BÖLÜM 34
DİRİLİŞİN BAŞLADIĞININ MUŞTUSU
Akabe görüşmeleri öncesinde peygamberimizin etrafında kalan müminler çektikleri çileler nedeniyle öylesine muzdarip hale gelmişlerdi ki bazı müminler “Bu çile ve acılar ne zaman son bulacak? Rabbimizin vaad ettiği kurtuluşun vakti ne zaman gelecek? Dayanacak halimiz kalmadı artık! Ne olur gelsin artık bu vaad!” vb. yakınma ve taleplerde bulunuyorlardı. Gerçekten de müminlerin dayanacak takatları kalmamış, dirençleri son noktaya gelmişti. İşte tam bu aşamada gerçekleşen Akabe görüşmeleri ve arkasından gelen biatlaşma / anlaşma, müminlerin taleplerine / dualarına bir cevap niteliğinde idi.
Medine temsilcileri ile yapılan biat anlaşmasından sonra artık müminler devletlerine kavuşmanın ilk adımını atmışlardı. Mus’ab b. Umeyr Medine’ye gelen heyetle beraber gitmiş ve İslam devletinin teşkilat alt yapısını hazırlayacaktı. Hz.Muhammed’in@ ilahi öğreti rehberliğindeki hareketi artık yükselişe geçiyordu. Allah elçisinin gördüğü miraç rüyasının tecellileri görülmeye başlanmıştı.
İslami hareketin dolayısıyla müminlerin çok kısa zaman içerisinde yükselişe geçeceklerinin müjdeli haberi Mearic (Yükseliş Zamanları / Yükseliş Dereceleri) suresi ile anlatılmaya başlandı. Artık çekilen çileler, acılar ve zorluklar meyvelerini verecekti ve Allah yanlıları yükselişe geçeceklerdi. Peygamberimizin miracının (yükseliş rüyasının) hayata aşama aşama geçirileceğine ilişkin gaybi müjdelerin verildiği Mearic Suresi ile aynı zamanda Mekkeli müşriklere uyarılar da yapılıyordu.
Daha önceki surelerde de işlendiği gibi bazı müşrik ileri gelenler, vaad edilen kıyametin (Mekke’nin kıyametinin) bir an önce gelmesini istiyordu. Onların bu talebi sırf alay etmek içindi. Onlara göre Mekke şirk sisteminin asla yıkılamayacağını, Hz.Muhammed’in@ iddia ettiği inkılab / devrim haberinin asla mümkün olmadığını ifade etmek için alaycı bir şekilde “hadi doğru söylüyorsan bu iddia ettiğin inkılab / sosyal yıkım gerçekleşsin de görelim” diyorlardı.
Diğer taraftan işkence, baskı, şiddet ve boykottan bunalan müminlerden bazılarının serzenişlerinin ve Allah’ın inkılab vaadinin artık bir an önce gelmesine yönelik taleplerinin cevabı niteliğindeki gelişmeler meydana gelmişti. İşte bu gelişmeler ile taleplere icabet edildiğinin müjdeleri veriliyor ve Mekkeli müşriklerin yıkım azabına uğratılacağına ilişkin vaadin gerçekleşmesini Mekkeli müşriklerin asla önleyemeyeceği vurgulanarak müminlerin biraz daha sabretmeleri istenir. Bu sürecin uzun sürdüğünün farkında olunduğu, çekilen acı ve çilerler nedeniyle neredeyse “ellibin yıl” gibi uzun sürdüğü ama bunların bundan sonra “bir gün” gibi gelip geçeceği ve çok kısa zamanda yükselişin gerçekleşeceği bildirilir. Bu aynı zamanda bu işin doğası gereğidir. Zira İslami bir sistemin iktidara gelmesi için bu çilelerin çekilmesi zaruridir. Allah emanetini vereceği kişileri çok uzun gelebilecek bir sürede sınaya sınaya seçer. Onların yükselişleri kolay olmaz. Ama imtihanı geçtikleri takdirde de yükseliş adeta bir gün gibi hemen gerçekleşir.
Müminleri yükseltecek ve iktidara getirerek onları şereflendirecek olan “Mearicin” sahibinin Allah olduğu ve O’nun sahip çıktığı bu hareketin kaçınılmaz olarak gerçekleşeceği bildirilir. Biraz sabırlı olunması gerekmektedir. Kesinlikle Zafer yakındır! Her ne kadar Mekkeli kafirler onu çok zor bir ihtimal olarak görseler de Zafer Yakındır. İşte o zaman iktidarda olan müşrikler “göklerin erimesi” gibi eriyip iktidardan yıkılıp giderler, toplumdaki müşrik otoriteler ise “dağların yün” gibi atılması misali darmadağın edilirler. O gün bu müşrik egemenlerin eski dostlukları gereği birbirlerini arayıp destek istemeye mecalleri ve fırsatları bile olmayacaktır.
Cenab-ı Hak hem müşriklerin alaycı sataşmalarına cevap vermek hem de müminlerin artık dayanılmaz noktaya gelen sabırlarına yükseliş müjdeleri ile karşılık vermek için Mearic Suresini elçisine şöylece inzal eder;
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1-10-Talep sahibi birisi, gerçekleşecek olan azab olayının bir an önce gerçekleşmesini istedi. Kâfirlerden, onu geri çevirecek / durduracak kimse yoktur. Bu, Mearic (yüksek derecelerin, yükselme zamanlarının, yükseliş yollarının) sahibi Allah tarafındandır. Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde ona (o dereceye / mearice) yükselir. O halde sen, güzel bir sabır ile sabret. Şüphesiz Biz onu (Mearici) çok yakın (mümkün, kolay ve kısa zamanda olacak) görürken, onlar onu çok uzak (bir ihtimal olarak) görüyorlar. O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve o gün dostların birbirini arayacak / soracak hâli yoktur! (Mearic Suresi 1-10)
Cenab-ı Hak, müminler yükselişe geçtikleri zaman müşrik zalimlerin yıkılışlarını cehennem ateşi metaforu ile verir. Onların ahirette yaşayacakları azab sahneleri anlatılırken aynı zamanda onların bu dünyadaki yaşamlarında karşılaşacakları acı akıbete de işaret edilir;
11- 28- Onlar birbirlerine gösterilecekler ve suçlu olan o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, içinde yetiştiği tüm aşiretini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye olarak verip kendini kurtarmak isteyecek. Hayır… Hayır… O, (hakka) sırtını döneni ve (haktan) yüz çevireni, (Servet) toplayıp yığan kimseyi çağıran, derileri kavurup soyan ve alev alev yanan bir ateştir. Muhakkak ki insan, sabırsız, bencil ve tamahkâr olarak yaratıldı. Kendisine fenalık dokundu mu feryadı basar. Kendisine hayır dokundu mu da cimrilik yapar, kıskançlığı artar ve başkalarına hayrı engeller. Ancak namaz kılanlar / musallin / destekçiler / peygamberin arkasında duranlar böyle değildir. Onlar ki salâtlarını sürdürenlerdir. / desteğini geri çekmeyenlerdir. Onlar, kendi mallarından, isteyen ve mahrumlar (istemekten utanan yoksullar) için belli bir hak ayıran kimselerdir. Onlar din / hesap / ceza gününün geleceğini bilirler. Onlar Rablerinin azabından korku duyanlardır. Çünkü / Muhakkak ki Rablerinin azabına karşı güvenceleri yoktur! (Mearic Suresi 11-28)
Söz konusu ayetleri dinleyen müşrikler kendilerini bekleyen azap tehditlerine muhatap olmakla birlikte onların bu azabı hak etmelerinin nedenleri sayılır. Onlar haktan yüz çevirmeleri, sabırsız ve tamahkar olmaları, cimri ve pintilikleri vb. sıfatları taşırlarken müminler ise cömertlik, yaptığı işin hesabını vermeyi düşünen, yoksul halkı düşünmek gibi güzel hasletlere sahip olduklarına değinilir. Şöyle ki;
“İhbar edilen o Inkılab gerçekleşip de inkarcılar iktidarlarından indirildiği zaman o zalim otoritelerin birbirileri ile dostlukları, yakınlıkları, birbirleri ile geçmiş hukukları olduğu halde birbirlerini hemen satmaya kalkacaklar ki kendilerini kurtarabilsinler. Ama ne mümkün? O ınkılab ateşi öyle bir ateştir ki tıpkı ahiretteki cehennem ateşi gibi hakka sırt döneni, ondan yüz çevireni ve servet yığıp muhtaçlarla paylaşmayanı yakıp kavuracaktır. Onlar çok sabırsız ve mızmızdırlar. Kendilerine biraz sıkıntı ve acı dokundu mu hemen şikâyet ediyorlar, sızlanıyorlar ama kendilerine biraz hayır, mal ve makam nasip olursa o zaman da cimri, pinti oldukları gibi kıskançlıkları da artar ve ilave olarak başkalarını yardım yapmaktan da men etmeye çalışırlar. Kendileri yardım etmedikleri, paylaşmadıkları gibi başkalarının yardımlaşmalarını ve paylaşmalarını engellemeye çalışırlar. Zalimlerle beraber olurlar. Ancak Hz.Muhammed’in@ yanında yer alan ve onun hareketinin / ideolojisinin destekçileri (Ehli Salat / namaz kılanlar) onlar gibi değildir. Onlar her türlü eziyete rağmen Hz.Muhammed’in@ arkasında durmaya (desteklerine / salatlarına / namazlarına ) devam ediyorlar. Onlar sadece kendilerini değil toplumdaki diğer mazlum, mahrum, fakir, fukara ve ezilmişleri de düşünüyorlar ve mallarını onlarla paylaşıyorlar. Çünkü onlar biliyorlar ki böyle yapmazlarsa toplum öyle bir inkılapla yıkılacak ki; o yıkılışın altında kalacak olurlarsa çok büyük bir acı, azap, zilletle karşı karşıya kalacaklarını ve bundan kurtulma imkan ve ihtimallerinin bulunmadığı gibi Cenab-ı Hakk’ın bir yasası olarak bu azaba / yıkılışa karşı da herhangi bir güvencelerinin olmadığını da biliyorlar.”
Bu mesajlar aynı zamanda Medinelilere yönelik mesajlardır da. Çünkü Medinelilerin müminleri tanımaları gelecekteki birlikteliklerine hazır olmaları için elzemdir.
Aynı şekilde müteakip ayetlerde de Cenab-ı Hak, mesajlarını sadece Mekke’deki müminler ve müşrikler için değil Medinelilere yönelik mesajlar olarak da inzal buyurur. Zira anayasal anlaşmanın yapılmasını müteakiben Mekke’deki müminler Medine’ye hicret edeceklerdir. Medineliler bu göç nedeniyle kendi sosyal yapılarında meydana gelebilecek değişiklikten endişe etmeleri gayet normaldir. Namuslarından, mallarından, ticaretlerinden ve güvenliklerinde emin olmaları gerekmektedir. Hicret edecek müminlerin emin kimseler olduklarını bilmeleri ve bu nedenle Medinelilerin muhacirlerden herhangi bir korku duymamaları gerektiği mesajı verilir.
Medine’de güçlü bir devlet kurulduktan sonra daha öncesinden karşı tarafta yer almış kimselerin hicret ederek müminlerin arasına katılmasıyla Medine’de meydana gelebilecek anarşi ve güvensiz ortam konusunda da endişe edilmemesi gerektiği bildirilir. Onların ahiretteki pozisyonları üzerinden verilen mesajda onların hazıra konmalarına ve anarşi yaratmalarına asla müsaade edilmeyeceği belirtilir.
