BÖLÜM 21
AKINLARIN YENİDEN BAŞLAMASI
21.1. Bedrul Mev’id Harekâtı
Uhud savaşının sonunda Ebu Süfyan gelecek sene Bedir’de tekrar savaşmak için Peygamberimizi düelloya davet etmişti ve aradan bir yıl geçmiş düello vakti gelip çatmıştı. Bütün Medineliler Ebu Süfyan’ın bu meydan okumasını biliyorlardı. Onlar Hz.Muhammed’in de bu meydan okumadan kaçmayacağını biliyorlardı. İkinci Bedir / Bedrul Mev’id olarak ünlenecek bu savaş için Peygamberimiz hazırlıklara başlanması talimatını verdi. Müminler bir taraftan savaş hazırlıkları yaparken Nuaym b. Mesud el-Eşcai Mekkelilerin çok büyük bir ordu ile yola çıkmaya hazırlandığı haberini getirdi. Hz. Peygamber bu haberin Medinelilerde yarattığı menfi algıya aldırış etmeden hazırlıklara devam emrini verdi. Fakat bu haberin verdiği korkudan etkilenen mümin önderler Hz. Peygamberle toplantı yaptılar ve O’nu Bedir’e gitmekten vazgeçirmeye çalıştılar. Bunun üzerine peygamberimiz daha önce inzal olan Nisa Suresinin 75-78 ayetlerini tekrar okuyarak o müminlere güven, cesaret ve ruh verdi. Ayrıca aynı surenin 84. Ayetini de okuyarak onlara bu savaşa tek başına da kalsa yine de gideceğini bildirdi. Böylece müminler utandılar ve peygamberimizin yanında yer alacaklarına ant içtiler. Cenab-ı Hakk’ın müşriklerin gücünün / etkisinin kırılacağına yönelik vaadine güvendiler.
3
4
Peygamberimizin okuduğu ayetlerle müminlere verdiği yüreklendirme ile İkinci Bedir / Bedrul Mev’id Seferine 1500 kişilik bir ordu ile çıkıldı. Bu askeri sefere çıkıldığı tarihlerde her yıl Bedirde panayır kurulurdu. Müminler hem savaş için hazırlık yaptılar hem de kurulacak panayırda satılmak üzere yanlarında ticaret mallarını da getirdiler.
Mekke müşrik ordusu ise Ebu Süfyan komutasında 2000 kişilik bir kuvvetle Bedir’e doğru harekete geçti. Mecenne adındaki kasabaya kadar ilerlediler fakat o yıl kurak ve kıtlık geçmiş olması nedeniyle develere su, yiyecek ve ot bulmakta zor durumda kaldılar. Ebu Süfyan daha başlangıçta yaşadıkları bu olumsuz şartlar nedeniyle seferin çok zor geçeceğini gerekçe göstererek bu randevulu savaşın başka bir yıla ertelenmesini Mekke ileri gelenlerinin görüşüne sundu. Zaten Mekke’den çıkmadan önce aynı görüşte olan ileri gelenler bu görüşü kabul ettiler ve böylece Mekke müşrik ordusu geri döndü. Fakat bu hareketleri onlar açısından gerek Mekke’de ve gerekse Arabistan yarımadasındaki diğer kabileler nezdinde çok büyük itibar kaybına neden oldu.
Medine İslam Ordusu ise Mekke müşrik ordusunu Bedir’de tam on altı gün bekledi. Bu arada Medineliler Bedir panayırında mallarını sattılar ve çok büyük gelir elde ettiler. Hz. Peygamber de Bedir bölgesinde yer alan ve daha önce müttefiklik ve / veya saldırmazlık anlaşması yaptığı kabilelerden bazıları ile tekrar bir araya gelerek onlarla anlaşmalarını yeniledi.
On altı günün sonunda Ebu Süfyan’ın savaş randevusuna gelmeyeceği anlaşıldı ve Medine İslam Ordusu büyük bir moral, prestij ve ticari kar kazanmış olarak Medine’ye geri döndü.
21.2. Bedrül Mev’id Harekâtı Sırasında Çevre Kabilelere Gönderilen Askeri Birlikler
İslam Ordusu Bedir’de bulunduğu on altı günlük süreçte çevre kabilelerin bazılarına da küçük askeri müfrezeler gönderildi. Üzerine müfreze gönderilen bu kabilelerin bir kısmı daha önce yaptıkları anlaşmalara ihanet etmişlerdi ve Mekke’den yana tavır koyacaklarını açıklamışlardı.
Abdullah b. Abbas, Süddi ve Katade´den nakledilen rivayete göre, Hz.Muhammed’in daha önce müttefiklik sözleşmesi yapmasına rağmen Mekke’den korkusu nedeniyle ihanet eden Damre oğulları üzerine gönderdiği askeri müfreze Mirdas b. Nehiyk isimli birisini öldürür. Öldürülen şahıs Üsame bin Zeyd komutasındaki müfrezeye selam vermiş ve mümin olduğunu ifade etmiş olmasına rağmen öldürülmüştü. Mümin askerler Mirdas b. Nehiyk’in selam vermesini sürüsünü ve / veya kabileyi kurtarmak için çevirdiği bir oyun olduğunu düşünmüşlerdi. Bu nedenle onlar o kişiye gerçekten iman etmediğini kendilerini kandırmak için mümin numarası yaptığını söyleyip öldürmüşler ve sürüyü de ganimet olarak alıp getirmişlerdi.
Durum Hz.Muhammed’e@ rapor edildiğinde O bundan hiç hoşnut olmadı. Zira bu olaydan dolayı Hz. Peygamber ve ordusuna karşı güven kaybı hasıl olacağı çok açıktı. İnkârcıların bu durumu diğer kabileler nezdinde Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine propaganda malzemesi olarak kullanacaklarını peygamberimiz gayet iyi biliyordu. İnkârcıların da bunu kendi çıkarları için fevkalade bir fırsat olarak değerlendirip sonuna kadar kullanacakları kesindi. Onlar, bu olayın Hz.Muhammed’in@ esas niyetinin totaliter bir lider / kral olma sevdasında olduğunu, adamlarının kendilerine iman etmiş kişileri bile acımadan öldürdüklerini ve onların niyetlerinin ganimet elde etmek olduğunu propaganda edeceklerdi. Bu nedenle Hz.Muhammed@ onu öldüren mümin mücahide şu meşhur sözü söyledi “kalbini yarıp baktın mı?” Bu söz o mümini çok mahcup etmişti. Çok üzüldü. “Keşke o zamana kadar mümin olmasaydım da o olaydan sonra mümin olsaydım” diye hayıflandı. Fakat daha sonra nazil olacak ayetler o mücahidi teselli etti. Şöyle ki;
“Ey müminler! Yaptığınız akınlarda size selam verip mümin olduğunu göstermeye çalışanı iyice araştırın, onlar mallarını kurtarmak için mi sizden görünmeye çalışıyorlar yoksa gerçekten size muhabbeti olan müminler mi olduğunu iyice soruşturun.”
