BÖLÜM 35
MUS’AB B. UMEYR MEDİNE’DE
Medinelilerin peygamberimiz ile görüşüp biatleşmelerinden sonra hicrete kadar geçecek süreçte müzakerelere devam edilmesine karar verildi. Zira daha Medine’de alınması gereken mesafe vardı. Medine’nin ileri gelenlerinin ikna edilmesi gerekiyordu. Özellikle Medine’deki şahin kesim biat / anlaşma koşullarını kabule yanaşmayacaklardı. Onlar Medine’deki kurulu sistemden beslenen kesimdi ve mevcut sistemin değişmesinden yana değillerdi. Bu nedenle Hz.Muhammed’in@ liderliğinde ve Allah’ın öğrettiği usulde bir sistemin / dinin halka detaylı bir şekilde anlatılması ve halkın desteğinin alınması gerekiyordu. Halk anlatılacak sisteme / dine destek verecek olursa bu takdirde ileri gelen şahin kesime baskı oluşturacaklar ve onları kabule zorlayacaklardı.
Gelinen aşamada peygamberimize iman etmiş ve onun önerdiği ilahi sistem / din önerisini kabul eden Hazreç, Evs ve Yahudi kabilelerden ileri gelenler olduğu gibi onlara karşı duran bir kesimde vardı. Şahinler gurubu olarak da adlandırılabilecek olan bu kesim kendileri karşı oldukları gibi halkı da öngörülen sistemi / dini reddetmeye yönelik propaganda yapacaklardı. Dahası Hazreçli olan bir müminin anlattıklarına Evsli ve Evslilerin müttefikleri olan yahudiler karşı çıkacak, Evsli bir müminin anlattıklarına da Hazreçli ve Hazreçlilerin müttefikleri olan yahudiler karşı çıkacaktı.
Onların halka yapacakları menfi propaganda halkı etkileyecek argümanlar içermeliydi. Nasıl ki Mekke’den Medine’ye hicret edecek insanlarda hicret konusunda içlerinde çeşitli korku, endişe ve tereddütler oluşuyorsa, tersinde muhacirleri misafir edecek Medinelilerde de çeşitli korku, endişe ve tereddütlerin oluşması kaçınılmaz idi. Gelecek olan kişiler ne kadar süre ile ağırlanacaklardı? Onların misafirlikleri sırasında ihtiyaçlarını karşılamak için temin edilmesi gereken yiyecek, içecek, giyecek ve barınma imkanları nasıl sağlanacaktı? Muhacirlerin ahlakları nasıldı? Toplumu ifsad mı edeceklerdi? Yoksa ıslahına yardımcı mı olacaklardı?....vb. Günümüzde herhangi bir toplumsal göç nedeniyle yerleşik toplumun göçmenler konusundaki endişeleri neyse Medineliler de aynı endişeleri taşıyorlardı. Şahinler gurubunun toplumun bu endişeleri dile getirerek menfi propagandalarını yürütecekleri gayet açıktı.
Onların menfi propagandasını önlemek ve Medinelilerin endişe ve korkularını gidermek için Medine’de kurulacak sistemi (Dini / Kitabı) iyi bilen ve aynı zamanda tarafsızlığı sağlayacak bir tebliğcinin Medine’ye gönderilmesi çok yerinde olacaktı. Bu düşünce ile Medine heyeti Hz.Muhammed’den@ dini gayet iyi bilen, ağzı laf yapan ve iman edenlere imamlık / önderlik / rehberlik yapacak bir kişiyi talep etmişlerdi.
Bu talebi uygun bulan peygamberimiz, Mus’ab b. Umeyri seçmiş ve onu Medine Heyetiyle birlikte Medine’ye göndermişti. Bundan sonra inzal edilecek ayetler her ne kadar Mekke’de inzal edilmiş olsa da onların bir kısmı Mekkelilere hitap edeceği gibi bir kısmı da Medinelilere hitap edecekti.
Hicrete kadar geçecek iki yıllık süreçte, Cenab-ı Hak gönderdiği mesajlarla Mekke’deki müminlere rehberlik yaptığı gibi Medine’deki müminlere de rehberlik yapmıştır. İnzal edilen ayetler Mekke’deki müşriklere son uyarılarını yaparken Medine’deki müşriklerin kazanılmasını sağlayacak mesajlar içermektedir.
Müminun Suresi de bu kapsamda inzal olmuş surelerden birisidir. Sure, Medine halkının göç edecek müminler hakkında besledikleri endişeleri, korkuları ve tereddütleri gidermek ve onlara güven vermek için müminlerin vasıflarını anlatan ayetlerle başlar. Müminlerin eninde sonunda ama muhakkak kurtulacakları ve zafer kazanacakları vurgusu ile onlara ev sahipliği yapacak olan Medinelilerin de çok büyük bir şerefe ulaşacakları zımnen ifade edilir. Sonrasında ise hicret edecek müminlerin Allah’a derin bir saygı ile bağlılıkları ve Hz.Muhammed’e@ desteklerinin de son derece içten olduğu belirtilir. Bunu onların huşu içerisinde salat / namazlarını eda etmeleri ile ifade eder. Yine Medinelilerin göç edecek Mekkeli müminler konusunda endişe ve korkularının yersiz olduğunu, çünkü onların işlerinde asla israf etmediklerini, boş şeylerle iştigal etmediklerini, son derece temiz ve güvenilir olduklarını, kimsenin malında, mülkünde ve namusunda gözleri olmadığını bildirir. Onların son derece şahsiyetli, onurlu, temiz, dürüst ve olgun kişiliklere sahip oldukları vurgulanır. Kendilerine emanet edilen ne olursa o emanetlere asla ihanet etmedikleri ve sözleşmelerine de son derece sadakat gösterdikleri ifade edilir. Bu sıfatlara sahip olan kişilerden zarar gelmeyeceği, yapılacak muhaceret ile toplumsal huzura asla bir rahatsızlık verilmeyeceği ortaya konulur.
Mü’minun Suresi
Rahman Rahim Allah Adına
1- 11- Müminler kesinlikle kurtuluşa ereceklerdir / zafer kazanacaklardır. Onlar, içtenlikle, teslimiyetle ve derin bir saygı ile salât eden / Allah’a bağlı olan / peygambere destek veren kimselerdir. Onlar, boş, yalan ve batıl olan şeyleri reddeden kimselerdir. Onlar, arınmak temizlenmek (zekât) için ne gerekiyorsa yapan kimselerdir. Onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir. Ancak eşleri yani nikah sözleşmesi altında olanlar hariç. Zaten bundan dolayı da kınanamazlar. Fakat bunun ötesinde bir şey isterse, işte onlar, haddi aşanlardır. Onlar, emanetlerine ve sözleşmelerine riayet eden kimselerdir. Onlar, salâtlarının / Allah’a bağlılıklarının gerektirdiği sorumluluklarını koruyan kimselerdir. İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olan varislerin ta kendileridir. (Mü’minun Suresi 1-11)
Sonunda zafere erecek o müminlere ahiretteki mükafatlarının ise Firdevs cennetleri olacağı müjdelenerek bu müminler ile aynı kaderi paylaşmaları için Mekke’den gelecek muhacir müminlerden korkmamaları ve onlara sahip çıkmaları, onları desteklemeleri anlatılmış olur.
Bu ayetler kendilerine okunduğunda Medinelilerin korkularının güvene tahvil olacağı gibi onların da mümin olmaları halinde kendilerinin de bu sıfatlara sahip olmaları gerektiği öğüdü de yapılmış olur. Ahiretteki tarifi imkânsız güzelliklere sahip cennetlere girebilmek için Allah’a katıksız, pazarlıksız, gönülden ve daimî olarak bağlanmak ve O’nun elçisine destek olmaları gerektiği bildirilir. Yine cennete girebilmek için kimsenin namusuna el uzatmamak, başkasının malına değil göz dikmek tam tersine kendi malından ihtiyaç sahiplerine vererek temizlenmek (zekât vermek), daima yüce erdemli hedeflere erişmek için çalışmak, asla hain olmamak ve sözünün eri olmak gerektiği hususları Medinelilere okunmak üzere inzal edilir. Böylece Medineli şahinler gurubunun menfi propagandasının önü alınmış olacaktır.
35.1. Medinelilere Umut Veren Söylemler
Cenab-ı Hak, surenin başında deklare ettiği müminlerin zafer ya da kurtuluşunun boş bir iddia olmadığını göstermek için insanın yaratılışını örnek olarak verir. İslami hareketin gelişiminin de tıpkı insanın yaratılmasında olduğu gibi aşama aşama olacağı ve çeşitli evrelerden geçerek sonunda toplumsal dirilişin / canlanışın gerçekleşeceği bildirilir.
