BÖLÜM 13
BOYKOT YILLARI EĞİTİMİ İLKADIMI
Peygamberimizin hareketi, 7. yılında boykotla karşı karşıya kalmıştır. Ebu Talip Haşimoğullarını kendi adıyla anılan tepedeki kalede kendi aşiretini toplamış, müminler de bu tepede yer alan mağara ve oyuklara taşınmışlardır.
Müminlerden az sayıda bir grup, bu boykot / muhasara ortamını eğitim kampına dönüştürmüşlerdir. Böylece geleceğin kadroları günlük hayatın meşgalelerinden uzaklaşarak bütün benlikleriyle kendilerini eğitime vermişlerdir. Peygamberimiz de Cenab-ı Hakk’ın kendisine öğrettiği / bahşettiği bilgi, tecrübe ve birikimlerini bu kadrolara aktarmaktadır.
Sınırlı sayıdaki bu kadrolar, sığındıkları mağarada, büyük bir medeniyetin inşası için peygamberimizin tedrisi ile bu günkü tabirle Felsefe, İlahiyat, Sosyoloji, Psikoloji, Ahlak İktisat, Hukuk, Kamu yönetimi, Tarih, Siyaset ve Teknoloji vb. ilim dallarına ait şu konular üzerine çalışma yaptılar; Vizyon / öngörü, proje, plan, program, hikmet, ihlas, kıskançlık, hile, desise, tevekkül, sabır, sebat, gayret, ilim, liyakat, ehliyet, iffet, aşk, şehvet, sadakat, dürüstlük, güvenilirlik /iman, tevhid, iktisat, maliye, hazine, siyaset, kemiyet, keyfiyet, kader / ölçü, hukuk, ….Bunlar, hayatı kapsayan konulardı. Cenab-ı Hak, bu konuların neredeyse hepsini içinde barındıran Hz.Yusuf’un @ hayat hikayesini tek bir kıssa halinde ve tek bir surede anlatır. Hz. Yusuf’un hayat hikayesi ile aynı zamanda Hz.Muhammed’in@ geçmişi ve geleceğiyle birlikte tüm hayatı boyunca yapmış olduğu mücadelenin hikayesini de özetlemiş olur. Böylece Hz.Muhammed’in @ gelecek hayatındaki mücadelesine hem ışık tutulmuş hem de ihbar edilmiş olur. Hz.Yusuf’un @ hayat hikayesi üzerinden Hz.Muhammed’in hayat hikayesini birlikte inceleyenler müthiş benzerlikleri rahatlıkla görebilecektir.
Cenab-ı Hak, daha Mekke de iken elçisine inzal ettiği Yusuf Suresinde Hz. Yusuf’un @ hayatında yaşanan olaylar ile Hz. Muhammed’in@ yaşamındaki benzerlikleri bildirir. Böylece bu benzerlikler üzerinden hem Hz.Muhammed’e@ hem de müminlere gelecekte ihtiyaç duyacakları dersler verilir. Gelecekteki yaşamlarında karşılaşacakları olaylara karşı nasıl bir yol izleyecekleri ve nasıl bir politika takip edecekleri bu kıssalar üzerinden anlatılmış olur.
13.1. Hz.Yusuf’un @ Rüyası ve Hz.Muhammed’in@ Vizyonu
Toplumların tıkanıp kaldığı ve içinden çıkamadığı sorunlara gömüldüğü vasatta Cenab-ı Hak kullarından bazılarını seçer, onları çeşitli şekillerde uyandırır, canlandırır, sorumluluk sahibi kılar ve vizyon sahibi yapar. Zira, mevcut medeniyetlerin felsefeleri, ilkeleri ve sistemleri halihazırdaki toplumun içinde bulunduğu sorunları çözmeye yetmemektedir. Bu nedenle yeni düşünce sistemlerine, yeni felsefelere ihtiyaç vardır. Yenilenmeye ve yeni vizyonlara ihtiyaç vardır. Cenab-ı Hak da bu tür bunalıma girmiş toplumları içinde bulundukları sıkıntıdan çıkaracak, sorunlarına çözüm getirecek vizyonu yine aynı toplumun içerisinden seçtiği bir kuluna vahyeder. Gösterilen / ortaya konan bu vizyon, geçmiş ve halihazırdaki bütün medeniyetlerin dünya görüşlerinden daha üstündür, daha parlaktır. Şayet bu yeni vizyona göre toplum yenilenecek olursa o güne kadar ki tüm felsefeler, dünya görüşleri ve bunların oluşturduğu toplumlar / devletler bu yenidünya görüşüne boyun eğeceklerdir, onu takip edeceklerdir.
Hz.Muhammed’de @ kendi döneminde ilahi lütuf sayesinde bir vizyona sahip olmuştu. Ona inzal edilen dünya görüşü şirk sisteminin öngördüğü atomize / şirk kabile toplum yapısının terk edilip, bütün kabilelerin tevhid olduğu tek bir ülke / tek bir toplum yapısına geçilmesiydi. Zira içinde bulundukları parçalı toplumsal yapı sürekli zulüm üretiyordu. Tek tek her kabilenin ayrı birer putu / ayrı birer dünya görüşünün olması, onların bitmez tükenmez kavga ve savaşların içerisine atıyor ve kabileler geriliğe, ilkelliğe, acılara ve çilelere mahkûm oluyordu. Şirk sistemli toplum yapısının meydana getirdiği zulüm, sadece kabileler arasındaki değil kabilelerin kendi içerisinde de meydana geliyordu. Zira şirk inancı onları kabilesel olarak merhametsiz kıldığı gibi kabilenin mensuplarına karşı da merhametsiz kılıyordu. Cenab-ı Hak ise elçisine alemlerin rabbi olduğunu bildirerek tüm alemlerin / kabile ve toplumların tevhit edilmesini öngören bir dünya görüşü bildirmişti. O aynı zamanda Rahman ve Rahim oluşuyla da alemlerde / kabile ve toplumlarda merhametin, şefkatin, paylaşmanın ve vergili olmanın bu dünya görüşünün temel paradigması olacağını iletmişti.
Tıpkı Hz.Yusuf’un @ rüyasında onbir yıldız, ay ve güneşin kendisine secde / itaat ettiğini görmesi gibi Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği dünya görüşünün Hz.Muhammed’de meydana getirdiği vizyonda / hayalinde / rüyasında da bütün Arap kabileleri (on bir yıldız metaforu ile), Babil ( ay metaforunda Irak ve İran medeniyetleri) ve Bizans, Suriye ve Mısır medeniyetlerinin (Güneş metaforu) hepsinin bir araya getirilip / Alemlerin Rabbi Allah paradigması altında tevhit edip bir İslam / Barış topluluğunun kurulması vardı. Böylece Allah elçisi eski medeniyetleri de aşan bir yeniliği ve insanların huzurlu, mutlu, müreffeh ve ileri bir medeniyete kucak açan dünya görüşünün hâkim olduğu bir toplumu “hayal” ediyordu.
Hz.Muhammed’in sahip olduğu bu vizyon, Yusuf Suresinde Hz.Yusuf’un @ rüyası metaforunda anlatılır. Nasıl ki Hz.Yusuf’a @ daha çocuk iken gelecekte bu barış ve esenlik toplum yapısının kurulacağı ve bu toplumun başına da kendisinin geçeceğinin sembolik ifadesini bir rüya olarak gösterilmiş ise Cenab-ı Hak da Hz.Yusuf’un bu rüyası üzerinden Hz.Muhammed’in@ hayal ettiği o medeniyetin bir gün kurucu başkanı olacağının müjdesi verilir. Yine Hz.Yusuf’un @ gördüğü rüyayı babası ile paylaşmasını ve babasının da bunu kardeşlerine bahsetmemesi ama babasının Hz. Yusuf’a @ gösterdiği sevgi ve ilgiyi kıskanmaları ise Hz.Muhammed’in sahip olduğu vizyonu Mekke’nin Varaka bin Nevfel gibi ihtiyar heyeti / mele’ topluluğu üyeleri ile paylaşmasına bir metafor olarak almak mümkündür.
Rahman Rahim Allah Adına
1–4- Elif, Lam, Ra. Bunlar, o apaçık / açıklayıcı kitabın ayetleridir. Muhakkak ki, Biz onu akledersiniz / kafanızı kullanırsınız diye Arapça bir hitab olarak indirdik. Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Oysa sen bundan önce gafillerden / bilgisizlerden / ilgisizlerden idin. Hani bir zaman Yusuf, babasına: “Babacığım, şüphesiz ben on bir yıldız, Güneş ve Ay’ı gördüm. Onları bana secde eder (itaat eder / boyun eğer) vaziyette gördüm.” demişti. (Yusuf Suresi 1-4)
Normal olarak devlet / kabile yöneticilerinin mutlaka ileriye / geleceğe yönelik tasarıları, projeleri olması beklenir. Bu tasarıların / projelerin de toplumun sorunlarını çözen ve sıkıntılarını gideren olması istenir. Toplum için halihazırdaki mevcut olan felsefelerin, ilkelerin, dinin, kuralların, değerlerin muhafazasından ziyade sıkıntılarının giderilmesi ve sorunlarının çözülmesi önemlidir. Ancak statükocu idareciler ise yenilenmelere karşı son derece ihtiyatlı, tereddütlü ve hatta soğuk yaklaşım sergilerler. Halbuki, idarecilerin sürekli bir yenilenmenin önderleri olması gerekir. Onların devrimci / parlak gelecek vizyonları olmalıdır. Ya da onlar vizyon sahiplerinden istifade etmenin yollarını bulmalıdırlar. Hatta yönettikleri insanların vizyon üretebilecek donanıma sahip olmaları için ne gerekiyorsa yapmalıdırlar. Fakat ne yazık ki yenilikçi / değişimci / devrimci düşünceleri içeren vizyonlar, en çok tepkiyi statükodan / muhafazakarlardan alırlar. Dahası yeni vizyonlara ilk muhalefet dostlardan, arkadaşlardan, kardeşlerden gelir. Zira kıskançlık / haset insan için son derece yıkıcı, yok edici, tahrip edici ve özellikle de haset edenin kendisine zarar verici kötü bir ahlaktır. Haset sahibinin gözünü kör eder. Özellikle de kabile tipi toplumsal yapılanmalarda bu durum çok daha belirgindir. Kabileler birbirlerini düşman ve rakip olarak gördüklerinden dolayı her yeni gelişmeden rahatsız olurlar ve rakip kabilenin asla bir iyiliğe kavuşmasını arzu etmezler.
Aynı durum devletlerde kendilerini kurulu düzenin sahibi gören statükocularda da görülür. Bu statükocular da sahip oldukları mevkileri kaybetme korkusu ile yenilenme fikirlerine karşı şiddetle karşı dururlar. Halbuki yenilenme tıpkı insanlarda olduğu gibi toplumlarda da kaçınılmazdır. Kendini yenilemeyen toplumlar / medeniyetler yıkılmaya, yok olmaya mahkumdur. Bu nedenle yöneticilerin özellikle dikkat etmesi gereken husus, yenilenme mekanizmalarının sistem içerisinde mutlaka bulundurulmasıdır.
Yenilenme vizyonları ise sembol ve sloganlarla ifade edilirler. Yani bir protokol dili ya da diplomasi dili kullanılır. Hikmet ehli / hükümet edenler bu diplomasi dili ile ifade edilen sembol ve sloganların altında yatan gerçekleri bilirler.
Mekke’deki şirk sistemi kabile yöneticileri de kendilerini her şeyden müstağni gördükleri için düşünceleri putlaşmış / donmuş ve yeniliklere değişimlere kapalı hale gelmişlerdir. Onları bu donmuş kalıplardan, ilkellikten ve gerilikten kurtaracak bir vizyon sunan peygamberimize kardeşleri olan Kureyşliler / Mekkeliler sırf kıskançlık, rekabet ve hasetleri yüzünden karşı çıkmaktaydırlar.
Hatırlanacak olursa Ebu Cehil peygamberimizin elçiliğine iman etmeme gerekçesi olarak kabilelerinin her konuda Haşimoğulları ile rekabet ettiğini ama şimdi “Haşimoğulları bizden bir resul çıktı dedikleri zaman onun karşısına bir resul çıkaramayacaklarını” gerekçe olarak ileri sürmüştü. Bu hasetliğin, kıskançlığın ve rekabetin doruk noktasıdır. Diğer kabilelerin reddediş gerekçelerinde de aşağı yukarı aynı rekabet duygusu, kıskançlık ve hasedin yattığı görülmektedir. Bu öyle bir kıskançlık, haset ve rekabetti ki Ebu Cehil gibi iblisler, çıkarlarının bu yenidünya görüşünde olduğunu bilmesine rağmen karşı çıkmışlardır. Tıpkı Hz.Yusuf’un @ kardeşlerinin kıskançlıkları ve hasetleri gibi onlar da Hz.Muhammed’e @ tuzaklar kurmuşlar, düşmanlıklar yapmışlar, canına kast etmişler, yurtlarından kovmuşlar, boykotlara maruz bırakmışlardır.
5–8- O (Babası): “Ey yavrucuğum! Gördüğünü (vizyonunu) kardeşlerine anlatma. Anlattığın takdirde sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki şeytan insana apaçık bir düşmandır. Zira bunun anlamı; Rabbin seni seçecek ve sana ehadisin te’vilinden ilimler / olayların altında yatan gerçekliklere ilişkin bilgiler / rüya veya vizyonda işaret edilen olayların gerçek hayatta neye tekabül ettiğini öğretecek. Daha önceki ataların İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi, nimetini sana ve Yakup soyuna tamamlayacaktır. Muhakkak ki, Rabbin Alim’dir, Hakim’dir” dedi. Doğrusu, Yusuf ve kardeşlerinde öğrenmek isteyenler için nice (asla tüketip bitirilemeyecek dersler) ayetler vardır. Onlar (Kardeşleri): “Biz güçlü ve kalabalık bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Açıkçası babamız, çok yanlış bir tutum içindedir.” Dediler. (Yusuf Suresi 5-8)
13.2. Hz.Yusuf’un @ Kuyuya Atılması ve Hz.Muhammed’in@ Mekke’den Ayrılmak Zorunda Bırakılması
Toplumun yenilenmesi için projesi / vizyonu olan kişilere en büyük tehdit statükodan / muhafazakarlardan gelir. Statüko vizyonerlerin öngördüğü yenilenme nedeniyle mevcut durumunun tehlikeye gireceğinden endişe edecek olursa bu yenilenme vizyonuna şiddetle karşı çıkar. Fakat onların yenilikçilere karşı çıkışı, sorunlara çözüm getirmediği gibi toplumun içinde yaşadığı krizi daha da derinleştirir. Statükocular toplumun yaşadığı sorunlara köklü çözümler getirmek yerine pansuman / geçici tedbirlerden yanadırlar. Bu nedenle toplumun statükocu yöneticilerden beklediği çözümler getirilemediği gibi uygulanan pansuman / geçici tedbirler de beklentileri karşılayamaz.
Bu durumda statüko konumundan endişe etmeye başlar ve her köklü çözüm getirmeye çalışan vizyon sahiplerini kendi iktidarları için tehdit olarak görürler. Öyle ki iktidarı kaybetme korku ve endişeleri, onlarda bir paranoya halini alır ve yenilikçilere karşı zulmetmeye başlarlar. Böylece vizyon sahiplerini ya yok etmek veya onları ülkeden kovmaya / sürgüne göndermeye çalışırlar.
Hatırlanacak olursa Hz. Muhammed @ ve müminler boykot aşamasına gelinceye kadar çok şiddetli baskı, öldürme ve işkenceler yaşamışlardı ve bundan sonra da müteaddit defalar öldürmeye yeltendiklerini tarih kaydetmiştir. Hatta boykot / muhasaranın gayesi de Ebu Talib’in yeğenini korumakdan vaz geçerek O’nu Kureyş’e teslim etmeye zorlamak için yapmış olduğu bir girişimdir. Daha sonraları görülecektir ki Ebu Talip reisliğindeki Haşimoğullarının Hz.Muhammed @ için yaptıkları koruma engelini aşamadıklarından peygamberimizi öldürmek yerine Mekke’den gitmesini yeğlemişlerdir. Bunun içinde peygamberimize Mekke’yi dar etmişler ve başka kabilelere sığınmak zorunda bırakmaya çalışmışlardır. Boykot dönemi ve sonrasında yapılan baskılar ve oyunlardan bunalan peygamberimiz özellikle hac aylarında hemen hemen her kabile ile görüşmüş ve kendisini himayelerine almalarını ve kendi vizyonunu onlarla birlikte gerçekleştirmek için onlardan korunma talep etmiştir.
Mekke müşrik yöneticileri her ne kadar peygamberimizi izlemiş / takip etmiş olsalar da onun Mekke dışı kabilelere sığınma girişimlerine engel olmamışlardır. Çünkü Mekke’yi peygamberimiz için bir kuyu yapan Mekke müşrik elitler boykotla da hizaya gelmeyen Hz.Muhammed @ için düşündükleri tek çare vardı: Bir an önce Mekke’yi terk etmesi ve Onun sürgün cezası ile cezalandırılması idi. Böylece Mekke halkının ve Mele’ topluluğu / ihtiyarlar heyeti / ak saçlı aklı selim düşünen yaşlı ileri gelenlerin bütün sevgisi, bağlılıkları ve yönelimleri müşrik elitlere / kabile reislerine olacaktır. Tıpkı kardeşlerinin Hz. Yusuf’un ortadan kaldırılması ya da başka diyarlara sürgün edilmesi sonucunda babalarının sevgi ve ilgisinin kendilerine olması düşünceleri gibi.
9-10- (İçlerinden biri dedi ki): “Yusuf’u öldürün, ya da bir yere atın ki, babanızın ilgisi yalnız size yönelsin, sonra da siz salih bir kavim olursunuz.” Onlardan bir diğeri “Yusuf’u öldürmeyin” dedi ve ekledi, “ille de bir şey yapacaksanız, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın; nasıl olsa oradan geçen kafilenin biri onu bulup alacaktır.” (Yusuf Suresi 9-10)
Yenilikçi vizyonerlerin ülkenin / milletin faydasına olacak vizyon üretmekten başka suçları yoktur. Onlar adi, yüz kızartıcı bir suç işlememişlerdir. Hırsızlıkları, arsızlıkları yoktur. Onların tek suçları içlerinden çıktıkları toplumlarının faydasına fikir üretmektir. Bu durumda statükocular hangi gerekçeyle bu insanları yok edecek veya sürgün edeceklerdir. Haklı bir gerekçe olmaksızın onları sürgün edemezler veya yok edemezler. Mutlaka bir oyun oynamaları gerekiyor ki kabilenin diğer mensuplarına karşı kendilerini suçsuz, temiz, haklı çıkarsınlar. Aksi takdirde yaptıkları zulüm kendilerinin sonunu getirecek bir eylem olacaktır.
Mekke müşrik elitlerinin de diğer toplumların statükocuları gibi Hz.Muhammed’i@ Haşimoğullarının koruması nedeniyle öldüremeyecekleri için sürgün edilmesinin daha iyi bir fikir olarak görecekleri bu kıssa üzerinden metafor olarak bildirilir. Onların gelecekte şöyle bir düşünceye gelecekleri de bildirilir; Hz. Muhammed @ şayet sahipsiz, korumasız bırakılacak olursa (kıssada kuyuya atılma metaforu ile ifade edilmekte) yani vatandaşlıktan çıkarılacak olursa o takdirde diğer kabilelerce köle yapılacak yahut öldürülecek veya sürgün vaziyette perişan olacak, böylece tehlike de bertaraf edilmiş olacaktır. Onlar Haşimoğullarının Hz.Muhammed @ üzerindeki koruma ve kollamasını kaldırması için her türlü entrikanın çevrilmesi gerektiğini düşünmekteydiler. Uygulanmakta olan boykotun amacı da bu korumanın kaldırılması için Haşimoğullarına baskı yapmaktı. Fakat her türlü baskıya rağmen Ebu Talip yaşamı boyunca yeğenini onlara asla teslim etmedi. Ama tıpkı Hz.Yakub’un @ Hz.Yusuf’u @ düşman kardeşlerine teslim etmesi metaforunda anlatıldığı gibi, bir gün gelecek Ebu Talipten sonra Haşimoğullarının başına Ebu Leheb geçecek ve Kureyş’in oynadığı bir oyun sonucu Haşimoğullarının koruması Ebu Leheb tarafından kaldırılacaktı. Bu hususta tıpkı Hz Yusuf’un @ düşman kardeşlerinin babalarından Hz.Yusuf’u @ kendilerine emanet etmesi için dil dökmeleri olayında olduğu gibi gelecekte Mekke müşrik elitlerinin de Haşimoğullarının lideri Ebu Leheb’e şayet Hz.Muhammed@ üzerindeki koruma kaldırılırsa O’na herhangi bir zarar vermeyeceklerini böylece kendisini kabilesi nezdinde küçük düşürecek bir duruma sokmayacaklarına dair sözler vereceklerinin ihbarı kıssa içerisinde metaforik olarak yapılır.
