BÖLÜM 15
NECRAN HEYETİ İLE MÜZAKERELER
Bedir Savaşının Medine İslam Cumhuriyetinin zaferi ile sonuçlanması, Kaynuka oğulları Yahudi kabilesinin Medine’den atılması, Mekke’nin Şam ticareti için alternatif güzergah arayışlarının da başarısız olması ve Medine’de karışıklık ve anarşi yaratma faaliyetlerine finansal destek sağlayan Yahudi finansör Ka’b b.Eşref ile Ebu Rafi’nin suikastlarla ortadan kaldırılmaları Arap yarım adası çevresindeki bölge ülkelerinin dikkatlerini çekmişti.
Şam üzerinden yapılan ticareti etkileyen bu olaylar karşısında İran (Sasani), Bizans ve Mısır gibi bölge ülkelerinin kayıtsız kalması düşünülemezdi. Söz konusu bölge ülkelerinin bu gelişmelere bağlı olarak oluşacak yeni dengeleri kendi lehlerine çevirmenin yollarını arayacakları çok açıktı. Bu ülkelerin Arap yarımadasındaki mevcut şirk yapısında söz sahibi otoritelerle geçmişten gelen dost ve müttefiklerini dolayısıyla geleneksel ticari ilişkilerini muhafaza etmek istemekle beraber bu bölgede oluşan yeni otoritelerle / devletlerle de ilişkilerini iyi tutmak isteyecekleri muhakkaktı. Aksi takdirde önce ticari menfaatlerini sonrasında ise kendi topraklarındaki egemenliklerinin kaybedilmesine kadar gelişecek bir değişimin önünü alamayacaklarının farkındadırlar. Bu nedenle söz konusu bölge ülkelerinden Bizans ve Mısır Arap yarımadasında meydana gelen gelişmeleri yakından takip etmişler ve bu gelişmelerin içerisinde yer almak ve Medine’deki oluşum ile ilişki kurmak amacıyla yarımadadaki uzantılarını hareket geçirmişlerdir. İran (Sasani) devleti bölgedeki gelişmeleri takip etmekle birlikte kendi şirk sistemi ile aynı olan Mekke Yönetimini terk ederek Medine İslam Cumhuriyeti ile ilişki geliştirme ve ittifak yapamazdı. Ayrıca tam bu sıralarda Bizans ile arasında devam etmekte olan savaş nedeniyle onların Arap yarımadasındaki bu gelişmeleri kendi lehlerine çevirmek için bölgedeki müttefiklerine herhangi bir yardım yapması da olası değildi.
15.1. Necran Kabilesinin Harekete Geçirilmesi
Bizans ve Mısır, bölgede değişen dengeleri kendi lehlerine çevirmesi için Necran Hristiyanlarını harekete geçirirler. Medine İslam Cumhuriyetinin Mekke Şirk Yönetimine karşı peş peşe kazandığı başarılar ile bölgedeki Yahudi finans otoritelerini yok etmesi bölgenin yeni gücünün İslam Cumhuriyeti olacağını göstermesi nedeniyle Bizans bu gücü kendi safına çekme girişimi olarak kendi adına görüşmelerde bulunmak üzere Necran Hristiyanlarını gönderdi.
Necran, Mekke ile Yemen arasında Yemen’in Mekke tarafına düşen yerlerinden olup, Mekke’ye o dönemin ifadesi ile yedi konaklık mesafededir. Necranlıların bu bölgede oldukça zengin ve müreffeh bir yaşamları vardır. Zenginliklerini Bizans’ın liderliğindeki Hristiyan blok içerisinde yer almasına ve onların yaptıkları maddi ve siyasi desteğe borçludurlar.
Harita 17: Necranlıları yaşadığı bölge
Necranlılar Medine’ye kalabalık bir heyet gönderir. Heyetin çantasında Medine İslam Cumhuriyetine Hristiyan Dünyasının Mandasına girme teklifi vardır. Necranlıların kendileri de Bizans ve Mısır yönetiminin mandası altında ve onların finansal destekleri ile bölge şartlarına göre zengin ve müreffeh bir yaşam sürmektedirler. Onlar, Medine İslam Cumhuriyetinin kendileri ile birlik olup Hristiyan Dünyası Bloğunun desteğini almaları halinde tüm Arap yarımadasına hâkimiyetin kolay olacağı düşüncesindedirler. Onlar açısından bölgenin en güçlü ve dokunulmaz gücü olan Mekke müşrik ordusunu yenmiş bir gücü kendi saflarına çekmek son derece stratejik bir hamledir.
15.2. Necran Heyetinin Ajandasındaki Görüşme Gündemi
Necran Heyeti, öncelikle Mekke müşrik yönetimini Bedir’de yenmenin çok büyük bir başarı olduğunu ifade ederek bu başarıları nedeniyle Medine İslam Cumhuriyeti yönetimini kutladılar.
Heyet daha sonra, nihai zafer ile Mekke’nin kıyameti, bütün Arap ve diğer toplumların uyanmaları / dirilişi ve İslami / Tevhidi Dünya Görüşüne karşı mücadele edenlerin hesap verecekleri ve çok acıklı bir azaba uğratılacağı –ki bu hususlar Kur’an’da ahiret, kıyamet, diriliş ve hesap günü müteşabihatı içerisinde zikredilir- iddialarının mevcut Medine İslam Cumhuriyeti alt yapısıyla mümkün olmadığını iddia ettiler. Buna gerekçe olarak Ebrehe’nin güçlü ordusunu bile paçavraya çeviren “Ehlullah” namlı Mekkelileri / Kureyş’i yenmenin öyle kolay olmadığını gösterirler. Heyet, Mekke müşriklerini ve Arap yarımadasındaki müşrikleri eninde sonunda dize getirip tevhidi sağlamaya yönelik olarak Kur’an’da müteşabih ifadelerle zikredilen gelecek öngörülerinin gerçekleşmesinin mevcut şartlarda imkânsız olduğunu ifade ederler. Şayet Kur’an’daki müteşabih ayetlerle ortaya konan Mekke’nin kıyameti ve bütün Arap kabilelerinin tevhidinin gerçekleşmesi isteniyorsa bunun için bir teklif sunmak istediklerini bildirdiler.
Necran Heyeti tekliflerini sunmadan önce Medine’deki Yahudi kabilelerle Medine İslam Cumhuriyeti yönetimi arasındaki anlaşmazlığın sebeplerini öğrenmek arzusunda olduklarını bildirdiler. Bu kapsamda özellikle Kaynukalıların Medine’den atılmasıyla gün yüzüne çıkan bu uyuşmazlıkta haksız tarafın hangi taraf olduğunu belirlemek istediler. Zira onlar açısından teklif edecekleri hususta sonradan pişman olmamak için haklı ve haksız tarafı bilmek gerektiğini bildirdiler.
