BÖLÜM 28
HUDEYBİYE ANLAŞMASI
28.1. Hz.Muhammed’in@ Rüyası: Kumpastan Kurtulmanın Stratejisi
Hendek Savaşından sonra müşrik kuvvetlere katılıp Medine’ye saldıran bedevi kabileler üzerine yapılan askerî harekâtlarla / akınlarla bu kabileler yıldırıldı. Şimdi bu savaşı tertip eden iki merkez Mekke ve Hayber’e sıra gelmişti. Bedevi kabileler üzerine yapılan askerî harekâtlarda onlar yerleşik olmamaları nedeniyle çadırlarını bırakıp dağlara kaçıyorlardı. Fakat şimdi askerî harekâtların / akınların yapılacağı Mekke ya da Hayber şehir merkezlerinde yaşayan kabileler yerleşik hayat yaşayan kabilelerdi. Bu merkezlere yapılacak saldırılarda onlar şehirlerini savunacaklar ya da teslim olacaklardı. Bedevi kabileler gibi şehri terke edip dağlara kaçacak değillerdi. İslam Ordusunun yapacağı saldırının / kuşatmanın başarısız olma ihtimali de vardı. Dahası bu şehirlerden birine yapılacak kuşatma harekâtında diğer şehrin ordusu yardıma gelebileceği gibi kuşatmayı başarısız kılmak için savunmasız durumda kalmış olan Medine’ye de saldırabilecekti. Bir başka ifadeyle Medine İslam Ordusu’nun Hayber’e saldırması halinde Mekke, Hayber’in yardımına gelebileceği gibi kuşatmayı kırmak için Medine şehrine de saldırabilir. Şayet Medine İslam Ordusu Mekke’ye saldıracak olursa Hayber Yahudileri Mekke’nin yardımına gelebileceği gibi doğrudan Medine’ye saldırarak Mekke’deki kuşatmayı kırabilirlerdi. Zira Hendek Savaşından önce Mekke ile Hayber arasında yapılan savunma iş birliği anlaşması birbirlerini Medine’nin saldırısına karşı korumayı da kapsıyordu. Onların bu savunma iş birliği anlaşması ile aslında Medine iki ateş arasında sıkışıp kalmıştı. Kuzeyinde Hayber merkezli Yahudiler güneyinde ise Mekke müşrikleri.
Harita 40: Medine’nin Hayber ile Mekke Arasındaki Pozisyonu (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/
Hz.Muhammed@ bu kumpastan kurtulmanın yollarını düşündü. Medine’nin güvenliği önemliydi. Fetih için yapacağı harekât önce hangi merkeze olmalıydı? Hayber’e mi yoksa Mekke’ye mi? Fakat önce bu iki şehir arasındaki savunma iş birliği anlaşmasını boşa çıkararak bu kumpastan kurtulmalıydı. Onların arasındaki savunma iş birliği anlaşmasını boşa çıkarmanın yolu ise ne yapıp edip bu iki düşman şehir otoritelerinden birisiyle bir barış anlaşması yapmaktan geçiyordu. Böylece barış anlaşması yapmadığı şehri fethetmek mümkün olacaktı. Fetih sırasında da Medine’ye herhangi bir saldırı söz konusu olmayacaktı.
Bu çözüm seçeneğinde, önce hangi şehir otoriteleriyle barış yapma konusunda bir tercih yapmalıydı? Barış yapmak için Hayber Yahudileri seçeneğini öncesinde düşünmüş olabilirdi? Fakat Yahudilerin sözlerine güvenmek son derece riskli idi. Zira onlar sürekli ihanet etmişlerdi. Eğer onlarla barış yapıldıktan sonra bu barış anlaşmasına güvenerek Mekke’ye fetih için askeri bir harekât düzenlenecek olursa onların yine bir daha ihanet ederek Medine’ye saldırmayacaklarının garantisi yoktu. Zira Yahudilerle Medine’deki birlikte yaşam sırasında görüldü ki onların kendilerini beğenmişlikleri ve üstün / seçkinci anlayışları onlara hiçbir zaman güvenilemeyeceğini göstermişti. Dahası Medine’den sürgün giden Nadir oğulları intikam almanın yollarını arıyorlardı. Bu nedenle önce Mekke ile barış anlaşması yapıp Hayber’in fethedilmesi ve böylece kuzey tarafından gelecek tehlikenin bertaraf edilmesi en uygun strateji idi. Böylece Hz.Muhammed@ bütün düşüncesini, Mekke ile ne yapıp edip barış anlaşması yapmaya ve böylece Mekke ile Hayber arasındaki savunma işbirliği anlaşmasını boşa çıkarmanın yolunu aramaya teksif etti. Bu noktada Cenab-ı Hak elçisine bir rüya göstererek Medine’yi bu kumpastan kurtaracak barış formülüne işaret etti. Rüyaya göre Hz.Muhammed@ ve müminler umre yapıyorlardı. Bu rüya ile işareti alan Hz.Muhammed@ öncelikle Mekke ile barış anlaşması yapmanın yolunu bulmuştu. Arap geleneğine göre haram aylarda hac ya da umre için gelen hiç kimseye saldırılamazdı. Gösterilen rüya bu gelenekten faydalanılmasına işaret ediyordu. Şöyle ki; Hz.Muhammed@ Medine İslam Ordusu ile haram aylarda umre niyeti ile Mekke’ye sefer düzenleyecekti. Nasıl olsa Mekke Yönetimi onların umre ziyaretine izin vermeyeceklerdi. Zira halihazırda savaş halinde oldukları düşmanlarına Mekke’ye giriş izni verecek olurlarsa yenilgiyi kabul etmiş olacaklardı. Hendek savaşında kaybettikleri prestijlerinin üzerine bunu da ekleyecek olurlarsa bu durum onları tüm Araplar nezdinde iyice aşağılık hale getirecekti. Ama diğer taraftan umre ve hac için haram aylarda gelen hiçbir kimseyi Kabe’yi ziyaretten alıkoymaları da mümkün değildi. Geleneğe / Töreye göre haram aylarda düşmanlıklar bir tarafa bırakılıyordu ve yarımadaya barış geliyordu. Ziyaretçilerin engellenmesi ya da onlarla savaşılması yasaktı. Bu kuralı ihlal eden taraf ise tüm Araplar nezdinde büyük bir itibar kaybına uğruyordu.