12- 14- And olsun ki Biz, insanı seçilmiş / süzülmüş bir çamurdan yarattık. Sonra onu çok dayanıklı sağlam ve güvenli bir karargâhta bir nutfe / hayat tohumu yaptık. Sonra o nutfeyi / hayat tohumunu bir yumurta ile birleştirerek döllenmiş hücre haline getirdik. Peşinden o döllenmiş hücreyi canlandırarak cenine dönüştürdük. Sonra o ceninde kemikler yarattık. O kemiklere de kas giydirerek güçlendirdik. Nihayet ona ruh üfleyerek bağımsız, mükemmel ve bambaşka bir kişilik olarak inşa ettik. İşte, yaratıcıların en güzeli Allah ne cömerttir! (Mü’minun Suresi 12-14)
Cenab-ı Hak insanın topraktan yaratılması metaforu ile muhacir müminlerin toprak gönüllü, paylaşmacı, mütevazı kimseler arasından seçilmiş ve vahiy ile eğitilmiş kimseler oldukları vurgulanır. Böylece Medinelilerin endişe ve korkularını bu yönüyle de giderici cevap verilmiş olur.
Şimdi artık bu seçkin insanların tıpkı spermin yumurtayı dölleyerek korunaklı ana rahmine yerleşmesi gibi Medinelilerle birleşerek korunaklı, sağlam ve güvenli bölge olan Medine’ye yerleşeceği bildirilir.
Yine döllenmiş yumurtanın canlanması misali gibi İslami hareketin burada hayat bulacağı ve sonraki aşamada iktidarın taşıyıcı direklerine, gücüne, iradesine ve sertliğine kavuşacakları ceninin kemikleştirilmesi ile ifade edilir. Daha sonraki aşamada yaratılan o kemikler kaslarla örülmesi ve insan bedeninin çeşitli organlarla donatılmasında olduğu gibi İslami hareket de süreç içerisinde kendisine yapılacak katılımlar ile güçlenecek ve hareket kendi sistemi içerisinde oluşturacağı organlar ile kâmil bir hale geleceği vurgulanır.
İslam Devletinin bu oluşumunu takiben Mekke müşrik ileri gelenlerinin ise toplumsal kıyamet ile öleceği ve Mekke halkının ise Mekke’nin fethi ve İslamın hakimiyeti ile tekrar diriltileceği, insanların kozmik kıyametle öldükten sonra ahirette tekrar diriltileceği gerçeği üzerinden anlatılır.
15-16-Sizler, bundan sonra mutlaka öleceksiniz ve muhakkak ki siz, kıyamet gününde diriltileceksiniz. (Mü’minun Suresi 15-16)
Cenab-ı Hak, Mekke ve Medine toplumunun İslam ile tekrar diriltileceğine işaret ettikten sonra yaratılacak bu yeni toplumu büyük bir medeniyete doğru gelişmesi için yalnız ve yardımsız bırakmayacağını onlara çeşit çeşit alternatifli yollar (yedi yol), metotlar göstereceğini ve bin bir çeşit nimetler ve imkanlarla destekleyeceğini müteakip ayetlerde ayrıntılı olarak bildirir.
17-19- And olsun ki Biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz, yaratmaktan gafil değiliz. Biz gökten bir ölçüde su indirdik ve o suyu yeryüzünde durduruyoruz. Şüphesiz Biz, onu gidermeye de kadiriz. Böylece Biz, onun sayesinde sizin için hurmadan ve üzümden bahçeler inşa ettik. O bahçelerde sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz. (Mü’minun Suresi 17-19)
İslam toplumunu büyük medeniyete taşıyacak olan esas unsurun vahiy olduğu gökten inen yağmur metaforunda verilir. Ancak bu vahiy de bir gün gelecek kesilecek. Şayet inzal edilmekte olan bu vahiy, iyi değerlendirilecek olursa onunla bin bir çeşit ürün ve nimetlerin üretilmesi sağlanacak ve çeşit çeşit nimetlere kavuşulacağı yağmurun hurma, üzüm ve diğer çeşitli meyvelerin yaratılması metaforu ile anlatılır. Yani vahyin yol göstericiliği sayesinde ülkenin üretim ekonomisinde çok büyük bir gelişme yaşanacağı vurgulanmaktadır. Bu üretim ekonomisinden faydalanacak olanların sadece müminler olmayacağı ehli kitabın da bu üretimden pay alacağı Hz.Musa’ya referans ile Tur-i Sinadan bahsedilerek ifade edilir. Aynı zamanda tarihi kökleri çok derinlere inen bu iman hareketinin zeytin ağacı benzetmesi ile çok uzun ömürlü ve herkese faydası olan bir nesil olacağına da işaret edilir.
20-Ayrıca Tûr-ı Sinâ’dan çıkan, yağ bitiren, yiyenlere katık olan bir ağaç da meydana getirdik. (Mü’minun Suresi 20)
Yine İlahi öğretiye dayalı kurulacak sistem sayesinde etinden, sütünden faydalandığınız evcil hayvanların üretiminde çok büyük artışlar kaydedecek ve binek olarak kullandığınız hayvanların üretimindeki artışa paralel olarak onlarla yapacağınız ticarette son derece büyük artışlara şahit olunacağı bildirilir. Ülkeye gelecek barış, huzur ve güven sayesinde insanlar birbirlerinin hayvanlarını yağma etmeyecek, öldürüp telef etmeyecek. Dolayısıyla hayvan üreticilerinin gelirleri katlanacak ve bu hayvanların üretilip yetiştirilmesi İslam devletinin getirdiği barış ve istikrar sayesinde çok cazip hale gelecektir. Burada sayılamayacak daha birçok faydalar üretimdeki artışlardan sonra ortaya çıkacaktır. Nasıl ki gemiler ticari faaliyetlerde son derece önemli araçlardır, aynı şekilde binek evcil hayvanlarda aynı şekilde önemlidir ve bu alana yatırım yapılması halinde halkın ürettiği malların pazarlara ulaştırılmasının önündeki en önemli engel kaldırılmış olacak ve medeniyete doğru çok önemli adımlar atılacaktır.
İlahi vahye dayalı kurulacak devletin getireceği barış, huzur ve istikrar sayesinde diğer ülkelere yapılacak ticari faaliyetlerde gemiciliğe de önem verilecek ve o sektörün de önü açılacak ve ülke büyük gelişme gösterecektir.
İşte Cenab-ı Hak, tüm bu hususlara işaret eden müteakip ayetler ile Medinelilerin ibret almalarını ve yukarıdaki hikmetleri kavramalarını ister;
21-22- Karınlarından süt içtiğiniz ehli hayvanlar / en’amda da sizin için gerçekten bir ibret vardır. Onlarda sizin için daha birçok faydalar vardır. Dahası, onları yiyerek besleniyorsunuz da. Üstelik onların üzerine ve gemilerin üzerine binip taşınırsınız. (Hem yüklerinizi hem de kendinizi taşıtırsınız.) (Mü’minun Suresi 21-22)
35.2. Medineli Muhaliflere Cevaplar
Yukarıda ilahi vahye dayalı tevhit sisteminin Medine’ye getireceği faydalar zikredildikten sonra Medinelilerin “madem bu kadar faydalı bir sistem öngörülüyordu o halde neden kendi kavmi kabul etmedi?” şeklindeki muhtemel sorusuna Cenab-ı Hak önce Hz.Nuh@ kıssası üzerinden cevap vermesi için aşağıdaki ayetlerini inzal eder. Medinelilerin buna benzer olası bir sorusuna Hz.Muhammed’in@ tıpkı Hz.Nuh@ gibi Mekkelileri yanlış yoldan çevirmek için çırpındığı fakat onların Hz.Muhammed’in@ başa gelmek amacı ile yeni bir sistem uydurduğu iddiası ile teklifi reddettiği bildirilir. Onların ayrıca geleneklerinde böyle bir sistemin yer almadığı gerekçesi ile statükodan yana muhafazakâr bir tavır koyduklarına da değinir.
