştırılmasının yanlış olduğu bildirilir. Aksi takdirde o kişi / otoritelere ait olduğu iddia edilen ve kutsal hale getirilmiş düşüncelerle meydana gelen sistemlerin toplumları ileri götürmeyeceği tam aksine, zaman içerisinde onların toplumu yok oluşa götüreceği Hz. İbrahim’in hayatı üzerinden metafor olarak anlatılır. Böylece tarihte geçmiş kavimlerin ürettiği düşünce sistemlerinin artık bugün için sorunlarına çözüm getirmeyeceği anlatılır. En uzak ve biraz ışıltısı kalmış Yunan medeniyetine ait düşünce sistemini yıldız olarak betimleyerek artık bu düşünce sisteminin öldüğü vurgulanırken, Mezopotamya / Babil medeniyeti düşünce sisteminin de insanlığa bir şey veremeyeceği, ayın kaybolması benzetmesi ile verilir. Aynı zamanda yakın zamandaki Mısır medeniyeti de güneşe benzetilir ve bu medeniyetlerin düşünce sistemlerinin artık işe yaramayacağı anlatılır.
Sonunda ilahlık ve Rabliğin neden ve nasıl Allah’a ait olması gerektiği anlatılarak Tevhit ortaya konulur. İnsanların dünya görüşleri ve sistemlerin toplumda sadece belli bir zümre, sınıf ve ırkın faydalandığı bir sistem haline geldiyse ve daha da önemlisi bu sistemin yasaları kutsal, değişmez, dokunulmaz ve putlaştırılmış ise o takdirde onlar şirk olarak görülür ve büyük günahlar arasında zikredilir.
Cenab-ı Hak tüm varlığı Aydınlık x Karanlık, Yer x Gök, Erkek x Dişi, Sıcak x Soğuk, İtme x Çekme vb. gibi “Çift Kutupluluk / zıtlıklar / çelişkiler üzere yarattığını bildiren ayetlerle Enam Suresine başlar. Yaratılanların bu zıtlıklar üzerine yaratılmasına rağmen müşriklerin Allah’a denk / eşler tuttuğu sorgulanır. Zımnen şu anlatılır; eş koşulan şeylerin denkleri, benzerleri, ya da zıtları varlık aleminde vardır. Dolayısıyla bunlar Allah’a denk olamaz. Yaratılmışlar, hiç onu yaratan gibi olur mu?
Cenab-ı Hak varlık aleminin, özelde de insan varlığının bir başlangıcı olduğu gibi mutlaka bir sonunun da (ecel) olduğunu belirtir. Böylece yaratılan varlık aleminin hayat sahnesine çıkmasındaki en önemli kuralın hareket / devinim olduğu ve bir hareketin de başlangıcı ve sonu (ecel) olduğunu bildirerek varlığı devam ettirmenin en önemli kuralının değişim / hareket / devinim olduğunu ve bu değişim sonucunda yaşamın ortaya çıktığını belirtir.
Arkasından bu değişimler herkesin gözü önünde sürekli görüldüğü halde yine de şüphe içinde olunması sorgulanır. Zımnen apaçık görülen ve yaşanan bu gerçeğin inkâr edilmesinin anlaşılmaz bir şey olduğunun idrak edilmesi istenir. Yani bu çok büyük bir şuursuzluktur.
Sosyolojik olarak şimdiye kadar varlık dünyasına gelmiş her iktidarın / devletin / medeniyetin mutlaka bir sonunun gelmesi gibi Mekke müşrik idaresinin de ilahi yasa gereği mutlaka sonunun geleceği bildirilmiş olur. Kimsenin bundan şüphe etmemesi gerektiği ifade edilir. Bir iktidar ne kadar güçlü, zengin, gelişmiş olursa olsun ilahi kurala karşı koyamayacağı ve sonunda mutlaka yok oluşa / helake / azaba gideceği sosyolojik bir tahlil olarak verilir. Geçmiş kavimlerin bu yıkılışa ibretlik birer örnek teşkil ettiği de kanıt olarak verilir. Onların yıkılışlarının temel sebebinin de işledikleri suçlar, günahlar ve hukuksuzluklar kısaca zulüm olduğu vurgulanır. Böylece bir toplumu ayakta tutan şeyin hak / adalet / hukuk olduğu ifade edilmiş olur. Fakat Mekke müşrik elebaşıların bu gerçeği görmemeleri ve işledikleri günahlar / zulüm / haksızlıklar nedeniyle yakın gelecekte bir ınkılab ile devrileceklerine dair gelen haberler / belirtiler karşısında alaycı bir tutum içerisinde oldukları ifade edilir.
Rahman Rahim Allah’ın adına
1 – 6- Hamd / yönelim / övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’adır. Buna rağmen şu inkarcılar başkalarını Rablerine eşit / denk tutuyorlar. O, sizi balçıktan yarattı ve sonra bir “ecel” tayin etti. Bu ecelin süresine ait bilgi onun katındadır. Fakat siz hâlâ şüphe içerisindesiniz. Oysa O, göklerde de yerde de Allah’tır. O, gizlinizi ve açığınızı bilir. Dahası kazandığınız şeyleri de bilir. Onlar Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeye görsün, mutlaka ondan yüz çevirmişlerdir. Böylece kendilerine gelen hakikati yalanlamışlardır. Artık alaya aldıkları şeylerin belirtileri / haberleri yakında kendilerine gelecektir. Onlardan önce yeryüzüne yerleştirdiğimiz ve size vermediğimiz nice imkânları kendilerine verdiğimiz, gökyüzünden üzerlerine bol bol yağmur indirip altlarından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların arkasından başka nesiller yarattık. (Enam Suresi 1-6)
Cenab-ı Hak, Peygamberlerin getirdikleri mesajların doğruluklarının test edilmesi için mucize talep etmek yerine insan olmanın bir gereği olan akıllarını kullanmaya davet eder. İlahi / tabiat kanunlarının mucize ile değiştirilmesinin peygamberlerden istenmesi halinde bu talebin olumlu karşılanmayacağı, olumlu cevap verilecek olursa da “aklı” kullanmamanın bir cezası olarak işlerinin bitirileceği belirtilir. Zira bu talebi yapan insanlar akıllı bir varlık (insan) olmanın gereğini ve dünyaya gönderilme nedeni olan imtihanın gereğini yerine getirmemiştir.
Peygamberlerden istedikleri mucizelerin yerine getirilmesi halinde bile imtihanın sırrı olarak yine akıllarına hitap edecek ve ilahi / tabii kurallar çerçevesinde olacak şekilde mucizelerin yerine getirileceği bildirilir. Böylece aklını kullanmayıp kötü niyetli olanlar ilahi davet konusunda yine şüpheye düşürecektir. Zaten aksi olsaydı sınav nasıl olacaktı?
7 – 9- Eğer ki sana kâğıtta yazılı bir kitap indirmiş olsaydık, onlar da ona elleriyle dokunsalardı, o inkarcılar yine de mutlaka “Bu, apaçık sihirden başka bir şey değildir” diyeceklerdi. Onlar “ona bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer bir melek indirmiş olsaydık, iş, mutlaka bitirilmiş olurdu. Sonra da onlara göz açtırılmazdı. Şayet onu (Peygamberi) bir melek yapsaydık, yine de mutlaka onu bir adam şeklinde yapardık da düştükleri kuşkuya yine düşürürdük. (Enam Suresi 7-9)
Tarihe bakılacak olursa peygamberler ile alay edenlerin sonlarının hüsran olduğunun net bir şekilde görülmesi en büyük kanıt olarak verilir ve davetçinin söylediklerinin doğruluğunu kanıtlaması için tarihe bakılmasının yeterli olacağı böylece mucizeye gerek olmadığı ortaya konulur.
10 – 13- And olsun ki senden önceki elçilerle de alay edilmişti de onlardan alay edenleri alay ettikleri şey kuşatıvermişti. De ki: “Yeryüzünde dolaşın da bakın bakalım yalanlayanların sonu nasıl olmuş.” De ki: “Göklerde ve yerde olan şeyler kimindir?” De ki: “Allah’ındır.” O (Allah), rahmeti kendi üzerine yazmıştır. Kendisinde asla şüphe olmayan kıyamet gününde sizi mutlaka toplayacaktır. Kendilerini zarara sokan kimseler; işte onlar mümin değildirler. Gece ve gündüzde barınan her şey O’nundur. O, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Enam Suresi 10-13)
İlahlığın / rabliğin bir diğer özelliği yarattığı şeylerin hayatiyetini sürdürmesi için onların ihtiyaçlarını karşılaması ki bu ihtiyaçlardan insanlar için birincisi beslenme / gıda ihtiyacı ikincisi ise farkındalık / bilinç / şahitlik / bilgi vermektir. Müşriklerin itaat ettikleri yöneticiler ve bu yöneticilerin adına hareket ettikleri şirk unsuru kişi ve kurumlar (putlar, ortaklar) ise herhangi bir şey yaratmadıkları gibi yaratılmışların ihtiyaçlarının karşılanması konusunda hiçbir katkıları da yoktur. Daha kötüsü insanların kazandıklarından, ürettiklerinden çeşitli yollarla pay alarak kendileri zenginleşmekte üreten halkı ise fakir bırakmaktadırlar. Diğer taraftan halkın farkındalığını, bilincini, şahitliğini öldürmekte ve onları cehalete / geriliğe mahkûm etmektedirler.
Cenab-ı Hak elçisine kendisini mutlak otorite / veli olarak kabul eden ve teslim / İslam olanlara önderlik etmekle görevlendirildiğini ve şirk sistemini inkâr etmekle emrolunduğunu deklare etmesi bildirilir. Aksi durumda O’na isyan edilmiş olacağı ve bu nedenle O’nun vereceği azaptan korktuğu belirtilerek müşriklerin bu isyan ve azaba karşı cesaretlerinin nereden kaynaklandığı zımnen sorgulanır. Müşrikler şirk koştukları ilahlarının gerçekten ilah oldukları konusunda şahitlik etmeye davet edilirler. Şayet bu konuda şahitlik etmeye kalkarlarsa da elçisine kendisinin bu şahitliği yapamayacağını bildirmesi istenir. Hz.Muhammed @ gibi cesur, sabırlı, metanetli ve azimli bir kişi bu şahitliğe cesaret edemiyorsa rahatlarına düşkün, sabırsız, korkak müşriklerin bu şahitlik konusunda neye güvendikleri böylece sorgulanmış olur.
14 – 19- De ki: “Gökleri ve yeri yaratan, besleyen, fakat kendisi beslenmeyen Allah’tan başkasını veli / mutlak otorite olarak kabul eder miyim hiç? De ki: “Ben Allah’ a teslim olanlara önderlik etmekle ve müşriklerden olmamakla talimatlandırıldım.” De ki: “Muhakkak ki ben, eğer Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım.” O gün, kim azaptan esirgenirse, O (Allah) gerçekten ona rahmet etmiştir. İşte bu, apaçık kurtuluştur. Eğer Allah sana bir zarar / sıkıntı verecek olursa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Yok eğer O sana bir hayır dilerse de unutma ki O, her şeye gücü yetendir. Ve O, kullarının üstünde Kahhar’dir. Hakîm’dir ve her şeyden haberdardır. De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah şahittir. İşte bu Kur’an sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye bana vahyolundu. Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten şahitlik eder misiniz?” “Ben şahitlik etmem.” de ve ekle: “O, ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerle hiçbir bağım yoktur.” (Enam Suresi 14-19)
Hz.Muhammed’in@ Allah elçisi olduğunun bir diğer kanıtı da O’nun Arap yarımadasında yerleşik kitap ehli mensuplarının çoğunluğu tarafından çok iyi tanınmasıdır. Onlar O’nun getirdiği mesajı adeta oğullarını bildikleri gibi bilmekte ve kabul etmekte / tanımaktadırlar. Zira onların ellerindeki kitabın öğretileri ile Hz.Muhammed’in@ getirdiği öğretiler birbirine çok yakındır. Fakat bazı istisnalar elbette ki vardır. Mekke’deki boykot ortamında Hz.Muhammed’i@ destekleyen ehli kitap kabileler olduğu gibi onun elçiliğini kabul etmeyen bazı ehli kitap kimseler de vardı. Ancak bunlar daha çok şirk sisteminden nemalanan tiplerdi. Bilindiği üzere Arap yarımadasındaki ehli kitap topluluklar teslis inancına karşı çıkarak Mısır’dan, Anadolu’dan ya da Suriye’den göç etmiş topluluklardı. Tevhit inancını savunuyorlardı. Ancak zamanla onlar da bölgelerindeki şirkten etkilenmişlerdi. Ama yine de ilahi öğretinin verdiği bir anlayışın bir kısmını koruyorlardı. Bu nedenle Hz.Muhammed’i@ desteklemişlerdi. Bunun yanında müşriklerle ilişkilerini geliştiren ve bu ilişkilerden çok kazanç temin etmiş olanlar nefislerinin arzularına uyarak bu ilişkilerinin zedelenmemesi için Hz.Muhammed’in @ getirdiği öğretiye karşı çıkıyorlardı. Onlar menfaatleri uğruna kişiliklerini kaybetmiş, kendilerine yabancılaşmış tiplerdi. Bu dejenerasyonlarına delil yaratmak için bir takım yalan ve kuruntularını Allah’a atfederek O’na iftira etmekteydiler. Dolayısıyla kendine yabancılaşarak haktan uzaklaşıp müşriklerin yanında yer alanların inkarları Hz.Muhammed’in@ elçiliğine gölge düşüremez.
20 – 26- Şu kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu (peygamberi ve mesajını), kendi oğullarını bildikleri gibi, bilirler. Ama kendi özlerini kaybedip dejenere olanlar ise işte onlar iman etmezler. Kendi uydurduğu yalanları Allah’a yakıştırandan veya O’nun mesajlarını yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kuşkusuz bu zalimler kurtuluşa eremezler. (Enam Suresi 20-21)
Ama Cenab-ı Hak ahirette herkesi toplayıp da şirk koşanlar hesaba çekildikleri zaman hem ehli kitaptan olup dejenere olanlar hem de müşrikler azaptan kurtulmak için şirk koşmadıkları şeklinde yalana başvuracaklar. Tıpkı dünyada yaptıkları gibi ahirette de viraj almaya çalışacaklar.