Aynı Hz.Yakub’un @ bu emanet olayına rızası olmamasına rağmen gönülsüzce teslim oluşu olayı ile de gelecekte Hz.Muhammed@ üzerindeki koruma ve kollamanın kaldırılacağının Haşimoğullarının geneli tarafından da rızasının olmayacağı ve başına kötü şeyler gelmesinden endişe ettikleri Hz.Yakub’un @ endişeleri üzerinden kıssada bildirilir.
11-14- Onlar (babalarına dönüp) dediler ki: “Ey babamız! Sen bize Yusuf konusunda neden güvenmiyorsun? Hâlbuki biz kuşkusuz onun iyiliğini istiyoruz. Yarın onu bizimle beraber gönder de bol bol yesin, koşup oynasın. Bizim onu koruyacağımızdan kuşkun olmasın.” O [babaları] dedi ki: “Onu götürmeniz beni endişelendiriyor ve siz ondan gafil iken onu kurt yemesinden korkuyorum.” Onlar [Yusuf’un kardeşleri] dediler ki: “Ant olsun ki biz böyle güçlü, kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde onu kurt kapacak olursa, o zaman biz mutlaka hüsrana uğrayanlardan olmuş oluruz. / yanmışız demektir.” (Yusuf Suresi 11-14)
Kıssa ile gelecekte Haşimoğullarının kabile töreleri gereği kabile reisinin kararı sonucunda Hz.Muhammed’i @ yalnız ve korumasız bırakacağına işaret edilirken tıpkı Hz. Yusuf’un @ kuyuya atılması gibi onun da adeta bir kuyuya atılacağı ve yalnızlığa / başka kabilelerin insafına terk edileceği / kurda kuşa yem yapılacağı metaforik olarak bildirilir. Hatta kıssada anlatılan kurt kapma hikayesi ile gelecekte Hz.Muhammed’in @ de başına böyle bir olayın geleceği ihbarı da yapılmış olur. Şöyle ki;
“Bilindiği üzere Hz.Muhammed @ kendisini korumaya alması için Mekke dışındaki rakip bir şehir olan Taif’e gizlice gitmiş ve oradaki Haşimoğulları ile yakınlığı olan kabilelerden koruma talep etmiştir. Ancak Taifli Kabileler korumayı reddettiği gibi Hz.Muhammed’i @ köle ve çocuklara taşlattırarak her tarafını kan revan içerisinde bırakmıştır. Onun orada çok kötü bir muameleyle karşılaşması üzerine Mekke müşrikleri Haşimoğullarına karşı şöyle bir savunma (Hz.Yusuf @kardeşlerinin babalarına karşı savunmaları metaforu) geliştirmişlerdir; ‘Biz sizden onun üzerindeki korumanızı kaldırarak onu bize emanet etmenizi istedik ama ona herhangi bir kötülük yapmadık. Biz kendi halimizde, işimizde gücümüzde, (Hz.Yusuf’un @ kardeşlerinin oyun oynarken metaforu) farkında olmadığımız bir zamanda o gizlice Taife gitmiş. Hatta biz ona güvenip paramızı, servetimizi bile emanet etmişken, onlara sahip çıkmasını istemişken (Hz.Yusuf’u eşyaların muhafazasına memur edilmesi metaforu) o bizim haberimiz olmadan Taif’e çekip gitmiş ve orada çok kötü bir muameleye tabi tutulmuş, köle ve çocuklara taşlatılmış yani bir nevi kurda kuşa yem olmuş. (Hz.Yusuf’u kurdun parçalaması metaforu) Yoksa bizim haberimiz olsa biz Taiflilere kendi kardeşimizin kılına dokundurtur muyuz? Ama kendi hatası, kendi düşen ağlamaz. O bize sırtını döndü. İşte! bizden ayrılanı böyle kurt kapar. (Kıssadaki kanlı gömlek metaforu). Bunda bizim bir suçumuz yok ki.’ ….”
15-18- İşte bu minval üzere, onu (Yusuf’u) kuyunun dibine atmaya sözbirliği etmiş bir halde götürüyorlardı ki, Biz de ona (Yusuf’a) “Ant olsun ki, bir gün gelecek sen onlara hiç farkında değilken bu yaptıklarını bir bir haber vereceksin.” diye vahyettik. Derken akşam vakti, ağlayarak babalarına geldiler. Onlar dediler ki: “Ey babamız! Şüphesiz biz yarış yapmak amacıyla uzaklaşmıştık. Yusuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık. Bir de baktık ki, onu kurt parçalamış. Ama biz ne kadar doğruyu söylersek söyleyelim sen yine de bize inanmazsın.” Üstelik bir de üzerinde yalandan bir kan lekesi bulunan gömleğini de getirmiştiler. O (babaları) dedi ki: “Bilakis, nefisleriniz / tasavvurlarınız aldatıp size bir oyun oynamış olmalı! -Artık (bana düşen) güzel bir sabır!- Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır.” (Yusuf Suresi 15-18)
Hz.Muhammed @ sahip olduğu vizyonu / dünya görüşü nedeniyle Mekke’de sığdırmaz edilecek ve tıpkı Hz. Yusuf’un @ atıldığı kör kuyuda kervanların bulması gibi Hz. Muhammed @ de Mekke müşrik elebaşıların attığı kör kuyularda Arap yarımadasında yaşayan Yahudiler bulacak ve kendilerinin çok işine yarayacağını düşünerek sevinecekleri bildirilir. Bu Yahudiler, ilk önceleri sahiplendikleri ve destekledikleri Hz. Muhammed’i @ Medineli Araplara satacakları da bildirilir. O’nun değerini bilmeyecekleri ve hiç istifade etmeden bunu yapacakları kervancıların Hz. Yusuf’u @ çok ucuza satması metaforu ile karşılanabilir. Tıpkı kervancıların önce çok değer verdikleri Hz.Yusuf’u @ daha sonraları ise O’ndan kurtulmak istemeleri metaforunda olduğu gibi Yahudilerin de Hz. Muhammed’e @ önceleri çok değer verecekleri ama daha sonraları ise O’ndan kurtulmaya çalışacakları ve O’nu başka kabilelere satacaklarının ihbarı yapılır. Bu ihbar aynen gerçekleşmiş ve önceleri Hz. Muhammed’i @ destekleyen Arap yarımadasındaki Yahudi kabileler özellikle Medineli Araplara yani Evs ve Hazreçlilere Hz. Muhammed’den @ bahsetmişler ve Medinelilerin Yahudilerden önce davranma isteği ile O’nunla iletişime geçmişlerdir. Akabe biatları ile anılan süreçlerde yapılan pazarlık ve görüşmelerden sonra Hz. Muhammed’i @ kendi yurtlarına getirmişlerdir.
19 – 20- Beri yandan bir yolcu kafilesi geldi ve sucularını o kuyuya gönderdiler. Sucu kovasını kuyuya saldı ve “Müjde! Müjde! Bu bir oğlan!” diye bağırdı. Onu ticari bir mal olarak gizleyip korudular. Allah ise onların ne yapacaklarını biliyordu. Sonunda onu düşük bir fiyata; birkaç dirheme sattılar. Zaten onlar ondan kurtulmak istiyorlardı. (Yusuf Suresi 19-20)
13.3. Hz.Yusuf’un @ Mısıra Yerleşmesi ve Hz.Muhammed’in @ Medine’ye Yerleşmesi
Tıpkı Hz.Yusuf’un @ yerinin şerefli ve üstün tutulmasını isteyen Mısırlı ileri gelen adamın bu ifadesi ile anlatılan gibi Hz. Muhammed’de @ Medine’ye hicret ettiğinde Medinelilerden çok itibar göreceği “Taleal Bedru aleyna….” şarkılarıyla karşılanacağı bildirilmiştir. Zira nasıl ki Hz.Yusuf’u @ satın alan Mısırlı adam O’ndan çok faydalanmayı ve O’nu evlat edinmeyi düşünüyorsa bu anlatımdaki metaforla Medinelilerin de Hz.Muhammed’den @ beklentilerinin çok büyük olacağı ihbar edilmiştir. Gerçi bunun Medineliler olacağı bildirilmemiştir ancak geriden tarihe bakıldığında bunun Medine olduğu ve Medinelilerinde Hz. Muhammed’den @ faydalanmaya ihtiyaçları olduğu görülmektedir. Şöyle ki;
“O dönemlerde Medine’nin iki büyük kabilesi Evs ve Hazreç birbirini kırmakta ve en önemli ileri gelenleri bu savaşlarda öldürülmekteydi. Medine huzur ve barış istemekteydi. Savaş ve kan dökülmesinden bıkmışlardı. Bu kabile savaşlarına bir son verilmeyecek olursa kabileler kan davası yüzünden bir arada yaşama iradesini kaybedecekler ve böylece ya yurtlarını terk edecekler veya kırılıp gideceklerdi. İşte Medine halkı Hz. Muhammed’in @ getirdiği tevhidi dünya görüşü / vizyonuyla örtüşen bir anlayışa zorunlu olarak gelmiş bir toplumdur. Şirk sisteminin öngördüğü kabile tipi toplum yapısının kendileri için ne kadar zararlı olduğunu onlar yaşayarak görmüşlerdir. Diğer taraftan da kabileler arasında kan davası oluşması nedeniyle kimse birbirini dinlememekte ve şehrin sorunlarını çözme hususunda içlerinden hiç kimsenin iktidara gelmesine sıcak bakmamaktaydılar. Hz. Muhammed’in @ Medine’ye dışarıdan geldiği ve O’nun iktidara gelmesi halinde hiçbir kabilenin diğerine üstünlüğü olmayacağı ve önerdiği dünya görüşü de barışı öncelediği için Medineliler sorunların çözümünde ve Medine’ye barışı / islamı getirmek amacıyla Hz.Muhammed’den @ faydalanmak istediler.”
Cenab-ı Hak kıssa ile tıpkı Hz. Yusuf’a @ Mısır’da sağlam bir zemin hazırladığı bilgisini vermekle Hz. Muhammed @ için de gideceği yerde sağlam bir zemin hazırlayacağını müjdelemektedir. O’nun vizyonunu gerçekleştireceği bir ortama kavuşturacağını bildirmektedir. Yine kıssada ki Hz. Yusuf’un @ olgunlaşma, ilim ve hüküm öğrenme metaforunda olduğu gibi Hz. Muhammed’in @ de Medine’ye ilk geldiğinde bir süre etrafı tanıyacağı, tanıdıkça duruma hâkim olacağı, hakimiyeti pekiştikçe de gerekli düzenleme, kural ve ilkeleri yavaş yavaş hayata geçireceği bildirilir. Medine’deki süreç incelendiğinde de görülecektir ki önce Kuba’ya gelişi ve Medine Vesikası / Anayasanın hazırlanması sonra Medine’ye girme ve çevreyi tanıma ve sonraları gerekli yasal düzenlemelerin ihtiyaca göre arka arkaya gelmesi…..
21 –22- Ve onu satın alan Mısırlı adam, karısına: “Bunun yerini / makamını kerim / şerefli yap. Bize faydalı olabilir, ya da onu evlat ediniriz” dedi. İşte böylece Biz Yusuf’u o ülkeye yerleştirdik. Ona olayların tevilini / yorumunu da öğrettik. Zira Allah murat ettiği işi başarı ile sonlandırandır. Fakat insanların çoğu bunu kavrayamaz. Artık o (Yusuf), olgunluk çağına gelince, kendisine ilim ve hüküm verdik. Zira Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. (Yusuf Suresi 21-22)
13.4. Züleyha’nın Hz.Yusuf’u @ Elde Etmeye çalışması ve Medineli Yahudi ve Münafıkların Hz.Muhammed’i @ Kendi Yanlarına Çekme Çabası
Vizyon sahipleri nereye giderlerse gitsinler onları bekleyen kıskanç bir statüko orada da vardır. Ve bu statükocular ülkelerine gelen yenilikçi / vizyon sahiplerinin önemli mevkilere / iktidara / söz sahipliğine getirilmesi halinde onları başarısız kılmak için çaba sarf eder. Onlar kendilerini ülkenin sahibi olarak gördüklerinden dışarıdan ithal edilen vizyon sahibi kişileri kendilerine hizmet edecek köle olarak görürler. Fakat kendileri iktidarda oldukları süreçte ülkeyi yönetmekte gösterdikleri başarısızlık nedeniyle ülkeyi bunalıma sürüklediklerinden ülkenin durumunu düzeltmek için ithal edilen vizyon sahiplerini de küçümserler ve onların da ülkeyi bunalımdan çıkaramayacaklarını düşünürler. İthal edilen vizyon sahiplerini yönetime getiren ülkenin diğer ileri gelenlerinin / ak saçlılarının onlara itibar ettiklerini ve onlardan çok şey beklediklerini bilirler. Dolayısıyla bunlar yeteneklerini gösterecek olurlarsa statükonun yerlerini almaları çok süre almaz. Zira statüko sahiplerinde bu kapasite ve kabiliyet olmadığı gibi üretmek içinde çaba sarf etmezler. Bu nedenle yeni gelenleri kendilerine uydurmaya / bent etmeye çalışırlar.
Vizyon sahipleri gittikleri yerlerde sağlam durup statükocuların ayartmalarına gelmez ise başarmamaları için hiçbir neden yoktur. Vizyon sahipleri sürgüne gittikleri yerde kendilerine kucak açan ev sahibinin (yönetimde söz sahibi olan diğer ileri gelenler, ak saçlılar ve halktan bir grup) iyi niyetine ve yapılan iyiliklere ihanet etmeden ve gösterilen iltifata marifetlerini göstererek cevap vermeli ve asla nankörlük yapmamalıdır.
Cenab-ı Hak, bu dersi Hz. Muhammed @ ve müminlere Hz.Yusuf’un @ Züleyha’nın kendisini baştan çıkarması girişimi olayı içerisinde anlatır. Böylece gelecekte karşılarına şahıslar ve olayın niteliği farklı da olsa aynı tavır ve davranışları içeren benzer olaylarla karşılaşılacaklarını ve kıssalardaki metaforları iyi kullanarak ve bu metaforlardan gerekli dersleri alarak hareket edilmesini öğretir. Hatta anlatılan kıssadaki metaforlar incelendiğinde görülecektir ki Cenab-ı Hak aslında Hz. Muhammed’e @ gelecekte başına gelecekleri neredeyse birebir anlatmıştır. Şöyle ki;
“Hz. Muhammed @ de Medine’ye hicret ettiği ilk zamanlarda çok itibar görecektir. Ancak ilerleyen zamanda bu sevgi seli yerini sıkıntılara bırakacaktır. Zira Züleyha ve Saray Kadınları rolünü oynayan Medine’nin ileri gelenlerinden olan Abdullah bin Ubey ve müttefikleri olan Medine Yahudi Kabileleri, Hz. Muhammed’in @ hicretine ve Medine’nin başına geçmesine, ondan yararlanmak amacıyla razı olmuştur. Fakat O’nu kendi saflarına çekemeyince O’nun karşısına geçmişler ve çok büyük sıkıntılar verdirmişlerdir. Hz.Yusuf @ kıssasında Züleyha Hz. Yusuf’u ayartıp kendisinden faydalanmak istemesi olayında olduğu gibi bu metafor ile Hz. Muhammed’in @ de hicret edeceği yerde ayartılmak isteneceği Cenab-ı Hak tarafından ihbar edilir. Gerçekten de Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’nin statükosunu temsil eden Abdullah bin Ubey liderliğindeki münafıklar ve işbirlikçileri Yahudi Kabilelerinin Şeytan ileri gelenleri Züleyha ve Saray kadınları pozisyonundadır. Medine’deki kötü gidişatın asıl sorumlusu olan bu statüko Hz. Muhammed’i @ kendi yanlarına çekmeye çalışarak imtiyazlarını ve mevcut statükolarını korumaya uğraşırlar. Bozuk sistemlerinin daha iyi işlemesi için Hz. Muhammed’den @ yararlanmak isterler. Tıpkı Mısır statükosundaki saray kadınlarının sefih, azgın ve sömürücü yaşamlarının doruk noktası olan şehvetlerini tatmin için Hz.Yusuf’tan @ yararlanmak istemeleri gibi. Söz konusu kıssa da Hz.Yusuf @ olgun bir delikanlı oluncaya kadar Züleyha ile aralarında şehvet ilişkisi değil ana – oğul arasındaki gibi bir sevgi ilişkisi vardır. Fakat Hz.Yusuf’un @ gelişmesinden sonra Züleyha O’nunla şehvetini tatmin etmek ister. Metaforik olarak benzer durum Hz. Muhammed @ ile Medine’nin münafık ve Yahudi statükosu arasında yaşanacaktır. Medine’ye hicretin ilk zamanlarında Medine Anayasasının imzalandığı ilk aşamalarda ilişkiler gayet iyidir. Hatta Hz. Muhammed @ bağları çok sıkı yapmak ve ilişkileri daha da geliştirmek için kıbleyi bile Yahudilerin kıblesi olarak seçmiş ve mü’minler salat (namazlarında ve müteakiben kamunun sorunlarını çözme faaliyetleri için yaptıkları) toplantılarında Mescid-i Aksa yönüne dönmüşlerdir. Ancak onlar mevcut sömürgeci, zalim ve haksız piyasa işleyişine müdahale etmemesini ve bu konuda kendilerinin yanında yer almasını istemişlerken Hz. Muhammed @ onların bu isteklerine hayır demiştir. O, Cenab-ı Hakk’ın kendisine gönderdiği ilahi öğreti çerçevesinde onların arzularının tersine olarak piyasaları adalet, ölçü ve tartıda haksızlıkların giderilmesi ve imtiyazların kaldırılması ile ilgili düzenlemeler yapmaya girişmiştir. Böylece O kendisini Medine’ye davet eden Evs ve Hazreç halkına ihanet etmemiştir. Onların hukukunu korumuştur. Tıpkı Hz.Yusuf’un @ Züleyha’ya ilişkiye girmekten kaçarak Vezirin hukukunu koruduğu gibi. Züleyha Hz. Yusuf’u elde etmek için her şeyi yaptı. Fakat Cenab-ı Hakk’ın Hz.Yusuf’u @ uyarması nedeniyle O hataya düşmedi. Aslında O’nun da nefsi bu ilişkiyi çekiyordu. Ancak O’nun seçtiği yol temiz, pak, adil, doğruluk, dürüstlük üzerine olduğu için O’nun yanlışa meylettiği zamanlarda Cenab-ı Mevla O’na yanlışını göstermişti. Aynı durumun Hz. Muhammed @ ve müminler içinde gelecekte cereyan edeceğini Cenab-ı Hak bu kıssa ile bildiriyor. Yani ‘gelecekte sizleri birileri siyasi ayartmalarda bulunabilir ve sizleri yanına çekerek yaptıkları yanlışa ortak etmek isteyebilir. Bu nedenle oldukça dikkatli olmalısınız’ uyarısı yapılır. Ve nitekim tarih içerisinde de Rabbimizin ihbar ettiği olaylar meydana gelmiş ve bu ihbarı değerlendiren Hz. Muhammed @ hataya düşmemiştir. Medine’nin Statükocu elitlerinin Hz. Muhammed’i @ kendi yanlarına çekme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. O siyasi olarak onların kulvarına asla katılmamıştır. Onların yanlışlarına asla ortak olmamıştır. O daima ilahi öğreti çerçevesinde doğruluğu, dürüstlüğü, adaleti ve hakkı ikame etmeye çalışmıştır. Çevresindeki müminler de kendisini takip etmişlerdir.”