23-25- And olsun ki Biz, Nuh’u kavmine elçi gönderdik de O, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilah yoktur. Buna rağmen / Binaenaleyh niçin kendi menfaatlerinizi korumuyorsunuz?” dedi. Bunun üzerine, kavminden kafir ileri gelenler “O, sizin gibi bir beşerden başka bir şey değildir. Size üstün gelmek / hükmetmek istiyor. Hem eğer Allah dileseydi, mutlaka melekleri indirirdi. Dahası geçmiş atalarımızın liderlerinden bu konuda hiçbir şey duymadık. Bu, yalnızca cinnet getirmiş bir adamdır. Bu nedenle onu bir müddet gözetim altında tutun” dediler. (Mü’minun Suresi 23-25)
Hz.Nuh@ kıssası üzerinden yapılan anlatıda Hz.Muhammed’in@ Mekke halkını Allah’a çağırmasına ve tevhit sistemini tercih etmelerinin kendi menfaatlerine olduğunu bildirmesine rağmen onların neden kendi menfeatlerine olan bir sistemi seçmedikleri sorgulanır. Zira normal olarak bütün insanların kendi menfaatlerini düşünmeleri ve bu çıkarlarını korumaya / takvaya yönelik hareket etmeleri beklenirken Mekke halkının aksine hareket etmelerinin anlaşılmaz olduğu ifade edilir. Yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği gibi İlahi öğretiye dayalı tevhidi sistemin huzur, istikrar ve barışı getirmesi sonucu halkın refaha, zenginliğe ve bereketlere kavuşacağı çok açıktır. Fakat Mekke halkını ayartanların ileri gelenler olduğu vurgusundan sonra onların halkı kandırmak için Hz. Muhammed’in@ başa geçmek istediği iftirasını atmakla kalmamış aynı zamanda onun kafayı yediği / cinnet geçirdiği iddiası ile gözetim altında tutulmasını istedikleri ayetlerde kayda geçirilir. Peygamberimizin aklını yitirdiği iddiaları konusunda halkı inandırmak için de geçmişte böyle peygamberlik ve tevhidi bir sisteme rastlamadıklarını gerekçe olarak gösterdikleri belirtilir.
Ayrıca onlar şayet Allah bir peygamber gönderecekse, o peygamberin kendileri gibi bir insan değil meleklerden / meliklerden gönderilmesi gerektiğini de iddia ederek halkı ikna etmeye çalıştıklarına değinilir. Onlara göre peygamberin / liderin mutlaka ileri gelen melikler / melekler arasından seçilmesi gereklidir. Onlar tarihi kayıtlarında (atalarından) halkın arasından ülkeye lider olan bir örneğe rastlamadıklarını (duymadıklarını) bu görüşlerine gerekçe olarak gösterdikleri ifade edilir.
Mekke müşrik ileri gelenlerinin halkı Hz.Muhammed’den@ uzak tutmak için attıkları iftira ve saçma gerekçeler halk üzerinde etkili olmuş ve halkın geneli O’nu ve tevhit sistemini kabul etmemiştir. Bunun üzerine peygamberimiz de tıpkı Hz. Nuh gibi kendisinin inkâr edilmesi karşısında Cenab-ı Hakk’tan yardım niyaz etmiştir.
26-O (Nuh); “Rabbim! Beni tekzib etmelerine karşı bana yardım et!” dedi. (Mü’minun Suresi 26)
Nasıl ki Hz. Nuh’un@ bu duası ile Cenab-ı Hak, ona gemi yapmasını vahyetmiş ve kendi yandaşları ile birlikte tufandan kurtarmışsa aynı şekilde peygamberimizin duası da kabul edilmiş ve akabe biatları ile İslami hareket Medine’de teşkilatlanmaya başlamıştır. Artık müminler kendilerini Mekke’deki eziyetlerden kurtaracak hicret aşamasına gelmiştir.
27 -29- Bunun üzerine Biz ona; “Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap.” diye vahyettik. Sonra Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler halinde ikişer tane ve bir de onlardan, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki ehlini (aileni, yakınlarını, inananlarını) gemiye bindir. Zulmetmiş olanlar konusunda bana başvurma. Onlar mutlaka boğulacaklardır. Sen ve beraberindekiler gemiye yerleştiğinizde de ki; “Hamd bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah içindir” ve yine de ki; “Rabbim! Beni bolluk / bereketli olan bir yere yerleştir. Sen, yerleştirenlerin en iyisisin.” (Mü’minun Suresi 27-29)
Peygamberimiz Medinelilerle akabe anlaşmaları için Cenab-ı Hakk’ın yönlendirmesi ile anayasa taslakları hazırlatmaktaydı. O, aynı zamanda 3- 4 yıl süren akabe görüşmeleri sırasında İslami yönetimin alt yapısını inşa etti. Hz. Nuh’un@ gemi inşası metaforunda anlatılan bu inşa olayı sonunda hicret emri geldiğinde Hz.Muhammed@ yanlıları birer ikişer bereketli topraklara sahip Medine’ye doğru göç edip oraya yerleşeceklerdi. Böylece Allah’a yönelen / hamdeden müminler Mekke’nin zalimlerinden kurtulacaklardı. Anlatılan bu kıssa ile hem Mekkeli müminlere hicret işaret edilmekteydi hem de Medinelilere hicretin neden gerekli olduğu kısaca anlatılmaktaydı. Herkes bu kıssadan kendine ait işaretleri (ayetleri) aldı. Herkesin bu aşamadan sonrası için de bir imtihanı vardı. Bu imtihanlar tarafları olgunlaştırmak içindi. Cenab-ı Hak bu hususa da aşağıdaki ayette değindi.
30- Bunda muhakkak ki birtakım ayetler vardır. Ve muhakkak ki Biz, imtihan edenleriz. (Mü’minun Suresi 30)
Medine heyetinden biat eden 12 kişilik topluluk ile birlikte Medine’ye giden Mus’ab b. Umeyr orada ilahi öğretiye dayalı tevhit sistemini anlatacak, bu sistemi kabul eden kişilerle birlikte teşkilatlanmayı gerçekleştirecekti. Ancak bu öyle kolay bir iş değildi. Zira şirk sisteminin korunmasını isteyen ileri gelenler kendisine muhalefet edecekler ve çeşitli söylemlerle Mus’ab b. Umeyr’in tebliğine karşı çıkacaklardı.
Onlar Medine’de kurulması düşünülen tevhit sistemini engellemek için peygamberimizin ekonomik zenginlik, askeri güç ve idari / mülki iktidar ya da saltanata sahip olmadığından hareketle her alanda kendileri gibi olan bir kişinin Medine halkına faydasının olamayacağını ve onları vaad ettiği büyük bir medeniyete taşıyamayacağını iddia edeceklerdi. Zira onlara göre toplumu büyük bir geleceğe taşıyacak olan kimsenin hem krallar gibi saltanat sahibi olması gerekli hem de bu amaçla harcayacağı finans kaynaklarına ilave olarak emrinde hareket eden askeri birliklere sahip olması gerekli idi. Yoksa kendileri gibi maişet peşinde koşan, kendileri gibi yiyen içen, kendileri gibi yaşam süren yani kendilerinden hiçbir üstünlüğü olmayan bir kimsenin, Medinelileri büyük medeniyete götürmesine (toplumu diriltmesine) imkân yoktu. Yine onlara göre çevredeki büyük güçlerin buna müsaade etmeyeceği de çok açık idi. Bu nedenle onlar, şirk sisteminin öngördüğü atomize, iddiasız ve küçük kabileler halinde (ölü bir toplum olarak) yaşamanın daha iyi olduğunu söyleyeceklerdi.
İşte gerek Mus’ab b. Umeyr ve gerekse de iman eden Medinelilerin kendi menfaatlerini korumaları (takvalı olmaları) için Medinelileri Allah’ın sistemine davetlerine karşın şehrin inkârcı kodamanlarının karşı çıkacakları aşağıdaki ayetlerde haber verilir.
İleri, müreffeh, gelişmiş ve medeni bir yaşam (ahiret yaşamı metaforunda) yerine ilkel yaşamı (dünya yaşamı metaforunda) tercih eden Medine’nin kodaman ileri gelenleri bu tercihlerinin gerekçeleri olarak Hz.Muhammed’in@ bu iş için yeterli donanıma sahip olmamasını göstereceklerdi. Aslında aynı iddiaları Mekke müşrik ileri gelenleri de dile getirmişlerdi. Şirk sisteminin işleticilerinin peygamberimizin liderliğini ve getirdiği ilahi sistemi reddetmek için ileri sürdükleri hep aynı gerekçelerdi. Bunlar ister Mekkeli olsun ister Medineli hiç fark etmiyordu.
