top of page

BÖLÜM 6

RAHMAN SURESİ

 

Medine İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasını müteakip yapılan düzenlemeler ile Medine toplumunda sosyal, ekonomik ve siyasi bir denge / mizan oluşturulmaya başlanmıştı. Bu kapsamda alışverişlerde haksız kazancı engelleyici düzenlemeler yapılmış, yeni bir Pazar oluşturularak imtiyazlar kırılmaya çalışılmış, Arap (Evs ve Hazreç) kabileleri ile Yahudi (Kaynuka, Nadir ve Kurayza) kabileleri temsilcileri (naibleri) atanarak kabilelerin İslam Cumhuriyetinde temsil edilmeleri sağlanmıştı. Fakat bu durumdan hoşnut olmayan Arap (Evs ve Hazreç) ileri gelenler (ki bunlar süreç içerisinde münafık olarak adlandırılacaklardır) ile Yahudilerin bazı ileri gelenleri sürekli Hz.Muhammed’in@ politikalarına karşı muhalefet etmekte ve yaptıkları menfi propagandayla Medine halkını etkilemeye çalışmaktaydılar. Onlar eskisi gibi şirk, anarşi ve zulmün devamından yana olan kimselerdi. Zira onlar eski zulüm sisteminden besleniyorlardı. Bu nedenle Peygamberimizin Medine’ye getirdiği barış, huzur, denge ve adalet onları son derece rahatsız ediyordu. Onların peygamberimizi başarısız kılmak için ellerinden ne geliyorsa yapacakları aşikardı.

Hz.Muhammed@, çevre kabilelere akınlar / seriyyeler düzenlenmesi ve Mekke müşrikleri ile savaşılması şeklindeki proaktif bir dış politika ortaya konulması gerektiğini söyleyince münafıklar ve Yahudi ileri gelenler bu politikaya da şiddetle karşı çıkmışlardı. Onlara göre Mekke ile savaş demek yok olmakla eş anlamlıydı. Zira Mekke bir şehirden ibaret değildi. Mekke yönetimi gerektiğinde Arabistan’daki bütün müşrik kabileleri bir araya getirip Medine’nin üzerine yürütebilecek bir etkinliği sahipti. Müşrik kabilelerin tüm ticaretleri Mekke üzerinden yapılmakta ve hac mevsimlerinde kabilelerin varlıklarını ve ürettiklerini bu şehirde pazarlamaktaydılar. Bu nedenle Mekke yönetimi ile kimse ters düşmek istemezdi. Neredeyse varlıklarını borçlu oldukları Mekke yönetiminin isteklerini Arap yarımadasındaki müşrik kabilelerin reddedecekleri düşünülemezdi. Münafıklar ve Yahudilerin muhalif ileri gelenleri savaşı ancak Medine Vesikasında / Anayasa’da / Kitapta anlaştıkları gibi sadece Medine’ye saldırı yapıldığı zaman savunma şeklinde olursa kabul edilebilir olduğunu savunuyorlardı.

 Onlar çevre kabilelere akınlar yapılması ve Mekke ile savaşılmasının rahmet değil felaket olduğunu ifade ederken peygamberimizin getirdiği dinin temel paradigmasının Rahman olmasına da atıfta bulunarak Medine’nin felaketine yol açacak bir politikanın nasıl rahmet olabileceğini ileri sürüyorlardı. Allah “Rahman” olduğuna göre kullarının iyiliğini isteyeceğini, asla felakete duçar olmasını istemeyeceğini söylüyorlardı.

Diğer taraftan müminlerde de bu konuda bir isteksizlik mevcuttu. Onlar da zorluğundan ve tehlikeler içermesi nedeniyle önerilen bu politikaya pek sıcak bakmıyorlardı.