Sonunda ajandalarındaki en önemli maddeyi müzakereye açtılar. Onlar Medine İslam Cumhuriyetine Hristiyan Dünya Bloğuna girmeyi teklif ettiler. Bu teklifi yaparken de toplantının başında ifade ettikleri gibi Mekke’yi yenmek ve bütün Arabistan ölçeğinde bir birlik sağlamak istiyorlarsa mutlaka Hristiyan dünyadan destek almaları gerektiğini bildirdiler. Aksi takdirde metaforik / müteşabih olarak ifade ettikleri İslami / Tevhidi Dünya Görüşüne dayalı bir sistemi gerçekleştirmelerinin imkânsız olduğunu belirttiler. Eğer teklifleri kabul edilecek olursa çok büyük maddi destek, silah ve siyasi destek sağlanacağını bildirdiler. Ancak bu teklifin kabul şartları arasında en önemlisi, verilecek bu yardımlar karşılığında Medine İslam Cumhuriyetinde teslise dayalı bir yönetim modelinin benimsenmesidir.
Necran Heyetinin Medine İslam Cumhuriyetine yaptığı bu teklif, Mekke Yönetimine karşı Hristiyan Dünyası Bloğunda yer alma ve bu bloğun Mandasına girme teklifidir. Böyle bir teklifin öngördüğü sistemde Medine İslam Cumhuriyetinin idari yapısı şöyle yapılandırılacaktı: Devletin başında Allah (Baba) temsilen bir kral, İsa (Oğul) temsilen Kilise ve dini otoriteler ve Ruhul Kudüs’ü temsilen müşavere / danışma meclisi. Bu yeniden yapılandırmada Baş Kilise Bizans’ta olduğu için Mısır vb. diğer kiliseler gibi Medine İslam Cumhuriyeti de Bizans’taki Baş Kiliseye bağlı olacaktı. Böyle bir teklifin kabulü halinde idari yapıda gerekli yapısal değişiklikler yapıldıktan sonra Medine İslam Cumhuriyeti Bizans’ın Mandası altına girmiş olacaktı. Elbette ki bu teklifin din dilindeki ifadesi müminlerin Hristiyan olmasından başka bir şey değildi. Onlar müminleri Arap yarımadasında tevhidi Hristiyanlık dini ile sağlamaya davet etmekteydiler. Ancak müminler onların davet ettikleri Hristiyanlığın teslis inancını reddettiler. Müminler Allah’ın tek ve benzersiz olduğunu ve asla cisimleştirilemeyeceğini söylediler. Diğer bir ifadeyle yaratıcının yaratılan hiçbir şeye benzemediğini söylediler. Halbuki teslis inancında Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olarak telakki edildiğini ve onun insan olarak dünyaya geldiğine inanıldığını yani ilah’ın / yaratıcının cisimleştiğine inanıldığını belirttiler. Yaratıcı tanrının yegâne olmasının zorunlu olduğunu ve yarattıklarına benzemesinin imkânsız olduğunu söylediler. Necranlılar müminlerin bu sözlerine karşı Kur’an’daki çeşitli kıssalarda anlatılan müteşabihatları / benzetmeleri ileri sürerek (Hz. Adem’e Allah’ın kendi ruhundan üflemesi ve Hz. Meryem’e ruhundan üflemesi ile Hz. İsa’nın yaratılması vb.) Müminlerin de İlahi olanı cisimleştirdikleri şeklinde cevap verdiler. Müminlerin bazıları onların bu cevaplarından etkilendiler ve onlara hak vermeye başladılar. Fakat aklını kullanan müminler ise bu ayetlerde geçen müteşabih ifadelerin insanların mesajları anlamalarını kolaylaştırmak için Cenab-ı Hak tarafından inzal edildiğini, Cenab-ı Hakk’ın yarattığı varlıklarla ilişkisi mekanizmasının nasıl gerçekleştiğini ancak Kendisinin bilebileceğini söylediler. Yaratıcının yaratılanlarla olan ilişki mekanizmasını Cenab-ı Hakk’ın ancak müteşabih ifadelerle anlatabileceğini belirttiler. Bunun gerekçesi olarak ta insanın bilgisinin, aklının ve tecrübesinin olmadığı hususların bildiği ve tecrübe ettiği varlık alemindeki benzetmelerle anlatmasından başka imkân olmadığını ifade ettiler.
Necran Heyeti ajandasındaki teklifleri sunduktan sonra görüşmelere geçilir.
15.3. Gündem Konuları Üzerinde Necran Heyeti İle Müzakereler
Ali İmran Suresinin bu bölümdeki ayetleri adeta bu heyetle yapılan görüşmelerin Cenab-ı Hak tarafından tutulan tutanakları gibidir. Peygamberimiz@ Necran Heyetinin tekliflerini değerlendirmeye geçer ve ilk önce; “Allah’tan başka ilah olmadığı ve O’nun hayat sahibi ve hayatın kaynağı olduğu her şeyi ayağa kaldıran ve ayakta tutanın da O olduğu vurgusu ile Medine İslam Cumhuriyeti’nin O’nun öğretisine dayalı olarak kurulduğu ve öylece de devam edeceği, bu Cumhuriyete hayat verecek olanın ve ayağa kaldıracak olanın da O olduğunu vurguladı. İlahi öğreti kurallarına göre Hakka karşı duranların mutlaka yıkılacağını ve onların çok büyük bir ceza ile cezalandırılacağını belirtti ve bunun tarih boyunca hep böyle olduğuna işaret etti. Ayrıca Allah’ın asla cisimleştirilemeyeceği, oğullara kızlara sahip olmadığı, insanlara ya da herhangi bir yaratılmışa hulul etmediği, / etmeyeceği, onun yarattıklarına benzemekten münezzeh olduğu ve hak ile batılı ayırt edici olan bu hususların Tevrat’ta ve İncil’de de daha önce bildirildiğini ifade etti. Böylece Necranlıların teklif ettikleri teslis paradigmasının yanlışlığına ve teslis esasına dayalı idari mekanizmanın da yanlış olduğuna işaret etti.”
Cenab-ı Hak, müzakerelerin başlangıcında elçisinin söylediği bu hususları şöyle kayıt altına aldırır;
RAHMAN, RAHİM ALLAH ADINA
1-6- Elif, Lâm, Mim. Allah, Kendisinden başka tanrı yoktur, Hayatın kaynağı ve daima diri Hayy'dır, her şeyi ayağa kaldıran ve onları ayakta tutan Kayyum'dur. (Geçmişte vahyedilenlerden) bugüne ulaşan doğru haberleri / bilgileri tasdik eden bu Kitabı sana peyderpey indiren O'dur. Tevrat'ı ve İncil'i de O indirmişti. Geçmişte insanlığa yol göstermek için doğruyla eğriyi birbirinden ayırt etmeye yarayan gerçeklik bilgisi furkanı da O indirmişti. Allah'ın mesajlarını inkâr edip karşı duranları acı bir azap beklemektedir. Allah kudret sahibidir, inkârcı zalimlerden intikam alıcıdır. Şüphesiz yeryüzündeki ve gökyüzündeki hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz. Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O’dur. Kendisinden başka ilâh yoktur. O, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi 1-6)
Peygamberimiz@ Allah’ın tek ilah olduğu ve yaratılmış hiçbir varlığa benzemediği hususunu ifade ettikten sonra Necranlıların Kur’an’daki müteşabih ayetleri dillerine dolayıp müminleri etkilemeye çalışarak fitne çıkarmalarını dile getirdi. Müteşabih ayetlerle anlatılmaya çalışılan hususların gerçekte nasıl cereyan ettiğini insanların kavrayamayacağını belirtti. Aklını kullanan müminlerin ise müteşabih ayetlerle anlatılan ve künhünü kavrayamadığı hususların Allah tarafından inzal edildiğine iman ettiklerini ifade etti. Böylece Allah’ın tek ilah olduğu paradigmasına dayalı İslam Cumhuriyetinin mutlaka muzaffer olacağına da müminlerin iman ettiklerini belirtmiş oldu.