Hz.Muhammed@ bu geleneği kullanarak Mekke müşriklerini önce yalnız bırakmayı daha sonra da yalnız kalmış Mekkelilerin savaşı göze alamayacağı düşüncesiyle onları barışa zorlamayı planladı. Şöyle ki; Mekke müşrik yönetiminin çevresindeki müşrik müttefik kabileler bu geleneği çiğneyemezlerdi. Mekkeliler onlara bu geleneği çiğnemeyi emretse bile onlar bunu yapamazlardı. Çünkü bu gelenek öylesine güçlü bir gelenekti ki çiğnendiği takdirde yok olma tehlikesi vardı. Bu nedenle onlar Mekkelilerin yanında Medinelilere karşı savaşamazlardı. Onların Medinelileri umreden alıkoymak için talep ettikleri desteği vermeyecek olan müşrik kabileler, Mekke’yi bu konuda yalnız bırakacaklardı. Mekkelilerin kendi müttefiklerince terk edilmesi için Medine İslam Ordusunun umre için geldiği hususunda onların ikna edilmesi yeterliydi.
Diğer taraftan sadece yolculuk kılıçları alınarak umre niyeti ile Mekke’ye girmek isteyecek olan Medine İslam Ordusu engellenecek olursa Araplar nezdinde Mekkelilerin büyük itibar kaybetmesine neden olacaktı ki Mekke müşrik yönetimi bunu göze alabilecek miydi? Hatta böyle bir engelleme durumunda müttefiklerince yalnız bırakılmış Mekke müşrik ordusu ölümü göze almış Medine İslam Ordusu ile savaşı göze alabilecek miydi? Eğer savaşı göze alacak olursa galip gelmesi mümkün olacak mıydı? Medine İslam Ordusuna umre ziyareti için müsaade etse yine büyük itibar kaybına uğrayacaktı. İşte Hz.Muhammed@ Mekke’yi böyle zor bir durumda bıraktıktan sonra onları Hayber’le yaptıkları savunma işbirliği anlaşmasından vazgeçirip kendileri ile bir barış anlaşması yapmaya razı edecekti. Bu plana göre Mekke eninde sonunda barış anlaşmasına yanaşacaktı. Fakat bu planın en tehlikeli tarafı Mekkelilerin yapacakları ağır tahriklere müminlerin dayanamayarak yanlış yapmaları ve böyle bir yanlışı işlemeleri sonucunda Mekkelilerin müttefik kabileleri ile birlikte Medine İslam Ordusunun üzerine saldırması idi. Diğer taraftan, Mekkeliler müminleri yok etmek için ayaklarına kadar gelmiş olan fırsatı tepmek istemeyeceklerdi ve müttefik güçleri ile birlikte saldırıp Medine İslam Ordusunun işini bitirmek isteyeceklerdi. Silahsız (sadece yolculuk kılıçları ile) olarak gelmiş Medine İslam Ordusunu ilk saldıran taraf haline getirmek için başvuracakları tahriklerle müminleri suçlu haline getirip kılıçtan geçirmek ve böylece baş düşmanlarından kolayca kurtulma şansı yakalamış olacaklardı. Bu nedenle Hz.Muhammed@ tahriklere gelmemeleri konusunda müminleri çok sıkı bir şekilde tembihleyecekti. Peygamberimiz emir vermedikçe tahriklere kapılıp kimseye asla saldırılmayacaktı. Fakat yine de çok riskli bir strateji idi. Her an ortalık karışabilir ve strateji tutmayabilirdi.
28.2. Umre Seferi
Hz.Muhammed@ umre seferine silahsız gidileceğini açıklayınca Hz. Ömer gibi yakın çalışma arkadaşları hemen karşı çıktılar. Bunun ölümle eş olduğunu bildirdiler. Ancak Hz.Muhammed@ amaçlarının savaş değil umre olduğunu ne pahasına olursa olsun bu seferin silahsız yapılacağını söyledi. Müminler Hz.Muhammed’e@ bu konuda itaat ettiler. Medine İslam Ordusu 1500 kişi ile Mekke’ye doğru umre yolculuğuna çıktı. Ordu Zul Huleyfe’ye geldiğinde müminler umre için ihrama girdiler. Güzergah üzerinde bulunan ve Medine İslam Cumhuriyeti ile müttefik olan / müslim olan Cüheyne, Gıfar, Müzeyne ve Eşca kabileleri de umre yapmaya davet edildiler. Fakat onlar silahsız olarak Mekke’nin karşısına çıkmaya cesaret edemediler. Hatta Medine İslam Ordusunun yok edileceğini ve asla geri dönemeyeceğini düşündüklerinden işlerini ve ailelerini bahane ettiler ve Medine İslam ordusuna katılmadılar.