Halbuki onlar elçiye kulak veriyorlar, hakkı işitiyorlar, akıllarına da yatmasına rağmen kalpleri ile nefret etmeyi tercih ediyor ve duymamazlıktan geliyorlar. Hz.Muhammed@ ile görüşmeye geldikleri zaman, sırf nefislerinin arzuları istikametinde yollarına devam etmek için onunla tartışma yolunu seçiyor ve kendilerine anlatılan sosyolojik gerçekleri inkar ediyorlardı. Toplumların nasıl yıkıldığına ilişkin olarak anlatılan sosyolojik yasaları inkâr etmek için onların geçmiş topluluklara ait tarihi olaylar olduğunu ve kendi zamanlarını bağlamayacağını iddia ediyorlardı.
Onlar sadece kendilerini haktan uzak tutmakla kalmıyorlar başkalarını da uzak tutmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Ama onlar bu hareketleriyle kendilerini yok oluşa / yıkıma götürüyorlar da farkında değillerdi.
22-26-O gün hepsini toplayacağız ve ortak koşan kimselere: “Hani nerede o ortak olduğunu zannettikleriniz?” diyeceğiz. Sonra, “Rabbimiz, Vallahi biz müşriklerden değildik” demekten başka bir fitnelikleri / manevraları olmayacak. Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! Yamuk tasavvurları / uydurdukları şeyler kendilerini nasıl da aldatmış! Onların içlerinden seni dinleyenler de vardır. Fakat onu kavrayıp anlamamak için kalplerini karartıyor ve duymamazlıktan geliyorlar. Onlar, bütün ayetleri görseler bile yine de inanmıyorlar. Hatta o inkâr edenler, sana geldikleri zaman, seninle tartışmaya girişerek “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” derler. Dahası onlar, başkalarını da ondan men ederler ve kendileri de ondan uzak dururlar. Böylece onlar farkında olmadan, yalnızca kendilerini helake sürüklüyorlar. (Enam Suresi 20-26)
Kısa vadeli / günü birlik / günü kurtarma / geleceği düşünmeyen / planlama yapmayan / arzu ve heveslerinin peşinden giden aklını kullanmayan kişiler için son pişmanlığın fayda vermeyeceği, onları azabın beklediği bildirilir.
Bu kişilere ilave zaman verilse bile yine aynı davranacaklar ve hiçbir zaman ders alarak doğruya yönelmeyeceklerdir. Zira onlar kendilerine verilen donanımları kullanmayarak felç etmişler / bozmuşlardır. Farklı davranmaları beklenemez. Tabiatları bozulmuştur. Öyle ki kısa vadeli yaşamları için elde edecekleri menfaatler nedeniyle ahireti inkâr etmektedirler. Böylece uzun vadeli düşünme ve gerektiğinde arzularını kontrol altına alma şeklinde hareket edemezler. Ancak bu şekilde hareket edenler azab ile yüzyüze geldikleri zaman çok pişman olacaklar ama iş iten geçmiş olacaktır.
Uzun vadeli / ahireti / geleceği planlayan / akıl ve rehberlikle hareket eden kişileri ise mutlu bir gelecek bekler.
27 – 32-Onların, ateşin başında dikilecekleri zaman, “Ah, Keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve müminlerden olsak!” dediklerini bir görsen! Hayır, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine men edildikleri şeye mutlaka dönerlerdi. Onlar gerçekten yalancıdırlar. Zira onlar “Dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur, biz diriltilecek de değiliz” demişlerdi. Sen onları Rabblerinin huzurundaki duruşma esnasında bir görsen! O (Rableri): “Bu, bir gerçek değil miymiş?” dedi (der). Onlar: “Evet! Rabbimize and olsun ki gerçektir” diye cevap verecekler. O (Rableri) de diyecek ki: “O halde reddetmeniz nedeniyle azabı tadın!” Allah’a kavuşmayı reddedenler, kesinlikle hüsrana uğrayacaklardır. İşte o saat ansızın gelince, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak diyecekler ki: “Dünyada haddimizi aştığımızdan dolayı yazıklar olsun bize!” Yüklenip durdukları (günahları) ne kötüdür, değil mi? Kısa vadeli düşünerek yaşama / dünya hayatı, sadece eğlence ve oyundur. Geleceği düşünme / uzun vadeli düşünerek yaşama /Ahiret yurdu ise, takvalı davrananlar için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Suresi 27-32)
16.2. Nübüvvetin Fonksiyonu Uyarmaktır
Kavmi tarafından yalanlanması peygamberimizi çok üzüyordu. Onlara hangi kanıt getirilirse getirilsin hiçbirine itibar etmiyorlardı. Elçisini teselli etmek için Cenab-ı Hak, onların aslında kendi ayetlerini yalanladıklarını, peygamberin şahsı ile alakalı olmadığını, dolayısıyla bu işi kişiselleştirmemesini bildirir. Onların Allah’ın ayetlerini / mesajlarını bile bile inkar ettikleri ve bunu da menfaatlerine böyle uygun geldiği için yaptıkları çok açıktır. Tarihsel geçmişte onlarla aynı karakterde olanların da elçilere aynı tepki ve muameleyi reva gördükleri ama elçilerin asla pes etmedikleri ve onların eziyetlerine karşı direndikleri bildirilir. Sonunda ise Cenab-ı Hakk’ın yardım ve inayeti mutlaka gelmiştir. Zira Cenab-ı Hak elçilerine yardım göndermeyi üzerine almış ve kendisi bunu ilahi bir kural / sosyolojik bir kanun / vaat / söz olarak ahdetmiştir. Elçilerin görevi ise sadece akılları harekete geçirmeye çalışmaktır, onları zorla iman ettirmek değil. Dolayısıyla olağan dışı / akıl dışı / ilahi kural dışı / mucize türünden bir şey beklenmemelidir. Allah isterse zor kullanarak herkesi hidayete erdirir, kimse batıla sapamaz, yanlış yapamaz ama bu türden zorlama ve baskılar sınav için koyduğu kurallar ve insana verdiği iradeye aykırı olur. Bu nedenle cahilce davranışlar içerisinde bulunmaması konusunda Hz.Muhammed @ uyarılır.
Fakat elçiyi can kulağıyla dinleyenler davete icabet ederler. Davete icabet eden bu kimseler Allah’ın rehberliği ile diriltilir. Daha sonra ise bir tevhit sistemi inşa edilir ve müşrik toplum iman ederek / teslim olarak Rablerine döndürülürler.
33 – 36- Biz onların söylediklerinin seni gerçekten üzdüğünü biliyoruz. Onlar aslında seni yalanlamıyorlar. O zalimler Allah’ın ayetlerine / mesajlarına karşı mücadele ediyorlar. And olsun ki senden önceki elçiler de yalanlanmıştı. Onlar yalanlandıkları hakikat üzerinde direndiler ve bu yüzden eziyete uğradılar. Ama sonunda kendilerine yardımımız yetişti. Hiçbir güç Allah’ın vaadini değiştiremez. İşte buna dair gönderilmiş elçilerin haberleri sana gelmiş bulunuyor. Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içinde bir tünel ya da göğe çıkmak için bir merdiven ara da onlara bir ayet getir! Oysaki eğer Allah dileseydi, elbette onların tümünü hidayet üzere toplardı. (ama dilemedi) O hâlde sakın cahillerden olma! (Sakın gaza gelme! Sakın bir cahillik yapma!) Ancak can kulağıyla dinleyenler davete icabet ederler ve böylece Allah ölüleri diriltir. Sonra O’na döndürülürler. (Enam Suresi 33-36)
Müşriklerin Hz.Muhammed’den @ mucize getirmesini talep etmeleri üzerine Cenab- ı Mevla elçisinden inkarcılara şöyle hitap etmesini ister;
“Cenab-ı Hak şüphesiz peygamberlerine mucizeler vermeye kadirdir. Ama peygamberin görevi o değil ki! Ayrıca yine Cenab-ı Hak insanları kendi gayretleri ve çabaları olmaksızın gökten zembille mucize indirmez. Cenab-ı Hak sizin emir kulunuz değil. Siz O’nun kullarısınız. Sizin gayretlerinizi müteakip O mucizelerini size indirecektir. Böylece sizler mucizeler yaratacaksınız. Hem bakın bakalım; diğer gelişmiş, ilerlemiş toplumlara onlar da sizin gibi insanlar. (Yeryüzünde devinen canlılar ve uçan kuşlar metaforu ile anlatım) Onlar her şeyi kucaklarında hazır mı buldular? Yoksa bu gelişmişlikleri bir çabanın, gayretin ve uğraşın sonucu değil mi? Bir de kendi halinize bakın! Sizin onlardan neyiniz eksik. Siz de onlar gibi toplumlarsınız. Ama hiç düşünmüyor musunuz onlar uçarken ([1]), ilerlemişken sizler karanlığa, geriliğe mahkûm olmuşsunuz. Neden? Çünkü sizler laftan anlamayan, öğüt almayan ve şirkin karanlığında kalmayı tercih eden kimselersiniz. Aydınlığı, ilerlemeyi, medeni toplum olmayı talep etmiyorsunuz. Allah bu hususta sizlere yardım edip elinizden tuttuğu halde yine de bu yardımı reddediyor ve elçisinizi inkâr ediyorsunuz. Allah ancak talep edeni aydınlığa kavuşturur.”
37-39-Onlar dediler ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” De ki: “Şüphesiz ki, Allah bir mucize indirmeye kadirdir, fakat onların çoğu bunun bilincinde değildir.” Oysa yeryüzünde kıpırdayan hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler (önderli topluluklar) olmasın. Biz Kitapta / ilahi yasalarda hiçbir boşluk bırakmadık. (Noksan, yetersiz bırakmadık). Sonra onlar Rabblerinin huzurunda toplanacaklardır. Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlığa mahkûm olmuş sağır ve dilsizlerdir. Allah dileyeni şaşırtır, dileyeni de doğru yol üzerine kılar. (Enam Suresi 37-39)
Akılları / kalpleri tamamen ölmemiş toplumların azabı / yıkılışı / iktidar kaybını / yenilgiyi gördükleri zaman sadece Allah’a yönelecekleri bildirilirken, yok olmayı hak etmiş / tarih sahnesinden silinmeyi hak etmiş toplumların ise Allah’a yönelmeyi bile beceremedikleri bildirilir. Zira onların akıl ve kalpleri dumura uğramış ve psikolojileri çökmüştür. Rabbimizin bahşettiği donanımları kullanmayarak onları azgınlıkları nedeniyle öldüren toplumları Cenab-ı Hak önce sıkıntılarla imtihana çeker. Belki acizliklerini itiraf edip kendisine yönelirler diye bekler. Fakat bu sıkıntılardan sonra onlar yine de azgınlıklarına devam ederlerse o zaman da müreffeh bir hayatın içerisine gark eder ki, bu onların şımarıklıklarını artırır ve imtihanın en son zirvesinde kendi körelttikleri donanımlarını hiç kullanamaz hale gelirler. Üstelik bu halleri ile onlar doğru yolda olduklarını zannederler ve uyarılara iyice kulaklarını tıkarlar. Böylece azap hak olur, yıkılıp giderek tarih sahnesinden silinirler. Onların yerine Allah’a yönelen topluluklar mirasçı olurlar. Elhamdülillah. Yönelimler Allah’adır.
40 – 47- De ki: “Hiç düşündünüz mü? Allah’ın azabı veya saat (kıyamet vakti) gelse, Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? -(haydi cevap verin ) Eğer dürüstseniz.- Hayır! Bilakis yalnızca O’na (Allah’a) yalvarırsınız, O da eğer dilerse sizi yalvartan sıkıntıyı giderir; öyle ki ortak koştuğunuz şeyleri bile unutuverirsiniz. And olsun, senden önceki ümmetlere / toplumlara da mesajlarımızı göndermiştik. Onları da şiddetli / dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılara düşürdük ki acziyetlerini itiraf etsinler. Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştığı ve şeytan da onlara yapmakta oldukları şeyleri güzel gösterdiği için yalvarmadılar bile. Derken kendilerine yapılan bütün uyarıları kulak ardı ettikleri zaman Bizde onların üzerlerine nimet kapılarını ardına kadar açtık. Onlar kendilerine verilen nimetlerin hazzıyla sermest bir haldeyken / şımarıklık sarhoşluğundayken, onları apansız yakalayıverdik de bütün ümitlerini yitirip yıkıldılar. Böylece zulmeden topluluğun kökü kesildi ve böylece hamd / yönelimler âlemlerin Rabbi Allah’a oldu. De ki: “Bir düşünün bakalım; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka hangi ilah geri getirebilir?” Bak, Biz ayetleri nasıl açıklıyoruz. Fakat hala onlar katı bir önyargıyla diretiyorlar. De ki: “Düşündünüz mü hiç Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelse, zalimler kavminden başkası mı helake uğratılır?” (Enam Suresi 40-47)
16.3. Mucizelerin Ancak Gayret ve Çabayla Geleceği
Boykot sürecinde eğitim gören müminlerin hem kendilerinin ders almaları hem de gelecekte gittikleri yerlerde muhataplarına anlatmaları için şu hususlara ağırlık verilir;
-
Uyarılara kulak verip de ilahi öğretiye tabi olanların zulüm ve karanlık ortamdan kurtulup medeni, aydınlık, müreffeh, barış ve esenlikli, ileri bir topluma kavuşacağını Cenab-ı Hakk’ın müjdelediği,
-
Ancak bu müjdeye nail olmak için kimsenin Hz.Muhammed’den @ mucizevi şeyler beklememesini, her şeyin tabii mecrasında ve herkesin kendi gayretleri ile gerçekleşeceği,
-
Şayet elçinin davet ettiği ilahi ideoloji reddedilecek olunursa toplumsal yıkımın kaçınılmaz olduğu,
-
Cenab-ı Hakk’ın hazinelerinin Hz.Muhammed’in@ elinde / yetkisinde olmadığı dolayısıyla o hazineden tasarruf imkanının O’nda olmadığı,
-
Bu nedenle Cenab-ı Hakk’ın hazinelerini çalışıp gayret edene, doğru istikamette çaba gösterene verdiği, elçinin ise kendisine inzal edilen kitab ile müminlere sadece rehberlik yapacağı / yol göstereceği
48-50-Biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere göndeririz: onun için kim iman eder ve ıslah edici eylemlerde bulunursa onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar. Ayetlerimizi yalanlayanlar ise yapmakta oldukları fasıklıklar yüzünden azaba mahkûm olacaklardır. De ki: “Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı / geleceği de bilmem. Size ‘ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene tabi oluyorum.” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (Enam Suresi 48-50)
16.4. Harekete Davet Edilenlere Nasıl Davranılacağı
Hz.Muhammed’in@ şahsında müminlerin bundan sonra yapacakları tebliğ / davet çağrısında şu hususlara dikkat etmeleri gerektiği bildirilir;
-
Allah’a karşı dost ya da şefaatçi / müttefik tutmamış olan ve Allah’ın huzurunda toplanacakları günden korkanları harekete davet etmeleri,
-
Bu kişiler, gelecekte müminler lehine meydana gelecek gelişmeleri dikkate alan ve bu inkılabın başarıya ulaşmasına engel olacak herhangi bir ittifaka / dostluğa girişmeyen kimselerdir. Onlar İslami inkılaba karşı olmaları halinde başlarına geleceklerden korkan kimselerdir. Onların Allah’a karşı kendilerini korumaları için (yani Allah’a, dolayısıyla resulüne ve müminlere karşı saygılı davranmaları için) vahiy mesajları ile sürekli uyarılmaları,
-
Ayrıca sürekli Allah’a yalvaran ve O’ndan yardım, inayet ve kurtuluş talep eden toplumun zavallı, yoksul, gariban ve kimsesiz şahıslarını müşrik azgın ileri gelenler istemiyor diye yanlarından asla kovulmaması gerektiği, yani hiçbir durumda kendine bağlı kimseleri satmaması özellikle tembih ediliyor.
