BÖLÜM 29
ELÇİLER YILI VE HAYBER’İN FETHİ
29.1. Dünyaya İslami / Barışçı / Merhametli Bir İdari Sisteme Geçiş Çağrıları
Hudeybiye Barış Anlaşması Medine İslam Cumhuriyetinin artık tehlikeleri büyük ölçüde atlatıp yükselişe geçtiği bir dönüm noktasıdır. Yükseliş önce Hayber’in fethiyle başlayacak, Mekke’nin fethiyle devam edecek ve İslami / Barış / Merhamet rejimi tüm Arap yarımadasına yayılacaktır. Bu yükseliş Hz.Muhammed’den@ sonra da hız kesmeden devam edecek ve zamanın zalim yönetimlerinin hâkimiyetlerine birer birer son verilecektir.
Hz.Muhammed@ fetihlere başlamadan önce bütün devlet ve kabile otoritelerini İslam / Barış / Adalet ilkelerinin uygulandığı bir yönetime dönmelerini ve böylece hep birlikte Barış / İslam / Huzur İkliminde Birlik / Tevhit oluşturmaya davet eden mektuplar gönderdi. Aslında Hz.Muhammed@ peygamberliğinin başlangıcından beri Iran, Bizans, Mısır, Suriye, Irak, Filistin gibi ülkelerin Barışın / İslam’ın / Merhametin egemen olduğu ülkeler birliğini oluşturacağını her fırsatta dile getiriyordu. Yani O’nun peygamberliğinden itibaren hedefi, İlahi öğretinin egemen olduğu ülkelerin bir araya geldiği bir birlik / tevhit oluşturmaktı.
Bu amaçla, O, çevredeki büyük ülkelerin hükümdarlarına ve büyük kabile reislerine Allah’ın kullarının merhamet, sevgi ve rahmet ile yönetilmesi için ilahi öğretiyi / İslam’ı / Barışı kabul etmeye çağıran aşağıdaki mektupları gönderdi;
29.2. Bizans İmparatoru Heraklius'a Gönderilen Mektup ([1])
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla,
Allah'ın kulu-kölesi ve Resulü Muhammed'den, Rumların Başbuğu Herakliyus'a
Allah’ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun! Buna göre ben seni tam bir İslam daveti ile İslam'a çağırıyorum. İslam'a (Barış ve Merhamet sistemine) gir ki böylece emniyet ve selamet içinde olursun ve Allah sana iki defa sevap verecektir. (Allah senin değerini iki kat artıracaktır). Şayet bundan kaçınacak olursan, köylülerin (yani tebanın / halkın / Aryusilerin ([2]) / çiftçilerin) günahları da senin üzerine toplanacaktır. (halkının günahları da senin üzerine yüklenecektir. / halkına yaptığın zulmün altında kalacaksın. / halkınına yaptığın zulümler ile halkın seni tahtından indirecek.) “Ve siz, ey (mukaddes) Kitap sahipleri! (Ey Ehl-i Kitab!) Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan bir kelimede: (yani) Allah’tan başka hiçbir tanrıya tapmamak, O’na hiçbir şeyi şerik ve ortak koşmamak, Allah’tan başka hiçbir kimseyi amir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim. Şayet onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: “- Siz şahit olunuz ki kesinlikle bizler (Allah’a) itaat edip teslim olan müslümanlarız.”
[1] ) İslam Peygamberi Sahife 333 - Muhammed Hamidullah- Yeni Şafak Gazetesi K.A.
[2] ) NOT: Aryusiler başpiskopos Aryusun yolundan giden halk. Başpiskopos Aryus İznik Konsilinden sonra katledilmiş, onun bağlıları olan bu halk teslisi kabul eden Bizans yönetimince katliama uğratılmış, sürgün edilmiş ve / veya sürekli baskı altında tutulmuştur. Peygamberimizin mektubunda bu ifade Aryusiler olarak geçmekteyse de yorumcular bu ifadeye çiftçi, köylü gibi anlamlar vermişlerdir. (A.A)
29.3. Mısır Hükümdarı Mukavkıs'a Gönderilen Mektup ([1])
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla,
Allah'ın kulu-kölesi ve Resulü Muhammed'den, Kopt’ların Büyük Başkanı Mukavkıs'a.
Allah’ın selamı, hidayet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun! Buna göre ben seni tam bir İslam daveti ile İslam'a çağırıyorum. İslam'a (Barış ve Merhamet sistemine ) gir ki böylece emniyet ve selamet içinde olursun ve Allah sana iki defa sevap verecektir. (Allah senin değerini iki kat artıracaktır). Şayet bundan kaçınacak olursan, bütün kopt’ların (yani tebanın / halkın ) günahları da senin üzerine toplanacaktır. (halkının günahları da senin üzerine yüklenecektir./ halkına yaptığın zulmün altında kalacaksın./ halkınına yaptığın zulümler ile halkın seni tahtından indirecek.) “Ve siz, ey (mukaddes) Kitap sahipleri! (Ey Ehl-i Kitab!) Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan bir kelimede: (yani) Allah’tan başka hiçbir tanrıya tapmamak, O’na hiçbir şeyi şerik ve ortak koşmamak, Allah’tan başka hiçbir kimseyi amir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim. Şayet onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: “- Siz şahit olunuz ki kesinlikle bizler (Allah’a) itaat edip teslim olan müslümanlarız.”
29.4. İran İmparatoru Kisra'ya Gönderilen Mektup ([2])
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Allah Resulü Muhammed'den, İranlıların Büyük Başkanı Kisra'ya,
Hidayet yoluna girip ona tabi olana, Allah’a; O’nun kulu Resulüne iman edene, Allah'tan başka tanrı olmadığına, O'nun Tek ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in O'nun kulu-kölesi ve Resulü olduğuna şehadet edip bunu Kabul edene selam olsun! Buna göre ben seni tam bir İslam daveti ile çağırıyorum. Zira Ben, kim olursa olsun can taşıyan herkese belli bir tehlikeyi haber verip onları uyarmak ve inkarcılar üzerinde Allah’ın sözünü gerçekleştirmesi için istisnasız tüm insanlara gönderilmiş bir Allah elçisiyim. O halde sen İslam'a (Barış ve Merhamet sistemine ) gir ki böylece emniyet ve selamet içinde olursun. Şayet kaçınacak olursan, o zaman hiç şüphesiz mecusilerin günahları da senin üzerinde toplanacaktır. (halkının günahları da senin üzerine yüklenecektir./ halkına yaptığın zulmün altında kalacaksın./ halkınına yaptığın zulümler ile halkın seni tahtından indirecek.)
29.5. Büyük Devletlere Yapılan Çağrıların Genel Karakteri
Mektuplarda Rahman ve Rahim olan Allah’ın adına çağrının yapılması ile peygamberimiz o ülkenin hükümdarına kendi halkına müşfik, merhametli, bağışlayıcı, esirgeyici, koruyucu, kollayıcı ve rahmetle muamele eden bir idare olmaya çağrı yapmaktadır. Nasıl ki Allah (cc) kullarına karşı Rahman ve Rahim isimleriyle muamele etmekteyse idarecilerinde sorumlulukları altında bulunan halka aynı şekilde davranması gerekliliğine bir işaretle mektup başlar. Arkasından peygamberimiz bu ülkelere komşu olan Arap yarımadasında Allah’ın bu isimlerinin tecellisi ile halkına örnek bir yönetim sergileyen bir devrimin gerçekleştiğini duyurmaktadır. Bu İslami / Barışçı İdarenin bu hükümdarlar tarafından da örnek alınarak kendi ülkelerinde de İlahi Öğretiye dayalı İslami / Barış / Merhamet İdaresinin tesis edilmesi talep edilir. İslami / Barışçı / Merhamet idaresinin kabul edilmesinin kendileri için emniyetli yaşam garantisi olacağı ifade edilir. Diğer bir ifade ile yaşamlarının devamı ve iktidarda kalmalarının garantisinin rejim değişikliği yaparak İslami / barışçı / merhamete dayalı bir idareyi tesis etmekten geçtiği belirtilir. Aksi takdirde halklarının yaşadıkları zulüm (günah / vebal) nedeniyle kendilerini iktidarlardan edeceği ifade edilir. Diğer bir ifadeyle, İslami / barışçı / merhamete dayalı bir rejimin benimsenmemesi ve Allah’ın kullarına başka ilahlar adına baskı ve zulüm rejiminin devam ettirilmesi halinde bu hükümdarların iktidarlarının kendi halkları eliyle yıkılacağı belirtilir.
[1] ) İslam Peygamberi Sahife 317 - Muhammed Hamidullah- Yeni Şafak Gazetesi K.A.
[2] ) ) İslam Peygamberi Sahife 357 - Muhammed Hamidullah- Yeni Şafak Gazetesi K.A
29.6. Uman Melikleri Ceyfer ve Abd'e Gönderilen Mektup ([1])
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla,
Allah Kulu ve Resulu Muhammed'den, Culanda'nın iki oğulları Ceyfer ve Abd'e;
Selam, hidayet yoluna tabi olanlar üzerine olsun! Sizin her ikinizi İslam'ın davetine çağırıyorum. İslam'a tabi olun ki ( Barış / Merhamet Sistemine geçin ki) böylece emniyet ve selamet içinde olun. Zira ben, Allah'ın tüm canlıları (belli bir tehlikeyi haber verip) uyarmak üzere ve vaadini kafirler üzerine tamamlaması için tüm insanlığa gönderdiği elçisiyim. İmdi, eğer her ikiniz de İslam'ı tanırsanız, ( İslam / Barış / Merhamet sistemine geçerseniz) her ikinize de iktidar vereceğim. Ama ikiniz de (İslam / Barış / Merhamet sistemine geçmeyi) kabul etmeyi reddederseniz, ikinizin de krallığı sizden uzaklara yok olup gidecektir. Süvarilerim ülkenizde ordugah kuracaklar ve peygamberlik vasfım krallığınıza galip gelecektir.