23-24- Derken evinde bulunduğu hanım, arzusunu onunla tatmin etmek için onu baştan çıkarmak istedi. Ve (birgün) kapıları kilitledi ve “Haydi gel!” dedi. O([Yusuf): “Allah’a sığınırım! Doğrusu O benim Rabbimdir, O bana güzel bir mevkii bağışlamıştır. Emrine karşı gelmem. Şüphesiz zalimler asla iflah olmazlar / başarıya ulaşamazlar” dedi. Ve ant olsun o (hanım), onu arzuladı. Eğer o (Yusuf) Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, o da onu (kadını) arzulamıştı. İşte burhanımızı göstermemizin nedeni ondan fuhşu / taşkınlığı ve fenalığı / kötülüğü ondan uzaklaştırmak içindi. Çünkü o, Bizim arınmış kullarımızdandı. (Yusuf Suresi 23-24)
Vizyon sahibi kimseleri bekleyen en önemli tehlike, statükocular tarafından kendi saflarına çekilme isteklerinin kendilerinden değil de vizyon sahiplerinden geldiği iftirasını atarak onların ihanet içerisinde olduklarını kanıtlamaya çalışmalarıdır. Yani ülkenin kötü gidişatına sebep olan statükocular bu kötü gidişatı değiştirmek için yetkilendirilen vizyon sahiplerinin aslında herhangi bir vizyonlarının / çözümlerinin olmadığı onların amaçlarının da iktidar nimetlerinden faydalanmak olduğunu ortaya koymaya çalışırlar. Onlar bu çabaları ile vizyon sahiplerinin aslında hain olduklarını kendilerine güvenilemeyeceğini göstermeye çalışarak kendi günahlarını örtmeye çalışırlar.
Cenab-ı Hak, Züleyha’nın Hz.Yusuf’u @ kendine çekmek için uğraşması ve sonunda Hz.Yusuf’un @ gömleğini yırtması olayını anlatırken aslında Hz.Muhammed’in @ de başına gelecekte bu türden bir olayın siyasi olarak geleceğinin ihbarını yapar. Yani Hz. Muhammed’in de @ gelecekte kendi saflarına çekmeye çalışanların olacağı bildirilir. Şayet onların safına geçme hususunda direniş gösterecek olursa da ihanetle suçlanacağı ve cezalandırılması için çeşitli provakosyonlara muhatap olacağı da ihbar edilir. Tarihsel süreç içerisinde incelendiğinde görülecektir ki bu ihbarlar aynen gerçekleşmiştir. Şöyle ki;
“Hz. Muhammed @ Medinelileri krizden kurtarmak, onlara barış ve huzuru getirmek için Medine’nin yönetimine getirilir. Medinelilerin O’ndan beklentileri huzuru, barışı getirmesi ve birliği / beraberliği sağlayarak kendi aralarındaki savaşlara son verdirmesidir. Onların beklentilerinin karşılanabilmesi için Hz. Muhammed’in @ sosyal alanda bir dizi düzenlemeler yapması gerekmektedir. Toplumda yardımlaşma ve dayanışmayı sağlaması için piyasalara adalet getirmesi, imtiyazları kaldırması, yeni pazar kurması, kadınları toplumda saygın bir konuma çıkartması, ibadetlerdeki ağır rükünları kaldırması gibi birtakım reformları yapması şarttı. Bu reformların gerektirdiği düzenlemeler yapılınca Medine’nin statükocu ileri gelenleri ve Yahudi kabile reisleri son derece rahatsız olmuşlardı. Halbuki onlar Hz. Muhammed’i @ yanlarına çekerek piyasadaki tezgahlarına beraber devam etmek niyetin de idiler. Yani Hz. Muhammed’i @ Medine halkına ihanet ettirmeye çalışmışlardı. Aslında Medine döneminin ilk zamanların da Hz. Muhammed @ Medine’de Yahudilerle ilişkilerini geliştirmeye çalışmış ve onlara yakın durmayı tercih etmiştir. Bu amaçla da kıbleyi Kâbe yerine Beyti Makdis (Mescidi Aksa) yönüne doğru seçmiştir. Bu seçim aynı zamanda Hz. Muhammed’in @ İslam / barış topluluğu içerisinde Yahudileri baş tacı etmesidir. Onları değil dışlamak tam tersi onlara değer vermiştir. Medine Anayasasında / Vesikasında Yahudi kabilelerle ilişkiler de düzenlenmiştir. Bu vesika / Anayasa ile hep bir arada yaşama iradesi gösterilmiştir. Fakat diğer taraftan Medinelilerin de kendisine güvendikleri ve kendisinden çok şey bekledikleri bir kişi olarak Hz. Muhammed’in @ Arapları adeta dışlayıp Yahudilere çok yakın durmasını, Medineli Arap kabilelerinin hoş karşılamayacakları çok aşikardır. Onlar bu tip bir hareket tarzını kendilerine ihanet olarak telakki edeceklerdi. Kıblenin Kudüs istikametinde seçilmesini dahi hazmedemeyen ve bu uygulamayı kabul etmeyerek namazlarında Kabe’ye doğru dönen müminler bile varken Hz. Muhammed’in @ Medineli Arapları bırakıp Yahudilerle sıkı fıkı olmasının ihanet olarak anlaşılmasından daha tabii bir şey de olamaz. Ayrıca Medineli Araplar için Yahudilerde kendileri için faydalı bir cevher, bir değer bulunsaydı Hz. Muhammed’i @ niye getirip baş tacı etsinlerdi. Tam aksine Yahudiler Evs ve Hazreci birbirine düşürmekte ve birbirlerine kırdırmaktaydılar. Hz. Muhammed @ ise bu durumun farkında olduğundan ve bu kıssa ile dersini daha önce aldığından asla ihanet tuzağına düşmedi ve Medineli Araplara ihanet içerisinde olmadı. Hz. Muhammed @ Yahudilerin baştan çıkarıcı tutum ve davranışları karşısında tereddüt etmeden hemen vaziyet aldı ve kıbleyi Kudüs’teki Betil Atik’ten Kabe’ye çevirmesini Cenab-ı Hakk’tan niyaz etti. Cenab-ı Hak da kıbleyi Beytil Atik’ten Kabe’ye çevirerek Hz. Muhammed’in @ ihanet içerisinde olmadığını gösterdiği gibi Yahudilerin oyunlarını da bozdu. (kıssada Hz.Yusuf’un Rabbinin burhanını görme metaforu) Kıblenin tahvili peygamberimizin asla bir ihanetin içerisinde yer almadığının kanıtını teşkil etti. Esasında kıble değişikliğine de Yahudilerin seçkinci hareketleri ve söylemleri yol açmıştır. Bu durum metaforik olarak tıpkı Hz.Yusuf’un @ gömleğinin ([1]) arkadan yırtılması gibi idi.”
25-29- Ve ikisi de kapıya koştular. Kadın, onun gömleğini arkadan çekerek yırttı. Kapının yanında onun (kadının) kocasıyla karşılaştılar. O (kadın); “Senin ehline kötülük yapmak isteyen kimsenin cezası, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka ne olabilir?” dedi. O (Yusuf): “Asıl arzusunu benimle tatmin için beni baştan çıkarmaya çalışan odur.” dedi. Ve onun (kadının) yakınlarından bir görgü tanığı şahitlik etti: “Eğer onun (Yusuf’un) gömleği önden yırtılmış ise o (kadın) doğru söylemiştir, öteki (Yusuf) yalancılardandır.” “Yok eğer, onun (Yusuf’un) gömleği arkadan yırtılmış ise o zaman o (kadın) yalan söylemiştir, beriki (Yusuf) doğrulardandır.” Bunun üzerine o (Kadının kocası), onun (Yusuf’un) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, “Muhakkak ki bu, sizin tuzağınızdır. Gerçekten de sizin tuzağınız pek yamandır.” “Yusuf! Sen bu olayı yaşamadın say! Ve Ey Kadın! Sen de günahın için istiğfar et / özür dile! Çünkü (şu hal) senin suçunun sabit olduğunu gösteriyor” dedi. (Yusuf Suresi 25-29)
Aslında Hz. Muhammed’i @ Medine’ye hicret ettiğinde yanına çekmeye çalışanlar sadece Yahudiler değildi. Medine’deki Evs ve Hazreçin bütün aşiretleri O’nu yanına çekmeye çalıştılar. Onlar kabile asabiyesi ile biliyorlardı ki Hz. Muhammed’i @ yanlarına çekerlerse yönetimde önemli bir etkinliğe kavuşacaklardı. Fakat Hz. Muhammed @ hiçbir kabileye böyle bir fırsatı vermedi ve yönetim merkezinin (Mescid-i Nebevi’nin) seçimini devesi Kusvaya yaptırdı.
Medine’ye hicretten sonra Hz. Muhammed’in @ ilk ilgilendiği dolayısıyla ilişkiye geçtiği kesim elbetteki ticaretle uğraşan kesimdi. O önce çarşı pazarı yani ticari hayatı düzene sokma girişiminde bulundu. Bu noktada Yahudi kabilelerden Beni Kaynukalılar ve Medine’nin ticaretle uğraşan Arap kabilelerinin ileri gelenleri Hz. Muhammed @ ile muhatap oldular. O’nun ticari hayata yeni getirmek istediği düzenlemelerin pazardaki imtiyazlı tekelciliklerine son vereceğini bildiklerinden O’nu yanına çekmeye çalışmışlardı.
Yukarıda anlatıldığı üzere tıpkı Züleyha’nın Hz.Yusuf’u yanına çekmeye çalışması gibi Beni Kaynukalılar başta olmak üzere Abdullah bin Übey bin Selül öndeliğindeki Medine’nin elitliri de Hz. Muhammed’i @ kendi saflarına katmaya çalıştılar ancak Cenab-ı Hakk’ın uyarması ile O bu oyuna gelmedi. Kabe’nin sembolize ettiği doğruluk, dürüstlük, saflık, temizlik ve hakkaniyet politikasına doğru yönelindi.
Beni Kaynukalıların Hz. Muhammed’i @ ayartıp baştan çıkarmak için yaptığı başarısız girişim diğer Yahudi kabilelerin ayıplamasına yol açtı. Zira bir Arap hem de ümmi olan ilmi, tecrübesi, müktesabatı, birikimi ve arşivi olmayan bir Arap geliyor ve onların entrikalarını başlarına geçiriyordu. Şimdiye kadar bu görülmüş bir şey değildi. Yahudilerin müktesabatı çok gelişkindi ve onlar her zaman Arapları oyuna getirebilmiş ve istedikleri şekilde parmaklarında oynatmışlardı.
Bu nedenle kendilerini çok üstün gören diğer Yahudi kabileleri, kendileri gibi üstün olan bir Yahudi kabilesinin aşağı gördükleri (kıssada Hz. Yusuf’un köle / hizmetçi olması metaforu) Hz. Muhammed’e @ âşık olmasını ayıpladılar. O’nu kendi yanlarına çekmeye çalışmalarıyla alay ettiler. O’ndan murad almaya çalışmalarını / O’nu kendilerine uydurmaya çalışmalarını kınadılar. O’nun kendileri gibi bir müktesebatının olmadığını, ümmi olduğunu, arkasından gidilecek bir kimse olamayacağını düşünerek Hz.Muhammed’i@ kendilerine çekmeye çalışmalarını diğer Yahudi kabileler ayıp karşılamışlardı. (Şehrin diğer kadınlarının Züleyhayı ayıplama metaforu)
30- (Fakat bu olay yayılınca) Şehirdeki kadınlar (birbirlerine) “Vezirin karısı, genç hizmetçisini elde etmeye çalışmış. Besbelli ki aşk / tutku / sevgi onun yüreğini yakmış. Biz, onun işi iyice azıttığını / apaçık bir sapıklık içinde olduğunu görüyoruz” dediler. (Yusuf Suresi 30)
Cenab-ı Hak, elçisine gelecekte başına örülecek tuzakları anlatmaya aynı kıssa üzerinden devam eder. Hicret ettiği yerdeki toplulukların birbirleri ile olan ilişkilerini dikkate alması gerektiğini, düşmanlarının bile kendi aralarında rekabetleri olacağını vurgular. Nasıl ki Hz. Yusuf kıssasında Mısırlı ileri gelenlerin kadınları (sosyete) arasında bir çekememezlik, haset ve rekabet vardıysa aynı rekabet ve çekememezliğin Medineli Yahudi kabilelerinin ileri gelenleri arasında da bulunacağı ihbarı yapılır. Züleyha’nın kölesini yanına çekmeye çalışmasını kınayan Mısır sosyetesini Hz. Yusuf’la karşı karşıya getirmesi sahnesinin de gelecekte Beni Kaynuka’nın Medine’den sürülmesinden sonra Beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudi kabilelerinin Hz. Muhammed @ ile karşı karşıya kalacakları şeklinde tecelli edeceği bildirilir. Tıpkı Züleyha’nın kadınların ellerine bıçak tutuşturması gibi Beni Kaynuka kabilesi de Bedir Zaferinden sonra yaşadıkları sürgün öncesinde Medine’deki diğer Yahudi kabileleri kışkırtıp onlara gaz verip Medine’yi öyle terketmişti. (Kıssada Züleyha’nın kadınların ellerine bıçak verme metaforu) Nasıl ki Mısırlı sosyete kadınların köle / hizmetçi olarak bildikleri ve küçümsedikleri Hz.Yusuf’u görünce O’nu gözlerinde çok büyüterek adeta bir melek gibi gördüler ise Hz. Muhammed @ ile karşı karşıya kalan Beni Nadir ve Beni Kurayza kabileleri de küçümsedikleri (beşer / köle görme metaforu) Hz. Muhammed’i @ Medine’nin meliki / başkanı olarak gördüler / görmeye devam ettiler. (Kadınların Yusuf’u melek gibi görme metaforu) fakat onlarda Beni Kaynuka’nın ( Vezirin Karısının hanımların ellerine verdiği bıçak ile hanımların kendi ellerini kesmesi misali) akıttığı zehir ile onlar da peygamberimize ihanet edip Medine’den elleri kesildi. (Sürüldüler ya da idam edildiler.)
Gelecekte yaşanacak bu durum Cenab-ı Hak tarafından Hz. Muhammed’e @ kıssa çerçevesinde Mısırlı sosyete kadınların ellerini kesmeleri metaforunda anlatılır.
31- Sonra o (Vezirin karısı), onların (gizliden gizliye) dedikodu yaydıklarını işitince, onları davet ederek kendileri için dayalı döşeli bir ziyafet sofrası hazırladı. Ve onlardan her birine bir bıçak verdi. Ve (Yusuf’a) “Çık karşılarına!” dedi. Onlar (Hanımlar) onu (Yusuf’u) görünce büyüklüğünü anladılar ve şaşkınlıkla kendi ellerini kestiler. Ve “Hâşâ! / Olamaz! Allah için, bu bir beşer / kul / köle olamaz! olsa olsa bu çok şerefli bir melektir / meliktir / prenstir!” dediler. (Yusuf Suresi 31)
13.5. Hz.Yusuf’un @ Zindana Gönderilmesi ve Medine’nin Hz.Muhammed’e @ Zindan Edilmesi
Cenab-ı Hak, elçisini ve müminleri boykot yıllarında eğitmek amacıyla gönderdiği Yusuf Suresinde anlatılan kıssa ile aslında Hz. Muhammed’in @ ileride başına gelecekleri anlattığı yukarıda belirtilmişti. Kıssanın gelinen aşamasında Hz.Yusuf’un @ Züleyha’nın ayartmalarına gelmemesi nedeniyle Züleyha’nın gücünü / yetkisini / otorite ve imkanlarını kullanarak Hz.Yusuf’u @ zindana / hapse gönderdiği ve sürüm sürüm süründürdüğü anlatılarak Hz. Muhammed’e @ şu ihbarlarda bulunulur;
“Hicret için gideceğin yerde seni kendi yanına çekmeye çalışacak kişi ve toplulukların ayartma ve oyunlarına gelmediğin takdirde tıpkı Hz.Yusuf’u @ zindana attıkları gibi onlar sana da bulunduğun şehri zindan yapacaklardır. Sen başına gelecek olan bu olaylara sabredeceksin ve Hz.Yusuf’un @ yaptığı gibi yapacak ve onların ayartmalarına gelmektense çile çekmeyi yeğleyeceksin. Başarılı olman için sana kolay gibi görünen ancak helake sürükleyen yolu değil zor da olsa, acı ve çileli de olsa doğru, dürüst ve namuslu yolu tercih edeceksin. Bu çileli yolda Rabbinin seni koruması için O’na sığınacaksın. Yoksa onlar sen ne yaparsan yap, deliller ne kadar senin lehine olursa olsun yine de onların arzularına uymadığın takdirde senin yanında yer almayacaklarını bilmelisin”
Bu uyarı ve ihbarlardan sonra tarih ihbar edildiği gibi aynen gerçekleşmiş ve Hz. Muhammed’i @ kendilerine benzetemeyen / bend edemeyen Medine Yahudileri, Hz. Muhammed’in @ hedeflediği islam / barış topluluğu ve medeniyeti rüyasının gerçekleşmemesi için O’na Medine’deki hayatı zindan edecek girişimlerde bulunmuşlardır. (Hz.Yusuf’u @ hapse gönderme metaforu) anlaşmada yer almasına rağmen Uhud savaşında onu yalnız bırakmaları, savaştan sonra yaptıkları tezviratlar ve kışkırtmalar, hem Medine’deki hem de Arap yarımadasındaki diğer Yahudi kabilelerini kışkırtmaları, Mekke yönetimi ve Arap kabilelerini kışkırtarak Hendek savaşına müttefik bir ordu yaratmaları vb. hareketler Hz. Muhammed’e @ Medine’yi zindan etme girişiminden başka bir şey değildir.
Her ne kadar savaşlar Araplar arasında cereyan etse de geri planda ki ayartıcı ve kışkırtıcılıkta Yahudi kabilelerin elebaşıları baş rolü oynarlar. Tıpkı kıssadaki yöneticilerin erkekler olmasına rağmen geri planda kışkırtma ve arka planda ipleri ellerinde bulunduran sosyete ve saray kadınları gibi.
32- 35- O (Vezirin karısı): “İşte bu, beni hakkında kınadığınız kişidir. And olsun ki, ben onu elde etmeye çalıştım, ama o bundan şiddete sakındı. Yine ant olsun ki, kendisine emrettiğimi yapmazsa, muhakkak zindana atılacak ve sürüm sürüm sürünecektir” dedi. O (Yusuf): “Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Bununla birlikte eğer Sen, bunların tuzaklarına karşı beni korumazsan, ben onlara meylederim ve kendini bilmezlerden olurum.” dedi. Bunun üzerine Rabbi, ona (onun duasına) icabet etti de onların tuzaklarına karşı onu korudu. Şüphesiz O, evet O, hakkiyle işitenin, hakkiyle bilenin ta kendisidir. Fakat sonunda, bu kadar belge ve delili görmelerine rağmen belli bir süre için onu zindana atmanın daha uygun olacağını düşündüler. (Yusuf Suresi 32-35)
[1] ) Not: “gömlek=görüş, taraf” metaforunu ifade eder. (A.A)
13.6. Hz.Yusuf’un @ Zindan Arkadaşları ve Medine İslam Cumhuriyeti’nin Müttefikleri ve Karşıtları
Cenab-ı Hak, Hz.Yusuf’un @ zindan hayatını anlattığı bölüm ile Hz. Muhammed’e @ ve müminlere şu dersleri verirken ileride başlarına gelecek olayların ihbarını da yapar;
“Sizler Hz.Yusuf’un @ rüyasındaki gibi bir vizyona sahipsiniz ve sizin gibi gelecek vizyonuna sahip olanlar vizyonlarındaki hedeflerine ulaşmak için bütün gayretleri ile çalışmalı ve her türlü kötü şartları olumlu hale getirmenin yollarını aramalıdır. Bu uğurda sabır, sebat gösterecek ve bıkmadan usanmadan vizyonunuzu / tevhidi dünya görüşünüzü hicret ettiğiniz yerin çevresindeki diğer kabilelere de anlatacak ve onları tevhid olmaya (tevhidi dünya görüşü çerçevesinde müttefik olmaya) çağıracaksınız. Onları sadece Allah’a saygılı olmaya, sadece O’na kul olmaya davet edeceksiniz. Onların kurtuluşunun Allah’tan başka kutsal sayılan otoritelerin terk edilmesinde olduğunu bildireceksiniz. Allah’tan başka kendini kutsal sayan otoritelerin insanlara asla bir fayda sağlamadığını ilan edeceksiniz. Tevhidi Dünya Görüşü Vizyonunuzu anlattığınız kabilelerden size katılan olacağı gibi katılmayan da olacaktır. Yapacağınız çağrıya olumlu cevap vererek tevhid olanların / müttefik olanların kurtulacağı müjdesini verecek, ayrı kalıp statükodan yana tavır koyanların, şirk sistemli toplum yapısına devam etmek isteyenlerin ise mutlaka kaybedeceklerini bildireceksiniz. İleride muhakkak surette bunlara şahit olacaksınız. Alemlerin Rabbine teslim olup sizinle müttefik olanlar kazanacak ve çok bereketlere kavuşacak. Sizin karşınızda yer alanlar ise kaybedeceklerdir.”