-
Zira onlar bu hareketin temel taşlarını oluşturacaklar ve onların harekete en zor zamanlarda büyük destekleri olacaktır. Hareketten uzaklaştırmak amacıyla onlar hakkında müşriklerin taleplerini ve sözlerini dikkate almamaları gerektiği,
-
Hele ki onların hareketin önderlerinin yanında yer almalarını kınayan ve bu zavallı gariplerin, kimsesizlerin aşağılanmalarından etkilenerek müminlerin de kendilerini aşağılık kompleksine kaptırmamaları gerektiği,
-
Hatta o kimseler harekete katılmak üzere geldiklerinde geçmişte yaptıkları kötülükler ve günahlardan vazgeçmeleri halinde Cenab-ı Hakk’ın kendilerini bağışlayacağını, O’nun merhametinin yaptıkları kötülükten vazgeçenler üzerine olduğunu onlara bildirmelerini.
51-55- Allah’a karşı dost ya da şefaatçi / müttefik tutmamış olan ve Allah’ın huzuruna toplanmaktan korkan kimseleri vahiyle uyar. Böylece onlar Allah’a karşı gelmeyerek kendilerini korumuş olurlar. Allah’ın rızasını dileyerek sabah akşam Rablerine yalvaran kimseleri kovma! Onların hesabından sen sorumlu değilsin, senin hesabından da onlar sorumlu değildir. Şayet onları kovacak olursan sen de zalimlerden olursun! “Aramızdan Allah’ın iman nimetine erdirdikleri bunlar mı?” derler ve böylece onlardan bazısını bazısı ile sınadık. Kimin şükrettiğini en iyi bilen Allah değil midir? Mesajlarımıza / ayetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman de ki: “Selam olsun size! / Ne mutlu size! Rabbiniz rahmeti ve merhameti kendisine farz kılmıştır. Muhakkak ki sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tövbe eder ve ıslah edici eylemlerde bulunursa şüphesiz ki O çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir.” İşte Biz ayetlerimizi / mesajlarımızı böyle detaylandırıyoruz ki suçluların yolu açık seçik ayırt edilebilsin. (Enam Suresi 51-55)
16.5. Allah’ın Vaadi Hak’tır. Ancak Zamanını Kimse Bilmez
Cenab-ı Hak, müminlerin eğitimi için ve müşriklere cevap olması amacıyla peygamberlikle ilgili şu hususları da elçisine bildirir;
-
“Peygamber toplumu doğru yola sevk edendir. Eğer yanlış yolda giden bir toplumun istek, arzu ve heveslerine göre hareket ederse o zaman Peygamber / lider olamaz.”
-
“Peygamberin uyardığı yıkım / azap da yine ilahi yasalar çerçevesinde vuku bulur. Azap / yıkım Peygamberin kendi isteğiyle olacak bir şey değildir, onun yetkisinde de değildir. Zaten yetkisinde olsaydı müşriklerin yaptıkları zulüm nedeniyle hemen onlara azabı getirirdi. Çünkü neticede Peygamberde bir beşerdir ve beşerî davranışları sergiler.”
-
“Böyle giderse ilahi yasa / sosyolojik yasa gereği Mekke şirk toplumunda yıkım / azap muhakkak surette gerçekleşecek, fakat bu yıkımın / azabın ne zaman gerçekleşeceğini kimse bilemez. Bunlar gayba / geleceğe ait detay bilgilerdir. Bu detay bilgilerin anahtarı da Allah’ın yanındadır. Her şeye O hakimdir. O’ndan habersiz hiçbir olay meydana gelmez.”
56-60- De ki: “Muhakkak ki ben; sizin, Allah’ı bırakıp yalvardıklarınıza itaat etmekten men edildim.” De ki: “Ben sizin hevalarınıza / keyfinize uymam. Eğer uyarsam sapıtmış olurum ve doğru yola erenlerden olmamış olurum.” De ki: “Muhakkak ki Ben Rabbimden apaçık bir delil üzerindeyim. Siz ise onu yalanlamış bulunuyorsunuz. O çabuk gelmesini istediğiniz şey (de) benim elimde değildir, hüküm ancak Allah’a aittir, O gerçeği haber verir. / gerçekleştirir ve O, hakkı batıldan ayıranların en hayırlısıdır.” De ki: “Sizin acele gelmesini istediğiniz şey benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızdaki iş çoktan gerçekleşmiş olurdu. Allah, zulmedenleri en iyi bilendir. Gaybın anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. Onu O’ndan başka hiç kimse bilmez. O, karada ve denizde olan biten her şeyi bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta / yasasında bulunmasın. Nitekim O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün neler işlediğinizi bilen, sonra adı konmuş ecelin (vadenin) gerçekleşmesi için sizi tekrar diriltendir. Sonunda dönüşünüz yalnızca O’nadır ve O, yaptıklarınızı size haber verecektir. (Enam Suresi 56-60)
16.6. Ölüm ve Diğer Tehlikelere Karşısındaki Korkuları Yenme
Cenab-ı Hak, müminlerin davet sırasında üzerinde duracakları en önemli hususları şöyle sıralar;
-
“Alemlerin Rabbinin her şeye hâkim ve egemen olduğu, kullarını yaşamları süresince koruyan ve kollayan muhafızlar gönderdiği ama ölüm zamanı gelince de ölüm meleğini gönderdiği ve bunların hepsinin görevlerini kusursuz bir şekilde yaptıkları böylece tercihlerini yaparken ölüm korkusu yaşamamaları gerektiği,”
-
“O’nun dilerse gökten, yerden veya kavimleri birbirine kırdırarak azap göndermeye kadir olduğu, insanların başına bir felaket geldiği zaman da sığınacakları merciin sadece kendisi olduğu hususlarının üzerinde düşünülmesi ve seçimlerini yaparken ona göre hareket etmeleri gerektiği,”
-
“O’nun kullarının tüm yaşamları boyunca her hareketini takip ettirmekte ve bu hareketlerinden haberdar olduğu,”
-
“O’nun kullarının her türlü ihtiyacını karşıladığı ve her türlü sıkıntılardan da kurtardığı gibi yine kullarının üzerine çok çeşitli şekillerde azap göndermeye kadir olduğu,”
-
“Hak eden toplumlar üzerine göndereceği azabın zamanının ise kendisi tarafından tayin edildiği,”
61-67- O (Allah), kulları üzerinde Kahhardır. (Mutlak otorite, güç ve kudret sahibidir) Sizlerden herhangi birinize ölüm gelip de elçilerimiz onun canını alıncaya kadar sizi koruyan muhafızlar gönderir ve onlar (hem koruyucu melekler hem de ölüm melekleri) görevlerinde kusur etmezler. Sonunda onlar gerçek sahipleri Allah’a teslim edilirler. Dikkat edin! Mutlak hüküm ancak O’nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir. De ki: “Siz, ‘bizi bundan kurtarırsan muhakkak şükredenlerden olacağız’ diye gizlice O’na yalvarıp yakarırken, karanın ve denizin karanlıklarından / tehlikelerinden sizi kim kurtarır?” De ki: “Sizi o tehlikelerden ve diğer bütün sıkıntılardan Allah kurtarır. Ama siz yine de Allah’a ortak koşuyorsunuz.” De ki: “O, üstünüzden / gökten ve ayaklarınızın altından / yerden azap göndermeye yahut sizi düşman kamplara ayırıp hınçlarınızı aldırmak için birbirinizi kırıp geçirtmeye gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi her yönüyle nasıl evirip çeviriyoruz. Senin kavmin ise, o (azap) hakikatin ta kendisi olmasına rağmen onu yalanlıyor. De ki: “Ben sizin üzerinize vekil değilim. Her haberin kararlaştırılmış bir zamanı / gerçekleşme süreci vardır, Artık siz de yakında öğrenirsiniz.” (Enam Suresi 61-67)
16.7. Müminlerin Dava Ahlakı
Cenab-ı Hak, müşriklerle olan münasebetleri sırasında bir dava adamının nasıl bir duruş sergilemesi gerektiği üzerinde müminlere dersler verir.
Bütün varlık alemini yaratan Cenab-ı Hak ve O’nun gösterdiği yol ile İnsanların hayatiyetlerini / varoluşlarını ve geleceğini ilgilendiren konular alay ve eğlence konusu yapıldığı / ciddiye alınmadığı ortamları terk etmek bir dava ahlakıdır. Aksi takdirde dava sahibi de savunduğu konularda ciddiye alınmaz. İnsanların eğlenceli oldukları zamanda müşrikler bu türden tavırları yapabilirler ve müminler de o eğlenceli ortamda bulunabilirler. Şeytani ruha sahip / şeytani ahlaka sahip müşrikler çaktırmadan dini / hayati meseleleri oyun ve eğlence konusu yapabilirler. Müminler durumu fark ettikleri anda hemen orayı terk edilmelidir.
Diğer taraftan hayati konuları alay ve eğlence konusu yapan gayri ciddi kişilere bu yaptıklarının kendilerine çok büyük bir kayıp ve azap olarak geri döneceği ikazında bulunulmalıdır. Hem iktidardan yıkılıp gittiklerinde hem de ahirete intikal ettiklerinde kimsenin bu kişiliksiz / şahsiyetsiz kişilerin yardımına koşmayacağı gibi kimsenin de onlarla arkadaşlık yapmayacağı bildirilir. Onlardan ne kadar büyük olursa olsun asla fidye de kabul edilmeyecektir. Bu inkarcılar için çok büyük bir tehdittir.
68-70-Ayetlerimizle ilgili münasebetsiz / ciddiyetten yoksun konuşmaya dalanları gördüğün zaman, onlar ondan başka söze dalıncaya kadar hemen onlardan yüz çevirerek uzaklaş. Eğer şeytan bir an bunu sana unutturursa hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile beraber oturma. Gerçi takva sahibi olan kişilere o zalimlerin hesabından bir şey düşmez. Fakat müminlerin üzerine düşen yanlış yaptıklarını onlara hatırlatmaktır ki böylece belki sakınırlar. Dinlerini oyun ve eğlence edinmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olan kimseleri bırak. Onları şununla uyar ki: bir insan, kendi eliyle yaptıklarından dolayı helake düştüğü zaman, kendisini Allah’a karşı koruyacak ne bir kimsesi ne de kayıracak bir şefaatçisi olmayacaktır. O en yüksek fidyeyi verse bile asla kabul edilmeyecektir. İşte bunlar kendi işlediklerinden dolayı helake düşen kimseler. İnkarlarından ötürü onlar için kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır. (Enam Suresi 68-70)
16.8. Allah’ın Rehberliğine Uymanın Gerekliliği
Cenab-ı Hak, müminlerin yapacakları davette / çağrıda / okumalarda Allah’ın rehberliğini takip etmenin önemi üzerinde durmaları gerektiğini öğretir;
Yarattığı varlıkları kendi haline başıboş bırakmaz. Daima irtibat halindedir ve onların sürekli faydasını düşünür. Onların maddi ihtiyaçlarını tedarik ettiği gibi yaşamlarındaki en önemli ihtiyacı olan ideolojiyi de peygamberleri vasıtasıyla gönderir. Onlar aracılığıyla insanlara rehberlik eder. “Rehberlik” çerçevesinde insanlara vermiş olduğu “aklı” nasıl kullanacağının metotlarını / yollarını öğretir. Birbirleri ile olan ilişkilerin nasıl olması gerektiği konusunda ilkeler vaz eder.
O yarattığı kullarını en iyi bilendir. Bu nedenle kullarının neye ihtiyacı olduğunu kullarını ötekileştirmeden tarafsız olarak belirleyendir. O yarattığı kullarının tümünü severek yaratır. Onları sevgiden yaratmıştır. Dolayısıyla O’nun toplumsal yaşamımızda gösterdiği yol bütün herkesin menfaatine olan bir yoldur. Bu nedenle topluma hiçbir faydası olmayan ideolojileri izlemenin bir anlamı yoktur. Daha da kötüsü bu şeytani ideoloji ve sistemlerin ayartmalarına gelenlerin şaşkın bir hale geldikleri bildirilir.