Böylece Cenab-ı Hak hem müminlere akınlarda bir daha bu tür hatalar yapmamaları talimatını verdiği gibi Medine içinde ve dışında oluşturulmaya çalışılacak menfi algıyı da yok edici mesajlarını gönderdi. Bundan sonra bu tür hataların işlenmemesi için müminlerin işlerini daha titiz yapmalarını tembihledi. Seferlerde / akınlarda dost ve düşman ayrımında maddi çıkarların değil Allah’ın İktidarının ön planda tutulmasını emretti.
94- Ey iman edenler! Allah yolunda sefere / askerî harekâta çıktığınız zaman, iyice araştırın. Size selâm verene / size dost olduğunu izhar edene dünya hayatının menfaatine göz dikerek, “Sen mümin değilsin” demeyin. ([1]) Zira Allah nezdinde daha çok ganimet vardır. Daha önce siz de böyle idiniz ama Allah size lütfetti. Onun için iyice araştırın. Kuşkusuz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa Suresi 94)
Medine’ye dönüldüğünde askerî harekâta katılmayan müminlerin hata yapan mücahitleri eleştirileri onları rencide edecek boyutlara ulaşır. Bunun üzerine Cenab-ı Hak hem akınlara / harekâta katılmayıp hem de böyle eleştiren müminleri kınadı ve hata da yapsa mücahitlere sahip çıktı. Şöyle ki; Akın yapanlarla / Askerî harekâta katılanlarla evlerinde keyif çatıp savaşan müminlere iğneleyici laf atanların aynı olmayacağı, savaşanların üstün tutulacağı ayrıca onların harekât sırasında yaptıkları hataların affedileceği ve onlara üstün makamlar ve mükâfatlar verileceği belirtildi.
95-96- Müminlerden, özürsüz olarak sefere / askerî harekâta katılmayıp evlerinde oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir olmaz. Allah mallarıyla, canlarıyla savaşanları derece itibariyle askerî harekâta katılmayıp evlerinde oturanlara üstün kıldı. Her ne kadar Allah onların hepsine “en güzeli / cenneti” vaat etmiştir. Fakat Allah, cihat edenlere daha büyük bir mükâfat ile oturanlara üstün kılmıştır. Dahası Allah, onlara daha büyük derece ve makamlar ile mağfiret ve rahmet bağışlamıştır. Zira Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. (Nisa Suresi 95-96)
İslam Ordusunun Bedir’de kaldığı süreçte peygamberimiz, Mekke’nin çok büyük bir ordu hazırlıklarına giriştiğine yönelik haberler üzerine daha önce Medine İslam Topluluğu bünyesine katılmış / iman etmiş olmasına rağmen ihanet ederek Mekke’ye iman eden / şirke geri dönen kabileler üzerine de askeri müfrezeler göndermişti. Bu müfrezenin askerleri (görevli güçleri/ melekleri) yakaladıkları kabile ileri gelenlerini sorgulamaya alırlar. Onlara İslam’a iman etmekte iken neden geri dönüp şirke iman ettikleri sorulur. Onlar ise “üzerlerine çok baskı geldiğini ve bu baskılara dayanamadıklarını, kendilerinin çok güçsüz ve zayıf olduklarını, üzerlerine gelecek olan büyük Mekke ordusuna karşı direnme güçlerinin olamayacağını bu nedenle çaresiz kaldıklarını” ifade ederek kendilerini savunurlar. Görevli askeri güçlerin komutanı ise onları sorgulamayı şöyle sürdürür; “Neden Medine İslam Cumhuriyetine başvurmadınız? Medine İslam Cumhuriyet’inden neden yardım istemediniz? Neden gördüğünüz baskılardan Medine’yi haberdar etmediniz? Neden Medine İslam Cumhuriyetine sığınıp hicret etmediniz? Yeryüzü geniş değil miydi?”
Bu sorgulama sonucunda onların verdikleri cevapların kendilerini affettirecek gerekçeler olamayacağı için askeri müfreze / görevli güçler tıpkı melekler gibi bu hain kabile ileri gelenlerinin canlarını alır. ([2]) Görevli güçler inkârcı münafıklar için Cenab-ı Hakk’ın verdiği hükmü onlar için uyguladılar.
Cenab-ı Hak bu olaya işaret ettikten sonra onların gidecekleri yerin cehennem olduğunu bildirdi. Böylece çevredeki ihanet eden ve edecek olan kabilelere gerekli mesajlar verilmiş ve bu işin şakasının olmadığı bildirilmiş oldu.
Diğer taraftan bu kabilelerin içerisinde olup da İslam’a imanlarından dönmemekle birlikte gerçekten hicret etmeye imkân bulamayanları ise Cenab-ı Hakk’ın bağışlayacağının umut edildiği müteakip ayette bildirildi.
Bu süreçte iman edenlerin İslam Cumhuriyetine katılmak için Medine’ye hicret etmeleri halinde barınma ve geçimlerinin sağlanacağı taahhüt edilir. Böylece onların yurtlarını terk etmekten endişe etmemeleri gerektiği belirtildi. Ayrıca bu uğurda ölmeleri halinde onları Cenab-ı Hakk’ın ödüllendireceği müjdelenir. Cenab-ı Hak inzal ettiği bu ayetlerle çevredeki müminlerin Medine’ye gelerek Medine İslam Cumhuriyetine güç katmasını ve gelecek büyük saldırıya karşı Medine’nin savunmasını sağlayan mesajlarını bildirmiş olur.
97-100- (Şirke geri dönerek) kendilerine zulmederken yakalananların canlarını alacakları zaman görevli güçler onları; “Ne işte idiniz? / Niye bu işi yaptınız?” diye sorgular. Onlar: “(üzerimize çok geldiler, çok baskı yaptılar bu nedenle) Biz yaşadığımız bu topraklarda çok çaresiz / güçsüz / aciz duruma düşürüldük.” diye cevap verdiler. Görevli güçler: “Allah’ın ülkesi / yeryüzü geniş değil miydi? Siz de bu geniş ülkede hicret etseydiniz ya?” dediler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir! Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan hicret etmeye imkânları olmayan kimseler ise bu hükmün dışındadır. Umulur ki Allah o kimseleri affeder. Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır. Kim de Allah yolunda yurdundan göç ederse, yeryüzünde barınacağı çok yer, bolluk ve genişlik bulur. Kim Allah’a ve Peygamberine katılmak üzere evinden çıkar ve yolda ölüm onu yakalarsa, onun ödülünü vermek Allah’a düşer. Allah çok affedici, çok merhametlidir. (Nisa Suresi 97-100)
21.3. Zatürrika Askeri Harekâtı / Akını
Hz.Muhammed@ Bedrül Mev’id seferinden sonra Necd bölgesindeki Nahle denilen yere doğru askeri bir harekât / akın düzenledi. Zatürrika adı verilen bu harekât / akın Gatafan Kabilesine karşı yapıldı. Bu mevki Gatafan’dan Sa’lebeoğullarının yaşadığı bölge olup, Medine’nin kuzey doğusunda iki günlük bir mesafededir.