31-38-Sonra, Biz onların ardından başka bir nesil / medeniyet var ettik. Böylece Biz, onlara, “Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka bir ilah yoktur. Buna rağmen / Binaenaleyh niçin kendi menfaatlerinizi korumuyorsunuz?” diye kendilerinden bir elçi gönderdik. Onun (elçinin) kavminden inkârcı, ahirete / ileri / medeni yaşama ulaşmayı yalanlayan ve şu dünya / ilkel yaşamlarında kendilerine refah verdiğimiz kodaman kişiler; “Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir; sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor. Şayet, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, o zaman siz, kesinlikle büyük bir hüsrana düşersiniz. O, size, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğinizde, mutlak surette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Heyhat! Size vaad edilen şey son derece imkânsız! Yaşamımız ancak bu ilkel (dünya) şekildeki olan yaşamımızdır. (Şu andaki ilkel hayatımızı tercih ediyoruz.) Biz, ölürüz ve böylece yaşarız. Diriltilmemiz mümkün değildir. Bu adam (elçi), sadece Allah hakkında yalan uyduran bir adamdır ve biz ona inanmıyoruz” dediler. (Mü’minun Suresi 31-38)
Peygamberimizin Medine’ye göndereceği elçilerin mücadelelerinde pes etmemesi için moral ve motivasyon amaçlı mesajlarda inzal edilir. Onlara sabırla mücadele etmelerini zira Medine’deki inkarcı muhalif kodamanların çok kısa süre sonra pişman olacakları bildirilir. Hakk’tan yana esen rüzgarın şiddeti karşısında onların toz ve gübürden / süprüntüden başka bir şey olmadıkları, hak karşısında onların fikirlerinin hiçbir ağırlığının olamayacağı ifade edilir. Onların da bir ecelinin olduğu ve ecelleri geldiği zaman ertelenmeden yok olacakları ve yerlerine Hakk’ın yanında saf tutacak yeni nesillerin yer alacağı vurgulanır.
39 -44- O (elçi); “Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi. O (Allah); “Çok az bir zaman sonra onlar kesinlikle pişman olacaklar!” dedi. Derken Hakk’ın şiddetli rüzgarı ile onları yakalayarak süprüntü haline getirdik. Zalimler topluluğunun canı cehenneme! Sonra Biz onların ardından başka nesiller var ettik. Hiçbir ümmet, kendi ecelini öne alamaz, erteleyemez de. Sonra Biz birbiri ardından elçilerimizi gönderdik. Her ne zaman bir ümmete elçileri geldi, onlar bu elçiyi yalanladılar da Biz de onları birbirlerinin peşisıra helak edip tarihin derinliklerine gömdük. İman etmeyen kavmin canı cehenneme! (Mü’minun Suresi 39-44)
Medine’ye gönderilen Mus’ab b. Umeyr ile onun destekçisi Ensar’dan müminler sadece Medine’nin Arap kabileleri kodamanlarının muhalefeti ile karşılaşmayacaklardı. Zira bu şehirde üç büyük Yahudi kabilesi daha vardı. Ve bu kabileler şehrin ekonomik gücünü, eğitim ve üretim gücünü elinde bulunduruyorlardı. Şehrin yönetimi her ne kadar Hazreç ve Evs’li Araplarda görünse de her iki kabileyi de birbirine düşürerek aralarındaki savaşlardan nemalanan yine bu Yahudi kabileler olması onların Medine yönetiminde ne kadar etkin olduklarını da göstermektedir.
Dolayısıyla peygamberimizin gönderdiği elçilerin de tıpkı Hz.Musa@ ve Hz.Harun’un@ Firavun ve ileri gelenlerinin muhalefeti gibi bir muhalefetle karşılaşacakları da ihbar edilir. Zira Medine’deki Yahudi kabilelerin ileri gelenleri şunu gayet iyi biliyorlardı; şayet bu şehirde ilahi öğretiye / kitaba dayalı bir sistem kurulacak olursa o takdirde Hazreç ve Evslileri parmaklarında oynatamayacaklardı. Uzun seneler boyu elde ettikleri üstünlüklerini kaybedeceklerdi. Tıpkı Firavun ve hanedanı gibi kendilerini üstün gören ve büyüklük taslayan Medineli Yahudilerin gösterecekleri muhalefetin nedeninin sahip oldukları üstün pozisyonu kaybetmemek olduğu da böylece bildirilir. Hakk karşısında onların yapacakları muhalefetin Firavunun Hz.Musa’ya@ gösterdiği muhalefetle aynı olacağı benzetmesi ile Yahudilerin ne kadar kötü bir fiilin içerisinde olacakları vurgulanır.
Ayrıca Medine’de Hristiyan olan küçük gruplar da mevcuttu ve bunlar şehrin yönetiminde yahudiler kadar olmasa da hatırı sayılır bir ağırlıkta etkinlikleri bulunmaktaydı. Bu nedenle Cenab-ı Hak Hz.Meryem ve Hz.İsa üzerinden onlara da mesajlarını gönderir. Hz.İsa@ ve Hz.Meryem’in Allah’a götüren birer işaret olduğu belirtilir. Hz.Muhammed’in@ Medine’ye gelmesini Hz.İsa’nın Medine gibi sulak, bereketli bir ülkede barınmak üzere yerleştirilmesine ve üstün bir makama getirilmesine benzeterek taraflar arasında bir ülfet oluşturulmasının amaçlandığı düşünülebilir.
45-50 - Sonra Musa ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir yetki ile Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar kibre kapıldılar (kendilerinin üstün olduklarına inandılar) ve ululuk taslayan bir kavim oldular. Bu yüzden; “Kavimleri bize itaat edip dururken, bizim gibi olan bu iki adama mı inanacağız?” dediler. Böylece ikisini de yalanladılar ve helâk edilenlerden oldular. And olsun ki onlar hidayete ersinler diye Musa’ya kitap verdik. Meryem’in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık. Onları sulak, barınmaya uygun bir yerde görkemli bir makama yerleştirdik. (Mü’minun Suresi 45-50)
35.3. Medine'ye Gidecek Elçilere Yapılan Tembihler
Mus’ab b. Umeyr ve daha sonra hicrete kadar Mekke ve Medine arasındaki iletişimi sağlayacak elçilerin tavır ve davranışlarına dikkat etmeleri gerektiği tembihlenir. Temiz bir toplum oluşturulacağını iddia eden elçilerin / öncülerin bu hususta çok titiz olması gerekmektedir. Zira gideceği yerde bütün gözler onların üzerinde olacaktır. Onların her hareketi takip edilecek ve tebliğ ettiği hususlarla (ilahi ideoloji / teori) davranışları (pratik) arasındaki uyuma bakacaklar ve şayet teori ile pratik uyuşmazlığı görürlerse bu elçilerin orada başarılı olma şansları olmayacağı aşikardır. Bu amaçla inzal edilen aşağıdaki ayet ile;
51- Ey elçiler! Tayyibattan / temiz / helal yollardan elde edilmiş şeylerden yiyin ve salih amel / erdemli davranışlar sergileyin. Şüphesiz Ben sizin yaptıklarınızı çok iyi bilenim. (Mü’minun Suresi 51)
Cenab-ı Hak, elçilere haksız, hukuksuz ve haram yollardan elde edilmiş şeylere tevessül etmemelerini emreder. Toplumda helal ve temiz olarak bilinen nimetlerin tüketilmesini emrederken elçilerin eylemlerine dikkat etmelerini, güzel ve erdemli davranışlar sergilemelerini sıkı sıkı tembihler. Bunu da sırf insanlara öyle görünmek için değil içten gelerek ve Allah’ın emri olduğu için yapmalarını emreder. Bu emirle amaçlanan temiz toplum, sadece belli bir kavmi değil herkesi içine almaktadır. Yani Medine’de ilahi ideolojiye dayalı oluşturulacak toplulukta kimseye ayrımcılık yapılmayacak iyi, güzel, huzur, istikrar, barış ve güven isteyen herkes bu toplumun bir parçası olacaktır. Allah alemlerin Rabbi olduğu için kullarının korunması ve iyiliği için koyduğu ilahi kuralları kabul eden herkes bu sistemin içerisinde yerini alacaktır. Cenab-ı Hak, bu çerçevede öngördüğü sistem içerisine dahil olmak isteyen herkesi koruması / güvenliği altına girmeye aşağıdaki ayette davet eder. Bu aynı zamanda iyi ve güzel şeylerde birlik ve beraberliği sağlamış toplulukların güvende olacaklarının da vurgusudur.