Cenab-ı Hak her daim kullarının menfaatine olmak üzere hakkı ayağa kaldıracaktır. Bunu yapmaya kadirdir. Hakkı ayağa kaldırmak ve zulmü devirmek hususunda O’na kimse engel olamaz. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Geçmiş medeniyetler hep zulme meyledip toplumları için faydalı olma özelliklerini kaybettikleri zaman bozulmuşlar ve yıkılıp yok olmuşlardır.
71-73- De ki: “Allah’ı bırakıp bize yarar ve zarar veremeyen şeylere mi yakaralım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, üstelik ‘bize gel’ diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşlar da elde ettikten sonra, şeytanların ayartarak yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşır hâle getirdiği kimseler gibi topukları üzerinde gerisin geri mi döndürülelim? De ki: “Muhakkak ki gerçek doğru yol, Allah’ın rehberliği ile gidilen yoldur ve biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk. Ayrıca salatı ikame etmek (namazı müteakiben kamunun sorunlarını çözme faaliyeti yapmak ve kamu hizmetlerini üstlenmek) ve O’na takvalı olmakla da emrolunduk. Çünkü sonunda O’nun huzurunda toplanacağız.” O, gökleri ve yeri hak ile / bir amaca mebni olarak yaratandır. “Ol!” dediği gün (varlık / her şey) oluverir. O’nun sözü tahakkuk eden bir gerçekliktir / haktır. Sur’a üflendiği gün de mülk / hakimiyet sadece O’nundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, Hakîm’dir, Habîr’dir. (Enam Suresi 71-73)
16.9. Şirke Bulaşarak Yıkılmış Medeniyetlere Ait Öğretilerin Terk Edilmesi
Cenab-ı Hak, şirke bulaşarak zalim hale gelmiş eski medeniyetlerin model olarak alınmaması gerekliliğine ilişkin dersleri Hz.İbrahim @ kıssası üzerinden verir.
Hz.İbrahim’in@ Mezopatamya’daki toplumu da önceleri tevhit toplumu iken zamanla putlara tapar hale gelmişlerdi. Putlar ve onlar adına hareket edilen yönetim modeli toplum için en zararlı, kötü ve zalim bir yönetim modelidir. Hz.İbrahim @ şirkin toplumuna zulüm getirdiğini en iyi anlayanlardandı. Bu nedenle o, şirk sistemi yerine hangi ideoloji ve sistemi örnek alması gerektiğini incelemek için geçmiş medeniyetlerin ideolojisi ve sistemlerini inceler ve onlar arasında bir kıyaslama yapar.
Cenab-ı Hak, inzal ettiği müteakip ayetlerde Hz. İbrahim’in@ örnekliği üzerinden Mekke’nin sorunlarının geçmiş medeniyetlerin sistemleri ile çözülüp çözülemeyeceğinin kritiğini yapar. Şöyle ki; Hz.İbrahim@, kendi zamanında “yıldız” ile temsil edilen “Mısır” medeniyetinin kendi toplumu için uygun olup olmadığını değerlendirir. Yaptığı inceleme ve değerlendirme sonucunda bu medeniyetin şirke bulaşıp zalimleşerek sönmüş ve yıkılıp gitmiş olmasından dolayı kendi toplumu için örnek alınamayacağı sonucunu çıkarır. Bu örnekle müminlere de aynı şekilde Mekke toplumu için eski Mısır medeniyetinin modelini almanın kendilerine sağlıklı bir çözüm getirmeyeceği öğretilir.
Yine Hz.İbrahim@ kendi zamanında “Ay’ı” temsil eden “İran / Sasani” medeniyetinin kendi toplumuna örnek alınıp alınamayacağını değerlendirir. Yaptığı değerlendirme sonucunda bu medeniyetin de şirke bulaşıp batıp gitmesi nedeniyle örnek alınamayacağı sonucuna varır. Çıkardığı sonucun Hz.Muhammed’in@ toplumu için kıyaslanması halinde İran medeniyetinin de Mekke toplumu için uygun olmayacağı çok açıktır.
Hz.İbrahim’in@ üçüncü değerlendirmesi, “Güneş” simgesi ile temsil edilen “Bizans” medeniyetinin kendi toplumu için uygun olup olmadığı incelenir ve onunda zalimleşerek batmış / yok olmuş olması nedeniyle kendi toplumu için örnek alınamayacağı sonucuna ulaşmıştır. Bu kıyaslama ile aynı şekilde Bizans medeniyetinin de Mekke toplumu için uygun olmadığı değerlendirilmiştir.
Eski medeniyetler üzerinden yapılan kıyaslamalarda hepsinin başlangıçta işlevlerini gördükleri ama sonunda şirke bulaşmak suretiyle bozulup yok olduklarını bu nedenle eski medeniyetlerin elde kalan şirke bulaşmış son hallerini model almak yerine toplum için / Allah için olan başlangıç modellerinin yeniden tespit edilmesi gerektiği öğretilir. Bunun içinde Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği ilahi öğretilere ağırlık vermek ve onlar üzerinde çalışma yapmak gerekmektedir. Cenab-ı Hak, tarih boyunca insanlara bu hususta rehberlik etmekte ve yol göstermekte olduğunu çeşitli peygamberlerin isimlerini zikrederek bildirir. O peygamberler toplumları aydınlatan, onlara yol gösteren birer ışıktır. Ama peygamberlerden sonra zamanla toplumlar tekrar bozulur. Bu nedenle eski medeniyetlere değil toplumu yenilemek için ilahi öğretiye dayalı yeni modeller yaratmak gereklidir.
74 –89- Hani bir zamanlar İbrahim, babası Azer’e, “Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Muhakkak ki ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti. İşte böylece Biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtu / hükümranlığı hakkında bir bakış açısı kazandırdık ki, kalben mutmain / kesin inananlardan olsun. O (İbrahim), üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü, “Bu, benim rabbimdir" dedi. Fakat yıldız batınca, “Ben batanları sevmem” dedi. Ay’ı doğarken görünce de “Benim rabbim bu!” dedi. Fakat o da kaybolunca, “Eğer Rabbim bana doğru yolu göstermezse mutlaka dalalet içindeki kavimden olurum” dedi. Derken Güneş’i doğarken görünce de “İşte budur benim rabbim, hem bu daha büyük!” dedi. Fakat o da kaybolunca, “Ey kavmim! Muhakkak ki ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden beriyim / onlara karşıyım.” Muhakkak ki ben tevhide inanarak / hanif olarak bütün varlığımla, gökleri ve yeri yoktan var edene yöneldim ve ben O’na ortak koşanlardan değilim” dedi. Kavmi onunla tartışmaya girişti. O (İbrahim); “Bana doğru yolu göstermişken Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? O’na ortak koştuklarınızdan asla korkmam. Çünkü Rabbim dilemedikçe onlar hiçbir şey yapamaz. Rabbim bilgice her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünmez misiniz? Siz hakkında hiçbir delil / sultan indirilmemiş şeyleri Allah’a şirk koşmaktan korkmazken ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden neden korkacakmışım? Öyleyse eğer biliyorsanız, bu iki taraftan hangisi güvende olmaya daha layıktır?” dedi. Elbette iman eden ve imanlarına zulüm / şirk karıştırmayanlar güvende olmaya layıktır. Zira onlar doğru yoldadırlar. İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Muhakkak ki senin Rabbin Hakîm’dir, Alîm’dir. Biz ona İshak ve Yakub’u bağışladık. Hepsine doğru yolu gösterdik. Daha önce de Nuh’a ve onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da doğru yolu göstermiştik. Biz muhsinleri / güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas’a da (doğru yolu gösterdik). Hepsi de ıslah edici eylemlerde bulunan kimselerdi. İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut’a da (doğru yolu gösterdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık. Bunların babalarından, soylarından ve kardeşlerinden biz onları seçtik, doğru yola yönelttik. İşte bu, Allah’ın rehberliğidir. O, kullarından dilediğini onunla doğru yola iletir. Eğer onlar ortak koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler boşa giderdi. İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet / hüküm ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Şimdi eğer bunlar, onu inkâr edecek olurlarsa, Biz bunu inkâr etmeyecek bir kavim getiririz. (Enam Suresi 74-89)
[1] )Not: burada verilen metafor ile Bizans gibi çevredeki ileri toplumlar ki onların bayraklarında kartal, şahin, atmaca vb yırtıcı kuşlar vardır. (A.A)
16.10. İlahi Öğreti İle Yeni Bir Medeniyetin Yaratılması
Mekke müşrik yöneticileri, Hz.Muhammed’in@ elçilik görevini reddederken, Allah’ın hiçbir insana peygamberlik görevi vermediği, hiçbir kitap ve benzeri mesajlarını içeren sahife, yazı vb. şeyler göndermediğini iddia ediyorlardı. Onların bu iddialarına karşı Cenab-ı Hak, elçisinden onlara şöyle cevap vermesini ister;
“Mademki Allah hiçbir insana bir şey göndermemiştir, o zaman Hz.Musa’ya @ gönderilen yol gösterici ve aydınlatıcı kitabı kim indirdi? Halbuki Ey Mekkeliler! Sizler o kitaptan parça bölük bazı sahifelerine sahipsiniz ve bazen ihtiyaç duyduğunuz zaman o öğretilere başvuruyor ve sorununuzu işinize geldiği gibi çözüm getiren kısımlarına sarılıyor ve insanlara onlardan yapacağınız uygulamalar için kanıtlar gösteriyorsunuz. Ama başvurduğunuz o sahifelerde işinize gelmeyen, çıkarlarınıza aykırı hükümlerle karşılaşınca da hemen o hükümleri hasıraltı ediyor ve halktan gizliyorsunuz. Geçmiş atalarınızda aynısını yapıyordu. İşte bugün elinizdeki sahifelerden çeşitli parçalar olan o kitabı indiren Allah’tan başkası mı?”
“Şimdi de daha önce indirilen bu kitaplarla / sahifelerle aynı öğretileri içeren mübarek bir kitap Kur’an indirilmektedir. Fakat sizler İlahi öğreti olduğu böylece kesin olan bir kitabı inkar ediyorsunuz da putlar ve manevi şahsiyetlerin ruhaniyeti adı altında Allah’a yakıştırarak isnat ettiğiniz hükümlere ne diyorsunuz? Allah ile kendi aranızda aracı tuttuğunuz ortaklarınızın güya Allah’tan aldıklarını iddia ettikleri şeyleri doğru ve gerçek kabul ediyorsunuz. Üstelik bu şeyler halkın yararına değil ileri gelenlerinizin çıkarlarına hizmet eden hükümlerdir. Sizin bu yaptığınız son derece zalimce. Hem insanların zararına ve sömürülmesini öngören bu hükümlerin kendinize / ortaklarınıza Allah’tan vahyolunduğu yalanını uyduracaksınız hem de bunları gerçekten Allah’tan vahyolunan ve insanların hayrına olan öğreti ile eş tutacaksınız. Bundan daha büyük zalimlik olur mu? Ama bu yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz ve son derece elim bir azap ile cezalandırılacaksınız.”
91- 94- Onlar, “Allah, hiçbir beşere bir şey göndermemiştir” demekle, Allah'ı hakkıyla / layıkıyla tanımıyorlar. De ki: “Musa’nın insanlara aydınlık ve rehber olmak üzere getirdiği, sizin de parça parça kağıtlar haline getirip, işinize geleni gösterip, fakat çoğunu gizlediğiniz ve sizin de atalarınızın da bilmediği birçok şeyi kendisi sayesinde öğrendiğiniz Kitab’ı kim indirdi?” Sen “Allah!” de. Sonra onları bırak da daldıkları batakta oyalana dursunlar. İşte bu da Bizim kentlerin anasını /Mekke’yi ve çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayıcı, mübarek bir Kitaptır. Ahirete inanan kimseler buna da inanırlar ve salatlarında (namazı müteakiben kamunun sorunlarını çözme faaliyetlerinde ve kamu hizmetlerini yapmada ya da destek olmada) devamlı olanlarda işte onlardır. Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana da vahyolundu” diyenden ve “Allah’ın indirdiği gibi ben de indirebilirim” diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimler can çekişirlerken, melekler de onlara ellerini uzatmış, “Ruhlarınızı teslim edin. Bugün, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O’nun ayetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen! (Allah diyecek ki): “İşte şimdi siz, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız / tek başınıza Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. İçinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız şefaatçilerinizi sizinle beraber neden göremiyoruz? And olsun ki aranızdaki bütün bağlar kopmuş ve bütün dost sandıklarınız sizi yapayalnız bırakmıştır.” (Enam Suresi 91-94)
Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde ise tabiattaki olayları birer metafor olarak kullanarak insanların uyanmalarına vesile yapar; önce ölü gibi cansız duran bir tohumun yarılıp canlanması ve hayata merhaba demesi olayı benzetmesi ile vahiy suyu ile sulanan insanların dirileceğini bildirir.
Tanyerinin ağarmaya başlaması da Hz.Muhammed’in@ hareketinin doğuşuna benzetilir. Daha sonra Cenab-ı Hak, insanların bu dünyadaki maddi yaşamlarını sürdürebilmeleri için kara ve denizdeki karanlıklarda yollarını bulabilecek imkanları yaratması metaforunu kullanarak, insanların ideolojik yaşamlarında karanlıklarda kaldıkları dönemlerde yollarını bulabilmeleri için yıldızlar misali peygamberler gönderdiğini bildirir.
Cenab-ı Mevla, bütün kullarını tek bir nefisten / kişilikten yarattığını, kalıcı yerine intikal edeceği emanet yeri olduğunu belirtir. Müteakip ayetlerde ise yağmur yağdırması, yağmur sayesinde binbir çeşit bitkilerin yetiştiği ve çeşit çeşit meyveler verdiği metaforunu kullanarak, vahiy rahmeti sayesinde insanların medeniyet kuracağını ve bu medeniyetin binbir çeşit ürünlerini vereceğine işaret eder. Yeter ki insanlar Hz.Muhammed’e@ ve O’nun getirdiğine inansınlar, güvensinler.
