BÖLÜM 20
HİZİPLER ORDUSU GİRİŞİMLERİ
20.1. Lanetlenen / Kovulan Yahudilerin Medine’yi Karıştırma Çabaları
Cenab-ı Hak, Kaynuka oğulları ve Nadir oğulları Yahudilerinin Medine’den sürüp çıkarılma gerekçelerini anlatarak Kurayza oğullarına uyarılarda bulundu. Medine’den sürüp çıkarılan / lanetlenen bu iki Yahudi kabilesi, Medine Sözleşmesine / Anayasaya (Kitaba) imza atmış ve bu sözleşme kapsamında Hz.Muhammed’in@ Medine İslam Cumhuriyeti’nin Başkanı olduğunu kabul etmiş olmalarına rağmen daha sonra sözleşme / anayasa maddeleri üzerindeki ifadeleri kendi çıkarlarına ve kötü niyetlerine göre yorumlamaya başlamışlardı. Peygamberimiz ise onların bu tavırlarına karşı her seferinde onlara sözleşme maddelerinin esas anlamlarını izah ediyor ve onları sözleşme hükümlerine uymaya davet ediyordu. Onlar yapılan açıklamaları anlamalarına rağmen yine de karşı çıkmaya devam edeceklerini ifade etmek için “Raina” diyorlardı. Onlar bu kelimeyle “Tamam tamam anladık! Ama yine de karşı geliyoruz. Esas sen bizim yorumumuzu dinle / kabul et. Eğer sen hükümlere ilişkin bizim yorumumuzu kabul etmezsen / dinlemezsen / bizim çıkarlarımızı gözetmezsen / bizim isteklerimizi dikkate almazsan biz de senin açıklamalarını kabul etmeyiz / dinlemeyiz / sana uymayız” manasına gelen anlamını kastediyorlardı.
Hâlbuki onlar peygamberimize “unzurna” yani “Tamam! Sözleşme / Anayasa hükümlerine ilişkin yaptığın açıklamaları anlıyoruz ve kabul ediyoruz ve bu hükümlerin uygulanmasında bize nezaret et / başımızda bakanlık yap işlerimizi sözleşmeye / anayasaya uygun mu, doğru mu yanlış mı yaptığımız konusunda bize yol göster” demeleri en uygun olanıydı.
Cenab-ı Hak, Yahudilerin bu samimiyetsiz hareketlerini eleştirir ve «onlar dürüstçe davransalardı kendileri için daha hayırlı olacaktı» diye belirterek onların Medine’den sürülüp çıkarılmalarının kendi ihanetlerinden kaynaklandığını bu nedenle Medine’den kovulmayı hak ettiklerini ifade eder. Medine’de kalan Kurayza Yahudilerine de dönerek «eğer sizde Anayasayı ihlal edecek olursanız sizin de sonunuz aynı olacaktır» demeye getirir. Bunu da Cumartesi gününü ihlal eden Yahudi kabilesinden metafor yaparak belirtir. Onlara «Medine’den sürüp çıkarılmak istemiyorsanız Anayasaya / Kitaba riayet edin» uyarısında bulunur.
44-48-Şu kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanları (Medine Anayasasına dâhil edilerek kendilerini İslam Topluluğunun bir parçası yapılmış olanları) görmüyor musun? Kendileri sapıklığı satın aldıkları gibi sizin de yoldan çıkmanızı istediler. Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Size bir velî / koruyucu / emrinde olduğunuz bir otorite olarak Allah yeter. Size yardımcı olarak da Allah kafidir. Yahudilerden bir kısmı kelimelerin öz anlamlarını değiştirdiler ve sözleri asıl bağlamından kopararak Peygamber’e karşı, “Raina” dediler. Eğer onlar, “(Sözleşme hükümleri konusunda yaptığın açıklamaları) işittik, anladık, kabul edip itaat ediyoruz, / unzurna: sen bizim bu hükümlere doğru bir şekilde uyup uymadığımızı gözet / bize nezaret et” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha dürüstçe olacaktı; fakat inkâr etmeleri sebebiyle Allah, onları lanetlemiştir. / (Medine’den) sürüp çıkarmıştır. / (Medine’den) kovmuştur. / (Medine’den) uzaklaştırmıştır. Artık onların çok azı inanırlar. Ey kendilerine Kitap verilenler! (Kurayza oğulları) Gelin! Sizleri zelil ve perişan bir hale getirmeden önce tıpkı Cumartesi yasağını çiğneyen halkı lanetleyip / sürgün ettiğimiz gibi sizleri de kovmadan / sürgün edip uzaklaştırmadan önce müktesebatınız olan ilahi değerleri tasdik etmek üzere indirdiğimiz bu kitaba iman edin. Zira Allah’ın emri yerine gelecektir. Şüphe yok ki Allah, Kendisine şirk / ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başka diğer günahları istediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak / eşler koşarsa, muhakkak ki çok büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi 44-48)
20.2. Nadiroğulları Liderlerinin Hayberliler Nezdinde Kendilerini Temize Çıkarma Gayretleri
Kur’an’ın şeytanlar ([1]) dediği Huyey bin Ahtab başta olmak üzere Nadir oğulları liderleri, sürgün olarak gittiği Hayber’de şeytanlıklarına devam ederler. Medine’den sürgün edilmelerinde esas suçlu kendileri olmasına rağmen Hayber’li dindaşlarına sürgünde kendilerinin hiç kabahatlerinin olmadığını anlatıp kendilerini temize çıkartmaya çalıştılar. Bu sürgünde esas suçlunun Hz.Muhammed@ olduğunu iddia ederek O’nun kendilerini haksız yere Medine’deki yurt ve yuvalarından çıkarıp kovduğunu anlattılar. Fakat kendi yaptıkları ihanetten ve çıkardıkları anarşi/ fitne / bozgunculuktan söz etmediler. Hayberliler de dindaşlık tarafgirliği ile onların sözlerine inanıp onları bağırlarına bastılar. Huyey bin Ahtab öylesine şeytandı ki kendisini Hayberlilere kabul ettirmek için kızı Safiye’yi ([2]) Hayber reisine nikahladı.
49-50-Kendilerini temize çıkaranlara baksana! Hayır! Tam tersine! Allah, dilediği kimseyi temize çıkarır. / çıkaracaktır. Onlara kıl kadar haksızlık edilmez. / edilmeyecektir. Bak hele, Allah’a (elçisine) nasıl iftira atıyorlar, ona yalan isnat ediyorlar. Apaçık bir suç olarak bu yeter! (Nisa Suresi 49-50)
20.3. Huyey bin Ahtab ve Arkadaşlarının Mekke Müşrikleriyle Yaptığı İttifak Anlaşmasının İhbarı
Nadir oğullarının Medine’den sürülmesinden / lanetlenmesinden sonra Medine İslam Cumhuriyetini yıkmak için Hayber’den bir heyet Mekke’ye giderek Ebu Süfyan ile müttefiklik anlaşması yaptılar.
Giden heyetin başında Huyey Bin Ahtab vardı. Heyetin diğer üyeleri ise Nadir oğulları reisi Sellam bin Mişkem, Hevze b. Kays el-Vaili, Ebu Ammar el-Vaili, Sellam b. Ebi’l Hukayk, Kinane b. Ebi’l-Hukayk, Rebi’ b. Ebi’l Hukayk ve Hevze b. Ebi’l Hukayk olduğu rivayet edilir.
Bu Yahudi heyeti Medine İslam Cumhuriyetine karşı ittifak anlaşması yapmak için Ebu Süfyan’la görüşür. Ebu Süfyan onların teklif ettikleri müttefiklik anlaşmasına çok olumlu yaklaşır. Ancak Mekke yönetimi ileri gelenleri Yahudilerin verdikleri sözlere güvenilemeyeceğini belirterek onlardan güvence istediler. Bunun üzerine Yahudiler sözlerinde duracaklarına dair nasıl bir güvence istediklerini sordular. Mekke Yöneticileri onlardan şirk sisteminin Hz.Muhammed’in getirdiği İslami / tevhidi sistemden daha doğru ve üstün olduğunu söylemelerini istediler. Müşriklerin bu talepleri aslında Yahudilerin kendi dinlerini inkâr etmeleriydi. Yahudi heyeti kendi din ve inançlarını inkâr pahasına Mekkeli müşriklerin müminlerden daha doğru yolda olduklarını herkesin önünde ilan ettiler. Bunun üzerine Mekke Yöneticileri ile Yahudi heyeti Kâbe’nin örtüsü altında müttefiklik anlaşması yaptılar. Anlaşma uyarınca Hayberliler ile Mekke Yönetimi Medine İslam Cumhuriyetine karşı birlikte hareket edecekler ve Hz.Muhammed’in iktidarı yıkılıncaya kadar birlikte savaşacaklardı. Medine İslam Cumhuriyeti Hayber’in üzerine ordu gönderdiğinde Mekke yardım için ordu gönderecek ve Medine’nin üzerine gidecekti. Şayet Medine İslam Cumhuriyeti Mekke’nin üzerine gidecek olursa Hayberliler Medine’ye saldıracaklar ve böylece birbirlerinin güvenliklerini sağladıkları gibi Medine’nin elini kolunu bağlamış olacaklardı. (Harita 21)
[1] ) Bakara Suresindeki ayet “İnananlara rastladıkları zaman, "İnandık" derler, şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında, "Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz" derler.