Müminleri uyararak motive etmek, muhaliflerin ise yaptıkları menfi propagandalarına cevap vermek için Cenab-ı Hak Rahman Suresini inzal eder. Peygamberimizin tüm Medinelilere bir nutuk olarak okuduğu bu surede işlenen konular ile onların içinde bulundukları yanlışlıkları şöylece özetlenir; “Cenab-ı Hak, tüm kâinatı bir denge üzerine kurmuştur ve bu kâinatta herkese, her şeye hakkının verilmesi yani “adalet” esastır. Şayet bu denge (Adalet terazisi) bir şekilde iradeli varlıklar olarak yaratılan insanlar tarafından bozulacak olursa bozulan dengenin tekrar sağlanması amacıyla yine Cenab-ı Hak tarafından müdahale edilir. Dengenin / Adaletin yeniden tesisini isteyen kullarının dualarına icabet etmek için Cenab-ı Hak, kendi İzzet ve Celali ile uygun bir şekilde müdahalede bulunur. Bunu kimi zaman kulları eliyle ve kimi zamanda diğer yaratıkları eliyle gerçekleştirir. Ama mutlaka gerçekleştirir. Çünkü O kullarına karşı çok merhametlidir. Sağlanan denge / adalet ile insanlar çok büyük medeniyetler yaratır. Yaratılan medeniyetin sağladığı nimetler ise tarif edilemeyecek kadar büyüktür. Yeni Kurulan Medine İslam Cumhuriyeti Medinelileri içine yuvarlandıkları anarşi, kaos / dengesizlik ve adaletsizlik yerine barış, huzur, denge ve adaleti getirmeyi hedeflemiştir. Bu Cenab-ı Hakk’ın Medineli Arap ve Yahudilere en büyük nimetidir. O’nun rahman oluşunun bir tecellisidir. Onun Rahman oluşunun tecellileri sadece Medinelilerle sınırlı olmayacaktır. Çevreden başlayarak tüm insanlığa kadar yayılması hedeflenmiştir. Onlara şöyle seslenilir “Ey Medineli Araplar ve Yahudiler! Bu politikanın öncüleri ve uygulayıcıları olmanız halinde hem bu dünyada hem de ahirette sizi bekleyen çok büyük nimetler O’nun “Rahman” oluşunun bir tecellisi olarak size sunulacaktır. Sizler Allah’ın size bahşettiği barış, huzur, adil ve dengeli sistemin uygulayıcısına karşı çıkarak bu eşsiz nimete nasıl nankörlük edersiniz? İçinde yaşadığınız bu sistemin çevre kabilelere genişleme / yayılma politikasına karşı çıkarak size vaat edilen bu eşsiz nimetleri ret (inkâr) mi ediyorsunuz?”

Cenab-ı Hak, Rahman Suresinin girişinde önce sadece kendine mahsus ismi olan “Rahman” ismini zikreder ve bu isminin tezahürünü anlatır. Kendisinin insana ([1]) olan merhameti, bağışlaması, sevgisi o kadar büyüktür ki iradeli, iyiyi kötüden ayırabilen ve konuşan bir varlık olan insanı O yaratmıştır. Yaratmakla da kalmamış ona gideceği yolu öğretmiştir. Onun yaşam için maddi her türlü ihtiyacını karşılamıştır. Onun yaşam için en çok ihtiyaç duyduğu “dünya görüşü” ihtiyacını da sağlarken, adalet ve dengeli / ölçülü olmayı bu dünya görüşünün en önemli temel prensibi olarak belirlemiştir. Peygamberimizin önderliğindeki İslam Cumhuriyetinin de en önemli hedefi hakkı, barışı, huzuru ve adaleti Medine toplumunda hâkim kılmaktır. Uygulanacak politika ve yapılacak mücadele ile bu hedef gerçekleştiği takdirde Medinelilerin eşsiz nimetlere kavuşacakları müteakip ayetlerde zikredilir. Söz konusu müteakip ayetlerde bu mücadeleye ve politikaya karşı olanlara ve bunlardan etkilenen Medinelilere vaat edilen eşsiz nimetleri ret mi ettikleri her nimet tek tek sayılarak sorulur.

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-4- Rahman, Kur’an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmayı) öğretti. (Rahman Suresi 1-4)

Cenab-ı Hak, sureye Rahman ismiyle başlar ve O’nun insana rahmetinin en büyük tecellisi olarak insanın kendisini yaratması olduğunu bildirir. İnsan olmanın en önemli göstergesinin de iyiyi, faydalıyı kötüden, zararlıdan ayırabilmesi, konuşması olduğuna vurgu yaparak yine rahmetinin bir tecellisi olduğuna işaret eder.