Huyey bin Ahtab’ın ve Hayberlilerin Mekke’de yaptığı müttefiklik anlaşması meyvesini vermeye başlamıştı. Gatafan kabilelerinden Enmar, Muharib ve Sa’lebeoğulları Mekke Hizipler ordusuna katılarak birlikte Medine’ye saldırmak üzere hazırlık yapmaya başlamışlardı. Söz konusu hazırlıkları ticaret için Medine'ye gelen bir adam ihbar etti. Bunun üzerine Hz.Muhammed@, Ebu Zerr Gıfari'yi veya Hz. Osman'ı yerine vekil bırakarak 700 mücahitten oluşan bir askeri birlikle Gatafanlıları sindirmek için Medine'den yola çıktı.
Medine İslam ordusu Zâtürrika'ya ulaştığı zaman Gatafanlardan büyük bir toplulukla karşılaştı. İki taraf birbirine yaklaştılarsa da aralarında bir çarpışma olmadı. Müşrik Gatafanlılar çarpışmaktan kaçındılar ve sürülerini bırakarak dağlara çekildiler. Medine İslam Ordusu bölgede bir süre kaldı. Gatafanlılar çekildikleri dağlardan inerek Medine İslam Ordusunun karşına çıkma cesareti gösteremediler. Onlar haince pusu kurarak vur kaç taktiği ile Medine İslam Ordusuna zarar vermek istediler. Onların çekildikleri yer ile İslam ordusu arasında fazla bir mesafe yoktu ve onlar müminleri gafil avlamak için fırsat kolladılar. Fakat Hz.Muhammed@ orduyu sürekli müteyakkız tuttu. Öyle ki müminlerin en gafil yakalanabilecekleri zaman olan salat / içtima / namazı müteakip toplanma zamanlarında bile tedbiri elden bırakmadı. Salatı / namazı müteakip toplantıyı / içtimaı kısa tuttuğu gibi orduyu ikiye ayırarak önce bir kısmını salata / içtimaya / namazı müteakip toplanmaya çağırdı daha sonra ikinci kısımla salat / içtima / namazı müteakip toplantı yaptı. Ayrıca söz konusu bu salat / içtima / namazı müteakip toplantı tam teçhizatlı olarak yapıldı. Yani tüm askerler silahları daima kuşanmış vaziyetteydi. Böylece salat / namazı müteakip toplantı zamanında bile İslam ordusu düşmana karşı daima uyanık ve müteyakkız durumda oldu.
Hz.Muhammed’in@ bu tedbirleri almakla ne kadar isabetli hareket ettiği salat / içtima / namazı müteakip toplantılardan birinde Gatafanların oklu bir saldırı ile yoklama çekmelerinde görüldü. Mücahitlerden Abbad bin Bişrin okla yaralanmasıyla sonuçlanan yoklama olayından başka olay yaşanmadan Medine’ye geri dönüldü.
[1] ) Bu ayetlerin nüzul sebebi olarak 13 farklı rivayet vardır. Birbirine benzeyen fakat ana konusu aynı olmakla birlikte olayın kahramanları farklıdır. Tüm bu rivayetlerin ortak yanı ise bu olayın bir akında / askeri harekat sırasında olduğudur.
[2]) Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân’da şöyle ifade edilir; “Bedrül Mevud seferin de bazı kimseler, Müslümanların sayılarını az görünce dinleri hususunda şüpheye düştüler ve irtidad ettiler. İrtidad ettikleri için de öldürüldüler. Bazı müslümanlar ise, “Bizim şu arkadaşlarımız Müslüman idiler. Müşriklerle birlikte çıkmak için zorlandılar. O bakımdan onlara mağfiret dileyin” dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu”
Harita 22: Bedrul Mev’id ( İkinci Bedir) Harekatı (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/)
Harita 23: Zatürrika Harekatı (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/)
Bu akın / harekât ile Gatafanların dağlara kaçarken bıraktıkları sığır, davar ve deve sürüleri ganimet olarak ele geçirildi. Ama harekâttan elde edilen esas kazanç Hz.Muhammed’in@ Gatafanlara gücünü göstermesi idi. Gatafanların çatışmayı göze alamamış olmaları nedeniyle civar kabilelere mesaj verilmiş oldu. Böylece Gatafanların yaşadığı bölgedeki diğer kabileler korkutulduğu için Mekke’nin oluşturduğu müttefik / hizipler ordusuna katılmayı göze alamadığından Hendek Savaşına iştirak etmediler. Şayet bu akın / harekât yapılmamış olsaydı Hendek savaşı için o bölgeden katılım belki çok daha fazla olacaktı.
Bu nedenle akınların / harekâtların düşmana caydırıcılık açısından çok büyük etkisi vardı. Uhud Savaşı, Bi’rimaune ve Reci akınlarındaki kayıplara rağmen Hz.Muhammed’in@ iktidarı dimdik ayakta ve üstüne üstlük gelip Gatafan gibi büyük bir kabilenin bölgesinde güç gösterisinde bulunuyorsa, bu, çevre kabile ve aşiretler için müthiş bir gözdağı idi.
Fakat diğer taraftan Medine içerisindeki münafıkların aklı-fikri müminleri sürekli bir ikileme düşürmek olduğundan bu akında / harekât sırasında yapılan ve adına daha sonra “korku namazı” verilen kısaltılmış salatı da dillerine doladılar. Onlar Hz.Muhammed’in@ harekât / akın sırasındaki salatı / içtimaı / namazı müteakip toplantıyı kısa tutması ve ordunun bir kısmına salat / içtima / namazı müteakip toplantı yaptırırken diğer kısmını herhangi bir saldırıya karşı müteyakkız durumda bekletmesi, ibadette bölünmüşlük ve kısıtlamaya gitmesi şeklinde yorumlanmış ve bu tür salatın / ibadetin olmayacağı şeklinde istifham yaratmalarına sebep olmuştu.
Cenab-ı Hak hemen bu tereddüdü ortadan kaldıracak ve elçisinin uygulamasını tasdik eden mesajlarını gönderdi. Düşman saldırısı ihtimaline karşı salatların / ibadetlerin / içtimaların eksiltilmesinde bir sakınca olmadığı gibi ordunun bölüklere ayrılarak salatın /içtimanın / ibadetin yapılabileceğini hükme bağladı. O bu hükmü ile asıl olanın orduyu korumak olduğunu bildirilmekle birlikte akınlara / harekâtlara çıkıldığı zaman saldırı tehlikesi olduğu durumlarda bile ordunun sürekli düzenli olmasını, başıbozukluğa asla meydan verilmemesi gerektiğini bildirdi. Ayrıca kısa süreli de olsa mutlaka komutanın / başkanın başkanlığında salatı / içtimaı / ibadeti aksatmamak gerektiği öğretilmiş oldu. Böylece ordu disiplinine dikkat çekildi. Çünkü disiplin, özellikle ordunun en önemli vasfıdır. Salat / içtima yapılırken de tedbiri elden bırakmamak ve silahlı olarak salatın / içtimanın / ibadetin yapılması gerektiği de öğretilmiş oldu.