[2] ) Hayberin fethinden sonra peygamberimiz Safiye’yi eş olarak almış ve validelerimizden birisi olmuştur.
2
Harita 21: Yahudilerin Mekke ile Yaptıkları Müttefiklik Anlaşması İle Medine’nin Kıskaca Alınması(https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/)
Anlaşmanın bir diğer maddesine göre Mekke Yönetiminin liderliğinde Arap kabilelerden müteşekkil bir hizipler ordusu teşkil etmek için Yahudiler gerekli organizasyonu üstlenecekler ve Medine İslam Cumhuriyeti ile gerçekleşecek savaşın finansmanını yine Yahudiler temin edeceklerdi. Ancak kendileri savaşa iştirak etmeyeceklerdi.
Yahudilerin bu anlaşma öncesi şirk ideolojisinin Allah’ın otoritesine dayalı tevhidi dünya görüşünden daha doğru olduğunu ilan ederek Mekke müşrik yönetiminin egemenliğini de kabul ettiklerini bütün Arap Yarımadasına ilan etmiş oldular. Onlar bu beyanları ile Hz.Muhammed’in@ İslami idaresi yıkıldıktan sonra Mekke müşrik yönetiminin ideolojik egemenliği altında yaşamayı da kabul ettiklerini ilan etmiş oluyorlardı. Onlar bu anlaşma ile sadece ihtiraslarını tatmin edeceklerdi. Ancak bu tatmin için canları dahil çok fazla fedakârlık yapmaları gerekiyordu.
Halbuki ihanet etmeyip Hz. Peygamberle birlikte olmuş olsalardı yönetime ortak olmuş olacaklar, İslam / barış topluluğunun bir paydaşı olarak şeref ve izzetten pay alacaklardı. Ancak onlar ihanet ederek bu nimeti teptiler. Şimdi yaptıkları ittifaklarda onların ne kadar aşağılık ve şerefsiz bir karaktere sahip olduklarını göstermektedir. İyi ki erken vakitte kötü karakterlerini ortaya koydular. Böyle düşük karakterli insanlara yönetimden pay verilir mi hiç? Eğer İslam Cumhuriyetinde iktidardan payları olsaydı onlar sahip oldukları düşük ahlak, gurur, kibir ve seçkinlik iddiaları nedeniyle diğer insanlara zırnık koklatmayacaklardı. Zaten İslam Cumhuriyeti kurulmadan önce Medine halkını ve kendi halklarını sömürmekten başka bir icraatları yoktu. İslam Cumhuriyetine karşı çıkışlarının altında da İslami idarenin onların sömürülerine taş koyması yatıyordu.
51-53- Şu kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanları (Medine Anayasasına dâhil edilerek kendilerini İslam Topluluğunun bir parçası yapılmış olanları) görmüyor musun? Onlar, cibt (Huyey bin Ahtab gibi şeytanlara) ve tağuta (Sellam bin Mişkem gibi başkaldıranlara) inanıyorlar / güveniyorlar da müşrik inkârcılar için, “Bunlar, müminlerden daha doğru yoldadır” diyorlar. İşte onlar, Allah’ın lanetlediği / Medine’den kovduğu / Medine’den uzaklaştırdığı / Medine’den sürüp çıkardığı kimselerdir. Allah kimi lanetlerse / kovarsa / uzaklaştırırsa, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın. Onlara (İslami) iktidardan / yönetimden / mülkten bir pay verilir mi hiç? Eğer bir payları olsaydı, insanlara bir hurma çekirdeğinin zerresini bile vermezlerdi. (Nisa Suresi 51-53)
20.4. Yahudiler İhanetlerinin Cezasını Çekiyorlar / Çekecekler
Huyey bin Ahtab başta olmak üzere bir kısım Yahudi lider, Hz.Muhammed’in@ liderliğine / peygamberliğine hicretin başından itibaren karşı tavır almışlardı.([1]) Onlar peygamberimizin liderliğini / peygamberliğini kabul etmeyip ona karşı durdular, ihanet ettiler. Bu nedenle mensup oldukları Kaynuka oğulları ve Nadir oğulları kabilelerinin Medine’den sürülüp çıkarılmalarına sebep oldular. Yurtları ve malları da müminlere kaldı. Onlar bu durumu bir türlü hazmedemediler. Hasetlerinden çatlıyorlardı. Oysa onların da çok iyi bildikleri gibi Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim@ soyuna çok büyük bir hükümranlık verdiğini / vereceğini de müjdelemişti. O’nun vaadi Hz. İsmail@ soyundan gelen Hz.Muhammed@ için gerçekleşmişti. Fakat onlardan bir kısmı buna inandı, önemli bir kısmı da kıskançlıklarından dolayı onun hükümranlığını kabul etmediler.
Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’i@ ve iktidarını tanımayanların yakında cehennem ateşiyle cezalandırılacağını bildirir. Derileri yandıkça yeni deriler giydirileceğinin ve onlara azap üzerine azap verileceğini söyledi. Cenab-ı Hak, onlara Ahirette yaşatacağı azabın benzerini bu dünya da yaşattı. Şöyle ki onların Hz.Muhammed’e@ karşı giriştikleri her oyun başlarına geçti. Onların kurdukları her hile ve desise kendilerini yaktı. Onlar kaybettikçe yeni yeni oyunlar kurdular, fakat oyunları kendilerine zarar verdi, kendilerini yakıp kavurdu. Onlar içlerini yakıp kavuran haset, kin ve nefretle sürgünde de boş durmamaktaydılar. Yeni bir oyunun peşindeydiler. Bütün müşrikleri toplayıp Medine İslam Cumhuriyetinin üzerine çullanmayı planladılar. Bunun için Mekke Müşrik liderlerle müttefiklik anlaşması yaptılar. Fakat onların bu oyunlarının da boşa çıkarılacağı ve çok yakın bir zamanda yaptıklarının kendilerine yürek acısı olacağı Cenab-ı Hak tarafından bildirildi. Oysa iman edip ıslah edici eylemlerde bulunan Yahudiler ise ahirette cennetle ödüllendirileceği gibi bu dünya da Medine’de kalıp huzurlu bir hayat yaşayacaklardı. Cenab-ı Allah bu hususları aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirdi;
54-57-Yoksa onlar Allah’ın lütfundan sizlere bahşettiği şeylerden dolayı haset mi ediyorlar? Oysa Biz, İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik. Ayrıca onlara büyük bir hükümranlık verdik. / vereceğiz. Fakat onlardan (Yahudilerden) bir kısmı ona (Muhammed’e) iman etti. Bir kısmı da ondan yüz çevirdi. İşte onlar (inkâr edenler) için çılgın alevli ateş olarak cehennem yeter. Şüphe yok ki ayetlerimizi / yasalarımızı tanımayanları yakında ateşe atacağız. Derileri kavruldukça, azabı iyice tatsınlar diye, derilerini yenileri ile değiştireceğiz. Muhakkak ki Allah, mutlak galiptir, en iyi yasa koyandır. Fakat iman edip ıslah edici eylemler yapanları ise içinde ebedi kalmak üzere, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler verecek ve onları serin gölgeliklerde ağırlayacağız. (Nisa Suresi 54-57)
20.5. Müttefiklik Anlaşmasının Medine’deki Yankıları
Huyey bin Ahtab başkanlığındaki Yahudi heyetinin Mekke Yönetimi ile yaptığı anlaşmayla Medine’yi haritadan silecek topyekûn bir savaş haberi Medine’ye ulaşır ulaşmaz Medineli taraflar arasında büyük bir korku, telaş ve panik havası esti. Medine çalkalanmaya başladı. Münafıklar Abdullah bin Übey önderliğinde Hz.Muhammed’in Kaynuka ve Nadir oğulları Yahudilerini Medine’den çıkarmakla yanlış yaptığını, Medine’yi büyük bir felaketin eşiğine getirdiğini dillendirdiler. Medine halkına gelmekte olan bu felaketten kurtulmak için tek çözüm yolunun çok ivedi olarak Mekke Yönetimine teslim olmak olduğunu söylediler. Kurayza oğulları Yahudileri ise bekle-gör politikasını takip etmeyi tercih ediyorlardı. Müminler ise bu işten sıyrılmanın yolunun Hz.Muhammed’in@ yanında saf tutmak ve onun çizeceği politikanın izlenmesinden geçtiğini savunuyorlardı. Fakat münafıklar işin bu aşamaya geleceğini daha önce kendilerinin öngördüklerini fakat Hz.Muhammed’in@ kendilerini dinlemediğini belirterek bundan sonra onun politikalarının izlenemeyeceğini yüksek sesle telaffuz ettiler. Münafık ve mümin ileri gelenler arasındaki bu ihtilaflar kavgalara, çekişmelere kadar vardı. Suçlamalar ve dedikodular alıp başını gitti. Medine Yönetiminde Kontrol kaybedilmeye başladı. Akl-ı selim ile düşünme kayboldu. Münafıklar düşmanın hakimiyetine «evet» diyecek ve onlara sığınacak kadar ileri gittiler. Panik içerisinde her kafadan bir ses çıkmaya başladı.