95 – 99- Muhakkak ki Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. İşte budur Allah! Peki nasıl oluyor da böylesine savruluyorsunuz? O tanyerini yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı zamanın hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, Aziz ve Alîm olanın takdiridir. (belirlemesidir.) O (Allah), kara ve denizin karanlıklarında kendisiyle yolunuzu bulasınız diye yıldızları yaratandır. Kuşkusuzu Biz, bilen bir toplum için ayetleri detaylı olarak açıkladık. O, sizi bir tek nefisten / kişilikten yaratandır. Nitekim sizin için bir karar yeri ve bir de emanet yeri vardır. Doğrusu Biz ayetleri, iyi anlayan bir toplum için detaylı olarak açıkladık. O (Allah), gökten yağmuru indirendir. Böylece onunla her şeyin bitkisini çıkardık. O bitkiden de birbirine benzeyen ve birbirine benzemeyen birbiri üzerine binmiş taneli yeşillikler; hurma tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzümden bağları, zeytin ve narı çıkartırız. Bunların meyvesine ürün verdikleri ve olgunlaştığı zaman bakın! İşte bunlarda inanan bir toplum için elbette ayetler vardır. (Enam Suresi 95-99)
Cenab-ı Hak, insanlara sunduğu sayısız maddi nimetlerin yanında, dünya görüşleri ve yaşam biçimleri konusunda da onların yararına doğru seçeneği sunmuş olmasına rağmen insanların mahiyetini bilmedikleri bir takım varlıkları (cinleri) dünya görüşlerini ve yaşam biçimlerini belirlemede Allah’a ortak ettiklerini hatta daha da ileri giderek O’na oğullar ve kızlar atfettiklerini bildirir.
Yaratılmış hiçbir şeyin yaratan gibi olamayacağını ve eşi olmayanın çocuğunun da olmayacağını bildiren Cenab-ı Hak, müşriklerin uydurdukları bu vasıflandırmalardan kendisinin yüce ve aşkın olduğunu da ifade eder. Ayrıca kendisinin gözle görülemeyeceği dolayısıyla ihata da edilemeyeceğini, insanların kendisini tanımasının ancak vahiyle bildirdikleri ile mümkün olduğunu da ifade eder.
Cenab-ı Mevla müşrik elitlerin kurdukları ve kendi çıkarlarına işleyen şirk sisteminin temel prensibini reddeder. Kendisine yakınlık atfederek ilah edinilen cinlerin, oğulların ve kızların müşriklerin vehimlerinden ibaret olduğunu, uydurmadan öte geçmediğini bildirir. Gökler ve yeri yoktan kendisinin var ettiğini ve asla bir ortağı olmadığını vurgular. Bu nedenle kulluğun sadece O’na yapılması gerektiğini ifade eder.
Müşriklerin Allah’a şirk koşulan ilahlar adına konuşan ve onlardan geldiği iddia edilen emir ve yasakların hakikat olduğunu kabul etmelerine karşın metafizik alemde Allah’ın yardımcı ilahları / ortakları olmadığını bizzat Allah adına bildiren bir kişiye neden inanmadıkları sorgulanır. Aslında her ikisi de metafizik alemden getirdiği haberler ile dünya görüşlerini şekillendirmektedirler. Fakat Hz.Muhammed’in@ getirdiği haber / vahiy toplumun faydasına iken müşriklerin getirdiği haberler ise toplumu soymaya yöneliktir. Bu açıdan bakıldığında dahi hangisinin hakikat olduğu hemen anlaşılır.
Cenab-ı Hakk’ın elçisini sürekli en mantıklı argümanlarla destekleyerek müşriklerin getirdiği her argümana karşılık verilmesi ve onların tezlerinin çürütülmesi nedeniyle onlar Hz.Muhammed’e@ « sen dersine iyi çalışmışsın» şeklinde dalga geçmekten başka bir şey ellerinden gelmez.
100 – 105- Onlar, cinleri Allah’a ortaklar kıldılar. Oysa onları O yaratmıştır. Bir de hiçbir bilgiye dayanmadan O’na oğullar, kızlar uydurdular. O insanların vasıflandırdıkları şeylerden çok yüce ve aşkındır. Göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı O’dur. O’nun eşi olmadığı halde, nasıl olur da O’nun çocuğu olur? Oysa her şeyi O yaratmıştır. O, her şeyi bilir.- İşte Rabbiniz Allah! O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse, O’na kulluk edin. O, her şeye vekildir. / yönetendir. Gözler O’nu idrak edemez / O’nu ihata edemez, ama O gözleri idrak eder / ihata eder. O, latiftir, her şeyden haberdardır. İşte size Rabbinizden basiretler / gözlerinizi açan deliller geldi. Artık kim bu delillerin verdiği basiretle görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse kendi zararınadır. Ben sizin üzerinize bir bekçi değilim! Müşriklerin “Sen ders görmüşsün / dersini iyi almışsın” dedikleri mesajlarımızı öğrenmeye gönüllü bir topluluğun ders alması için işte böyle detaylı bir şekilde açıklıyoruz. (Enam Suresi 100-105)
16.11. Tebliğ Ahlakının Öğretilmesi
Cenab-ı Hak, müminlere tebliğ ahlakını da öğretir. Şöyle ki;
“Müminler kendileri şirkten ve müşriklerden yüz çevirecekler fakat şunu da gayet iyi bilecekler ki karşıt düşünce ve ideolojideki insanlara hangi delili getirseler de onlar öyle hemen kolayca fikir değiştirmeyeceklerdir. Şu anda İlahi öğretinin / İslam’ın hâkim olduğu bir toplumsal yapı cari olmadığından müşrikler kendilerini ve fikirlerini üstün görmektedirler. Bu nedenle onlara ve taptıkları ilahlara sövülmemesi gerekir. Zira böyle yapılacak olursa bunun hiçbir faydası olmayacağı gibi onları batıl / yanlış ideolojilerine daha da bağlanmalarına ve Allah’a hakarete kadar giden bir düşmanlıklara yol açacaktır. Onlar kendi yollarını ve inançlarını güzel görmektedirler / beğenmektedirler. Onların bu yolları terk etmeleri için önce akıllarının bu yaptıklarının yanlış olduğuna ikna olması gerekir. Bu nedenle öfkelerini kabartacak söylemlerden kaçınılarak akıllarını iptal etmelerine, araya kin ve nefret tohumları ekilmemesine dikkat edilmesi ve onların akıl ve kalplerine etki edecek argümanlarla onların karşılarına çıkılması gerekmektedir.”
106- 108 – Sen kendisinden başka ilah olmayan Rabbinden sana vahyedilene tabi ol ve müşriklerden yüz çevir. Şayet Allah (aksini) dileseydi, onlar (Allah’a rağmen) ortak koşamazlardı. Biz, seni onların başına bekçi yapmadık, sen onlar üzerine vekil / yönetici de değilsin! Onların Allah’tan başka yalvardıkları kimselere sövmeyin ki, onlar da haddi aşıp taşkınlık ederek cahilce Allah’a sövmesinler. İşte böyle Biz, her ümmete yaptıklarını süslü / güzel gösterdik. Sonunda onların dönüşü Rablerinedir. O, onlara ne yaptıklarını haber verecektir. (Enam Suresi 106-108)
Müteakip ayetlerde Hz.Muhammed’in@ müşriklere vereceği cevaplar karşısında aciz duruma düşen muhatapları, sonunda kendisinden mucize isterler / isteyeceklerdir. Aynı talepler müminlerin yapacakları davetlerde muhataplarından da geleceği zımnen ifade edilir. Bu muhataplar artık öyle bir noktaya gelirler ki, mantıklı bir karşı argüman koyamadıkları noktadadırlar. Bu noktadan sonra inanmamak için hiçbir gerekçeleri kalmamıştır. Kaçacak hiçbir yerleri yoktur. İşte bu noktada hemen mucize isterler ve bir mucize gösterilirse inanacaklarına yemin ederler. Aslında mucize görseler de inanmayacaklardır. Fakat inanmamak için bahane üretmeye çalışmaktadırlar.
Tartışmaların bu aşamaya geldiği noktada inanmak için yapılan mucize taleplerinin samimi olmadığı Cenab-ı Hak tarafından bildirilir. Onların akıllarıyla değil de hevesleri ve çıkarları istikametinde hareket etmeleri nedeniyle samimi olmadıkları ve bu nedenle de mucizeleri görseler de asla inanmayacakları bildirilir. Hatta onların mucize olarak meleklerin indiğini, ölülerin dirilip kendileri ile konuştuğunu ve her istedikleri şeyin getirilip karşılarına konulduğunu görseydiler yine de inanmayacakları belirtilir.
Çünkü onlar ahireti değil dünyevi çıkarları peşinde koşan ve toplumu uyaran peygamberlerin azılı düşmanı olan yerli yabancı şeytanlaşmış kişilerin yaldızlı, cazibeli laflarına aldanırlar, o şeytanların sözleri hoşlarına gider ve o kişilerin peşi sıra giderler.
109-113-Onlar, kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine dair en büyük yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır.” Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerinin farkında değilsiniz? Çünkü onlar mucize öncesinde kalpleri ve gözleri inanmamayı tercih ettikleri için mucize sonrasında da aynı körlükte devam eder ve taşkınlıkları içerisinde bocalar kalırlar. Şayet gerçekten Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık, Allah’ın dilemesi hariç, yine de inanmayacaklardı. Fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar. İşte böylece Biz her peygambere cin ve insan / yerli ve yabancı şeytanları düşman kıldık. Onlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. O halde onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak ki, ahirete inanmayan kimselerin kalpleri o yaldızlı sözlere kansın, onlardan memnun olsun ve işlemekte oldukları suça devam etsinler. (Enam Suresi 109-113)
16.12. Hukuka Giriş: Yasamanın Temel İlkesi
Şirk ideolojisinde toplumdaki sorunların çözüm mercii, Allah’a ortak koşulan otoritelerdi. Bu otoriteler ilahlardan aldıkları yetkiyle veya bizzat kendisi bir şirk ilahı olarak toplumun / kabilenin yönetilmesi için gerekli olan düzenlemeleri, yürütmeyi ve yargıyı icra ediyorlardı.
İlah veya ilahların temsilcisi oldukları için de yaptıkları icraatların sonuçlarından asla sorumlu değillerdi. Tanrısal bir yetkiye sahip olmalarından dolayı hiç kimse onlardan hesap soramazdı. Bu sistemde hâkim olan atalar boyunca tevarüs eden töre, anayasa gibi işlev görmekteydi. Törenin yanlışlığı da asla tartışılamaz bir nitelikteydi.
Cenab-ı Hak kendisinin yegâne ilah olduğunu ve kimsenin kendisinin yanında ya da daha alt derecelerde de olsa tanrısal bir niteliği olamayacağını bildirdikten sonra toplumun yönetiminde dikkate alınması gereken ilkelerin kendi koyduğu ilkeler olması gerektiğini bildirir. Nasıl ki tüm kâinatı O yaratmıştır, yarattığı varlıkların özelliklerini ve ihtiyaçlarını da en iyi O bilir. İnsanların yemek içmek gibi önemli olan ihtiyaçlarından birisi de toplumsal yaşamdaki doğru ve yanlışlara ilişkin ilkelerdir. O bu ilkeleri peygamberler vasıtasıyla bildirmiş ve insanlar tarafından yazılı metinlere dökülerek nesilden nesile aktarılmıştır. İnsanlar bu metinlerde yazılı olan ilkeleri Kutsal Kitaplar olarak okumuşlar ve toplumsal sorunlarının çözümlerini orada bulmuşlardır.
Şimdi de elçisi Hz.Muhammed@ aracılığı ile unutulan ilkeler tekrar gönderilmektedir. Doğruyu yanlıştan ayıran ilkelerin yer aldığı bu Kitap dururken insanların kendi uydurdukları ve doğruluğunu / yanlışlığını dikkate almadan sırf töre diye uyguladıkları hükümler büyük bir zulüm yaratmaz mı? Kullarının her şeyini bilen Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği Kitab’ın hükümleri doğruluk ve adalet konusunda tam ve kemalatın zirvesinde olduğu halde insanlar neden kendi uydurdukları ilkeleri uygulamak isterler? Yönetilen kesimlerin bu hususu özellikle düşünmesi gerekmektedir. Allah’ın hükümleri dururken başka hükümleri aramak insanlara zulüm olmaz mı?
Ayrıca Hz.Muhammed’e @ indirilmekte olan Kitab’ın ilkeleri daha önceki peygamberlere gelen ilkeler ile karşılaştırıldığında her ikisinin de birbirine benzediği görülecektir. Bu nedenle Hz.Muhammed’e @ inzal olan ilkelerin doğruluğu bu yönden de test edilebilir. Buna rağmen insanların çoğunluğu yine de kendi arzularına ve uydurdukları hükümleri tercih edeceklerdir hem de bu tercih ettikleri yolun Allah’ın uygun gördüğü yol olduğunu iddia edeceklerdir.
114-117-O size doğru ve yanlışı ayrıntılı olarak açıklayan Kitabı indirdiği hâlde, Allah’tan başka hüküm vereni mi arayayım? Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, elbette onun doğru ve yanlışı ayırt etmek için Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüpheye düşenlerden olma! Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından tam ve mükemmeldir. O’nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur. O, en iyi işitendir, en iyi bilendir. Şayet yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece kendi kanaatlerine / sanılarına / boş- batıl düşüncelerine uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar. Muhakkak ki senin Rabbin, kendi yolundan sapanı da en iyi bilendir, doğru yolda olanları da en iyi bilendir. (Enam Suresi 114-117)
16.13. Ekonomik ve Toplumsal Yaşamda Temel Hukuki Prensip: İlahi Rıza
Boykot süresince yapılan eğitim kampındaki müfredatta yer alan tevhit ve nübüvvet konularından sonra sıra yeni sistemin uygulamadaki temel prensiplerine gelmiştir.