Daha Mekke’de iken bu uyarı ve ihbarları dikkate alan Hz. Muhammed @ Medine’ye hicret ettiğinde Medine Yahudilerince Medine’nin kendisine zindan edilmesine karşın hiç yılmamış, mücadele etmiş, boş durmamış ve en olumsuz koşulları dahi kendi lehine çevirmenin yollarını aramıştır.
Hz.Yusuf’un @ zindanda çevresindeki insanların sorunlarını, görüşlerini, rüyalarını, vizyonlarını dinledikten sonra önce kendi vizyonunu / dinini / görüşünü anlattığı ve daha sonra da onların sorunlarını, vizyonlarını, görüşlerini ve rüyalarını kendi vizyonu çerçevesinde değerlendirdiği gibi Hz. Muhammed @ de kendi vizyonunu / görüşünü Medine çevresindeki bütün kabilelere ulaştırmaya çalışmış, sürekli çevre kabilelerin üzerine seriyyeler düzenlemiş ve onları tevhidi dünya görüşüne davet etmiştir. Onlara şirk sisteminin öngördüğü atomize toplum yapısından (kabileci toplum yapısından) vazgeçilmesi gerektiğini, bütün kabilelerin oluşturacağı tek millet esasına dayalı toplumsal yapıya geçilmesi gerektiğini ve bu görüş çerçevesinde kurulmuş Medine İslam Topluluğuna katılmaya davet etmiştir. Bundan başka kurtuluşlarının da olmadığını ve sorunlarının tek reçetesinin bu olduğunu bildirmiştir. Alemlerin Rabbi Allah inancı ekseninde toplumsal birlik ve beraberlik oluşturmanın insanların hayrına olduğunu sürekli vurgulamıştır.
Hz.Yusuf zindan arkadaşlarına Allah’tan başka otoriteleri kutsal saymanın insan onuruna ve haysiyetine yakışmadığını, dahası onların insanlara hiçbir fayda sağlamadığını, onların insanların yararına hiçbir çaba ve gayretlerinin olmadığını anlatmıştır. Aynı şekilde Hz. Muhammed’de @ Medine çevresindeki bütün kabilelere şirk sistemini terk etmeleri gerektiğini, bu sistemin kendilerine çok büyük zararlar vermekte olduğunu, onları geri ve ilkel bıraktığını, kendisinin Mekke’yi terk etme nedeninin müşriklerden ve bu şirk sisteminden uzaklaşmak ve tevhid sistemine gitmek olduğunu anlatmıştır.
Hz. Muhammed’in @ küçük ordular / seriyyeler eşliğinde yaptığı bu çağrılara muhatap olan kabilelerden çağrıya olumlu cevap vererek Hz. Muhammed @ ile ittifak yapan kabileler tarihsel süreç içerisinde “kurtulanlar” grubunda yer almışlardır. Bu kurtulan kabileler, anlatılan kıssada Hz.Yusuf’un zindan arkadaşlarından kurtulan kişiyle sembolize edilir. Nasıl ki iki zindan arkadaşından birisi zindandan kurtularak şarap sıkacak ve efendisine şarap sunacak ise Hz. Muhammed’in @ çağrısına ‘evet’ diyerek Medine İslam Topluluğu ile ittifak yapanlar kurtulacaklar ve bol bol bereketlere kavuşacaklardır. Onlar Rabblerine saygı ile bağlanacak olanlardır. Tıpkı kıssada anlatılan kişinin Rabbine / efendisine şarap sunması gibi. ([1])
Tarihsel süreçler incelendiğinde görülecektir ki, kıssa ile yapılan ihbar aynen gerçekleşmiştir. Şöyle ki; Hz. Muhammed’in @ seriyyeler yoluyla kabilelere yaptığı çağrı sonucunda çağrıya olumlu cevap veren kabileler “Rabbe bağlı olsalar da” / “müttefiklik yapsalar da” bu müttefiklik Hz. Muhammed’in @ yanında yer almak şeklinde tecelli edememiştir. Tıpkı kıssadaki kurtulan zindan arkadaşının Rabbinin yanında Hz.Yusuf’u anmaması gibi ki tembihlenmesine rağmen şeytanın unutturduğunu ifade ettiği gibi Medine çevresindeki kabilelerden Hz. Muhammed’in @ tevhidi dünya görüşüne katılsalar da korkuları nedeniyle O’nun yanında fiilen yer almamışlardır. Çünkü siyasi güç dengesinin hangi tarafa kayacağını yani Mekke şirk sisteminden yana mı yoksa Medine İslam Cumhuriyetinden yana mı kayacağını kestiremediklerinden beklemeyi tercih etmişlerdir. Ne zaman ki Hudeybiye anlaşmasını takiben Hayber fethedilmiş ve daha sonra da Mekke fethedilmiş ondan sonra bu gruptaki kabileler fevc fevc hidayete erip İslam / barış topluluğuna girmişlerdir.
Böylece Hz.Yusuf’un zindan hayatının uzun sürmesi gibi Hz. Muhammed’in @ Medine zindanı da çevre kabilelerin tevhidi dünya görüşüne inanmalarına rağmen Hz. Muhammed’e @ fiili destek vermemeleri nedeniyle uzun sürmüştür.
Hz.Yusuf ‘un zindanda iken tevhide davet ettiği diğer zindan arkadaşı ise “kurtulanlardan değil idam edilenlerden / kaybedenlerden” idi. Cenab-ı Hak bu metaforla Hz. Muhammed’in @ Medine’de kuracağı İslam topluluğuna katılmayan, O’na destek vermeyen, O’nun vizyonuna / görüşüne katılmayan ve şirk sisteminde kalmak isteyen kabilelerin “kaybedenler / yok olanlar / idam edilenler” grubunda yer alacaklarını bildirir. Bunların gelecekte akıbetlerinin sahip oldukları her türlü nimeti kaybedecekleri, kendi kendilerini yok oluşa / idama sürükleyecekleri ve sonrasında da İslam topluluğuna katılan / tevhid olan kabilelerce başlarının yeneceği gerçeği de asılıp idam edildikten sonra kuşların başını didikleyeceği metaforu ile anlatılır. Burada kuşların özellikle zikredilmesinin bu güçlü kabile ve / veya toplulukların bayraklarında yer alan kartal, şahin vb. yırtıcı kuşlarla ifade edilen amblemler olmasına dikkat edilmelidir.
Bu anlatımla Cenab-ı Mevla, Hz. Muhammed’in @ çağırdığı İslam / barış topluluğuna- Tevhide katılmayan kabilelerin sonunda yok olup gideceklerini ve başlarının üstünde taşıdıkları, üzerine titredikleri tüm maddi değerlerini de diğer kabile ve toplulukların / devletlerin aralarında paylaşacaklarını bildirmiş ve onları tevhide davet etmiş olmaktadır.
36- 42- Zindana onunla birlikte iki delikanlı daha girdi. (Birgün) Onlardan birisi: “Şüphesiz ben kendimi şaraplık üzüm sıkarken gördüm” dedi. Diğeri de: “Gerçekten ben de başımın üzerinde kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunun tevilini / yorumunu haber ver. Şüphesiz biz seni muhsinlerden (iyilik, güzellik üretenlerden) görüyoruz” dedi. O (Yusuf): “Size yiyecek olarak verilecek öğününüz / rüyanızda işaret edilen olaylar başınıza gelmeden onun tevilini / yorumunu size bildireceğim. Zira bunlar, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. (Ama önce şunu bilmeniz şart): Gerçekten ben Allah’a inanmayan ve ahireti de inkar eden bir kavmin / toplumun dünya görüşünü / dinini / milletini terk ettim ve atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un dinine / milletine / dünya görüşüne uydum. Bizim, Allah’a hiçbir şeyi ortak tutmamız bize yakışmaz! İşte bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur. Velâkin insanların çoğu şükretmiyorlar / bunu değerlendirmiyor. Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve kahhar olan bir tek Allah mı? Sizin, O’nu bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah bunlar hakkında hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah’a aittir: O, kendisinden başkasına tapmamanızı emretmiştir. İşte bu sizi ayakta tutacak dünya görüşüdür / dindir. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar. Ey zindan arkadaşlarım! İkinizden biri (zindandan kurtulup) Rabbine / efendisine şarap sunacak! Diğerine gelince, asılacak da başından kuşlar yiyecek! Hakkında açıklama istediğiniz iş böyle hükmedilecektir.” dedi. Ve o (Yusuf) o iki kişiden, kurtulacağına inandığı kişiye, “Rabbinin / efendinin katında beni an!” dedi. Sonra şeytan ona hatırlatmayı unutturdu. ([2]) Böylece o (Yusuf), nice yıllar zindanda kaldı. (Yusuf Suresi 36-42)
13.7. Kralın Rüyası ve Hayber Melikinin Öngörüsü
Hz.Yusuf’un @ Mısırda köle de olsa Vezirin evindeki konumu gayet iyi iken Züleyha’nın ayartmalarına gelmemekte direnmesi nedeniyle aralarının bozulup Hz.Yusuf’un @ zindana gönderilmesi ile Hz. Muhammed @ ve müminlerin Medine’deki ilk zamanlarda çevreden gelebilecek tehditlere ve saldırılara karşı güvenlikte olmaları birbirine çok benzemektedir. Ne zaman ki Kaynuka Yahudileri sürgün edildi, işte o zamandan itibaren Medine, kuzeydeki Hayber’den ve diğer yönlerdeki Arap kabilelerden gelecek saldırı ve tehditlere açık hale geldi ve bir nevi kuşatıldı.
Hz. Muhammed @ bu çevrelemeyi yarmak, Medine’nin güvenliğini temin etmek için ve aynı zamanda İslam / barış / tevhid topluluğunun sınırlarını genişletmek için sürekli çevre kabileler üzerine ordu gönderiyorken, sürgündeki Yahudiler ve Medine içindeki inkârcı Yahudiler (Huyey Bin Ahtab gibi) boş durmuyor sürekli Medine İslam Cumhuriyetinin yıkılması için çeşit çeşit entrikalar çeviriyordu. Bu entrikalardan en başarılıları şüphesiz ki Uhud savaşı ve Hendek savaşı için yaptıkları kışkırtmalar sayılabilir.
Hz. Muhammed’e @ ve müminlere Medine’yi zindan etmenin bu entrikaları çevirmenin karargâhı / merkezi Hayber’di. Çünkü Hayber, Medine`den sürgün edilen Yahudilerin çoğunun yerleştiği ve bir nevi harekât merkezi haline getirdikleri bir şehirdi.
Hayber sarp kayalar üzerine kurulmuş, çok korunaklı kalelerden oluşan bir şehirdi. Çeşitli yerlere dağılmış sekiz kaleden oluşan şehir, en az 10.000 kişilik silahlı bir askeri gücü barındıran güçlü bir merkezdi.
Beni Kaynuka Yahudilerinin Medine’den çıkarılmasını müteakiben Beni Nadir Yahudileri ve en son Beni Kurayza Yahudileri Medine’den çıkarılmıştır. Yahudilerle dost ve müttefik olarak başlayan Medine hayatı hicretten sonra ki yedi yıllık bir süreçte güney taraftaki Mekke tehlikesine kuzey taraftan bir de Yahudi saldırı tehlikesi eklenmişti. Hayber Yahudileri Mekkeli müşriklerle bir savunma iş birliği anlaşması da yapmışlardı. Ya da daha önce var olan bu iş birliği anlaşması Medine’deki dost ve müttefik Yahudi kabileler nedeniyle işlerliği bulunmamaktaydı. Bu anlaşmaya göre; Hz. Muhammed @ ordusuyla şayet Mekke üzerine yürürse Hayberliler Medine`ye baskın yapacaklar, eğer Hayber üzerine yürüyecek olursa bu kerre de Kureyş müşrikleri Medine`ye baskında bulunacak ve böylece birbirlerini koruyacaklardı. Hz.Muhammed @ ise bu planı Hudeybiye Anlaşmasıyla boşa çıkardı. Mekkeli müşriklerle Hudeybiye sulh anlaşmasının imzanmasıyla, Hayber’e yapılacak saldırı durumunda Medine’yi Kureyş’ten gelebilecek saldırılara karşı emniyete aldı. Medine’nin Kuzey tarafını - ki Hayber Yahudilerinin bulunduğu taraftı – emniyete almak için de Hayberi fethederek bu yahudilerden gelecek tehlikeyi bertaraf etmesi zorunluluk arz ediyordu. Bundan dolayı Hudeybiye Anlaşmasından sonra Hz. Muhammed @, Medine’nin kuşatılmışlığını kırmak için Hayber’e yöneldi ve 1600 kişilik bir kuvvetle şehri kuşattı. Çok şiddetli çarpışmalar oldu. Fakat kimsenin saldırmaya cesaret bile edemediği Hayber’i fethetme konusundaki Cenab-ı Hakk’ın Hz. Muhammed’e @ bahşettiği kararlılık sayesinde Hayber düşme noktasına geldi.
Cenab-ı Hak, Hz.Yusuf @ kıssası üzerinden anlattığı ve geleceğin ihbarını yaptığı Hz. Muhammed’in @ hayatında Medine’de uzun süre sıkıntılı bir hapis / çevrelenmiş hayat süreceğini böylece anlattıktan sonra aynı kıssa ile kurtuluş yakınlaştığı sırada yaşanacak olayları ise şöyle anlatır;
“Mısır kralının bir rüyası / görüşü / vizyonu vardır ve bu rüyasına / vizyonuna göre yedi besili, güçlü, kuvvetli ve semiz ineği, yedi zayıf, çelimsiz, güçsüz ve kuvvetsiz inek yemektedir. Yani Mısır kralının vizyonuna / görüşüne göre zayıflar giderek güçlüleri yenip yok etmektedirler. Bu duruma bir çare bulunması için Kral kendi yönetici ileri gelenlerinden görüş talep etmekte ve onlarla konuyu müşavere etmektedir. Kralın yönetici çevresi / bakanları ise gelinen noktada toplumsal sorunun çok karmaşık olduğunu ve bu karmaşık olayı çözme konusunda O’na yardımcı olamayacaklarını bildirirler. Bu konuda kendisine yardımcı olabileceğini bildiren sadece Hz. Yusuf’un @ hapiste iken tebliğ ettiği ve tebliği sonucu kurtulan şahıstır. O’da yardımcı olmak için bu hususta Hz. Yusuf’a @ başvurmak için yetki ve izin ister.”
Aslında anlatılan bu durum Hz. Muhammed’in @ Hayber seferinde bütün kaleler düşüp son kale kaldığında Hayber Yönetiminin bir durum değerlendirmesi yaptığı sahneye bir metafordur. Anılan sahne de Hayber Melikinin görüşü / vizyonu savaşın kaybedileceğinin belli olduğu ve zayıf, cılız, güçsüz gördükleri Hz.Muhammed @ ve müminlerin savaşın sonunda kendileri gibi güçlü, kuvvetli bir topluluğu yeneceği ve kendilerini Hayber’den sürüp çıkaracağı ya da kılıçtan geçireceği noktasında idi. Yani zayıf gördükleri topluluk kendileri gibi güçlü bir topluluğu yiyip bitirecekti. (Yedi zayıf ineğin yedi besili ineği yemesi metaforu.) Yine Hayber’in Reisi / Meliki Hayber’den sürülmek ya da kılıçtan geçirilmek yerine Hz. Muhammed @ ile Hayber’in yetiştirdiği ürünleri her yıl yarı yarıya paylaşmayı (yedi yeşil başak ve yedi kuru başak) esas alan bir barış anlaşması yapmayı teklif etme görüşünde idi. Bu görüşünü Hayberin ileri gelenleri ile müşavere ettiğinde onlar riske girmek istemezler ve bu görüş hakkında olumlu ya da olumsuz herhangi bir görüşe yanaşmazlar. Hatta birazda tuhaf karşılarlar. (Onların “biz böyle tuhaf rüyaların yorumundan anlamayız” ifadelerinin anlamı) Onlar açısından çok zor bir durumdur. Zira onların arasında Medine’den gelen yahudi kabilelerin ileri gelenleri de vardır ve şimdiye kadar onların ayartma ve aldatmalarına göre hareket etmişlerdir. Medine’den gelen Yahudiler, şimdiye kadar yapılanlarda ve işin bu noktaya gelmesinde kendi kusurlarının olduğunun açığa çıkmasını istemedikleri için direnişe devam etme yanlısı idiler. Diğer taraftan bu toplantıda İslam / barış topluluğuna teslim olmaktan yana olan ve bu hususta peygamberimizin teslimiyet davetini savaşın başlangıcında almakla birlikte siyasi gelişmelerin seyrine bakarak hareket etmeyi yeğlemiş olanlar da vardı. (Rabbinin katında peygamberimizi anması tavsiyesini şeytanın unutturduğu zindan arkadaşına metafor) Onlar “Şemmah” adlı bir elçilerini kıssadaki Melikin teklifi metaforunda kendi teslimiyet tekliflerini Hz. Muhammed’e @ götürülmesinin daha iyi olacağını ileri sürerler. Onların bu fikri kabul edilerek temsilcileri Şemmah Hayber Yönetiminin temsilcisi olarak Hz. Muhammed @ ile görüşmeye gider.
43-45- Derken melik / hükümdar dedi ki: “Şüphesiz ben yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Siz görüntülerin / vizyonların / rüyaların doğru yorumunu/ tevilini ([3]) biliyorsanız benim vizyonumu / rüyamı da yorumlayın bakalım.” Onlar (ileri gelenler) dediler ki: “Tuhaf, karmakarışık görüntülerdir / vizyonlardır / rüyalardır. Biz böyle karmakarışık görüntülerin / vizyonların / rüyaların altında yatan gerçek anlamı/ tevilini bilmekten aciziz.” İşte o an, iki zindan arkadaşından kurtulmuş olan kişi aradan geçen bunca vakitten sonra geçmişi hatırlayarak dedi ki: “Ben onun tevilini öğrenip size bildirebilirim, (fakat önce) hemen beni (zindana) gönderin.” (Yusuf Suresi 43-45)
Elçi, Hayber Melikinin barış için öngörüsünü / vizyonunu / teklifini Hayber Yönetiminin teklifi olarak Hz. Muhammed’e @ iletti ve görüşünü sordu. Hz.Muhammed @ ise Hayber Melikinin teklifini ilave şartlar getirerek kabul etti. Hz. Muhammed’in @ ilave şartları ise; Hayber’in ürettiği tarım ürünlerinden kendi ihtiyaçları ayrıldıktan sonra kalan kısmı Medine İslam Cumhuriyetine tahsis edilecek ve bu tahsis edilen kısmın depolanması mükellefiyeti de Hayberlilere ait olacak. Bu şart Hz.Yusuf’un @ yaptığı tevildeki “ekip hasat edilen mahsülün ihtiyaç fazlasının depolanması” metaforundan esinlenilmiştir. Diğer ilave şart ise bu sözleşmenin ondört yıllığına yapılması ve ihtiyaç hasıl olduğunda Medine İslam Cumhuriyeti adına depolanan mahsülden İslam devlet yöneticilerinden gelecek talep doğrultusunda tasarruf edilmesidir. Ondört yıl sonra artık sıkıntılar aşılacak ve İslam Cumhuriyeti her tarafta tevhidi sağlayınca bu uygulamaya gerek kalmayacak ve vahiy yağmuru her tarafa yağacak ve her yerde huzur, sükûn ve bereket olacaktır. Bu şart Hz.Yusuf’un yaptığı tevildeki “yedi yıl bolluk ve yedi yıl kıtlıktan sonra yağmurların yağması” metaforundan esinlenmiştir.
46-49- (Hapishaneye gelerek) “Yusuf! Ey doğru sözlü dost! Bize, insanlara iletmem ve onların da öğrenmesi için ‘Yedi semiz ineği, yedi cılız inek yiyor ve yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak’ hakkındaki görüşünü söyle.” O (Yusuf) dedi ki: “Önceden beri yapa geldiğiniz gibi yedi sene ekin ekeceksiniz. Fakat biçtiklerinizden yiyeceğiniz bir miktar dışında kalanı, başağından ayırmaksızın muhafaza edeceksiniz. Daha sonra onun arkasından yedi yıllık kıtlık dönemi gelecek ve sizin bu zor zamanlar için önceki biriktirdiğiniz her şeyi, saklayacağınız az bir miktar dışında silip süpürecek. Daha sonra da onun arkasından bir sene gelecek ki, insanlar onda yağmura kavuşacak ve onda sıkıp sağacaklar.” (Yusuf Suresi 46-49)
Peygamberimiz bu şartları ileri sürerken şu siyasi vizyona sahiptir;
“Medine’nin kuzeyi emniyete alındıktan sonra Mekke’nin savaşla değil ekonomik olarak sıkıştırılması ve sonunda İslam Cumhuriyetine teslim olarak tevhit / barış topluluğuna katılması amaçlanmıştı. Bu amaçla Mekke’nin tahıl ihtiyacının karşılandığı iki merkezden birisi Hz. Muhammed’in @ eline geçiyordu. Sıra ikinci merkeze gelecekti ki orası da Necran idi. Süreç içerisinde o merkezi de anlaşarak kontrol altına almayı başaran Hz. Muhammed @, Mekke’ye boykot uygulamış ve Mekke’nin ekonomik olarak teslimini fetihden önce gerçekleştirmiştir.”