Peygamberimizin duruma vaziyet etmesi ve kontrolü ele alması gerekiyordu. Her kafadan ses çıkmasını engellemeli, korku ve paniği önlemeli, halka ve ileri gelenlere cesaret vermeliydi. Cenab-ı Hak, elçisinin ihtiyaç duyduğu söylemi kendisine inzal etti. O da kendisine vahyedilen aşağıdaki ayetleri onlara okuyarak verdiği söylev ile duruma vaziyet etti ve kontrolü sağladı.
Cenab-ı Hak, bu ayetlerde elçisine emanetleri ehline vermeleri gerektiğini bildirerek kendilerini bekleyen tehlikeden ancak bu işleri iyi bilen ehil kimseler eliyle kurtulacaklarını bildirir. Bununla onlara içinizde en ehil olanın Hz.Muhammed’den@ başka kimsenin olmadığı ve bugüne kadar nice zor durumlardan onları çıkardığı gibi bu zor durumdan da çıkaracak olanın yine O / Elçi olduğu ifade edildi. Aynı zamanda Medine halkına Allah’a, elçisine ve mümin komutanlara itaat edilmesi gerektiğini bildirdi. İhtilafa düştükleri her durumda ihtilaf konusu olan hususu çözmesi için Allah’ın ilkeleri ve rehberliği ile hareket eden elçisine konuyu havale etmeleri gerektiğini bildirdi. Eğer Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorlarsa bu şekilde davranmalarının şart olduğunu vurguladı. Bu şekilde izlenecek yolun sorunların çözümünde en uygun yol olduğunu ifade etti. Münafıkların ise hem Allah’ın yasalarına uyduğunu iddia ettiklerini hem de başkaldıran Yahudilerin ve inkarcıların hakimiyeti altına girmeye çağırarak şeytanın oyununa alet olduklarını belirtti.
58- 60- Allah size, emanetleri / işleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah, her şeyi işiten ve her şeyi görendir. Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizin gibi hak ve adaletten yana olan yöneticilerinize itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Peygamberine arz edin; Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız. Böyle yapmanız, daha hayırlı ve en uygun çözümü bulmak bakımından daha güzeldir. Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını zanneden şu kişilere bir baksana! Birbirlerini tağutun hakimiyetine çağırıyorlar, oysa onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan da onları derin ve dönüşü olmayan bir sapıklığa düşürmek istiyor. (Nisa Suresi 58-60)
20.6. Münafıkların Allah ve Elçisinin Çizdiği Siyasete Davet Edilmesi
Hz.Muhammed’in@ yaptığı bu söylevden sonra Medinelileri paniğe sevk eden münafıklara Allah ve Elçisinin izleyeceği stratejiye uymaları çağrısı yapıldı. Onlar ise bu çağrıyı reddettiler ve gelinen durumun zaten Hz.Muhammed’in@ siyasetini izlemekten kaynaklandığını iddia ettiler.
Artık işledikleri suçlar da hatırlatılarak onlara sert bir söylemle cevap verilmesi gerekiyordu. Peygamberimiz onlara bugüne kadar gelen musibetlerin sebebinin münafıkların kendilerinin yaptıkları tezgahlardan kaynaklandığını, başarıların ise Cenab-ı Hakk’ın rehberliği ile kendi izlediği siyaset sayesinde kazanıldığını söyledi. Peygamberimiz söyleminde aşağıdaki hususlara değindi;
“Gerek Uhud savaşını terk etmeleri gerekse Nadir oğullarının isyan etmesinde onların ihanete varan ilişkileri ve çabaları cezasız kalmaması gereken suçlardı. Ancak onlar girişimlerinde başarılı olamayınca hemen gelip “niyetlerinin iyilik ve uzlaştırmak” olduğunu söyleyerek suçlarından temize çıkmaya çalıştılar. Hele en son Nadir oğullarını İslam Cumhuriyetine karşı isyan etmeleri için yaptıkları kışkırtmalar, affedilemez bir suçtu. Buna rağmen onlar gelip af bile dilemediler. Hemen savunmaya geçip yaptıkları işbirliğinin iyi niyetli ve arabulucu olmanın dışında bir girişim olmadığını belirttiler. Fakat kalplerinde sakladıkları şey iktidarı devirmek ve İslam Cumhuriyetini yok etmekti. Cenab-ı Hak, onların bütün entrikalarını bana bildirdi ve oyunlarını başlarına geçirdi. Onlar işledikleri bu suçların affedilmesi için gelip af dileseydiler Cenab-ı Hak onları affedecekti. Fakat onlar kibir ve gururlarından dolayı Allah’a boyun eğmek yerine kendilerini temize çıkarmaya çalıştılar. Onların bütün bu aşağılık hareketlerine rağmen Cenab-ı Hak onlara ceza vermeyi emretmedi. Tam tersine onlara kalplerine etki edecek güzel sözlerle öğüt verilmesini istedi. Ama artık yeter! Durum çok ciddi! Düşman topyekûn Medine’nin üzerine gelecek! Bundan sonra çekiştikleri ihtilaflı konularda beni hakem yapıp verdiğim kararı tam bir teslimiyetle gönülden / itirazsız kabul etmedikleri takdirde iman etmiş sayılmayacaklardır.”
Verdiği söylevde Peygamberimiz, münafıkların neden cezalandırılmadıkları hususunu da şöyle özetledi;
“Eğer bu münafıklara işledikleri suçların cezası olarak “ölüm ya da sürgün” cezası verilmiş olsaydı ne kendileri ne de kabilelerinden çoğu kişi bu cezaya razı olmayacaklardı. Eğer cezanın uygulanmasında ısrar edilseydi o takdirde de birlik ve beraberlik bozulacak ve inkârcıların beklentileri gerçekleşmiş olacaktı. Fakat verilecek cezayı müminim diyenler uygulasalardı bugün daha sağlam ve daha güçlü durumda olunacaktı. Neyse geçen geçti! Ama bundan sonra her kim Allah’a ve Peygambere itaat edecek olursa işte onlar peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin arkadaşlarıdır. Arkadaşlığı en güzel olan bu kimselerle birlikte olanlar Allah’ın sonsuz lütuf ve ikramlarına mazhar olacaklardır.”