Peygamberimiz@ daha sonra müminlerin geleceğe yönelik öngörüleri yani en önemli hedefi olan ahiret vaadi üzerine Necran Heyetinin eleştirilerine cevap verdi; Onlara müteşabih ifadelerle anlatılan gelecek öngörülerini anlamadıklarını söyledi. O ifadelerdeki öngörülerin gerçekleşmesi (tevili) konusunda insanları saptırmaya çalıştıklarını belirtti. Onların bu çabalarının fitne çıkarmaktan başka bir şey olmadığını bildirdi. Bu tarz hareketlerin hastalıklı kalplerin / zihinlerin bir ürünü olduğunu vurguladı. Hâlbuki Kur’an’da müteşabih ifadelerle anlatılan gelecek öngörülerinin insanların anlayabilmeleri için metaforlarla / müteşabih / benzetmelerle anlatıldığı ve bu ayetlerin açık ortaya konan ilke ve öğretiler (muhkem ayetler) den hiçbir farkının olmadığı bu nedenle hepsinin Allah’ın bildirmesi olduğunu söyledi. Gerek tabiatta gerekse de sosyal hayatta Cenab-ı Hakk’ın kanunlarının nasıl tecelli ettiğini kavrayamayan, derinlikten yoksun beyinlerin müteşabih ifadelerle anlatılan geleceğe dair öngörüleri de anlayamayacaklarını belirtti. Onların hastalıklı düşünceleriyle insanları ancak kendi bozuk ve yanlış yollarına çekmeye çalıştıklarını ifade etti. Aklını kullanan kimselerin ise bu müteşabih ayetlerdeki metaforlarla anlatılmaya çalışılan ve gelecekte (gayb) mutlaka cereyan edecek olayların Allah’ın bildirmesi olduğunu ve O’nun sosyolojik yasası olduğunu bildiklerini ve iman ettiklerini söyledi.
Cenab-ı Hak, elçisinin verdiği bu cevapları aşağıdaki şekilde kayıt altına aldırır;
7- Sana Kitab'ı indiren O'dur. Bu Kitab’ın bir kısmı muhkem / manası açık olan ayetlerdir ki, bunlar, kitabın anasıdır. / esasıdır. / temelidir. / özüdür. Diğer kısmı ise müteşabihlerdir. / benzetmelerdir. / metaforlardır. Durum bu iken, kalplerinde kaypaklık / fitne / kötülük olan kimseler, fitne çıkarmak ve kendi arzularına göre bir sonuç elde etmek (tevil) için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun tevilini / nasıl ve ne şekilde gerçekleşeceğini ancak Allah bilir. Derinlikli düşünenler: “İman ettik, onların tamamı Rabbimiz katındandır” derler. Ulül Elbab / akıl ve vicdan sahibi derin kavrayış sahiplerinden başkası bunu anlayamaz. (Al-i İmran Suresi 7)
Peygamberimiz müteşabih olarak ifade edilen gelecek (gayb) haberlerinin gerçekleşmesinin kanıtını şöyle ortaya koyar; İslam Cumhuriyetinin gelecekte büyük başarılara imza atacağını ve düşmanlarının yenileceğini Necranlıların anlamaları için Firavunun yıkılıp gitmesine bakmalarının yeterli olduğunu ve bu minvalde Mekke Şirk Yönetiminin de tıpkı Firavun yönetimi gibi yıkılıp gideceğini belirtti. Kaçınılmaz olarak gerçekleşecek olan bu yıkımın Allah’ın sosyolojik (toplum bilim) yasası olduğunu bildirdi. Bu yıkımın ilk adımı olan Bedir Zaferi’nin bunun açık bir kanıtı olduğunu vurguladı. Zira Bedir’de inkârcı olan Mekke müşrik ordusu Allah yolunda savaşan Medine İslam Ordusundan üç kat daha fazla sayıda olmalarına rağmen müminlerin müşriklerin gözlerine iki misli fazla görünmesinin çok açık bir kanıt olduğuna işaret etti. Cenab-ı Hakk’ın bu açık yardımı ve inayetiyle Mekke müşrik ordusunun hezimeti yaşadığını söyledi. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’da müteşabih ifadelerle haber verdiği nihai zafer olayının da eninde sonunda mutlaka gerçekleşeceğini ifade etti.
Cenab-ı Hak, elçisinin ortaya koyduğu bu kanıtı şöyle kayıt altına aldırır;
8-13- Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizin sapmasına izin verme. Bize kendi katından bol bol rahmet bağışla. Muhakkak ki sen, Vehhab'sın / bol bol ihsan edensin. “Rabbimiz! Muhakkak ki Sen insanları geleceğinde kuşku olmayan bir gün için mutlaka bir araya getireceksin.” Allah vaadinden asla dönmez. İnkârcıların ne malları ne de evlatları Allah'a karşı hiçbir fayda vermeyecektir. Onlar ateşin yakıtı olacaklardır. Tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin başına gelenlerin aynısı (onların da başına gelecektir.) Zira onlar mesajlarımızı yalanlamışlardı. Allah da onları bu günahları yüzünden yakalayıvermişti. Allah, cezası / yakalaması çok çetin olandır. İnkâr edenlere de ki; “Yakında mağlup olacak ve cehenneme toplanacaksınız” O, ne kötü bir yerdir! (Bedir’de) Karşı karşıya gelen iki orduda sizin için kesinlikle bir ayet / kanıt vardır; Ordunun biri, Allah yolunda savaşıyor diğeri ise inkârcılardı. O inkârcılar müminleri, gözlerinde kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için bir ibret vardır. (Al-i İmran Suresi 8-13)
Peygamberimiz müzakereler kapsamında Necranlılara;
“Cenab-ı Mevla’nın bu apaçık yardımı nedeniyle sizin teklif ettiğiniz «Manda» ve bu Manda çerçevesinde vaat ettiğiniz maddi yardımlar, zenginlikler, ganimetler çok cazip görünse de kabul etmiyoruz. Sizin vaat ettiğiniz bu yardımlar yerine Allah’ın yardım ve inayetini istiyoruz. O’nun vereceği mükâfatlar çok ama çok daha değerlidir. Hele bir de O’nun hoşnutluğu var ki hiçbir maddi değerle ölçülemez. Biz işte buna talibiz. Allah kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etmektedir. Böylece O tevhit paradigmasını kendisine eksen seçmiş İslam Cumhuriyetinden yana olduğunu ifade etmektedir. Bu noktada melekler / melikler ve ilimde derinleşmiş ve haktan yana olan âlimler de aynı şahitliği yapmakta ve İslam Cumhuriyetinden yana desteklerini ifade etmektedirler. Ki gerçek olan da budur. Allah tek ilahtır ve sonsuz kudret sahibi ve yegâne egemendir.”
diyerek onların maddi yardım tekliflerini reddetti.