52- İşte tevhid haline gelmiş bu topluluk sizin toplumunuzdur. Ben de sizin Rabbinizim. Böylece korumam altına girin. (Mü’minun Suresi 52)
Medine’de oluşturulacak tevhit topluluğunun Evs, Hazreç, Yahudi, Hristiyan ve Mekke ya da çevre kabilelerden gelen muhacir bütün herkesi içine alacağı belirtildikten sonra her grubun bu sistemin işleyişinde bir görevi olacağı belirtilir. Öyle bir görev / fonksiyon paylaşımı yapılacak ki herkes ifa edeceği görev / fonksiyon ile sevineceği de bildirilir. Zira dağıtılacak sorumluluklar herkesin kendi kabiliyetine ve kapasitesine göre olacaktır.
53-Sonra onlar işlerini kendi aralarında kısımlara ayırdılar / böldüler. Her grup, kendine düşen pay ile ferahlanmaktadır. / sevinmektedir. (Mü’minun Suresi 53)
İlahi ideolojiye dayalı kurulacak devletin idari işler ve hizmetler konusunda yapılacak işlerde her gruba pay ayrılması ve her grubun mutlu olacağı bir paylaştırmanın yapılması ile sistem mükemmel bir şekilde işleyecek.
35.4. İşledikleri Suçlar ve Aymazlıkları Nedeniyle Mekkeli Müşrikler Terkedilmeyi Hak Ediyorlar
Mekke’deki müşrikler ise Cenab-ı Hakk’ın kendilerine ihsan ettiği zenginlikleri ve oğullarına (askerlerine) güveniyorlardı. Halbuki onların bunlar kendilerinin güvenliğini sağlayamayacaktı. Onlar bu güçlerine güvenerek kendilerini aldatmakta ve gelişmelerin farkına varamıyorlardı.
54 -56- Fakat kendilerine maldan ve oğullardan vermekle onları güçlendirdiğimizi sananları bir süreye kadar gafletleri ile baş başa bırak! Bu durumu onlar kendilerinin iyiliğine mi zannediyorlar? Bilakis, işin farkında değiller. (Mü’minun Suresi 54-56)
Yaşamakta oldukları şirk sisteminin kendilerine faydadan çok zarar verdiğini göremeyen Mekkeliler için Cenab-ı Hakk’ın onlara mal ve oğullar (askerler) vermesi onlar açısından haklı ve doğru yolda oldukları kanaati uyandırmakta ve güç kazandıklarını zannetmekteydiler. Fakat işin hakikati bunun tersidir. Zira içinde yaşadıkları şirk onları parça parça ediyor, gelişmelerini engelliyor, güçsüzleştiriyor ve ilkel bir yaşam sürmelerine yol açıyordu. Halbuki bu anlayışlarını terk edip tevhide ve barışa girseler elde edecekleri başarı ve güç onları büyük bir medeniyete götürecekti. Onlar bunun farkında değillerdi. Onlardan bazıları peygamberimizin bu işi başarıp başaramayacağı konusunda tereddüt yaşadıkları için saflarını değiştirmiyorlardı. Onlar bu mücadelede üzerlerine düşenleri yapıp yapamama konusunda kendilerinden emin değillerdi. Bu nedenle onların yüreklendirilmeye ihtiyaçları vardı. Cenab-ı Hak onlara kendisine derin bir saygı ile yönelen, iyilikte yarışan ve Allah’ın sistemini tesis etmek için gönülden infak eden kullarının öncüler olacaklarını haber verirken bunun zor olmadığı ve üstesinden gelinemeyecek bir şey olmadığına değinir. Bunu kullarından gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemeyeceği ilkesi ile ifade eder. Ayrıca herkesin yaptığı fedakarlığın karşılığını tastamam ve mutlaka alacağını da bildirir.
57- 62- Rablerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu tir tir titreyen kimseler, Rablerinin mesajlarına güvenen kimseler, Rablerine karşı ortak tanımayan kimseler, Rablerine dönüş için gönülden veren / infak eden kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve nitekim bu konuda önderler onlardır. Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde de hakkı – hakikati olduğu gibi dile getiren bir kayıt tutulmaktadır. Bu nedenle onlar, asla haksızlığa uğratılmazlar. (Mü’minun Suresi 57-62)
Mekke müşriklerinden bazılarının neden saflarını Hz.Muhammed’den@ yana değiştirmediklerine ilişkin hakikat de bildirilir. Onların sadece gaflet içerisinde ve sanki bazı yükümlülüklerini yerine getirmekten endişe edişleri nedeniyle saflarını değiştirmedikleri izlenimi verseler de aslında yaptıkları bir takım çirkin işleri onların bu değişimi gerçekleştirmelerine mâni olmaktadır. Fakat bu tiplerin konfor içerisinde iken, azapla yakalandıkları zaman hemen feryad figan edip, mağdur edebiyatı yapıp kendilerini acındırmaya çalışacakları vurgulanır. Cenab-ı Hak müminlere o zaman geldiğinde onların bu mağdur edebiyatı yapmalarına aldanmamaları için onların şu anda yaptıkları şımarık, gururlu, kibirli hareketlerini asla unutmamalarını ve bunları onların yüzüne haykırmalarını öğretir. Çünkü onlar her gece toplanıp Hz.Muhammed@ ve bağlıları aleyhine ağızlarını geleni söylüyorlar, çeşitli planlar kuruyorlar ve aleyhte propaganda yapıyorlardı. İlahi ideolojinin paradigmalarına da sırt dönüyorlardı.
63 –67- Fakat onların kalpleri bu hususlarda büyük bir aymazlık / umursamazlık içindedir. Üstelik onların birtakım çirkin işleri de vardır ki, onlar bunları (çirkin işleri) yapar dururlar. Ama sonunda, onların konfor içinde olanlarını azapla yakaladığımız zaman hemen feryat etmeye başlarlar. Onlara “Bugün feryat etmeyin! Şüphesiz siz, Bizden yardım göremezsiniz. Şüphesiz ayetlerimiz size okunurdu da buna karşı siz kibirlenerek ve geceleri (kabenin etrafında toplanarak) hezeyanlar savurarak ayetlerimize sırt çeviriyordunuz.” denilecek. (Mü’minun Suresi 63-67)
Cenab-ı Hak, Mekke müşriklerini düşündürmek ve akıllarını başlarına almaları için sorgulayıcı ayetlerini peş peşe gönderir. Bu ayetleri dinleyen müşriklerin içinde bulundukları şirk düşüncesinin yanlışlığını görmemeleri mümkün değildir. Onların açmazlarını bu kadar net olarak ortaya koyan argümanlar karşısında hala safını değiştirmeyen kimseler olsa olsa düşünsel olarak kördür. Sözkonusu ayetlerde Cenab-ı Hak, kendilerine yapılan çağrı üzerinde neden kafa yormadıkları ifade edildikten sonra geçmiş atalarına verilmeyen bir ayrıcalığın onlara da verilmediği alaycı bir soru ile belirtilir.
Sorgulama peygamberimizi tanımamalarının / inkar etmelerinin nedeni olarak onu tanıyamadıkları yabancı bir kimse olarak mı gördükleri şeklinde bir soru ile devam eder. Alay eden ve mantıksızlıklarını ortaya koyması bakımından “O’nu deli / mecnun / cinlenmiş” olarak görmeleri, daha ileri bir sorgulama ifadesi olarak yerini alır. Zira içlerinde bir ömür sürmüş ve son derece akıllı, güvenilir ve ne söylediğini bilen peygamberimiz hakkında ipe sapa gelmez iftiralar atan kişilerin sözlerine nasıl güvenilir?
Sorgulamaya peygamberimiz üzerinden devam edilir. Peygamberimizin teklif ettiği sistemde onlardan kendi çıkarına herhangi bir vergi talep etmediği herkes tarafından bilinmesine rağmen Cenab-ı Hak tarafından sanki bilinmiyormuş gibi bir soru ile yapılan sorgulama, aslında müşriklere yapılan bir sorgulamadır. Onlara yapacağı hizmet için sizden herhangi bir ücret / haraç istemeyen Resulü Ekrem tarafında neden yer almadıkları fakat buna karşı onları sürekli sömüren, her yaptığı işlemden vergi / haraç alan şirk ortaklarına neden sıkı sıkı sarıldıkları sorgulanır. Bunun mantıksızlık olduğu ortaya konur. Kendi çıkarlarını korumak yerine başkasının çıkarları için kendilerini feda etmenin beyinsizlik olduğuna işaret edilir. Bu şekildeki sorgulamalar ile müşriklere aşağılayıcı bir sorgulama yapılmış olunur.