Peygamberimizin konuşmasındaki bu sert söylem mescitte bulunanlar üzerinde etkili olmuştu. Her ne kadar münafıklar yine de söylenenleri kulak ardı edecek ve işi yavaştan alacak olsalar da en azından suçluluk duygusu ile peygamberimize karşı çıkmadılar. Peygamberimiz hizipler ordusuna katılımları engelleyecek stratejisini şöyle ortaya koydu. Onun stratejisine göre öncelikle daha önce Medine İslam Cumhuriyeti ile müttefiklik ya da saldırmazlık anlaşması yapan kabilelerle bu anlaşmalar yenilenecek, daha sonra müşrik hizipler ordusuna katılması muhtemel kabileler üzerine askeri birlik gönderip etkisiz hale getirilecek ya da İslam Cumhuriyetinin müttefiki haline getirilmeye çalışılacak şekilde proaktif bir siyaset uygulanacaktı. Böylece Mekke liderliğinde oluşturulmaya çalışılan hizipler ordusuna katılımlar engellenmeye çalışılacaktı.
Cenab-ı Hakk’ın rehberliği ile elçisinin yaptığı konuşmaya taban teşkil eden ayetler aşağıdaki gibidir;
61-70- Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve Elçi’ye gelin!” denildiği zaman, o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. Kendi elleriyle yaptıkları (kötülükler / tezgahlar) yüzünden başlarına bir musibet geldiği zaman vakit kaybetmeksizin “Biz, sadece iyilik etmek ve uzlaştırmak istemiştik” diye yemin ederek sana nasıl da gelirler. Halbuki Allah onların kalplerindekini bilir. Artık sen, onları kendi hallerine bırak, onlara öğüt ver ve onların kalplerini derinden etkileyecek güzel söz söyle! Biz, her elçiyi ancak, Allah’ın izniyle / bilgisi ile kendisine itaat olunsun diye gönderdik. Şayet onlar (inkarcılarla yaptıkları iş birliği nedeniyle) kendilerine zulmettikleri zaman sana gelip Allah’tan bağışlanmalarını isteselerdi ve Peygamber de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah’ı tevbeleri çokça kabul eden, çok merhamet eden olarak bulacaklardı. Ama artık, hayır! Rabbine andolsun ki, (bundan sonra) aralarındaki çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle itaat etmedikçe iman etmiş sayılmayacaklardır. Eğer Biz, onlar (münafıklar) için “Kendinizi öldürün veya yurtlarınızı terk edin” diye hüküm vermiş olsaydık, (gerek kabilelerinden gerekse kendilerinden) çok az kişi dışında çoğu bu emri yerine getirmeyecekti. Oysa kendilerine verilen öğüdün gereğini yerine getirselerdi elbette kendileri için daha hayırlı olacak ve durumlarını daha da sağlamlaştırmış olacaklardı. Biz de o vakit onlara nezdimizden çok büyük bir ödül verirdik. Ve onları mutlaka doğru yola yöneltirdik. Her kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğru kimseler, şehitler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştırlar! Bu, Allah’ın bir lütuf ve ikramıdır. Her şeyi en iyi bilen olarak Allah yeter! (Nisa Suresi 61-70)
20.7. Münafıkların İşi Ağırdan Alarak Akınlara / Seriyyelere Katılımı Engellemeye Çalışmaları
Uhud savaşından sonra Nadir oğullarının Medine’den kovulmasına kadar geçen sürede çevre Arap kabileleri üzerine iki başarılı akın yapılmıştı. Fakat bu başarılı akınları müteakiben gönderilen iki seriyyede ise çok büyük kayıplar yaşanmıştı. İlk iki akında elde edilen başarı ve ganimetler nedeniyle müminler sevinmiş, münafıklar ise ganimetten ve zaferden pay alamadıkları için hayıflanmıştı. Son iki akında (Reci ve Bi’ri maune faciaları) ise müminler musibetle / katliamla karşılaşınca müminler çok üzülmüş münafıklarsa bu akınlara katılmadıklarına ve katliamdan kurtulduklarına çok sevinmişlerdi.
Nadirlilerin Medine’den çıkarılmasını / lanetlenmesini müteakiben Yahudilerin müşrik kabilelerden oluşacak bir hizipler ordusu teşkil etmek üzere Mekke yönetimi ile müttefiklik anlaşması yapması üzerine Cenab-ı Hak müminlere çevre kabileler üzerine tekrar askeri birlikler gönderilmesini emretti. Fakat münafıklar bu stratejiye karşı oldukları için askeri birliklere katılma hususunda işi yine ağırdan almaya devam ettiler. Onlar bu akınları sırf başarı ve ganimet eksenli düşünmekteydiler. Hâlbuki bu akınların amacı ganimet elde etmek değil, üzerlerine gönderilecek inkârcı hizipler ordusunun bertaraf edilmesi ve şirk / zulüm iktidarı olan Mekke müşrik iktidarının düşürülerek her yere Allah’ın merhametinin egemen olmasıydı. Cenab-ı Hak bu akınların / savaşların amacını onlara şöyle ifade etti;
“Mekke’deki zayıf ve çaresiz mümin erkek, kadın ve çocuklar zulüm sisteminden kurtulmak için feryat edip durmakta ve yardım beklemektedirler. Çevre müşrik Arap kabilelere ve şirkin merkezine yapılacak akın ve topyekûn savaşlar bu mazlumları kurtarmak içindir. Allah yolunda bu mazlumlar için neden savaşmıyorsunuz? Mümin iseniz bu uğurda savaşmalısınız. Bakın! Mekke müşrikleri Sellam bin Mişkem gibi tağutlar / zalim isyancıların teklif ettikleri ittifakı kabul edip onun yolunda savaşacaklar. Huyey bin Ahtab gibi bir şeytanın çizdiği stratejiye uyan / uyacak olan bütün müşrik Arap kabileleri ile siz de savaşın. Onun toplayacağı hizipler ordusu ile müminlere kuracağı tuzaklara karşı mücadele edin. Ve bilin ki onların kuracakları tezgahlar, hileler ve tuzaklar zayıftır. Eğer peygamberin belirlediği stratejiyi takip edecek olursanız onların tuzaklarını başlarına geçirmeniz muhakkaktır.”
71-76-Ey iman edenler! Silahlarınızı alın ve küçük birlikler halinde veya topyekûn orduyla sefere / savaşa gidin. Aranızda muhakkak işi ağırdan alanlar var. Onlar size bir musibet gelecek olursa: “Allah bana acıdı da onlarla beraber savaşa katılmadım / yırttım” der. Eğer size Allah’tan bir zafer ve ganimet ihsan edilecek olursa, sanki sizinle kendisi arasında beraberlik / birliktelik bağı (sözleşmesi) yokmuş gibi: “Ah ne olurdu, onlarla beraber olsaydım da çok büyük bir kazanç ve zafer elde etseydim!” der. Dünya hayatı karşılığında ahiret hayatını satın alan kimseler, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim, Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, muhakkak ki Biz, ona çok büyük bir ödül vereceğiz. Size ne oluyor da Allah yolunda; “Ey Rabbimiz! Bizleri bu halkı zalim olan memleketten kurtar, katından bize sahip çıkacak bir veli / yönetici / lider gönder ve katından bize bir yardımcı gönder” diye feryat eden çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? İman edenler, Allah yolunda savaşır. İnkârcılar ise tağutun (Sellam bin Mişkem’in) yolunda savaşırlar. O halde siz de şeytanın (Huyey bin Ahtab’ın) dostlarıyla / / müttefikleriyle / yandaşlarıyla savaşın. Muhakkak ki şeytanın (Huyey bin Ahtab’ın) tuzağı çok zayıftır. (Nisa Suresi 71-76)
20.8. Münafıkların Akınları engellemek İçin Korku Verme Söylemlerine Cevaplar
Yukarıda belirtildiği gibi Huyey bin Ahtab başkanlığındaki Yahudi heyetinin Mekke yönetimi ile müttefiklik anlaşması yaparak Medine İslam Cumhuriyeti üzerine yürüyecek büyük bir ordu toplanması kararı alındıktan sonra Hz.Muhammed@ çevre Arap kabileler üzerine yeni akınlar yapmayı planlamıştı. Peygamberimizin proaktif siyasetinin amacı müşrik kabilelerden teşkil edilmesi planlanan bu ordunun toplanmasını engellemekti. İzlenecek siyaset sonucunda en azından bazı kabilelerin katılımına mâni olunabilirse düşman ordusu karşı konulamayacak büyüklüğe ulaşamayacaktı. Fakat peygamberimizin bu stratejisinin önündeki en büyük engel, münafıkların söylemleri ile diğer ileri gelenler üzerinde yaratmaya çalıştıkları tereddüt ve korkulardı. Onlar, Medine çevresindeki Arap kabileler üzerine yapılması planlanan akınlara ilişkin olarak şu minvale tezviratlarda bulunuyorlardı;
“Mekke ve çevremizdeki Arap kabileleri bize topyekûn saldırmaya hazırlanıyorlar. Biz ise çevre Arap kabileleri üzerine akınlar / harekât yapıyoruz. Bu akınları / harekatları bir süreliğine son verip Medine’nin savunmasına yönelik hazırlıklar yapsak daha iyi olacak.”