Bu akın / harekât vesilesi ile Cenab-ı Hak, müminlere düşmanın takip edilmesinde gevşeklik gösterilmemesi ve takipte yaşanılan zorlukların aynısının düşman içinde geçerli olduğunu belirterek güçlüklerin mazeret olarak gösterilmemesi gerektiğini bildirdi.
101-104- Yeryüzünde yolculuğa / sefere / akına çıktığınız zaman, inkârcıların size bir kötülük yapacağından korkarsanız salatı / içtimaı / ibadeti kısaltmanızda bir sakınca yoktur. Kuşkusuz inkârcılar size apaçık düşmandır. Senin de katıldığın seferlerde salat / içtima / namazı müteakip toplantı yaptığın zaman onlardan bir grup seninle beraber salata / içtimaya / namazı müteakip toplantıya katılsın ve silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secde ettiklerinde / talimatları alıp boyun eğdiklerinde arka tarafınıza geçsinler. Sonra diğer bir grup gelip seninle beraber salatı / içtimaı / namazı müteakip toplantıyı icra etsinler. Onlar da tedbirli olsunlar ve silahlarını yanlarına alsınlar. İnkârcılar siz silâhlarınızı ve eşyanızı bıraktığınızda size ani bir baskın yapmak isterler. Eğer yağmur nedeniyle size eziyet olursa veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ancak bu durumlarda da gerekli tedbirlerinizi alın, dikkatli olun. Kuşkusuz Allah, inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. Salat / içtima / namazı müteakip toplantı sona erince, ayakta, oturarak, yan yatmışken Allah’ı zikredin. Emniyete kavuştuğunuzda salatı / içtimanızı / namazı müteakip toplantıyı uzun uzadıya tam olarak icra edin. Hiç kuşkusuz salat / içtima / namazı müteakip toplantı müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir farzdır. Düşman kavimleri kovalama politikasında gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin acı çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Fakat siz, onların ümit etmedikleri şeyleri Allah’tan bekliyorsunuz. Allah herzeyi bilir ve hikmetle hüküm verendir. (Nisa Suresi 101-104)
21.4. Kurayza Yahudileri ile İslam İdaresinin Arasını Açma Girişimi: Tu’me olayı
Huyey bin Ahtab sadece dışarıdaki bütün müşrik kabileleri Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine kışkırtmakla kalmıyor aynı zamanda Medine içerisine de el atıp karıştırmak ve Kurayza Yahudileri ile Hz.Muhammed’in@ arasını bozmak istiyordu.
Nadir oğullarının Medine’den sürülmesi sırasında Hz.Muhammed@ Kurayza Yahudileri ile aralarındaki anlaşmayı sağlamlaştırmıştı. Huyey bin Ahtab ise Medine’deki bu birliği parçalamayı hedefleyerek İslami İdare ile Kurayza Yahudilerinin arasını açmak için çeşitli tertipler düşünüyordu.
Onun planına göre Mekke önderliğindeki hizipler ordusu Medine’ye saldırdığı zaman Kurayza Yahudileri de içerden saldırmalıydı ki direniş kolayca kırılsın. Bu amaçla savaş zamanına kadar Kurayza Yahudileri ile Hz.Muhammed’in@ arası açılmalıydı. Bunu sağlamak için Huyey bin Ahtab, Ubeyrik oğullarından bazı münafıkları harekete geçirdi.
Ubeyrik oğullarından Tu’me, komşusu Katade’nin kendisine emanet ettiği zırhı Katade geri isteyince onun sakladığı yerde olmadığını ve çalınmış olduğunu söyler. Planlanan oyuna göre Katade’nin zırhı bir un çuvalının içine saklanmıştır. Katade geri istemeden önce Tu’me zırhı hırsızlıkla suçlanacak Yahudiye bizzat kendisi emanet bırakır. O gece karanlığında kendi evi ile Yahudinin evine kadar un döker. Tu’me zırhın çalındığını söyleyince Katade ve adamları zırhını kimin çaldığını bulmak için araştırmaya girişir. Zırhından döküldüğünü düşünen Katade ve adamları un döküntülerinin bıraktığı izleri takip ederler ve izlerin Yahudinin evine çıktığını tespit ederler. Böylece Ubeyrik oğulları ve Katade o Yahudiyi zırhı çalmakla suçlarlar.
Zeyd b. Semin adındaki bu Yahudi suçlamayı inkâr etse de tespit konusunda bir sürü şahit vardır. Konu Hz.Muhammed’in@ hakemliğine intikal eder. Yahudi zırhın kendisine emanet bırakıldığını söylese de Tu’me ve kardeşleri bunu inkâr ederler ve Yahudiyi hırsızlıkla suçlarlar. Katade’nin adamları da un izlerini görmüşlerdir. Münafık olan Tu’me’nin ve Katade’nin mümin olan sülaleleri Yahudiye karşı Tu’me’yi savunurlar. Zira bütün deliller Yahudinin suçlu olduğunu göstermektedir. Onlar müslüman bir kişiye mi yoksa bir Yahudiye mi inanılacağı hususunda ajitasyon yaparlar.
Böylece Hz.Muhammed@ eldeki delillere ve şahitlerin ifadelerine göre Yahudi aleyhine tam karar verecek iken Cenab-ı Hak kendisini vahiyle uyarır. Bunun münafıkların bir oyunu olduğunu Yahudi Kurayzalılarla Medine İslam Cumhuriyeti arasını açmak isteyenlerin bir oyunu olduğunu bildirince, Tu’me’nin tezgâhı ortaya çıkar. Tu’me hemen Mekke’ye kaçarak müşriklere katılır. Böylece Huyey bin Ahtab’ın İslami İdare ile Kurayza Yahudilerinin arasının açılması oyununun birinci perdesi başarısızlıkla neticelenir.