Cenab-ı Hak ise elçisinin reddedişini şöyle ifade ederek kayıtlara geçirtir;
14-18- Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere taparcasına duyulan sevgi, insanlara çok cazip kılındı. Fakat bunlar dünya / süfli / geçici hayatın kazanımıdır. Oysa varılacak en güzel hedef Allah’ın indindedir. De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahipleri için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Allah o kulları görür gözetir. Onlar öyle kullardır ki; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru!” derler. Aynı zamanda onlar, sabreden, dürüst olan, gönülden itaat eden, infakta bulunan ve seher vakitlerinde istiğfar eden kimselerdir. Allah kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etti. Melekler ve adaleti ayakta tutan ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Ki O’ndan başka ilah yoktur. O, kudret sahibi ve hakimdir. (Al-i İmran Suresi 14-18)
Peygamberimiz@ Necran heyetine Medine’deki Kaynuka Yahudileriyle aralarının bozulma sebeplerini şöylece belirtti;
“Başlangıçta tüm Medinelilerle Allah’ın istediği gibi barış / İslam / huzur, adalet, merhamet ve tevhit üzerine Anayasal bir Cumhuriyet kurduk. Fakat daha sonra kıskançlık, bencillik, haset ve azgınlıkları sebebiyle Kaynukalılar kurulan anayasal sistemin doğru, adil ve hakkaniyet çerçevesinde işlemesine bir türlü razı olmadılar ve ayrılık çıkardılar. Dahası haktan yana olanları katlederek isyan ettiler. Kendilerini üstün görmeleri fakat gerçekte ise başkalarının kendilerinden üstün olmalarını hazmedemediler. Kendilerini o kadar üstün ve seçilmiş görüyorlardı ki ne yaparlarsa yapsınlar Ahirette Allah’ın kendilerine çok az bir süre ateş azabıyla cezalandırdıktan sonra mutlaka cennete koyacağına, diğer insanların ise böyle bir ayrıcalığa sahip olmadığına inanmaları onları her türlü kötülüğe sürüklüyordu. Bu tür anlayışta olan kimselerle nasıl adil bir sistem kurup işletebileceksiniz? Sizde olsanız bunlarla düzgün bir birliktelik yapamazsınız.”
Cenab-ı Hak, elçisinin Kaynuka Yahudileri ile aralarının bozulma gerekçeleri olarak ortaya koyduğu hususları şöyle kayıt altına aldırır;
19-25- Şüphe yok ki Allah’ın nezdinde din, İslam'dır. / Barıştır. Fakat kitap verilenler kendilerine o ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık / haset ve haddi aşmak / azgınlık nedeniyle anlaşmazlığa düştüler. Allah'ın ayetlerini kim inkâr ederse bilsin ki şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir. Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben bana uyanlarla birlikte yönümü tamamen Allah’a doğru dönerek O’na teslim oldum ve böylece kendimi sağlama aldım. Kitap verilenlere ve Ümmilere “Siz de O’na teslim olup kendinizi sağlama almaz mısınız?” de. Eğer İslam oldularsa o zaman doğru yola ermişlerdir. Yok, eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir. Allah, kullarını çok iyi görendir. Şüphesiz Allah'ın ayetlerini inkâr eden, haksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan hak ve adaleti emreden kimseleri katledenleri acıklı bir azapla müjdele! İşte bunların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. Onlara yardım edende olmayacaktır. Kendilerine Kitap'tan bir pay verilmiş olan şu kimselere bir baksana. Aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına başvurmaları yolunda çağrı yapılmış olmasına rağmen onlardan bir kısmı, inatla ondan yüz çeviriyor. Bu, onların, “Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların iftira ile uydurdukları gerçek dışı kabulleri dinlerine ihanettir. Bakalım, geleceğinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandıkları tastamam ödendiği zaman onların halleri nice olacaktır? (Al-i İmran Suresi 19-25)
15.4. Necran Heyetiyle Müzakerelerde İkinci Aşama
Peygamberimiz@ müzakerelerin ikinci aşamasında Necran Heyetinin teklif ettiği Manda Yönetimini kabul edemeyeceğini ve kendilerinin de bu manda yönetiminden vazgeçmeleri gerektiğini şöyle ifade etti;
“Yeryüzünün mülkü Allah’ındır. O yeryüzünde dilediği gibi tasarruf eder. Dolayısıyla O kimi iktidara getirecek ise ne yapar eder onu iktidara getirir. Kimi de iktidardan indirecekse onu da o makamdan indirir.Hangi toplumu diriltecek ve yeryüzüne egemen kılacaksa onu yapar ve kimse de engel olamaz. Hangi toplumdaki zulmü ve karanlıkları kaldıracak ve o topluma aydınlık getirecekse onu da gerçekleştirmesine kimse mani olamaz. Hangi topluma da zenginlik ve servet verecekse onu da O verir. Bu nedenle bize düşen doğru yola giderken bile doğru metotları kullanmaktır. Sizlerin Bizans ve Mısır’ın desteğini almak için teklif ettiğiniz mal, mülk, servet ve silah sadece Allah’a bağlı olmakla da elde edilerek bağımsız bir güç olunabilir. Fakat sizin teklifinizi kabul edecek olursak, onlara bağlı / manda olmak zorunda kalacağız. Onlar ise bize yeni bir zulüm sistemi dayatmış olacaklar. Hal böyle olunca müminlerin kâfirlerin / müşriklerin mandası, velayeti ve yönetimi altına girmesi kabul edilemez.Şayet böyle bir teklif kabul edersek bu bizi Allah’tan uzaklaştırır. Bu ancak herhangi bir tehlikeden korunma koşuluyla olabilir. Şimdi ise öyle bir durum yoktur. Bu nedenle sizin manda teklifinizi kabul etmiyoruz. Gelin siz de Hristiyanlık ekseninde Bizans’a bağlı olmaktan vazgeçin ve sadece Allah’a bağlı olun. Gelin bağımsız bir birlik oluşturalım. Bana uyun, beni takip edin ve bağımsız sadece Allah’a bağlı tevhidi bir Cumhuriyet oluşturalım.”