“Şimdi akın / harekât yapmanın zamanı değil. Her an bir tuzağa düşebiliriz ve gücümüzü kaybederiz. Bu nedenle akınlara biraz ara vermek yerinde olacak.”
“Sürekli akın / harekat yapıyoruz. Bu şekilde nereye kadar sürecek? Hiç durmaksızın akına / harekata çıkılıyor, biraz ara verilse”……vb.
Onlar buna benzer tezviratlarla mümin Medinelileri de akınlar / harekâtlar konusunda isteksizliğe sevk etmek istiyorlardı. Fakat bu tezviratlardan etkilenmeyen müminler onlara şiddetle karşı çıkıyorlar ve aralarında çatışmaya varan tartışmalar yaşanıyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, “aranızdaki çekişme ve çatışmaya varan tartışmalara artık son verin! Allah’ın emrine uyun da elçisine (İslami İktidara) destek olun. / salatı ikame edin. / Medine halkının (kamunun) bu güvenlik sorununu çözmek için sorumluluk üstlenin. İslami idareye vergilerinizi / zekâtı vererek bu mücadeleye finansal destek verin” emrini vermişti. Yukarıdaki bölümlerde de değinildiği üzere peygamberimiz bu çekişmelere vaziyet etmiş ve durumu kontrol altına almıştı. Cenab-ı Hak maraza çıkaran münafıkların Medineliler arasında çalkantılara neden olan bu tezviratlarını gündeme getirerek, onları kınayan aşağıdaki ayetlerini inzal eder. Onların Allah’tan korkmak yerine düşmandan korkmalarını ayıplar. Onların huzur, barış, adalet ve selamete karşı göstermedikleri haşyeti / saygı ve hassasiyeti, zulme, alçaklığa, şirke ve haksızlığa karşı gösterdiklerini belirterek onları eleştirir. Onların kısa vadeli menfaatler peşinde olduklarını, çok sığ görüşlü olduklarını ve günü birlik planlar yaptıklarını “dünya hayatını tercihleri” metaforu ile anlatır. Hâlbuki peygamberimizin uyguladığı stratejinin uzun vadeli olarak düşünülmüş, geleceği öngörerek yapılmış planlar olduğunu “ahiret hayatı” metaforu ile anlatır. Geniş ufuklardan geleceğe bakan bu stratejinin daha hayırlı olduğunu belirttikten sonra kimseye kıl kadar haksızlık yapılmayacağını vurgular.
77- Kendilerine, “(birbirinizle çekişmekten) elinizi çekin, salatı ikame edin (İslami iktidara destek verin), / Namazı müteakip Medine halkının (kamunun) bu güvenlik sorununu çözmek için sorumluluk üstlenin, zekâtı / vergiyi verin (bu mücadeleye finansal destek verin)” denilenlere bir bakar mısın? (Allah yolunda) savaş yapmaları emredildiğinde, onlardan bir grup, Allah’a duydukları haşyet / korku gibi hatta daha da şiddetli olarak insanlardan (düşmanlardan) haşyet /korku duymaya başladılar da dediler ki; “Rabbimiz, ne diye şimdi bize savaşmamızı emrettin, bize verdiğin bu emri bir süre erteleyemez miydin?” Onlara de ki: “Dünya hayatının zevki çok azdır. Ahiret ise Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır ve siz “bir hurma çekirdeğinin zarı kadar” bile haksızlığa uğratılmayacaksınız. (Nisa Suresi 77)
Cenab-ı Hak, korkunun ecele faydası olmadığını ve en sağlam kalelerde olsalar da ölümün eceli gelen herkese mutlaka ulaşacağını belirterek, şayet akınlara devam edilmez ise ne kadar sağlam bir pozisyonda olunursa olunsun, sonunda toplumsal ölümle karşı karşıya kalınacağına işaret etti. Esas felaketin akınlara / harekâtlara son verilir ya da ertelenirse yaşanacağını vurguladı.
Münafıklar, Reci ve Bi’rimaune gibi başarısız akınları / harekâtları örnek göstererek bundan sonra yapılacak akınların / harekâtların hatalı bir politika olacağını belirtmişlerdi. Başarısız harekâtlardaki kayıplar nedeniyle Hz.Muhammed’in suçlu olduğunu iddia etmişlerdi. Fakat diğer taraftan onlar başarılı ve ganimetlerle dönülen akınlardaki / harekâtlardaki başarının ise Allah’tan geldiğini belirtmişlerdi.
Cenab-ı Hak ise akınlardaki / harekâtlardaki başarının da başarısızlığın da Kendisinin koyduğu kurallar çerçevesinde gerçekleştiğini vurguladı. Bu çerçevede bazı akınlardaki / harekâtlardaki başarısızlıklarda Hz.Muhammed dâhil herkesin kusuru, tedbirsizliği ve hatası olduğunu bildirdi. Bu nedenle, akın / harekât yapma politikasında herhangi bir yanlışlık olmadığı, yanlışlığın bu politikayı uygulamadaki hata ve kusurlardan kaynaklandığını belirtti. Böylece bazı akınlarda / harekâtlarda karşılaşılan musibetler bahane edilerek akın / harekât yapma politikasından vazgeçilmemesi gerektiğini bildirdi. Ayrıca peygamberimizin ilahi mesajları aktaran bir elçi olmanın ötesinde bir kudreti olmadığını, kendisinin de uygulamada hatalarının olabileceğini fakat bu durumun ilahi rehberliğin belirlediği akın / harekât politikasının yanlış olduğu anlamına asla gelmeyeceğini belirtti.
Onların olan biteni işlerine geldiği gibi yorumlamasına yukarıdaki gibi cevap verdikten sonra Cenab-ı Hak, peygamberimizin çizdiği stratejiye uymanın Kendisine itaat olacağını, yan çizenler için yapacak bir şey olmadığını belirtti.
78-80-Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Hatta sağlam kalelerde olsanız bile! Onlara bir iyilik isabet ederse: “Bu Allah'tandır.” derler, başlarına bir musibet gelirse: “Bunun suçlusu sensin.” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluluğa ne oluyor ki artık hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar? Sana (size) iyilikten her ne isabet ederse Allah’tandır. Sana (size) kötülükten her ne isabet ederse de o da kendin(iz)dendir. / tedbirsizliğin(iz)dendir. / hataların(ız)dandır. / kusurların(ız)dandır. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik. Olan biten olaylara şahit olarak Allah yeter. Kim Elçi’ye itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara koruyucu / bekçi olarak göndermedik. (Nisa Suresi 78-80)
Müşrik müttefik ordularına karşı izlenecek strateji üzerine yeterli tartışmaları yapılmıştır. Artık bundan sonra peygamberimizin peşinden gidecek olan müminlerle yola devam edileceği Mescittekilere deklare edilmiştir.
20.9. Korku ve Panik Havası İle Münafıkların Yaptıkları Yanlışlar
Bütün müşrik güçler toplanırken Medine’deki herkes korku yaşıyordu. Fakat Hz.Muhammed@, Cenab-ı Hakk’ın vaadine güvenerek kararlı bir duruş sergiliyor, planlanan akınları yapmakta hiçbir tereddüt göstermiyordu. Herkesin panik içerisine girdiği bir vasatta Onun çağrısında hiçbir çelişki ve tutarsızlık yoktu. O, bu hengâmede hiçbir korkulu davranış sergilemedi, paniklemedi ve yalpalamadı. Şayet çevre kabilelere sefer / akın yapın emri / çağrısı Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı ya da bu emir / çağrı haşa kendi uydurması olsaydı O da beşeri bir güdü ile herkesin yaşadığı korkudan biraz olsun etkilenir ve yalpalama, korku, çelişki ve tereddüt yaşardı. Ayrıca böyle bir ortamda o stratejisinde tavizler de verebilirdi. Ama o stratejisinden asla ne taviz verdi ne de söyleminde herhangi bir değişiklik yaptı. Onun çağrısında herhangi bir çelişki ve tutarsızlık yer almadı. Bu da O’nun çağrısının kendi uydurduğu değil vahiy kaynaklı olduğunun en güzel deliliydi. Peygamberimizin yaptığı konuşmadan sonra Cenab-ı Hakk’ın emrettiği ve Hz.Muhammed’in@ de bu emir çerçevesinde planladığı akınların / harekâtların devam edilmesine karar verildi.