105-113- Biz, Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye Kitab’ı hak olarak indirdik. O halde sen de sakın hainlerin savunucusu olma! Allah’tan bağışlanma dile. Muhakkak Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Kendilerine ihanet edenleri de savunma. Çünkü Allah, işi gücü hıyanet etmek olan günahkarları sevmez. Onlar insanlardan gizleyebilirler ama Allah'tan gizleyemezler. Zira onlar, Allah'ın razı olmayacağı sözlerle geceleyin gizlice düzen kurarlarken Allah onların yanındaydı. Allah, onların yaptıkları şeyi çepeçevre kuşatandır. İşte böylece sizler dünya hayatında onları savundunuz. Fakat kıyamet günü Allah’a karşı onları kim savunacaktır veya kim onları koruyacaktır? Ama kim bir kötülük işler veya kendine zulmeder sonra da Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur. Zaten kim bir günah işlerse sadece kendine zarar vermiş olur. Allah, her şeyi en iyi bilendir, en hikmetli yasa koyandır. Kim de bir hata veya bir günah işleyip sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, o zaman büyük bir iftira ve aşağılık bir günah yüklenmiş olur. Eğer senin üzerinde Allah’ın fazlı ve merhameti olmasaydı, onlardan bir kesim seni haktan saptırmaya çalışmıştı. Halbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar ve sana hiçbir zarar veremezler. Çünkü Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin nice şeyleri öğretmiştir. Allah’ın senin üzerindeki fazlı çok büyüktür. (Nisa Suresi 105-113)
Hz.Muhammed’in@ iktidarını Kurayza Yahudileri ile karşı karşıya getirmek için Huyey bin Ahtab’ın Tu’be’yi kullanarak çevirdikleri entrika boşa çıkmıştı. İftiracı olduğu anlaşılan Tu’be, dinden çıkmış / irtidat etmiş / inkârcı münafıklardan olmuş ve canını kurtarmak için Mekke’ye sığınmıştı.
Elçisini oyuna gelmemesi için uyaran Cenab-ı Hak, müminlere endişe etmemelerini çünkü onların geceleri toplanıp gizli saklı kulislerinden / fısıltılı konuşmalarından ve oyun kurmalarından bir şey çıkmayacağını onların bu çabalarında başarı sağlayamayacaklarını bildirir.
Tu’be’nin tekrar müşrik olup Mekke’ye sığınmasından da anlaşılacağı üzere, onun gibi olan münafıklar kendilerine doğru yol beyan edilmesine rağmen şirk ideolojisinin otoritelerine uymaktadırlar. Cenab-ı Hak onların bu durumunu anlatmak için onların “dişiler” diye vasıflandırılan Mekke müşrik yönetimine itaat ettiklerini, onlardan yardım umduklarını ve onlardan imdat beklediklerini anlattı. Yine onların Huyey bin Ahtab şeytanının talimatlarına göre hareket ettiklerini bildirdi. Onlar bu hareketleri ile o şeytandan bir şeyler beklemektedirler ve ona yalvarıp yakarmaktadırlar.
114-117- Onların gizli konuşmalarının / kulis yapmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi veya iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi emreden kimsenin konuşması müstesnadır. Kim Allah rızasını elde etmek için bunları yaparsa, Biz ona büyük bir ödül vereceğiz. Her kim kendisine doğru yol açıklandıktan sonra Peygambere muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yola tabi olursa / müminlerin saflarını terk ederse, onu döndüğü yola çeviririz ve onu cehenneme yollarız. O ne kötü bir yerdir! Allah Kendisine ortak koşanları asla bağışlamaz. Bunun dışındakilerden dilediğini bağışlar. Kim, Allah’a ortak koşarsa haktan tamamen uzaklaşarak sapıtmıştır. Onlar, O'nu bırakıp da dişilere (Mekke Müşrik Otoritelere) yakarırlar. Onlar ancak isyankar şeytana (Huyey bin Ahtab’a) yakarırlar. (Nisa Suresi 114-117)
21.5. Tu’me olayında Huyey bin Ahtab’ın Rolü
Nadir oğullarının en etkin, en şeytan ve en hırslı siyasi liderlerinden olan Huyey bin Ahtab Medine’den sürgün edilmeyi bir türlü hazmedememişti. Bu sürgünün bedelini peygamberimize ödetmek için çok ağır yeminler etmişti. O, Hz.Muhammed’e@ teslim olmuş / İslam olmuş kimselerin bazılarını ayartıp kendi safına çekeceğine yemin etmişti. Şöyle ki o, onları saptırmak için; “onlara korku vereceğine ve onlara gerçekleşme şansı olmamasına rağmen çok büyük vaatlerde bulunacağına yemin etmişti. Onları boş kuruntulara / ümitlere sokacağına yemin etmişti. Onlara kulisler yaptıracağına ve çok çeşitli entrikalar çevirttireceğine yemin etmişti. Allah’ın yarattığı / vücuda getirdiği Medine İslam Cumhuriyetini yıkacağına ve yerine şirk sistemini geri getireceğine ahdetmişti.”
O bu yeminini gerçekleştirmek için de Mekke yönetimiyle müttefiklik anlaşması yaptığı gibi Arap yarımadasındaki büyük kabileleri de Medine İslam Cumhuriyetinin üzerine saldıracak Hizipler ordusuna katılmaya teşvik etmişti. O aynı zamanda Medine’nin içini de karıştırmak için münafıkları boş vaatlerle kendi isteklerini yapmaya ikna etmiştir.
Cenab-ı Hak ise müminlere moral verir ve onun bu ahdetmesinin ve yeminlerinin hiç bir öneminin olmadığını, o şeytanın ancak aldanmak isteyenleri aldatacağını fakat onun bu çabalarında asla muvaffak olamayacağını bildirdi. O, Elçisine ve Allah’a güvenip ıslah edici güzel eylemlerde bulunanları mutlaka zafere erdireceğini, ayrıca Ahirette sonsuz bir cennet yaşamının kendilerine ihsan edileceğini müjdeledi.
Cenab- Hak, yukarıda belirtilen hususları müteakip ayetlerde şöyle ifade etti;
118- 122- Allah, onu (şeytanı / Huyey bin Ahtab’ı) lanetledi. / kovdu. / sürgün etti. O (şeytan-Huyey bin Ahtab ([1])) da şöyle dedi: "Ben mutlaka, Senin kullarından bir kısmını ayartacağım / kendi safıma çekeceğim. Onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah’ın düzenini / sistemini / kanunlarını bozacaklar.” Kim Allah’ı bırakıp şeytanı (Huyey bin Ahtab’ı) veli / lider/ yönetici / egemen edinirse, o çok açık bir ziyana uğrar. (Şeytan-Huyey bin Ahtab), onlara sürekli birçok vaatte bulunur / sözler verir ve onları ümitlendirir / kuruntulandırır. Fakat şeytan (Huyey bin Ahtab) onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. Onlar oradan kaçacak bir yer de bulamazlar. Iman eden ve ıslah edici / salih işler yapanları ise içinde ebedi kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz. Bu Allah’ın gerçek bir vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir? (Nisa Suresi 118-122)
Cenab-ı Hak müteakip ayetlerde, münafıklara da seslenerek ne kendilerinin hayal ettiklerinin ve ümit ettiklerinin ne de Yahudilerin hayal ettiklerinin ve beklediklerinin gerçekleşeceğini bildirerek mucizevi bir ihbarda bulundu. O mucizevi ihbarlarına devam ederek, Arap yarımadasındaki tüm düşmanların Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine birleştiği bu zor zamanda müttefik güçlerin hiçbir şey yapamayacaklarını müminlere müjdeledi. İhlasla güzel eylemlerde bulunanların yaptıklarının asla karşılıksız kalmayacağını ve zayi olmayacağını bildirdi. Hz. İbrahim’in@ izinde giden Medine İslam Cumhuriyeti’nin bölgede Tevhit Sistemin öncüsü olacağının ve çok büyük bir çığır açacağının müjdesini de verdi.