68-72- Onlar, Sözü (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi (imtiyaz, seçkinlik, söz, korunma …) geldi? Ya da elçilerini tanıyamadılar mı da onu inkâr ediyorlar? Yoksa ‘Onda bir delilik var’ mı diyorlar? Aksine o kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu da haktan hoşlanmayanlardır. Eğer hakk onların tutkularına uysaydı, kesinlikle gökler, yeryüzü ve bunlarda bulunanlar bozulup giderdi. Aslında, Biz onların şanını / şerefini getirdik; Fakat onlar, kendi şanlarından / şereflerinden yüz çeviriyorlar. (Resulüm) Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Mü’minun Suresi 68-72)
Cenab-ı Hak, elçisine inzal ettiği ilahi öğreti ile aslında onları şanlı ve şerefli bir mevkiye çıkarmak istemesine rağmen onların kendilerine şan ve şeref kazandıracak sistemi reddetmeleri ile aslında onların ne kadar beyinsizlik yaptıklarını şöyle gösterir;
“Boykot döneminde Mekkelilerin yaşadıkları kıtlık azabına rağmen akıllarını başlarına almamaları gündeme taşınır. Hatırlanacağı üzere boykot dönemlerinde peygamberimiz, çevredeki müttefik ve ehli kitap kabilelerini harekete geçirterek Mekke’ye gıda maddelerini engelletmiş ve böylece boykota karşı boykot uygulatmıştı. Tedarikçiler Mekke’ye uygulanan bu yaptırımı yaptırım olarak ilan etmemişler, kuraklık bahanesi ile kamufle etmişlerdi. Ancak sonuçta Mekkeliler gıda açısından sıkıntı yaşamışlar ve peygamberimizden bu sıkıntıyı giderme hususunda yardım / dua talep etmişlerdi. Peygamberimizin girişimleri neticesinde Mekkelilere uygulanan bu yaptırım sona ermiş ancak Mekkeliler buna rağmen müminlere uyguladıkları şiddet ve yaptırımlara son verme konusunda sözlerini yerine getirmemişlerdi. Onların bu ihanet ve nankörlükleri hala devam ettiğinden, sonunda yok edici çok büyük bir azapla karşılaşacakları ihbar edilir. Fakat o zaman geldiğinde kurtuluş ümitlerinin hiç olmayacağı bildirilir. Onlar bu azabı hak ederler zira bütün uyarıların yanında kendilerine şan ve şeref verecek bir sistem teklifi yapılmasına rağmen onlar gittikleri yanlış yoldan ayrılmama hususunda ısrarcı olmuşlardır.”
73-77- Şüphesiz sen, onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun. Fakat, ahirete inanmayan bu kimseler ısrarla yoldan çıkmaktadırlar. Eğer Biz onlara merhamet edip de içinde bulundukları sıkıntıyı gidersek, iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direneceklerdi. And olsun, Biz onları azap ile yakaladık da buna rağmen Rablerine boyun eğmediler ve yalvarıp yakarmadılar. Ama sonunda onların üzerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bütün ümitlerini yitirmiş vaziyette kalıverirler. (Mü’minun Suresi 73-77)
Mekkelilerin beyinsizliklerinin yüzlerine vurulmasına devam edilir. Cenab-ı Hakk’ın gözler, kulaklar ve beyin / kalpler vermiş olmasına rağmen onları kullanmayarak Resulü Ekremin gösterdiği medeniyet yolunu değil de geriliği, şirki ve böylece nankörlüğü seçmelerinin bu nimetleri verene şükürsüzlük olduğu ifade edilir.
Onların bu ülkeye / Mekke’ye yerleşmesini sağlayanın kendisi olduğunu belirten Cenab-ı Hakk, bu nedenle onların kendisine dönmesi / yönelmesi gerektiğini vurgular. O, toplumları ve medeniyetleri öldürenin de diriltenin de kendisi olduğunu gece ile gündüzü birbiri ardınca yaratmasına benzetir. Kainattaki yaratılışa ve olaylara tamamen hâkim olan Rabbimiz, toplumların gidişatının da bir kuralı olduğunu ve iyi ya da kötü tüm toplumsal değişimlerin kurallarını kendisinin koyduğunu belirtir. Onları içinde bulundukları kötü, geri, ilkel hali terk etmeye ve kendilerini dirilişe, yükselmeye ve gelişmeye yönelik kuralları takip etmeye davet eder. Fakat Mekke müşrikleri bu daveti aşağıda belirtildiği şekilde reddederler;
“Bu diriliş, yükselme ve büyük medeniyetler kurmaya ilişkin büyük laflar daha öncede çok söylendi fakat bir türlü gerçekleşme zemini bulamadı, eskiden beri böyle hikayeler anlatıldı, böyle hayaller kuruldu ama bunlar masaldan öte bir şey ifade etmedi. Zira bizim toplumumuz için bunlar ham hayalden öte bir şey ifade edemez. Bizler bu coğrafyada tıpkı ölünün toprağa karışmış bedeni, un ufak olmuş kemikleri misali atomize olmuş topluluklar olarak yaşamak bizim kaderimizdir. Kimse bizim toz toprak olmuş bu kabilelerimizin toplumsal olarak bir araya gelip dirilebileceğini ve büyük bir medeniyet oluşturacağını iddia edemez. Bunu başarmak hayalden öte ancak masallarda yer alan bir iddiadır. Tıpkı insanların biyolojik olarak öldükten sonra yeniden yaratılmasının ne kadar imkânsız ve saçma olması gibi.”
78- 83- O, sizin için kulakları, gözleri ve kalpleri yaratandır. Ne de az şükrediyorsunuz! O’dur sizi yeryüzüne / bu vatana yerleştiren. O halde sadece O’na doğru döneceksiniz. O, diriltir ve öldürür. Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi de yalnızca O’na aittir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz? Buna rağmen onlar, öncekilerin söylediklerinin benzerini söylediler. Onlar; “Biz, ölüp de toprak ve kemik yığını olunca mı, diriltileceğiz? Ant olsun ki, bize de atalarımıza da daha önce bu vaat edilmişti. Fakat bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir!” dediler. (Mü’minun Suresi 78-83)
Onların bu sözlerine karşı Cenab-ı Hak, elçisine onlarla şu diyaloğa girmesini öğretir;
84- 85- De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu yeryüzü (şehir / Mekke) ve onun içindeki kimseler kime aittir?” Onlar; “Allah'a aittir” diyecekler. “Öyle ise neden hala onurunuzu / şan ve şerefinizi düşünmüyorsunuz?” de. (Mü’minun Suresi 84-85)
Diyaloğun bu kısmında Cenab-ı Hak Mekke müşriklerine;
“Madem ki bu yeryüzü / ülke / şehir Allah’ındır ve Allah insanların bu yeryüzüne / ülkeye / şehre yerleştirilme amacını onların şerefli bir şekilde yaşaması, sadece Kendisine boyun eğilmesi olarak belirlemiştir o halde neden böyle sefil ve rezil aşağılık bir şekilde yaşıyorsunuz, başkalarına kul / köle oluyorsunuz. Halbuki eşrefi mahlukat olarak yaratılmış sizlerin şerefli, asil ve onurlu olmanız gerekir. Size bu şan ve şerefi sağlayacak olan ise ilahi öğretiye dayalı sistemdir. Neden şan ve şerefinizi düşünmüyorsunuz?” denilir.
Diyaloğun ikinci sorusunda ise Cenab-ı Hak, elçisinden onlara şu soruyu yöneltmesini ister;
86-87- De ki, “Yedi göklerin Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” Onlar “Allah’ındır/ Allah’tır” diyecekler. Sen: “Öyleyse kendi menfeatlerinizi korumayacak mısınız? / kendiniz korumayacak mısınız?/takvalı davranmayacak mısınız” de. (Mü’minun Suresi 86-87)
Bu soru ile Cenab-ı Hak, Mekke müşriklerine;
“Nasıl ki bütün gökyüzünün sahibi ve işleticisi Allah’tır ve o halde benzer bir şekilde bu ülkenin / şehrin yönetim kademeleri ve devlet mekanizmasında Allah’ın yasalarını / doğal yasaları egemen kılmıyorsunuz? Neden Allah’a ait olması gereken sistemi başka ilahlara has kılıyorsunuz? Halbuki Allah’a ait olan sistemi yine Allah’ın yasaları ile işletmeniz gerekmez mi? O’nun yasalarını / doğal yasaları çiğnemeniz halinde başınıza gelecek olanlardan sakınmaz mısınız? O’nun sistemini uygulayarak kendi menfaatlerinizi / çıkarlarınızı korumanız gerekmez mi?” diyerek onları kendilerine karşı takvalı / korumacı olmaya davet etmektedir.