Fakat alınan karara “baş üstüne” demelerine rağmen bazı ileri gelenler / münafıklar, toplantıdan çıktıktan hemen sonra geceleyin başka bir yerde toplanıp mescitte alınan kararları boşa çıkaracak eylem planlarının kararlarını alma girişiminde bulundular.
Cenab-ı Hak, münafıkların kendilerini gizlediklerini ve yaptıkları hareketlerden elçisinin haberinin olmadığını sanmalarının boş olduğunu bildirdi. O aynı zamanda elçisinin onlara karşı gereken tedbirleri almasını ve sonrasında Allah’a güvenmesini bildirdi. Bunun üzerine Hz.Muhammed@ onların bu ayrılıkçı hareketlerini bazı müminlere izlettirdi ve onların her adımını takip ettirdi. Ayrıca onların kurdukları tuzak ve oyunları ile gizli görüşmelerini Cenab-ı Hak bir şekilde elçisine ulaştırıyordu. Böylece onların yaptıkları her hareketten Hz.Muhammed’in@ haberi vardı.
Alınan kararlardan ve kararlara uyacaklarını beyan ettikten sonra onların bu nifak hareketleri ne kadar yanlış, dürüstlükten ne kadar uzaktı. Cenab-ı Hak onları emredilen akın politikasına yapılan çağrı / okuma / davet / Kur’an üzerine düşünmeye davet etti. Bu çağrının / okumanın / davetin / Kur’an’ın Kendisinden geldiğini bu nedenle elçisine güvenmelerini / iman etmelerini bildirdi. O bir karar veriyorsa ve kararlı bir duruş sergiliyorsa bunun mutlaka sonunda başarıya ulaşacağına güvenmelerini zira bu hareketin arkasında Kendisinin olduğunu bilmelerini istedi.
Dahası onların bu politika hakkında makul olmayan hiçbir şey olmadığını görmeleri bu politikayı desteklemek için yetmiyor muydu? Şayet bu politika Allah’tan gelmeseydi mutlaka bir olumsuzluk / yanlışlık bulacaklardı. Ama emredilen politikada bir yanlışlık / tutarsızlık / çelişki yoktu. Çizilen strateji doğru idi.
81-82-Onlar sana, “Baş üstüne! Emrin yerine getirilecek!” dediler. Fakat senin yanından ayrılınca, onlardan bir grup, geceleyin, senin emrettiğinin tersini kurdular. Ama Allah, onların gizlice kurduklarını yazıyor. Sen onlardan yüz çevir / gereken tedbirlerini al ve işin sonucunu Allah’a havale et, O’na güven. Vekil olarak Allah yeter. Onlar hâlâ, Kur’an / Çağrı / Verilen emir üzerine gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o emir / çağrı, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki onda birçok karışıklıklar / çelişkiler/ ihtilaflar / ahenksizlikler bulacaklardı. (Nisa Suresi 81-82)
20.10. Güvenliğe İlişkin Aldıkları Haberler Konusunda Müminlerin Uyarılmaları
Huyey bin Ahtab’ın Mekke müşrikleri ile müttefiklik anlaşması yapması ve onun bu anlaşma çerçevesinde diğer bütün Arap kabilelerini toplayıp Medine İslam Cumhuriyetini yıkmak için çok büyük bir müttefikler ordusu oluşturduğu haberleri Medine’ye ulaştığı zaman münafıklar bu haberi hemen halk arasında yaymışlardı. Bu haber halkta büyük korku ve panik yaratmıştı. Yukarıdaki bölümlerde işlendiği üzere münafıklar bu durumu Hz.Muhammed@ aleyhine kullanmaya çalışmışlardı. Onların tezviratı İslam Cumhuriyeti Meclisindeki / Mescid-i Nebevideki toplantıda müminler arasında çok şiddetli tartışmalara yol açmıştı. Peygamberimiz duruma çok zor hâkim olmuştu. Bütün bunlara sebep olan Mekke’deki ittifak anlaşması haberinin İdare bildirilmesi yerine halk arasında yayılması ve halkta büyük tedirginlik yaratılmış olmasıydı. Bu nedenle Cenab-ı Hak bundan böyle müminlere aldıkları bir istihbarat konusunda nasıl davranacaklarına ilişkin stratejik bir uyarıda bulundu;
“Medine İslam Cumhuriyetinin ve Medine halkının güvenliği ile ilgili bir haber almanız halinde bunu hemen halka yayarak halk içerisinde panik ve korku yaratmayın. Alınan haberin sizde yaratacağı korku ile hareket ederek İslami İdarenin aldığı kararları / izlediği politikayı boşa çıkarıcı paralel toplantı yapmayın ve alternatif kararlar almayın. Söz konusu haberleri öncelikle Hz.Muhammed@ ve onun önderliğindeki yetkili otoritelerle paylaşın ve onlarla yapılan değerlendirmelerden sonra nasıl hareket edileceğine karar verilmesini sağlayın. Bu güvenliğiniz açısından daha doğru olacaktır.”
Cenab-ı Hak uyarısının dikkate alınmaması halinde toplumdaki kol gezen şeytanların insanları ayartmalarına neden olunacağı ve idarenin durumu yönetemez hale gelip doğru karar alınmasının daha da zorlaşabileceğine işaret etti.
Bu uyarılar özellikle münafıkların sözlerine kanarak onları takip eden mümin önderlere yapıldı. Bilinçli münafıklar zaten Hz.Muhammed’i@ iktidardan indirmek için her şeyi yapmaktaydılar. Fakat samimi müminlerin onlara uymamaları gerektiği vurgulandı. Son yaşanan olayda eğer Cenab-ı Hakk’ın rahmeti olmamış olsaydı Mescitteki toplantı yönetilemeyecek ve İslam Cumhuriyeti savaşsız olarak tehlikeye girecekti. Belki de Hz.Muhammed@ tek başına kalacaktı. Şayet herkes münafıkları takip edecek olurlarsa o takdirde Cenab-ı Hak elçisine bu yolda tek başına da olsa gösterdiği yolda mücadele etmesini ve onlara asla uymamasını tembihledi. Cenab-ı Hak, inkârcıların bu hücumlarını kırmaya muktedir olduğunu bildirdi.
83- 85-Onlar (münafıklar) güvenlik veya tehlike ile ilgili bir haber aldıklarında onu hemen yayarlar. Hâlbuki onu Peygambere veya başlarındaki kendi yetkililerine (hükumete, savunma ve istihbarat görevini yürüten yetkili otoritelere) götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya yetki ve yeteneği olan kimseler onu bilir ve sağlıklı değerlendirme yaparlardı. Eğer Allah’ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, içinizden çok azınız müstesna hepiniz şeytana uymuş ve aldatılmıştınız. (Ey Muhammed bu yolda tek başına kalsan da sen) Allah yolunda savaş! Sen ancak kendi yaptığından sorumlusun. Müminleri de savaşa teşvik et. Allah, o inkârcıların gücünü yakında kıracaktır. Allah, kahredici gücü ile cezalandırması çok çetin olandır. Kim iyi bir işe yardımcı (şefaatçi) olursa, bundan kendisine bir pay vardır. (Kim müşriklere karşı mücadelede peygamberi desteklerse (şefaat ederse) Allah’tan gelecek ödülde payı olacaktır.) Kim de kötü bir işe destek olursa, ondan kendisine bir pay vardır. (Kimde müşrikleri destekler ve münafıklarla birlikte hareket ederse gelecek azaptan kendisine bir pay olacaktır.) Allah’ın gücü her şeye yeter. (Nisa Suresi 83-85)
20.11. Münafıklara Karşı Takınılacak Tavır
Münafıklar müşriklerin Yahudilerin girişimiyle büyük bir ordu kurma hazırlığı içerisinde olduğu haberini şehirde yaymalarından bekledikleri sonucu alamamışlardı. Onların şehirde yarattıkları korku ve panik, peygamberimizin kararlı ve sert duruşu ile kontrol altına alınmıştı. Onun söylevi sonucunda önerdiği politika Medine İslam Cumhuriyeti Meclisinde / Mescitte kabul edilmişti. Bu politika uyarınca akınlara / harekâtlara devam edilmesine karar verilmesine rağmen münafıklar bu karara karşı harekete geçmişler ve kendi aralarında gizli gizli toplanarak bu politikayı boşa çıkarmanın yollarını aradılar. Yaptıkları toplantılarda onların bir kısmı doğrudan Hz.Muhammed’le@ savaşmayı savundular, bir kısmı Mekke müşrik yönetimine katılmayı teklif ettiler, bir kısmı da hâlihazırda yaptıkları gibi Mecliste / Mescitte alınan kararların yanında duruyormuş ve iman etmiş gibi davranıp olayların gelişimine göre fırsat kollayarak, en uygun zamanda İslami İktidara darbe vurulmasını savundular. Fakat onlar bu toplantılarında hangi stratejiyi izleyeceklerine karar veremediler. Her grup kendi fikrinde sabit kaldı. Bu nedenle çok az da olsa bazı münafıklar Mekke’ye gittiler ve müşriklere katıldılar. Diğerleri Medine’de kalmaya devam ettiler.