Cenab-ı Hak, peygamberimizin Necran Heyetinin manda yönetimi teklifini kabul edemeyeceğine ilişkin ortaya koyduğu yukarıdaki gerekçeleri şöyle kayıt altına aldırır;
26-32- De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden de çeker alırsın, dilediğin aziz eder güçlü kılarsın, dilediğini de zelil eder alçaltırsın. Hayır, Senin elindedir. Hiç kuşkusuz Senin her şeye gücün yeter! Sen geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü de gecenin içine sokarsın. Sen ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” Müminler, müminleri bırakıp kâfirlerin velayeti / yönetimi / mandaları altına girmesinler. Her kim böyle yaparsa Allah ile bağını koparmış olur. Bu ancak kendinizi onlardan koruma amaçlı olabilir. Allah sizi emirlerine karşı gelmekten sakındırıyor. Zira sonunda Allah'a dönüp hesap vereceksiniz. De ki: “İçinizde taşıdığınız düşünceleri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde olan şeyleri de yerde olan şeyleri de bilir. Allah, her şeye kadirdir.” O gün herkes yaptığı iyilikleri ve kötülükleri karşısında hazır bulacak. Kendisi ile yaptığı kötülükler arasında çok uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi emirlerine karşı gelmekten sakındırıyor. Zira Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir. De ki: “Eğer Allah'ı seviyorsanız o zaman bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. De ki: “Allah'a ve Peygambere itaat edin!” Şayet yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkârcı nankörleri sevmez. (Al-i İmran Suresi 26-32)
15.5. Necran Heyetiyle Müzakerelerde Üçüncü Aşama
Peygamberimiz@ müzakerelerin üçüncü aşamasında Necran Heyetine Yönetimde Teslis Modelinin yanlışlığı ve onların da Teslis sisteminden vazgeçmeleri gerektiğini Hz. Zekeriya, Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın hayat hikâyeleri metaforu / müteşabihatı üzerinden şöyle ifade etti;
“Tıpkı Hz. Meryem’in Allah’a adanmış olması ve Allah’ın da onu tertemiz kılması, temizliğini koruması, çok çeşitli rızıklarla rızıklandırması ve âlemdeki diğer kadınlar arasında seçkinlerden kılınması gibi, Beni kendi kabilemin içlerinden çıkardı ve bana inanan müminler topluluğu da kendilerini Allah’a adadılar. Onlar, Allah’ın öğretisi sayesinde arındılar, temizlendiler, bütün engelleme ve zorluklara rağmen Alla onları hem Mekke’de hem Habeşistan’da ve hem de Medine’de çok çeşitli rızıklarla rızıklandı ve şimdi Arap yarımadasındaki tüm kabileler arasında onlar seçkin bir konuma geldiler. Öyle ki tıpkı Hz. Zekeriya’nın Hz. Meryem’e bakıp gıpta etmesi gibi sizler de müminlere gıpta ile bakmaktasınız ve onlar gibi olan bir nesil arzuluyorsunuz. Allah size bağımsızlığınızı ve çok değerli / temiz / soylu bir hükümranlık verir. Belki siz bu topraklarda bunu imkânsız görüyorsunuz ama Cenab-ı Hak için imkânsız yoktur. Sadece O’ndan isteyin Bizans’tan ya da Mısır’dan değil. Yolunuzu doğru tutun. Bunun gerçekleşmesi için Allah’ın yolunda istikrarlı bir şekilde gitmeniz, O’nu tespih etmeniz ve kısa bir süreliğine Mekke’ye karşı harekete geçmemeniz ve yapılacak ittifak konusunda bir şey söylememeniz yeterlidir. Böyle yaptığınız takdirde Cenab-ı Hak size sürekli hayat sahibi / Yahya bir iktidar verecektir. Bu iktidar beni tasdik eden ve bana gönderileni tasdik eden bir iktidar olacaktır.”
Cenab-ı Hak, elçisinin Teslis modelinin yanlışlığına ilişkin yaptığı bu açıklamaları şöyle kayıt altına aldırır;
33-47- Gerçek şu ki Allah, birbirinin soyundan gelmek üzere Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler üzerine seçkin kıldı. Allah, her şeyi işiten, her şeyi bilendir. Hani bir zaman İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdakini hür olarak Sana adadım. Benden bunu kabul buyur. Şüphesiz Sen her şeyi işiten, her şeyi bilensin” demişti. Fakat onu doğurunca, “Rabbim! Ben onu kız olarak doğurdum. –Hâlbuki Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilir– erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu lanetlenmiş Şeytandan şerrinden korumanı diliyorum” dedi. Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir surette kabul etti. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve onu Zekeriyya’nın himayesine verdi. Zekeriyya ne zaman onun yanına mihraba girse, onun hemen yanı başında yeni bir rızık bulurdu. O, “Ey Meryem! Bu sana nereden?” diye sorar, Meryem de “O, Allah tarafındandır” derdi. Şüphe yok ki Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. İşte o zaman Zekeriyya, Rabbine şöyle yakardı: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil ver. Şüphesiz Sen, duayı hakkıyla işitensin” dedi. Bunun üzerine mihrabda salatı ikame ederken melekler ona, “Allah sana, Allah'tan bir sözün gerçekleşeceğini doğrulayacak, efendi, iffetli, ıslah edici peygamberlerden Yahya'yı müjdeliyor” diye seslendiler. O, dedi ki; “Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış, karım da kısır iken benim nasıl oğlum olabilir?” dedi. (Allah) “Öyle de olsa, Allah dilediğini yapar” buyurdu. O; “Ey Rabbim! Bana bir işaret / ayet göster” dedi. (Allah); “İşte sana işaret: üç gün boyunca imayla anlaşma dışında insanlarla konuşmamandır. Rabbini çok an, sabah-akşam / daima tespih et” dedi. Ve o zaman melekler, “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınları arasından seni seçti. Ey Meryem! Rabbine saygıda kusur etme, O'na boyun eğ ve rükû edenlerle beraber sen de rükû et!” demişlerdi. İşte bu, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa sen Meryem'i kimin himayesine alacağına dair kura çekmek için kalemlerini atarlarken onların yanlarında değildin. Onlar birbirleriyle tartışırlarken de yanlarında değildin. Hani bir gün melekler, “Ey Meryem! Allah seni, Kendi indinde kararlaştırılmış bir söz olarak ismi Meryem oğlu İsa Mesih’i müjdeliyor. O dünya ve ahirette saygın, / şerefli, Allah’a yakın kullarındandır. O, ıslah etmek için yüksek makamda ve olgun biri olarak insanlarla konuşacak.” (Meryem) “Rabbim! Bana hiçbir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. (Melekler) “Öyle de olsa, Allah dilediği şeyi yaratır. O, bir şeyin olmasına karar verdiği zaman onun için ‘Ol!’ der, o şey hemen olur” dediler. (Al-i İmran Suresi 33-47)
Peygamberimiz@ müzakerelerin söz konusu bu üçüncü aşamasında Necran Heyetine Teslis Yönetiminin yanlışlığı ve onlarında Teslis sisteminden vazgeçmeleri gerektiği hususundaki açıklamalarına Hz. İsa’nın hayat hikâyesi metaforu / müteşabihatı üzerinden şöyle devam etti;
“Tıpkı Hz. İsa’nın doğup yetişkin bir hale geldikten sonra seçkin ve üst düzey insanlarla / tapınağın ileri gelenleri ile çok önemli meseleleri konuşup görüşebilen üstün makamda bir insan haline gelmesi, çamurdan bir kuş yapıp üfleyince canlanıp uçması, ölüleri diriltmesi, körü görür hale getirmesi, evde sakladıklarını ve tükettiklerini bilmesi gibi BEN de bütün kabilelerin reisleri, devletlerin yöneticileri ve her toplumun ileri gelenleri ile konuları müzakere edebilir, idaresini üstlendiğim toplumun kaderini / stratejisini çizer ve o kader / strateji çerçevesinde toplumu harekete geçirerek o toplumu uçururum, ölmüş toplumları bana verilen Kitapla diriltir, geleceği ve hakikati göremeyen körleşmiş toplumların gözlerini açarım ve sizlerin yaşam için ihtiyaçlarınızı ve sahip olduğunuz imkânları gayet iyi bilir ve size bildiririm. Ayrıca tıpkı Hz. İsa’nın elde kalan Tevrat müktesebatını inkâr etmediği, ondaki ilahi öğretiyi kabul ettiği, fakat toplumun kendi kendisine din diye yüklediği ağır yükleri ve haramları kaldırıp yaşamı kolaylaştırdığı, dahası apaçık bir mucize ile geldiği gibi BEN de elde bulunan tüm ilahi öğreti müktesebatını kabul ediyorum, sizin kendinize süreç içerisinde din diye yasaklar getirerek hayatı kendinize çekilmez hale getirdiğiniz hükümleri de kaldırıyorum ve hayatı sizin için kolaylaştırıyorum, dahası Bedir Zaferi gibi mucizede bana verildi ki Mekke’yi ve bana karşı çıkan kabileleri devirecek durumdayım.”