88- 89- De ki: “Eğer biliyorsanız, her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan ve kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan kimdir?” Onlar “Allah'ındır/ Allah’tır” diyecekler. Sen; “Öyle ise nasıl büyülenmiş gibi davranıyorsunuz? / Bu nasıl şartlanmışlık? / Bu nasıl bir körlüktür?” de. (Mü’minun Suresi 88-89)
Cenab-ı Hak, kozmik evrendeki her şeyin kendi mülkü olduğunu ve bu mülkünün yönetiminin de kendisine ait olduğunu, ayrıca yaşayan ve yaşamını sürdüren her türlü şeyi koruyup kollayanın kendisi olduğunu müşriklere teyit ettirir. Bu teyitle Mekke ülkesinin / şehrinin de hem mülkiyetinin hem de nasıl yönetileceğinin kuruluşundan itibaren Hz.İbrahim@ ve Hz.İsmail@ vasıtasıyla iletildiğini, bugüne kadar da bu şehrin / ülkenin ayakta kaldığını, başkalarının eline geçmediğini ve düşmanlarına karşı korunup kollandığını ifade eder. Mekke şehrinin / ülkesinin geçmişini bilen müşrikler, bütün bunları biliyor olmalarına rağmen neden büyülenmiş vaziyette davrandıkları sorgulanır. Cenab-ı Hak, böylece “ilahi öğretinin uygulanması halinde tıpkı Allah’ın kendi zatının korunmaya ve kollanmaya ihtiyacının olmaması gibi kendilerinin de korunmaya, kollanmaya ihtiyacı olmayacağı zira Allah’a dayanan bir sistemin çok güçlü olacağı ve ne içeriden ne de dışarıdan gelecek düşman güçlerin onları yıkamayacağına” işaret eder.
Cenab-ı Hak, bu diyaloğu (onların verdikleri / verecekleri cevaplardan da anlaşılacağı üzere) onların hakk ve hakikat diye bir dertlerinin olmadığı ve hakkın getirilip ortaya konulmasına rağmen onların bunu reddettiklerini ifade ederek sonlandırır.
90-Doğrusu Biz onlara hakkı getirdik. Fakat onlar bunu gerçekten yalanlamaktadırlar. / reddetmektedirler. (Mü’minun Suresi 90)
35.5. Şirk Sisteminin Toplumları Felakete Götürdüğü
Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde müşriklerin tercihlerinin yanlış olduğunu kozmik evrendeki işleyişle ifade eder. Kozmik evrenin yaratıcısı ve işleticisi tektir. Allah’tır. Şayet bu sistemde Allah’tan başka ilahlar olsaydı o zaman her ilah, kendi yarattığı alemi kendi egemenliği altına alması yetmez diğer ilahların egemenlik alanlarına da saldırır ve o alemlerde de egemen olmaya çalışırdı. O takdirde de kozmik evrende savaşlar hiç bitmez ve bu sistem böylesine mükemmel bir şekilde işlemezdi. Madem ki kozmik evren sorunsuz bir şekilde işliyor o halde bu sistemin yaratıcısı ve işleticisi tektir.
91-92- Allah asla çocuk edinmemiştir. O’nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur. Şayet başka bir ilah olsaydı her ilah kendi yarattığı şeylerle birlikte olur ve böylece biri diğerine üstünlük kurmaya çalışırdı. Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir. Gaybı (görünmeyeni / geleceği) ve görüneni bilen Allah, onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir. (Mü’minun Suresi 91-92)
Cenab-ı Hak, insanların kendi aralarındaki yönetim sisteminde de ayrı ayrı sorumsuz ve tam yetkili otoriteler olursa o zaman toplumda barışın, huzurun, istikrarın olmasının mümkün olmayacağını kozmik düzen üzerinden anlatır. Zira her otorite kendi egemen olduğu alanla yetinmeyecek ve diğer otoritenin egemenlik alanına müdahale edecektir. Diğer otoritelerin egemenlik alanlarını elde etmeye çalışacaktır. Şirkin geçerli olduğu sistemlerde şirk otoriteleri kendi egemenlik alanıyla iktifa etmeyecek sürekli başka kuvvetlerin egemenlik alanlarına da egemen olmaya çalışacaktır. Böylece müşrik kabilelerin aynı şehirde birlikte yaşamaları mümkün olmayacaktır. Şirk otoritelerinin arasındaki bu egemenlik savaşı şehrin sorunlarını çözemeyecek, sürekli kavgalı, rekabet halinde, çatışmacı bir ortam yaratacaklardır. Bu durum toplumda anarşi, huzursuzluk ve istikrarsızlık yarattığı gibi toplumsal ilerlemeyi, gelişmeyi ve refahı da engelleyecektir. İşte içinde şirk barındıran sistemler toplumsal düzeni tahrip eden bir doğası olduğu için peygamberimizin getirdiği tevhit sistemini insanlar kendi huzurları, kalkınmaları, ilerlemeleri, barış ve istikrarları için istemelidir.
Allah yarattığı tüm varlıkları ve sosyolojik kuralları gayet iyi bildiği için (yani geleceği ve hali hazırdaki durumları) Mekkelilere şirki terk etmeleri gerektiği ve şerefli bir konuma yükselmek içinde tevhidi tercih etmeleri gerektiğini böylece ortaya koyar.
Mekkeli müşriklerin bütün uyarılara rağmen şirki terk etmeyeceklerini ve Hz.Muhammed’in@ getirdiği tevhit dinine dönmeyeceklerini ancak Cenab-ı Hak bilebilirdi. Çünkü geleceği / gaybı sadece o bilir. Şayet onlar tercihlerini bu yönde kullanacaklar ise sonları da hüsran olacağı açıktı. İlahi sosyolojik kural değişmeyeceği için müşrikler tevhit ehli karşısında eninde sonunda yenilecekti. Cenab-ı Hak, bu konuda onları çok defa uyarmış ve onların toplumsal kıyametlerinin felaketleri olacağını büyük bir yıkılış azabı ile karşı karşıya kalacaklarını bildirmişti / vaad etmişti.
Şimdi Cenab-ı Hak, elçisinde şöyle dua etmesini emreder; “Rabbim! Şayet onlara vaad ettiğin azabı göstereceksen beni onların arasından çıkar ve beni başka diyarlara göç ettir.”
93-95- De ki: “Rabbim! Onların tehdit olundukları / vaad edildikleri şeyleri bana göstereceksen, Rabbim! Öyleyse beni, o zalimler topluluğu içinde bırakma.” Muhakkak ki Biz, onlara vaat ettiğimiz şeyleri sana göstermeye güç yetirenleriz. (Mü’minun Suresi 93-95)
Bu çağrı aynı zamanda Mekkeli müminlere de yapılmış demektir. Onlar da yıkım azabını hak eden bu toplumun arasında bulunmamak için Cenab-ı Hakk’tan yardım dilemeliler. Zira Mekkeli müşrikleri doğru yola getirmek için bütün yollar denenmiş fakat hala inatla sapık yolda ısrar ediyorlarsa yapacak bir şey kalmamıştır. Onlar için kıyamet saati gelmektedir. Müminlerin oradan uzaklaşması ve hak ile batılın kesin çizgilerle ayrılması gerekmektedir. O zalimler azabı hak etmişlerdir ve Cenab-ı Hak da onlara vaat ettiği yıkılış azabını başlarına müminler eliyle getirmeye kadirdir. Onların başlarına gelecek azabı Rabbimiz müminlere ve elçisine göstermeye kadir olduğunu yukarıdaki ayette kesin bir dille bildirmiştir. Böylece müminlerin yurtlarını terke ederek hicret etme konusunda tereddütleri olmasın.
Cenab-ı Hak, daha sonra elçisine ve müminlere onların yapacakları her türlü çirkin saldırıya en uygun ve en güzel şekilde karşılık vermesini talimatlandırır. Cenab-ı Hak, onların kendisi ve Allah yanlıları hakkında ne düşündüklerini gayet iyi bilmektedir. Yukarıdaki ayetler kendilerine okunduğunda onların peygamberimiz ve müminlerle dalga geçecekleri aşikardır. Zira onlar müminlerin kendilerine galip gelebileceğine ve yıkıma uğratabileceğine asla ihtimal vermiyorlardı. Onlar müminleri çok zayıf ve zavallı olarak görüyorlardı. Bu nedenle Cenab-ı Hak onların müminleri nasıl gördüklerinin öneminin olmadığını bildirilirken toplumlar kesin çizgilerle birbirinden ayrıldıktan sonra onların yapacakları saldırılara elinden gelenin en iyisi ile karşılık vermesini aşağıdaki ayette emreder.