Münafıkların yaptıkları bu toplantılarda tartıştıkları konulardan haberdar olan peygamberimiz tedbir almak için güvendiği mümin ileri gelenleri Mescitte / Mecliste topladı ve konuyu tartışmaya açtı.
Bedir ve Uhud savaşları öncesi / sonrası ile Kaynuka oğulları ve Nadir oğullarının Medine’den çıkarılması hadiselerinde münafıkların ihanete varan tavır ve davranışlarına herhangi bir ceza verilmemişti. Onların cezalandırılamamasının sebebi ise kabilelerinin onların arkasında durması olduğu daha önceki ayetlerde belirtilmişti. Fakat artık onlar kendi aralarında İslam Cumhuriyetine karşı açıktan savaşmayı konuşuyorlardı. Onlara karşı İslami İdarenin nasıl bir tavır takınacağı ve hangi tedbirlerin alınacağının açıklığa kavuşturulması gerekiyordu. Peygamberimizin tartışmaya açtığı bu konuda mümin ileri gelenler iki gruba ayrıldılar. Bir grup açıktan savaşa yeltenmedikçe gizliden yaptıkları ihanet hareketleri için onlara hiçbir şey yapılmamasını savunurken diğer grup iman ettiklerini söyleseler de onların idare aleyhine gizli gizli yaptıkları faaliyetler nedeniyle onların ölümle cezalandırılmasını savundular. Her grup kendi görüşlerini çeşitli gerekçelerle destekledirler. Birinci grup, eğer iman ettiğini iddia edip açıktan savaş açmayan kimseler öldürülecek olursa peygamberin müminleri öldürdüğü şeklinde propagandanın yapılmasının kuvvetle muhtemel olduğunu belirttiler. Böyle bir durumda maktulün mensup olduğu kabilelerin harekete geçebileceği, toplumsal iç kargaşa ve çatışmanın önünün açılabileceğini ifade ettiler. İkinci grup ise münafıkların ihanetlerine bundan sonra da devam edeceklerinin açık olduğunu belirttikten sonra yaklaşmakta olan büyük savaşta onların İslam Cumhuriyetine yıkıcı darbeler vuracaklarını söylediler. Bu nedenle onların şimdiden etkisiz hale getirilmesi gerektiğini ifade ettiler. Münafıklara karşı nasıl tavır alınması gerektiği konusunda yapılan bu tartışmalar mümin ileri gelenleri arasında öylesine şiddetlendi ki müminler birbirlerine düştüler.
Cenab-ı Hak, müminlerin birbirleriyle çekiştikleri bu hususta inzal ettiği ayetlerle onlara hükümlerini bildirerek en doğru yolu gösterdi. Şöyle ki; bu münafıklardan müminlere selam verenlere yani barış, dostluk ve yardımlaşma isteğini belirtenlere aynı şekilde hatta daha kucaklayıcı karşılık verilmesini emretti.
86- 87- Siz bir selam ile selâmlandığınız zaman, ondan daha güzeliyle selâm verin yahut aynıyla karşılık verin. (Karşı taraf barış / dostluk ve yardımlaşma teklifi ile size geldiğinde sizde en az onlar kadar hatta onlardan daha fazla barış / dostluk ve yardımlaşma yanlısı olunuz.) Kuşkusuz Allah, yaptığınız her şeyin hesabını bilen ve sorandır. Allah öyle bir ilahtır ki, O’ndan başka ilah olamaz. O, kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde sizi toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kimdir? (Nisa Suresi 86-87)
İnkâr eden yani İslam Cumhuriyetini tanımayan ve savaş açan münafıklara takınılacak tavır konusunda bir çözüm yolu arayan peygamberimizin imdadına Cenab-ı Hak yetişti. Onlarla ilgili hükmünü bildirmeden önce Cenab-ı Hak, inkârları nedeniyle aşağılık hale gelmiş münafıklar hakkında müminlerin neden bu kadar birbirlerini kırıcı şiddette tartıştıklarını sorguladı. Tartışılan kişileri yola getirmelerinin mümkün olmadığını belirttikten sonra onların müminleri kendi kulvarlarına çekmek istediklerini söyleyerek onların ne kadar alçak olduklarına işaret etti. Ayrıca onlar hakkında müminlerin birbirleriyle çekişmelerinin yersiz olduğunu, onların inkârları nedeniyle yanlış bir tercihte bulunduklarını ve müşriklerle beraber baş aşağı gideceklerini bildirdi.
Bundan dolayı gerçekten Allah’ın yoluna dönünceye kadar onların asla veli / yönetici / müttefik olarak tanınmamasını emretti. Dahası açık bir şekilde düşmanlıkla İslami İdareye savaş açmaları halinde onların nerede yakalanırlarsa öldürülmeleri talimatını verdi.
88- 89- İşledikleri kötülüklerin sonucu olarak Allah onları baş aşağı etmişken / inkârcı kimliklerine döndürmüşken, size ne oluyor ki o münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? (İşledikleri suçlar nedeniyle) Allah'ın saptırdıklarını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseler için sen de bir çıkış yolu bulamıyorsun. / bulamazsın. Onlar, kendileri inkâr ettikleri gibi sizin de inkâr etmenizi ve böylece kendileriyle beraber olmanızı arzu ettiler. O halde onlar Allah’ın yoluna hicret edinceye / Allah’ın yoluna dönünceye kadar onları veli / dost / müttefik edinmeyin. Eğer sizden yüz çevirirlerse / size açık bir düşmanlığa yönelirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan hiçbirini dost, müttefik ve yardımcı (işlerinizin başına getirdiğiniz yetkililerden) edinmeyin. (Nisa Suresi 88-89)
Münafıklardan inkâr etmesine / İslam Cumhuriyetini tanımamasına rağmen müminlerle ve kendi kabilesi ile de savaşmayı göze alamayıp İslami İdareye sığınanlar ile İdarenin anlaşma içerisinde olduğu bir kabileye sığınanlara ise dokunulmaması emredildi. Onların müşriklerle mücadelede saf dışı kalmış olmasının iyi bir şey olduğu belirtildi. En azından düşman saflarına kuvvet vermemiş olmaları nedeniyle onlara zarar vermek için bir yol aranmaması talimatı verildi.
90- Ancak, aranızda antlaşma olan bir kavme sığınanlar ile ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı göze alamayıp içi darlanarak size sığınma başvurusu yapanlar müstesnadır. (Onlara dokunmayın). Allah dileseydi onları başınıza musallat ederdi de sizinle savaşırlardı. Artık onlar sizi bırakıp bir kenara çekilir de sizinle savaşmaktan vazgeçer ve size barış teklif ederlerse o takdirde Allah size, onların aleyhine olacak bir yol izlemenize müsaade etmez. (Nisa Suresi 90)
Münafıklardan iman ettiğini / İslam Cumhuriyetini tanıdığını ifade ederek kendilerini emniyete alan fakat fitne çıkarmaktan, ortalığı karıştırmaktan ve müşriklere yardımcı olup da müminlerin kanını dökmekten geri durmama niyeti olan tiplerin ise bu tavır, davranış ve niyetlerinden vaz geçmedikleri takdirde nerede yakalanırlarsa öldürülmeleri talimatı verildi. Bu talimat ile açıktan inkâr / tanımama ve çatışma içerisine girmeyen fakat fırsat kollayan münafıklar tehdit edilirken müminlere ise bunlar hakkında açık bir yetki verilmiş oldu.