Cenab-ı Hak, elçisinin Teslis modelinin yanlışlığına ilişkin devam eden açıklamalarını şöyle kayıt altına aldırır;
48-51- (Melekler sözlerine şöyle devam edecekler;) “(Allah) ona Kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil'i öğretecek. Onu İsrail oğulları'na peygamber olarak gönderecek. Onlara şöyle diyecek: ‘Muhakkak ki, ben size Rabbinizden bir mucize / kanıt getirdim. Çamurdan kuş görünümünde bir şey yapar, ona üflerim de Allah'ın izniyle o kuş oluverir. Körü ve alacalı cüzzamlıları iyileştirir, ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Ayrıca evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer inananlarsanız bunda sizin için yeterli bir mucize / kanıt vardır. Tevrat'tan günümüze kadar sağlam kalan öğretiyi tasdik ediyorum ve size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest kılmak için gönderildim. Bu hususta Rabbinizden size bir mucize de / kanıt da getirmiş bulunuyorum. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’” (Al-i İmran Suresi 48-51)
Fakat Necran Heyeti Hz. Peygamberin@ bu anlattıklarını hayal mahsulü olarak değerlendirdi ve şöyle söylediler;
“Sen kendinin Peygamber olduğuna inanıyor ve kendine çok fazla güveniyorsun ancak gerçek öyle değildir. Mekke gelecekte Medine’yi müminlere dar edecek ve mutlaka hepinizi öldürüp yok etmek için çok büyük planlar yapacaklardır. Aklınızı başınıza alın ve böyle ham hayallere kapılmayın, bütün kabileler üzerlerinize çullanmadan size sunduğumuz Manda teklifini kabul edin.”
Hz. Peygamber@ Necran Heyetinin bu sözleri üzerine onlara vahiy çerçevesinde şöyle hitap etti;
“Tıpkı Hz. İsa’nın çağrıda bulunduğu fakat çevresindeki insanların da O’nun çağırdığı şeyleri reddettiklerini görünce gelecekte başına gelecek tehlikeli saldırılara karşı kendi safında kimlerin yer alacağını sorması gibi BEN de şimdi sizlere soruyorum ‘şayet tüm kabileler ve Mekke bizleri yok etmek için saldırdıkları zaman bana yani Allah yoluna destek verecek olanlar kimlerdir?’”
Hz. Peygamberin@ bu sorusu üzerine Ensar’dan iman edenler ve muhacirler Allah’ın yardımcılarının kendileri olduğunu yüksek bir tonda haykırdılar. Bunun üzerine Hz.Muhammed@ de Necran Heyetine dönüp şöyle söyledi;
“Yine tıpkı Hz. İsa’ya Cenab-ı Hakk’ın seslenip de inkârcıların korkutmalarına kulak asmaması, onların kurdukları suikast planlarını şimdiye kadar nasıl boşa çıkardıysa bundan sonrada boşa çıkaracağı ve onların kendisini asla öldüremeyeceği ve kendisinin vadesi ile öleceğini, kendisiyle birlikte olanların şanını yücelteceği, kıyamete kadar kendisinin ve takipçilerinin diğer toplumlara üstün geleceği gibi BENİ de Cenab-ı Hak koruyacak, şimdiye kadar giriştikleri tüm suikastları nasıl boşa çıkardıysa bundan sonra da boşa çıkaracak ve asla Mekkeliler beni öldüremeyecekler, ben ecelimle öleceğim, ben ve benimle birlikte olanların şanı çok yüce olacak ve Mekke’nin kıyametine kadar karşıtlarımıza karşı üstün geleceğiz. Cenab-ı Hak onlara bizim elimizle çok büyük azaplar verecek. Ayrıca O onlara ahirette de acı bir azap verecektir. Bunlar Cenab-ı Hakk’ın Hz. İsa’ya vaadi gibi bana da vaadidir.”
Cenab-ı Hak, peygamberimizle Necran Heyeti arasında geçen bu diyaloğu Hz. İsa’nın hayatı üzerinden şöyle kayıt altına aldırır;
52-58- İsa, onlardaki inkârcılığı sezince dedi ki; “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” (Bu soruya topluluğun arasındaki) İsa yanlıları / havariler; “Allah'ın yardımcıları biziz; biz, Allah'a iman ettik. Sen de bizim Müslüman / teslim olduğumuza şahit ol.” diye cevap vermişlerdi. (Bunun üzerine diğer müminler de) “Rabbimiz! Biz Senin indirdiğine iman ettik, bu Elçi'ye tabi olduk / uyduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz” dediler. Onlar (inkârcılığa meyledenler) bir düzen kurdular, Allah da bir düzen kurdu. Allah, düzen kuranların en hayırlısıdır. İşte o zaman Allah İsa’ya şöyle demişti; “Ey İsa! Seni ben vefat ettireceğim. (seni kimse öldüremeyecek, vadenle seni ben, vefat ettireceğim.) Seni kendime yükselteceğim. (Senin şanını yükselteceğim.) Seni inkârcılardan temizleyip kurtaracağım ve sana uyanları Diriliş Gününe kadar inkârcıların üzerinde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana olacak. O vakit ayrılığa düştüğünüz hususlarda hükmü ben vereceğim. Ve şu inkâr edenler yok mu? İşte onlara dünyada ve ahirette şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onlara yardım edecek kimse de olmayacak. Ancak iman eden ve ıslah edici eylemlerde bulunan kimselere gelince, onların yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir.” Allah, zalimleri sevmez. İşte Biz bunları sana kanıt olsun ve hikmetle öğüt alınsın diye okuyoruz. (Al-i İmran Suresi:52-58)
Necran Heyeti bu sefer tartışmayı Hz. İsa’nın doğasına ve Teslise getirerek şöyle dediler;
“Hz. İsa’nın Allah’ın bir kelimesi olduğunu Sen de (Hz. Peygamber’e yönelik olarak söylüyorlar) tasdik ediyorsun yani o Allah’tan bir parçadır böylece Allah’tan bir ruhtur. Bu nedenle O’nun oğlu olarak bu dünyaya maddi bir ceset içerisinde inzal olmuştur. O Allah’tan ayrılma bir parçadır. Dolayısıyla Hz. İsa normal bir insan değil o ikincil bir tanrıdır. Allah (Baba) yeryüzünde var olan bütün kötülük ve pisliklerden münezzeh olması sebebiyle dünyadaki bu kötülük, pislik ve günahları oğlu Hz. İsa acı çekerek üstlenmiştir. Kilise ise Hz. İsa’nın misyonunu üstlenmiş, onu temsil eder. Bu nedenle Yönetimde Teslis yapısı oldukça mantıklı ve uygun bir yapıdır. Bu yapı rengi, dili, ırkı farklı toplumları / kabileleri bir araya getirerek toplumsal tevhidi sağlayan bir yapıdır.”