Hz.Muhammed@ amaçlarının savaş olmadığı, umre yapmak olduğunu bildirmek için Büşr b. Süfyan'ı Mekke müşrik yönetimine elçi olarak gönderdi. Elçi Mekke’ye haberi getirdikten sonra Mekke müşrik yönetimi toplandı ve konuyu kendi aralarında müşavere ettiler. Sonunda Hz.Muhammed@ ve ordusunun Mekke’ye girmesine müsaade edilmemesine karar verdiler. Bahaneleri ise Hz.Muhammed’in@ niyetinin umre değil Mekke’yi işgal etmek olduğu iddiasıydı. Bu iddia ile diğer Arap kabileler nezdinde itibarlarını kurtaracakları gibi gerekirse onları Mekke’yi savunmak için kendi saflarında savaştırabileceklerini düşündüler. Bu amaçla hemen müttefikleri olan Ehabiş kabilelerine ve Sakif kabilesine elçiler gönderdiler ve Medine İslam Ordusunun Mekke’yi işgal etmek için geldiğini haber verip onları kendi yanlarında çarpışmaya hazır olmaları çağrısında bulundular. Mekke’nin müttefiki olan bu kabileler orduları ile birlikte Mekke’ye geldiler. Bu arada Mekke müşrik yönetimi Halid Bin Velid komutasında 200 ( iki yüz) kişilik bir süvari birliğini Medine İslam Ordusunu yakın takip ve kontrol altında tutmak için görevlendirdi.
Mekke’ye gönderilen elçi Büşr bin Süfyan, Mekke müşrik yönetiminin olumsuz kararını Hz.Muhammed’e@ bildirdi. Fakat Hz.Muhammed@ kararlı tutumundan vazgeçmedi ve İslam Ordusunun Mekke’ye doğru ilerleyişini sürdürdü. Mekke’ye 80 km mesafedeki Usfana vardıkları zaman Halid bin Velid’in komutasındaki süvari birliği ile karşılaştılar. Süvari birliğinin takip, kontrol ve korku vermek amaçlı olduğu anlaşıldı.
Hz.Muhammed@, Hz. Ebu Bekir ve ordu komutanları ile durumu müzakere ederek kontrollü bir şekilde hareket ediyordu. Peygamberimiz onlarında desteğini alıyor ve Mekke müşrik yönetimi kendilerini Kabe’yi ziyarete müsaade etmeyecek olursa, Mekke müşrik ordusu ve müttefikleri ile savaşma konusunda kararlar alıyordu.
Nihayet Medine İslam Ordusu Mekke’ye bir konaklık mesafede olan Hudeybiye’ye gelip orada kamp kurdu. Zaten Mekke ve müttefik kabile orduları Hudeybiye’den sonra dar bir geçitten geçildikten sonraki geniş yerine ki «Beldeh» olarak adlandırılan bu yerde ordu birliklerini konuşlandırmışlardı.
28.3. Hudeybiye’deki Müzakereler
Hz.Muhammed’in@ asıl niyeti barış anlaşması yapmak olduğundan orduyu daha ileriye sevk etmedi ve Mekke’yi barışa zorlayacağı görüşmeleri kamp kurduğu Hudeybiye’den yapmaya karar verdi.
Mekkeliler Hz.Muhammed@ ile görüşüp geri dönmeye ikna etmesi için önce Huzaa lideri Büdeyl bin Verka’yı aracı olarak gönderdi. Huzaalılar her ne kadar müşrik olsalar da Hz.Muhammed’e@ yakınlığı olan bir kabileydi. Hz.Muhammed@ Büdeyl’e umre için geldiklerini, yolculuk kılıcı hariç savaş teçhizat ve donanımlarını getirmediklerini söyledi ve umreden sonra kurban edilecek develeri ve onların nişanlarını gösterdi. Büdeyl Medine İslam Ordusunu ve kurbanlık nişanlı develeri gördükten sonra müminlerin gerçekten umre ve barış için geldiklerine ve asla Mekke’yi işgal etme amacı taşımadıklarına ikna oldu. Mekkelilerin yanına geri dönen Büdeyl, Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin gerçekten umre yapmak için geldiklerine kendisinin ikna olduğunu Mekkelilere söyledi. Mekkeliler umreye izin verecek olurlarsa kaybedilecek prestiji de düşündüklerinden Büdeyl’in arabuluculuğu ile alay ettiler. Büdeyl ise durumun çok ciddi olduğunu, her ne kadar Hz.Muhammed@ umre amaçlı gelmiş ise de umreye müsaade edilmediği takdirde kılıçlarla da olsa savaşma kararlılığında olduğunu bildirince Mekke müşrik yöneticileri Budeyl ile alay etmeyi sürdürdü. Çünkü kendilerine çok güveniyorlardı. Kendi müttefik güçleriyle oluşturdukları ordunun büyüklüğü karşısında Medine İslam Ordusunun hele ki silahsız (sadece kılıçlı) olarak bir varlık göstermesinin mümkün olmadığını düşünüyorlardı. İşin ciddiyetini henüz anlayamamış olan Mekke müşrik yönetimi gurur, kibir ve gösteriş içerisinde alaylarına devam ederken Mekkelilerin müttefikleri olan Sakif kabilesi lideri Urve bin Mes’ud, Medine İslam Ordusunu geri dönmeye razı etmek için kendisinin elçi olarak gönderilmesini talep etti. Mekke müşrik yönetimi onun bu teklifini kabul etti ve elçi olarak Hz.Muhammed’e@ gönderdiler.