29- 39- Onlar, ırzlarını koruyanlardır. Ancak eşleri ve sözleşmeyle sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Fakat bunun ötesini arayanlar; işte onlar haddi aşanların ta kendileridir. Onlar, emanetlerine ve sözleşmelerine / ahitlerine riayet ederler. Onlar, şahitliklerini dosdoğru yerine getirenlerdir. Onlar, salâtlarını korurlar. / desteklerinde daimidirler. İşte bunlar, cennetlerde ağırlanırlar. O halde inkâr edenlere ne oluyor da sağdan-soldan (her yandan), grup grup sana doğru koşuyorlar? Onlardan her biri nimet cennetine yerleşmeye mi hevesleniyor? Yok öyle Yağma! Biz, onları bildikleri şeyden ([1]) yarattık. (Mearic Suresi 29-39)
Mus’ab b. Umeyr tarafında Medinelilere okunacak bu ayetlerle Cenab-ı Hak, Medinelilere şu mesajları inzal eder;
“Müminler başkalarının namusuna, ırzına göz dikmezler. Onlar emanetlerine ihanet etmezler ve sözleşmelerinin hükümlerini yerine getirirler / sözleşmelerine sadıktırlar. Onlar şahitliklerinde doğrudurlar, sözlerine güvenilirdirler ve asla aldatmazlar, Dürüsttürler ve bu doğruluk, dürüstlük onların şiarıdır. Onların hukuk, doğruluk, dürüstlük, merhamet vb. Ilahi ilkelere ve peygambere bağlılıkları daimidir ve süreklidir. Onların bağlılıkları belli bir zaman, belli bir mekân ve şartlara bağlı, çıkarcı bir anlayışla değildir.”
“İşte bu özelliklere, bu ahlaki değerlere sahip olan bu müminlerin akıbetleri hayırdır. Sonları cennettir. Ahiretleri huzurlu, mutlu bir yaşamdır hem bu dünyada hem de ahirette. Ey Medineliler! Bu nedenle onlardan endişe etmeye ve çekinmeye mahal yoktur. Göç nedeniyle toplum içerisinde herhangi bir anarşi ve kaos oluşmayacaktır. Tam tersine onların bu güzel örneklikleri Medinelilere de örneklik teşkil edecektir. Topluma huzur, mutluluk ve emniyet getirecektir.”
“İnkılap gerçekleşip de huzur dolu, mutlu günler geldiğinde Mekke müşrikleri onların etrafında dönmeye başlayacaklar, grup grup, bölük bölük gelecekler ve daha önce yaptıklarını unutarak inkılaptan pay almak isteyecekler. Bu inkılabın nimetlerine ortak olmaya çalışacaklar. Hemen kademede yer almaya uğraşacaklar. Fakat o zaman yağma yok! Onlara bu inkılabın nimetlerinden pay verilmeyecek. Çünkü onların karakterleri, niyetleri müminler tarafından gayet iyi bilinmektedir. Onların niyetleri bu İnkılabı tekrar tersine döndürmek ve sadece kendi menfaatlerine çalışmak olduğu müminlerce gayet iyi bilinmektedir. Zira onların esas karakterleri; (bildikleri şey: ateş) hiddet, celal, öfke, şehvet, kuvvet, çatık kaştır. Onlar ateş metaforunda ifadesini bulan bu kötü karakterlerini değiştirmedikleri sürece müminlerin aralarında yer bulamayacaklardır.”
Cenab-ı Hak, müjde ve mesajlarını peygamberimizin ve müminlerin artık Mekkelileri terk edip hicret etmeyi emreden ve Mekkelilerin yerine onlardan daha hayırlı başkalarının getirileceği hakkındaki şu ayetlerle sonlandırır;
40- 44- Artık hayır! Doğuların ve Batıların Rabbine yemin ederim ki, Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Üstelik Biz, önüne geçilenler / engellenebilecek de değiliz. Şu hâlde sen onları terk et, onlar da vaadolundukları güne kavuşuncaya dek boşa uğraşsınlar ve oyalanadursunlar. O gün onlar, sanki dikili bir hedefe koşuyorlarmış gibi kabirlerinden / siperlerinden / mevziilerinden fırlayarak çıkarlar. Bakışları korku içindedir ve onları bir zillet kaplar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür! (Mearic Suresi 40-44)
Bu ayetleri dinleyen müminler aşağıdaki mesajları alırlar;
“Artık yeter! Mekkeli müşrikler kendilerini ne zannediyor? Biz onların yerine daha iyi karakterli kimseleri / toplulukları getirmesini de biliriz ve bunu da yaparız. Bizi bundan kimse alıkoyamaz.”
“Artık sen ve müminler onları terk edin. Siz mearice / yükselişe geçin. Onların devrilecekleri ve yerlerine başkalarının getirileceği o diriliş gününe kadar onlar şirk sisteminin geri kalmışlığı içerisinde debelensin dursunlar. O diriliş / inkılab günü o müşrikler ölüm uykusundan uyanacaklar ve korku içerisinde bir hedefe doğru koşacaklar. Başları önlerine düşmüş zelil / rezil bir haldedirler. Kendilerinden intikam alınacağından çok korkacaklar ve tir tir titreyecekler.”
Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği bu mesajların gaybi bir ihbar olduğunu geriden baktığımızda çok net görmekteyiz. Şöyle ki; “Peygamberimiz ve müminler hicret etmişler ve uzun bir mücadeleden sonra Mekke fetholunmuş ve müşrikler ölüm uykusundan uyanarak siperlerinden / mevziilerinden çıkmış ve Kabe’ye sığınarak canlarını kurtarmışlardır. Zelil bir pozisyonda kendilerine ne yapılacağını büyük bir korku içerisinde bekleşmişlerdir. Tarih bu gaybi habere şahitlik etmiştir.”
Mearic Suresi ile yükselişin yani toplumsal inkılabın kesinlikle gerçekleşeceği ihbarı mümin ve müşrikler arasında tartışma konusu olduğu rivayetlerde yer almaktadır. ([2])
34.1. Dirilişin Başladığının Haberi
Cenab-ı Hak, Nebe Suresini inzal ederek müminlerle müşrikler arasındaki bu tartışmaya değinir. Bizans ile Sasani imparatorlukları arasında ve şirk sisteminin uyuşturucu özelliği ile yıllarca ölü gibi uyudukları uykudan uyanma vaktinin geldiğini belirtir. Tartışmaya damgasını vuran haber (Nebe) diriliş / uyanış / ınkılab haberidir. Aynı sure ile aynı zamanda tekrar müminlere gaybi ihbarlar, müjdeler ve müşriklere de gerekli cevaplar verilir;
Rahman Rahim Allah Adına
1-10- Birbirlerine neyi soruyorlar / soruşturuyorlar? / Kendi aralarında neyi alay konusu ediyorlar? Üzerinde anlaşmazlığa düştükleri büyük haberi (NEBE) (mi)? Hayır… Hayır… Onlar, yakında bilecekler. Yine, hayır… Hayır… Onlar, pek yakında bilecekler. Biz bu ülkeyi / yeryüzünü bir beşik, dağları da birer direk / beşiğin ayakları kılmadık mı? Biz, sizleri (erkekli dişili) çiftler / zıtlar hâlinde yarattık. Uykunuzu bir dinlenme ve geceyi bir örtü kıldık. (Nebe Suresi 1-10)
Hz. Muhammed’in@ dilinden Mekkelilere okunan bu ayetler onlara aşağıdaki yorumlandığı şekilde mesajlar verilir;
“Kendi aralarında neyi tartışıyorlar / konuşuyorlar? O ınkılab / devrim/ diriliş (nebe) haberini mi? Kendi gündemlerine girmiş bu olay mutlaka gerçekleşecek! Evet! Onlar yakında mutlaka görecekler! Onlar bilmiyorlar mı? Biz bu ülkeyi / bu vatanı (arzı) yıllar yılı bir beşik gibi süper güçlerin (dağlar metaforunda) arasında hiçbir şeye karışmayan, sadece kendi iç çekişme ve kavgalarıyla uğraşan, geri kalmış ölü gibi uyuyan bir vaziyette kılmadık mı? Böylece yıllarca uyutularak yıllarınızı geçirmediniz mi? Sizin karanlıklar, cehalet içinde bu coğrafyada yaşamanız size bir örtü olmuş ve sizi saldırılardan, tehlikelerden korumuştu. Fakat şimdi sizler zıtlar (çiftler) halinde varlık sahnesine çıkıyorsunuz. Artık sizin için değişim ve ınkılab vakti gelmiştir. Egemenlik sırası size geldi! Bu toplumsal değişim kaçınılmazdır.”
Cenab-ı Hak, ilahi ideolojiye iman edenler için Kur’an güneşinin aydınlattığı aydınlık günlerin geleceği ve gayet sağlam bir devletin teşekkül ettirileceğini metaforlarla ifade eder. Sıkıştırılmış, acı ve çile çekmiş, bunalmış müminler tıpkı bulutlar gibi gittikleri yere yağmuru / vahyi götüreceklerini ve o bölgelerde bin bir çeşit medeniyet ürünlerini vereceklerini bildirir;
11-20-Çalışıp kazanacağınız gündüz vaktini kıldık. / o aydınlık vakit geliyor. Sizin üstünüze yedi sağlamı (gök) bina ettik. Ve bir de pırıl pırıl ışık saçan bir kandil (Güneş) koyduk. Biz, o sıkıştırılmışlardan (bulutlardan), şarıl şarıl su indirdik. (O su ile) Taneler, otlar, sarmaş dolaş bağlar ve bahçeler çıkaralım diye. Kuşkusuz Ayrılma Gün’ün vakti belirlenmiştir. Sur’a üflendiği gün siz bölük bölük geleceksiniz. Sema açılacak, böylece kapılar oluşacaktır. Dağlar yürütülecek serap olup gidecektir. (Nebe Suresi 11-20)
Bu ayetleri duyanlar aşağıdaki anlamları da içlerinde hissederler. Bu ayetlerin müminlere moral ve motivasyon için gaybi ihbarları içeren müjdeli haberler olduğunu, hesap günü anlatımı ile de müşriklere uyarı ve ikaz yapıldığını anlarlar;
“Şirk karanlığından sizi kurtaracak tevhit aydınlığına çıkaracak ve sizin çalışıp kazanıp varlığınızı devam ettirecek zenginlikleri elde etmek için gündüz vakti / aydınlık vakti geliyor.”
“Sizin üzerinize artık bir medeniyet / bir devlet / bir sistem (yedi sağlam) bina edilecek, siz de bir medeniyet kuracaksınız. Rabbiniz bu medeniyetin değerleri için pırıl pırıl ışık saçan Kur’an güneşini gönderdi.”
“Rabbiniz kurulacak medeniyet ürünlerini (taneler, otlar, bağlar, bahçeler metaforunda) vermesi için ve sizlerin mamur bir medeniyete kavuşmanız için medeniyet esaslarını içeren vahyi (su metaforu) indirdi.”