“Hz. Muhammed @ bu noktada bir diğer stratejik konuyu daha düşünmüştü; Şayet Mekke ile tevhit sağlanacak olursa bu en fazla İran ve Bizans devletlerini rahatsız edecektir. Zira kendilerine rakip bir devlet oluşacaktı. Bu durumda onlar bu oluşumu engellemek için ne gerekiyorsa yapacaklardır. Tabi ki onlar açısından en önce yapılması gereken bu oluşumu ekonomik olarak yokluğa, kıtlığa, açlığa ve boykota mahkûm etmektir. Hayber yahudileri yurtlarından sürgün edilecek olursa bu toprakları işleyecek yeterli işçi Arap kabilelerinden bulunamayacaktır. Bu durumda açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalınacaktı. Bu nedenle Hayber Yahudileri ile böyle bir anlaşma yapılırsa gelecekte Bizans ve İran’dan gelebilecek boykotlar göğüslenebilecekti. Kabilelerin birleşerek tevhid olmaları ve eski şirk sistemini terk etmenin kendilerine vereceği zararları kolay atlatma imkânı olacaktı. Aksi takdirde kabileler tevhid sistemine geçmenin kendilerine fayda değil zarar getirdiğini görerek birlik sağlansa bile hemen tekrar şirk sistemine geri dönmeyi isteyeceklerdi. İşte bunun için Hz. Muhammed @ Hayber Yahudilerinin teklifini kabul etmiş ve onlara topraklarını ürünlerden haraç alma şartıyla onlara geri vermiştir.”
Hz. Muhammed’in @ barış şartlarını Hayber Yönetimine ileten elçiye Hayber’in Meliki çok olumlu yaklaşır ve teklif edilen ilave barış şartlarını kabul ederek bir anlaşma yapılmasını önerir. Bunun üzerine Hayber Meliki peygamberimize yeniden bir elçi gönderdi ve onu anlaşma yapmaya çağırdı. Ancak Hz.Muhammed @ anlaşma yapmadan bir konunun daha açıklığa kavuşmasını istiyordu ki gelecekte anlaşmanın bir daha fesada uğramaması ve tam bir güven sağlanması için bu gerekliydi. O konuda Medine Anayasasını ihlal etme, anayasaya ihanet etme konusunda Medine’den sürgün edilen Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza Yahudilerinin kendilerini Hayberli Yahudilere anlattığı gibi olmadığı tam tersine asıl ihanet eden tarafın başta Kaynukalılar olmak üzere Nadir oğulları ve Kurayza oğulları olduğu ve onların anlaşmayı bozdukları kendilerine itiraf edilecekti. Bu yaptıkları ihanet nedeniyle onların Medine’den sürgünü hak ettiklerine Hayber Yahudileri ikna olacaklardı.
Bu sebeple Hz. Muhammed @ hemen anlaşmayı yapmadı önce Yahudilerle aralarında geçen ihtilaf konusunda her şeyin açığa çıkmasını istedi. Bu amaçla O elçiye Allah’tan korkmaları (kıssadaki “Rabbine dön!” ifadesi) ve O’na dönmelerini asıl ihanet edenlerin belirlenmesi için bir soruşturma açılmasını istedi. Adil bir soruşturma yapılması halinde gerçeğin açığa çıkacağını ve kimin emin, güvenilir ve kimin hain olduğunun ortaya çıkacağını bildirdi.
Medine’den kovulduktan sonra kendilerine kucak açılan bu yahudi kabilelerin Medine Anayasasına ihanet etmeleri nedeniyle kendi kendilerine zarar verdikleri, arzuları nedeniyle kendi ellerinin Medine’den kesilmesine neden oldukları (kıssadaki kadınların ellerini doğramasının soruşturulması metaforu) fakat Arap yarımadasında Yahudilerin merkezi konumundaki Hayberlilere ise ihanetlerini gizleyerek Hz. Muhammed’i @ ve müminleri suçlu göstermeleri nedeniyle gerçeğin açığa çıkması için onlar hakkında soruşturma açılmasını istedi.
Yukarıda belirtilen olay metaforik olarak Hz.Yusuf üzerinden şu ayetle anlatılır;
50 – (Bu yorum / görüş kendisine iletilince) Hükümdar / Melik “Onu bana getirin!” dedi. Görevli ona (Yusuf’a) gelince, o (Yusuf) ona dedi ki: “Rabbine dön! ‘Ellerini kesen kadınların zoru ne imiş?’ diye bir soruşturun bakalım. Şunu da iyi bilin ki, Rabbim, onların oyunlarını çok iyi bilmektedir.” (Yusuf Suresi 50)
Cenab-ı Hak, Hz.Yusuf’un @ Melikten soruşturma talep etmesini anlattıktan sonra Melikin bu talebe binaen yaptığı soruşturmada Hz.Yusuf’un @ günahsız olduğunu, haksız bir şekilde hapis yatırıldığını ve esas suçlu günahkarın ise başta Züleyha ve işbirlikçi saray kadınlarının olduğunu bizzat Melikin huzurunda suçluların suçunu itiraf etmesi sahnesi ile anlatır. Kıssanın bu kısmı Hz. Muhammed’in @ gelecekte yaşayacağı bir olayın ihbarından başka bir şey değildir. Hemen hemen aynı olay Hz. Muhammed’in @ yaşamında da gerçekleşmiş ve Hayber Yönetimi / meliki de Hz. Muhammed’in @ esas suçlunun bulunması konusunda soruşturma talebi üzerine Medine’den sürgün gelen yahudilerin ileri gelenlerini de çağırarak bir toplantı yapmış ve Medine’deki barışı bozmada kimin haklı kimin haksız olduğunu soruşturmuştur. Soruşturma sonunda Medine’den gelen Yahudiler suçlarını itiraf etmişler ve Medine Anayasasını çiğneyenin kendileri olduğunu ve Hz. Muhammed’i @ kendi yanlarına çekmeye / ayartmaya çalışan tarafın kendileri olduğunu itiraf etmişlerdir.
51- O (hükümdar / Melik onları toplayıp): “Yusuf’u elde etmeye / ayartmaya çalıştığınızda neyi umuyordunuz / beklentiniz neydi?” dedi. Onlar (kadınlar): “Hâşâ, Allah için, biz onun aleyhine olabilecek en küçük bir kötülüğe tanık olmadık” dediler. Vezirin karısı ise: “Şimdi hak olduğu gibi ortaya çıktı. Arzumu tatmin için onu elde etmeye çalışan bendim. O ise doğrulardandı / sözüne sadık kalanlardandı” dedi. (Yusuf Suresi 51)
Soruşturma sonunda esas suçlunun Züleyha olduğu anlaşıldıktan sonra bu haber, Hz. Yusuf’a ulaştırılmış ve O bunun üzerine kendisinin Allah’ın rahmeti ve esirgemesi ile ayartmalara gelmediğini, yoksa Züleyha’nın ayartıcı teklifi karşısında nefsinin o ihanet teklifini neredeyse kabul edeceğini (hatta kısmi olarak gönlünün meylettiğini) ifade etmiş ve bu olayda kendi nefsine bir pay çıkarmaya kalkmamıştır. O, Cenab-ı Hakk’ın bu hususta inayet ve rehberliğinin esas rol oynadığını belirtmeden önce O’nun ihanet edenlerin hilesini eninde sonunda açığa çıkartan olduğunun herkesçe bilinmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Tıpkı peygamberimizin Medine’deki ilk zamanlarda kıbleyi Mescid-i Aksa’ya çevirmesi gibi Yahudi kabilelere biraz meyledilmiş ama daha sonra Cenab-ı Hakk’ın yol göstermesiyle kıble / yön Kabe’ye tahvil edilmiştir.
52- 53- (Yusuf haberciye dedi ki:) “İşte bu, benim onun gıyabında (yokluğunda) ona (efendime) ihanet etmediğimi ve Allah’ın, ihanet edenlerin hilesini başarıya ulaştırmadığını bilmeleri içindir. Ben nefsimi temize çıkaramam. Muhakkak ki nefis var gücüyle kötülüğü emreder. Ne var ki Rabbim acıyıp korursa o başka. Şüphesiz ki, Rabbim çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” (Yusuf Suresi 52-53)
13.8. Hz.Yusuf’un @ Mısır’a Sultan Olması ve Hz. Muhammed’in@ Hayber’i Hakimiyeti Altına Alması
Bu kıssadan daha Mekke’de iken dersini alan Hz. Muhammed @ Hayber’in fethi sırasında Hayber melikinin yaptığı soruşturmada esas ihanet edenin Medine Yahudileri olduğunun anlaşıldığı haberi gelince Hz. Muhammed @ de aynı şekilde Cenab-ı Hakk’ın ihanet edenlerin kurdukları hilelerin hiçbir zaman başarılı olamayacağı kuralını zikretmiş ve herkesin bunu bilmesini gerektiğini deklare etmiştir. O yine aynı şekilde devamla kendisinin Medine Anayasasına bağlı kaldığını ve Medine Yahudilerini Medine’den atarken haklı olduğunu, fakat anlaşmaya ihanet eden Medine Yahudilerinin sürgünden sonra Hayber’e gelip yerleşenlerin kendilerini haklı göstermek için hile kurduklarını ve bugüne kadar Medine İslam Cumhuriyetinin başına çorap örmek için her türlü hile ve desiseye başvurduklarını ifade etmiştir.
Diğer taraftan O aynı zamanda yapılan ayartmalar ve cezbedici teklifler karşısında insan nefsinin zayıflığı ve kötülüğe meyyal olması nedeniyle kendisinin de neredeyse ihanet etme noktasına geldiğini ancak bundan Cenab-ı Hakk’ın inayeti, rahmeti ve rehberliği sayesinde kurtulduğunu da bildirmiş ve insanları O’nun rahmet, bağışlama ve affına sığınmaya davet etmiştir. Şayet teslim olurlarsa kendilerine herhangi bir zarar verilmeyeceği, yapacakları anlaşmaya sadık kaldıkları takdirde kendileri ile merhamet ilişkisi içinde birlikte yaşanacağı taahhüt edilmiştir. ([4]) Bunun üzerine Hayber Yönetimi / Meliki Hz.Muhammed’e @ teslim olmuş ve bir barış anlaşması yapılarak Hayber’in tüm hazinelerini Hz.Muhammed’e teslim etmiştir. Hatta hazinelerini teslim etmeyen ve saklayan bazı yahudi aşiret reislerinin anlaşma gereği boyunları da vurulmuştur. Yapılan anlaşma sonucunda Hayberliler kendi arazilerini eskisi gibi yine kendileri ekecek yarısını kendi ihtiyaçları için ayıracak diğer yarısını da Medine İslam Devletine verilmek üzere tahsis edilecek ve bu amaçla uzun ömürlü bir depolama yöntemi ile depolanacaktır.
Nasıl ki Hz.Yusuf @ tek başına Mısır’ın hazinelerinin başına geçmiş ve onların tasarrufunda tek söz sahibi olmuş ise Hayber’in teslim olması ve böylece fethedilmesi ile Hz. Muhammed’de@ Hayber’in hazineleri ve ürettiği ürünleri üzerinde tasarruf için tek yetkili olmuştur. Daha sonra Teyma, Vadi’il Kura ve Fedek Yahudileri üzerine yürünmüş ve benzer anlaşmalar onlarla da yapılmış ve böylece onlardan gelecek tehlike bertaraf edildiği gibi onların yetiştirdiği ürünler Medine İslam Cumhuriyetinin iktisadi sigortası olmuştur.
Böylece de tıpkı Hz. Yusuf’un @ hapishaneden çıkması gibi Hz.Muhammed’in @ de Medine hapishanesinden çıkışı Hayber’in fethi sonunda yapılan anlaşma iledir. Bu anlaşmanın sonunda yahudilerin Medine üzerinde oluşturdukları abluka kalkmıştır.
Bu husus Hz.Yusuf @ kıssasının devamında şöyle ihbar edilir;
54- 57- Ve sonra hükümdar / Melik “Onu bana getirin, Onu kendime özel dost edineyim” dedi. Sonra onunla konuşunca da “Şüphesiz sen bugün yanımızda gerçekten önemli bir mevki sahibisin, güvenilir birisin” dedi. O (Yusuf) dedi ki: “ülkenin hazinelerini bana tahsis et / bana ver! Kesinlikle ben güvenilir ve bilgili bir kişiyim.” İşte Biz böylece Yusuf’a o ülkede sağlam bir iktidar zemini hazırladık ki o orada dilediği yapıyı / sistemi inşa edebilsin. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmeyiz. Hele bir de iman eden ve takva sahibi olan kişiler için ahiret mükâfatı var ki o daha hayırlıdır. (Yusuf Suresi 54-57)
13.9. Hz.Yusuf’un @ Kardeşlerine Erzak Vermesi Ve Hz.Muhammed’in @ Mekke’ye Erzak Göndererek Yardım Etmesi
Cenab-ı Hak, Mekke’de boykot yıllarında elçisini ve müminleri eğitirken şu hususların önemine vurgu yapar;
“Gelecekte kazanılacak iktidar ve güçler asla zorbalığa, intikam almaya ve kötülüğe kötülükle cevap vermeye kullanılmayacak.”
“Süreç içerisinde kendisini kıskanan ve kendisine yapmadığını bırakmayan kardeşleri sıkıntıya girdiğinde de onları yeniden kazanmak için bol bol ihsan ve yardımda bulunulacak. Onların iyiliğinin istendiği onların kendi maddi değerleri açısından gösterilecek. Ancak bu yardımlara, bu ihsanlara rağmen yine de onlar, vizyon sahiplerini “inkar / tanımama” politikalarına devam edebilirler. Bu takdirde bile müminler kabile anlayışı ile değil aklı selim ile büyük devlet adamı anlayışı ile hareket edecek ve yardımlarına / ihsanlarına devam ederek amaçlarında samimi olduklarını ortaya koyacaklar. Böylece yapılacak yardımlar onların kalplerini ısındıracak.”
“Yapılacak yardımlar dış politikadaki mütekabiliyet esasına da uygun olacak. Yani yapılacak yardımlar ile kendi vizyonlarını tasdik eden, kendilerine inanan öz kardeşlerinin imdadına koşacak, onların üzerlerindeki baskıları hafifletecek şekilde bir politika izlenilecek. Böylece barış vizyonunun gerçekleşmesi ve tevhid / barış yanlısı kardeşlerin kurtulması için karşı tarafın muhtaçlığı bir tehdit ve bir fırsat olarak kullanılacak ki bu uluslararası ilişkilerde en normal, olağan ve hukuki bir yoldur. Bununla beraber bu muhtaçlığı bir fırsat / bir tehdit aracı olarak samimiyetsizlik ifade edecek şekilde değil de gerçekten samimiyetle yapılacak. Bunun için karşı tarafın çok önem verdiği maddi çıkarlara önem verilmediği fakat değer yargılara önem verildiği, karşılıksız maddi ihsanlarla gösterilecek.”
Bu vurgular, Hz.Yusuf’un @ hapisten kurtulup iktidara gelmesini müteakiben kendi ailesinin yaşadığı Kenan diyarı dahil ülkenin çevre bölgelerinde kıtlığın başlaması sonucunda kardeşlerinin Mısır’a gelerek kendisinden yardım aldıkları sırada aralarında geçen görüşmeleri içeren bölümleri ile yapılır;
58- 62- (Nihayet kıtlık başladı ve) Yusuf’un kardeşleri geldiler ve onun yanına girdiler. O, onları tanıdığı halde onlar O’nu tanımadılar / Onlar O’nu inkâr ediciler (münkirun) idiler. Ne zaman ki onların yükleri hazırlandı, (Yusuf) “Baba bir kardeşinizi / üvey kardeşinizi de bana getirin. Görüyorsunuz ya, ben teraziyi tam tutuyorum ve ben konukseverlerin en hayırlısıyım. Fakat eğer onu bana getirmezseniz, o takdirde ne benden bir ölçek bekleyin ne de yanıma gelin!” dedi. Onlar: “Onu babasından izin alma konusunda tüm çabamızı kullanacağız, çünkü biz bunu yapmaya mecburuz / Kesinlikle bunu başaracağız.” dediler. Ve o (Yusuf) memurlarına: “Memleketlerine / Ailelerine döndüklerinde farkına varmaları için ve yine gelmeleri için sermayelerini / getirdiklerini yüklerinin içine koyun!” dedi. (Yusuf Suresi 58-62)
Cenab-ı Hakk’ın eğitmesi ve rehberliği ile eğitimini almış olan Hz.Muhammed @ bu hususları aynen tatbik etmiştir. Böylece ilahi ihbarda şöylece gerçekleşmiştir; Nasıl ki Hz.Yusuf’u @ kıskanan ve Kenan diyarından kovan kardeşleri daha sonra kıtlıkla karşı karşıya gelince Mısır’a yardım için başvurdukları zaman Hz.Yusuf’un eline düştülerse aynı şekilde Hayber’in fethinden sonra Mekkeliler de yiyecek açısından Hz Muhammed @in eline düştüler. Zira Mekke’nin tahıl ihtiyacını karşıladığı iki merkezden biri olan Hayber, Fedek, Teyma ve Vadil Kura şehirlerinden oluşan Kuzey bölgesi Hz.Muhammed’in @ kontrolüne geçmişti. Diğer tedarik bölgesi ise güneydeki Necranlılara ait bölgeydi ve Hz.Muhammed @ Necranlılar ile müttefiklik kurarak Mekke’nin gıda ihtiyacını kontrol altına almak istiyordu. Necran kabilelerinden birisinin reisi olan Sümame bin Usal’ın Müslüman olması ile güney tedarik merkezi de Hz.Muhammed’in @ kontrolü altına alınmıştı. Sümame’nin iman etmesinden sonra Mekke’ye tahıl vermeyeceğini açıklaması ile Mekke hem güneyden hem de kuzeyden kuşatılmış oldu ve tahıl ihtiyacı için Hz.Muhammed’e @ başvurmaya mecbur kaldı. İşte bu mecburiyetten dolayı Mekke’nin burnu havada mütekebbir ve mütegallibeleri, daha düne kadar canına kast ettikleri o güzel insanın eline düştüler.
Hz.Muhammed @, tevhide girmeleri halinde aç kalacaklarına ve diğer kabilelerce Mekke’den sürüleceklerine dair gerekçelerle mümin olmayı reddeden Mekke müşriklerinin korktuklarını başına getirmeye çalıştı. Sonunda Mekke’nin gıda ihtiyacı için Ebu Süfyan çaresiz Medine’nin yolunu tuttu. Ebu Süfyan Mekke’nin gıda sıkıntısını ve yardıma ihtiyaç olduğunu bildirdi ve Hz.Muhammed’den @ yardım talep etti. Vereceği tahıl için beraberinde getirdiği gümüşleri de Hz.Muhammed’e @ arz etti.
Hz.Muhammed @ Ebu Süfyanı ve onun gibi Mekke müşrik ileri gelenlerinin karakterlerini gayet iyi biliyordu. Onlar fazlasıyla maddi menfaat düşkünü idiler. Tıpkı Hz.Yusuf’u @ yurdundan / yuvasından ayıran kardeşlerini hem kardeşleri olduğu yönüyle hem de onları reddetmeyerek her iki açıdan da tanıdığı gibi Hz.Muhammed de @ Mekke müşrik ileri gelenleri Medine’ye yardım için geldiklerinde onları kabul etti, diplomatik anlamda onları tanıdı. (Kıssadaki Hz.Yusuf’un kardeşlerini tanıması metaforu) Ama müşrikler, Hz.Muhammed’i @ ve onun vizyonunu tanıyamadılar. Onu ve vizyonunu, niyetini sürekli inkâr ettiler. Cenab-ı Hak bu durumu kardeşlerinin Hz.Yusuf’u “İnkar etmesi” ifadesini kullanarak bir metafor yaparak anlatmaktadır. Çünkü onların mal, mülk, servet ve şehvet düşkünlükleri, kişiliklerini de bozmuş herkesi aynı kendileri gibi görüyorlardı. Hz.Muhammed’in @ kendilerine yardımda bulunmayacağını düşünüyorlardı. Fakat Hz.Muhammed @ niyetinin asla mal, makam, mülk, şöhret, şehvet olmadığını ve bu nedenle Mekkeli kardeşleri kendisine ne kötülük yapmış olurlarsa olsunlar onlardan asla intikam alma niyetinde olmadığını, kendi kardeşlerinin aç kalmasına asla rıza göstermeyeceğini ve mesajının başından beri onların iyiliğini istediğini ispatlamak için Ebu Süfyan’ın talebine olumlu cevap verdi. Ve Hz.Muhammed @ Mekke’ye Ebu Süfyan eliyle Hayber ganimetlerinden erzak olarak Mekke’nin ihtiyacı tahılı gönderdiği gibi yine elde edilen ganimetlerden fakir fukaraya dağıtılmak üzere gümüş gönderdi. Dahası Ebu Süfyan’ın beraberinde getirdiği gümüşleri de almadı ve geri iade etti. Bu ihsan ve yardımları onlardan hiçbir karşılık beklemeksizin yaptı. Tek şartı vardı bu yardımlar dağıtılırken Mekke’nin yoksullarına da ayrım yapmaksızın verilmesiydi. Hz.Muhammed’in @ yapmış olduğu ihsan ile Hz.Yusuf’un @ kardeşlerine yardım ve ihsan etmesi ve getirdikleri sermayelerini de yüklerine geri iade etmesi metaforik olarak birbirine ne kadar benzemektedir.