Urve Hz.Muhammed’in@ huzuruna çıktı ve bütün Ehabiş kabileler ile Hevazin dâhil kendi kabilesi olan Sakif kabilesi ve Kureyş bir araya gelerek çok büyük bir ordu ile Medine İslam Ordusunu beklemekte olduğunu ve buradan bir adım daha ileri gidecek olurlarsa hepsini imha edecekleri ve müminleri Kâbe’ye asla sokmayacakları tehdidini savurdu. Hz.Muhammed@ gayet sakin bir şekilde kendilerinin umre niyeti ile yola çıktıklarını ziyaretlerini tamamlayıp kurbanlarını kestikten sonra geri dönüp gideceklerini ve Kâbe’nin kuruluş kanunu uyarınca da bunu yapmayı kimsenin engellemeye hakkının olmadığını bildirdi. Ayrıca savaşın Mekke ve çevresindeki müttefik kabileleri çok zor durumlara soktuğunu, Şam’la ticaretlerinin yıllardır yapılamaması nedeniyle onların fakirleşmeye başladıklarını, bu kavgaya artık bir son verme zamanının geldiğini bu nedenle bir barış anlaşmasının yapılması gerekliliğini de gündeme taşıdı. Peygamberimiz aksi takdirde ölümüne kadar savaşmaktan çekinmeyecekleri tehdidinde de bulundu. Bunun üzerine Urve Medine İslam Ordusunun peygamberimize bağlılığının boyutlarını test etti. Bu amaçla Hz.Muhammed’in@ kararında ısrar etmesi durumunda Kureyş’ten birçok kimsenin öleceğini bunun kendi kavim ve kabilesine ihanet olacağını, diğer taraftan başına topladığı Medinelilerin çapulcu olduklarını ve gelecekte kendisini terk edip gideceklerini ifade edince hemen Hz. Ebu Bekir’in tepkisi ile karşılaştı. Urve’nin yaptığı bu test karşısında aldığı tepki ile Medine İslam Ordusundaki disiplin ve nizamı görünce yapılacak bir savaşın kendilerine çok pahalıya patlayacağını iyice anladı.
Urve durumun ciddiyetini ve Medine İslam Ordusunun lideri etrafındaki kenetlenişini ve muhtemel bir savaşta Mekke’nin çok büyük kayıplar verebileceğine yönelik görüşlerini geri dönüp Mekke yöneticilerine aktardı. Medine İslam Ordusuna umre yapmaları için izin verilmesinin yerinde olacağını söyledi. Urve ayrıca Hz.Muhammed’in@ barış isteğini ve kendisinin de bu anlamsız ve kendi zararlarına yol açan çatışmaya artık bir son verilmesi gerektiği görüşünde olduğunu bildirince Mekkeliler çıldırdı. Mekke yöneticilerinden bazıları Urve’nin Hz.Muhammed’in@ etkisi altına girdiğini, O’na destek olduğunu, O’nun yanında yer aldığını söylediler. Bunun üzerine Urve sinirlendi ve ordusunu / Sakif kabilesinin ordusunu toplayıp Mekke’yi terk etti. Daha sonra Hz.Muhammed@ Hiras bin Umeyye’yi Mekke yönetimine elçi olarak gönderdi. Hiras Mekke yönetimine Hz.Muhammed’in@ talebini iletince Ebu Cehil’in oğlu İkrime Hiras’ın devesinin ayaklarını kesti. Müşrikler onu tartaklamaya başlayınca Hiras’ın akrabaları devreye girdi ve onu daha fazla hırpalanmaktan alıkoydular. Hiras Hudeybiye’ye geri döndü ve başından geçenleri Hz.Muhammed’e@ anlattı. Bu arada Urve’nin Ordusu ile birlikte Mekke’yi terk ettiği bilgisini de getirdi. Gelişmeler Hz.Muhammed’in@ beklediği şekilde gelişiyordu. Zira Mekke’de durum kötüleşmeye başlamıştı. Mekke yönetimi bu kararında yalnızlaşmaya başlamıştı.
Mekke Yönetimi bu kez Ehabiş kabile liderlerinden Huleys bin Alkame’yi elçi olarak gönderdi. Huleys geleneklere çok bağlı birisiydi. Hz.Muhammed@ onun geldiğini öğrenince, hemen kurbanlık develeri ön plana çıkardı ve bütün orduyu telbiye getirmeye çağırdı. O kurbanlık develeri, müminlerin telbiye getirdiklerini ve yolculuk kılıçlarından başka silahları olmayan Hz.Muhammed’in@ ordusunu görünce ve peygamberimizle de görüşünce Mekke yönetiminin yaptığının yanlış olduğunu değerlendirdi. Huleys Mekkelilere döndü ve umre yapmak isteyenleri engellemenin yanlış olacağını vurgulayınca Mekke yöneticileri onu da aşağıladılar, hakaret ettiler. Bunun üzerine Huleys ordusunu toplayıp Mekke’den ayrılıp çekip gitti. Mekkelilerin böyle ayrılıp gitmelerinde peygamberimizin kararlı bir tutum sergilemesi ve bu seferden önce Medine çevresindeki Arap kabileleri üzerine yürüyüp onları yıldırmasının etkili olduğunu belirtmekte yarar vardır. Bu kabileler Mekkelilerin paralı askerleri oldukları için menfaatlerini ön planda tutmaktaydılar. Hz.Muhammed’in şakasının olmadığını ve kendisine karşı olan kabilelere askeri harekâtlar düzenleyerek onları perişan ettiğini bildiklerinden kendi aleyhlerine olan bir duruma destek vermemeyi yeğledikleri için Mekkelileri yalnız bıraktılar.