29.7. Gassan Meliki El Haris ibn. Ebi Şemir’e gönderilen mektup ([2])
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla,
Allah Resulu Muhammed'den, Ebu Şemmer oğlu Haris’e;
Selam, hidayete uyan, bana iman edip nübüvvetimi tasdik edenler üzerine olsun! Seni eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah’a iman etmeye davet ediyorum. Kabul ettiğin takdirde yerinde hükümdar olarak kalacaksın.
29.8. Bahreyn Kralı Münzir Bin Savaya Gönderilen Mektup ([3])
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla,
Allah Kulu ve Resulu Muhammed'den, Münzir bin Savaya;
Hidayete uyanlara selam olsun! Bundan sonar derim ki, Ben seni İslam'a ( Barış / Merhamet sistemine girmeye) davet ediyorum. Müslüman ol (İslami / Barış / Merhamet sistemine gir) kurtuluş bul! Allah sahip olduğun hükümdarlığı yine sende bırakır. (Ama İslam'a / Barış / Merhamet sistemine geçmeyi reddedersen) Şunu da iyi bil ki dinim; develerin ve atların gidebilecekleri yerlere kadar uzanacak ve hakim olacaktır.
29.9. Halkı Arap olan / Arap Yarımadasındaki Hükümdarlara Yapılan Çağrıların Genel Karakteri
Arap yarımadasında bulunan büyük kabilelerin reislerine yapılan çağrı mektuplarının başlangıç cümleleri ile Bizans, Sasani ve Mısır hükümdarlarına gönderilen mektupların başlangıç cümleleri hemen hemen aynıdır. Şöyle ki bu mektuplarda da Rahman ve Rahim olan Allah’ın adına çağrının yapılması ile peygamberimiz o kabile reislerine kendi halkına müşfik, merhametli, bağışlayıcı, esirgeyici, koruyucu, kollayıcı ve rahmetle muamele eden bir idare olmaya çağrı yapmaktadır. Nasıl ki Allah (cc) kullarına karşı Rahman ve Rahim isimleriyle muamele etmekteyse idarecilerin de sorumlulukları altında bulunan halka aynı şekilde davranması gerekliliğine bir işaretle mektup başlar. Arkasından peygamberimiz bu kabilelerle aynı yarımadada ve komşu olan Medine bölgesinde Allah’ın bu isimlerinin tecellisi ile halkına örnek bir yönetim sergileyen bir devrimin gerçekleştiğini duyurmaktadır. Bu mektupların muhatabı olan kabile reislerinin de kendi bölgelerinde İlahi Öğretiye dayalı İslami / Barış / Merhamet İdaresinin tesis etmeleri talep edildi. İslami / Barışçı / Merhamet idaresinin kabul edilmesinin kendileri için emniyetli yaşam garantisi olacağı ifade edildi.
Kabile reislerine gönderilen mektuplarda yapılan çağrının büyük hükümdarlara yapılan çağrılardan farkı ise, çağrıya icabet edilmediği takdirde onların iktidardan indirilme şeklinin farklı olacağıdır. Büyük devletlerin hükümdarlarının İslami / Barışçı rejime geçmemeleri halinde cari olan zulüm rejiminden dolayı kendi halklarının bu hükümdarları iktidarlarından edeceği vurgulanırken, Arap yarımadasındaki kabile reislerinin zulüm rejiminde ısrar etmeleri halinde İslam Cumhuriyeti Ordularının gelip bu iktidarları devireceği uyarısı yapıldı. Bu kabilelerin yaşamlarının devamı ve kabile reislerinin iktidarda kalmalarının garantisinin rejim değişikliğini yaparak İslam / barış / merhamet rejimini benimsemekten geçtiği vurgulandı. Aksi takdirde üzerlerine ordu gönderilip bizzat Peygamber ordusu ile iktidarlarından indirileceği belirtildi.
[1] )Siyet Atlası -Sami b. Abdullah El Mağlus- Siyer Yayınları Sahife 309
[2] ) Siyet Atlası -Sami b. Abdullah El Mağlus- Siyer Yayınları Sahife 311
[3] )Siyet Atlası -Sami b. Abdullah El Mağlus- Siyer Yayınları Sahife 310
29.10. Hayber Seferi
Hayber’e yapılacak seferden önce bu seferin haklı gerekçelerinin hem yerel hem de uluslararası platformda ortaya konması gerekiyordu. Zira Hayberlilerin cezalandırılmayı hak ettikleri dile getirilmeden gerçekleştirilecek bir fethin meşruiyeti her zaman tartışmalı olacaktı.
Cenab-ı Hak, bu amaçla önce Yahudilerin Medine’de kurulan İslam Cumhuriyetinin Anayasasına imza attıklarını ve onların bu devlette on iki bakan / temsilci / nakib ile temsil edildiklerini söyledi. Dahası eğer onlar bu Devletin Başkanı olan Hz.Muhammed’e itaat edip namaz / siyasi ve zekatlarıyla / finansal olarak onu(İslami iktidarı) desteklerlerse, Allah için gerekli fedakarlıkları gösterecek olurlarsa onların bu yaptıklarına karşılık hem bu dünyada hem de ahirette cennetle ödüllendirileceklerini İslam Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında kendilerine bildirmiş olduğunu ifade etti. Ancak onların verdikleri sözlerine ihanet edip İslam Cumhuriyetine başkaldırdıkları için Medine’den sürgün edildiklerini belirtti. Onların sürgüne gittikleri Hayber’de de uslu durmadıklarını, kalplerinin müminlere karşı öfke ve nefretle iyice katılaşarak Medine’ye her türlü kötülüğü yapmaya giriştiklerine değindi. Bu amaçla onların Mekke ile işbirliğine giderek Arap yarımadasındaki Arap kabilelerinden müteşekkil bir Hizipler ordusu oluşturup Medine İslam Cumhuriyetini yıkmak için Hendek Savaşını örgütledikleri gibi bu savaşın her türlü lojistik ve finansal desteğini de sağladıklarına işaret etti. Onların bu fitne ve fesatlarıyla bölgede bir çıbanbaşı haline geldikleri ve bu fitnenin kaynağının kurutulması için artık harekete geçilmesi gerektiğini ortaya koydu. Cenab-ı Hak bu durumu İsrail oğullarının tarihte yaşadıkları benzer durum üzerinden anlattı;
12-13- (Tıpkı Medine’de olduğu gibi geçmiş tarihte de) Allah İsrail oğullarından Anayasal Ahd / söz almıştı. Onların arasından on iki Nakib / Bakan / Temsilci seçmişti. Allah onlara: “Ben sizinle beraberim. Namazı kılar, / İslami İdareyi destekler, zekatı verir, / İslami İdareyi finansal olarak destekler, Peygamberlerime inanır, onlara destek olur, Allah için güzel bir şekilde fedakarlıkta bulunursanız, geçmiş kötülüklerinizi / günahlarınızı örteceğim ve sizi içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Artık bundan sonra, sizden kim de verdiği sözden dönerse, işte onlar Doğru Yoldan sapmış olur” buyurmuştu. Fakat daha sonra onlar verdikleri söze ihanet ederek anlaşmalarını bozdukları için onları lanetledik (tıpkı Medine’den sürüp çıkarttığımız gibi) ve kalplerini (müminlere karşı intikam ateşiyle dolu olarak) kaskatı kıldık. Onlar, (bu ihanetlerini haklı göstermek için ahdettikleri anayasal sözleşmedeki) kelimelerin gerçek anlamını çarpıtarak yorumlamaktadırlar. / tahrif etmektedirler. Kendilerine verilen öğütlerden de hisse almazlar. (Tarihte yaptıkları ihanetleri alışkanlık haline getirdikleri için) Onların pek azı hariç, çoğunluğunun daima hainlik yaptıklarını görüyorsun. O nedenle sen onlara karşı sıkı dur / dikkatli ol ve yüz çevir. Hiç şüphesiz ki Allah, dosdoğru ve tertemiz olanları sever. (Maide Suresi 12-13)
İslam Cumhuriyeti’nin bu önlenemez yükselişi karşısında öfkesinden deliye dönmüş olan Rahip Ebu Amir ([1]) de Bizans İmparatoru Herakliyus ile görüşmüş ve ona Arap yarımadasındaki bu gelişmelerden bahsederek İslam Cumhuriyeti’nin yıkılması için ondan yardım talep etmişti. Herakliyus ona gerekli desteği vereceğini belirtince Ebu Amir bu haberi hemen Medine’de yaşayan az sayıdaki Hristiyan dindaşlarına ([2]) iletti. Bizans İmparatorunun Medine İslam Cumhuriyetini ortadan kaldıracağını ve dolayısıyla Medine’de Hristiyanlığa dayalı bir idarenin tesis edileceğini birbirlerine müjdelediler. Onlar buna işaret etmek için “Allah Meryem oğlu Mesih’tir” ifadesini söylüyorlardı. Onlarda bundan öncesinde de peygamberimize başkaldırma fikri canlanmış ve gizliden gizliye ihanet eylemlerinde bulunsalar da yeterli güce sahip olmadıkları için fiili bir başkaldırı yapamamışlardı. Ancak yapacakları bir başkaldırıyı / darbe girişimini Bizans’ın destekleyeceği haberini aldıktan sonra bu ihanet fikri onlarda iyice sabitleşti. Onların bu inkâr düşüncelerinin yakın gelecekte İslam Cumhuriyetine esaslı fiili bir başkaldırıya / darbeye dönüşeceği muhakkaktı.
Medine’deki bu bir avuç Hristiyanın böyle bir girişimde bulunmamaları için tehdit edilmeleri gerekiyordu. Cenab-ı Hak, geçmiş tarihlerinden örnekler vererek yaptıkları yanlışları tekrar etmemeleri konusunda onları uyardı. Aksi takdirde Medine’de hem kendilerini hem rahiplerini hem de tapınaklarını ortadan kaldırmaya kimsenin mâni olamayacağı tehdidinde bulundu.