O, insanın yaşadığı evrenin en önemli hayati unsurları olan güneş, ay, yıldızlar ve bitkiler dâhil tüm kâinatı bir denge ve ölçü ile yarattığını bildirir. Bu ölçü ve denge kâinatın ayakta kalması için zorunludur. Şayet denge bozulacak olursa kâinat yok olur. O nasıl Kâinatı dengeli yaratmışsa ve yaşamın devam etmesinin altında bu denge yatıyorsa insanların toplumsal yaşamında da temel husus adalettir, toplumsal, ekonomik ve siyasal dengedir. Şayet bu denge ve adalet bozulacak olursa o toplum yıkılıp yok olmaya mahkûmdur. Bu nedenle Cenab-ı Hak adalete, dengeye ve ölçüye riayet edilmesi gerektiği uyarısını yapar. Ölçüsüzlük, mizanın bozulması ve adaletsizliğin varacağı yerin hüsran, yıkım ve yok oluş olduğunu bildirdikten sonra “sakın toplumsal, ekonomik ve siyasal dengeyi bozmayın! Adaletsizlik yapmayın!” ikazında bulunur. Nasıl gökler yükseltilmiş ise İslam Cumhuriyeti de Medine’de kurulmuş ve toplumda sosyal, ekonomik ve siyasi dengelerin tesis edildiğine işaret edilmiştir. Bundan sonra Hz.Muhammed’in@ politikalarına karşı muhalefet ederek tesis edilen dengelerin bozulmaması konusunda ikazlar yapılmıştır. Aksi takdirde hüsranın kaçınılmazlığına işaret edilmiştir.

 

5-9- Güneş ve ay bir hesap ile hareket etmektedir. Yıldızlar ve ağaçlar da Allah’a boyun eğip itaat ederler. O, göğü yükseltti ve dengeyi kurdu. Ta ki taşkınlık edip kurulu dengeyi bozmayın. Ölçüyü titizlikle, adaletle koruyun ve sakın kurulu mizana / düzene yazık edecek dengesizlik yapmayın. (Rahman Suresi 5-9)

 

O öyle Rahmandır ki kulları için yeryüzünü özenle yarattı ve çeşit çeşit meyveleri, sebzeleri, tohumlu bitkileri, baharatları, yiyecekleri, hoş kokuların kaynağı bitkileri özelde insan olmak üzere tüm canlılara verdi.

10-13- O Rahman yeryüzünü orada yaşayan tüm canlıların ayağına özenle serdi. Orada meyveler, salkımlı hurma ağaçları...  Yerden filizlenen tohumlar ve hoş kokulu bitkiler ….  (Ey Medineliler!) Rabbinizden daha ne istiyorsunuz? (Rahman Suresi 10-13)

 

Taş gibi kuru / pişmiş balçıktan insanın yaratılması benzetmesinde olduğu gibi Mekkeli mümin insanların her türlü eziyeti görerek iyice yetişmişliği, seramik gibi sertleşmiş olması ile Medine insanının savaşçılıkları yine Rahmanın çok büyük bir nimetidir. Diğer taraftan tıpkı cinlerin yalın ateşten yaratılması üzerinden verilen metaforla müşrikler de öfke ve şiddet tabiatlıdırlar. Cihada izin verilmesiyle müminlerle müşrikler arasında yapılacak bu mücadelede müminler gösterecekleri azim, sabır ve direniş ile daha da pişecekler, öyle ki çelik / seramik gibi iradeli varlıklar haline gelecekler. Bu Rahman’ın müminlere bahşedeceği / bahşettiği eşsiz bir nimettir. Çelik iradeli müminlerden müteşekkil bu Cumhuriyetin karşısında hiçbir devlet / hiçbir topluluk duramaz. Rahman’ın lütfettiği bu siyasal pozisyon, bu kudret ve muhteşem gelecek nasıl görmezden gelinir de nasıl savaş karşıtlığı yapılır?