“Nasıl ki yaşamınızın sonunda yaptığınız bütün fiillerin hesabını vermek için düdük çalınacak / sur üflenecek ve bu dünya hayatına son verilecekse aynı şekilde sizin şirk sisteminizin de bir gün sonu gelecek. Ahiret günü tüm insanlar bölük bölük yüce mahkemeye gelecekleri gibi Hz.Muhammed’in@ liderliğinde kurulacak İslam devleti bölgede tam hakimiyeti sağladığı zaman, bütün insanlar fevç fevç / bölük bölük gelecek ve boyun eğeceklerdir. Tıpkı Ahiret günü hakimler hakimi olan Allah hesapları görülen insanları kazanan ve kaybedenler olarak ikiye ayırması gibi Hz.Muhammed @ de bu mücadelenin sonunda ülkeye hakim olacak ve insanların bir kısmı kendisine bağlı ve kazanan taraf, diğerleri ise kaybeden taraf olacaktır. O gün sema / gökyüzü açılacak ve tüm sırlara erişilecek kapılar açılacaktır. İşte o gün nasıl ki dağlar ve yerküremiz yok olup bir serap olacaksa şirk sisteminin dağlar gibi güçlü otoriteleri de yok olup gideceklerdir.”
Cenab-ı Hakk’ın vadettiği hesaplaşma gününü reddeden müşrikleri bekleyen akıbetin cehennem azabı olduğu aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilir;
21-30- Azgınların dönüp dolaşıp varacakları yuvaları olan Cehennem ise pusuda... Her an eline düşecek avlarını gözlemektedir. Orada çağlar boyu kalacaklar, Orada ne bir serinlik tadarlar ne de keyif veren içecek! Ancak yaptıklarına uygun bir ceza olarak kaynar su ve irin tadarlar. Çünkü onlar, hesaba çekileceklerini sanmazlardı. Âyetlerimizi yalanlaya yalanlaya tam bir yalancı olmuşlardı. (Oysa biz) her şeyi en incesine kadar kaydedip dosyalaştırdık! Haydi tadın! Bundan böyle sizin azabınızı artırmaktan başka bir şey yapacak değiliz. (Nebe Suresi 21-30)
Ahiretteki cehennem azabı üzerinden anlatılan cezalandırma ayetlerini duyan Mekkelilere dünya hayatlarında karşılaşacakları cezalandırma hususunda aşağıdaki anlamların da hissettirildiği açıktı;
“Bu dünya hayatında azgınları bekleyen acı akıbet, cehennem azabı gibi olacak ve onlar bir av gibi o rezil edici İnkılabın / devrimin / yıkılışın altında kalacaklardır. Onlar o yıkılışla büyük bir zilleti tadacaklardır. O müşriklere inkılabdan / devrim / dirilişten sonra verilecek ceza, onların sürekli içlerini yakıp kavuran pişmanlık, zillet ve aşağılanmak olacaktır. Çünkü onlar ahiretteki hesap vermeyi kabul etmedikleri gibi bu dünyada da yaptıklarının hesabını vermeye yanaşmıyorlar ve hesap vermeyi reddediyorlardı. Kendilerini sorumsuz olarak görüyorlardı. Ayrıca ilahi yasayı da tanımıyorlar, gözlerinin önünü görmüyorlardı. Bu son derece büyük bir sorumsuzluktu. Fakat nasıl ki Cenab-ı Hak onların bütün yapıp ettiklerini kaydediyorsa aynı şekilde müminler de müşriklerin yaptıklarını bir kenara yazıyorlardı. Bu nedenle Mekke’nin azgınları, yaptıklarının hesabını mutlaka vereceklerdi.”
Cenab-ı Hakk’ın vadettiği Inkılaba ve hesap gününe iman eden müminleri bekleyen güzel akıbet ise müteakip ayetlerde şöyle bildirilir;
31- 37- Kuşkusuz takva sahipleri için bir kurtuluş var. Bahçeler var, bağlar var. Hepsi bir seviye tomurcuklu çiçek bahçeleri var. Dopdolu kadehler var. Orada ne boş bir söz işitirler ne de bir yalan. (Bunlar) Rabbinden yeterli bir bağış olarak (verilir). O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Rahman’dır. O’nun huzurunda ağzını açacak, söz söyleyecek hiç kimse yoktur. (Nebe Suresi 31-37)
Kendi hak ve hukuklarını koruyarak Rablerinin öğretisini titizlik ve sabırla uygulamaya çalışan muttakilerin ahirette karşılaşacakları cennet hayatını ayetlerden dinleyenler aynı zamanda bu dünyada onları bekleyen mükafatlarının tasvirlerini de aşağıdaki gibi görürler;
“Şüphesiz muttaki müminler halihazırda içinde bulundukları aciz, zayıf ve çaresiz durumdan kurtulacaklar ve gerçekleştirecekleri İnkılabın sonucunda cennetteki yaşamlarına benzeyen şekilde bağlarda, bahçelerde ağırlanacaklar, ellerinde kadehlerle zevkü sefa içerisinde ve muhteşem zenginliklerle dolu bir yaşama kavuşacaklardır. Bu, onlara bağışlaması bol olan alemlerin Rablerinden bir hediye olacaktır. Nasıl ki Cenab-ı Hakk’ın huzurunda hiç kimse söz söyleyemeyecekse aynı şekilde Hz. Muhammed’in@ kuracağı İslam İktidarı öylesine güçlü olacaktır ki hiç kimse müminlere sataşamayacak, laf edemeyecektir. Artık o müşrikler bugün müminlere söyledikleri aşağılayıcı, alaycı ve tahkir edici sözlerin hiçbirini o gün söyleyemeyeceklerdir. Müminler o gün son derece muhteşem izzetli ve şerefli olacaklardır.”
Cenab-ı Hak ahiretteki duruşma sahnesi üzerinden müşriklere son bir ikaz daha yapar ve akıllarını başlarına devşirmelerini ister. Son pişmanlığın fayda vermeyeceği gün gelmezden önce gittikleri yanlış yolu bırakmalarını bildirir. Bu kadar uyarıdan sonra artık tercihlerinin kendilerine ait olduğunu ama herkesin seçtikleri yolun bedelini de kendilerinin ödeyeceğini belirtir;
38- 40- O gün Ruh ve melekler sıra sıra dururlar. Rahman’ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. İzin verilen de doğruyu söyler. İşte budur Hak süreç! / işte bugün gerçektir. / haktır. Artık dileyen Rabbine erecek çalışmayı yapsın! / Artık dileyen Rabbine erecek yolu tutsun. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve kâfir diyecek ki; “Ah ne olurdu, keşke ben toprak olaydım.” (Nebe Suresi 38-40)
Yukarıdaki ayetleri dinleyen Mekkeliler ahiretteki sahneler metaforundan hareketle bu dünya yaşamlarında da aynı türden sahnelerle yüzyüze geleceklerini anlamışlardır;
“Hz.Muhammed’in@ kuracağı medeniyette, sorunlar Cenab-ı Hakk’ın yasaları (Ruh / Vahiy) çerçevesinde çözülecek, boş batıl sözlere / kurallara / yasalara asla izin verilmeyecektir. Melikler / Yöneticiler ya insanlara faydalı ve hak / gerçek /doğru olan sözleri / kuralları söyleyecekler ya da susacaklar. Yalan, boş ve gerçek dışı sözler ve kurallar / milleti kandırmaya ilişkin sözler ve kurallar asla sarf edemeyeceklerdir. İşte bu hak süreç bir gün mutlaka yaşanacaktır. Bir gün bunlar gerçek olacaktır. Kimsenin kimseyi aldatmadığı / aldatmayacağı, aldatamayacağı günler gelecektir. İşte böyle bir düzeni arzu edenler, Alemlerin Rabbinin yoluna katılsın. Bakın! Aksi takdirde yıkılmanız çok yakındır. Safınızı İlahi ideolojiden yana belirleyin! Yoksa İnkılaptan sonra çok geç kalabilirsiniz ve şöyle hayıflanırsınız “keşke bende mütevazi, paylaşmacı, merhametli (toprak metaforu) olsaydım da bu hallere düşmeseydim”
Akabe biatındaki olumlu gelişmelerden sonra gündeme gelen hicret ve Medine’de ilahi ideolojiye dayalı yönetim kurulması artık iyiden iyiye işlenmeye ve tartışılmaya başlanmıştı. Cenab-ı Mevla gelinen durumu peşpeşe inzal ettiği sureler ile işlemekte ve böylece müminlere ilahi ideolojinin ve müminlerin yükseleceği müjdesini verirken Mekkeli müşriklere de son ikazlarını göndermekteydi.
İnkılabın Ayak Sesleri
Bu kapsamda Cenab-ı Hak, Nebe Suresinden sonra Naziat Suresini elçisine indirdi. Sure mücadele eden müminlere yeminle başlar. Devamında ise çok sarsıcı olayların vuku bulacağı ve müşriklerin bu mücadeleyi kaybederek korku ve zillet içerisine düşeceği vurgulanır. Bölücü ve parçacı şirk sisteminin yıkılacağı ve yerine toplumun birlik ve beraberlik ile yeniden yaratılacağı belirtilir. Müşriklerin bu toplumsal dirilişi görünce büyük bir korku ve zillet içerisinde kalacakları şöylece ifade edilir;
Rahman Rahim Allah Adına
1-14-Var gücüyle koşanlara, Neşe ve şevkle yürüyenlere, yüzercesine akıp gidenlere, yarışıp geçenlere. İşleri (emirleri / görevleri) çekip çevirenlere (andolsun). Günü gelince, çok şiddetli bir sarsıntı sarsacak! Onu daha büyük sarsıcı olaylar takip edecek. O gün kalpler güp güp atacak. Onların bakışları korkudan zillet içinde olacak. “Gerçekten biz ilk halimize geri döndürülen kimseler mi olacağız?” “Çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?” diyenler “O zaman bu zararına (bizim zararımıza) bir dönüştür.” dediler. / diyecekler. O sadece tek bir komuta bakar. İşte o zaman onların hepsi uyanmış / dirilmiş meydanda toplanmışlardır. (Naziat Suresi 1-14)
Hz.Muhammed’in@ ağzından dökülen bu ayetleri duyan Mekkelilerin zihninde hemen şu sahneler canlanır;
“Bütün gücüyle çalışan, gayret gösteren, bu yolda iştiyakla yürüyen, hak yolda yarışan, yüzer gibi akıp giden ve görevlerini hakkıyla yerine getiren müminlere ant olsun ki!”
“Bir gün gelecek! Müminlerle yaptıkları savaşlarda o gün, Mekke / Mekkeliler çok şiddetli bir sarsıntı ile sarsılacak, bu sarsıcı yenilgiyi arka arkaya ve daha büyük yenilgiler takip edecek.”
“O sarsıntılar, krizler ve yenilgiler Mekkelileri öyle korkutacak ki; yürekleri ağızlarına gelecek ve korkudan kalpleri güp güp atacak, yüzleri ise zillet içerisinde kalacak.”
“Kemiklerin çürüyüp toz haline gelmesi gibi şirk sistemi ile dağılmış, çürümüş, parçalanmış topluluk haline gelen bizlerin İlahi ideolojiye / tevhide / birliğe dönmesi mümkün değil? Diyenler, o zaman geldiğinde “biz kaybettik” diyecekler ve ilahi ideolojiyi / tevhidi savunan müminler karşısında yanıldıklarını ve yenildiklerini kabul edecekler. Onlar zelil bir şekilde hesaba çekilmek üzere meydanlarda toplanacaklar.”