14-17- “Biz Hristiyanlarız” diyenlerden de (Medineli Hristiyanlardan da) Anayasal Ahd / Söz almıştık. Fakat onlar da (bu anayasada) zikredilen hususlara uymayı terk ettiler. Bu yüzden kıyamete kadar (müminlerle) aralarına düşmanlık ve kin saldık. Allah, bütün yapıp ettiklerini ileride onlara (tek tek) gösterecektir. Ey Kitap Ehli, Kitapta olduğu halde gizlediklerinizin çoğunu size bildiren ve çoğunu da dile getirmeyip yüzünüze vurmayan Peygamberimiz size gelmişti. İşte size, Allah'tan bir Nur olarak apaçık bir Kitap geldi. Allah, o nur / kitap ile rızasına ulaşmak isteyenleri iyiliğin, esenliğin ve barışın yollarına götürür, onları rahmetiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola sevk eder. “Allah, Meryem oğlu Mesih'tir” (“Medine’de Allah adına hükümet edecek olan Hz.Muhammed’in getirdiği İslam değil Mesih’i temsilen Kilise / Hristiyanlık olmalıdır.”) diyenler kâfir olmuşlardır. (İslami İktidara başkaldırmışlardır). De ki: “Eğer Allah (Allah’ın Devleti), Meryem oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tamamını (yani Medine’deki Mesih İsa’yı ve annesini temsil eden rahipleri ile bu ülkedeki / Medine’deki tüm Hristiyanları) ortadan kaldırmayı irade etse, O’nu kim engelleyebilir ki! Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin mülkiyeti ve mutlak egemenliği Allah’ındır. O, dilediğini yaratır ve her şeye kadirdir.” (Maide Suresi 14-17)
Medine’deki Hristiyan önderler, Bizans’ın da desteğini alarak Medine’de egemen rejimin Kilise olması gerektiğini propaganda ederken peygamberimize yapılacak bir darbe girişiminin başarılı olacağına diğer Hristiyanları inandırmak için kendi kitaplarında geçen ifadeleri kanıt olarak gösterdiler. Söz konusu önderler, kendi bağlılarına “Allah’ın oğulları ve sevdiği kulları” olduğuna dair kutsal kitaptaki ifadeleri okudular ve onları yapacakları operasyon için cesaretlendirdiler.
Cenab-ı Hak, onların kendi bağlılarına yaptıkları bu propagandanın gerçek dışı / batıl olduğunu belirtmek için aynı söylemleri Medine Yahudi önderlerinin de kendi bağlılarına söylediğini ama buna rağmen onların başkaldırmalarının başarılı olamadığına, sürgün ve idamla cezalandırıldıklarına vurgu yaptı. Böylece onlara “madem ki sizler Allah’ın evladı gibi sevdiği kulları olduğunu iddia ediyorsunuz, o halde sizinle aynı iddiada bulunan Yahudiler işledikleri ihanet suçuna verilen cezalandırmadan kurtulamadıkları gerçeğinden hareketle sizler de ihanet günahını işleyecek olursanız mutlaka cezalandırılacaksınız” mesajı verildi. Onların Medine’deki diğer vatandaşlardan hiçbir ayrıcalıklarının olmadığı, şayet ihanet ederek başkaldıracak olurlarsa aynı akıbetle karşılaşacakları belirtildi. Allah’ın gökler ve yeryüzündeki egemenliğinden hareketle Medine İslam Cumhuriyetindeki egemenin Allah olduğu ve bu egemenliğe karşı çıkanların sonunda mutlaka hesaba çekileceği vurgulandı. Bu uyarılara rağmen yine de hata edecek olurlarsa mazeretlerinin olamayacağı zira gerekli ikazların her türlüsünün yapıldığı belirtildi.
18-19- Yahudiler ve Hristiyanlar: “Biz Allah'ın oğullarıyız, sevdiği kullarıyız” dediler. De ki: “Peki madem öyle neden günahlarınızdan dolayı sizi cezalandırıyor? / azaplandırıyor? Hayır! Siz de O'nun yarattığı diğer insanlar gibisiniz. O, dilediğini (bağışlanmayı hak edenleri) affeder, dilediğini (cezalandırmayı hak edenleri) de azaplandırır. Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin mülkiyeti ve mutlak egemenliği Allah’ındır. Sonunda dönüp hepiniz O’na hesap vereceksiniz” Ey Kitap Ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir dönemin sonunda, size Hak olanı apaçık anlatan Peygamberimiz geldi. Ta ki, bize ne bir müjdeci geldi ne de bir uyarıcı demeyesiniz. İşte gerçekten hem müjdeci hem de uyarıcı olan Peygamber gelmiştir. Allah, her şeye kadirdir. (Maide Suresi 18-19)
Hayber seferine çıkmadan önce az sayıda da olsa Hristiyan dinine mensup Medinelilerin herhangi bir kalkışmaya girişmemesi konusunda gerekli tehditler yapıldıktan sonra İslam Ordusu Hayber’in fethi için yola çıktı. Hayber’in Fethi için düzenlenen İslam Ordusunda 1400'ü piyade ve 200 atlı asker mevcuttu. Bu sefere Hudeybiye seferine katılanların dışında başka asker alınmaması, katılımcı sayısını kısıtlamıştı. Ayrıca bu sefere 20 kadar mümin kadın da ordunun geri hizmetlerinde istihdam edilmek üzere katılım sağlamıştı.
İslam Ordusunun Hayber’in fethi için yola çıktığı haberini Abdullah b. Übey Hayber Yahudilerine jurnalledi ve onlardan savunma tedbirlerini almalarını istedi. Ayrıca İslam Ordusunun sayısının Hayber’i Fethetmek için yeterli olmadığını, onların iyi bir savunmayla İslam Ordusunun saldırılarını püskürtebileceklerini bildirerek onlara cesaret verdi.
Hayberliler bu haberi alınca önce inanmadılar. Zira gayet muhkem kaleler içerisindeydiler ve sayıca da en az on kat savaşçı üstünlüğüne sahiptiler. Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin böyle bir çılgınlığa girişecek kadar akılsız olamayacaklarını söyleyip bu haberin asılsız olduğunu söyleyip gülüp geçtiler. Şayet haber gerçek ise de kendileri için eğlenceli bir iş çıktığını söylediler. Onlar İslam Ordusunu öylesine küçümsediler, öylesine kibre kapıldılar ki Hayber’in Medine İslam Ordusu için mezarlık olacağını onların ölüme geldiklerini dile getirdiler. Fakat daha sonra gelen istihbarat ile Abdullah bin Übey’den gelen haberin gerçek ve işin ciddi olduğunu anlayınca da hemen savunma hazırlıklarına başladılar. Onlar savunmaya hazırlık kapsamında müttefikleri Gatafanlıları da yardıma çağırdılar. Yardım karşılığında Hayber’in bir yıllık mahsulünün yarısını da teklif ettiler. Teklifi kabul eden Gatafanlar 4000 kişilik bir kuvvetle Hayber’e gelip kalelerde (Natat kalesinde) savunma için yerlerini aldılar.
[1] ) Not: http://www.gercekhayat.com.tr/yazarlar/turkiyedeki-paralel-yapi-ve-mescid-i-dirar-hikayesi/ Rivayete göre Medine’de Ebu Amir er Rahib adında birisi varmış. Hazreç kabilesinden bir müşrik iken Hıristiyan olmuş. Ehl-i Kitabın ilmini öğrenince kabilesi içerisinde kendine yer edinmiş. Allah’ın Resulü (sav) Medine’ye hicret edince Medine ahalisi doğal olarak onun etrafında toplanmışlar. Bu da sosyal konumunu yitiren Ebu Amir’i öfkelendirmiş. İslam dini giderek güçlenmeye başlayınca Ebu Amir’in öfkesi daha bir artmış. Müslümanlar bir de Bedir savaşında galip gelince Ebu Amir’i öfke nöbetleri sarmış. Düşmanlığını artık açıktan yapmaya koyulmuş hatta Medine’yi terk edip müşriklerin kalesi Mekke’ye sığınmış. Bununla yetinmeyip Mekkeli müşrikleri Allah’ın Resulü (sav)’ne karşı kışkırtmaya kalkışmış. Böylece Mekkeliler kendilerine katılan diğer Araplarla birlikte Müslümanların üzerine yürümüşler. İki taraf Uhud’da karşılaşmış akıbet Allah’a inananların olmuş. İslamın önü alınamaz yükselişi Ebu Amir’i iyice çileden çıkarmış. Bu defa pılı pırtıyı toplamış soluğu Bizans İmparatoru Heraklius’un yanında almış. Hz. Peygamber (sav)’e karşı onun yardımına başvurmuş. Yardım vaadini koparınca oraya yerleşmiş ve Medine’de kendisi gibi düşünenlere mektup yazarak Heraklius’un kendisine vereceği orduyla Medine’ye gireceğini, Allah Resulü’nü Medine’den kovacağını müjdelemiş. ….
[2] )NOT: https://islamansiklopedisi.org.tr/medine-vesikasi ….Bu sırada Medine nüfusunun 10.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bunların 6000’ini Araplar, 4000’ini yahudiler teşkil ediyordu. Medine’deki müslümanların sayısı 1500, müşrik Araplar’ın 4500, yahudilerin 4000 civarında idi. Ayrıca şehirde çok az sayıda hıristiyan yaşamaktaydı….