 

14-16- Cinleri (Müşrikleri / yabancıları / düşmanları) saf yalın ateşten (öfke ve şiddetten) yaratan Allah, siz insanları (mümin ve Müslümanları / yakınları) ateşte (öfke ve şiddete maruz kalarak) pişirilerek seramik gibi sertleşmiş çamurdan yarattı. Ama (Ey Medineliler!) Rabbinizin bu eşsiz nimetini nasıl görmezden gelirsiniz? (Rahman Suresi 14-16)

 

O öylesine Rahman ki kendisine kulluk yapmak için bu çöllere gelip yerleşen ataları ve onların torunlarına başka diyarlarda yetiştirilen nimetleri taşıtıp ayaklarına kadar getirtiyor. Doğu toplumlarında (doğularda), Hindistan, Çin, Japonya, vb. ülkelerdeki toplumların ürettiği nimetler Batı toplumlarına (Doğu Roma (Bizans), Roma, Avrupa toplumları yani batılılar) ulaştırılırken ya da tersi olarak, batı toplumlarının ürettiği nimetler doğu toplumlarına taşınmaktadır. Ancak Arap yarımadasında yaşayan toplumlar üzerinde yaşadıkları coğrafyanın stratejik konumu nedeniyle yapılan bu ticaretten faydalanma imkânları varken yarımada kabileleri şirk içerisinde birbiriyle sürekli çatışma halinde oldukları için bu ticaretten yeteri kadar faydalanamamaktadırlar. Hâlbuki şimdi İslam Cumhuriyeti ile bir araya geldiler ve başlarındaki liderleri olan Hz.Muhammed (as) bu birlik ve beraberliği tüm yarım adaya yaymak istemektedir. Şayet bu hedef gerçekleşecek olursa tüm kabileler yaşadıkları coğrafya üzerinden yapılan ticaretten paylarını alacaklar. Ama şimdi bazı muhalif münafıklar ve Yahudiler bu tevhidi, barışı ve dengeyi bozmak için ellerinden geleni yaparak sahip oldukları bu nimeti tepmek istemektedirler.

 

17-18- O [Rahman], iki doğunun da Rabbi iki batının da Rabbidir. Ama Sizler (Ey Medineli Muhalifler! Bozguncu hareketlerinizle) Rabbinizin bu eşsiz nimetini ret mi ediyorsunuz? (Rahman Suresi 17-18)

 

Medineli muhaliflere hitaben şöyle seslenilir: “Söz konusu Doğu toplumları ile Batı toplumları arasındaki ticari malların taşınmasında kullanılan iki suyolundan Basra ve Kızıldeniz deniz ticaret yolları da Rahman’ın sizlerin yararlanmasına sunduğu rahmetinden başka bir şey değildir. Şayet faydalanabilirseniz bu denizlerde ticaret mallarını taşıyan dağlar gibi gemiler de sizler için çok büyük nimetlerdir. Allah bulunduğunuz coğrafyaya verdiği bu özellik ile sizlere son derece büyük lütuflar / nimetler sunmuştur. Ama sizler şirk içerisinde bölünmüş, parçalanmış olan toplumsal yapınızla bu nimetlerden gereği kadar istifade edemiyorsunuz. Hatta bazı dönemlerde bu suyollarının Bizans ve İran süper güçlerinin anlaşmazlıkları nedeniyle kapanması bile sizlere sunulan eşsiz bir nimettir. Zira o zaman da ticari mallar Arap yarımadasında karadan develer vasıtasıyla taşınır. Ama sizler kendi iç çekişmeleriniz nedeniyle bu durumdan da yeteri kadar faydalanamıyorsunuz. Ayrıca yarımadayı çevreleyen bu denizlerden inci ve mercan çıkarmak mümkündür. Fakat Rahman’ın sizlere sunduğu bu nimetlerden yeteri kadar faydalanamadığınız için böyle sefil, geri ve ilkel vaziyette bir yaşam sürmektesiniz. Hâlbuki Rahman’ın elçisi vasıtasıyla önerdiği politikayı desteklerseniz bu eşsiz nimetlere sahip olmanız ve çok kısa zamanda bölgesel güç olmanız içten bile değildir. Ama Hz.Muhammed’e@ karşı çıkarak kurulan mizanı bozacak olursanız sizlere sunulan bu eşsiz nimetleri tepmiş olursunuz.”