Hz.Muhammed@, iyice azgınlaşan Mekkeli müşrik ileri gelenlerine çağrısını yineledi. Onların ilahi ideolojiye tabi olarak arınıp temizlenmelerini istedi. Fakat onlar bu çağrıyı şiddetle reddettiler ve Mekke halkına da bu çağrıdan etkilenmemeleri için baskı kurdular. Onların bu hareketlerini Firavunun yaptıklarına benzeten Cenab-ı Hak, Mekke’de yaşananları anlatmak için şu ayetleri elçisine inzal etti;
15- 26- Musa’nın hadisesinden haberin olmuştu değil mi? Hani Rabbi ona kutlu Tuva vadisinde şöyle seslenmişti; “Firavuna git, zira o iyice azdı! Ona de ki; kendini arındırmaya gönlün var mı? İster misin Seni Rabbine ulaştırayım / hidayete erdireyim / doğru yola eriştireyim de böylece Sen de O’na saygılı olasın?” Daha sonra ona büyük mucizeyi gösterdi. Fakat o yalanladı ve isyan etti. Sonra sırtını dönüp Musa’ya karşı bir çalışma içine girdi. Adamlarını topladı ve onlara: “Sizin en yüce rabbiniz benim!” dedi. Bunun üzerine Allah da o’nu dünyada da ahirette de şiddetle cezalandırdı. Bu da Rabbine saygı duyacak kimselere bir ibret oldu. (Naziat Suresi 15-26)
Peygamberimiz nazil olan bu ayetleri Mekke müşrik ileri gelenlerine okudu. Böylece nasıl ki Allah (cc) Hz.Musa’ya@ Tuva vadisinde seslenip Firavunun çok azdığını ve onu doğru yola ulaştırması için son çağrısını yapmasını emrettiyse aynı şekilde Cenab-ı Hak, elçisinden Medine’ye göç etmeden önce Mekke’nin azgın yöneticilerini bir daha ikaz etmesini istediğini onlara bildirdi. Aynı zamanda onlara bu işin şakasının olmadığını, hiç kimsenin ihtimal vermediği mucize olayın gerçekleştiğini, Medinelilerle anlaşma yaptıklarını ve yakın zamanda Mekke’yi terk edeceğini bildirdi. Onlara “Gelin yol yakınken iman edin de İlahi ideolojiye dayalı tevhid sistemini Mekke’de inşa edelim” şeklinde teklifte bulundu. Fakat Mekke’nin azgın yöneticileri tıpkı firavun gibi bu teklifi de şiddetle geri çevirdiler ve bu oluşumu engellemek için çalışma başlattılar. Mekke halkına da kendilerinin Mekke’nin tek ve en yüce hâkimi olduklarını “Sizin en yüce Rabbiniz benim” ifadesi benzeri sözlerle ilan ettiler. Ancak Cenab-ı Hak, onlara bu inkâr politikalarının bedelini çok ibretamiz bir şekilde ödeteceğini yine Hz.Musa@ kıssası üzerinden bildirdi.
Cenab-ı Hak, inzal ettiği müteakip ayetlerde, müşriklerin kendilerini çok zorlu ve çetin rakipler olarak görmelerine cevap verir. Müşrikler kendilerini kimsenin alt edemeyeceğini ve kendilerine rağmen Medine’de herhangi bir yönetim kurulamayacağına inanıyorlardı. Nazil olan bu ayetlerde onların bu iddialarının asılsız ve temelsiz olduğunu ortaya koymak için bir kıyaslama yapar. Yapılan kıyaslamada kendileri mi daha güçlü ve zorlu yoksa Gökyüzünü / semayı yaratmak ve / veya bina etmek mi diye sorgular. Gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığının yaratılması, yeryüzünün yayılıp döşenmesi, yeryüzünün çeşitli ürünleri verebilen özelliğe kavuşturulması, dağların oturtulması vb. insanların yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması için ne gerekiyorsa temin edilmesi ile onların hakimiyetlerini kıyaslar. Cenab-ı Hak, bunları yaratan bir ilahın onları iktidardan alaşağı etmesine de güç yetireceğine işaret eder. Nasıl ki insanların ömürlerinin bir sonu varsa iktidarların da bir sonunun / kıyametinin var olduğunu bildirir. Sonunda tüm bu yaratılanların boşuna olmadığını ve mutlaka bir hesabının olduğunu vurgular. İnkârcı insanların ise son noktaya vardığında her şeyi anlayacağını ama iş işten geçmiş olacağını söz konusu ayetlerle şöyle ifade eder;
27-41- Yaratılış olarak (Ey Kafirler) Siz mi daha çetinsiniz / kuvvetlisiniz / zorlusunuz yoksa Sema mı? Onu O (Allah) bina etmiştir. Allah onu direksiz yükseltti ve kusursuz işleyen bir sistem kıldı. Gecesini kararttı, gündüzünü parlak şekilde açığa çıkardı. Sonra da yeri / arzı / ülkeyi döşeyip yerleşmeye hazırladı. Oradan sularını, otlaklarını / merasını çıkardı. Dağlarını oturttu. Bütün bunları sizin ve hayvanlarınızın hayat için yaptı. İşte o büyük (dayanılmaz) karşı konulmaz olay (kıyamet) geldiği zaman. İnsan (Mekkeli inkarcılar) neyin peşinde koştuğunu anlar ama, artık iş işten geçer. Yakıcı ateş (Cehennem) herkes tarafından apaçık görünür. Artık kim azdıysa, (Ahireti / uzun vadeli geleceği değil de) dünya (kısa vadeli / günübirlik) hayatını tercih ettiyse, O takdirde muhakkak ki yakıcı ortam onun mekânı olur! Ama kim Rabbinin divanında durmaktan (hesap vermekten) korkar ve nefsini heva ve hevese uymaktan dizginlerse, O taktirde, muhakkak ki cennet barınacak yerdir. (Naziat Suresi 27-41)
Bu ayetler peygamberimizin ağzında döküldüğü zaman Mekke’nin azgın müşrik liderleri Cenab-ı Hakk’ın hitabındaki bu ifadelerin aynı zaman da aşağıdaki anlamları da kapsadığını anlama da gecikmezler;
“Ey kafirler! Ey Mekke müşrik ileri gelenleri! Sizler Alemlerin Rabbinden asla güçlü / kudretli değilsiniz! O nasıl gökyüzünü yarattıysa, ilahi öğretiye dayalı bir devlet sistemini (Sema metaforu) de yaratacaktır. Bu kaçınılmaz olarak gerçekleşecek ve kimse engelleyemeyecektir. Sizler kurulacak bu iktidardan asla kuvvetli olamayacaksınız ve onu asla yenemeyeceksiniz.”
“Bu devleti tıpkı gökyüzü gibi üstün, erişilmez, kuvvetli ve zorlu bir güce sahip kılacağız. Nasıl gökyüzünü sizlerin göremediği direklerle yükselttiysek, kuracağımız devleti de aynı şekilde sizlerin bir türlü göremediğiniz ve siyasetini idrak edemediğiniz desteklerle (direksizlik metaforu) yükselteceğiz.”
“İlahi İdeolojiye dayalı devletin bina edilmesinden sonra karanlık günler geride kalacak, aydınlık günler gelecektir. Bu devletin vatanını /ülkesini (arz/ yeryüzü) yerleşik, yaşanabilir hale getirecek ve vatandaşlarının her türlü ihtiyacı (su, otlak) bereketli ürünlerle sağlanacaktır. Nasıl yeryüzünü dengeleme amaçlı dağları oturttuysak aynı şekilde yaratacağımız devlet sisteminde dağlar misali otoriteleri ve teşkilat yapılarını yerli yerine oturtacağız.”
“Tıpkı yeryüzünün kozmik kıyameti gibi sizin iktidarınızın da kıyametini gerçekleştirdiğimiz zaman hatalarınızı anlayacaksınız, fakat iş işten geçmiş olacaktır. Sizleri rezil edici çok acı bir azap (ateş metaforu) beklemektedir. Sizler bu zilleti ve aşağılanmayı hak etmektesiniz. Zira sizler azgınlık yapıp bu ulvi davayı desteklemediniz, süfli dünya zevklerini tercih ettiniz ve uzun vadeli geleceğinizi hiç düşünmediniz.”
“Ama Allah’a gereği gibi saygı gösteren, onun indirdiği İlahi İdeolojiye iman eden ve nefsini şirkin kötülük ve pisliklerinden uzak tutanlar ise ahirette cennetle ödüllendirileceği gibi bu dünya da cennet gibi bir yaşam elde edecektir.”
Tıpkı kıyametin ne zaman kopacağının kimse tarafından bilinmediği gibi Mekke’nin kıyametinin ne zaman kopacağı hususu da hem müminler hem de müşrikler açısında merak edilen bir konudur. Onlar bu konuda sorular yöneltirler. Müminler ümitlenmek için bu soruyu sorarken, müşrikler ise alay, endişe ve birazda korku ile karışık bir duygu ile aynı soruyu sorarlar. Cenab-ı Hak, onların bu meraklı sorularına şu ayetlerle karşılık verir;
42- 46- Sana o saatten (kıyametten / inkılaptan) soruyorlar; “Onun vukuu ne zaman?” diye. Sen onun hakkında ne söyleyebilirsin ki? Onun sonu Rabbine varır, kesin bilgisi O’na aittir. Sana düşen sadece ondan korkanı uyarmaktır. Onu gördükleri gün onlara sanki dünyada yalnızca bir akşam veya bir sabah faslı kadar kalmışlar gibi gelir. (Naziat Suresi: 42-46)
Cenab-ı Hak, verdiği bu cevapla elçisine bu hususta herhangi bir bilgi verilmediğini ifade ederken onların dikkatlerini bu hususun vaktinden ziyade olay gerçekleşmeden yapılması gerekene çeker. Yoksa insan ömrü çok kısadır sanki bir sabah ve bir akşam gibi gelir ve geçer. “Nasıl geçtiğini anlamazsınız bile” der. “Gerçekleştiği zaman onun ne kadar yakın olduğunu müşahede edersiniz” diye uyarır.
Cenab-ı Mevla kendi indirdiği yasaya uygun bir yönetime doğru gidildiğini müjdelemeye İnfitar Suresiyle devam eder. O, bu oluşumu kıyametten sonraki yeniden yaratılış sahnelerinin temsili ile anlatır.
Daha sonra Mekke’nin inkarcılarına dönerek kendilerini mükemmel bir şekilde yaratmış ve çeşitli ikramlarda bulunmuş Rablerine karşı neden kibirli ve mağrur olduklarını sorar. Müteakip ayetlerde o inkarcıların reddettikleri dinin nasıl bir din olduğunu anlatır.
Onların reddettikleri din, öyle bir hukuk düzeni öngörüyor ki;
“O hukuk düzeninde herkesin hakları güvence altında olacak, herkesin hukuku korunacak. Bu düzende herkesin yaptığı iş ve eylemler kayıt altında olacak ve bu yönetimin işleyişi tamamen yazılı, kayıtlı olacak. Dolayısıyla kimsenin yaptıkları kaybolmayacak. Böylece iyi kimseler yaptıkları güzel eylemlerin karşılığını nimetler olarak alacaklar. Bu düzende yaşayan kötü kimseler ise yaptıkları haksızlık, hukuksuzluk ve kötülüklerin cezası da acı bir şekilde ödetilecektir.”