Şekil 8: Hayber’e Yapılan Harekat
29.11. Hayber Yahudilerinin Savaş Stratejisi
Çeşitli rivayetlerde Hayber Yahudilerinin 10.000 ila 20.000 kişilik savaşçılarının mevcut olduğu belirtilir. Fetih için Hayber’e gelen İslam Ordusundan kat kat savaşçı sayısı üstünlüğüne sahip olmalarına rağmen Hayberliler yaptıkları müşaverelerde kalelerinde kalıp savunma savaşı yapmayı strateji olarak benimsediler. Bu strateji ile daha az bir zayiatla İslam Ordularını perişan edeceklerini ve onların bu fetih harekâtını başarısız kılacaklarını tasarladılar. Aslında Abdullah bin Übey onlara İslam Ordusunun sayıca azlığından bahsederek onların meydan savaşı yapmalarını tavsiye etmişti. Fakat onlar kendi aralarında yaptıkları uzun tartışmalardan sonra meydan savaşı yapmak yerine savunma savaşı yapmayı tercih ettiler. Onlar bu stratejiyi benimserken kalelerinin aşılmaz olduğuna güveniyorlar ve İslam Ordusunun bu kaleleri geçmelerinin imkânsız olduğunu düşünüyorlardı. Ayrıca savunma stratejisini tercih ederken Kale içindekilerin yiyecek, içecek ve diğer ihtiyaçlar açısından hiçbir sıkıntı yaşanmayacağından kuşatma aylarca da sürse dayanacak imkânların var olduğunu dile getirdiler ve savunma stratejisi üzerinde karar kıldılar. Fakat Nadir oğulları reislerinden olan Sellam bin Mişkem bu karara itiraz etti ve kalelerden çıkarak müminlerin üzerine saldırılar / hücumlar yapmaları şeklinde bir savaş stratejisi uygulamalarının daha doğru olacağını belirtti. O, bu fikrini desteklemek için eğer savunma stratejisi tercih edilecek olursa Muhammed’in fetih için mutlaka bir yol bulacağını söyledikten sonra kendilerinin Medine’de bu hataya düştüklerini ifade etti. Böylece Hayber Yahudileri savaş stratejilerini değiştirdiler. Sellam bin Mişkem’in önerdiği stratejiyi uygulamaya karar verdiler.
Hayber Yahudilerinin Hayber’e yapılacak saldırılarda geleneksel savunma stratejileri ise şöyle idi; Hayber’i oluşturan Natat, Şıkk ve Ketibe bölgelerinde toplam olarak dokuz kale vardı. Düşman saldırıları karşısında hangi kale düşecek olursa o kalenin savaşçıları kaleden gizli kaçış geçitleri kullanılarak diğer kalelere sığınacaklar ve savunmaya düşmeyen kalelerden devam edeceklerdi. Böylece son kale düşünceye kadar direnilecekti.
29.12. Hayber Savaşının Başlaması
Medine İslam Ordusu Natat bölgesine geldi ve hurmalıkların olduğu bölgeye karargâh kurdu. Daha sonra Natat şehrine saldırıyla savaşı başlattı. Yahudilerin en yiğit, en gözde ve en meşhur savaşçıları buradaydı. Hz.Muhammed@ ordusunu savaşa teşvik etti ve müminler Natat şehrine hücum ettiler. Fakat şehir kale surları ile çevrili idi. Bu surlardan gelen oklar ve Yahudi savaşçıların aniden kaleden çıkarak İslam Ordusu üzerine hücuma geçmeleri nedeniyle İslam Savaşçıları bozgun yaşadı. O gün 50 İslam Savaşçısı yaralandı. İslam Ordusu geri çekildi ve Hubab bin Münzir ordu karargahının reci kayalıklarına taşınmasını önerdi. Onun bu önerisi kabul edildi. Zira hurmalıkların arasında karargah kurmak çok tehlikeli idi. Bu bölge hem ani saldırılara açıktı hem de şehir surlarından gelen okların menzilinde kalıyordu.
Şekil 9: Natat ve Şık Bölgesine Yapılan Harekât
29.13. İslam Ordusunda Hayal Kırıklığı ve Fetihten Vazgeçme Temayülleri
Hayber savaşının başlamasını müteakip iki gün sonra Hz.Muhammed@ hastalandı. İslam Ordusunun komutasını Hz. Ebu Bekir’e devretti. İslam Ordusunca o gün yapılan hücumlarda hiçbir başarı sağlanamadı. Ertesi günü peygamberimiz komutayı Hz. Ömer’e verdi. Yedi gün sürekli Natat şehrini almak için hücumlar yapıldı. Fakat yapılan hücumlarda başarı elde edilemedi. Hayberliler İslam Ordusunun hücumlarına surların burçlarından attıkları oklarla karşılık veriyorlar ve arkasından şehir kapısından çıkıp İslam savaşçılarının üzerine hücuma geçiyorlardı ve her seferinde de İslam Ordusunun hücumlarını püskürtmeyi başarıyorlardı. Bu püskürtme harekatlarında Hayberli ünlü savaşçıların yanında 4000 Gatafan savaşçıları da etkin bir rol oynadılar. Bir haftanın sonunda müminlerin moralleri iyiden iyiye bozulmaya başlamıştı.
Hz. Ömer son derece büyük gayretler göstermiş olmasına rağmen mücahitlerin morallerini yükseltemiyor, onlara cesaret veremiyordu. Başarısızlık onlarda büyük bir çöküntü yaratmıştı. Düşmanın gücü karşısında kendilerini zayıf görmeye başlamışlardı. Bir taraftan da İslam Ordusunda açlık sıkıntıları başlamıştı. Düşman ise kalelerin içerisinde ve stokladıkları her türlü yiyecek ve içecek imkanlarına sahiptiler. İlave olarak bu durum da İslam savaşçılarının morallerini oldukça bozmaktaydılar. Öyle ki artık bu kaleleri zapt etmenin imkânsız olduğu düşüncesine kapılmaya başlamışlardı. Daha da kötüsü müminler artık Yahudilerin yenilmezlikleriyle meşhur olmuş Merhab, Yasir gibi savaşçıların gerçekten yenilmez oluşlarına inanmaya başladılar. Ayrıca zorba ve vahşilikleriyle ünlü Gatafan savaşçılarının da savunmada çeşitli yararlılıklar göstermeleri fethe inanmış İslam savaşçılarında büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. İslam Ordusunda kayıplar arttıkça fetih hareketinde başarı sağlamalarının imkânsız olacağına ilişkin olumsuz düşünceler iyice moral çöküntüsüne neden olmaya başlamıştı. Artık müminler başarısız hücumların ve bozgun yaşamalarının müsebbibi olarak birbirlerini suçlamaya başlamışlardı. Zaten Yahudilerin de amacı buydu. Tıpkı Hendek savaşında müşrik müttefik orduların moral çöküntü ve başarısızlık sonunda birbirlerine düştükten sonra çekip gitmeleri gibi onlarda Medine İslam Ordusunun uzun süreli başarısız harekatlar sonunda moral çöküntü yaşamasını, komutanların birbirlerine düşmeleriyle birliğin dağılmasını ve sonunda müminlerin kuşatmadan vazgeçmelerini sağlamayı hedefliyorlardı.
Hz.Muhammed@, müminlerde meydana gelen bu huzursuzluğu gidermek için çok uğraşıyordu. Fakat onlar birbirlerini suçlamaya devam ediyorlardı. Hz. Ömer ve mücahitler karşılıklı olarak birbirlerini suçladılar. Karşılıklı suçlamaların sonucunda savaşma şevk ve isteklerini kaybettiler. Bu harekatın başarısız kalmaya mahkûm olduğunu ve Medine’ye geri dönülmesi gerektiğini iddia edenler bile çıkmaya başlamıştı.
Cenab-ı Hak, İslam Ordusunun yaşadığı bu huzursuzluğu, aşağıdaki ayetlerde Hz. Musa ve kavmi arasında yaşanan kıssa ile bildirdi;
20-22- Bir zamanlar Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. İçinizden Peygamberler çıkardı, size yeryüzünde iktidar verdi yani o içinde bulunduğunuz toplumlardan hiçbirine vermediği şeyi size verdi. Ey kavmim! Allah'ın size vermeye söz verdiği / takdir ettiği / yazdığı Mukaddes topraklara girin, sakın geri dönmeyin, yoksa kendinize yazık eder, mahvolursunuz.” Onlar dediler ki: “Ey Musa! Onun içerisinde çok güçlü / zorlu savaşçılar / zorba bir kavim var, onlar oradan çıkmadıkları sürece biz oraya kesinlikle girmeyiz / giremeyiz. Eğer onlar oradan çıkarsa, o zaman biz oraya gireriz / girebiliriz.” (Maide Suresi 20-22)
İslam Ordusunun komutanları, aldıkları bu darbelerden sonra Hayber’in fethedilmesinin imkânsız olduğunu, Yahudi ve Gatafan’ın zorlu savaşçıları kalelerden çıkarak ani saldırılarla kendilerine kayıplar verdirdiklerini peygamberimizle paylaştılar. Ayrıca Kale surlarını aşmak için gerekli ekipmandan yoksun olduklarını da eklediler. Düşmanın kalelerin çıkıp meydan savaşı yapmadıkları takdirde başarı şanslarının olmadığını belirterek bu işten vazgeçmeleri gerektiğini ifade ettiler. Onlar bu sözleriyle adeta Fetih Suresi ile fethi vadeden Cenab-ı Hakk’ın bu vaadini boşa çıkaracak bir tavır içerisine girmiş oluyorlardı. Peygamberimiz ise ısrarla Cenab-ı Hakk’ın vaadinin mutlaka gerçekleşeceğini belirtiyordu. Fakat onlar bunun imkansızlığına vurgu yapıyorlardı. Bunun üzerine peygamberimiz Cenab’ı Hakk’ın yardımı için dua etti ve kendisine bu hususta yol göstermesini ve fetih için imkanlar yaratmasını niyaz etti. Cenab’ı Hak elçisine müminleri savaşa teşvik etmek için eğer bu fethi gerçekleştiremeyecek olurlarsa kırk yıl / çok uzun yıllar sadece Medine’de kurulan egemenlikle yetinileceğini ve güvenliği sağlamak içinde çevredeki kabilelere karşı akınlarla çölde dolaşıp durulacağını söylemesini emretti. Eğer bu fetih gerçekleşecek olursa da egemenlik sınırlarının Arap Yarımadasının çöllerinin dışına taşacağına işaret etti. Cenab-ı Hak, bu mesajlarını yine Hz. Musa ile İsrail oğulları arasında geçen çekişmeli konuşmayı anlatan aşağıdaki ayetler ile bildirdi;
24-26- (Musa fetihte ısrar edince) onlar: “Ey Musa! Onlar orada bulundukça biz asla oraya giremeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidip savaşın. Biz burada bekleyeceğiz” dediler. Musa: “Rabbim, kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık sen, bizimle şu fasık kavmin (savaşılan düşman kavmin / zorba kavmin) arasını ayır” dedi. Allah: “Öyleyse, o topraklar onlara kırk yıllığına / çok uzun yıllar / yıllar boyu haram kılınmıştır. Onlar, bu süre boyunca çölde şaşkınca dönüp dolaşacaklar. (Bunu istemiyorsunuz değil mi?) Öyleyse o fasık kavme / düşman kavme / zorba kavme acıma / acımayın (saldırın)” buyurdu. (Maide Suresi 24-26)
29.14. Hz.Muhammed’in@ Düşmanı Bölme Taktiği
Cenab-ı Hak, elçisinin yardım niyazına icabet etti ve peygamberimiz fethe giden çözüm yollarını bulmaya başladı. Hz.Muhammed@ Gatafanları saf dışı bırakmak için bir plan kurdu. Planın temel amacı 4000 Gatafanlı savaşçının savunmayı bırakıp Hayber’i terk etmelerini sağlamak ve böylece Hayber Yahudilerinin morallerini bozarak savaş güçlerini zayıflatmak idi.