 

19-25- İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiş. Fakat aralarında bir engel olması nedeniyle birbirlerine geçip karışmazlar. (Ey Medineli muhalifler! Bozguncu hareketlerinizle) Rabbinizin bu nimetlerini tepmek mi istiyorsunuz?  (Hem her) ikisinden de inci ve mercan çıkar.  (Buna rağmen Ey Medineli muhalifler! Mizanı / dengeyi bozmaya çalışmakla) Şimdi, Rabbinizin sunduğu bu nimetleri tepmek mi istiyorsunuz?  Denizlerde akıp giden yüce dağlar gibi gemiler de O'nundur. (Bu gemilerden yararlanacakken, barışı, mizanı bozmaya çalışmakla) Şimdi, siz Rabbinizin sunduğu bu nimetleri tepmek mi istiyorsunuz? (Rahman Suresi 19-25)

 

O, Rahman ismiyle kâinatta bir sistem kurmuş ve bu sistem ile nimetlerini tüm insanlara ihsan etmiştir. Ama O’nun kurduğu bu sistem sonsuza kadar böyle gitmez. Bir gün gelir O’nun hikmetine binaen bozulur. Kâinattaki bu mükemmel sistem bir gün gelir yok olur. Kozmik kıyamete gider. Nasıl kozmik kıyametle mükemmel olan bu sistem bile bozulacak ve her şey yok olacak ise aynı şekilde şu anda şirkin hâkim olduğu toplumlarda bir gün yok olacak ve tarihin çöplüğüne atılacaktır. Ancak Cenab-ı Hakk’ın zatı ebedi kalıcıdır. Böylece Cenab-ı Hak, elçisi aracılığıyla gönderdiği tevhit, barış ve mizan sistemi şirk sisteminin egemen olduğu yerlerde mutlaka egemen olacaktır. Hz.Muhammed’in@ kurduğu barış, tevhit ve mizan/ denge sisteminin sahibi Allah olduğu için bu sistemi koruyacak, geliştirecek ve bölgeye hâkim olacaktır. Allah elçisinin siyasetine / politikasına karşı duran münafık ve Yahudi ileri gelenlere şöyle seslenilir: “Ey Medineli muhalifler! Bu nedenle O’nun elçisine destek olun ve size sunulan bu nimete sahip çıkın. O’nun size bahşettiği bu eşsiz nimeti tepmeyin!  Medine halkı, sorunlarının çözülmesini ve kendilerine vaat edilen nimetleri talep etmekteyken ve Cenab-ı Hak ile elçisi de onların bu taleplerini yerine getirmek için her gün bir işle meşgul olmaktayken sizler sahip olduğunuz bu nimeti reddedip huzuru bozuyorsunuz. Sizler tekrar şirk sisteminin, anarşinin ve zulmün geri gelmesini arzu ediyorsunuz. Ey Medineli münafıklar ve onların iş birliği yaptığı bazı Yahudi ileri gelenleri! Eğer bozguncu tavır ve davranışlarınızdan vazgeçmeyecek olursanız yaptıklarınızın hesabının sorulacağı gün elbette gelecektir. O gün sizin hesabınızda ele alınacaktır.”

 

26-32- Göklerde ve yerde var olan her şey fanidir. Ancak O celal ve ikram sahibi Rabbinin Zatı sonsuza dek kalıcıdır. Öyleyse (Ey Medineli muhalifler!) Rabbinizin size sunduğu bu eşsiz nimeti reddetmeyin. Nitekim Göklerde (Medine İslam Cumhuriyeti yetkilileri) ve yerdeki (Medine halkı) herkes (isteklerini / ihtiyaçlarını) O'dan talep eder.  (Onların taleplerini yerine getirmek için de) O, her gün [an] bir iştedir. Buna rağmen şimdi (Ey Medineli muhalifler!) Rabbinizin size sunduğu bu hizmetlere nankörlük mü ediyorsunuz? Ey sorumlu iki (münafık Araplar ve Yahudilerin muhalif ileri gelenleri) grup!  (Bu şekilde muhalefetiniz devam edecek olursa) Yakında sizin hesabınızı da ele alacağız. Artık Rabbinizin size sunduğu bu nimeti (bozgunculuk yaparak) ret etmeyin. (Rahman Suresi 26-32)