123-126-Ne sizin (münafıkların) hayalleriniz, kuruntularınız, ne de ehl-i kitabın (Yahudilerin) hayalleri, kuruntuları gerçekleşecektir. Kim kötülük yaparsa onunla cezalandırılır ve kendisine Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir. Erkek olsun kadın olsun her kim mümin olarak ıslah edici salih eylemlerde bulunursa, işte onlar cennete girecekler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmayacaklar. Bütün benliğini Allah’a teslim eden, iyilik yapmayı kendi vasfı yapan ve İbrahim’in inanç sistemine / dinine uyandan yolu daha güzel kimin yolu olabilir? Allah, İbrahim’i “çığır açan-iz bırakan bir dost, Halil” olarak seçmiştir. Göklerde ve yeryüzünde olan şeylerin tümü Allah’ındır. Allah, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. (Nisa 123-126)
21.6. Yetim Analarıyla Evlilik Yoluyla Kurulan Ailelerde Baş Gösteren Huzursuzluklar
Uhud savaşı ve akınlarda kaybedilen şehitlerin bıraktıkları ailelere sahip çıkılması için yetimlerin anaları ile evlenilmesi talimatı ve miras düzenlemelerinin üzerinden bir yıllık bir süre geçmişti. Geçen süre içerisinde bu evlilikler nedeniyle sorunlar da çıkmaya başlamıştı.
Zira bu durumdan hoşnut olmayan kumalar (eskisi ya da yenisi) kocalarının kendilerini ihmal ettikleri şeklinde şikâyette bulunuyorlardı. Bir kısım eski eşler artık erkeklerinin eskisi gibi kendilerine ihtimam göstermediğinden şikâyet ederken bir kısım yeni eşler ise yeni kocalarının kendilerini ihmal ettiklerinden şikâyet ettiler.
Erkekler ise zaten istemedikleri ancak üstlenmek zorunda oldukları yeni aile yapıları kurmuşlardı. Kendi aileleri ve iş yüklerine ek olarak şehit ailelerinin tarlaları, bağ ve bahçeleri ya da ticari faaliyetlerini de yürütmek zorunda idiler.
Ayrıca bu faaliyetlerden kendilerinin bir menfaati de yoktu. Zira bu malların büyük çoğunluğu yetimlerindi ve büyüyünce kendilerine geri verilecekti. Ama şimdi bunları yürütmek zorunda idiler. Durumları iyi olmayan mümin erkeklerin çok zengin olan yetim annelerinden kazançları olabilirdi, fakat bu kez de eski aileleriyle arası bozulmuştu. Bu nedenle erkekler eşlerden (eski ya da yenisi) birisini veya birkaçını tamamen ihmal ediyordu.
Elbette kumaların birbirlerini kıskanmaları, erkeklerini paylaşmak istememeleri de bunda etkendi. Özellikle yeni eşler yani şehitlerin eşleri bu durumdan pek memnun değillerdi. Zira bu evlilikler zorunluluktan kaynaklanmış evlilikler olduğundan yeni kocaları tarafından ihmal ediliyorlardı.
Bu durum gerek ihmal edilmiş kadınlar aracılığıyla olsun gerekse bu yükü taşıyamayan kocaları / erkekler tarafından olsun bir şekilde Cumhuriyetin en üst otoritesi olan Hz.Muhammed’e@ iletildi. Peygamberimiz bu hususa çözüm arayışına girdi. Cenab-ı Hak elçisinin imdadına yetişti ve mümin erkeklere “yetimlerin hakları konusunda ne kadar titizlik gösterilmesi gerekiyorsa, yetimlerin anneleri olan eşleri hakkında da aynı hassasiyeti göstermeleri gerektiğini” emir buyurdu. Ardından yetimlerin annelerinin de eşleriyle konuşarak sorunlarını halletmelerini ve ayrılmak yerine evliliklerini sürdürmelerinin hem kendileri hem de toplum için daha hayırlı olacağını bildirdi. Erkeklere ise adaleti gözetme hususunda gayret göstermelerini ancak buna ne kadar uğraşsalar da beceremeyeceklerini fakat hiçbir eşi askıda bırakmadan her birine en azından asgari ihtimamı esirgememeyi öğütledi. Erkeklerin kadınları idare etmelerini, barış yollarını bulmalarını ve sorumsuz davranışlardan kaçınmalarını emretti.
Cenab-ı Hakk’ın bu emir ve tavsiyeleri ile savaşların ve akınlardaki kayıpların yol açtığı toplumsal yaraları sarmak için yapılan düzenlemenin sürdürülebilirliği sağlanmaya çalışıldı. Fakat sorun gerçekten çok büyüdüyse, uzlaşma boyutlarını aştıysa da ısrar etmenin bir faydasının olmadığını ve bu tür durumlarda boşanmadan korkulmaması gerekliliği belirtilerek Cenab-ı Hakk’ın tarafları çaresiz ve muhtaç durumda bırakmayacağı bildirilir. Bu demekti ki; krizler bir bir aşıldığı için gelinen noktada İslam Cumhuriyetinin bu tür durumlar için artık çözüm üretebilecek yeteneği vardır.