Peygamberimiz tasarladığı planı uygulamaya koydu ve Sad bin Ubade’yi Naim Kalesine gönderdi. Sa’d bin Ubade, Gatafan reisi Uyeyne bin Hısn ile görüşmek istediğini söyledi. Merhab, Sa’d bin Ubade’nin kaleye girmesini istemedi ve görüşmek için Uyeyne bin Hısn’ı kale dışına gönderdi. Sa’d bin Ubade, Uyeyne bin Hısn’a Hayberlilerle müttefikliği bırakıp çekip gitmeleri karşılığında Hayber’in yıllık hurma mahsulünün yarısını vaat etti. Fakat Uyeyne bin Hısn bu teklifi reddetti ve kaleye geri döndü.
Hz.Muhammed@ hemen planın ikinci aşamasını uygulamaya koydu. Hayberlilere ait hurma ağaçlarını kestirmeye başladı. Yahudilerin canından öte olan hurma ağaçlarının kesilmesi onları çok büyük üzüntüye sevk etti. Yaklaşık 400 kadar hurma ağacı kesilmişti ki Gatafanlar böyle giderse kendilerine Hayberlilerin teklif ettiği hurmalardan nasipleri olmayacağını anladılar ve hemen savunmadan çekilmeyi planladılar. Fakat bu çekilmeyi meşru bir gerekçeye dayandırarak gerçekleştirmeyi düşündüler. Zira bu savaşın sonunda şayet Hayberliler kazanırsa yine de mahsulden pay alabilmeyi, yok eğer Medine İslam Orduları kazanırsa o takdirde de kendilerinin Yahudilerle müttefiklikten çekilmiş olması nedeniyle bu kez Hz.Muhammed’den@ kendisine teklif edilen hurma mahsulünü isteme gibi bir şark kurnazlığı yoluna gittiler.
Uyeyne Bin Hısn Hayber’i savunmadan çekilmeyi meşrulaştırmak için aradığı gerekçeyi Hz.Muhammed’in@ tasarladığı plan ile buldu. Peygamberimizin mücahitlere Gatafanlıların evlerinin, çoluk çocuklarının, yurtlarına saldırma talimatı verdiğine dair söylentiler Gatafanlılara duyurulacaktı. İslam Savaşçıları, bir gece yüksek sesli bağrışmalarla Gatafanların evlerinin / yurtlarının mahvolacağını Medine İslam Ordusundan bir birliğin her şeyi yok edeceğini Gatafan savaşçılarının duyacağı tonda seslendirdiler.
Uyeyne bin Hısn, ailelerinin ve çocuklarının hayatiyetlerine ilişkin bu tür haberlerin kulaklarına geldiğini belirterek hemen yurtlarına geri dönmeleri gerektiğini Hayberlilere ilettiler ve Hayber’i terk edip yurtlarına döndüler. Yurtlarının güvenliğini sağladıktan sonra geri dönüp Hayber’i savunmaya devam edeceklerini de bildirdiler. Bu durum Hayberliler tarafından hoş karşılanmasa da yapacakları bir şey yoktu. Gelen haberlerin doğruluğu ya da yanlışlığını tartışma durumunda değillerdi. İslam Ordusunun Hayber’in fethine göreceli olarak sınırlı sayıda katılmaları, onların orduyu bölerek diğer kısmını Gatafan kabilesinin yurtlarına göndermiş olabileceği ihtimalini kuvvetlendiriyordu. Yani Hayberlilerin ellerinde bu haberi yalanlayabilecekleri ve Gatafanları savunmadan vazgeçmelerini engelleyebilecekleri bir delilleri yoktu. Çaresizce kabullenmek zorunda kaldılar. Bununla beraber yine de Gatafanların kendilerine ihanet ettiklerine inandılar ve onlara güvenmekle büyük hata yaptıklarını anladılar. Gatafanların Naim kalesini terk etmesi Yahudilerde çok büyük bir moral çöküntü meydana getirdi. Diğer taraftan 4000 Gatafanlı savaşçının Hayberi terk ettiğine dair haber, İslam Ordusu arasında sevinçle karşılandı. Fetih için yeniden umutlanmaya başladılar.
29.15. Simak’ın Düşmana Ait Sırları İfşası ve Tavsiyesi
Hayber Yahudilerindeki moral çöküntü halka yansımış ve Natat kalesinden Simak adında bir Yahudi durumun çok vahim olduğunu düşünerek aile efradını ve canını kurtarmak için Medine İslam Ordusuna sığınıp Hz.Muhammed@ ile görüşmek istedi.
Simak, peygamberimize aile efradına ve kendisine «eman» verilmesi / dokunulmaması karşılığında bazı sırlar verebileceğini söyledi. Hz.Muhammed@ de ona eman verdiğini ve bahsettiği sırları kendisine anlatmasını istedi. Simak, Natat kalesinde olup bitenleri, halkın durumunu, kalenin fetih için zayıf yerlerini, Yahudi savaşçıların iri vücutlu olmalarına rağmen korkak olduklarını, kale içindeki bir evde çok fazla miktarda savaş ekipmanı olduğunu, vb. çok stratejik bilgileri peygamberimize tek tek anlattı. Simak’ın bahsettiği savaş ekipmanları arasında özellikle kaleleri fethederken yukarıdan atılan ok, taş ve kızgın yağlardan korunmak için özel kalkanlar olduğunu, kale duvarlarını oymaya yarayan aletleri, kale kapılarını kırmaya yarayan koçbaşlarını ve taş atan mancınıklar bulunmaktaydı. Eğer müminler Natat şehrini fethedecek olurlarsa sadece Simak’ın bahsettiği alet ve ekipman elde etmekle kalmayacaklar aynı zamanda Hayber’in daha da zorlu diğer kalelerini fethetmek için ele geçirilecek savaş ekipmanlarını kullanarak yeni savaş stratejilerini de öğrenmiş olacaklardı. Simak’ın Natat kalesinin yapısına ve Yahudilerin savunma stratejisine ilişkin verdiği bilgiler çok değerliydi. Eğer Hayberli savaşçılar Kale içinden çıkıp mücahitlere saldırdığı zaman onlara karşı verilecek savaş sırasında kale giriş kapısı tutulacak / ele geçirilip kırılacak olursa kalenin fethinin kolay olacağı bilgisi de Simak’ın verdiği değerli bilgiler arasındaydı.
Cenab-ı Hak, bu olayı yine Hz. Musa kıssası üzerinden anlattı. Simak kıssada geçen iki kişiden birincisine bir teşbih iken Kulle (Zubeyr) kalesinin düşürülmesinde stratejik bilgiler veren Gazzal isimli Yahudi vatandaşı ikinci kişiye bir metafordu.
23- Allah’tan (Allah’ın Ordusundan) korktuğu için (düşmanın içerisinden çıkıp gelen) ve Allah’ın lütufta bulunduğu iki adam: “Onların üzerine kapıdan girin / saldırın / hücum edin, eğer oradan içeri girmeyi başarırsanız muhakkak kazanırsınız. Eğer inanıyorsanız / güveniyorsanız, yalnızca Allah'a tevekkül etmeniz yeterli” demişlerdi. ( Maide Suresi 23)
29.16. Komutanlığın (Sancağın) Hz. Ali’ye Verilmesi ve Medine İslam Ordusunun Yüreklendirilmesi
Simak’ın verdiği stratejik bilgileri değerlendiren Hz.Muhammed@, Natat kalesinin üzerine gidilmesi ve mutlaka alınması için harekete geçti. Hz.Muhammed@ mücahitlerin morallerini yükseltmek için ertesi günü ordunun komutasını öyle birisine vereceğini belirtti ki O’nun Allah ve Resulü tarafından çok sevildiğini ve O kişinin de Allah ve Resulünü çok sevdiğini bildirdi. Hz.Muhammed@ komutayı vereceği kişi için “O, Natat’ı fethetmedikçe, arkasına dönmeyecektir. O, Natatı zorla alacaktır! Allah, fethi onun eli ile gerçekleştirecektir. Kendisi düşmandan yüz çevirici, kaçıcı kişi de değildir!” ifadelerini kullandı. Bu sözlerle mücahitlere umut, cesaret verdiği gibi bundan sonra yapılacak hücumlardan netice alınacağını vurguladı.