Birinci prensip, üretim ve tüketimin yani ekonominin ekseninde “ilahi rızanın / Allah adının / toplum adının” olmasıdır. Yani her türlü iktisadi ilişkinin temeline Allah’ın kulları için yarattığı nimetlerden kullarının hepsinin faydalanması esastır. Ayrıca bu faydalanma Allah’ın helal gördüğü meşru yollardan olacaktır.
Bu esas çerçevesinde;
“Mevcut şirk sisteminin uyguladığı ekonomik sistemde üretim ve tüketim ilişkilerinin Allah’ın adına / toplum adına / helal kazanç adına olmadığı vurgulanarak, bu ekonomik ilişkilerin neden toplum adına ve helal yoldan olmadığı sorgulanır. Bu sorgulama “Neden Allah adının anıldığı şeyleri tüketmedikleri?” şeklinde ifade edilir. Hz.Muhammed’in@ vahiyle önerdiği ekonomik sistemin üretim ve tüketim ilişkilerinde ise Allah’ın adının / toplumun faydasının / helal kazancın dikkate alındığı bir ilişki sonucu elde edilen ürünlerin tüketilmesi ve haram / hile / aldatma / haksız / adaletsiz yollarla elde edilecek ürünleri tüketmemeleri kuralı getirilir. Bu kural “Allah’ın adının anılmadığı şeyleri tüketmeyin” şeklinde ifade edilir. Önerilen bu sistemde gizli açık her türlü günahtan, kirli / pis işlerden uzak durulması gerektiği ilke olarak belirlenir. Şayet ekonomide aydınlatıcı bu ilkeler / prensipler uygulanacak olursa Mekke toplumunun ölü toplum olmaktan kurtularak dirileceği vurgulanır. Bu husus, ölü iken ilahi öğreti sayesinde dirilerek bu ilkelerin nurunun aydınlattığı yolda yürüyen bir kişinin ilahi öğretiden nasibini almadığı için ruhen ölü durumda ve karanlıklar içerisinde şaşkın kalmış bir kişiyle kıyaslanması metaforu ile verilir. Normalde toplumda helal yoldan, temiz yoldan kazanmak esastır. Fakat müşrik şeytanlar yaptıkları yanlış işleri toplum nezdinde normal, helal, yasal hale getirmek için değer yargılarını öylesine değiştirirler ki, toplum farkına varmadan tahrif edilmiş bu değer yargılarını kutsamaya başlar. Bir süre sonra bu tahrif edilmiş sözde doğru yargıları toplum kendi aleyhlerine olsa bile gönül rahatlığıyla uygular. Böylece şeytani toplum önderleri kendi zulümlerini güzel gösterirler ve halkı kendi çıkarlarına hizmet ettirirler.”
118-122-Öyleyse, Allah’ın ayetlerine iman ediyorsanız, o takdirde üzerine Allah’ın adı anılanlardan yiyin. Hem size ne oluyor ki, üzerine Allah’ın adı anılanlardan yemiyorsunuz? O size, mecbur kalmanızın haricinde haram olan şeyleri ayrı ayrı açıklamıştır. Muhakkak ki onların çoğu nefislerinin arzusuna uyarak ve bir ilime / delile dayanmayan şeylerle halkı saptırıyorlar. Muhakkak ki, senin Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilmektedir. Günahın / Suçun açığını da gizlisini de terk edin! Zira günah / suç işleyenler yaptıklarının karşılığı olarak mutlaka cezalandırılacaklardır. Üzerine Allah’ın adı anılmayan şeylerden yemeyin. Kuşkusuz bu fısktır / doğru yoldan sapıştır. Şüphesiz şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi velilerine / dostlarına gizli gizli telkinde bulunurlar. Eğer onlara tabi olursanız siz de gerçekten müşriklerden olmuş olursunuz. Halbuki kendisini ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin hali, karanlıklar içinde kalan ve oradan çıkamayan kimsenin hali gibi olur mu? İşte, kâfirlere yapmış oldukları şeyler böyle süslü / güzel / çekici gösterilmektedir. (Enam Suresi 118-122)
16.14. Toplumdaki İleri Gelen Şeytanların Hilelerine Dikkat Edilmesi
Topluma yanlış ve kötü şeyleri iyi ve güzel göstermede mahir olan ileri gelenler hemen her toplumda vardır. Onlar çevirdikleri entrikalar ve kurdukları hileli düzenler ile kendi toplumlarını sömürürler. Fakat aslında onlar bu hareketleri ile sadece kendi toplumlarına değil kendilerine de büyük zarar verdiklerinin farkında değillerdir.
Kötü gidişatı olan toplumlara Cenab-ı Hak acıyıp da bir uyarıcı lider / peygamber gönderdiği zaman onlara ilk önce o toplumun ileri gelenleri karşı çıkarlar. Şayet elçiler onların bütün karşı çıkış argümanlarına gereken cevap vererek onların hilelerini ortaya çıkardıklarında onlar taktik değiştirirler. Onlar toplumun içine yuvarlandığı bataklığın sorumluları kendileri değilmiş gibi İslami Yönetime razı oldukları zaman peygamberlere verilen yetki gibi kendilerine de aynı yetkinin verilmesi halinde peygambere ve öğretisine boyun eğmeyi kabul edebileceklerini beyan ederler.
Aslında onlar yine bir başka hilenin içerisindedirler. Bataklığa sürükledikleri toplumlarını Allah elçileri çalışıp uğraşıp kurtaracaklar ama kurtulduktan sonra aynı yetkilere sahip şeytanın görevini üstlenmiş ileri gelenler, hemen idareyi tekrar ellerine alacak ve halkı tekrar sömürmeye başlayacaklar. Bu nedenle müminlerin uzlaşma konusunda ve toplumu helake götürmüş ileri gelenlere yetki verme hususunda son derece dikkatli olmaları zorunludur.
123 -127-İşte burada olduğu gibi, her şehirdeki günahkâr ileri gelenler, hileli düzenler kurarlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. Onlara bir ayet geldiği zaman, “Allah’ın elçilerine verilen şeyin aynısı (risalet yetkisi) bize de verilmedikçe asla inanmayacağız” derler. Allah elçiliği / risaletini kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, kurdukları hileli düzenleri nedeniyle yakında Allah’ın katından bir zillet ve çetin bir azap erişecektir. Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. Allah mümin olmayanlara azabı / sıkıntıyı işte böyle verir. Rabbinin dosdoğru yolu budur. Düşünüp öğüt alacak bir topluluk için ayetleri detaylı bir şekilde açıkladık. Rablerinin katındaki selam (huzur, güvenlik ve esenlik) yurdu onlar içindir. İşlemiş olduklarından dolayı O (Rableri), onların Velisidir. (Enam Suresi 123-127)
16.15. Toplumdaki İleri Gelen Şeytanların ve İşbirlikçilerinin Akıbetleri
Cenab-ı Mevla, toplumlardaki şeytani ileri gelenlerin (ayette “cin topluluğu” olarak ifade edilir.) kurdukları düzenlerin ilelebet gitmeyeceğini mutlaka bir gün sona ereceğini ve sonunda da hesap vereceklerini bildirir. O gün onlar (cin / şeytan topluluğu) yüce divanda sorgulandıkları zaman, insanların (ins) çoğunu ayartıp kandırmak ve kendilerine hizmet ettirmekle suçlanırken baştan çıkartılıp saptırılan insanların da bu suçta ortak olduklarına vurgu yapılır. Zira şeytanlaşmış ileri gelenler halkı hilelerle kandırırken bu suçu yalnız yapmamışlardır. Onlar halkın içinden işbirlikçi dostlar edinmişler ve kazandıklarını onlarla paylaşmışlardır. Yani karşılıklı birbirlerinden faydalanmışlardır. Fakat bu faydalanma kötülüklerin, pisliklerin, haksızlık ve zulümlerin toplumsallaşmasını sağladığından kendi toplumlarının sonunu (ecelini) getirmiştir. Hep birlikte helake / yok oluşa / çöküşe gitmişlerdir. Bu nedenle toplumun şeytani ileri gelenlerle işbirlikçi olan halkın bir grubunun da bu çöküşte payları söz konusu olduğundan Cenab-ı Hak, onların hepsinin yerinin ateş / azab olduğunu bildirir. Böylece Hz.Muhammed @ gibi uyarıcılara uymayan toplumun şeytani önderlerle iş tutan Mekkelilerin akıbetleri de gösterilmiş olur. Dikkat edilirse Ebu Cehil gibi Mekke’nin şeytan ileri gelenleri Haşimoğullarına boykot kararı verilmesinde Kureyş’in diğer ileri gelen kabile önderlerini de kendi işledikleri suça iştirak ettirmişlerdir. Onlar boykotun Kabe’nin kuruluş ilkelerine ne kadar aykırı olduğunu bile bile bu boykota imza koymuşlar ve böylece suça ortak olmuşlardı. Onlara karşılaşacakları akıbet konusunda uyaran olup olmadığı hesap günü geldiğinde elbette sorulacak. Müteakip ayetlerde buna ilişkin sahneler verilerek onların hiç şanslarının olmadığı vurgusu yapılır.
Cenab-ı Hak, bu uyarıları ile Mekkelileri ikaz ettikten sonra kendisinin uyarıcılar göndermeden toplumları asla yok etmediğini / çöküşe göndermediğini / azap göndermediğini bildirir. Daha sonra da uyarılara kulak asmayan toplumlar için çöküşün / azabın kaçınılmaz oluşunu yineleyerek bunun kesin taahhüt / vaat olduğunu yani ilahi kanun / doğal kanun olduğunu ve buna kimsenin engel olamayacağını vurgular.
Cenab-ı Mevla, Mekkelilerin uyarılması için elçisine; “Mekkeli müşrik şeytani elebaşların ellerinden geleni ardlarına koymamasını, kendisinin de elinden geleni yapacağını ve kendileri ile sonuna kadar mücadele edeceğini, sonunda ise kimin kazanacağını herkesin göreceği” hususlarını da bildirmesini ister.
128- 135- O (Allah), onların hepsini topladığı gün: “Ey cin / şeytan topluluğu! Gerçekten insanlarla çok uğraştınız ve onların çoğunluğunu hükmünüz altına aldınız.” Onların insanlardan olan dostları / evliyaları ise “Rabbimiz! Biz birbirimizden karşılıklı yararlandık ve sonunda Senin bizim için belirlediğin ecelimize eriştik." derler. O (Allah); “Ateş, sizin ebedi barınağınızdır. Elbette ki Allah’ın dilemesi hariç” der. Muhakkak ki senin Rabbin Hüküm ve Hikmet sahibidir ve en iyi Bilen’dir. İşte böyle, karşılıklı kazançları nedeniyle zalimlerin bir kısmını, diğer bir kısmına veli yaparız. “Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız hususunda sizi uyaran içinizden elçiler gelmedi mi?” Derler ki “Kendi aleyhimize şahidiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve böylece inkârcı olduklarına kendi aleyhlerinde şahitlik ettiler. İşte bu şahitlik gösteriyor ki; senin Rabbin, halkı gafil iken uyarılmaksızın ülkeleri zulüm ile helak edici değildir. Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır ve senin Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir. Senin Rabbin, hiç kimseye muhtaç değildir, O merhamet sahibidir. Eğer dilerse, sizi yok eder ve sizin yerinize dilediğini getirir. / halife yapar. Nitekim sizi de başka bir kavmin soyundan getirmişti. Muhakkak ki size vaat edilen şey kesinlikle gelecektir ve siz bunu asla engelleyemezsiniz. De ki: “Ey kavmim! Gücünüz yettiğince elinizden gelen her şeyi yapın, Kuşkusuz ben de yapacağım. Ama bu yurdun sonunun kime ait olacağını yakında bileceksiniz. Muhakkak ki zalimler kurtuluşa eremezler.” (Enam Suresi 128-135)
16.16. Şeytanlaşmış İleri Gelenlerin Gelir Dağılımındaki Hileleri ve Sonuçları
Mekke müşrik ileri gelenleri gibi tüm toplumların şeytani önderleri kendi halklarını sömürmek için kullandıkları şeytani yöntemlerinden bir diğeri de toplumun ürettikleri üzerinden alınan vergileri toplum için / Allah için harcamak yerine uydurdukları ilahlar için pay ayırmaları ve daha sonra o payları kendilerine aktarmalarıydı. Hatta bu hususta oldukça ileri gidiyorlar ve halk için / Allah için ayrılan payları ilahları üzerinden kendilerine aktarmanın önünü açan hükümler de icat etmişlerdi.
Halbuki Hz.Muhammed’in @ önerdiği sistemde toplumun ürettiği ürünlerden elde edilen vergi gelirlerinin tümü Allah / Toplum için ayrılır. Müşrikler ise Allah’a / topluma harcanmak için toplanan vergilerden tanrılara (dolayısıyla kendilerine) tahsis edilmesi hususunda hükümler geliştirmişlerdi. Fakat tanrıları (dolayısıyla kendileri için) için tahsis edilen vergi gelirlerinden Allah’a / topluma asla verilemeyeceği şeklinde bir düzenleme yapmışlardı. Bu düzenleme toplumda gelir dağılımında adaletsizliğe yol açmakta ve toplumun yoksul alt kesimlerinin daha da fakirleşmesini meydana getirmekteydi. Toplumda sınıfsal uçurumların artmasına yol açan bu uygulama ile gelecek nesiller tehlikeye atılmakta ve toplum giderek yok oluşa gitmekteydi.
Şirk sisteminin egemen olduğu Mekke toplumu ileri gelenleri, kendi konfor ve refahlarından ödün vermemek için gelir dağılımını kendi lehlerine uyguluyorlardı. Bu amaçla toplumun kendi çocuklarını kendi elleriyle katlettirmeye kadar işi vardırmışlardı. Yaptırdıkları katliamı da hoş göstermek için halkı metafizik gerekçelerle kandırmanın yollarını bulmuşlardı. Bu amaçla kuraklık ya da ekonomik kriz gibi durumlarda kız çocuklarını kurban etmek yani Allah’ın kızlarını Allah’a göndermek /sunmak için diri diri toprağa gömüyorlardı. Onlar için bu bir ibadetti ve toplumu yıkıma götüren bu eylem insanlara güzel gösterilmişti. İşte kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesinin bir ibadet olarak yapılması geleneği, müşrik ileri gelenlerin şeytani hileleri ile toplumda değer yargılarının nasıl ters yüz edildiği, iyi ve doğrunun, kötü ve çirkin şeylerle nasıl yer değiştirdiğine ibretlik bir örnektir.