Her savaşta yanlarında yer alan Ehabiş kabileleri de gidince Mekkeliler yalnız kaldı. Savaş teçhizatı haricinde Medine İslam Ordusu ile neredeyse asker gücü açısından eşitlenmişlerdi. Savunma iş birliği anlaşması yaptığı Hayber’den de herhangi bir yardım gelmesi imkânsızdı. Zira Hz.Muhammed savaş için çıkmadığını umre için çıktığını ve savaş teçhizatlarını Medine’de bıraktığını daha seferin en başında cümle âleme duyurmuştu.
Mekke tam bir açmazın içerisine girmişti. Artık çevre kabileler de Hz.Muhammed’in@ umre için geldiğine inanmaktaydı. Dolayısıyla bundan sonra Mekke yönetiminin Medine İslam Ordusuna saldırmasına gerekçe oluşturacak ve böyle bir saldırı için kendini haklı çıkarmaya yarayacak herhangi bir oyun, tahrik tutmayacaktı.
Şayet Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin üzerine saldıracak ve onları katledecek olursa, haklı olduğuna çevre kabilelerini inandırması oldukça zor olacaktı. Böyle bir durumda hem savaş suçu işlemiş hem de Kabe’nin kutsiyetini ihlal etmiş olması nedeniyle onların Mekke’den sürüp çıkarılarak cezalandırılması içten bile değildi. Ayrıca bu savaşta Mekkelilerin kaybetmesi de çok büyük bir ihtimal dahilindeydi. Zira karşılarında ölümü göze almış bir ordu duruyordu.
Bütün bu açmazlar içerisinde bocalayıp dururken Mekke müşrik yönetimi son bir defa daha şanslarını denemek amacıyla Mikrez bin Hasf’ı elçi olarak peygamberimize gönderdiler, umreye izin vermeyeceklerini ve derhal Medine’ye geri dönmeleri gerektiğini bildirdiler. Fakat Hz.Muhammed@ Mikreze de aynı cevabı verdi; “Ya umre, ya savaş ya da barış.” Mekke Yönetimi iyice zor durumda kaldı.
Son bir kez de Hz.Muhammed@ elçi gönderme seçeneğini deneme yoluna gitti. Hatta bu elçi seçimi aslında yapılacak bir savaşta Mekke’yi haksız bir konumda bırakmak için kurban seçimi bile denebilirdi. Bu amaçla Hz. Ömer’i elçi olarak seçti fakat O, kendisini koruyacak kabilesinden hiç kimsesi olmadığını söyleyerek kendisinin affını istedi. Bunun üzerine müşriklerden bol miktarda akrabası olan Hz. Osman’ı elçi olarak seçti ve gönderdi. Hz. Osman’ın iki görevi vardı. Birincisi Hz.Muhammed’in ya umre, ya savaş ya da barış teklifini Mekke yönetimine sunmak, bir diğeri ise Mekke şehrine gidip kripto / gizli müminlere savaş için hazır olmaları talimatını bildirmekti.
Hz. Osman Mekke Yönetimi ile görüştü ve Hz.Muhammed’in@ teklifini sundu. Onlar Hz. Osman’ı iyi karşıladılar. Getirdiği teklifteki barış seçeneğini de artık iyiden iyiye dikkate almaktan başka çarelerinin olmadığını da görmeye başladılar. Aslında onlar bu barış seçeneğinin kendi aleyhlerine olacağını çok iyi biliyorlardı. Fakat çaresiz oldukları için yapacakları bir şeyde yoktu. Zira çevredeki müttefik kabileleri onları yalnız bırakmışlar ve karşılarında çok kararlı bir ordu vardı. Savaşsalar kaybedecekler, umreye izin verseler yine kaybedecekler. Belki de Hz.Muhammed Mekke’yi ele geçirecek ve onları bertaraf edecekti. Bu nedenle uzatmaları oynamak en iyi seçenekti ve barışa yanaşacaklardı. Fakat son kozlarını da oynadıktan sonra bu seçeneği uygulamaya geçmeye karar verirler. Şöyle ki; Onlar sadece Hz. Osman’a Kâbe’yi tavaf etmesine izin verebileceklerini söylediler. Hz. Osman bu teklifi reddetti. O «Ya bütün Medine İslam Ordusu için bu izni vereceksiniz ya da bana özel izninizi kabul etmiyorum» dedi. Hz. Osman için şimdi sıra ikinci görevini yerine getirmeye gelmişti. Bu görev için Mekke’deki akrabalarını görmek istedi. Onlar bu teklifi kabul ettiler ve onu Mekke şehrine gönderdiler. O kripto / gizli müminlerle görüşme yaparak Hz.Muhammed’in@ fetih için hazırlık yapmaları mesajını iletti. Fakat Mekke müşrikleri durumu hemen fark ettiler ve Hz. Osman’ı hapsettiler.