Ertesi günü Hz. Ali’yi getirmelerini istedi. Hz. Ali bulunup getirildi. Hz.Muhammed@ İslam ordusunun komutasını O’na verdi. Hz. Ömer ise komutanın yeniden kendisine verilmesini çok istemişti. Bunu da asla saklamamıştı. Rivayetlerde komutanın Hz. Ali’ye verildiği zaman Hz. Ali’yi çok kıskandığını belirtmiştir. Hz. Ebu Bekir, Sa’d bin Ubade ve Hz. Ömer’in o aşamaya kadar yapılan hücumlarda orduya komutanlık yaparak fedakarlıklar ortaya koymuş ama fethe muvaffak olamamışlardı. Şimdi komutanlık sırası Hz. Ali’de idi. O’da fedakârlık yapacaktı. Hz.Muhammed’in müjdelediği gibi o eğer fethe mazhar olacak olursa diğer komutanların onu kıskanacakları mümkündü. Bu nedenle onlar fetih başarısını kıskanıp nefislerinin kötü arzularına uyarak onu fiilen ya da siyaseten öldürme gibi büyük bir yanlışa teşebbüs etmemeleri konusunda Cenab-ı Hak tarafından uyarıldılar. Onlara sonradan çok pişman olacakları eylemlere girişmemeleri konusundaki bu ders, Hayber’in fethinden sonra Hz. Adem’in çocukları arasındaki mücadele sonrasında Kabil’in Habil’i öldürmesinden duyduğu pişmanlık üzerinden verildi;
27-31- Onlara Adem'in iki oğlunun haberini Hak olarak / gerçeği göstermek için oku: Hani onların her ikisi de Allah'a yakınlaşmak için birer kurban / fedakârlık sunmuşlardı. (Allah yolunda fedakârlık yapmışlardı.) Birinin kurbanı kabul edilmiş / fedakarlığı başarıya ulaşmış, diğerininki kabul edilmemişti. / başarıya ulaşmamıştı. (Kurbanı kabul edilmeyen / fedakarlığı başarıya ulaşmayan): “Seni mutlaka öldüreceğim” deyince, diğeri: “Allah, yalnızca muttakilerin (kendisini ve birbirlerini koruyanların) fedakarlığını başarıya ulaştırır. / kurbanını kabul eder. Eğer beni öldürmeye kalkışırsan ben seni öldürmek için hiçbir şey yapmayacağım. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'a isyan etmekten korkarım. Eğer beni öldürürsen, kendi günahına bir de beni öldürmenin günahını da yüklenerek ateşe atılanlardan olmanı diliyorum. Zaten, zalimlerin cezası da ancak bu olacaktır.” demişti. Sonunda (Kabil’in) nefsi, kardeşini (Habil’i) öldürme isteğine karşı koyamadı ve onu öldürdü. Böylece hüsrana uğrayanlardan oldu. Derken Allah ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kabil): “Bana yazıklar olsun, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?” Artık o, pişman olmuştu. ([1]) (Maide Suresi 27-31)
Kabil’in yaptığı yanlıştan duyduğu pişmanlık üzerinden verilen ders şöyle devam eder; Allah yolunda fedakârlık yapmış kişilerden fedakarlığı kabul edilmeyen / ödüllendirilmeyen kişilerin fedakarlığı kabul edilen / ödüllendirilen kişileri kıskanması nedeniyle yapacakları öldürme (siyasal öldürme dahil) eyleminin sonuçları çok fena olacaktır. Şöyle ki bu öldürme fiili sadece ölen ve öldürülen kişileri değil bütün toplumu etkileyecek ve katil bütün herkesi öldürmüş gibi olacaktır. Maktulü sevenler bu cinayeti kendilerine karşı işlenmiş olarak addedeceklerdir. İnsanların bütün nefretleri katilin üzerine olacak ve bu öfke nesiller boyu devam edecektir. Toplumlar, katilin soyundan gelen ve katliamı savunan nesiller ile maktulün soyundan gelen ve maktulü savunan nesiller olarak kutuplaşacaklar ve aralarındaki kavga asla bitmeyecektir. Kitlesel öldürmeler asırlarca devam edecektir. Fakat diğer taraftan fedakarlığı ödüllendirilen kişiye destek olan, onun hayat bulmasına / ilerlemesine yardımcı olan kimse ise fedakarlığı ödüllendirilmeyen kimse dahi olsa bütün insanlar onu sevecek ve onun vermiş olduğu destek ile toplum yücelecek, ilerleyecek, hayat bulacaktır. Onun bu desteği o kişinin değil toplumun dirilmesine olacaktır. Dolayısıyla Allah yolunda mücadele edenlerin başarılarına sevinmek ve onlara destek olmak, tüm insanlığın faydasına iken tersine onlara çelme takmak, onları öldürmek toplumun parçalanmasına, kutuplaşmasına ve birbirlerini öldürmesine sebep olacaktır. ([2])
Bu hususlara işaret ederek ilgilileri ikaz etmek için Cenab-ı Hak aşağıdaki ayeti fetihten sonra inzal buyurdu;
32- (Habil ile Kabil arasında cereyan eden) bu olaydan yola çıkarak, İsrail oğullarına da yazdığımız üzere (size de) şöyle yazdık: Kim, bir cinayete ya da ülkede fesat çıkarmasına / ihtilal yapmasına karşılık olmaksızın bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir insana hayat verir / onu diriltirse, bütün insanları diriltmiş / onlara hayat vermiş gibi olur. Andolsun ki Peygamberlerimiz onlara işte böyle apaçık deliller ile gelmişlerdi. Fakat onların çoğunluğu bu ayet ve deliller geldikten sonra, yine de yeryüzünde haddi aşarak azgınlık ettiler. (Maide Suresi 32)
[1] ) NOT:Kardeşinin cesedini gömdükten yani günahını itiraf edip kendini kınadıktan sonra
[2] ) NOT:Nitekim bu uyarıları dikkate alan Hz.Ömer, Hz.Ebu Bekir ve Sa’d bin Ubade Hayber Fatihi unvanı almasını rağmen asla Hz.Ali’yi kendileri için bir tehdit olarak görüpte onu ortadan kaldırmaya girişmemişlerdir. Böylece Hz.Ebu Bekir’de, Hz. Ömer’de halife olmuşlar Hz.Ali de hilafetleri boyunca onlara yardımcı olmuştur. Onları asla kıskanmamış ve onların siyasal olarak başarısız kılacak herhangi olumsuz bir girişimde bulunmamıştır. Fakat Hz.Osman’ın, Hz.Ali’nin şehit edilmeleri ile İslam Toplumundaki fitne ve kitlesel katliamların nasıl yükseldiğine tarih şahittir. Siyasal olarak bir kişinin katledilemesinin etkileri asırlar boyu devam etmekte ve insanlığın birbirlerini katletmesi ile ardı arkası kesilmiyor.
Natat Kalelerinden Bir Görüntü
29.17. Natat Kalesinin Düşmesi
Komutayı alan Hz. Ali İslam Ordusunu Natat kalesinin önüne getirdi. Sancağı da Kale kapısının önüne dikti ve Yahudileri yiğitçe çarpışmaya çağırdı. Yahudiler, İslam savaşçıları ile çarpışmak için kale kapısından dışarı çıktılar. Geleneğe uygun olarak savaş önce yiğitlerin bireysel çarpışması ile başladı. Bireysel çarpışmalarda Hz. Ali önce Merhab’ın kardeşi Haris’le karşı karşıya geldi ve onu öldürdü. Merhab kardeşinin öldürülmesine son derece öfkelendi ve Hz. Ali’den intikam almaya yemin etti. Hz. Ali daha sonra Yahudilerin yine meşhur savaşçılarından olan Amir ile karşılaştı ve yapılan çarpışmada onu da öldürdü. Muhammed bin Mesleme ise Ebu Dücane adlı Yahudilerin meşhur kahraman savaşçısını öldürürken Zübeyr b. Avvam yine Yahudilerin kahraman savaşçılarından Yasir’i öldürdü. Bireysel çarpışmaların sonunda Merhab, kardeşinin intikamını almak için Hz. Ali’nin karşısına çıktı. Yahudilerin en ünlü kahraman savaşçısı olan Merhab, Hz. Ali karşısında varlık gösteremedi ve Hz. Ali’nin kılıç darbesi sonucu can verdi.
Böylece o günkü savaşın bireysel çarpışmalar aşamasında İslam savaşçıları Yahudilerin kahramanlarını öldürerek çok büyük bir moral kazandılar. Daha sonra kale önünde iki ordu arasında şiddetli bir çarpışma başladı. İslam Ordusu Yahudi ordusuna karşı üstünlük elde etti. Yahudi ordusu geri çekilmeye başladı. İslam Ordusu Natat kalesinin içine girmeyi başardı. Çarpışmalarda yenileceğini anlayan Yahudi ordusunun sağ kalan önemli bir kısmı, kendilerini toparlamak için Natat’ı boşaltmayı ve savunma açısından daha elverişli ve daha güvenli olan Naim kalesine çekilmeyi uygun buldular. Medine İslam Ordusu böylece Natat kalesi ve içindeki şehri fethetti. Şehirde çocuk ve kadınlar yoktu. Onlar savaş başlamadan önce Kamus ve Şıkk kalelerine gönderilmişlerdi.
Natat şehrine giren İslam savaşçıları, Simak’ın bahsettiği / gösterdiği evde arama yaptı. Yahudilerin sakladıkları silahları, mancınıkları, büyük kalkanları, koçbaşlarını, kale duvarı oymaya yarayan aletlerini vb. ele geçirdiler. Şimdi sıra bu araç gereçleri kullanarak Hayber’in diğer kalelerini ele geçirmeye gelmişti.