136-137-Onlar, Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah’a bir pay ayırdılar ve kanaatlerince, “Bu, Allah içindir, şu da ortaklarımız içindir” dediler. Fakat ortaklarına ayrılan hisseden Allah için harcamazlarken, Allah için ayrılan hisseden ortaklarına harcıyorlardı. Verdikleri hüküm ne kötüdür! İşte böylece onların ortakları, müşriklerin çoğuna evlatlarını öldürmeyi güzel gösterdi de dinlerini karma karışık yapıp kendilerinin mahvolmasına sebep olmaktadırlar. Allah dileseydi bunu yapmazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak! (Enam Suresi 136-137)
Mekke’nin müşrik şeytan ileri gelenleri, gelir dağılımı ve ekonomik ilişkileri belirlerken kendi arzularına göre hareket ediyorlardı. Hayvan veya ürünlerin kime helal kime haram olduğuna kendi çıkarlarını ön planda tutarak karar veriyorlardı. Hatta onların iş gücünden faydalanma konusunda bile çeşitli düzenlemelerle diledikleri yasakları getiriyorlardı. Özellikle toplumun hayvanlardan faydalanmasına yasaklar getiriyorlardı. Onlar bu düzenlemeleri (yasaklamaları ya da serbestleştirmeleri) Allah’a atfediyorlar ve O’nun emri olduğu gerekçesi ile topluma sunuyorlardı. Böylece onlar kendi belirledikleri bu hükümlerine kutsal / dokunulmaz / ilahi kılıf giydiriyorlardı. Tüm bunları da Allah’ın arzusu uyarınca yaptıkları yalanını uyduruyorlardı. Aslında yaptıkları apaçık suç idi ama bunu Allah’ın emri olarak göstererek meşrulaştırmakta hatta ibadet boyutuna getirmekteydiler.
Allah’ın bütün kulları için yarattığı nimetleri imtiyaz sahipleri kendi çıkarları doğrultusunda pay ediyorlar ve toplumun bazı kesimlerine özellikle zayıf, güçsüz, sahipsiz ve kadın cinsine bu nimetleri keyfilikle haram kılıyorlardı. / yasaklıyorlardı.
Cenab-ı Hak, bu şeytani kesimin hilelerine aldanarak evlatlarını öldüren halkın çok büyük hüsran yaşadıklarını belirttikten sonra kendisine iftira atarak yapılan bu düzenlemelerin hesabının sorulacağını bildirir.
138-140-Onlar, kendi kanaatlerine dayanarak “Bunlar, haram olan hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da sırtları yasaklanmış hayvanlardır” dediler. Hayvanların üzerine Allah’ın adını anmazlar. Bütün bunları Allah emretti diye iftira atarlar. O (Allah), attıkları iftira nedeniyle onları cezalandıracaktır. Ayrıca onlar; “Bu hayvanların karnındaki yavrular sadece erkeklerimize ait olup eşlerimize haramdır. Eğer ölü doğarsa o zaman onlar da onda ortaktır” dediler. Allah onların bu düzmecelerinin cezasını verecektir. Muhakkak ki O, Hüküm ve Hikmet sahibi ve en iyi Bilendir. Bir ilme dayanmayan hükümlerle beyinsizce kendi evlatlarını öldürenler gerçekten hüsrana uğramışlardır. Allah’ın verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar kesinlikle dalalette olup doğru yolu da bulacak değillerdir. (Enam Suresi 138-140)
16.17. Nimetlerden Faydalanma Hususunda Herkes Eşittir ve Mubahlık Esastır
Cenab-ı Hak verdiği nimetlerin (ister insanlar tarafından üretilsin isterse ilahi kanunlarla doğal olarak meydana gelsin) tüm insanlar için helal olduğunu bildirir. O, gelir dağılımında ve nimetlerin paylaştırılmasında toplumdaki ırk, renk, dil, cins, sınıf ayrımcılığının olamayacağını ve bu hususta kimsenin keyfi tutum ve davranışları ile hareket edemeyeceğini bildirerek halkın onlara itibar etmemesini, şeytanlaşmış kişilerin izlenmemesini emreder. Allah, kendi ikram ettiği rızıklardan bütün kullarının istifade etmesini ve nimetleri israf etmemelerini ister.
Müşrik şeytanların insanları kandırmak için uydurdukları haram ve helaller konusunda onlarla alay eden sorular yöneltir; “iki dişi keçiyi mi iki erkek keçiyi mi haram kıldı? Yoksa yavrusunu mu haram kıldı?.....” Onların iddialarının hiçbir delile dayanmadığını, tamamen kendi uydurmaları olduğunu bildirir ve şayet iddialarında doğru iseler ispata davet eder. Onları bu hususta önceki ilahi öğretilerden buna dair bir bilgi getirmeye davet eder. Getiremeyecek olurlarsa -ki getiremeyecekleri açıktır- tamamen yalan uydurarak, kendi çıkarlarına hizmet eden ama halkın zararına bir takım hileli düzenlemeler yapanların zalim olduklarını belirtir.
141-144- O (Allah), asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, bunlara benzeyen ve benzemeyen daha nice meyve ve ekinleri yaratandır. Bunlar meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de hakkını / vergisini / öşürünü verin ve israf etmeyin. Şüphesiz O (Allah), müsrifleri sevmez. Hayvanlardan yük taşıyanları, kesim hayvanı olanları ve yününden faydalandıklarınızı da yaratan O’dur. Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarına / uydurduğu hükümlere tabi olmayın. Muhakkak ki o, sizin için apaçık bir düşmandır. Sekiz eş: Koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “O (Allah), iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerindeki yavruları mı? Eğer iddianızda doğru iseniz bunu bana ilme dayanarak ispatlayın.” Deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “O (Allah), iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerindeki yavruları mı? Yoksa Allah’ın bunları size haram ettiğine şahitler mi oldunuz?” Hiçbir ilme dayanmaksızın, insanları saptırmak için, Allah’a karşı yalan uyduran / iftira eden kimseden daha zalim kim olabilir? Kuşkusuz Allah, zalim kavme hidayet etmez. (Enam Suresi 141-144)
16.18. Cenab-ı Hakk’ın Ekonomiye Getirdiği Yasaklar
Yukarıda bildirildiği gibi ilahi sistemin öngördüğü ekonomide en önemli prensip ibahadır. / serbestliktir. Bu prensipte Cenab-ı Hakk’ın yaratıp insanlığa sunduğu tüm nimetlerden faydalanmanın esas olduğu belirtilmişti. Ancak hangi nimetlerin ya da hangi yollarla elde edilmiş nimetlerin bu serbestlik kapsamında olmadığı hususu ise müteakip ayetlerde dile getirilir. Cenab-ı Mevla bu ayetlerde kulları için kan, leş ve domuz eti gibi «pis» şeylerin ve günah yollardan / fısk yoluyla / haram yollardan (Allah’tan başkası adına kesilme olarak ifade edilmiştir) elde edilmiş ürünlerin yasak / haram olduğunu hükme bağlar.
Bu yasaklanan şeyler bizatihi leş, kan ve domuz eti olduğu gibi mecazi birer anlama da sahip olup, bunların işaret ettiği kötü yollarla elde edilmiş nimetler de bu kapsama dahildir. Şöyle ki; Pis olarak sayılan yasaklar, toplumlarda her zaman kötü olarak addedilen şeylerdir. Bu kapsamda olmak üzere bir başkasının hukuk dışı yollarla “kanını” akıtarak, canına kastederek elde edilecek nimetler yasaktır. Yani “kandan beslenen” bir ekonomi ile faydalanmak yasaktır. Yine toplumda ekonomik olarak “ölü / leş” haline gelmiş insanların yani iflas etmişlerin mallarına konmak yasaktır. Ekonomide “ölücü” olarak da tabir edilen yöntemlerle insanların zor durumlarını istismar ederek elde edilecek nimetler bu kapsamdadır. Ayrıca “domuz ve domuzluk” olarak ifade edilen ‘hırsla herşeyi tüketmek ve sürekli tüketme’ esaslı ekonomi ve obez bir toplum olmaya teşvik eden tüketim esaslı ekonomi de yasaktır.
Tabi bu hükümden sonra yine ilahi bir öğreti olan Tevrat ile Yahudilere Cenab-ı Hakk’ın neden bu sayılanlardan daha fazla haramlar getirildiği sorusu insanların akıllarına takılmıştır. Bu hususu ise Cenab-ı Hak onların azgınlıkları / haddi aşmaları ve hukuk tanımamaları şeklinde açıklar. Yani aslında Cenab-ı Hak nimetlerini yasaklamamış ama onlar azgınlıkları nedeniyle bu yasakları kendi kendilerine getirmişlerdir. Cenab-ı Hak’da onların kendi taleplerini onlara bir ceza olarak vermiştir.
Nasıl insanlar hırsları ile obeziteye yakalandıklarında birtakım nimetler onlara yasaklanıyorsa Yahudiler de süreç içerisinde zenginleştikçe helal olan bazı nimetlerden kendilerini uzak tutmak zorunda kalmışlardır. Bu, onların azgınca tüketmelerinin getirdiği bir sonuçtur. Çalışmayıp emek harcamadan, sermayeden kazanç sağlayarak zenginleşen ve her istediği nimete sahip olmaları, sürekli daha fazlasını tüketmede sınır tanımamaları ve sahip oldukları şeyleri diğer insanlarla paylaşmamaları onların azgınlığı ve haddi aşmalarıdır. İhtiyacından fazlasını tüketen ve müşrikler gibi gelir dağılımında adaletsizlik yaparak zalimleşen Yahudiler kendilerine bazı haramlar koyarlar. Bu haramlar daha sonraları bütün zaman ve şartlarda geçerli hale gelir / getirilir.
145-147- De ki: “Bana vahyolunanda leşten, akıtılmış kandan, domuz etinden ki; kuşkusuz o ricstir / kirlidir / murdardır ve Allah’tan başkası adına günah yollarla icra edilmiş olandan başka yiyecek olarak haram edilen bir şey bulamıyorum. Ancak çaresiz kalana, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir).” Kuşkusuz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Biz Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sığır ve koyunların sırtlarındaki, bağırsaklarındaki ve kemiğe karışan yağlar hariç iç yağlarını da haram ettik. Bu, hakka riayet etmemeleri / tecavüzleri / aşırılıkları / zulümleri yüzünden Bizim onları cezalandırışımızdır. Biz elbette sözümüz tutarız. Eğer seni yalanlalarsa de ki: "Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. Ve O’nun azabı mücrimler toplumundan geri çevrilmez.” (Enam Suresi 145-147)
Bu sefer müşrikler şöyle bir argümanla gelirler; “Atalarımızdan biz böyle gördük, onlar kötü niyetli değillerdi, vardır bir bildikleri. Geçmişten gelen gelenekler / örf Cenab-ı Hakk’ın kabul ettiği bir kuraldır. Dolayısıyla Allah bizim bu yaptığımız uygulamaları uygun bulmuştur.” diyerek kendi koydukları yasakları Allah’a hamledip «Yasakçılık» larını Allah’ın uygun bulduğunu belirterek Allah’a iftira ederler. Cari olan şirk sistemini Allah’ın dileği olduğunu ileri sürmekle onlar üzerinde bulundukları yanlış gidişatı meşrulaştırmak isterler. Bunun Allah’ın dileği / kaderi olduğunu söyleyerek kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar.
Onların bu argümanlarına karşılık Cenab-ı Hak, bu haram hükümlerine ilişkin belge / bilgi / kesin delil getirmelerini söyler. İddialarına karşılık onların getirecekleri herhangi bir belge (Allah’ın onları haram kıldığına dair geçmiş ilahi öğretilerden deliller) getiremediklerinden dolayı da saçmaladıkları ve sadece öyle sandıkları ifade edilir. Böylece insanların şartlara göre gelenekten / örften kaynaklanan yasaklamaları, Allah’ın yasaklaması olarak görmeleri eleştirilir. Ve şayet bundan vazgeçmezlerse geçmiştekilerin uğradığı türden azaplara düçar olunacağı bildirilir.
Cenab-ı Hak, elçisinin ve tüm müminlerin bu konudaki duruşunu belirlemek için şöyle bir davranış sergilemesini emreder;
“Şayet onlar bu haramların Allah tarafından uygun bulunduğunu, O’ndan gelen emirler çerçevesinde olduğunu iddia ederlerse ve bu iddialarının arkasında durarak kendilerini şahit olarak ortaya koyarlarsa / yemin ederlerse, siz onların heva ve heveslerine ortak olmayın ve onlara karşı durun. O yalancıların şahitliklerini reddedin.”