Fakat peygamberimiz@ onların Teslis Sisteminin doğru olduğu iddialarına karşı Teslis fikrinin yanlış olduğu beyan etti ve dedi ki;
“Hz. İsa’nın yaratılış olarak Hz. Âdem’den asla bir farkı yoktur. Nasıl ki Hz. Âdem değil babasız, aynı zamanda annesiz olarak ve doğrudan doğruya topraktan yaratılmıştır. Sizler buna inanıyorsunuz. O zaman sadece babasız dünyaya geldi diye Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu demek Allah’a iftiradır. Hz. İsa’nın yaratılış olarak bizlerden hiçbir farkı yoktur. O asla bir ilah değildir. Hz. İsa’nın Allah’ın kelimesi olarak belirtilmesi bir müteşabihattır.Bu oluşumun nasıl, ne şekilde olduğu, gerçeğinin nasıl olduğu (tevili) bizce meçhuldür. Bunu en iyi Allah bilir. Bizim şu andaki bilgi birikimimiz bunu anlamaya yetmez. Bu nedenle Allah bunu nasıl ifade ediyorsa bizim için o doğrudur. Aynen olmasa da o müteşabih olarak doğrudur. Biz bunun Allah’ın bildirdiği şekliyle öyle olduğuna inanırız. Ama bunun peşine düşüp kendi arzularımıza göre ve kendi çıkarlarımıza uygun gelecek şekilde tevil / yorumlayıp Teslis Sistemi oluşturamayız. Bunu ancak kalbinde hastalık olanlar yapar. Şimdi siz Teslis ideolojisinin toplumlar arasında tevhit oluşturacağını iddia ediyorsunuz fakat bu teslis inancı toplumsal tevhidi oluşturmakta yetersiz kalıyor. Zira ırk, dil, renk farkları giderilse de ekonomik, siyasi ve hukuki olarak ayrım oluşturarak toplumda sınıflar oluşmakta ve bu sınıflar arasında da uçurum derecesinde farklar teslis sisteminde devam ediyor. Şöyle ki toplum içerisinde kilise mensuplarına ayrıcalıklı bir yer veriyorsunuz ve onları sorumsuz, hesap vermeyen bir konuma getiriyorsunuz. Aynı şekilde kralı ve avenesini de Allah’ı ve melekleri temsil ettirerek kutsal bir konuma getiriyor ve onları da hesap vermeyen yüce bir pozisyona oturtuyorsunuz. Bu şirk zulmünün devamı değil de nedir?”
Cenab-ı Hak, peygamberimizle Necran Heyeti arasında geçen bu diyaloğu Hz. İsa’nın yaratılışı / doğası üzerinden şöyle kayıt altına aldırır;
59-60- Şüphesiz Allah nezdinde İsa'nın yaradılış örnekliği, Âdem’in yaradılışı gibidir; O, onu topraktan yarattı, sonra ona “Ol!” dedi, o da hemen oldu. İşte gerçek, Rabbinin açıkladığı gibidir, o halde şüphecilerden olma. (Al-i İmran Suresi:59-60)
15.6. Necran Heyetiyle Müzakerelerde Dördüncü Aşama
Peygamberimiz@ Teslis Sisteminin yanlışlığını delilleriyle ortaya koymasına rağmen Necran Heyetinin bu delilleri kabul etmeye yanaşmaması üzerine Cenab-ı Hak elçisinden heyet üyelerini lanetleşmeye çağırmasını emreder. Rabbinden bu talimatı alan peygamberimiz hemen Necran Heyetini lanetleşmeye davet etti;
“Şayet ortaya koyduğum delillerden sonra sizler hala Teslis ideolojisinin doğru olduğunu ve zulüm yaratmadığını iddia ediyorsanız gelin o zaman lanetleşelim. Ben bu Teslisin fikrinin ve idari uygulamasının büyük bir yalan ve zulüm olduğunu iddia ediyorum. Siz doğru olduğunu, hak ve adalet üzerine olduğunu iddia ediyorsanız o zaman haydi gelin! Kadınlarımız, evlatlarımız ve kendimiz üzerine lanetleşelim.”
Peygamberimizin@ Necran Heyetine lanetleşme restini çekmesi üzerine Heyet üyeleri korktukları için lanetleşmeyi göze alamadılar. Zira kendileri de gayet iyi biliyorlardı ki Teslis Sistemi ile toplumun üzerine çok kolay bir yolla egemenlik kurmuşlardı. Onlar Kral’ın Allah (Baba) adına, Kilise’nin Hz. İsa (oğul) ve Parlamento’nun Kutsal Ruhlar adına hareket ettiklerini söyleyerek toplumu istedikleri gibi kolayca ve kimseye hesap vermeksizin yönetiyorlardı. Hem yetkiliydiler hem de sorumsuz. Bunun çok açık bir zulüm olduğunu gayet iyi bildikleri için peygamberimizin lanetleşme teklifine yanaşmadılar.
Cenab-ı Hakk’ın, elçisine verdiği talimat Kur’an’da aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir;
61- Artık sana gelen bu gerçek bilgiden sonra hala bu konuda seninle tartışırlarsa onlara deki; “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah'ın lanetinin yalancılar üzerine olmasını dileyelim.” (Al-i İmran Suresi:61)
Peygamberimizin lanetleşme restine karşı iddialarına devam edemeyen Heyet üyelerine karşı Cenab-ı Hak bu kez peygamberimize şöyle bir teklifte bulunmasını emretti;
“Gelin! Beraber olalım. Bırakın Bizans ve Mısır’ın himayesine girmeyi /mandasına girmeyi. Hristiyan blokun içinde yer almayı bırakın. Onların sistemlerini kendimize alarak birbirimizi rab edinmeyelim. Onların Teslis Sistemi olan kral – Allah (baba), kilise- İsa (oğul) ve meclis-ruhul kudus, üçlemesi ile birbirimizi rabler edinmeyelim. Böyle yaparsak bir kısmımız, Allah'ı bırakıp, kulları durumundaki bazılarını helâller ve haramlar ortaya koyan itaati zaruri otoriteler kabul edip onları ilahlaştırmış oluruz. İlahların çokluğu durumu da yönetimde çok başlılığı meydana getirir. Kuvvetler ayrılığı prensibi değil de kuvvetler birliği prensibi olan hepimiz sadece Allah’a kulluk etme şeklinde Tevhidi sistemini gerçekleştirelim. Böylece aşamayacağımız engel yoktur.”