91- (Münafıklardan) diğerlerini de hem sizden hem de kendi kavimlerinden emin olmak istediğini göreceksin. Fakat bunlar fitne çıkarmak / ortalığı bulandırmak / inkârcılara yardımcı olmak / müslümanların kanına girmek için davet aldıkları zaman hiç durmaz hemen bu çağrıya balıklama uyarlar. (Düşmandan böyle bir çağrı aldıkları zaman) sizden çekinmez ve sizin barışınızı reddedip size saldırmaktan ellerini çekmezlerse, onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte size, onların aleyhinde verdiğimiz apaçık bir yetki! (Nisa Suresi 91)
Cenab-ı Hak, münafıklar hakkında müminlerin nasıl davranacaklarına ilişkin hükmünü bildirdikten sonra uygulamada yaşanabilecek muhtemel sorunları gideren hükümlerini de inzal eder. Şöyle ki, münafıklar, mümin olduklarını sözle ifade etmeleri nedeniyle mümin kabul edilirler. Fakat onların açık bir şekilde İslam Cumhuriyeti ile savaşa girişip girişmediği / inkâra kalkışıp kalkışmadığı kesinleşmeden bir öldürme olayı vukua gelmesi ihtimali mümin ileri gelenleri endişeye sevk eder. Çünkü inkârcı münafık diye öldürülen kişinin aslında inkârcı olmadığı daha sonra iddia edilebilir. Böyle bir durumda öldürülen kişinin açık bir inkârı / savaşı öldüren kişi tarafından ispatlanamaz ise bir mümin yanlışlıkla öldürülmüş olacaktır. Bu tür durumlar Medine içinde büyük bir kargaşaya yol açabilecektir. Bunu engellemenin yolu ise öldüren kimseye bir cezanın belirlenmesidir.
Cenab-ı Hak, böyle durumlar için verdiği hükmü açıklamadan önce hiçbir müminin diğer bir mümini kasten öldürmesinin kabul edilemez olduğunu belirtti. Eğer bir mümin kasten bir mümini öldürecek olursa ona Cehennemde ebedi kalma cezası vereceğini bildirdi. Bu cezayı hiçbir müminin göze alamayacağı aşikâr olduğu için müminlerin gerçek müminleri kasten öldürmeleri olacak şey değildir. Diğer taraftan bir mümin başka bir mümini hata ile öldürecek olması halinde ise öldüren müminin kasten öldürmeden farklı olarak cezalandırılması gerekir. Mümin sayılan bir münafığın hatalı olarak öldürülmesi de aynı kapsamda cezalandırılması ile müminlerin öldürme hususunda kendilerine verilen yetkilerini kötüye kullanmasının önü alınmış olacaktır.
İslam toplumunu anarşi ve kaosa sürükleyecek olumsuz durumlara meydan vermemek için eğer öldürülen münafığın inkârcı olmadığı (İslam Cumhuriyetine açık bir savaş açmadığı) iddia edilirse o takdirde öldüren kimseye verilecek ceza miktarı hatalı olarak bir müminin öldürülmesi halinde verilecek ceza miktarı olarak belirlendi. Böyle bir öldürme olayında öldüren kişiye mümin bir köleyi azat etmesi ve maktulün ailesine diyet ödemesi hükmü getirildi. Eğer maktulün ailesi düşman bir kabileden ise sadece bir mümin köleyi azat etmesi yeterli olacaktır. Şayet öldüren kimsenin diyet vermeye ve köle azat etmeye gücü yetmiyorsa iki ay oruç tutarak cezasını çekeceği hükme bağlandı.
Bu hükümlerle hiçbir mümin kasıtlı olarak yetkisini aşan bir öldürmeye kalkışamayacaktır. Böylece hatalı olarak öldürülecek bir münafık için yasaya uygun olan diyet ödeneceği için maktulün kabilesi de bu öldürme olayı nedeniyle herhangi bir kaos çıkaramayacaktır.
92-93-Hata ile olması dışında bir müminin, diğer bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Kim bir mümini, hatayla / kaza ile öldürürse, mümin bir köleyi özgürlüğe kavuşturması ve ölenin ailesine / varislerine diyet vermesi gerekir. Ancak ölünün ailesi bağışlarsa o başka. Eğer öldürülen mümin size düşman olan bir topluluktan ise o zaman öldürenin mümin bir köleyi özgür bırakması gerekir. Eğer öldürülen kimse sizinle aralarında antlaşma olan bir topluluktan ise öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Bunlara imkân bulamayan ise Allah tarafından tövbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutar. Allah, her şeyi hakkıyla iyi bilendir, en hikmetli yasa koyandır. Her kim de bir mümini kasten /bile bile / planlayarak öldürürse onun cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, ona lanet etmiş / rahmetinden mahrum bırakmış ve onun için çok büyük bir azap hazırlamıştır. (Nisa Suresi 92-93)
Bu hükümler sadece Medine içinde vuku bulacak hatalı öldürmelere uygulanmayacak aynı zamanda Medine İslam Cumhuriyetiyle müttefiklik anlaşması yapmış çevre kabilelerdeki münafık inkârcılar içinde uygulanacaktı. Çünkü Mekke’nin çok büyük bir hizipler ordusu oluşturmakta oldukları o zamana kadar Medine İslam Cumhuriyetine tabi olmuş ve birlikte müttefiklik oluşturmuş yani müslim (teslim olmuş) kabileleri de korkutmuştu.
Gelinen aşamaya kadar Hz.Muhammed’in@ yapmış olduğu akın ve savaşlarda Medine İslam Cumhuriyeti ile birlik olma görüntüsü veren, savunma işbirliği yapan, müttefiklik anlaşması yapan ve böylece dostluk / velayet ilişkisi tesis etmiş bazı kabilelerin önderleri, Mekke Müşrik Yönetimi ile Medine İslam Cumhuriyeti arasında tercih yapma noktasına geldiler. Onlar müşrik hizipler ordusunun büyüklüğü karşısında Mekke Müşrik Yönetiminden yana tavır koydular. Böylece daha önce müslim / müttefik olmuş bu kabilelerden korkularına yenilip Medine İslam Cumhuriyetini (Hz.Muhammed’i@ ) inkâr cihetine gidenler saflarını değiştirip müşriklerle beraber müttefik oldular. O kabilelerden bazıları vardı ki, onlar aslında Medine İslam Cumhuriyetini ve ilkelerini asla sevmemişlerdi. Bir yerde zoraki müslim olmuşlardı. Onlar daima güçlü tarafı dikkate almışlar ve Medine İslam Cumhuriyetine zayıf gördükleri bu vasatta da hemen ihanet ettiler. Diğer taraftan Hz.Muhammed’in@ üzerlerine kuvvet göndermesinden tırstıkları için Medine İslam Cumhuriyetine de şirin görünmek ve böylece başlarına bir zarar gelmesinden emniyette olmak istemekteydiler. Bunlar faydacı bir anlayışla hareket ettiklerinden dürüst değillerdi. Onlar Hz.Muhammed’in@ iktidarının aleyhine ve Mekke Müşrik İktidarının lehine olacak bir fitne, bir başkaldırı, bir anarşi yaratmak için onlardan yardım talep edildiğinde hemen o çağrıya icabet ediyorlardı. Onlara ahitlerine ihanet etmelerinin cezası verilmeliydi. Bu nedenle Cenab-ı Hak, müminlere bu tip davranan kabileler için uygulanacak apaçık bir yetki verdi. Bu yetki ile Medine İslam Cumhuriyeti bundan sonra ikircikli davranış gösteren, münafıkça hareketler sergileyen çevre kabile yöneticilerinin üzerlerine gidip yakaladıkları yerde onları öldürerek cezalandıracaktı. İnkârcı münafıklar hakkında Cenab-ı Hakk’ın verdiği bu yetkinin çevre kabilelerine duyurulduğu zaman herkes kendisine çeki düzen verecekti. Bu işin şakasının olmadığını herkes görecekti.
Bu hükümlerin bir faydası da şimdiye kadar kazanılmış olan kabilelerin düşman tarafına geçmesine mâni olmaya çalışılmış olmasıdır.
[1]) Bu husustaki rivayetlerin en önemlisi Huyey bin Ahtabın kızı ve Hz. Muhammed’in daha sonra zevcesi olan Hz.Safiyye validemizden gelen rivayettir