Yeni kurulan Medine İslam Cumhuriyetinin coğrafi sınırları bizzat peygamberimiz tarafından belirlenmişti. Bu sınırlar Medine’nin güvenlik sınırları idi. Fakat Mekke’nin kışkırttığı müşrik kabileler Medine için tehdit oluşturuyorlardı. Zaman zaman Medine’ye saldırılarda bulunuyorlardı. Bu nedenle peygamberimiz Medine’nin güvenliğinin sınırlarda korunması politikası yerine çevre kabileleri seriyyelerle (küçük askeri birliklerle) sindirme / caydırma ve onları da İslam Cumhuriyetinin müttefiki yapma stratejisi ile güvenlik sınırlarını coğrafi sınırlarının daha ötesine taşınmasını öngörmüştü. Ayrıca İslam Cumhuriyeti ile Medine’de sağlanan barış, huzur ve güvenliğin tüm dünyaya yayılması politikası peygamberimizin ana hedefi idi. Bu hedefin gerçekleşmesi için de aktif bir tebliğ politikasının takip edilmesi gerekiyordu. Barış, huzur ve güvenliğe davete olumlu cevap vermeyerek insanlara zulmeden idareleri devirmek için güç kullanma dahil her türlü yaptırımın uygulanması olarak özetlenecek aktif tebliğ politikasına Medine’nin münafıkları ile bazı Yahudi liderler şiddetle muhalefet gösteriyorlardı. Kimsenin üzerine güç gönderilmemesini, kimseyle kötü olunmamasını, kimsenin etlisine sütlüsüne karışılmaması şeklinde bir dış politikadan yanaydılar. Halbuki böyle pasif bir dış politikanın kendilerini asla güvenlikte tutamayacağı gibi zulüm/ şirk yapan kabilelerin çevrelerinde barış ve huzur içerisinde yaşayan hiçbir topluluğa razı olmayacakları açıktı. Çevredeki müşrik kabileler, Mekke yönetiminin liderliğinde Medine İslam Cumhuriyetini yok etmek için sürekli saldıracaklardı. Pasif dış politika uygulandığı takdirde Medineliler şehrin coğrafi sınırlarından dışarı adımlarını bile atamayacaklardı. Ama peygamberimizin liderliğinde ve Cenab-ı Hakk’ın rehberliğinde izlenecek aktif tebliğ politikası ile Arap yarımadasının sınırlarını da aşıp İran, Bizans, Mısır ve yeryüzünün diğer coğrafi bölgelerine hatta göklere bile erişilebilmek mümkündü. Medineliler için Peygamberimizin önderliğindeki İslam Cumhuriyeti ve Rahman’ın rehberliği (SULTAN) eşsiz bir nimetti. Medineli muhaliflerin bu nimeti tepmeleri akıl karı değildi. Cenab-ı Hak, bu hususun Medinelilere anlatılması için elçisinden onlara şöyle seslenmesini ister;

 

33-34- Ey cin ve ins toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşmaya gücünüz yetiyorsa, aşıp geçin.  / oralara egemen olun. / fethedin.  Üstün bir güç, kudretli bir devlet, ilahi rehberlik ve liderliğe (SULTAN’a) sahip olmadan geçemezsiniz. / fethedemez ve egemen olamazsınız.  (Ey Medineli Muhalifler!) O halde Rabbinizin verdiği bu (SULTAN) nimetini nasıl ret edebiliyorsunuz? (Rahman Suresi 33-34)

 

Şayet İlahi rehberlik ve Hz.Muhammed’in@ önderliğindeki politika (Sultan) yerine pasif güvenlik politikası uygulanacak olursa, o takdirde bütün müşrik kabileler her taraftan Medine’ye saldıracaklardı. Bu durumda Medine’yi savunmak mümkün olamayacaktı.  Bu saldırılar karşısında yeni kurulan genç İslam Cumhuriyeti parçalanıp yıkılacak olursa işte o zaman düşman kuvvetler / müşrik kuvvetler ileri gelen suçlularının feci bir şekilde cezalandıracakları çok açıktır. Onlar o zaman kaçacak delik arayacaklar fakat kaçacak, sığınacak bir yerde bulamayacaklardır. Zalim müşrikler üzerlerine öyle güçlerle gelecekler ki, öyle bir ateş altında kalacaklar ki hiçbir yere kaçmaları mümkün olamayacaktır. O zaman onlara hiç kimse yardım etmeyecek, hiç kimse merhamet etmeyecektir. Onlara bu dünyadaki cezalandırma yanında azabın daha şiddetlisini Cenab-ı Hak tarafından ahirette cehennem azabıyla verecektir. Gök parçalanıp eridiği kıyamet saatinden sonra kurulacak hesap gününde suçlular yaka paça tutulup cehenneme atılacaklardır. O zaman suçlulardan hiçbir mazeret kabul edilmeyecektir.