127-130-Senden o kadınlar (yetimlerin anaları) hakkında fetva istiyorlar. De ki: “Allah size onlar hakkında hükmünü açıklıyor: Farz kılınmış haklarını vermediğiniz ve beğenip almak istemediğiniz yetimlerin anaları ile aciz çocuklar hakkında ve yetim çocuklara hakkaniyetle muamele etmeniz hakkında Kitap’ta size okunan ayetler de bunu açıklıyor. Her ne hayır işlerseniz, biliniz ki, şüphesiz Allah, onu en iyi bilendir. Eğer bir kadın, kocasının nüşuzundan / ilgisizliğinden veya kendisinden uzaklaşmasından korkarsa, o durumda aralarında bir uzlaşma / anlaşma yaparak evliliklerini devam ettirmelerinde bir günah yoktur. Sulh / barış (aile yuvasının bozulmasından daha ) hayırlıdır. Nefisler bencillik ve kıskançlığa hazır haldedir. Eğer iyilik yapar ve sorumlu davranırsanız, biliniz ki Allah yaptığınız şeylerden haberdardır. Kadınlarınız arasında adaletli davranmaya ne kadar uğraşsanız da asla güç yetiremezsiniz. Öyleyse birisine tamamen meyledip de diğerini askıya almayın. Eğer (böyle bir durum hasıl olmuş ise) arayı bulup / uzlaşıp, sorumlu davranırsanız o takdirde Allah bağışlar ve merhamet eder. (Bütün çabalara rağmen) eğer (karı-koca) ayrılacak olurlarsa, Allah kendi zenginliğinden onların her birini geçindirir, kimselere muhtaç bırakmaz. Allah’ın imkanları ve lütfu sınırsız, Hikmeti sonsuzdur. (Nisa Suresi 127-130)
21.7. Kabile Asabiyesinin Bırakılması ve Adaletle Şahitlik Yapılması Gerektiği
Müminler Tu’me olayında, kabile asabiyesi ile hareket ederek hırsızlıkla suçlanan Yahudi Zeyd bin Semin’i az daha mahkûm ettireceklerdi. Halbuki Ubeyrik oğulları ve Katade’nin kabilesinden olanlar olay konusundaki şahitliklerini kabileciliği ön plana almadan yapsalardı hakikati göreceklerdi. Ancak onlar akrabalık bağlarının etkisiyle ileri gelenlerinin telkinleri çerçevesinde hareket etmişler ve Yahudi Zeyd bin Semit’e iftira atılmasına yol açmışlardı. Bu iftiraya kendileri de inanmışlardı. Ayrıca müminlerin sözüne mi yoksa bir Yahudinin sözlerine mi güvenilecek diye peygamberimizi hükmünde baskı altına almaya çalışmaları da onlardan bazılarının olay hakkında birtakım hususların akıllarına yatmamasına rağmen sırf kabilecilik saikiyle Tu’me’nin yanında yer aldıkları anlaşılmaktadır.
Bu durum oldukça vahim bir durum yaratmaktaydı. Zira Tu’me olayı ile tezgahlanan oyun Cenab-ı Hakk’ın uyarısı ile atlatılmıştı. Fakat bundan sonra münafıklar vasıtasıyla kurgulanacak yeni oyunlar karşısında müminlerin aynı şekilde kabile asabiyesi ile hareket etmeleri halinde onların bu oyunlarında başarılı olmaları mümkün idi. Şayet benzer bir oyunda onlar başarı sağlayacak olurlarsa müminler kendi içindeki birlik ve beraberliklerini kaybedebilir ve dışarıdan gelecek bir saldırı karşısında direniş gösteremeyeceklerdi.
Gelecekte böyle bir tehlike ile yüz yüze gelmemek için Cenab-ı Hak, müminlere uyarılarda bulundu. Kabilecilik, akrabalık, ana, baba, zengin, fakir vb. ayrımcılıkların asabiyesi ile haksızlara destekçi olmalarının müminleri yok oluşa götüreceğini bildirdi. Artık müminlerin şirk sisteminden kalan bu tortulardan kurtulmaları gerektiği aksi takdirde inkârcıların eliyle kendilerini topyekûn ortadan kaldıracağını ve yerlerine başkalarını getirebileceği ikazında bulundu. Uzun vadeli (ahireti) düşünmeyip günü (dünya) kurtarmaya yönelik tercihlerinin kendilerini kurtarmayacağını, hatta bugünü de kaybedeceklerini, zira bugünün de yarının da Allah’a ait olduğunu bildirdi. Bu nedenle onları en yakınları dahi olsa İslami İktidarı / Hakkı / adaleti ayakta tutmaya öncelik vererek olaylar karşısında kabile, akraba, eş, dost tarafgirliği ile değil adalet ilkeleriyle davranmaya çağırdı. Gizli saklı planlardan, süfli heves ve arzulardan uzak durmaları ve böylece adaletten ayrılmamaları halinde Mülkün / Devletin ayakta kalacağını bildirdi.
133-135- Ey insanlar! Eğer O dilerse sizi topyekûn ortadan kaldırıp yerinize başkalarını getirir. Allah’ın buna gücü yeter. Kim, dünya nimetini istiyorsa bilsin ki dünyanın da ahiretin de nimetleri Allah’ın nezdindedir. Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir. Ey iman edenler! Kendinizin, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, hakkaniyeti / adaleti ayakta tutan ve Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) ister zengin, isterse fakir olsun, bilin ki Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde boş heveslerinize ve sufli arzularınıza uymayın ki adaletten sapmayasınız. Eğer şahitlik yaparken dilinizi eğip bükerek gerçeği çarpıtırsanız veya şahitlikten kaçınırsanız, biliniz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa Suresi 133-135)
21.8. Müminleri Güvenmeye Davet ve Tu’me Gibi Münafıkların Arayışları
Cenab-ı Hak, müminlerin Kendisine, peygamberimize, indirdiği hükümlerin yer aldığı Kitab’a ve daha önce indirdiği ilahi hükümlere güvenmeye davet etti. Bunların kendilerinin zararına olacak yanlış hükümleri vermeyeceğine işaret etti. Ama Tu’me gibi münafıkların sürekli iman ile inkâr arasında gidip geldiklerini ve sonunda sapıklığa gömüldükleri için onları affetmeyeceğini bildirdi. Onları bu şekilde sapıtmış olmaları nedeniyle acı bir azabın beklediğini belirtti. Onların Mekke müşrik yönetiminin velayetini arzuladıklarını söyledi. Onlar bu tercihleri ile o müşriklerin yanında şan ve şeref mi arıyorlardı? Hâlbuki boşuna beklemesinler, bütün şan ve şerefin kaynağı Cenab-ı Hak olduğundan O müminlere şan ve şeref bağışlayacak ve müşrikleri rezil edecektir.
136-139-Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba güvenin / iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse işte o derin bir sapıklığa gömülmüştür. Doğrusu iman edip sonra inkar eden ve tekrar iman edip sonar yine inkar eden ve sonunda saplandığı inkara boğazına kadar gömülenleri Allah affetmeyecek ve doğru yola iletmeyecektir. Böyle davranan münafıkları çok acıklı bir azabın beklediğini müjdele! Onlar, müminleri bırakıp inkârcıların yönetimini / velayetini isteyen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Oysa izzet ve şerefin tümü Allah’ındır. (Nisa Suresi 136-139)
Münafıklar çevrelerinde birlikte oldukları müminleri yaptıkları konuşmalarla zehirliyorlardı. Bu yüzden münafıkların ayartmalarından müminleri korumak için onları bu münafıklardan uzak tutmak gerekiyordu. Cenab-ı Hak, münafıkların yaptıkları menfi propagandaya müminlerin kapılmalarını engellemek için onlarla sadece kişisel ilişkiler bağlamında ilişki kurulabileceğini ama devlet işleri üzerinde konuşmaya geçildiğinde onlardan uzak durulmasına yönelik daha önce verdiği talimatı hatırlattı. Daha açık bir ifadeyle, müminlerin münafıklarla beraber oturdukları zaman Allah’ın ayetleri ve elçisiyle dolayısıyla Medine İslam Cumhuriyeti ile alay edildiğinde ya onlara karşı durmalarını veya en azından çekip gitme şeklinde tepki koymalarını, aksi takdirde onların da küfür / inkar içerisinde olacaklarını bildirdi. Çünkü onların yapacakları algı operasyonlarından samimi mümin halkın da etkileneceği ve bir süre sonra o müminlerin de onlar gibi olacağı belirtildi.