Hz. Yusuf’un @ kardeşlerinden talep ettiği bir şart daha vardı ki; baba bir kardeşlerinden birini beraberlerinde getirmeleri şartı ile Hz.Muhammed’in @ imzaladığı Hudeybiye anlaşmasının Mekke’deki mümin kardeşlerin istedikleri takdirde Medine’ye gelmelerine izin verilmesini engelleyen hükmünün kaldırılması şartı da tam bir benzerlik arz etmektedir.
Hudeybiye anlaşmasının “Mekke’den kaçıp Medine’ye sığınan olursa o sığınanlar Mekke’ye teslim edilecek ama Medine’den kaçıp Mekke’ye sığınan kimseler ise geri verilmeyecekti.” hükmü müminlerce bir türlü hazmedilemiyordu ve müminleri ziyadesiyle üzüyordu. Çünkü müminler iman kardeşlerinin Medine’ye gelmesini istiyorlar ve onların yanlarında olmasını arzu ediyorlardı. (Kıssadaki Hz. Yusuf’un kardeşini istemesi metaforu)
Hudeybiye Anlaşmasındaki bu maddenin Mekkeli müşrikler açısından önemi Mekke’nin prestiji ve gücünü koruma gereği idi. Zira bu madde ile kabile anlayışına göre onların şeref, izzet ve güçlerini korumaktaydılar. Şayet kendi kabilelerinden mümin olanların Medine’ye gitmelerine izin verilecek olursa kabile üyelerinin sayısı açısından Mekke zayıflar, Medine ise güçlenirdi. Dolayısı ile sayısal üstünlük Mekke açısından çok önemli idi. Aslında Medine’deki müminler de kabile anlayışının etkisi ile aynı şekilde düşünüyorlar ve bu maddenin kendi aleyhlerine olduğu savı ile karşı çıkıyorlardı. Bu nedenle Hz.Muhammed @ Ebu Süfyan’dan bu maddenin kaldırılmasını ve Mekke’deki müminlerin özgürce Medine’ye gelebilmesinin önünün açılmasını istedi.
Ebu Süfyan, Hz.Muhammed’in @ Mekke’ye karşılıksız yapmış olduğu yardım ve ihsanı (Kıssada Hz.Yusuf’un kardeşlerinin getirdiği erzak karşılığı malları geri yüklerine koydurması metaforu) gerekçe göstererek bu maddenin kaldırılması için uğraşacağını, büyük bir olasılıkla da başaracağını hatta buna mecbur olduğunu da bildirdi. (Kıssada Hz.Yusuf’un kardeşlerinin babalarını diğer kardeşini göndermesi için ikna etmeye mecbur olduklarını beyan etmelerine bir metafor)
Tıpkı Hz.Yusuf’tan erzak yardımını alıp bir daha ki gelişlerinde beraberlerinde kardeşlerini de getireceklerine dair O’na söz vermelerinden sonra memleketlerine dönen kardeşlerin babaları Hz.Yakub’u ikna etme çabaları gibi Ebu Süfyan’da Hz.Muhammed’den @ yardım erzakını alıp Mekke’ye döndükten sonra Hudeybiye anlaşmasındaki müminlerin Medine’ye gitmelerine engel olan maddeyi değiştirme hususunu Darün Nedvede gündeme getirir ve yaşanılan kıtlığı ve boykotu kırmak için söz konusu maddenin değiştirilmesi konusunda onları ikna etmeye yönelik çaba gösterir.
Darün Nedve’nin üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu Ebu Süfyan’ın tartışmaya açtığı değişiklik konusunda gönülsüz davrandılar. (Kıssada Hz.Yakub’un @ Bünyamini göndermek istememesi metaforu) Zira Onlar, bu değişikliği kabul edildiği takdirde Mekke’de faziletli insanların kalmayacağı hepsinin Medine’ye gideceğini böylece meydanın müşrik azgın çete reislerine kalacağını gayet iyi biliyorlardı. Aynı zamanda bu faziletli kişilerin Mekke’nin yaşam garantisi olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Çünkü Hz.Muhammed @ bu kişiler Mekke’de olduğu sürece asla Mekke’ye saldırıya izin vermezdi. Onlara bir zarar gelmesine O’nun gönlü razı olmazdı. Ebu Süfyan ve diğer müşrik çetelerin derdi ise ticaretlerinin önünün açılması idi.
Ebu Süfyan Hz.Muhammed’in @ gayet iyi niyetli olduğunu bunun en iyi göstergesinin de yapmış olduğu yardım ve ihsan olduğunu söyledi. Hayber’den elde ettiği ganimetleri Mekke ile paylaşmasının, almak istedikleri tahılın bedelinin geri iade edilmesinin iyi niyetten başka ne olabileceğini Darün Nedve üyelerine / ihtiyarlar heyetine / Mele’ topluluğuna bildirdi ve hem O’na hem de kendisine güvenmelerini istedi. Ancak onlar, Ebu Süfyan’a güvenmediklerinden dolayı gönülsüz davrandılar. Ancak tıpkı Hz.Yakup @ gibi kapıyı da tam kapatmadılar. İşlerinin Allah’ın merhametine kaldığını dile getirdiler.
Daha Mekke’de iken Hz.Muhammed’e@ ihbar edilen ve tarihi süreç içerisinde yaşanan bu olaylar Cenab-ı Hak tarafından aşağıdaki ayetlerle bildirilmişti;
63- 65- Böylece, babalarının yanına döndükleri vakit, “Ey babamız! (bir sonraki gidişimizde yanımızda Bünyamin olmazsa ) Bize bir ölçek dahi verilmeyecek. Onun için bu kere kardeşimizi bizimle gönder ki, ölçek alabilelim. Ve biz onu kesinlikle koruyacağız” dediler. O (babaları) dedi ki: “Onun için size güveneyim öyle mi? Bundan önce kardeşi hakkında size güvendiğim gibi öyle mi? Fakat Allah en hayırlı koruyandır. Zira O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.” Ve erzak yüklerini açtıkları zaman sermayelerini kendilerine iade edilmiş olarak buldular. Dediler ki: “Ey babamız! Daha ne isteriz? İşte, sermayelerimiz bize iade edilmiş. Bununla ailemize zahire alır getiririz, kardeşimizi de koruruz, üstelik bir deve yükü daha fazla zahire alırız. Bu (getirdiğimiz), çok az bir ölçektir / miktardır.” (Yusuf Suresi 63-65)
Nasıl ki Hz.Yakup @ oğullarına Hz.Yusuf’un @ kardeşi Hz.Bünyamin’i @ teslim etme konusunda etraflarının tam çevrelenmesi, kuşatılması hali yani çaresizlik hali hariç asla düşmana teslim etmemesine dair söz aldıysa aynı şekilde Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu da henüz daha çaresiz olmadıklarını, tamamen çevrelenmediklerini (kıssada çevrelenmedikçe kardeşlerini teslim etmeme metaforu) tahıl elde etmek için başka imkanların, alternatif yolların (kıssada kardeşlerin ayrı kapılardan girmeleri metaforu) olduğunu vurgulayarak Hudeybiye barış anlaşmasının ilgili maddesinde teklif edilen değişikliğin kabul edilmemesini istediler.
Mekke’nin gıda ihtiyacını şimdiye kadar karşılayan iki merkez olan Hayber ve Necran’ın Hz.Muhammed’in @ kontrolüne geçmiş olması ve O’nun da bunu kendi lehine stratejik bir koz olarak kullanması karşısında Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu alternatif yolların denenmesini istediler. Nasıl olsa artık barış yapılmıştı. Yol güvenliği vardı. (Ayrı kapıları deneme metaforu). Mekke gıda ihtiyacını daha uzak bölgelerden, farklı yerlerden temin edebilirdi. Bu alternatifler arasında en önemlisi Suriye görünüyordu. Gerçi o bölgedeki siyasi istikrarsızlık o yolu da önemli ölçüde kısıtlamıştı. Zira Bizans, Mısır, Suriye ve Filistin topraklarını Sasanilerin elinden yeni almıştı. Ayrıca peygamberimizin Arap yarımadasındaki kabileleri toparlaması Bizans’ın dikkatini çekmekte idi. Hudeybiye barışı ve Hayber’in fethinden sonra Hz. Muhammed @ oralara da el atmış Bizans, Mısır ve Sasani imparatorluklarına Tevhit / İslam / barış topluluğuna katılmaya davet eden mektuplar yollamıştı. Böylece daha düne kadar atomize ve birbirini yiyen kabileler halinde yaşayan Arapların birlik haline gelişleri zamanın süper güçlerin dikkatlerini çekmekteydi. Bu nedenle Mekke’nin Suriye ve Filistin bölgesiyle yaptıkları ticaret canlılığını önemli ölçüde yitirmeye yüz tutmuştu. Fakat yine de bu alternatifler / bu kapılar / bu yollar Hudeybiye barış anlaşmasında değişiklik yapılmadan önce denenmeliydi.
Gerçi Mekkeliler artık şunu gayet iyi anlamışlardı; Hz.Muhammed @ çok akıllı politikalar izliyor ve sonunda galip gelecektir. Direnmenin anlamı yoktur. Eninde sonunda teslim olmak zorunda kalınacaktır. Hayber’in fethinden sonra gidişat ilahi bir kanun olarak / sosyolojik olarak Mekke’nin artık yenilmesinin kaçınılmazlığını gösteriyordu. Ama yine de acaba son bir çıkış yolu olabilir mi diye farklı kapıları da denemekten de var geçmediler. Tıpkı Hz. Yakub’un oğullarına pes etmeyip farklı yolları, farklı kapıları denemelerini tavsiye etmesi gibi.
66 -68- O (babaları) dedi ki: “Etrafınız çepeçevre kuşatılmadıkça onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına ahdetmedikçe / ant içmedikçe, onu kesinlikle sizinle göndermem.” Bunun üzerine onlar, ona (babalarına) ahitlerini verince, o (babaları) “Bu söylediklerimize Allah vekildir” dedi. Ve dedi ki: “Ey oğullarım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben, Allah’tan hiçbir şeyi sizden gideremem. Hüküm yalnızca Allah’ındır. Ben sadece ona tevekkül ettim / güvendim. Artık sağlam bir dayanak arayanlarda sadece O’na tevekkül etmelidirler.” Babalarının emrettiği şekilde ayrı kapılardan girmeleri, Allah’ın hükmünü değiştirecek değildi. Ne ki bu sadece Yakub’un içinden geçirdiği bir dileğin gerçekleşmesi idi. Muhakkak ki o, kendisine öğrettiğimiz bir ilim sahibi idi. Fakat insanların çoğu bunu fark etmiyorlar. (Yusuf Suresi 66-68)
[1] ) Not: “Rabbe şarap sunma” deyimi Tevratta geçmekte olup Cenab-ı Hakka bağlılığı, O’na kulluğu, derin saygı duyma ve itaati ifade eder. O dönemde bölgede yaygın anlamı da budur. (A.A)
[2]) Ayetten anlaşıldığına göre, Allah’ın verdiği ilim sayesinde Hz. Yusuf’un @ yaptığı tevil gerçekleşmiş, ne var ki, kurtulacağını söylediği kişi Hz.Yusuf’un@ tembihini efendisinin yanında söylememiş ve o da zindanda kalmaya devam etmiştir. Kurtulan kişiye o tembihi hatırlatmayı terk ettiren şeytan o kişinin kendisi, yani kendi şeytanı, iblisidir. Çünkü Rabbimizin bildirdiği gibi, şeytanın herhangi bir zorlama gücü yoktur. Dolayısıyla o kişi, unuttuğundan ya da kendisine unutturulduğundan değil, işine gelmediği, kendisi istemediği için efendisine Hz.Yusuf’tan @ bahsetmemiştir.
[3] ) Tevil: müteşabih (teşbih, temsil veya mecaz )olan şeylerin nesneler dünyasındaki anlam ve kullanımına eşitlemek, bunların gerçek hayatta nasıl gerçekleşeceğinin bilgisi. (A.A)
[4] )Not: Fetihten sonraki zamanlarda Hayber Melikinin nezdinde ve anlaşmalarına sadık olan Hayberli Yahudiler nezdinde peygamberimizin çok ayrı, çok üstün bir yeri olmuştur. Daima hayırla, adaletli davranışlarını övgüyle söz eder olmaları bunun göstergesi olmuştur. (A.A)
13.10. Hz.Yusuf’un @ Kardeşini Alıkoyma Planı ve Hz.Muhammed’in @ Mümin Kardeşlerini Medine’de Tutma Planı
Mekke’nin müşrik ileri gelenleri yaşadığı gıda sıkıntısını gidermek için alternatif yolları denemeyi planlamaktadır. Nasıl olsa Hudeybiye Barış Anlaşmasından sonra Suriye’ye yapılacak ticari seferler için yol güvenliği sağlanmıştı. Artık Medine Yönetiminden bu kervanlar için herhangi bir engelleme ve saldırı gelmesi söz konusu değildir. Zira Hudeybiye barışı ile Hz.Muhammed’in @ Mekke’ye uyguladığı ticari izolasyon kalkmış oluyordu. Bu nedenle gıda maddelerini temin hususunda Suriye kaynağını kullanmak mümkün olacaktı.
Fakat o sırada Mekke’deki müminlerden Ebu Basir’in Mekke’den kaçarak Medine’nin yolunu tutmuş olması Hz.Muhammed’e @ Mekke’ye başka bir kanaldan izolasyon uygulamanın / uygulatmanın yolunu tekrar açtı. Ebu Basir Medine’ye gelince tıpkı Hz. Yusuf’un kardeşini bağrına basması gibi Hz.Muhammed’de @ Ebu Basir’i bağrına basmış ve onun “ kendisinin mümin bir kardeşi olduğunu” fakat barış anlaşmasının hükümleri gereği kendisini Medine’de tutamayacağını, şayet teslim almak için Mekke’den gelen olursa istemiye istemiye geri vermek zorunda kalacağını beyan etti.
Gerek Ebu Basir ve gerekse Medine’deki müminler onun teslim edilmesinin çok onur kırıcı olduğunu, iman kardeşliğine yakışmadığını, teslim edilecek olursa ona işkence edeceklerini belirterek çok duygulu bir ortam meydana gelir. Zaten Ebu Basir Mekke’de iken de çok zulüm görmüştü. Şimdi çok daha büyük zulümle karşı karşıya kalacaktı. Tıpkı Hz.Yusuf kardeşini gizli bir odaya alarak ona gerçeği anlatmasından sonra kendisini kardeşlerine geri teslim etmemek için bir plan kurduğunu ve bu planı işleteceğini onunla paylaşması gibi Hz.Muhammed’de @ Ebu Basir’i gizli bir odaya alır ve kendisinin Mekke’ye geri dönmesini engellemek için yaptığı planı onunla paylaşır. Ebu Basir bu planı iyice anladıktan sonra büyük bir gizlilikle plan uygulanmaya başlar.
69 –Derken Yusuf’un huzuruna girdikleri vakit, o, kardeşini yanına aldı (gizli bir odaya çekti): “Gerçekten ben, senin kardeşinim! Artık onların yaptıkları şeylere üzülme!” (Yusuf Suresi 69)
Medine’ye sığınan Ebu Basir’i anlaşma hükümlerine göre teslim almak amacı ile Mekke müşrik elebaşıları Huneys bin Cabir’i elçi olarak göndererek Hz.Muhammed’den @ Ebu Basir’in teslim edilmesini isterler. Ebu Basir gizli planı hiç hissettirmeden normal bir sığınmacı imiş gibi tepkisini gösterir ve Hz.Muhammed’e @ kendisini teslim etmemesini, şayet teslim edecek olursa çok işkencelere uğrayacağını bildirir. Fakat Hz.Muhammed @ anlaşmaya sadık kalınması gerektiğini ve elden bir şey gelmediğini bildirerek Ebu Basir’i Huneyse teslim eder. O’nu teslim ederken tıpkı Hz.Yusuf’un kardeşini alıkoymak ve üvey kardeşlerinden kurtarmak için su kabını öz kardeşinin yükünün içine koyduğu gibi Ebu Basir’in devesinin yüküne de onun Mekke elçileri olan Huneys ve Kevser’den kurtulması için gerekli olan silah ve teçhizatı yerleştirmeyi ihmal etmez. ([1])
70- Sonra o (Yusuf) onların yüklerini hazırlattı ve su kabını kardeşinin yükünün içine koydu.…. (Yusuf Suresi 70)
Diğer taraftan Medineli müminlerin de içi kan ağlamaktadır. Mümin kardeşlerinden birini müşriklere teslim etmek, onlara çok ağır gelmektedir. Bu teslim etme olayını bir onur, şeref meselesi yaparlar. O’nun teslim edilmesine karşı çıkarlar. Elçileri adeta şereflerini çalan hırsızlar gibi görürler. Elçiler Medine’nin elinden şerefini, onurunu ve haysiyetini alıp gidiyorlardı ve bu herkesin gözü önünde cereyan ediyordu. Bu olayı “Eman” verme müessesinin yaygın olduğu Arap toplumunda canlandırılacak olunursa o dönemdeki Medine’li Arapların kendilerini ne kadar aşağılanmış hissettikleri anlaşılacaktır. Tıpkı kıssadaki Kralın Kupasının yani sembolik ifadesi ile şerefinin / otoritesinin çalınması gibi. Müminlerin Ebu Basir’i Mekkelilere teslim etmek istememelerinin yanında Hz.Muhammed’in @ anlaşmaya sadık kalma adına onun teslim edilmesi gerektiği tartışmaları bir diğer taraftan Ebu Basir’in teslim edilmemek için direniş göstermesi Mescid-i Nebevi önünde bir kargaşa meydana getirir. Mekke’nin elçilerine insanların şerefleri ile oynayan adeta onların şereflerini çalan hırsızlar ve bozgunculuk çıkaran kimseler olarak bakarlar. Elçiler kendilerini savunmak için bozgunculuk yaratmak için gelmediklerini yapılan anlaşmanın gereğini yerine getirmek için geldiklerini bildirmeleri kıssadaki üvey kardeşlerin kendilerini savunmaları ile ne kadar da benzerlik arz etmektedir.
…..Daha sonra bir görevli / tellal seslendi: “Hey kervancılar! Şüphesiz siz gerçekten hırsızsınız!” Onlar (kafile) onlara dönerek “Ne kaybettiniz?” dediler. Onlar (görevliler) dediler ki: “Hükümdarın su kupasını kaybettik ve onu getirene bir yük zahire var. Ben de buna kefilim.” Onlar (kafile): “Hayret Vallahi! Doğrusu, ülkenizde fesat / bozgunculuk çıkarmak gibi bir amaçla buraya gelmediğimizi ve bizim hırsızlık yapan birileri olmadığımızı siz de biliyorsunuz!” dediler. (Yusuf Suresi 70-73)
Fakat özellikle Hz.Ömer plandan bazı müminleri haberdar edince hem yatışırlar hem de Ebu Basir’i yatıştırmaya çalışırlar. Yatıştırma sırasında onların Ebu Basir’e söyledikleri sözlere bakınca planın devreye girdiği anlaşılmaktadır. Medineli müminler diğer taraftan da Mekkeli Elçilere bu yaptıklarının Arap geleneklerine göre çok yanlış olduğunu, işlerinin güçlerinin bozgunculuk yapmak olduğunu, müşriklerin insanların şeref ve haysiyetleri ile çok oynadıklarını ve hatta şimdi de Ebu Basir’i Mekke’ye götürüp hapsedeceklerini ve ona işkence edeceklerini dolayısıyla aslında kendilerinin yalancı olduklarını da yüzlerine haykırırlar. Mekke elçileri Huneys ve Kevser ise Ebu Basir’e Mekke’de işkence yapılacağını gayet iyi biliyorlardı ve Ebu Basir’i almak istemenin her ne kadar anlaşmaya uygun olsa da müminler arasında şeref ve onur duyguları nedeniyle ihtilaf yaratacağını da gayet iyi biliyorlardı. Aslında Mekkelilerin esas amaçları da bu idi. Onlara göre “bakalım Hz. Muhammed @ bu engeli de aşabilecek mi? Sözünde durabilecek mi? Müminlerin kabile şeref ve asabiyeleri kabartıldıktan sonra O bu durumu kontrol edebilecek mi?...” Ve Mekkeli elçiler kim bozgunculuk yaparsa (kimin yükünden çıkarsa metaforu) bedelini öder şeklinde cevap verdiler.