148-150- Şirk koşanlar diyecekler ki: “Allah dileseydi hem biz hem de atalarımız ortak koşmazdık ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda bize göstereceğiniz bir bilgi varsa onu bize gösterin. Siz, sadece kanaatlerinize tabi olup yalan söylüyorsunuz.” De ki: “İşte, en sağlam ve kesin delil, Allah’ın delilidir. Eğer O dileseydi, elbette hepinizi hidayete eriştirirdi.” De ki: “Haydi, Allah’ın bunları haram kıldığına dair şahitlik edecek şahitleriniz getirin.” Buna rağmen eğer onlar şahitlik ederlerse sen onların şahitliklerini onaylama. Başkalarını Rablerine denk tutan, Ahirete inanmayan ve ayetlerimizi yalanlayanların arzularına tabi olma. (Enam Suresi 148-150)
16.19. Cenab-ı Hakk’ın Toplum Hayatına Getirdiği Temel Yasaklar
Şirk sisteminde müşrik elitlerin topluma getirdiği haramlara / yasaklara Cenab-ı Hak karşı çıkar ve onların hilelerini gözler önüne serer. Arkasından toplumu diriltici olan kendi yasaklarını sıralar. Cenab-ı Hak, eğitim gören müminlere ve Mekke halkına bildirilmek üzere kendisinin neleri haram / yasak kıldığını bildirir. Bu haramlar / yasaklar ile aynı zamanda İlahi İdeolojinin öngördüğü sistemin üzerine bina edileceği TEMEL Prensipler konusunda ayrıntılı bilgi verilmiş olur. Şöyle ki;
-
Akıl ve din emniyeti için şirk koşmanın yasaklanması,
-
Sağlam bir aile yapısı için ana-babaya iyi davranmak,
-
Nesil emniyeti için çocukları öldürmemek,
-
Huzurlu, mutlu ve güvenli bir yaşam için gizli olsun açık olsun kötülük yapmamak,
-
Can emniyeti için hiçbir kişiyi öldürmemek,
-
Şefkatli bir yönetim ve sosyal dayanışma ile yoksul ve yetimleri korumak, kollamak, geliştirip ayağa kaldırmak ve onların haklarına tecavüz etmemek / ettirmemek,
-
Mal emniyeti için ölçü ve tartıda hile yapmamak,
-
Kimseye gücünün üzerinde iş / sorumluluk yüklememek,
-
Sözleşmelere / akidlere riayet ederek güvenli bir toplumsal ortam inşa etmek,
-
-Hukuk ve Adaleti tesis etmek. Allah’a verilen söze bağlı kalmak.
Yukarıdaki 10 temel ilke bir toplumun hem maddi hem manevi gelişmesi ve ilerlemesini sağlayan en doğru ilkelerdir. / yoldur. Mekke’nin geriliğinin sebebi bu prensiplerin tersinin yapılmasıydı. Şirk sistemi batıl, akıl dışı inançlarla insanların düşüncesini dondurmuş ve ilerlemenin-gelişmenin lokomotifi olan aklı kullanmanın önünü tıkamıştı. İnsanlara ilahi kanunlara göre işleyen bir toplumsal düzen yerine çarpık bir toplumsal düzen sunmuştu. Şirk sistemi toplumda tevhidi değil tamamen parçalanmayı, bölünmeyi ve çatışmayı ilke edinmişti. Böylece toplumun en küçük birimi içerisinde bile atomize olmayı sağlamış ve insanların ana babalarıyla bile aralarını açmıştı. Şirk sisteminin toplumu geri bıraktırmasında en önemli uygulaması ise herhangi bir felaket, kriz ve kötü gidişatta toplumun geleceği olan çocukları kurban ettirerek sözkonusu felaketlerden kurtulunacağı gibi akıl dışı politikalar uygulamasıydı. Yine şirk sisteminin kurduğu yapıda güçlü olanın her istediği kötülüğü yapabiliyor olması ve kimsenin ondan hesap soramamasıydı. Bu noktada insanların canlarına kast edilmesi ve güçlü olandan hesap sorulamaması en büyük kötülük idi. Toplumda dayanışma ve yardımlaşma olmadığı gibi toplumun en alt tabakalarının yaşamını sürdürmesi için en ufak yardım bile kötü görülüyordu. Şirk sisteminin oluşturduğu anlayış, böylesine vahşi ve acımasız idi. Yine şirk sisteminin getirdiği ekonomik sistem, güçlülerin lehine işliyor ve onların ölçü ve tartıda hile yaparak insanların ürettiklerini ellerinden haksızca alınmasını sağlıyordu. Şirk sisteminde asla merhamet olmadığından insanlara angarya yüklemeyi ve gücünün üzerinde şeyleri insanlardan talep etmeyi mubah görüyordu. Sözleşme kurallarını güçlülerin ihlal etmelerinde hiçbir beis görmeyen bir anlayış egemen olduğundan, toplumda insanların birbirlerine olan güvenleri sıfırlanmıştı. Ve son olarak şirk sisteminde hukuk kurallarının uygulanması diye bir şey yoktu, güçlülerin hukuku vardı.
İşte Cenab-ı Mevla elçisine bildirdiği ilahi öğretiye dayalı İslami / Tevhidi sistem için öngördüğü temel uygulama prensiplerini vaz etti. Bu temel prensipler, şirk sisteminin bütün bu menfi etkilerini kaldıracak ve toplumları kurtaracak prensiplerdi.
151-153- De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: (1) O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. (2) Ana babaya iyilik edin. (3) Fakirlik endişesiyle / korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Zira onları da sizi de Biz rızıklandırıyoruz. (4) Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın. (5) Haksız yere Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin. İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size vasiyet ettikleridir. (6) Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar onun malını en uygun şekilde olmak kaydıyla harcayabilirsiniz. (7) Ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. (8) Biz kimseyi gücünün yettiğinden fazlası ile yükümlü kılmayız. (9) Söylediğiniz zaman da yakınınız dahi olsa adil olun ve (10) Allah’a verdiğiniz sözü / ahdi yerine getirin. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O’nun (Allah’ın) size vasiyet ettikleridir. İşte bu, Benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Ve sizi O’nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. İşte bunlar, kendinizi koruyabilesiniz diye O’nun (Allah’ın) size tavsiye ettikleridir. (Enam Suresi 151-153)
Cenab-ı Hak, geçmişte Hz.Musa’ya@ verilen Kitab ile insanlara yol gösterdiğini böylece onlara rahmet ettiğini şimdi ise Mekkelilere olan merhameti nedeniyle içine düştükleri bataklıktan kurtarmak ve onları yükseltmek için Hz.Muhammed’e@ vahyedilen kitab ile yol gösterdiğini bildirir.
Şirk sisteminin Mekke’ye getirdiği karanlık ve gerilikten kurtarmak için alemlerin Rabbinin acıma ve merhameti ile yaptığı rehberliğe kimsenin sırtını dönmemesi gerektiği vurgulanır.
Şayet bu uyarılara kulak asılmayıp büyük bir yok oluş felaketiyle karşılaşılacak olunursa, onlardan hiçbir mazeret kabul edilmeyeceği ifade edilir. Yahudi ve Hristiyan topluluklarına gelen öğretiden haberdar olmadıkları ve bu hususta herhangi bir ders almamaları nedeniyle ilahi rehberlikten mahrum kalındığı gibi bahanelerin de hesap gününde ileri sürülemeyeceği bildirilir. Zira onlara da ilahi rehberlik yapılmış ve halihazırda Hz.Muhammed’e@ inzal edilmekte olan Kitap ile gelmesi kaçınılmaz olan felaketlerden kurtulma şansı doğmuştur. Yapılması gereken tek şey Hz.Muhammed’i@ kabul edip gelen vahye teslim olmaktır.
İnzal edilen Kur’an şimdiye kadar müşriklerin ileri sürdükleri tüm mazeret ve argümanlarına cevap vermiş ve tevhidi dünya görüşünün öngördüğü sisteme geçilmesinin zorunluluğuna ilişkin gösterilen onca delile rağmen hala inanılmayacak olursa daha ne beklenmektedir? Cenab-ı Hakk’ın bizzat gelmesi mi? Meleklerini göndermesini mi? Ya da azabı hemen göndermesini mi? Fakat bunlar geldiğinde teslim olunursa o zaman o imanın kendilerine hiçbir faydasının olmayacağı açıktır.
154- 158-Nitekim muhsinlere nimetimizi tamamlamak, doğru yolu göstermek, her şeyi genişçe açıklamak ve rahmet etmek için Musa’ya Kitap’ı verdik ki Rablerine kavuşacaklarına iman etsinler. Şimdi de bu mübarek Kitabı indirmekteyiz. İlahi rahmete ulaşmak için yapmanız gereken şey Allah’a karşı saygılı / muttakiler olmak ve bu kitaba uymaktır. Ey müşrikler! İndirdiğimiz bu mübarek kitaptan sonra bahaneler uydurma şansınız kalmamıştır. Bundan böyle “Kitap, bizden önceki iki topluluğa (Yahudi ve Hristiyan) indirildiği için Biz onların öğretilerinden haberdar olamadık. Eğer bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok sadık olurduk” deme hakkınız yoktur. İşte size de Rabbinizden açık bir delil, yol gösterici ve rahmet gelmiştir. Durum bu iken Allah’ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle şiddetli bir azapla cezalandıracağız. Bu kadar açık delilleri gördükleri halde onlar iman etmek için ne bekliyorlar? Meleklerin gelmesini mi? Yahut Rabbinin (imha eden gazabının) gelmesini mi? Ya da Rabbinin bazı (toplumsal ve/veya bireysel ve/veya kozmik kıyamet) alametlerinin gelmesini mi? Rabbinin ayetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanıyla bir iyilik kazanmamış kimsenin o gün inanmasının bir faydası yoktur. De ki: “Bekleyin bakalım; şüphesiz hesap günü geldiğinde kimin haklı olduğunu anlayacaksınız.” (Enam Suresi 154-158)
Hz.İbrahim’in @ kurduğu Kabe’ye ve tevhit dinine zamanla şirk bulaştırılmış ve dosdoğru din parça parça yapılarak her parçasından da gruplar teşekkül ettirilmiştir. Yani ilk kurulduğu zaman sadece Allah’ın tek ilahlığı üzerine olan tevhid dini, sonraları her kabileye özgü ilahlar uydurularak parça parça yapılmıştır. Her kabilenin ayrı ilahı ve dolayısıyla her kabilenin ayrı dini oluşmuştur. Böylece kabilecilik o kabileye ait ilah ile putlaştırılarak kutsanmıştır. Cenab-ı Hak, şirk sisteminin serüvenini bu şekilde bir cümlede özetledikten sonra Mekke müşriklerine Hz.Muhammed’in@ çağrısına uyarak tekrar tevhide gelmedikleri sürece onlar için elçisinin elinden bir şey gelmeyeceğini ifade eder. İşlerinin Allah’a kalacağı ve kendilerini düzeltmedikleri takdirde hesabını veremeyecekleri bir azapla karşılaşacakları konusunda uyarır. Fakat kendini düzelten ve iyilik için çalışanlara da gösterdikleri çaba ve yaptıkları tercihleri nedeniyle on misli ile mükafatlandırılacağı Cenab-ı Hak, tarafından müjdelenir.
Hz.Muhammed’in@ çağırdığı tevhit dini yeni çıkmış, suni bir din değildir. O din çağlar boyu bütün peygamberlerin toplumlarına öğrettiği, öğütlediği ve insanları mutluluğa, huzura ve medeniyete götüren en doğru yoldur. Şimdi ise Hz.Muhammed@ bu yolu işaret etmekte ve kendisini takip edenlere önderlik ve örneklik yapmakla görevlendirilmiştir. İsteyen gelir istemeyen gelmez. Ama gelmeyenler tercihlerinin sonucuna katlanırlar. Kimse de onların yanlış tercihleri nedeniyle karşılaşacakları azap konusunda yardımda bulunamaz, kimse onları kurtaramaz. Hiçbir kimse bir başkasının yaptıklarından sorumlu tutulmaz. Herkes kendi bilinçli tercihleri ve yaptıklarından sorumludur.
Cenab-ı Hak, bütün insanları bu dünyaya imtihan için göndermiş, herkese akıl ve irade yetisi vermiştir. Bu yetilerini kullanmayanlar ya da bu yetileri ile bilinçli bir şekilde yanlış yolları seçenler bedelini öderler.
159-165- Dinlerini böyle paramparça edip fırkalara ayrılanlar için senin yapabileceğin bir şey yoktur. Zira onların işi Allaha kalmıştır. Sonunda Allah onlara yaptıklarının hesabını soracaktır. Kim iyilik yaparsa, ona o iyiliğin on misli vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, ona da sadece kötülüğüne denk bir ceza verilir. Onlara asla zulmedilmez. De ki: “Muhakkak ki Rabbim, beni doğru yola yöneltti; bu din / yol öyle bir din / yol ki bütün peygamberlerin yolu olup dimdik ayakta duran bir dindir. Çok iyi bildiğiniz gibi bu din / bu yol hakka yönelen ve müşriklerden olmayan hanif İbrahim’in milletidir / dinidir.” De ki: “Benim salatım (namazım, kamunun sorunlarını çözme faaliyetlerini üstlenmem ve kamu hizmetlerim ya da destek olmam), ibadetim, hayatım ve ölümüm kısacası her şeyim, âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Benim teslim olanların (müslümanların) önderi olmam emredildi.” De ki: “O (Allah) her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka Rab mi arayayım?” Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kimse, bir başkasının yükünü / günahını taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbiniz’edir. O zaman Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. O, sizi yeryüzünün halifeleri kılan, verdikleriyle sizi belalandırmak / denemek için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle üstün kılandır. Kuşkusuz Rabbin, cezalandırması çabuk olandır ve muhakkak ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Enam Suresi 159-165)
Bu sure ile Cenab-ı Mevla, boykot sürecinde eğitim alan müminlere hem nübüvvet konusunda hem de gelecekte kurulacak tevhit sisteminin temelleri konusunda esaslı dersleri öğretmiştir. Böylece Hz.Muhammed @ ve müminlerin boykottan sonra çeşitli kabilelerle yapacakları görüşmelerin hangi temeller üzerinde müzakere edileceği de belirlenmiş olmaktadır. Kurulacak tevhit sisteminin Anayasal esasları ve sistemin işleyişine ilişkin esaslar bu surede detaylı olarak işlenmiş ve tebliğciler yetiştirilmiştir.
İleride görüleceği üzere hac zamanlarında birçok kabile ile görüşülmesine rağmen sadece Medinelilerle anlaşma sağlanabilmiş ve onlarla yapılan müzakerelerde üzerinde anlaşılan anayasal ilkelerin hemen hepsi burada işlenen esaslarla neredeyse birebir aynılık arz edecektir. ([1])
[1] ) NOT: Enam suresinin tarihi kayıtlarımızda boykot sürecine denk gelen zaman aralığında inzal olduğu kayıt altına alınmıştır. Sözkonusu ilkeler akabe görüşmelerinde üzerinde anlaşma sağlanan anayasal ilkeler ile birebir aynılık arz etmektedir. Bu sebeple boykot döneminde öğretilen bu ilkeler akabe müzakereleri sırasında dikkate alınmıştır.(A.A)