Onların kabul etmedikleri bu dini kimsenin hayal bile edemeyeceği bildirildikten sonra bu dinin egemen olduğu ortamda kimsenin kimseye tahakküm edemeyeceği ve sadece Allah’ın yasalarının egemen olacağı bildirilerek sure nihayete erer.
Böylece müşrik Mekkelilerin nasıl bir nimeti teptikleri kendilerine bildirilerek akıllarını başlarına almaları konusunda ikaz edilmiş olur. Bütün bu anlatımlar ahiret ve dünya yaşamları birbiri içine geçmiş bir şekilde anlatılır. Mesela “din günü” peygamberimizin ilahi ideolojiye dayalı kuracağı devletin işleyiş gününü ifade ettiği gibi aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın ahirette kuracağı hesap gününü de ifade eder.
34.2. Dirilişi Görmelerine Rağmen Müşrikler Daha Neyi Bekliyorlar?
Rahman Rahim Allah Adına
1-5- Gökyüzü bir çiçeğin tomurcuğu gibi çatlayıp yarılarak yeniden yaratılmaya başladığı zaman, yıldızlar etrafa saçılıp dağıldığı zaman, denizler fışkırtılıp coşturulduğu zaman, kabirler deşilerek ölüler diriltildiği zaman; Herkes ne takdim ettiğini (yaptığını) ve neyi tehir ettiğini (yapmadığını) bilmiştir. (Infitar Suresi 1-5)
Peygamberimiz yukarıdaki ayetleri Mekkelilere okuduğu zaman, onlar Kıyametten sonra insanların dünya hayatlarında ne yapıp neyi yapmadıklarının hesabını vermek için mezarlarından dirilecekleri mesajı ile birlikte Mekke’nin toplumsal dirilişini de algılamışlardı. Onlar, başlangıç ayetlerindeki tasvirlerden semanın bir gül tomurcuğu gibi yarılarak açacağı ve yıldızların gökyüzüne dağılıp yeniden her tarafı süsleyeceği ve yeryüzünde yaşam kaynağı olan denizlerin ve ırmakların fışkırtılıp akıtılacağı sahneleri ile Medine’de yeni bir devletin filiz verdiğini, bu devletin çeşitli makamlarında yıldız insanların yerini alacağını, hayat kaynağı ilahi mesajların deniz ve ırmak gibi sel olup akacağını ve hayat süren leşleri dirilteceğini anladılar. Bu hareketin karşısında olan kimseler olsun, hareketi destekleyenler olsun herkesin bu süreçte ne yaptığının ve ne yapmadığının herkesçe ayan beyan açık olacağı da bildirilir.
Müteakip ayetlerde ise peygamberimizin teklif ettiği nizamı benimsememeleri nedeniyle Mekkeli müşrikler için etkili bir sorgulama yer almaktaydı;
6-8- Ey insan! (Ey Mekkeliler!) Üstün kerem sahibi olan, seni yaratan, seni son derece ölçülü ve dengeli bir şekilde tasarlayan ve dilediği bir surette seni terkip eden Rabbine karşı seni aldatarak mağrur kılan şey nedir? (Infitar Suresi 6-8)
Bu ayetleri duyan Mekkelilerin çok büyük bir sarsıntı geçirdikleri muhakkaktı. Cenab-ı Hakk’ın onları son derece ölçülü, dengeli ve mükemmel bir tasarıma sahip olarak yaratması ile çok büyük ikramlara mazhar kılmasına rağmen onların Rablerine boyun eğmeye yanaşmamalarının ve O’na karşı diklenmelerinin / büyüklenmelerinin sebebi kendilerine sorulur. Normal şartlarda insanlar nimet ve ikramlar karşısında hemen boyun eğen bir davranış sergilerken Rabblerine boyun eğmede gösterdiği kibrin anlaşılabilir bir şey olmadığı belirtilir ve bunun ancak bir aldatma / kandırma ile mümkün olabileceği belirtilerek sorulur; “Seni Rabbine karşı nankör ve gururlu olma konusunda aldatan şey nedir?”
Cenab-ı Hak surenin sonraki bölümünde gelmesi kaçınılmaz olan ilahi / hukuk düzenini elçisi dahil kimsenin hayallerinin bile yetmeyeceği ifade edilir;
9-19-Yapmayın ama! Siz Dini / hak ve hukuku düzenini / ilahi ideolojiye dayalı devleti reddediyorsunuz. Halbuki (o düzende, o dinde) sizi koruyan muhafızlar ve yaptığınız bütün iş ve eylemleri kaydeden şerefli yazıcılar vardır. Onlar fiillerinizi / yaptıklarınızı bilirler. İçinizdeki “Ebrar / iyiler”, elbette ki iyi fiillerinin karşılığı olarak nimetler içinde olacaklar, “Facirler / kötüler” ise kesinlikle kötülüklerinin cezası olarak cahimde olacaklardır. Dinin egemen olduğu gün (hak ve hukuk düzeninin egemen olduğu gün) oraya atılacaklar ve o suçlular cezalandırmadan asla kaçıp kurtulamayacaklar. Dinin egemen olacağı günü sana kim bildirebilir? Nasıl idrak edebileceksin ki O Din Günü’nü? O gün (dinin / hak ve hukuk düzeninin egemen olduğu gün), kimse kimseye malik olamaz / efendilik yapamaz. O gün buyruk / hüküm sadece Allah’a aittir. (Infitar Suresi 9-19)
Peygamberimizin Mekkelilere okuduğu bu ayetlerde ahiret sahneleri ve dünyadaki sahneler birlikte verilir. Hem dünyada müminlerin uygulayacağı ilahi öğretiye dayalı düzenin nasıl olacağı hem de Cenab-ı Hakk’ın kozmik yapıda uygulayacağı düzenin nasıl olacağı birlikte anlatılır. Mekkeliler bu okumalardan kozmik düzendeki işleyiş ve ahiretteki ilahi işleyiş anlatımı içerisinde Cenab-ı Hakk’ın elçisine indirdiği ilahi ideolojiye dayalı sistemin işleyişini de algılarlar. Şöyle ki;
“Yapmayın böyle! Aklınızı başınıza devşirin! Kanmayın! Aldanmayın! Zira reddettiğiniz şey Allah’ın dini. Bu din size bu kadar ikramda bulunan Rabbinizin sizin iyiliğiniz için öngördüğü sosyal ve hukuk düzeni. Can, mal, nesil, akıl emniyetiniz ve tüm haklarınız bu düzen / sistem sayesinde muhafaza altına alınacaktır. Bu sistemde her şey yazılı olacak. İnsanların yaptıkları kayıt altına alınacaktır. Bütün işlemler belge üzerinden olacaktır. Cenab-ı Hakk’ın kozmik alemde değerli yazıcı melekler eliyle bütün kullarının yaptıklarını kayda alması gibi İlahi düzende sistemin şerefli memurları da insanların fiillerini ve ilişkilerini kayıt altına alacaktır. Nasıl ki yazıcı melekler insanların her yaptığı ameli biliyorlar ve kayıt altına alıyorlarsa aynı şekilde ilahi düzende öylesine bir sistem, öylesine bir bürokratik yapı tesis edilecek ki nikah, alışveriş, sözleşmeler, mülk edinme, miras, borç alacak, ceza / mükafat, ücret vb. tüm insan ilişkileri kayıtlı olacak ve bilinecektir. ([3])”
“Yine nasıl ki kozmik kıyametten sonraki hesap gününde yazıcı meleklerin kayıtları üzerinden insanların hesapları görülecek ve iyilik yapan kişiler cennetle ödüllendirilecek ve kötülük yapanlar cehennemle cezalandırılacaksa aynı şekilde ilahi ideoloji ile işleyen düzende de iyi insanların yaptıkları iyiliklerin karşılığı olarak nimetler verilecek, kötü insanların yaptıkları kötülüklerin ise cezaları verilecektir. İnsanların fiilleri ve ilişkileri kayıt altında olunca ve adaletli bir hukuk sistemi işletilince herkes yaptıklarının karşılığını alacaktır. Hesap görüleceği zaman herkese işlediği amelin karşılığı tastamam verilecektir. Kimseye de haksızlık yapılmayacak ve hiç kimse hak ettiği cezalandırmadan kaçıp kurtulamayacaktır.”
“Bu sistem öyle mükemmel bir sistem olacak ki tahayyül etmenize imkân ve ihtimal yoktur. Ama ahiretteki hesap gününde nasıl ki hakimler hâkimi olan Allah’tan başka kimsenin hesap görmede bir etkinliği olmayacaksa ve kimsenin kimseye tahakkümü olamayacaksa bu örneğe bakarak ilahi ideolojiye dayalı kurulacak sistemdeki adaleti de anlamaya çalışın.”
“İlahi ideolojiye dayalı sistemde şirk sisteminde olduğu gibi efendiler, üstün ve ayrıcalıklı sınıflar, sorgulanamayan ve hesaba çekilmeyen sınıflar olmayacak. Bu düzende Allah’ın hükmü hâkim olacak, kimse kimseye efendilik yapamayacak, kimse hesaptan kaçamayacak ve herkese yaptığının karşılığı verilecektir. Hesap gören hakimlerin, müfettişlerin, deneticilerin hesap görme hususunda uyacakları kurallar ise sadece Allah’ın ölçüleri olacaktır yani adalet ve hakkaniyet. Ey Mekkeli Kafirler! İşte kabul etmediğiniz hukuk düzeni böyle bir düzendir. Neyi reddettiğiniz üzerine bir daha düşünün.”
[1]) NOT: Bildikleri şey için genelde bir damla su veya topraktan diye tefsir edilmiştir. Halbuki kendi ifadeleri metaforik olarak “ateş” yani hiddet, öfke, şiddet, zorbalık, menfaat, fırsatçılık, kendine yontma, kudret,… kötü sıfatlarla karakterlenmiş bu kimseler cennete girmeyi umuyorlar. Halbuki esenlik yurduna bu karakterlerde olanlar girebilirler mi? Orası toprak gönüllülerin “toprak”tan yaratılanların yurdudur. (A.A)
[2] ) Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri- Prof Dr. M.Said Şimşek 5. Cilt sahife 375
[3])NOT: İnsanların eylemlerinin kayıt altında olmasının önemi nedir? Şirk toplumunda hakim güçler zayıflara karşı zulüm içerisinde olduklarından ilişkilerin yazılı olmasını istemezler. Bunun istisnası ise hakim güçlerin kendi haklarını korumaya yönelik ilişkilerde yazılı olmasını ararlar. Böylece insanların haklarının korunması için hak iddia edebilecek kanıt belge düzenlenmediğinden hakim güçlerin yaptıkları yanında kar kalır. Şirk sistemlerinde zalimlerin hiç kimseye hesap verme sorumluluğu olmamaktadır. Toplumdaki ilişkiler yazılı belgelere dayanmadığında mazlumların haklarını almak için dayandığı herhangi bir kanıtı bulunmamaktadır. Halbuki İlahi ideolojiye dayalı sistemlerde tüm beşeri ilişkiler kayıt altına alındığından mazlumlar haklarını korumada en büyük güvenceye kavuşurlar. (A.A)
34.3. Diriliş Kaçınılmaz Olarak Gerçekleşecektir
İlahi İdeolojiye doğru gidiş, geri dönülmez bir noktaya gelmişti. Akabe görüşmeleri Medine’de yeni bir devletin oluşumuna kapı aralamıştı. Artık yakın gelecekte şirk sistemi yıkılacaktı. Böylece şirk sistemi ile oluşturulmuş toplumsal kast ve sınıflar ortadan kalkacak ve herkesin kardeş olduğu ilahi bir sistem gelecektir. Allah Resulünün yıllardır yaptığı mücadele, meyvelerini vermeye başlamış ve bu gidişatın sonunda insanlar Rabblerine yani onun öngördüğü ilahi sisteme kavuşacaklardır. O gün İlahi ideolojiye çağrıya (Kur’an’a) kulak verenlerin hesabı tıpkı ahiretteki gibi kolay olacak ve sevincini dostlarıyla birlikte kutlayacak. Fakat bu çağrıya (Kur’an’a) sırt çevirenler ise ölmeyi yeğleyecek kadar acı bir azaba mahkûm olacaktır.