Mekkeliler son koz olarak Medine İslam Ordusunda nifak yaratma girişiminde bulundular. Bu iş için Medine İslam Ordusunda yer alan münafıkların başı Abdullah b. Ubey’e haber salarak kendisinin ve yandaşlarının umre yapabileceğini bildirdiler. Ancak Abdullah b. Ubey’in artık eskisi gibi serbest / rahat hareket etme şansı olmadığı gibi kabilesi içerisinde etkisini de yitirdiğinden Mekkeli müşriklerin bu bölme / nifak hareketi başarısız oldu. Mekkelilerin giriştiği bu nifak hareketinin akim kalmasında bir diğer etken de Hz. Osman’ın öldürüldüğüne ilişkin asparagas haber olmuştur. Bu haberin nereden geldiği, kim tarafından üretildiği bilinmemekle birlikte Medine İslam Ordusunun değil bölünmek tam tersine Hz.Muhammed’in@ etrafında kenetlenmesine sebep oldu.
Hz.Muhammed@ artık bütün müzakere yollarının tıkandığını ve savaşmaktan başka çıkar yol olmadığını ilan ederek, Medine İslam Ordusunun bütün fertlerinin tek tek savaş için biatlarının alınacağını ilan etti. Böylece Abdullah b. Ubey’in Mekke müşrik yönetiminden gelen umre için bazılarına has olarak özel izin çıktığına dair haberi bütün ordu mensuplarına yayılmadan Hz.Muhammed@ Rıdvan ağacının altında herkesten savaş biatlarını aldı. Bu kararlılık harekâtı ile savaş için haklı pozisyonda olma durumu Hz.Muhammed’e geçti. Zira Hz.Muhammed’in@ bütün barışçıl girişimleri sonuçsuz kaldığı gibi gelen haberlere göre Mekke Yönetimi Hz. Osman’ı öldürmüştür. Bu durumda savaş meşrudur ve Mekke Yönetimi bu meselede haksız pozisyondadır. Yapılacak savaşta Mekke müşrik ordusunun hiç şansı yoktur. Kesin kaybeden taraf olacağı bellidir artık.
28.4. Hudeybiye Barış Anlaşması
Artık savaş için son hazırlıkların yapıldığı konusunda ihbar alan Mekke müşrik yönetimi, telaş içerisinde hemen barış için Suheyl bin Amr başkanlığında bir heyeti daha önce hazırladıkları barış anlaşması taslağı ile birlikte Hz.Muhammed’e@ gönderdiler. Heyetin barış müzakereleri için geldiği anlaşılınca Hz.Muhammed@ hedefine ulaşmanın sevincini yaşadı. Öncelikle Hz. Osman’ın yaşayıp yaşamadığını öğrendi. Sağ oluşu onu çok mutlu etti. Anlaşma Taslağı üzerinde müzakerelere başlandı. Mekke yönetiminin olmazsa olmaz şartları arasında olan aşağıdaki dört şartı da Hz.Muhammed@ hemen kabul etti. Zira bu şartlar Mekke yönetiminin çevre kabilelere ve Mekke halkına «onurlu bir barış yaptık, büyük olduğumuzu gösterdik, onların dayatmalarına boyun eğmedik, dediğimizi yaptırdık ve yenilmedik» diyebilmek için şartlardı. Onlar hala onur / şeref / üstünlük / gurur / kibir mücadelesi yapıyorlardı. Halbuki ayaklarının altındaki zemin kaymaktaydı da bunu fark edemediler ya da fark etseler de onlar günü kurtarmanın yoluna bakıyorlardı.
Mekke müşrik yönetiminin olamazsa olmaz dört şartı;
-
Bu sene Medine İslam Ordusu umre yapmaksızın geri dönecek,
-
On yıl süreyle taraflar birbirleri ile savaş yapmayacak ve ticaret kervanlarının geçişlerini asla engellemeyecek,
-
Şayet Mekke’de yaşayan bir kişi mümin olup Medine İslam Cumhuriyetine sığınırsa Mekke yönetimine iade edilecek ama Medine’de yaşarken Mekke müşrik yönetimine sığınan kimse ise Medine İslam Cumhuriyetine iade edilmeyecek,
-
Çevre kabileler müttefik olmak istedikleri tarafı kendileri seçecek ve tarafını seçmiş olan kabilelere tarafını değiştirmeye yönelik olarak asla zorlama yapılmayacak.
Mekke müşrik yönetiminin dayattığı bu dört şartın dördü de Medine İslam Cumhuriyetinin aleyhine görünüyordu. Şöyle ki; Birinci şart ile bu sene umre yapılmadan geri dönüş yapmak Medine İslam Cumhuriyeti için aşağılanma, istediğini alamama ve Mekke müşrik yönetiminin üstünlüğünü kabul etme olarak algılanabilecekti. İslam Ordusunun bütün savaşçıları umre yapmaya izin verilmediği takdirde ölümüne savaş yapacaklarına dair Hz.Muhammed’e@ biat vermişken ve sonunda Mekke müşrik ordusu ile eşit hale gelen bir pozisyon yakalanmış ve onları yenmeleri mukadder / muhtemel hale gelmiş iken bundan vazgeçilmesi müminler açısından çok onur kırıcı görülüyordu.
İkinci şartta ise hâkimiyet alanları sürekli gelişen ve büyüyen İslam Cumhuriyetinin Mekke’yle olan savaşına on yıllığına ara vermesi Allah’ın vaadi olan fethin ve müşriklerin cezalandırılmasının da on yıllığına ertelenmesi manasına geliyordu. Sanki müminler hedeflerini kaybediyorlardı.