96-Sen, her çirkin saldırıyı / kötülüğü en uygun ve en güzel bir şekilde bertaraf et / yok et. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz. (Mü’minun Suresi 96)
Hz.Muhammed@ ve müminler bu emri uygularken gaflete düşmemek ve oyunlara gelmemek için Ebu Cehil gibi şeytanların kışkırtmalarına ve yanaşmalarına karşı Cenab-ı Hakk’a sığınmaları gerektiği bildirilir. Zira hicretten sonra her iki toplum arasında cereyan edecek mücadelede Mekke müşriklerinin şeytani önderleri sadece Mekkelileri değil diğer kabileleri de Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine kışkırtacaktır. Hatta Medine’nin içerisinde peygamberimizle müttefiklik yapmış Abdulla b. Ubey gibi kimseleri bile şeytanlaştıracaklar ve yönetime karşı ihanet için kışkırtacaklardır.
Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin azılı düşmanlarının şeytani plan, desise, kışkırtma ve saldırılarına karşı sığınılacak makamın kendisi olduğunu ve bu konuda kendisine dua edilmesini emreder.
97-98- De ki: “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Rabbim! Onların çevreme yaklaşmalarından da / başıma üşüşmelerinden de sana sığınırım! (Mü’minun Suresi 97-98)
Cenab-ı Hak, bundan sonraki ayetlerde ahiret sahnelerini anlatırken bu dünyada müşriklerin yaşayacakları akıbete de işaret eder. Yaptıkları kötü iş ve eylemler nedeniyle onların pişman olacakları ama hayatın imtihanı için tanınan sürenin sonuna gelindiğinde artık fırsatı kaçırmış olacaklarını belirtir. Onlara fırsat varken geri dönmelerini, ölüm geldiğinde artık çok geç olacağını ve bir daha kendilerine fırsat tanınmayacağını bildirir.
99- 100- Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde, “Rabbim, ne olur beni geri döndür! Yalvarırım ne olur beni geri döndür! Beni geri döndür ki daha önce yapmadığım şeylerin yerine doğru dürüst / salih / erdemli eylemler yapayım!” dedi. / diyecek. Hayır… Hayır… Bu, kesinlikle onun söylediği boş sözlerdir. Artık onların arkalarında tekrar diriltilecekleri güne kadar bir engel vardır. (Mü’minun Suresi 99-100)
Hele ki kıyamet ve yeniden diriliş saatini yani hayat oyununun sonuna gelindiğini bildiren düdük çalındığında artık hesap vakti gelmiştir. O hesap gününde hayat oyununda yenilenlere kimse yardım etmez, kimse onların elinden tutmaz, kimse onları teselli etmez. Tam tersine onların işlediklerinin bedelinin ödeme vakti gelmiştir. Onların yaptıkları kötülüklerin cezası çok ağır olacaktır. Ateş! O ateş onların yüzünü yakar kavurur. Onlara dünyadaki hayatlarında uyarılmalarına rağmen uyarıları hiç dikkate almadıkları bildirilir. Onlar zaten yaptıklarının ve bu cezayı hak ettiklerinin farkındadırlar. Azgınlıklarına, heva ve heveslerine yenik düştüklerini ifade ederler. Fakat yine de bir daha denenmek için fırsat verilmesini talep ederler. Hatta ikinci kez de aynı kötülükleri işlerlerse işte o zaman zalim olacaklarını söylerler.
101-107-Derken Sûr’a üflendiği zaman, işte o gün aralarında akrabalık bağı kalmaz artık. Kimse kimseden bir şey isteyemez / kimse kimse ile ilgilenemez. Artık kimlerin tartıları ağır basarsa, işte onlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, onlar da kendilerine yazık etmişlerdir. Onlar cehennemde sürekli kalıcıdırlar. Ateş onların yüzlerini yalar ve onlar orada, azabın dehşetinden sırıtan dişleri ile yüzleri perişan haldedirler. “Ayetlerim size okunurken onları yalanlayanlar sizler değil miydiniz?” Dediler ki / Diyecekler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir topluluk olduk. Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Şayet bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zalimleriz.” (Mü’minun Suresi 101-107)
Fakat Cenab-ı Hak, onların bu taleplerini şiddetle reddeder. Zira onlara bu fırsat verilse yine aynısını yapacakları açıktır. Onların böyle davranacaklarının gerekçesi olarak iman edenlerle alay etmelerinin ve o müminleri eğlence konusu yapmalarının, onların hak ve hakikatı aramak ve doğruyu bulmak ile bir alakalarının olmamasıdır. Bu nedenle onlara tekrar bir fırsat verilmesi halinde bunu da hovardaca harcayacaklardır. Yani onlar bu işi ciddiye alıp üzerinde düşünseler ve iman edenlerle asla alay etmeseler, onlarla eğlenmeseler o takdirde belki Cenab-ı Hak onlara bir fırsat verebilir. Onların inkarlarındaki niyetlerinin düzgün olduğuna, hakikati aramakta olduklarına hükmedilebilir. Ancak onlar ortaya konan fikir konusunda tartışmak yerine o fikri savunanlarla alay eder ve gülüp eğlenirse o takdirde onların samimi olmadıkları anlaşılır.
108-110-O (Allah) dedi ki; “Kesin Sesinizi! Bir daha da benimle konuşmayın!” Çünkü kullarımdan bir gurup; “Rabbimiz! Biz iman ettik; bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin” diyorlarken siz onları alaya aldınız. Öyle ki bu alaylarınız size benim zikrimi unutturdu / terk ettirdi ve siz o müminlere hep gülüp duruyordunuz. (Mü’minun Suresi 108-110)
Bu gerekçeyle Cenab-ı Hak, müminlere hak yolda sabır ve sebatla direndikleri için mükafatlandırdığını / mükafatlandıracağını beyan eder. Bu beyan aynı zamanda müminlerin dünyadaki mücadelelerinde zaferle mükafatlandıracağının da müjdelenmesidir.
111- Şüphesiz ki bugün Ben onlara, sabretmelerine karşılık mükafatlandırdım. Onlar, zafere erenlerin / kurtuluşa erenlerin / kazançlı çıkanların ta kendileridir. (Mü’minun Suresi 111)
Cenab-ı Hak, müşriklere “yeryüzünde ne kadar kaldıklarını” sorup arkasından “çok az bir süre kaldıklarını ve sonunda hesap ve acı bir ateş azabı için ahirete kavuştuklarını belirtirken onlara bu kadar az bir süre gülüp eğlenmek, gönül eğlendirmek, hak hakikati çiğnemek, zalimlik yapıp insanlara zulmetmek için değer miydi?” diye sorgular. Bu sorgulama aynı zamanda müminler içinde yapılır. Müminler de Mekke’de çekmekte oldukları acı, işkence ve çilelerin çok kısa bir sürede sona ereceğini bildirmiş olur. Acı ve ıztırap yıllarının kendilerini aldatmamasını eninde sonunda zafere erileceğini de “kendilerinin boş yere yaratılmadığı ve şirk sisteminin ilahi sisteme döneceği” mesajının dünyadaki mücadele bağlamında okunması ile bildirir. Nasıl ki ahirette yegâne hâkim Allah olacaksa bu dünyadaki (ayetlerin indiği vasattaki Mekke ortamındaki) mücadelede de Allah yegâne kral olacaktır. Yüceler yücesi olan Allah’ın bildirdiği tevhit sistemi bu ülkede mutlaka egemen olacaktır.
112- 118- O (Allah); “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” diye soracak. Onlar; “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. Ama tam da kestiremiyoruz. Bunu sayanlara sorsanız” dediler. O (Allah); “Bilmiş olsanız gerçekten çok az bir süre kaldınız” dedi. Yoksa sizi boş yere yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? İşte gerçek hükümdar Allah, yüceler yücesidir. O’ndan başka ilah yoktur. O, şerefli / saygın Arş’ın Rabbidir. Her kim, hiçbir delili olmadığı halde, Allah ile birlikte diğer bir ilaha taparsa, iyi bilsin ki, o kimsenin hesabı Rabbinin huzurunda muhakkak görülecektir. Hiç kuşkusuz kâfirler, asla iflah olmazlar. De ki: “Rabbim! Bağışla ve merhamet et! Zira merhametlilerin en hayırlısı Sensin.” (Mü’minun Suresi 112-118)