74 -75- Onlar: “Evet ama eğer yalancılar iseniz, onun cezası nedir?” dediler. Onlar: “Onun cezası, kimin yükünde çıkarsa, işte o, onun cezasıdır.” Dediler. Biz zalimlere işte böyle ceza veririz. (Yusuf Suresi 74-75)
Halbuki Cenab-ı Hak, elçisine bu kıssa ile daha Mekke’de iken hem öğretmiş hem de ihbar ettiği üzere aslında bozgunculuk eden, zalim olanlara nasıl bir ceza verilmesi gerekliliğinin oyununu da kurmuştu. Bu nedenle müminler Ebu Basir’e “bu zalimlere ders vermek için bir yolunu bul” diye mecazi ifadelerle tembihte bulunurken Hz.Ömer kılıcını bizzat kendi devesinin yükünde olduğu ihbarını da Ebu Basir’e yaptığını rivayetlerden anlıyoruz. ([2])
Ebu Basir elleri bağlanarak Mekke’li elçi Huneys tarafından götürülürken yolda Ebu Basir planı uygulamaya koyar ve muhtemelen yiyecek arama bahanesi ile önce Mekke elçileri Huneys ve Kevser’in yükünü arar ve sonra kendi yükünden yiyecek arama gibi bir oyun ile kendisi için konulan kılıcı bulup ellerinin bağını kestikten sonra o kılıç ile Huneysi öldürür. Huneys’in yardımcısı Kevser ise kaçıp Medine’ye Hz.Muhammed’e @ gelir ve olan biteni anlatır. Bir süre sonra Ebu Basir de Medine’ye gelir. Hz.Muhammed @ kendisinin anlaşmaya uyduğunu ve Ebu Basir’i kendilerine teslim ettiğini ama ondan sonra olanlardan sorumlu olmadığını vurguladıktan sonra tekrar Ebu Basir’i Kevsere teslim etmek ister. Fakat Kevser çok korktuğu için bunu kabul etmez ve Ebu Basir’i teslim almaz. Hz. Muhammed @ Ebu Basir’in Medine’de yerinin olamayacağını, Medine’de kalacak olursa iki tarafın savaşına sebep olacağını belirtir. Bunun üzerine Ebu Basir Medine’den çıkar ve doğruca Mekke’nin ticaret yolları üzerindeki Zülhuleyfeye kamp kurar. Mekke elçisi Kevser de Medine’yi terk ettikten sonra Hz.Muhammed @ Ebu Basir’in kahramanlığını takdir eden sözler söyler ve yanında kendisi gibi kişilerin olması halinde çok işler başarabileceğini belirtir. Hatta daha sonraları Hz.Ömer Mekke’ye gizlice Hz.Muhammed’in @ bu sözlerini bir mektupla müminlere bildirerek onların Ebu Basir’in yanında toplanmalarını teşvik eder. ([3])
Böylece yıllar önce nazil olan bu ayetler ile öğretilen plan, zamanı gelince uygulamaya konulacak ve Hudeybiye anlaşması hükümlerine göre davranılacak olsa müminlerin Mekke’den Medine’ye gitmelerinin asla mümkün olmayacak iken Cenab-ı Hakk’ın rehberliği sayesinde anlaşmanın ilgili maddesinin değişmesinin ve müminlerin Medine’ye serbestçe gitmesinin önü açılacaktır.
76- Bunun ardından o, öz kardeşinin yükünden önce diğerlerinin yüklerini aramaya başladı. Sonra onu öz kardeşinin yükünün içinden çıkardı. İşte Yusuf için böyle bir planı yürürlüğe biz koyduk. Eğer Allah böyle dilememiş olsaydı, Hükümdarın / Melikin dinine (ülkenin cari yasalarına) göre, öz kardeşini alıkoymasına imkân yoktu. Biz dilediğimiz kişileri derecelerle yükseltiriz, fakat her bilgi sahibinin üstünde her şeyi bilen bir (Allah) vardır. (Yusuf Suresi 76)
Hz.Muhammed’in @ Ebu Basir’in kahramanlığını övmesi ve etrafında kendisi gibi cengaverlerin olması halinde çok şeyler başaracağını ifade etmesi ve bu hususu Hz. Ömer’in yazdığı bir mektupla gizlice Mekkeli müminlere ulaştırması Mekke’deki diğer müminleri harekete geçirir. Başta Ebu Cendel olmak üzere Mekke’den kaçan müminlerin hepsi Ebu Basir’in kampında toplanırlar. Öyle ki Ebu Basir’in etrafında toplanan müminlerin sayısı süreç içerisinde 300 e kadar ulaştığı rivayet edilir. Bunlar Mekke’nin ticaret kervanlarını yollarını keserler, mallarını yağmalarlar ve gerektiğinde muhafızlarını öldürürler. (Kıssada Bünyaminin hırsızlık yapması metaforu )
Böylece Ebu Basir ve arkadaşları Mekke’nin ticari kervan ve gıda yolunu keserek Hz.Muhammed’in @ Hudeybiye barış anlaşması öncesinde uyguladığı izolasyon politikasını sürdürmüş olur. Mekke Hudeybiye ile Medine İslam Cumhuriyetini tanımış ve barış yaparak Hz.Muhammed’in @ kuşatma politikasından kurtulduğunu düşünürken bu kez Ebu Basir ve adamlarının izolasyonuna maruz kalmıştır.
Mekke için artık ticari yol güvenliği süreç içerisinde tamamen bozulur. Çünkü Ebu Basir’in çevresinde toplanan müminlerin sayısı kervanlardaki muhafızların artık baş edemeyeceği noktaya varmıştır. Mekke çaresizdir. Tam olarak çevrelenmiştir artık. Mekke müşrik elitleri yeniden Ebu Süfyan’ı peygamberimize elçi olarak gönderir.
Tıpkı Hz.Yusuf’un kardeşlerinin daha önce ‘Yusuf nasıl çaldıysa aynı şekilde şimdi de kardeşi çalmıştır’ dedikleri gibi Ebu Süfyan da Hudeybiye barışını yapmazdan öncesine dönüldüğünü, barış öncesi Hz.Muhammed’in @ ticari yolu kestiği gibi şimdi de mümin kardeşlerden Ebu Basir ve adamlarının yolu kesip yağma yaptığını bu nedenle bu mümin eşkiyalardan yol kesme operasyonlarına son verdirmesini Hz. Muhammed’den @ talep ederler. Fakat Hz.Muhammed @ bunu yapamayacağını kendisinin anlaşma şartlarına harfiyyen uyduğunu belirttikten sonra içinden onların içine düştükleri durumun çok berbat bir durum olduğunu ifade eder. Tıpkı Hz.Yusuf’un kardeşlerinin çaresizlik içerisinde bocaladığını izlemesi gibi Hz.Muhammed’de @ Mekke müşrik elitleri çaresizlik içinde bocalamakta olduklarını gözetlemesi gibi.
77 – Onlar dediler ki: “Eğer o çalmışsa, ant olsun daha önce onun kardeşi de çalmıştı. Bunun üzerine Yusuf onlara bunu hiç belli etmeksizin kendi kendine dedi ki “Şimdi siz çok berbat bir konumdasınız. Söylediğiniz şeyin (gerçeğini) Allah çok iyi biliyor.” (Yusuf Suresi 77)
Mekke için ticaretlerinin durması, zenginliklerinin yok olması, dayanılmaz bir durumdur ve derhal bu gidişata dur denilmesi gerekmektedir. İsterse kabile anlayışına ve kabile onuruna aykırı olsun ya da Mekke insan gücü açısından zayıflayacakmış fark etmezdi. Aksi takdirde zenginliklerini kaybedeceklerdi. Savaş için servet gerekiyordu ve servetleri giderek eriyordu. Sonunda her halükarda Mekke zayıflayacaktı. Fakat servetin yitip gitmesi Mekke’yi daha güçsüz duruma düşürecekti. Ebu Süfyan Hz.Muhammed’in @ Hudeybiye Anlaşmasındaki “Mekke’deki müminlerin Medine’ye hicret etmelerini engelleyen maddesinin kaldırılmasını talep ettiğini gayet iyi biliyordu. Fakat bu değişikliğe Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu gönülsüz davranıyordu. Çünkü onlara göre bu değişiklik olacak olursa Mekke’de insan kalmayacaktı. Şimdiye kadar karşı çıkan kesimlerin evlatları Hz.Muhammed’e @ katılmaya hazırdı. Bunu görebiliyorlardı. Bu nedenle Ebu Süfyan bu kere başka bir teklif getirdi. Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğunun bu değişikliği kabul etmeyecekleri gerekçesi ile müminlerin Medine’ye gelmesine serbestiyet getirmek yerine kendileri aynı madde de bulunan bir diğer şartın değiştirilmesini önerdi. O şarta göre “şayet Müminlerden müşrikliğe dönmeyi tercih eden kimse olursa Medine İslam Cumhuriyeti onların Mekke’ye gitmelerine mani olmayacaktı.” Ebu Süfyan’ın getirdiği teklife göre bu şartın da aynı Mekke’deki müminlere uygulanan şarta uygun hale getirilmesiydi. Yani Medine’deki müminlerden kim müşrik olmayı seçer de Mekke’ye gitmek isterse o takdirde Medine yönetimi buna izin vermeyecek ve şayet kaçar Mekke’ye iltica ederse de Mekke Yönetimi o şahsı Medine Yönetimine geri teslim edecekti. Bu teklife göre değişiklik yapılacak olursa şartlar eşitlenecekti.
Fakat bu teklifi Hz.Muhammed @ kabul etmedi. Zira insanlar tercihlerinde serbest olmalı ve seçtikleri tarafta yer almalı hiçbir şekilde zorlama, baskı uygulanmamalı idi. Aksi takdirde zulüm yapılmış olurdu. (kıssadaki eşyasını kimin yanında bulunmuşsa onun alıkonulması metaforu. Suç ve cezanın uyumu gibi siyasi tercih ve saflardaki birliktelik ve uyumun aynı olması)
78 -79- Onlar dediler ki: “Ey Aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Bu nedenle onun yerine içimizden birini alıkoy. Şüphesiz biz seni iyilik edenlerden görüyoruz.” O (Yusuf) dedi ki: “Eşyamızı yanında bulduğumuzdan başkasını alıkoymaktan Allah’a sığınırız. Şayet biz öyle yaparsak muhakkak ki zalimlerden oluruz.” (Yusuf Suresi 78-79)
Hz.Muhammed’in @ Mekke’deki müminlerin Medine’ye gelmesine engel olunmaması şeklinde anlaşmada revizyon yapılması dışındaki teklifleri reddetmesi Ebu Süfyan’ı ve beraberindeki heyeti tekrar aralarında görüşme yapmaya itti. (kıssadaki Hz. Yusuf’un @ üvey kardeşlerinin durum değerlendirmesi için yaptıkları görüşme metaforu) Onların Ebu Basir ve adamlarının yol kesme sorununu çözmek için yapacakları görüşmeler kapsamında Hudeybiye anlaşmasında yapılabilecek değişiklikler konusundaki yetkileri yaptıkları teklifler ile sınırlı idi. Hz.Muhammed’in @ istediği şekildeki madde değişikliğine ise Mekke’nin müşrik heyeti razı değildi. Zira Darün Nedve üyeleri onlara bu konuda yetki vermemişlerdi. Hatta böyle bir teklif gelirse asla razı olmamaları konusunda Darün Nedve üyeleri onlardan söz almıştı.(Hz.Yusuf’un @ üvey kardeşlerinin babaları Hz.Yakub’a @verdikleri söz metaforu) Ebu Süfyan ve beraberindeki heyet kendi aralarında gerçekleştirdikleri durum değerlendirmesinde Hz.Muhammed’in @ istediği şekilde bir değişiklik yapmaya yetkili olmadıklarını bu nedenle Ebu Süfyan dışındaki heyet üyelerinin müzakarelere ilişkin gelinen aşamayı Mekke’ye bildirmek için Mekke’ye geri dönmesine ve Ebu Süfyan’ın ise Darünnedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğunun bu konuda kararını verinceye kadar Medine’de kalmasına karar verdiler.
Mekke’ye gidecek olan Heyet üyelerine Ebu Basir ve beraberindekilerin Kervanların yolunu keserek Mekke’nin mallarını yağmalamaları nedeniyle giderek Mekke’nin fakirleşeceği, bu sorunun Hz.Muhammed @ ile hiçbir bağlantısının olmadığı ya da O’nun hiçbir şekilde suçlanamayacağı, fakat sorunun çözümünde O’nun kilit rol oynadığı ve O’nu razı etmek için Hudeybiye Anlaşmasında O’nun istediği şekilde değişiklik yapılmasından başka çare olmadığı hususlarının Darün Nedve üyelerine / ihtiyarlar heyetine / Mele’ topluluğuna bildirilmesi söylendi.
80- 82- Bu şekilde ondan umutlarını kesince, baş başa verip durumu görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına ahit aldığını ve daha önce Yusuf konusunda aşırı gittiğinizi bilmiyor musunuz? Şu durumda, babam bana izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar ben artık bu ülkeden ayrılmayacağım. Zira O (Allah), hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Siz dönün de babanıza deyin ki: ‘Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık yaptı. Biz de ancak bildiğimizin / gördüğümüzün şahidiyiz. Üstelik biz, bilip gördüğümüz dışında olup bitenlerin sorumlusu değiliz. İstersen içinde bulunduğumuz şehrin sakinlerine ve birlikte geldiğimiz kervancılara sor. Biz kesinlikle doğru söylüyoruz.’” (Yusuf Suresi 80-82)
Ebu Süfyan’ın heyetindeki üyeler Mekke’ye gelirler ve Darün Nedve üyelerine / ihtiyarlar heyetine / Mele’ topluluğuna bu sorunu çözme konusunda Medine ile yapılan görüşmelerde gelinen son aşamayı onlara bildirirler. Onları Hudeybiye anlaşmasının ilgili maddesinde değişiklik yapmaya yani müminlerin Medine’ye iltica etmesinin önündeki yasal engeli kaldırmaya razı ederler. Onları ikna etmek için kullandıkları argüman ise artık başka çarelerinin kalmadığı, böyle devam ederse Mekke’nin bütün zenginliklerini kaybedeceği vb. gerekçelerdi. Darün Nedve üyeleri / İhtiyarlar Heyeti / Mele’ topluluğu bu gerekçelere pek fazla inanmasa da onların korkularını, endişelerini, geleceğe yönelik olumsuz bakışlarını, tasavvurlarının onları yanlış bir stratejiye sürüklediğini belirtseler de sonunda anlaşmayı değiştirmeyi kabul ettiler. Ebu Süfyan’ın heyetindeki üyeler bu muvafakatı aldıktan sonra tekrar Medine’ye dönerler ve Hudeybiye barış anlaşmasının Hz.Muhammed’in @ istediği şekilde değiştirilebileceğine ilişkin bir mektubu getirirler ve anlaşma müminlerin arzu ettikleri şekilde revize edilir. Medine’de çok büyük bir sevinç vardır. Cenab-ı Hakk’ın elçisine öğrettiği plan işlemiş ve müminlerin Medine’ye sığınmalarının önü açılmıştır. Diğer taraftan Darün Nedve üyeleri / İhtiyarlar Heyeti / Mele’ topluluğu ise bu değişiklikten hiç hoşnut değildir. Zira bu değişiklik ile gelecekte Mekke en değerli şahsiyetlerini / ciğer parelerini kaybedecektir. Fakat onlar yine de geleceğe umutla bakarlar ve tıpkı Hz.Yakub’un bütün evlatlarının (Hz.Yusuf dahil) bir gün kendisine döneceğini umut etmesi gibi onlar da gelecekte Mekke’den gidenlerin Hz.Muhammed @ dahil tümünün birden Mekke’ye geri döneceğini umut ederler.
83 –O (babaları) dedi ki: “Hayır! Nefisleriniz / tasavvurlarınız sizi aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen güzel bir sabırdır! Umarım ki Allah hepsini birden bana getirir. Şüphesiz O, her şeyi en iyi bilen ve hikmet sahibi olanın ta kendisidir.”(Yusuf Suresi 83)
Cenab-ı Hak, elçisine Mekke’de boykot yıllarında nazil ettiği bu suredeki kıssanın sahneleri ile gelecekte yaşanacak olayları tüm müminlere adeta bir film izler gibi göstermiştir. Şimdi anlatılacak sahnede ise Hz.Yakub’un @ oğlu Hz.Yusuf @ ile ilgili derdinin, tasasının, gam ve üzüntüsünün çok arttığı ve perişan olduğu anlatılır. Onun Hz.Yusuf ile ilgili tasası öylesine artar ki “ ah Yusuf ah!” diyerek üzüntüsünü dışa vururken bu dert ve ızdırabın esas sonucu gözlerine ak düşmesi yani kör olmasıdır. Bu metafor ile müminlere gelecekte Darün Nedve üyelerinin / ihtiyarlar heyetinin / Mele’ topluluğunun önemli bir kısmının da Hz.Muhammed @ ile ilgili dertleri, tasaları ve geçmişte ona sahip çıkamadıklarından dolayı endişeleri öylesine bir hal alacak ki ne yapacaklarını bilemeyecekleri, önlerini göremeyecekleri vurgusu yapılır. Ve gerçekten de tarihi sürece bakıldığında bu durum aynen gerçekleşmiştir. Şöyle ki;
“Hudeybiye Anlaşmasında değişiklik yapıldıktan sonra Ebu Basir ve adamları Medine’ye gelip müminlere katılmışlar ve Mekke’nin ticaret yollarındaki engel kalkmış gibi görünse de Mekke asıl o tarihten sonra perişan olmaya başlamıştır. Zira artık mümin olanların önünde engel kalmamış olduğundan kalbinde Hz.Muhammed’e @ ve getirdiği öğretiye biraz sempatisi olanlar Medine’ye akın etmiştir. Mekke’nin ciğer pareleri olarak anılan Halid bin Velid, Amr bin As, vb. önde gelen seçkin şahsiyetleri Medine tarafına geçmiştir. Mekke kamuoyunda her gün Hz.Muhammed @ ve ilahi öğretinin doğruluğu, haklılığı konuşulur olmuştur. Gündem sürekli Hz.Muhammed’dir @ artık. Diğer taraftan Hz.Muhammed @ Arap yarımadasını çevreleyen büyük devletlerin krallarına ve çeşitli küçük Arap krallıklarına Medine İslam Cumhuriyetine katılmaları için davet mektupları göndermiş ve onlardan kendisine boyun eğmelerini / itaat etmelerini istemiştir. Bu hareket O’nun artık Arap yarımadasında bir güç olarak doğduğunun ve önünün alınmasının kolay olmadığının ve daha bu işe başlarken ki iddia ettiği tevhidi adım adım gerçekleştirdiğini gösteriyordu. Elbette ki davet mektubunu gönderdiği ülkelerin bir kısmından olumlu yanıt alırken bazıları ise olumsuz karşılık vermiştir. Davet mektubunun gereğini hemen yerine getirmeseler bile arafta kalan devletler Arap yarımadasındaki muhataplarının artık Hz.Muhammed @ ve Medine İslam Cumhuriyeti olduğunu anlamışlardı. Bundan sonra Arap yarımadasında Hz.Muhammed’den @ izinsiz herhangi bir bağlantı yapmaları mümkün görünmüyordu. Yapılacak her türlü bağlantı ve anlaşmalar Hz.Muhammed’in @ muvafakatı ile yapılacaktı. Böylece Hz.Muhammed @ Mekke müşriklerinin özellikle Suriye bağlantılı ticaretini kendi izin ve müsaadesine bağlamış oluyordu. Mekke’nin Habeşistan, Mısır, Suriye ve Bizans ile ticaretinin bloke edilmesi demek artık Mekke’nin tüm iplerinin ele geçmesi demekti. Hudeybiye barış anlaşmasında yapılan değişiklik ile yol güvenliği sağlanmıştı ancak ticari bağlantı yapmak için ilgili otoriteler Medine’nin eline geçmişti. Bu nedenle Mekke’nin Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu “ah Muhammed ah” diyordu. Sahip çıkamamanın getirdiği üzüntü ve gelinen aşamada Hz.Muhammed’in @ üstün gelmesi ile duydukları pişmanlık yanında ona geçmişten gelen sevgileri Hz.Yakubun gözlerine ak düşmesi ve kör olması gibi bir durumdu. Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu bu sorunu çözmek için sürekli tek gündemleri Hz.Muhammed @ idi. Onlar gidişatın Hz.Muhammed’in @ sonunda Mekke’yi alacağını biliyorlar ama bu işin kazasız belasız ve kan dökülmeden nasıl bir çare bulunması gerektiğine kafa yorarken onlar Mekke müşrik çete üyeleri ve durumun vehametini kavrayamayanlar tarafından eleştirilirler. Fakat onlar kahır ve üzüntüsüne yol açan sorunu kendi içinde çözmeye çalışıyorlardı.”