Üçüncü şart ise tam bir yenilgi ve Medine İslam Cumhuriyetinin büyümesinin önündeki en önemli engel olarak görülüyordu. Zira düşman taraftaki müminler düşmana destek vermek zorunda kalacak ve Medine İslam Cumhuriyetine bir faydası olamayacakken müşrik olmayı seçenlerin Medine’den Mekke’ye sığınması halinde Medine İslam Cumhuriyeti zayıflayacaktı. Yani çift yönlü bir zarar söz konusu idi.
Dördüncü şart ile Medine İslam Cumhuriyetinin askeri harekatları / akınları durdurması ile Mekke’nin müttefiki olan kabilelerin Medine İslam Cumhuriyeti saflarına geçmesi engellenmiş oluyordu. Bu şart ile Medine İslam Cumhuriyetinin gelişmesi ve büyümesinin önü de kesilmiş oluyordu.
Hz.Muhammed@ Mekkelilerin dayattığı bu maddeleri çok kolaylıkla kabul etti. Müminler ise bu şartları bir türlü kabul etmek istemiyorlar, içlerine sindiremiyorlardı. Hz.Muhammed’in@ kabul etmesine de çok şaşırıyorlardı.
Şartlarda anlaşma sağlandıktan sonra anlaşma metninin yazıya dökülmesi sırasında da bazı anlaşmazlıklar yaşandı. Şöyle ki;
-
Hz.Muhammed@ Anlaşma metninin girişine «Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla» yazılmasını istedi. Fakat Süheyl buna itiraz etti. Kendilerinin Allah’ı Rahman olarak kabul etmediklerini bu nedenle sadece «Allah’ın adı ile» yazılmasını istedi. Hz.Muhammed onun bu isteğini de kabul etti.
-
Anlaşmayı imzalayacak otoriteler tanımlanırken «Allah’ın Resulü Muhammed.» ibaresine de Süheyl itiraz etti. Kendisini Allah’ın resulü olarak tanısalardı zaten savaşa ve bu barışa da gerek olmayacaktı diye gerekçe bildirdi. Hz.Muhammed@ Suheyl’in bu itirazını da kabul etti ve Anlaşmaya Allah’ın Resulü ibaresi yerine Abdullah oğlu Muhammed ibaresi yazıldı.
Anlaşmanın yazımı sırasında müminlerin hoşnutsuzlukları ayyuka çıktı. Onlar « bu kadar da aşağılanma olmaz ki!», «biz savaşı göze almışken şimdi düştüğümüz hale bak!» vb. tepkiler veriyorlardı. Fakat hiç kimse Hz.Muhammed’e@ doğrudan karşı çıkmıyordu, O’na söz söyleyemiyordu. Fakat Hz.Muhammed@, ne yaptığının farkında olan bir bilinçle hareket ediyor ve son derece sakin bir şekilde anlaşmanın imzalanmasına çalışıyordu. Anlaşma neredeyse tamamlanmıştı ki, Süheyl bin Amr’ın oğlu Ebu Cendel Mekke’den kaçıp geldi ve müminlere sığındı ya da özellikle onun kaçmasına müsaade edildi ki anlaşma konusunda Hz.Muhammed’i@ test etmek ve müminleri de birbirine düşürmek istediler. Müthiş bir psikolojik savaş yaşanıyordu. Süheyl anlaşma uyarınca oğlunun geri verilmesini istedi. Aksi takdirde anlaşmayı imzalamayacağını bildirdi. Hz.Muhammed@ Ebu Cendel’in teslim edilmesini istedi. İşte o zaman müminler tarafında kıyamet koptu! Ebu Cendel bir taraftan feryat ediyor, kendisinin müşriklere teslim edilmemesini istiyor. Onun bu feryadına müminlerin ciğerleri parçalanıyor ve neredeyse anlaşmayı bozacak fevri davranışlar sergileyecek duygusal boyutlar yaşanıyordu. Ortam son derece gergindi. Müminler infial içerisinde idiler.
Hz.Muhammed@ Ebu Cendel’i karşısına alıp sakinleştirdi ve sabretmesini, anlaşmaya onun da uyması gerektiğini, anlaşmalara vefasızlık yapamayacağını, bunun doğru olmadığını bildirdi. Ebu Cendel, Hz.Muhammed’in isteğini kabul etti. Hz.Muhammed@ Ebu Cendel’e kötü muamele, işkence yapılmaması şartı ile teslim edileceğini söyledi. Müşrik heyet bunu kabul etti ve ortalık biraz olsun yatıştı.
Anlaşma taraflarca imzalandı ve Huzaa kabilesi Hz.Muhammed’in@ müttefiki olmayı seçerken Beni Bekir kabilesi ise Mekke yönetiminin müttefiki olmayı seçti ve anlaşmaya onlarda şahitlik ettiler.