Fakat bu azap ve yıkımdan bir tek çıkış yolu vardır. O da Rahman’ın rehberliği ve elçisinin önderliğindeki aktif tebliğ politikasına (Sultan) sarılmaktır. Cenab-ı Hak, bu hususu Kıyamet manzaraları eşliğinde onlara anlatılması için aşağıdaki ayetleri inzal eder;

 

35- 45- (Şayet bu SULTAN yerine pasif güvenlik politikasını benimseyecek olursanız) Üzerinize ateşler ve zehirli dumanlar gönderilir de kendinizi koruyamazsınız. (Ey Medineli Muhalifler! Sizleri gönderilecek ateşten korumak üzere) Rabbinizin sizlere bahşettiği bu SULTAN nimetini nasıl ret edebiliyorsunuz? (SULTAN’ın rehberliği ve önderliğini kabul etmediğiniz takdirde) işte o zaman Gök parçalanır (devletiniz yıkılır) da kızıl gül rengini alarak yağ gibi erir. (Ey Medineli Muhalifler! İslam Cumhuriyetinin parçalanıp yağ gibi erimekten korumak üzere) Rabbinizin gönderdiği bu SULTAN nimetini nasıl ret edebiliyorsunuz?  (Şayet gök parçalanırsa / İslam Cumhuriyeti yıkılırsa işte) O gün insanlara ve cinlere suçları sorulmaz. O halde (Ey Medineli Muhalifler! Sizleri bu suçtan / cürümden uzak tutmak için) Rabbinizin gönderdiği bu SULTAN nimetini nasıl ret edebiliyorsunuz? Kıyamet günü ise suçlular simalarından tanınırlar da perçemlerinden ve ayaklarından tutulur. (Ve yaka paça cehenneme atılırlar) O halde (Ey Medineli Muhalifler! Sizleri böyle perişan duruma düşmekten korumak üzere) Rabbinizin gönderdiği bu SULTAN nimetini nasıl ret edebiliyorsunuz? İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir. Onlar, cehennemle yakıcı bir ümitsizlik arasında gidip gelirler. O halde (Ey Medineli Muhalifler! Sizleri cehennemden korumak üzere) Rabbinizin gönderdiği bu SULTAN nimetini nasıl ret edebiliyorsunuz? (Rahman Suresi 35-45)

Şayet Hz.Muhammed’in@ teklif ettiği aktif dış politika benimsenecek olursa o takdirde cennet gibi bir yaşama kavuşulacağı Cenab-ı Hak tarafından müjdelenir. Şöyle ki; Arap yarımadasında tevhit sağlandığı zaman Kızıl Deniz ve Basra körfezi üzerinden yapılan ticari suyollarına da hâkim olunacaktır. Bu durumda Çin ve Hindistan gibi doğu ülkeleri ile Avrupa ülkeleri arasında cereyan eden ticaretin kontrolü tevhidi sağlamış İslam Cumhuriyetinin eline geçecektir. Bu ticaret yollarına hâkim olmak aynı zamanda yapılan ticaretten pay almak anlamına da geleceğinden muazzam bir servete sahip olunacaktır. Böylece İslam Cumhuriyeti vatandaşları hâlihazırda hayal bile edemeyecekleri nimetlere kavuşacaklardır. Dahası bu dış politika Arap yarım adasının tevhit edilmesi ile de sınırlı olmadığından, İslam / Barış topluluğu hedefi Mısır, Suriye, Irak, Iran, Bizans gibi doğularda ve batılarda ulaşılabilen tüm ülkeleri de içine katmak olduğundan, topluluğa dahil olan tüm vatandaşlar cennet gibi bir yaşama kavuşacaklardır. Nil havzası ile Fırat / Dicle arasındaki Mezopotamya havzasındaki bereketli toprakların getireceği zenginliği de deniz ticareti ile elde edilecek zenginliğe dahil edilmesi halinde dünyadaki cennetlere kavuşulmuş olacaktır. Cenab-ı Hakk’ın bu dünya da verdiği eşsiz nimetleri insanların dayanışma içerisinde üretmesi ve kardeşlik içerisinde paylaşmaları, …. İşte tüm insanların arzuladıkları ama zulüm / şirk sistemleri nedeniyle bir türlü kavuşamadıkları refah düzeyi ancak İslam / Barış Cumhuriyetinin izleyeceği adil, dengeli bir tevhit toplumu yaratmak ve aktif bir dış politika takip etmek ile sağlanacaktır.  Rabbiniz sonsuz ikram sahibidir, son derece Cömerttir.