29.18. Naim Kalesinin Düşmesi
İslam Ordusu Naim Kalesine yöneldi. Önce kale önünde çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalar sırasında bir kısım İslam savaşçıları da mancınıklarla taşları kale içindeki askerlere fırlattılar. Kale önündeki çarpışmalarda başarı kazanan İslam savaşçıları daha sonra kapatılan kale kapısını kırmak için koçbaşlarını kullandılar. O sırada kale burçlarından üzerlerine atılan oklara karşı kendilerini korumak amacıyla Natat şehrinden elde edilen kalkanları üzerlerine koruma yaptılar. Kale kapısını kırmayı ve içeri girmeyi başaran mücahitler günün sonunda Naim kalesini kontrol altına almayı başardılar.
29.19. Sa’d b. Muaz Kalesinin Kuşatılışı ve Fethedilişi:
Naim Kalesinin fethinden sonra Hz.Muhammed@, Sa’d b. Muaz Kalesinin kuşatılması için İslam Ordusunun komutasını Hubab b. Münzir’e verdi. Medine İslam Ordusu Sa’d b. Muaz kalesini kuşattı. Yahudilerin savaşçıları kaleden dışarı çıkıp İslam savaşçılarının üzerine saldırarak onların hücumlarını püskürtüyorlardı. Kaleden attıkları taş ve ok yağmuru ile İslam savaşçılarını kaleye yaklaştırmamaya çalışıyorlardı.
Bu şekilde şiddetli çarpışmalar üç gün sürdü. Üçüncü günün sonunda İslam savaşçıları kale önündeki çarpışmayı kazandılar ve kale kapısından içeri girmeyi başardılar. Kale içindeki şiddetli çarpışmaların sonunda Yahudiler kaleyi müminlere terk etmek zorunda kaldılar.
29.20. Kulle (Zübeyr) Kalesinin Fethi
Naim ve Sa'd b. Muaz kalesini kaybeden Yahudi savaşçıların sağ kalanları teslim olmayıp Külle (Zübeyr) kalesine kaçtılar. Direnişlerine bu kaleden devam edeceklerdi.
Medine İslam Ordusu Yahudilerin direnişlerini kırmak için bu kez Kulle (Zübeyr) kalesine yöneldi ve onu kuşattı. Kulle kalesi, Hayber’deki sekiz kalenin en sarp ve en sağlam olanıydı. İslam Ordusu Kulle Kalesini üç gün kuşattı. Fakat bu kez içerideki Yahudi askerler savaşmak için asla kale kapısının dışına çıkmıyorlardı. İslam savaşçıları ise Kale kapısını kıramadıkları gibi kalenin surlarına da çıkamıyorlardı.
Bu aşamada Cenab-ı Hakk’ın inayeti yetişti ve Maide Suresinin 23. Ayetinde bahsi geçen iki kişiden ikincisine işaretle Yahudilerden, Gazzal adında birisi, Hz.Muhammed’e@ gelerek kendisine ve ailesine “eman” verilmesi halinde kalenin sırları hakkında bilgi vereceğini bildirdi. Hz.Muhammed@ ona eman verdi. O da bu kalenin fethinin saldırılarla mümkün olamayacağını ancak bu kalenin su ihtiyacının kesilmesi halinde savaşsız rahat bir şekilde teslim alınacağını bildirdi. Kalenin su ihtiyacının kaleden aşağıya gizli merdivenli bir geçitten geçilerek erişilebilen yeraltı suyundan karşılandığını, şayet bu geçide ulaşılır ve onların su almalarına engel olunabilirse onların teslim alınabileceğini belirtti.
Hz.Muhammed@, hemen gizli geçidi bulmak için Gazzal’ın gösterdiği yerde kazı yaptırdı ve geçit bulunarak ele geçirildi. Kulle (Zubeyr) kalesinde direnen Yahudilerin su kaynakları kesilince, susuzluğa daha fazla dayanamadılar ve kaleden çıkıp şiddetli bir şekilde çarpışmaya girdiler. Yahudi savaşçıların canlarına dişine takarak yaptıkları bu saldırılarda bazı İslam savaşçıları şehit oldu. Yahudilerden de on kişi öldürüldü fakat daha fazla direnemediler ve sonunda teslim oldular. Böylece Külle (Zubeyr) kalesi de fethedilmiş oldu.
29.21. Nizar ve Şıkk Kalelerinin Fethi
Sıra Nizar ve Şıkk kalelerinin fethedilmesine gelmişti. Hz.Muhammed@ Hubab b. Munzir komutasında İslam Ordusunu bu iki kaleyi fethetmesi için gönderdi. Hubab her iki kaleyi de kısa zamanda fethetti.
29.22. Ketibe Bölgesi Kalelerinin Ele Geçirilmesi
Yahudi savaşçılar kaybettikleri kaleleri terk ederken Hayber’in fethedilmemiş diğer kalelerine sığınarak sonuna kadar direnişlerine devam ediyorlardı. Nizar ve Şıkk kalelerinden ayrılan Yahudi savaşçılar bu kez Kamus, Vatîh ve Sülalim kalelerine sığındılar. Üslendikleri bu kalelerde aile ve çocukları da vardı. Zira İslam Ordusu fetih için geldiği zaman onlar ailelerini bu kalelere yerleştirmişlerdi.
Ketibe adı verilen bölgede bulunan Kamus, Vatih ve Sülalim kaleleri Hayberliler için son sığınak denebilirdi. Eğer bu kaleleri de kaybedecek olurlarsa teslim olmaktan başka çareleri kalmayacaktı. Kamus kalesi, aynı Kulle (Zübeyr) kalesi gibi çok sarp ve sağlam bir kale idi ve Hayber kalelerinin de en büyüğü idi. bu nedenle önce Kamus Kalesi kuşatıldı. Yahudi savaşçılar Kulle (Zübeyr) kalesinde yaptıkları gibi kalelerinden çıkıp İslam savaşçıları ile çarpışma yapmaya yanaşmadılar. Kalelerinde kalıp savunma stratejisi uyguladılar. Hz.Muhammed@ de İslam Ordusuna sadece kuşatma yaptırdı, kaleyi fethetmek için hücum yaptırmadı. Amacı onların yüreklerine korku vermekti. Esas savaşçı güçlerini kaybetmiş olan Yahudilerin eninde sonunda teslim bayrağını çekeceklerini biliyordu.
Natat ve Şıkk bölgelerinde yer alan altı esaslı kale düştükten sonra Ketibe bölgesinde bulunan bu üç kalenin tutunması mümkün değildi.
Medine İslam Ordusunun Ketibe Bölgesine Yaptığı Harekat
Bu nedenle kayıp vermeksizin Yahudilerin teslim olmasını ve kan dökülmemesini hedeflemişti. Ne mancınık kurdurdu ne de taş fırlattırdı. Kamus Kalesine yapılan kuşatma bu şekilde hareketsiz bir bekleyişle on dört gün sürdü. Bu müddet içinde, kaleden de hiçbir Yahudi savaşçısı çarpışmaya çıkmaya cesaret edemedi.
On dört günün sonunda Hayber Yahudileri “Şemmah” adında bir elçiyi Hz.Muhammed’e@ gönderdiler. Hz.Muhammed@ elçiyi kabul etti ve görüşmeler başladı. Bu görüşmeler sonunda Hayber Yahudileri kendilerinin Hayber’e sığınan Medine Yahudilerince (Nadir ve Kurayza oğullarınca) oyuna getirildiğini, onlar tarafından kandırıldıklarını, onların yalanlarına inandıklarını, Huyey bin Ahtab’ın entrikalarının kurbanı olduklarını iddia ettiler. Teslim olmaları ve bütün mülk ve servetlerini vermeleri karşılığında canlarının bağışlanmasını teklif ettiler.
Hz.Muhammed@ bu teklifi kabul etti ve onların tüm hazineleri, yani menkul ve gayri menkul mallarını vermeleri ve bu hazineleri asla gizlememek / saklamamak şartıyla teslim olmaları durumunda ateşkese ve canlarının bağışlanacağına razı olacağını bildirdi.
29.23. Hayberlilerin Sürgün Yerine Yarıcı Olma Teklifleri
Hayber Yahudilerinin teklif ettikleri şartlar uyarınca teslim olan Yahudilerin sadece şahsi eşyalarını alıp Hayber’i terk etmeleri yani sürgün edilmeleri hükme bağlanmış iken Hayberlilerden yeni bir teklif daha gelir. Yeni teklife göre bir daha asla İslam Cumhuriyeti / Hz.Muhammed@ ile savaşmayacakları, yani tevbe etmeleri ve İslami idare ne zaman isterse terk etmek koşuluyla Hayber’de kalıp toprakları / hurmalıkları yarıcılık usulüyle işleyeceklerdi.
Hz.Muhammed@ bu yeni teklifi de kabul etti. Böylece Hayberliler Hayber yenilgisine kadar kendi mülkiyetlerinde olan topraklarda işçi oldular. Yetiştirdikleri mahsulün yarısını İslam Cumhuriyetine ait olacaktı ve bu mahsul Hayberlilerce depolanacak, ihtiyaç oldukça İslam Cumhuriyeti Yönetimince tasarruf edilecekti. Yurtları / evleri artık müminlere ve İslam Cumhuriyetine aitti. Bu nedenle Hayberli Yahudiler bu gayri menkullerde kira karşılığı ikamet edeceklerdi. Cenab-ı Hak, Hayber Yahudilerinin kendilerine sürgün olarak gelen Medine’li Yahudilerle birlikte Mekke’nin liderliğinde bütün müşrik Arap kabilelerini Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine müttefik hale getirip Hendek Savaşını tertip ederek Medine İslam Cumhuriyetine dolayısıyla Allah ve Resulüne savaş açmış olmalarının cezasının idam, elleri ve ayaklarının kesilmesi ya da yurtlarından sürgün edilmesi olduğunu bildirmişti. Ancak bir daha başkaldırmaya tevbe etmeleri halinde bu cezaların verilmeyebileceğini de bildirmişti. Onların yaptıkları ikinci teklifi peygamberimizin kabul etmesi buradaki tevbe etme ruhsatı içerisine giriyordu. Yani Cenab-ı Hak, Yahudilerin getirdiği yeni teklifin peygamberimizce kabul etmesinin de uygun olduğunu belirtmiş oluyordu. Fakat hala isyan, inkâr, kandırma, atlatma, aldatma vb. yollara başvuran yani inkâr edenler olacak olursa onlar cezadan kurtulmak için dünyanın servetini ve hatta iki katını dahi teklif etseler yine de kabul edilmeyeceği ayrıca deklare edildi. Artı onlar için ahirette ebedi kalacakları ateş azabının var olduğu bildirildi.