Cenab-ı Hakk’ın, elçisine verdiği talimat Kur’an’da aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir;
62-64- (İşte bakın lanetleşmeye gelemediler) Çünkü İsa hakkında işin gerçeği budur. Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur. Şüphesiz Allah, yegâne galip, hüküm ve hikmet sahibidir. Yine de yüz çevirirlerse, bilinsin ki, Allah, bozguncuları çok iyi bilir. De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda (geçerli olmak üzere) şöyle ortak bir ilkeye gelin; “Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak tutmayalım ve Allah'ı bırakıp bazımız bazımızı / birbirimizi rabler edinmeyelim.” Buna rağmen eğer onlar yine yüz çevirirlerse artık “Şahit olun ki biz gerçekten müslimleriz / Allah’a teslim olanlarız” deyin. . (Al-i İmran Suresi:62-64)
15.7. Necran Heyetiyle Müzakerelerde Son Aşama
Peygamberimizin@ lanetleşme restine karşı Necran Heyeti üç günlük süre istediler. Bu süre içerisinde onlar lanetleşme konusunu Medine’deki Yahudilerle istişare ettiler. Yahudiler onlara lanetleşmeden kaçınmalarını tavsiye ettiler. Hz.Muhammed’in gerçekten peygamber olması halinde başlarına büyük felaketler geleceğini söylediler. Bu görüşmeler sırasında Heyet üyeleri Yahudilerden Hz.Muhammed@ ile aralarında geçen ihtilaf konuları hakkında bilgi edindiler. Necran Heyeti Yahudilerden edindikleri bu bilgileri kullanarak fitne düşünceleri peygamberimizle yaptıkları son müzakerelerde gündeme taşıdılar. Onlar Yahudilerden peygamberimizle aralarında geçen gerilime ilişkin onların fitne çıkarıcı fikir ve iddialarını almışlardı. Medineli Yahudiler özellikle kıble değişimine ilişkin olarak Necran Heyetine Hz.Muhammed’in@ Kâbe merkezli bağımsız bir Arabistan düşüncesinde olduğunu ve bu ülkede ehli kitaba yer vermeyeceğini bu nedenle Kıbleyi Kudüs’ten Kâbe’ye çevirdiğini söylediler. Heyet üyeleri bu konuyu toplantıda gündeme getirince peygamberimiz@ hem bu konuya cevap verdi hem de kendi teklifini ortaya koydu;
“Hz. İbrahim’in ülkesi olan bu topraklarda yine onun ilkesi olan Tevhit öğretisi etrafında / Kâbe eksenli olarak bir araya gelelim. Niye illa ki başka bir otorite ve sistem arıyoruz? Çağırdığınız Hristiyan dininin kökü Hz. İbrahim’e kadar gitmiyor mu? Yahudiliğin de Hristiyanlığın da temeli Hz. İbrahim’e dayanmıyor mu? O halde neden köklerimize dönmüyoruz da onun türevleriyle uğraşıyoruz? Artı onların o türev olarak ürettikleri hakkında da çok şey bilmediğiniz halde onların doğru olduğunu düşünüyorsunuz. Yani sanki bugün elinizde bulunan bu dinler saflığını, temizliğini ve orijinalliğini ne kadar korumuş? Biliyor musunuz? Elbette bilmiyorsunuz! Ama şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki Hz. İbrahim ne Yahudi’ydi ve ne de Hristiyan’dı o Hanif bir Müslümandı (Allah’a teslim olmuş bir şahsiyetti) ve asla müşriklerden (toplumda ayrımcılık, bölücülük yapan, ırkçılık, kabilecilik ya da kuvvetler ayrılığı yapan) değildi. Dolayısıyla benim elimde Hz. İbrahim’in ideolojisinin kökleri / orijinali / aslı varken, ben niye gidip Yahudilerin şirke bulaşmış, bozulmuş düşünce ve sistemlerine (kıblelerine) yöneleyim ki / öyküneyim ki? Bizler Hz. İbrahim dururken başkasına gitmeyiz. Bizim yolumuz, ideolojimiz ve düşüncemiz Hz. İbrahim’in yolu, ideolojisi ve düşüncesidir. Bizler ona en yakın kimseleriz.”
Cenab-ı Hak, peygamberimizle Necran Heyeti arasında Kıble tartışması üzerine geçen bu diyaloğu şöyle kayıt altına aldırır;
65-68- Ey Kitap Ehli! Niçin İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Hâlbuki hem Tevrat hem de İncil ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? İşte siz böylesiniz. Biraz bilginiz olan şey hakkında tartışıyorsunuz ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında ne diye tartışıyorsunuz? Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyan. Fakat o, sadece Allah’ı bir tek ilah olarak tanıyan bir Müslümandı. O, asla müşriklerden olmadı. Muhakkak ki, İbrahim'e en yakın olanlar onun izinden gidenler, bu Peygamber ve şu müminlerdir. Allah müminlerin velisidir. /yardımcısıdır. /yol gösterenidir. / yöneticisidir. (Al-i İmran Suresi:65-68)
Müzakerelerin sonunda Necran Heyeti, peygamberimizin lanetleşme ve İslam / Barış topluluğuna girme tekliflerin kabul etmeseler de tamamen reddetmemişlerdir. Onunla lanetleşmemeleri zımni olarak peygamberliğini kabul manasına geldiği gibi her yıl Safer ve Recep aylarına birer takım elbise göndermeyi kabul eden bir anlaşmaya imza atmaları da aslında peygamberimizin teklifine sıcak bakma meylinde olduklarını göstermektedir. Zira Necranlılar her ne kadar Roma Hristiyan blokuna katılma çağrısı yapsalarda kendileri geçmişte Roma blokunda yer almanın çok acı tecrübesini de yaşamışlardı. Kızıldeniz ticaretini kontrol altında tutmak isteyen Romalıların Necranlılar vasıyasıyla Yemen’i ele geçirmeye çalışması karşısında Sasani (Pers – İran) Devletinin Zünuvas komutasında 30.000’e yakın Necranlıyı çukurlara doldurup yakarak katlettikleri Ashab-ı Uhdud olayının acıları hala taze idi. Zünuvas ve adamlarından bu katliamın intikamı alınmış olsa da herhangi bir blokta yer almanın aslında ne kadar tehlike arz ettiğini çok iyi biliyorlardı. Bu durumu iyi bilen Necran Heyetinden bazılarının peygamberimize iman ettikleri de rivayet edilmiştir.