Rahman Suresinin son kısmında Medinelilere vaat edilen bu nimetlere kavuşmanın yolunun Alemlerin Rabbinin egemenliğinin tecelli etmesinde olduğundan hareketle, Rabbin makamının / saltanatının egemen olmasına karşı çıkmayan kimselerin kavuşacakları dünya cennetleri ahiretteki cennetler üzerinden anlatılır ve onları bu nimetleri nasıl reddedebildikleri sorulur;

 

46- 77- Rabbinin makamından / saltanatından korkup sakınan (Allah’ın inzal ettiği barış /İslam sisteminin egemen olmasına muhalefet etmekten korkan) kimseler için (biri dünyada diğeri ahiret hayatında olmak üzere) iki cennet ülkesi vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? Çeşit çeşit harika renklere ve güzelliklere bezenmiş iki cennet ülkesi vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? İkisinde de akıp giden iki nehir vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? İkisinde de her meyveden cins cins çeşitler vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? (Bu cennetlere sahip olacak olanlar) Astarları kalın ipekten [atlastan] döşemelere / koltuklara kurulacaklar. Her iki cennetin devşirilecek meyveleri, hemen ellerinin altındadır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? Oralarda, bakışlarını sadece eşlerine dikmiş ve daha önce kendilerine ne bir insan / yerli ve ne de bir cinnin / yabancının dokunmadığı eşler vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? O eşler adeta yakut ve mercan gibidirler. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey olabilir mi? O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? Bu iki cennet ülkesinin yanında başka iki cennet ülkesi daha vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? Onlar da alabildiğine yemyeşildir. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? Bu ikisinde de çağlayarak akan iki kaynak / nehir vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? İkisinde de türlü türlü meyveler, hurmalar ve narlar vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? O cennetlerin içerisinde hep hayırlar, iyilikler, güzellikler vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? Köşkler içerisinde gözleri eşlerinden başkasını görmeyen kendilerine tahsis edilmiş eşler vardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? Öyle ki onlara da daha önce ne bir insan / yerli, ne de bir cin / yabancı eli değmemiştir. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? Yeşil yastıklara ve harikulade işlemeli koltuklara kurulmuşlardır. O halde (Ey Medineli Muhalifler!) Rabbinizin vaat ettiği bu nimetleri nasıl ret edebiliyorsunuz? (Rahman Suresi 46-77)

 

78-Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı, ne yücedir! (Rahman Suresi 78)

 

Gelinen aşamada nasıl bir dış politika takip edilmesi gerektiği üzerine Medine İslam Cumhuriyeti Yönetimi ileri gelenleri arasında yapılan tartışmalara Peygamberimizin Rahman Suresi ile yapmış olduğu konuşma ile nokta konuldu ve peygamberimizin teklif ettiği aktif dış politikanın izlenmesine karar verildi.

Bundan böyle Medine’nin güvenliği için çevre Arap kabileleri üzerine küçük askeri birlikler gönderilecek ve onlara göz açtırılmayacaktı. Mekke yönetiminin onları Medine üzerine saldırı yapmaları için kışkırtmalarına fırsat tanınmamaya çalışılacaktı. Üzerine birlik gönderilen müşrik Arap kabileleri önce Medine İslam Topluluğuna katılmaya davet edilecek, onların daveti kabul etmeleri halinde onlar müttefik / müslüman olarak kabul edilecekti. Şayet topluluğa katılmayı kabul etmeyecek olurlarsa saldırmazlık anlaşması yapmaya davet edileceklerdi. Bu teklifi de kabul etmemeleri halinde Mekke Yönetiminin müttefikliğini tercih ettikleri için düşman olarak addedilecek ve kendileri ile savaşılacaktı.

 

[1]) NOT:Burada özel olarak “insan” kelimesini yerel olarak algılayıp Arapların hatta daha da özel de Peygemberimizin  muhatap alındığı unutulmamalı. Zira bu ayetlerin inzal olduğu sırada muhatap Arap insanıdır / Hz.Muhammed’dir. O’na /onlara Kuran öğretilmiştir. O’na / onlara beyan öğretilmiştir. Fakat Cenab-ı Hakk evrensel olan hitabı kullanmaktadır.

bottom of page