33-37-Allah'a ve Peygamberine karşı savaş açanların cezası ya çatışmada öldürülmeleri ya da sağ ele geçirilip durumlarına göre yapılan yargılama sonucunda; idam edilmeleri, elleri ve ayaklarının kesilmesi veya sürgün gibi cezalar almaları olacaktır. Bunlar, onların dünyadaki rezilliği, aşağılanmalarıdır, Ahirette ise büyük bir azap onları beklemektedir. Ancak, siz onları güç kullanarak yakalamanızdan önce onların tevbe ederek savaşmaktan / başkaldırmaktan el çekenler müstesnadır. (Onlara bu cezaları uygulamayın.) Şüphesiz ki, Allah Gafurdur, Rahimdir. Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve O'nun rızasına ulaşmanın yollarını arayın. O'nun Yolunda mücadele edin ki kurtuluşa eresiniz. Fakat doğrusu o başkaldırıp savaşan inkarcıların (tevbe etmeyenleri) ise, yeryüzündeki / ülkedeki bütün servetlerini, hatta onların bir katı daha ellerinde olsa ve bunları da Kıyamet Günü azaptan kurtulmak için fidye olarak vermek isteseler yine de onlardan kabul edilmeyecektir. Onlara acı bir azap vardır. Onlar ateşten çıkmak isterler, ama çıkamazlar. Onlar için devamlı bir azap vardır. (Maide Suresi 33-37)
29.24. Ganimetlerin Toplanması ve Aşırmaların Engellenmesi
Kamus Kalesinde yapılan anlaşmadan sonra Vatih ve Sülalim Kaleleri de teslim oldular. Böylece Hayber’deki bütün kaleler teslim alındı. Şimdi anlaşma gereği kalelerdeki ve yerleşim yerlerindeki tüm ev eşyaları, canlı mallar (sığırlar, küçükbaş hayvanlar, develer vb) elbiseler, kumaşlar, silahlar, deriler, mücevherlerin ganimet olarak teslim alınmasına sıra gelmişti. Artık söz konusu tüm bu menkul ve gayrimenkuller ganimet olarak müminlerindi. Ancak bu ganimetler toplanırken bazı müminlerin özellikle de mücevheratla ilgili menkulleri ortak havuza getirmek yerine sakladıkları yani çaldıkları / ganimet mallarına hıyanet ettikleri istihbaratı geldi. Müminlerin ganimet mallarından yaptıkları bu aşırma hareketlerinin önlenmesi için Cenab-ı Hak, onlara hırsızlık cezası uygulanmasını emretti yani ellerinin kesilmesini emretti. Bu tehdidi gören müminler hemen aşırdıkları ganimet mallarını getirip ortak havuza attılar. Bir daha bu yanlışı yapmamaları konusunda söz vermeleri / tevbe etmeleri halinde bağışlanacakları ve ceza verilemeyeceği de yine Cenab-ı Hak tarafından bildirildi.
Rivayetlerde bu aşırma hareketini yapanların Cehennem ateşini karınlarına aldıkları şeklinde bir uyarıyı Hz.Muhammed’in@ yaptığını görüyoruz. Hatta müminlerden bazılarının şehit olarak anılmamasını onların ganimet mallarını aşırdıklarına diğer müminlerin şahit olmasına bağlanır.
38-40- Hırsızlık yapan o erkeklerin ve kadınların, yaptıklarının karşılığı olarak ve Allah'tan bu işin tekrarını önleyecek ibretlik bir ceza olması için ellerini kesin. Kuşkusuz Allah, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Fakat bu suçu işledikten sonra kim tevbe eder ve kendini ıslah ederse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü Allah, tevbe ederek kendisini düzeltenlerin yaptıklarını affeden ve çok merhametli olandır. Göklerin ve yerin mülkiyetinin / mutlak hükümranlığının Allah’a ait olduğunu biliyorsun. O dilediğini azablandırır / cezalandırır, dilediğini affeder / bağışlar. Allah, her şeyi ölçülendirendir. / her şeye gücü yetendir. (Maide Suresi 38-40)
29.25. Hazinenin Gizlenmesi ve Gizleyenlerin Cezalandırılmaları
Hayberlilerden Huyey bin Ahtab’ın amcaları olan Sellam b. Hukayk ile Kinane b.Hukayk Nadir oğullarına ait olan hazinelerinden bir şey getirmediler ve sakladılar. Hz.Muhammed onlara Nadir oğulları hazinesini ne yaptıklarını sorunca Hayber’e geldikten sonra hepsini bu göç ve savaş masrafları için harcadıkları şeklinde mazeret söylediler. Fakat Hz.Muhammed@ onların yalan söylediğini anladı ve yalanları açığa çıkarsa anlaşma gereği (ayrıca Maide Suresi 36. ayette geçen hüküm gereği) kendilerini öldürme cezası vereceği tehdidinde bulundu. Bu tehdide rağmen onlar servetlerini sakladıkları yerin çok gizli ve asla kimse tarafından bulunmayacağı düşüncesi ile aldırmadılar ve yalan beyanlarında ısrar ettiler.
Bunun üzerine Hz.Muhammed@ onları konuşturması için Zübeyr bin Avvam’a teslim etti. Zübeyr bin Avvam onlara yaptığı baskı, zorlama ve işkenceler neticesinde konuşturmayı başardı ve hazine ortaya çıkarıldı. Hz.Muhammed@ onlara anlaşma hükümlerini uyguladı ve idam ettirdi. Diğer Yahudi aşiretlerinin hazineleri ise hiçbir zorluk yaşanmadan ganimet olarak teslim alındı. Gizledikleri servetlerinin yerini söylemeyerek anlaşmanın ilgili hükümlerini ihlal eden bazıları içinde idam hükümlerinin uygulandığı rivayet edilmektedir.
29.26. Uyeyne b. Hısn liderliğindeki Gatafanların Hayber Ganimetinden Pay İstemeye Gelmeleri
Gatafan lideri Uyeyne b. Hısn, bedevi zihniyetini gösterdi ve Hayber ganimetlerinden pay almak için geldiler. Onlar Hz.Muhammed’den@ paylarını istediler. Gerekçe olarak da Yahudileri yalnız bıraktıklarını, böylece Medine İslam Ordusuna yardımcı olduklarını gösterdiler. Hz.Muhammed@ onlara yüz vermedi ve huzurundan kovdu.
29.27. Hayber Yahudileriyle Yapılan Anlaşmanın Kutlama Yemeği
Hayber Savaşı Yahudi savaşçılarının teslim olmasıyla İslam savaşçılarının zaferi olarak nihayete ermişti. Bu süreçte İslam savaşçıları yirmi şehit vermiş Yahudilerin zayiatı ise doksan üç kişi idi. Yukarıda belirtildiği gibi Yahudilerin teslimiyet anlaşması yapıldıktan sonra Yahudiler anlaşmanın onuruna İslam savaşçılarına bir ziyafet vermek arzusunda olduklarını bildirmişlerdi. Verilen bu ziyafet yemeğinde Yahudi bir kadın (Zeynep Binti Haris) intikam almak için bu ziyafeti bir fırsat olarak değerlendirdi ve peygamberimize suikast girişiminde bulundu. Hz.Muhammed@ yemeğin zehirli olduğunu fark etti ve müminleri uyardı. Fakat Bişr bin Bera için geç kalındı ve o yediği lokma ile şehit oldu. Zeynep b. Haris yapılan sorgulama sonunda suçunu itiraf etti ve hem Bişr bin Bera’nın canına kısas olsun diye hem de yukarıdaki ayette belirtildiği gibi yapılan anlaşmanın şartlarını ihlal ederek isyan etmesinden dolayı idam edildi.
Nadir oğullarının siyasi liderlerinden Huyey b. Ahtab'ın kızı ve Hayber liderlerinden birinin karısı olan Zeyneb (Hz. Safiye) Hz.Muhammed’in@ huzuruna getirildi. Hayber’in kale komutanlarından olan kocası fetih sırasında öldürülmüştü. Hz.Muhammed@ Zeyneb’e (Hz.Safiye) evlilik teklifi yaptı. Hz.Muhammed’in@ Huyey bin Ahtab gibi baş belası olan Nadir reisinin kızı ve Hayber reislerinden birisinin karısı olan Zeyneb’e evlilik teklifi yapmasının nedeni şöyle özetlenebilir. Hayber Yahudileri ile teslimiyet sözleşmesi yapılmış olmakla birlikte Yahudiler sözleşmelerine uymamakla ünlüydüler. Bu nedenle Hz.Muhammed@ onları sadece sözleşme ile değil gönüllerini de kendine / İslam Cumhuriyetine bağlamak istiyordu. Bu da ancak Hayber Yahudilerinin de Medine İslam Cumhuriyetinde temsil edilmeleri ile mümkündü. Zeynep eğer bu teklifi kabul edecek olursa Hz.Muhammed’in@ zevcesi olarak Başkanlık Konutuna (Mescid-i Nebevi’ye ) girmiş olacaktı. Zeyneb bu teklifi kabul etti ve nikahlandılar. Hz.Muhammed’in zevcesi ve müminlerin annesi mertebesine (bugün için first laydi tabir edilmekte) yükselen Hz. Zeyneb daha sonra Komutan hakkı demek olan Hz. Safiyye olarak anıldı.