Cenab-ı Hak, bu durumu müminlere müjder, müşriklere ise uyarı ve tehdit olarak anlatmayı Inşikak Suresi ile sürdürür. Gelecekte vukuu bulacak bu olayların ihbarı yine kozmik kıyamet temsilleri üzerinden anlatılır;
Rahman Rahim Allah Adına
1- 15- Gök Rabbini dinleyip yarılarak boyun eğdiğinde. Yeryüzü de Rabbini dinleyip içinde ne varsa atıp, boşaltarak ve dümdüz hale gelerek boyun eğdiğinde! … Ey insan! Sen de muhakkak ki Rabbine doğru çalışıp çabalamaktasın! Sonunda O’na kavuşacaksın! / Sonunda O’na boyun eğeceksin! İşte o zaman kitabı sağ eline verilen kişi, kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve sevinçli olarak yakınlarına dönecektir. Kitabı kendisine arkasından verilen kişi ise ölmeyi çok isteyecek ama o alevli ateşe girecektir. Çünkü o, arkadaşları / dostları içinde sevinçliydi ve o asla böyle bir hale gelmeyeceğini düşünüyordu. Halbuki Rabbi onu çok iyi görüyordu. (İnşikak Suresi 1-15)
Hz.Muhammed’in@ kendilerine okuduğu bu ayetlerden mümin olsun müşrik olsun Mekkelilerin aşağıdaki anlamları çıkarmaları mukadderdir;
“Yakın zamanda kurulu sistem çökecek (semanın / gökyüzünün yarılması metaforu) ve toplumsal kastlar, sınıflar yerle bir edilecek, kabileler birbirine yaklaştırılacak (yeryüzünün dümdüz edilmesi metaforu) ve kimsenin kimseye takvadan başka bir üstünlüğü olmaksızın herkesin Allah’ın kulları olarak kardeşce bir sisteme doğru gidilecek.”
“Ey Mekkeliler! Bir kısmınız bu inkılabı gerçekleştirmek için çalışıp çabalamakta diğer kısmınız ise bu inkılabı engellemeye uğraşmaktadır. Fakat bütün bu çabalarınızın sonunda hepiniz Rabbinizin öngördüğü sisteme doğru gitmektesiniz. Bundan kaçış yok! Tıpkı bu dünya da yaptıklarınızın hesabının ilahi mahkemede görüleceği ahirete doğru gidişinizin kaçınılmazlığı gibi aynı şekilde bu dünyadaki yaşamınızda da ilahi sosyolojik kurallar geçerlidir. Bu kurala göre şirk sisteminiz bir gün yıkılır ve insanlar şirkin karanlıklarından kurtularak ilahi nurun aydınlığına kavuşurlar. Herkes Rabbine kavuşmaya doğru gitmektedir.”
“Rabbimizin öngördüğü sisteme geçilince / o inkılap gerçekleşince ilahi ideolojiyi benimseyenlerin hesapları kolay olacak ve onlara dokunulmayacak. Onlar bu davanın yoldaşları olan dostlarının arasına büyük bir sevinç ve mutlulukla katılacak ve bu coşkuyu onlarla birlikte kutlayacaktır. Bu mutluluk ve coşkunun tarif edilemez boyutlardaki büyüğünü ise ahirette yaşayacaklardır.”
“Ama ilahi ideolojinin çağrısı olan Kur’an’a / kitaba sırtını dönmüş kişiler (kitabı arkasından verilecek kişi metaforu) ise o inkılaptan sonra ölmeyi isteyecek. O, seçkinlerden, ileri gelenlerden, kodamanlardan iken inkılaptan sonra en aşağı konuma düşecek ve içine düştüğü bu hal onu yakıp kavuracaktır. Bu durumun daha beterini ahirette yaşayacak ve alevli ateşe girecektir. O bu azabı hak etmektedir. Çünkü o ilahi yasayı inkâr ediyor ve bu inkılabın asla gerçekleşmeyeceğini sanıyordu. Dahası o kendisini uyaranlarla alay edip kendi yandaşları içerisinde bu alayları ile zevklenip eğleniyordu. Fakat Rabbi onun yaptıklarını çok iyi görüyordu.”
Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde müminlere temsillere yemin ederek yol göstermektedir. Onların hicret için gecenin karanlık örtücülüğünden istifade edilerek adım adım ilerlenmesine işaret edilmektedir;
16 -19- Artık bundan sonra akşam vakti şafağın kızıllığına, geceye ve gecenin örtüp bürüdüğü şeylere, dolunay olduğu zamanki Ay’a yemin ederim ki, siz kesinlikle adım adım ilerleyeceksiniz / bir tabakadan diğer bir tabakaya geçeceksiniz. (İnşikak Suresi 16-19)
Hz.Muhammed’i@ dinleyen müminlerin bu ayetlerden şu hususları anlamış olmaları kuvvetle muhtemeldir;
“Ey iman edenler! Bundan sonra hicret için yapacağınız yolculuklarda gecenin karanlığını ve dolunayın aydınlığını kullanın. Gecenin karanlığı sizi örtecek ve düşmanlardan koruyacak fakat diğer taraftan dolunayın aydınlığı da sizin yolunuzu aydınlatacak. Böyle böyle adım adım ilerleyeceksiniz.”
Fakat aynı ayetler peygamberimizi dinleyen müşriklerin zihinlerinde ise şu algıların yaratılmış olması kuvvetle muhtemeldir;
“Ey Müşrikler! Bundan sonra gecenin tüm karanlığına rağmen iman edenler dolunayın aydınlığında adım adım ilerleyecek, derece derece yükselecekler ve hedeflerine ulaşacaklar. Sizler ise aşama aşama geri gidecek ve safha safha kaybedenlerden olacaksınız.”
Cenab-ı Hak, surenin son ayetlerinde gidişat böyleyken hala neden iman etmedikleri ve neden ilahi ideolojinin çağrısına (Kur’an’a) boyun eğmedikleri konusunda müşrikleri sorgular. Onların inkarlarının altında yatan düşüncenin ne kadar saklasalar da kendisi tarafından gayet iyi bilindiğini vurgular. Ama bundan sonra kendilerini kurtaracak son fırsatı da kaçıracaklar ve kendilerini çok acı azaplar bekleyecektir. Bunlar artık son çağrıdır. Bu son çağrıya uyarak iman eden ve erdemli amellerde bulunanlara ise sonu gelmez mükafatlar vardır;
20-25- Hal böyleyken o kafirlere ne oluyor da iman etmiyor ve Kur’an ile çağrıldıklarında boyun eğmiyorlar da tam aksine davranıp inkarda direniyorlar? Hâlbuki Allah, içlerinde sakladıklarını en iyi bilendir. Artık sen onlara elem verici bir azabı müjdele. Ancak iman etmiş ve salihatı işleyen kimseler müstesnadır. Onlar için tükenmez bir ecir vardır. (İnşikak Suresi 20-25)
34.4.Diriliş Karşısında İnsanların Pozisyonları ve Akıbetleri
Akabe görüşmelerinde alınan kararlar uyarınca Mekke’deki Hz.Muhammed@ yanlılarının Medine’ye hicret etmeleri gerekmekteydi. Medine’de İlahi ideolojiye uygun bir devlet teşkilatı oluşturulurken sistemi iyi bilen uygulayıcı kişilere ihtiyaç vardı. Risaletin başlagıcından itibaren peygamberimizin yanında yer almış ve bizzat onun tarafından yetiştirilmiş öncü müminler bu sistemin yürütücüsü olacaklardı. Ayrıca diğer müminlerinde sistemin muhafızlığını yapmaları ve sistemin başındaki lideri koruma ve kollama vazifelerini yapmaları gerekiyordu. Fakat hicret etmenin ne kadar zor olduğu herkesin malumudur. İnsanın yerleştiği yerden göç edip yeni bir vatan edinmesi ve orada yer edinmesi herkesin göze alabileceği bir durum değildir. Zira önü belirsizliklerle doludur ve insanlar belirsizliklerden çok korkar. Kendisini hangi tehlikenin beklediğini, hangi zorluklarla karşılaşacağını bilememek insanı böyle kararlar vermesinde tereddüde sokar.
Bu nedenle Mekkeli iman edenlerden bazıları hicret konusunda tereddüt yaşıyorlardı. Onların bu korku ve endişelerinin giderilmesi ve teşvik edici söylemlerin sarf edilmesine ihtiyaç vardı. Ayrıca arafta olanlara da son mesajlar verilerek onların da müminlerin yanında yer almalarını sağlamak için teşvik edilmeleri yerinde olacaktı. Onların peygamberimizin safında şu anda yer almaları ile sonra yer almalarının veya hiç safını değiştirmemelerinin getireceği akıbetler gösterilerek bu harekete katılımları sağlanmalıydı.
İnsanın içinden geçenleri ve yaşadıkları endişe, korku ve tereddütleri bilen Cenab-ı Hak, onların bu tereddüt ve korkularını gidermek, onları teşvik etmek için elçisine Vakıa Suresini inzal eder.
Vakıa Suresi gerçekleşmesi kaçınılmaz olan diriliş / inkılab olayına işaret eden ayetlerle başlar ve bu olay karşısındaki duruşlarına göre insanlar (ki o sırada muhatap kitle Mekkelilerdir) üç sınıfa ayrılır ve onları bekleyen akıbetleri anlatılır. Bütün bu anlatı kozmik kıyamet ve hesap günü metaforu içerisinde verilerek yakın gelecekte Mekke toplumunun yaşayacağı toplumsal kıyamete ve sonrasında insanların başlarına gelecek olanlara işaret edilir;
Rahman Rahim Allah adına
1-10- Gerçekleşecek olan gerçekleştiği zaman, onun yalan olmadığı apaçık ortaya çıkacaktır; O kimini alçaltır, kimini yüceltir. Yer (şiddetli) bir sarsıntı ile sarsıldığında, dağlar parçalanıp darmadağın edildiği, toz-toprak haline geldiğinde (işte o gün), sizler de üç sınıfa ayrılırsınız. Sağdakiler; Ah! ne (mutlu) kimselerdir o sağdakiler! Soldakiler; Ah! ne (mutsuz) kimselerdir o soldakiler! Öndekiler ise öne çıkanlardır / öncülerdir. (Vakıa Suresi 1-10)
Gerçekleşecek olan o kozmik kıyamet / toplumsal kıyamet (İnkılab) gerçekleştiği zaman, onun uydurulmuş bir iddia olmadığı apaçık ortaya çıkacaktır. Nasıl ki kozmik kıyamet vuku bulduğunda yeryüzü müthiş bir sarsıntı ile sarsılacak ve dağlar paramparça olacak ve insanlar hesaba çekildiğinde hesabın sonucuna göre kimse eşit olmayacak, kimisi en aşağı tabakada, kimisi de en yüksek tabakada yerini alacaksa aynı şekilde peygamberimizin gerçekleştireceği inkılap ile ülke (Mekke) şiddetli bir sarsıntı ile sarsılacak ve devrilen müşrik otoriteler parça parça olacak, dağlar gibi darmadağın, un ufak edilecekler, alçalacaklar, iman eden Mekkeliler ise yücelecektir. İşte o gün Mekkeliler üç sınıfa ayrılacaklar;
-
O sınıflardan sağ tarafta olanlar; Hz.Muhammed’in@ getirdiği mesajları benimseyen ve sağduyu ile davrananlar yücelecek ve mutluluk onlar için olacaktır. Çünkü onlar sağduyulu davranmış, ilahi ideolojiye inanmış ve onun önderi Allah elçisinin safında yer almışlardır.