84- 86- Ve o (Yakup),içine kapandı. Ve “Ey gam, ey Yusuf’a dair tasam! / ah Yusuf ah!” diye inledi ve üzüntüden gözlerine ak indi / (sararıp soldu / perişan oldu). Artık o (Yakup), tüm derdini içine gömdü / dertleri ile baş başa kaldı. Dediler ki: “Hayret Vallahi! Hala Yusuf’u anıp duruyorsun. Sonunda (bu) seni yiyip bitirecek yahut kendini telef edip gideceksin.” O (Yakup) dedi ki: “Ben, kahrımı, kederimi sadece Allah’a arz ediyorum. Ve ben Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum!”(Yusuf Suresi 84-86)
Bu konu Darün Nedve’de tartışıldıkça Mekke müşrik elitlerinden bazılarının da peygamberimizin getirdiği barış / islam sistemine girmeye gönülleri gelmeye başlamıştı. Zira onlar peygamberimizin yükselişini önleyememişlerdi. Ayrıca peygamberimiz argümanlarında haklı çıkmıştı. Onlar kaybetmişlerdi. Bunlar artık en üst düzeyde telaffuz edilmekteydi. Fakat sorun, Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğunun endişeleri arasında yer alan Muhammed bu aşamadan sonra onların yaptıklarını yanlarına bırakır mıydı? yoksa intikam almaya mı kalkardı? Devri sabık yaratır da intikam alırsa da haklıydı. Çünkü ona yaptıklarını göz önüne aldıkları zaman kim olsa bu yaptıklarını ödetirdi. O kadar kin ve düşmanlık yapıldıktan sonra, o kadar kan akıtıldıktan sonra, o kadar eziyet ve işkence yapıldıktan sonra tekrar bir araya gelme imkanı var mıydı?
Darün Nedve’de yapılan bu müşaverelerde aklı selim galip geldi ve bir umut ışığı araştırılmasına karar verdiler. Muhammed ve arkadaşları nezdinde bir yoklama çekilebilirdi. Allah’tan ümit kesilmemeliydi. Birarada yaşam imkanı ve hatta tekrar kardeşce yaşam / birbirine kavuşma imkanı bulunabilirdi. Bunun için bir çözüm süreci geliştirilebilinirdi.
Ticari olarak iyice köşeye sıkışan ve kendilerine yapılan izolasyondan bunalan Mekke müşrik elitleri peygamberimizden tekrar yardım almak için gittiklerinde değerlerinin değişikliğe uğradığının ve yola geldiklerinin işaretini de verdiler. Şöyle ki;
“Yardıma mukabil getirdikleri deriler, Ebu Süfyan kendi depolarında (çürümekte) olan derilerdi ve çok değerli değildi ama yardım isterken Hz.Muhammed’in @ ikram etmesini, infak etmesini, hayır etmesini istiyorlardı ki bu terimler Mekkeli müşriklerin lügatlerinde hiç yoktu. Onlar da artık dönüşmüştü. Asla kabul etmedikleri ilahi öğretinin değer yargılarını ifade ediyorlardı. Eskiden inatla reddettikleri merhamet, rahmet, bağışlama, ikram, sadaka, paylaşma değer yargıları ile Hz.Muhammed’den @ yardım talep ediyorlardı. Değer değişikliği ve Hz.Muhammed’in @ getirdiği değer yargılarına yapılan atıf ile de hem Hz.Muhammed’i @ tanıyorlar ve artık onu inkar etmekten vazgeçtiklerinin işaretini veriyorlar hem de O’nun yıllardır uğruna mücadele verdiği ilahi öğretinin temel değerlerini tanıdıklarını ortaya koyuyorlardı.”
Hz.Muhammed’de @ Mekkeli müşrik elitlerinin geçmişte yaptıkları kötü hareketleri hatırlatarak onları manen ezerken onlara iyi bir ders veriyor ve takvalı davranmayı ve bu davranış üzerine sabır gösterenlere Cenab-ı Hakk’ın mutlaka mükafat vereceğini öğretti.
87-90- “Ey oğullarım, haydi gidin de Yusuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; Şu bir gerçek ki Allah’ın rahmetinden sadece inkarcı topluluklar ümit keser.” Derken onlar (tekrar Mısır’a gelip Yusuf’un) huzuruna girince, dediler ki: “Ey Aziz! Biz ve ailemiz kıtlıktan dolayı perişan olduk. Fakat az / değersiz bir sermaye ile geldik. Buna rağmen sen bize yine de tam ölçek ver. Ayrıca bize sadaka / ikram olarak da ver. Muhakkak ki Allah sadaka / ikram verenlerin karşılığını verir.” O (Yusuf) dedi ki: “Siz cahiller iken Yusuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?" Onlar (Yusuf’un kardeşleri): “Yoksa sen,…sen Yusuf musun?” dediler. O (Yusuf): "Ben Yusuf’um, işte bu da kardeşimdir! Allah bize lütfetti. Çünkü kim takvalı davranır ve sabrederse, iyi bilsin ki Allah, iyi, güzel işler yapanların mükâfatını zayi etmez” dedi. (Yusuf Suresi 87-90)
Mekkeli müşrik elitler ise hatalarını itiraf ediyorlar ve hakkı teslim ediyorlar. Hz.Muhammed’in @ haklılığını, doğruluğunu ifade ederlerken Cenab-ı Hakk’ın O’nun bu doğruluğu ve haklılığı nedeniyle kendisini üstün kıldığına kanaat getirdiklerini de itiraf ediyorlar. Bunun üzerine Hz.Muhammed @ onları bağışlıyor. Böylece kendisine gelen vahyin öngördüğü barış / islam topluluğu teklifinde ne kadar samimi olduğunu da gösteriyor.
Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu kendi arlarındaki müşaverelerde Hudeybiye Anlaşmasında yapılacak değişikliği ve Hz.Muhammed’in@ karakterini birlikte mütalaa ettiklerinden artık Mekke’nin fethedileceğinin ayak seslerinin duyulmakta olduğu kanısına varmışlardır. Bu duyumsama tıpkı Hz.Yakub’un @ oğlu Hz.Yusuf’un @ kokusunu duyması gibi idi. Tıpkı Hz.Yakub’un @ oğlu Hz. Yusuf @ yanında Kenanda kuyuya atıldığında kokusunu alamamış ve diğer oğullarının yaptıklarına mani olamaması gibi Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu da Hz.Muhammed@ Mekke’de kendi yanlarında ve müşrik kardeşlerince kendisine reva görülen çeşitli eziyetler çekerken onlara engel olamamışlardır. Ama artık bütün her şey geride kalmıştır. Barış ortamı da her yönüyle sağlanmıştır. Hz.Muhammed’in @ öncesinde kendisine düşman olmasına rağmen sonra teslim olanlara gösterdiği yakınlık ve içtenlik Mekke’de dilden dile dolaşır olmuştu. Hz.Muhammed @ bu hareketiyle ve gönderdiği mesajlarıyla Mekke kamuoyunun gerçeği görmesi için niyetinin asla intikam olmadığını, barış olduğunu, onlar geçmişte ne yapmış olurlarsa olsunlar affedileceğini, islami sistemin kendi kabilesinin de iyiliğini istediğini vurgulamıştır. Böylece O tevhidi dünya görüşünü onlara daha rahat ve arada hiçbir engel olmaksızın tebliğ etmiştir. Sonuçta Mekke’den çeşitli aralıklarla gelip Hz.Muhammed’in @ saflarına katılan Mekkeli sayısında sürekli artış görülmüştür.
Dahası nasıl Hz.Yusuf’un @ gömleği Hz.Yakub’un @ gözlerini açıp körlükten kurtardıysa Hz.Muhammed’in @ Hz.Yusuf’un gömleği metaforunda gönderdiği affetme / bağışlama / barış mesajlarıyla Darün Nedve üyelerini / ihtiyarlar heyetini / Mele’ topluluğunu gelecek konusundaki körlükten / endişelerden kurtarmış ve Hz.Muhammed’in @ Mekke’yi fethetmesi halinde korktuklarının başlarına gelmeyeceği, tam tersine bütün Mekkelilerin bir araya geleceği müjdesi ile gözleri aydın olmuştur.
91 -96- Onlar dediler ki: “Vallahi! Allah seni gerçekten bize üstün kıldı. Fakat biz de gerçekten hata yaptık.” O (Yusuf) dedi ki: “Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah sizi mağfiretiyle bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.” “Şu gömleğimi götürün de babamın önüne koyun / yüzüne sürün onu; gerçeği görür / basir ([4]) hale gelir / gözleri ışığa kavuşur / perişanlıktan kurtulur. Daha sonra da bütün ailenizle birlikte bana gelin!” Derken, kervan yola koyulduğunda, babaları dedi ki: “Eğer bana bunak demezseniz, kesinlikle ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.” Dediler ki: “Vallahi şüphesiz sen hâlâ o eski sapıklığındasın / şaşkınlığındasın.” Fakat ne zaman ki, gerçekten müjdeci geldi, onu (gömleği) onun (Yakub’un) önüne koyunca / yüzüne sürünce, gözleri tekrar görür oldu. Ve dedi ki “Ben size demedim mi, ben Allah’tan sizin bilmediklerinizi biliyorum diye.” (Yusuf Suresi 91-96)
Mekke’nin fethinden önce Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu müşrik elitlerin bir kısmı ve kamuoyu artık Hz.Muhammed’in @ getireceği sistemi benimsemiş ve onu gönül arzuyla karşılamaya hazır hale gelmiştir. Hz.Muhammed @ Mekke’nin fethiyle birlikte suçlu müşrik elebaşıları bağışlamıştı. Fakat bağışlanan elebaşılar Darün Nedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu yani Mekke’nin Ak Saçlıları ve kamuoyu tarafından da bağışlanması gerekiyordu. Zira yıllarca bu suçlu şeytanlar Darünnedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğuna ve kamuoyuna da çile çektirmişti ve yanlış yöne sevk etmişti. Kendi hatalarının bedelini ve üzüntüsünü hep Mekkeliler çekmişti. Bu nedenle onlardan da özür dilenmesi gerekiyordu. Ve onlar da kamuoyundan özür dilediler ve halk da kendilerini affetti. Mekke’nin fethinden sonra Hz.Muhammed @ Mekke’deki kendi yakınlarını Medine’ye davet etti ve onları Medine’ye yerleştirdi. Tıpkı Hz.Yusuf’un kendi ana-babası ve ailesini Mısır’a yerleştirdiği gibi.
Sonrasında Hz.Muhammed @ sadece o gün için değil çağlar boyu sürecek bir iktidarın sahibi oldu. Böylece peygamberlik geldiği zaman Cenab-ı Hakk’ın ona verdiği / vadettiği tevhidi dünya görüşünün kendi eliyle mutlaka iktidara geleceği gerçekleşmiş oldu.
97 – 101- Dediler ki: “Ey babamız, bizim için günahlarımıza istiğfar et. Hatalı / kusurlu olan elbette bizlerdik.” O (Yakup) dedi ki: “Sizin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” Derken onlar Yusuf’un huzuruna girdiler, o “Allah’ın izniyle kendinizi güvende hissedeceğiniz Mısır’a buyurun!” diyerek ebeveynine kucak açtı. Anasıyla ([5]) babasını / ebeveynini makamına çıkarttı. Hepsi secde için / saygıyla selamlamak için yere kapandılar. Ardından o (Yusuf): “Babacığım, işte o gördüğüm rüyanın / vizyonun altında yatan anlam buymuş meğer. İşte Rabbim onu gerçeğe dönüştürdü. Rabbim bana gerçekten çok büyük ihsanda bulundu. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi. Şüphesiz Rabbim dilediği şeyi cömertçe lütfedendir. Şüphesiz O, en iyi bilen, hüküm ve hikmet sahibidir. Rabbim! Bana iktidarı sen bahşettin! Ve bana olacakların / olayların / sözlerin doğru yorumunu öğrettin. (Ey )Gökleri ve yeri yoktan var eden! Sen benim dünya ve ahirette velimsin, benim canımı müslüman olarak al ve beni salihler arasına kat!” (Yusuf Suresi 97-101)
Cenab-ı Hak, Hz.Yusuf @ kıssası üzerinden peygamberimizin gelecek yaşamında (gayb) karşılaşacağı olayları anlatmaktadır. Geçmişteki yaşanmışlıkları anlatarak onlardan ders almasını ve ona göre davranmasını bildirmektedir. Bunun gerekçesini de müşriklerin kendisi aleyhine kötü planlar ve tezgahlar kurarken elbette ki onların yanında olamayacağından dolayı bunlardan haberinin olmayacağı açıktır. Fakat insan davranışları ve tarih sürekli aynen tekrar ettiği için olaylardan gerekli dersler çıkarılacak ve ona göre davranılacak olunursa yanlışta olanlar yine kaybedecekler ve iyiler de Allah’ın inayetiyle mutlaka zafer kazanacaklardır. Bu dersleri alan Hz.Muhammed @ yukarıda anlatıldığı gibi tıpkı Hz.Yusuf’un @ hayat seyrini aynen yaşamıştır.
Diğer taraftan Cenab-ı Hak, Mekke’de boykot döneminde iken nazil ettiği bu satırlarda elçisine ne kadar çabalarsa çabalasın yine de Mekkeli Müşrik elebaşıların şu anda kendisine inanmayacağını bildirmektedir. Üstelik onlardan yaptığı bu hizmet karşılığında her hangi bir menfaat ve çıkar beklememesine rağmen onlar bu çağrıya kulak tıkamaktadırlar.
102 – 104- İşte bu olay, sana vahyettiğimiz gayb / yaşanacak olayların haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip mekir (kötü plan) yaparlarken sen onların yanında değildin. Sen şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman ediciler değildir. Ve sen buna karşılık onlardan herhangi bir ücret istemiyorsun. O (Kur’an), âlemlere sadece bir öğüttür. (Yusuf Suresi 97-101)
Cenab-ı Mevla Mekkeli müşrik elebaşıların ne kadar ayet, ibretamiz olay, sosyolojik yasa vb. görseler de şimdi yola gelmeyeceklerini onların göklerde ve yerdeki nice ayetleri görmesine rağmen onları fark etmemesine bağlar. Böylece şu da kastedilir; bu sure de anlatılan Yusuf kıssası ile aslında senin de başına gelecek olaylar anlatıldı. Yapılan bu ihbarı içeren bu sure içerisindeki bu kıssayı onlara da okusan ve onlarında haberi olsa buna rağmen onlar ibret alıp farklı davranmayacaklardır. Olayları değerlendirip “değişik davranalım da Muhammed’i yenelim” diye farklı bir davranış içerine girmeyeceklerdir. Çünkü onlar bunları duysalar da ibret almadıklarından ve olaylara kafa yormadıklarından kör gibi davranacak ve kaybedeceklerdir. Yani onların mağlubiyetleri göstere göstere gelecektir. Onlar başlarına gelecek olan yıkım ve azaptan asla güvende değillerdir. Bak işte olacakları haykıra haykıra önceden söylüyoruz ama yine de onlar bu azabı yaşayacaklardır. Fakat yine de felaket ve yıkım yaşamadan önce onları kurtuluş yoluna davet ettiğini bildirmesi söylenir. Ve akıl sahibi, sağduyu sahibi, basiretli herkesin Allah’a davet edilmesi emredilir.
Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu ve ibret alınması gerektiği vurgulanır. Aklını kullanan ve korunmak isteyen herkese çağrı yapılır; “geçmişe bakın ve onların yaşam öykülerinden gerekli dersi çıkararak felaketi yaşamadan tedbirinizi alın” denir. Hala aklını kullanmadıkları nedeniyle de çıkışılır.
105–109- Ve göklerde ve yerde nice ayetler var ki, onlar yanlarından geçerlerde onlara bakmazlar bile. Nitekim onların çoğu, şirk koşmadan Allah’a iman etmezler. Yani şimdi onlar Allah’ın azabından hepsini saracak bir felaket gelmesinden veya farkında değillerken ansızın kendilerine saatin gelmesinden güven içinde olduklarını mı düşünüyorlar? De ki: “Ben ve bana uyanların basiret üzere (aklın, bilginin, sağduyunun gereği olarak) Allah’a davet ettiğimiz yol işte bu yoldur. Allah’ın şanı yücedir. Ve ben müşriklerden değilim.” Biz senden önce de yalnızca, kentlerin halkından kendilerine vahyettiğimiz birtakım kişileri elçi olarak gönderdik. Onlar yeryüzünde şöyle bir gezip dolaşmazlar mı? Kendilerinden önce gelip geçenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir baksalar ya! Elbette ahiret yurdu takvalı davranan kişiler için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? (Yusuf Suresi 105-109)
Boykot nedeniyle çok sıkıntı yaşamakta olan Hz.Muhammed’e @ ve müminlere de son mesaj olarak bu sıkıntıların yaşanmasının ilahi / sosyolojik bir yasa olduğunu, bu sıkıntı, çile ve acıların artık dayanılmaz noktaya geldiği, ümitlerin tükendiği aşamaya geldiği zaman ilahi yardımın da geleceği vurgulanır.
Cenab-ı Hak, son olarak şunları da vurgular;
“Anlatılan bu tarihi kıssalar boş ve uydurulmuş hikayeler değildir. Bunlar size yol gösterecek kılavuzlardır. Bundan sonraki yaşamınızda bu olaylar üzerinde düşünür, bu olaylardaki metaforlarından yola çıkarak kendi yaşamınıza yön verirseniz rahmete, zafere kavuşursunuz. Geçmişteki yaşanmışlıkları da böylece teyid etmiş olursunuz.”
110- 111- Nihayet elçiler ümitlerini yitirecek hâle gelip kendilerinin yalanlandıklarını düşündükleri sırada, kendilerine yardımımız geldi. Böylece dilediğimiz kurtarıldı. Fakat suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilemez. Ant olsun ki, onların (Yusuf, babası, kardeşleri) kıssalarında aklını kullananlar için bir hayli ibret vardır. Bu (Kur`an), uydurulan bir söz değildir. Fakat o önceki (vahiyleri) tasdik eden ve her şeyi ayrı ayrı açıklayan, müminler için bir rehber ve rahmettir.” (Yusuf Suresi 110-111)
Böylece boykot döneminde Hz.Muhammed’e @ ve müminlere içerisinde çok önemli ders ve ibretlerin bulunduğu ve tam bir hayat hikayesi barındıran Yusuf Suresi inzal olmuştur.
[1] ) Kur’an’da geçtiği üzere Hz.Yusuf’un kendi koyduğu su kupası farklı kelime ile ifade edilirken müteakip ayetlerde gelen ve Kralın su kupası olarak ifade edilen kelimenin farklı ifade edilmesi her ikisinin farklı nesneler olduğu sonucuna götürmüştür. (Mustafa İslamoğlu- Kuran Meali)
[2] ) İslam tarihi- M.Asım Köksal
[3] ) İslam tarihi- M.Asım Köksal
[4] ) Hz. Yakup benzetmesindeki Darünnedve üyeleri / ihtiyarlar heyeti / Mele’ topluluğu gerçeği görür hale getirmede en kritik rolü oynayarak Hudeybiye Anlaşmasında değişiklik yapılmasına sebep olan kişinin adının “Ebu Basir” olması da bir tesadüf olabilir mi?
[5] )Rivayetlere göre Hz.Yusuf’un annesi küçük yaşta iken ölmüştü.