Cenab-ı Hak, müminleri onların psikolojik algı operasyonlarından korumak için onlardan uzak durulması talimatını hatırlattıktan sonra onların niyetleri hakkında çok çarpıcı bir değerlendirme yaptı. Onların Medine’yi kurtarmak için önerdikleri politikanın aslında izlenecek en yanlış politika olduğuna işaret etti. Sebebini ise onların niyetinin Medine’yi kurtarmak değil kendilerini kurtarmak olduğunu ifade etti. Onların bu mücadelede Mekkeli müşrikler galip gelirse onlara yardım ettiklerini ileri sürerek onlardan kendilerine pay almaya çalışacakları, yok eğer müminler kazanacak olursa zaten beraber oldukları için bu zaferden pay almaya çalışacaklarını bildirdi.
Fakat Cenab-ı Allah, onların bu çıkarcı niyetlerini ortaya koyduktan sonra müminlerin onların peşinden gitmemesi gerektiği çünkü müşriklere, müminlerin aleyhine asla bir yol vermeyeceğini bildirdi. Böylece müminlerin onların ayartıcı söylemlerine itibar etmemeleri gerektiği gibi bu vaadi ile mucizevi bir ihbarla zaferi de müjdeledi.
140-141-Allah, size Kitab’da size şu talimatı indirmişti: “Allah’ın ayetlerinin reddedildiğini veya onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze dalmadıkları sürece onlarla beraber oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz.” Muhakkak ki Allah, münafıkların ve inkarcıların hepsini cehennemde toplayacaktır. Onlar sizi sürekli gözetleyip duruyorlar. Şayet Allah tarafından size bir zafer verilirse onlar: “Biz, sizinle beraber değil miydik?” diyecekler. Yok, eğer (Mekkeli) inkârcılar bir zafer elde edecek olurlarsa: “Sizin üzerinize baskı yaparak, sizi zorlayarak ve sizi teşvik ederek şu müminlerden kurtarmadık mı?” diyecekler. Fakat Allah, kıyamet gününde / nihai zafer gününde aranızda hükmünü verecek ve inkârcıların müminlere zarar vermesine asla bir yol ve imkân vermeyecektir.(Nisa Suresi 140-141)
Cenab-ı Hak, o münafıkların niyetlerinin kötü olduğunun bir diğer göstergesine daha dikkat çeker. Şöyle ki: “onların niyetleri halis olsaydı, Medineliler için toplanılıp, onların sorunlarının konuşularak çözüme kavuşturulduğu ve onlar için dua edildiği salatlara / toplantılara / içtimalara tembel tembel kalkmazlardı. Madem onların niyetleri temiz ve halk için çalışıyorlarsa halkın yararı için yapılan görüşmelere, beyin fırtınalarına büyük bir aşkla, büyük bir arzu ve istekle katılmaları gerekmez mi?”
Ama aslında onlar mümin görüntüsü vererek Allah’ı yani elçisini, O’nun hükümetini ve halkı aldatmaya çalışıyorlardı. Onlar sürekli gösteriş yapıyorlardı. Fakat her yaptıkları oyun, hile ve aldatma başlarına geçiyordu. Onların kötü niyetleri Allah’ı çok az anmalarından da belli değil miydi? Çünkü Allah onlar için bir anlam ifade etmiyordu. Elçisi, onun hükümeti ve Medine halkı onlar için bir şey ifade etmiyordu. Onlar için değerli olan tek şey sadece ve sadece kendileriydi, kendi çıkarlarıydı. Bu nedenle onlar ne tam mümin oluyorlardı ne de kâfir. İki taraf arasında yalpalayıp duruyorlardı. Münafıkların sadece kendi çıkarlarını düşünmekten kaynaklı bu aşağılık karakterleri ve kararlı bir politikalarının olmaması nedenleriyle Cenab-ı Hak müminlerden onlar gibi olup inkârcıları kendilerine veli / yönetici / lider edinmemelerini emretti. Eğer müminler münafıkların ayartmalarına kanıp Mekkeli inkârcıların velayetini / yöneticiliğini / liderliğini kabul edecek olurlarsa o takdirde gelecekte Allah’a karşı kendi aleyhlerine çok büyük bir kanıt / delil vermiş olacaklarını bildirdi. Cenab-I Hak, ayrıca müminler Allah’a, peygamberine ve hükümetine güvenip / inanıp mücadele ederlerse Allah neden kendine güvenenlere azap etsin ki diye sorarak gerekli uyarılarını yaptı.
142-149-Süphesiz ki münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışıyorlar. Halbuki O, onların oyunlarını başlarına geçiriyor. Onlar, salata / toplantıya /namazı müteakip kamunun sorunlarını görüşmeye tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı da pek az anarlar. (Onlar) iki taraf arasında bocalayıp duruyorlar! Ne bunlarla (müminlerle) ne de onlarla (inkarcılarla) oluyorlar! Allah’ın şaşırttığı kimseye sen bir kurtuluş yolu bulamazsın. Ey iman edenler! ( Münafıklar gibi) müminleri bırakıp da (Mekkeli) inkârcıları kendinize yönetici / lider / veli edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil vermek mi istiyorsunuz? Şüphesiz ki münafıklar cehennemin dibini boylayacaklardır. Sen de onlara bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe edenler, kendilerini ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini Allah’a halis kılanlar hariçtir. İşte bunlar, müminlerle beraberdir ve Allah müminlere büyük bir mükafat verecektir. Eğer şükredip iman ederseniz Allah size niçin azap etsin? Allah, şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilendir. Allah, haksızlığa uğrayanların dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah her şeyi işiten ve her şeyi bilendir. Gizli veya açık bir iyilik yapar, kötülüğü de affederseniz, biliniz ki Allah, çok bağışlayandır, gücü her şeye yetendir. (Nisa Suresi 142-149)
[1] ) Huyey bin Ahtab Medine’den kovulunca müminleri saptıracağına ve Hz.Muhammedi Medine’den sürüp çıkaracağına dair yeminler etmiştir. Tıpkı Hz.Muhammedin Medine’ye hicrett ettiği zaman O’na yaptığı düşmanlık yemini gibi (İbni Hişam ve İbn Kesir) Taberi Tefsirinde Ibni Zeydin burada yapılan yoruma benzer bir yorum yaptığını ve baş aktörün Huyey bin Ahtab olduğunu nakletmektedir.