-
O sınıflardan sol tarafta yer alanlar; Hz.Muhammed’in@ getirdiği sistem önerisine karşı duran ve mesajlara sol durup, kulak tıkayıp onları reddedenlerdir ki onların vay haline! İşte soldaki o kimseler perişan olacak kimselerdir.
-
O sınıflardan üçüncüsü ise Hz.Muhammed’in@ getirdiği sistem önerisini gerçekleştirmek için öne çıkanlardır, öncülerdir yani davaya önderlik yapanlardır.
Cenab-ı Hak, ilahi ideolojiyi desteklemekte öncü olanları kendisine en yakın kimseler olarak niteler ve onlara ahirette verilecek ödül üzerinden bu dünyada ihsan edilecek ödüle de işaret eder. Ayetlerin muhataplarının Mekke’deki toplum olması hasebiyle onların çoğunun halihazırdaki öne çıkan kimselerden olduklarını vurgularken azının da bu harekete sonradan katılan ve yaptığı fedakarlık ve katkıları ile öne çıkan kimseler olduklarını belirtir;
11-26- İşte Allah’a en yakın olanlar bu öne çıkanlardır / öncülerdir! (Onlar) esenlik ve mutluluk bahçelerindedir, Onların çoğu evvelkilerden, çok azı da sonrakilerden, mücevheratla işlenmiş tahtlara yaslanarak karşılıklı otururlar. Gencecik uşaklar dolanır çevrelerinde. Sürekli hizmete adanmışlardır. Yaptıklarının bir ödülü olarak baş ağrıtmayan ve sarhoşlukta vermeyen tertemiz pınarlardan doldurulmuş kâseler, ibrikler ve fincanlarla ve seçebilecekleri bin bir çeşit meyveyle ve canlarının çekebileceği her çeşit kuş etiyle etraflarında dolaşan gün görmemiş saklı inciler gibi güzel gözlüler vardır. Orada ne boş konuşmalar duyacaklar ne de günaha yönelten bir çağrı, ama sadece iç sükûneti ve barış müjdesi / sağlam sözler. (Vakıa Suresi 11-26)
Harekete yaptığı katkılarla öne çıkan bu öncü grup, hem Allah’a yakınlaştırılma şerefine nail olacaklar hem de esenlik ve mutluluk bahçelerinde ağırlanacaklardır. Yukarıdaki ayetlerde bu öncülere verilecek mükafat cennet bahçeleri olarak sahnelenir. Onlara yapılacak hizmet ve sunulacak nimetler sıralanır. Onların oradaki yaşamları herkesi cezbeden muhteşem bir huzur ve mutluluk olarak tasvir edilir. Bu sahneleri aynı zamanda peygamberimizin gerçekleştireceği toplumsal inkılaptan sonra hareketin öncülerinin daha bu dünya hayatındayken karşılaşacakları mükafata bir metafor olarak alırsak şöyle betimlemeler mümkün olacaktır;
“Hareketin öncüleri inkılaptan sonra yönetimde söz sahibi yani makam sahibi olacaklar ve çok üstün makamlara kavuşacaklardır. İlahi ideolojiye dayalı olarak kurulacak devleti bu önderler yöneteceklerdir.”
“O önderlerin etrafında genç hizmetçiler ve memurlar dolanarak kendilerine hizmet edecekler ve onların emirlerini yerine getireceklerdir. O öncü sınıfın inkılaba kadar yaptıklarının bir ödülü olarak onlara her türlü güzel içecekler, bin bir türlü meyve ve kuş sütü dahi eksik olmayan yemekler en güzel surette sunulacaktır. Her türlü hizmetleri anında ve zahmetsizce yerine getirilecektir.”
“Onlar, makamlarında sürekli insanların yararına işlerle uğraşacaklar, halkın ihtiyaçlarını karşılamak, sorunlarını çözmek için istişare edecekler. Halka huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmeleri için yapılması gerekenleri konuşacaklar ve asla halkın zararına, kötülüğüne ve yanlış işler üzerine bir diyalogları olmayacaktır. Onların toplantılarında sürekli doğruluk, dürüstlük hâkim olacaktır. Onlar, toplantılarında daima kamunun yararını, huzurunu ve selametini gözeteceklerdir.”
Bu hareketin öncüleri gelecekte hayallerin bile erişemeyeceği ödüllerle ödüllendirileceği bildirildikten sonra öncü olmasa da bu hareketin destekçisi olmuş sağduyu sahibi müminlere de verilecek mükafatlar sıralanır. Onların yaşam konforlarının da son derece iyi olacağı ahiret hayatı üzerinden şöyle anlatılır;
27-40- Sağdakilere gelince, nedir bu sağdakilerin (ödülü)? (Onlar), meyve dolu sidre ağaçları arasında (bulacaklar kendilerini), dolgun salkımlı muzlar, genişçe yayılmış gölgeler, şarıl şarıl akan sular, tükenmeyen, eksilmeyen, hiçbir surette esirgenmeyen birçok meyveler içindedirler. Ve şüphesiz biz bu nimetleri öyle bir yaratışla yarattık ki, hepsi bir ayarda, el değmemiş ([1]) ve çok cazibeli / albenilidirler. Bütün bunlar sağdakiler içindir. Bunların (sağdakilerin) bir kısmı evvelkilerden, bir kısmı da sonrakilerden. (Vakıa Suresi 27-40)
Sağduyu sahibi olup da Hz.Muhammed@ safını seçen müminlerin ahirette alacağı ödüllere ilave olarak bu dünyada da kendilerine verilecek ödüller şöyle ifade edilebilir;
“Hz.Muhammed’in@ getireceği sisteme ve İnkılaba destek vermiş olan halkın ödülü, bu dünya da konforlu bir yaşam olacaktır. Öyle konforlu bir yaşam ki adeta “bir eli yağda diğer eli balda” olacaktır. Son derece lüks ve refah içerisinde yaşayacaklar ve bu refahın sınırı olmadığı gibi nimetlerin en güzelleri, en iyileri ve en mükemmelleri bu halk için üretilecektir.”
“Bu halkın bir kısmı peygambere ilk çağrısında destek verenlerden olacak bir kısmı da sonradan katılanlardan olacaktır ama hepsine de bol nimet verilecektir. Asla aralarında ayrım yapılmayacaktır. Yapılan bu tanımlama ile arafta kalan Mekkeliler de bu harekete katılmaya davet edilmekte ve bu fırsatı kaçırmamaları için teşvik edilmektedir.”
Fakat bu harekete soğuk bakanları / katılım sağlamayanları bekleyen akıbet ise çok acıklı azap olacağı bildirilir. Onların bu harekete karşı çıkmış olmaları, refahlarını terk etmemeleri, şımarıkça hareketleri ve çirkin davranışlar sergilemeleri yanında bir de ilahi yasanın hem ahiret hem de dünyadaki sonuçlarını inkâr etmeleri nedeniyle bu azabı hak etmektedirler. Cenab-ı Hak onların akıbetlerini şu ayetlerle bildirir;
41-56- Soldakilere gelince, peki bu soldakilerin ödülü nedir? Onlar kızgın ateşte, kaynar sularda ve serinliği ve gölgesi olmayan, kapkara duman tabakası altındadırlar. Çünkü onlar geçmişte refah içinde şımarırlar ve çirkin / büyük günahları işlemekte ısrar ederlerdi. Ve derlerdi ki; “Ölüp toprak olduktan ve çürümüş kemik haline geldikten sonra mı biz diriltilecekmişiz? Gelip geçmiş atalarımız da mı?” ([2]) De ki; “Öncekiler de sonrakiler de belli bir günün, belli vaktinde mutlaka toplanacaksınız. Sonra siz ey yoldan sapanlar ve hak dini yalan sayanlar! Zakkum ağacının meyvesiyle karınlarınızı dolduracak, üstüne de kaynar su içeceksiniz! Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi saldırarak içeceksiniz.” İşte hesap gününde onlara (soldakilere) ikram edilecek ziyafet! (Vakıa Suresi 41-56)
Cenab-ı Hakk’ın ahiret yaşamı üzerinden bildirdiği bu akıbetin dünyadaki karşılığına ise şöylece işaret edilmiş olur;
“Peygamberin getirdiği sistem önerisine soğuk bakan, ona karşı çıkan soldakilerin ödülü ise içlerini kasıp kavuran zilletli bir yaşamdır.”
“Öyle ki onlar o yaşamlarında hiç rahat yüzü görmeyecekler daima canları yanacaktır. Zira onlar inkılaptan önce peygambere karşı çıkmışlar, refah içerisinde sürdürdükleri hayatı sadece kendilerine tahsis etmişler, şımarmış ve çok çirkin günah, terbiyesizlik, hukuksuzluk, zalimlik içerisinde yer almışlardır.”
“Dahası toplumu ifsat edip öldürdükten, çürümüş bir toplum haline getirdikten sonra bu toplumun gelişmesinin, dirilmesinin imkânsız olduğunu, sanki gerilik ve perişanlığın asıl müsebbibinin toplumun alt tabakası imiş gibi toplumun dirilmesinin imkânsız olduğunu iddia etmiş olmaları azabı hak etmelerinin bir diğer sebebini teşkil ettiği de bildirilir. Üstelik toplumlarının dirilmesini geçmiş atalarının hiç gündemlerine almamış olmalarını da sebep göstermeleri onların ne kadar akılsız olduklarını ve cezayı hak ettiklerini göstermektedir.”
Cenab-ı Hak elçisinden onlara şöyle söylemesini ister:
“Hepiniz bir gün mutlaka uyanacak / dirilecek ve bu ilahi sistem modeli ile insanların nasıl tevhit olduğunu, nasıl bir araya geldiğini ve böylece nasıl bir ruh ile dirilip canlandığını göreceksiniz. Ama bu ilahi sisteme karşı olan sizler tercihleriniz nedeniyle ne kadar büyük bir yanlış yaptığınızı anlayacak ve bu sistem aleyhine sarf ettiğiniz sözlerin kendiniz için zehirden / zakkumdan beter olacaktır. O laflarınızın öyle yenilir yutulur cinsten olmadığını anlayacaksınız. İnkılaptan sonra hesap gününde önünüze getirilecek olanlar bu türden yaptığınız yanlışlarınız olacak ve doğru yola dönmüş olsanız da hakikati anlayıp çizginizi değiştirmiş olsanız da sürekli önünüze bu yaptıklarınız konacak ve bir türlü içiniz huzur bulmayacaktır. Sürekli içiniz yakıp kavuran bir ızdırap içerisinde olacak ve kendinizi rahatlatacak ortamlar arayacaksınız.”
“Mekkeli tüm müşriklerin ilahi ideolojiden yana saf tutmamalarının arkasında yatan endişe, korku ve tereddütlerini gidermeye sıra gelmiştir. Müteakip ayetlerde onların bakışları kendi yaratılışlarına çevrilerek gerek ahiretteki yeniden yaratılış gerekse de bu dünyadaki toplumsal dirilişin imkansızlığı konusundaki önyargılarının saçmalığı ortaya konur. Daha sonra rızkı kendilerinin yaratmadığı vurgulanarak Allah’ın dilemesi halinde her zaman ve her yerde insanların rızıksız kalabileceği bildirilerek onların Medine’ye hicret etmeleri halinde rızıksız kalma endişe ve korkularının yersizliği / saçmalığı ortaya konur;
57-68- Sizi yaratan Biziz. O halde (sizi tekrar dirilteceğimize de) iman etmeli değil misiniz? Şimdi düşünsenize o döküp durduğunuz meniyi! Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa Biz mi yaratıyoruz? Aranızda ölümü takdir eden de Biziz. Bize mâni olacak hiçbir güç yoktur. Kılıklarınızı / suretlerinizi / durumunuzu / ahvalinizi değiştirmek ve bilemeyeceğiniz bir yaratılışla sizi inşa etmek üzereyiz. Madem ki ilk yaratılışı çok iyi bildiniz, o halde (sizi tekrar dirilteceğimiz üzerinde) neden düşünmüyorsunuz? Ektiğiniz tohuma baksanıza! Siz mi onu yetiştiriyorsunuz yoksa Biz mi? Eğer isteseydik onu kuru çöp haline getirirdik, siz de şaşıp kalır, pişman olurdunuz: “Eyvah! Emeklerimiz boşa gitti.” Hatta “doğrusu biz rızıktan mahrum kaldık, sefalete mahkûm olduk.” derdiniz. (Vakıa Suresi 57-67)
Bu ayetleri peygamberimizden dinleyen Mekkelilerin zihninde aşağıdaki hususların canlanacağı muhakkaktır. Cenab-ı Hakk’ın sözlerini şöyle tefsir etmek mümkündür;
“Siz meniden yaratıldığınıza bir bakın bakalım. Bu yaratılışta sizin katkınız ne kadar? Tırnağını bile yaratamadığınız kendi bedeninizin sizi ilk defa yaratanın bu yaratmasını tekrar etmeyeceğini iddia etmeniz ne kadar büyük bir aptallık olduğunu anlayın. Ayrıca ne yaşlanmayı ne de ölümü durdurabiliyorsunuz. Bunda da hiçbir payınız yok. Yoktan yaratılışınız ve ölümünüz hakkında hiçbir dahliniz olmamasına rağmen bu varoluş ve yok oluşları yaratan Rabbinizin sizi yeniden yaratacağına dair ihbarını nasıl reddedebiliyorsunuz.? Bu reddediş hangi akla sığar? İradesi ve kudreti elinizde olmayan bir hususta nasıl ahkam kesersiniz.? Rabbiniz sizi ölümünüzden sonra yeniden yaratılmanızı istese buna nasıl mâni olacaksınız? Ya da kim mâni olabilir? Ayrıca sizin toplumsal olarak yeniden varoluşunuzu Rabbiniz murat etse bunu kim engelleyebilir? Çok akılsız bir inkâr içindesiniz.”
“Ayrıca rızkınızın kesileceği korku ve endişesi ile elçimin peşinden gitmiyorsunuz. Sanki şimdiki rızkınızı kim veriyor? Siz mi rızkınızı yaratıyorsunuz yoksa biz mi? Ektiğiniz tohumu yetiştiren ve sofranıza nimet olarak gelmesini sağlayan Biziz. İstesek şimdide işi kaynağından hallederiz de sizin korktuğunuz başınıza getiriveririz. Ektiğiniz tohumu filizlendikten sonra kurutup çerçöp haline getirsek siz ne yiyeceksiniz? Size yiyeceği kim yaratacak? Rızkınız böyle bir kısıtlamaya uğradığında ‘eyvah mahvolduk, aç kaldık, sefil olduk’ şeklinde feveran etmiyor musunuz? Hadi rızkınızı yaratın bakalım. Madem rızkınız konusunda da sizin iradeniz mutlak değil, o halde bizim ideolojimizi sırf rızkınızı kaybedeceğiniz endişesi ile inkâr etmeniz ne kadar mantıksız değil mi?”
Cenab-ı Hak Mekkelilerin ilahi ideolojiyi reddedişlerinin mantıksızlığını ortaya koymaya insanların hayati ihtiyacı olan suyu verenin de kendisi olduğu, ateşin kaynağının da kendisi olduğu hususları ile devam eder.
İnsanların varoluşu ile varlığını devam ettirmede en hayati ihtiyaçlarını karşılayan yüce yaratanın insanın sosyal hayatı için en önemli ihtiyacını da karşılamak için inzal ettiği ideolojiyi reddetmesinin akıl dışılığı ortaya konur. Halbuki Alemlerin Rabbi tarafından insana bu dünya hayatında da şerefli, rahat ve konforlu bir yaşam sürmesi için çok değerli, feyizli düsturlar, ilkeler ve öğretiler göndermekte olduğu bildirilir. İnzal edilen ilahi ideolojinin paradigmalarına, ilke ve düsturlarına bakılması halinde onların ne kadar insanın yararına olduğu görüleceği, onların ne kadar değerli, faziletli ve temiz hususlar olduğu görüleceği beyan edilir. İyi niyetli ve temiz bir kalple bu düsturlara yaklaşanlar bunların değerini idrak edebileceğine de vurgu yapılır;
68-80- Peki içtiğiniz suya ne dersiniz? Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa Biz mi? Dileseydik onu (içemeyeceğiniz şiddette) acı / tuzlu da yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi? Peki, yakmakta olduğunuz ateşe ne dersiniz? Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan Biz miyiz? Biz onu hem bir ihtar / muhtıra / ibret? hem de alandaki muhtaçların / ihtiyaç duyanların faydalanmaları için vesile kıldık; Öyleyse Ulu Rabbinin yüce adını tenzih et! Hayır! Kısım kısım indirilen Kur’an’ı / çağrıyı kanıt gösteririm ki! Eğer anlarsanız bu gerçekten çok büyük bir kanıttır. O, çok feyiz veren, şereflendiren bir Kur’an’dır. / çağrıdır. O iyi korunmuş bir kitaptadır. (Levh-i Mahfuzdadır.) Ona tertemiz olanlardan başkası dokunamaz. (Onu yalnızca temiz kalpli olanlar doğru olarak anlayabilir.) Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. (Vakıa Suresi 68-80)
Surenin son ayetlerinde ise Cenab-ı Hakk’ın kulları için yol gösterici ilke ve düsturlarına çağırmasını Mekkeli müşriklerin küçümsediği ve kendilerine verilen bu nimete şükredeceklerine ret ettikleri bildirilir.
Fakat onların bu reddedişleri kendi yıkımlarını önleyemeyeceği ve onların içinde bulundukları çaresizlikleri ise sekaret halindeki bir kişi karşısındaki çaresizlik örnekliğinde anlatılır;
“Şöyle bir düşünün! Can boğaza geldiği zaman ölmek üzere olan kimse bize çok yakınlaşır ama siz bunu fark edemezsiniz. Yaptıklarınızın cezasını / karşılığını görmeyeceğinizi iddia ediyorsanız o zaman haydi o kimsenin ölümünü geri çevirin bakalım! Ölmek üzere olan o kişiyi yapabiliyorsanız hayata geri döndürün. Aynı şekilde ölmekte olan şirk toplumunuzun yerine ilahi ideolojiye dayalı tevhit toplumu gelmektedir. Hadi bakalım, şirk toplumunuzun yıkılıp yok olmasına engel olun!”
“Bu gidişatı asla durduramayacaksınız! Nasıl ki insanlar doğup büyüyüp ölüyorlar ve ahirette de yaptıklarının karşılığını almak için hesaba çekilecekler, bunu da kimse engelleyemeyecekse aynı şekilde ilahi yasa gereği şirk toplumunun da ölüm vakti geldi. Bu rejiminiz ölecek ve bu rejimin sahipleri yaptıklarının hesabını verecekler. Şirk sisteminin yerini ilahi ideolojiye dayalı adil bir sistem gelecek ve herkes hesap verecek. Nasıl ki ahirette ilahi ideolojinin önderleri naim cennetlerine kavuşacaklar ve onların yanında yer alan sağduyulu kişiler de yine cennette selamet ortamında olacaklarsa bu dünya hayatında da onlar ilahi sistem içerisinde nimetler içerisinde olacaklarıdır. Fakat ilahi ideolojiyi reddedenler için ise bu dünya hayatında acı, çile, azap ve ahirette de cehennem vardır.”
81-96- Şimdi bu kelamı küçümsüyorsunuz öyle mi? Bu nimete teşekkürünüz, onu yalan sayarak mı olmalıydı! Fakat, (can) boğaza geldiği zaman, O vakit (çaresizce) bakar durursunuz. Biz ise, ona (can çekişene) sizden daha yakınızdır, ama siz göremezsiniz. Madem ki ceza görmeyecekmişsiniz, İddianızda tutarlı iseniz, onu (canı) geri çevirsenize! Ama o eğer Allah’a yakın olanlardan (öne çıkanlardan / önderlerden) ise, o takdirde rahatlık, güzel nasip ve naîm cenneti var. O eğer sağdakilerden / sağduyululardan ise “sağdakilerden / sağduyululardan sana selâm olsun!” denilecek. Ama eğer (dini) yalan sayan sapıklardan ise onun ziyafeti kaynar su, peşinden de cehenneme atılış olacak. İşte, hakkında hiç şüphe olmayan gerçek budur! O halde Ulu Rabbinin ismini tenzih et! ([3]) (Vakıa Suresi 81-96)
[1])NOT: “bakir topraklar”, “bakir orman” gibi (A.A)
[2] )NOT:Onlar; “Diriliş konusunu geçmiş atalarımız hiç gündemlerine almamıştı.” Demektedirler. (A.A)
[3] )Not: Kur’an ahiret / kıyamet inancını yerleştirirken mü’minleri sadece ahirette hesaplaşılacağı olgusu ile bir moral verilmiyor aynı zamanda çok yakın planda yani dünyada iken yaşanacak toplumsal bir kıyamet / devrim ve bu toplumsal kıyamet sonucunda bu davaya iman etmişlerin göreceği mükafat / şeref / üstünlük ile bu davaya karşı duran inkarcıların karşılaşacakları cezalar kevni kıyamet ve kevni ahiret / cennet / cehennem metaforunda sunulmaktadır. Böylece hem yakın ve hem de uzak süreçlerde tarafları bekleyen karşılıklar anlatılmaktadır. Bu nedenle mücadele içerisinde olan mü’minler bu günkü gibi zulme razı olup, meydanı zalimlere bırakmamaktadırlar. Her zaman bir ümitle azim ve kararlılıkla mücadelelerine devam etmektedirler. Yakın plandaki / dünyadaki mükafattan da vazgeçmemektedirler. (A.A)