Yapılan anlaşmayı müminler bir türlü içlerine sindiremiyorlardı. Söyleniyorlar, fakat doğrudan Hz.Muhammed’e bir şey söyleyemiyorlardı. Bu hususta Hz. Ömer cesaretle Hz.Muhammed’e@ itirazını iletti. Aslında onun sözleri tüm müminlerin sesi idi. Hz.Muhammed@ bunun Allah’ın bir emri olduğunu söyleyince O da sustu. Hz.Muhammed@ izlediği stratejiyi sadece Hz. Ebu Bekir ve Ubeyde bin Cerrah ile paylaşmıştı. Ya da sadece onlar anlamışlardı. Diğerleri anlayamadılar. Stratejinin amacı çok iyi gizlenmişti. Şayet müşriklerce anlaşmanın amacı anlaşılsaydı, barış yapma şansı olmayabilirdi. Strateji aslında fetih stratejisi idi. Müttefik olan Mekke ile Hayber şehirleri birbirinden koparılacak ve önce Hayber fethedilecek sonra sıra Mekke’nin fethine gelecekti. Bunun için de aralarındaki ittifakın bozulması gerekiyordu. Bu amaçla en uygun seçenek ne pahasına olursa olsun Mekke ile barış yapmaktan geçiyordu. İşte Hz. Ömer ve müminlerin anlayamadıkları buydu. Onlar olaylara yüzeysel bakıyorlardı. Onlar aynı Mekkeliler gibi anlaşmaya kabilesel onur, şeref ve başka kabilelerin kendilerine bakış açıları, aşağılanma gibi duygusal / hissi bakıyorlardı. Hatta o kadar hissi bakıyorlardı ki Hz.Muhammed@ onlara kurbanlarını kesip tıraşlarını olmalarını ve ihramdan çıkmalarını ve geri dönüş hazırlıklarına başlamalarını emretmesine rağmen onlar ne yaptıklarının farkında olmadan sivil itaatsizlik yapıp emri yerine getirmiyorlardı. Hz.Muhammed@ bu duruma çok kızdı. Fakat Hz. Ümmü Seleme imdadına yetişti ve Hz.Muhammed’e@ “önce sen kurbanını kes, ihramdan çık ve dönüş hazırlıklarına başla! Onlar arkandan geleceklerdir.” şeklindeki tavsiyesini yerine getiren Hz.Muhammed’i@ tüm müminler izlediler. Müminlerin takva ile itaat etmeleri ve sükûnete ererek Hz.Muhammed’i@ izlemeleri ile buhran da aşılmış oldu.
Anlaşma imzalanıp, bütün kabilelere ilan edildikten sonra, yani Mekke yönetimi açısından anlaşmadan cayma imkânları kalmadıktan sonra izlenen stratejinin bir fetih stratejisi olduğu Cenab-ı Hak tarafından Fetih Suresi ile açıklandı.
Müminler ilahi rehberlik ile elçisine öğretilen stratejideki derinliği böylece öğrendiler.
Cenab-ı Mevla hem bu açıklamayı hem de anlaşma sürecini anlatan bu sureyi Medine’ye dönüş yolunda inzal etti.
FETİH SURESİ
Rahman Rahim Allah Adına
1-9-Muhakkak ki Biz, sana çok yakın bir zamanda gerçekleşecek apaçık / eşsiz / göz kamaştırıcı bir zaferin kapılarını açtık. / fethi (açılımı) gerçekleştirdik. Böylece Allah, geçmişte yaptığın ve gelecekte yapacağın icraatların / politikaların yanlış olduğu şeklindeki suçlamalardan seni korusun, sana olan nimetini tamamlasın / İslamı hakim kılsın ve dosdoğru olan bu yolda karşı konulmaz bir zafere ulaştırsın diye, (bu fethi / açılımı ihsan etti.) Allah’ın bu zafer vaadine olan inançlarının / güvenlerinin daha da artması için (tahriklere kapılmayı engelleyen ve tartışmaya son verilmesini sağlayan) sükûneti / huzuru / itminanı müminlerin kalplerine indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah her şeyi en iyi bilendir, her işinde hikmetlidir. (Allah’ın müminlerin kalplerine sükûneti / huzuru / itminanı indirerek tahriklere gelmemelerini ve barışa razı olmalarını sağlaması) Mümin erkeklerin ve mümin kadınların günaha girmelerine mani olması (onların Mekke’ye girmesini engelleyerek orada yanlış ve hatalı davranışlarla günahsızları öldürmelerine mani olması) ve içinde ebedi yaşayacakları, aralarından ırmaklar akan cennetlere onları sokması içindir. İşte bu, Allah’ın onlara büyük lütfudur. (Allah’ın zaferin yollarını açması diğer taraftan) Allah’ın (vadettiği zaferin hayal olduğu şeklinde) kötü zanda bulunan münafık erkek ve kadınlara, müşrik erkek ve kadınlara (bu dünyada yenilgi ile rezillik ve rüsvaylık, ahirette de cehennem) azabını tattırması içindir. Ta ki, (onların besledikleri) kötü zanlar kendi başlarına geçsin. Zira (bu kötü zanları ve inkarları nedeniyle) Allah onlara gazap etmiş, lanetlemiş ve onlar için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir varış yeridir. (Bu Allah’a çok kolaydır. Zira) Göklerin ve yeryüzünün orduları Allah'ın emrindedir. Allah, yücedir ve O, her şeyin üzerinde mutlak hakimdir. Doğrusu Biz seni, bir Şahit / Örnek, bir Müjdeci ve bir Uyarıcı olarak gönderdik. Ki (bu barış ile muhteşem zaferin kapısının aralandığını müjdeleyen) Allah'a ve Peygamberine güvenesiniz, onu destekleyip savunasınız ve ona karşı derin bir saygı ile sürekli itaat edesiniz. (Fetih Suresi 1-9)
10- 17-Sana beyat edenler, gerçekte Allah'a beyat etmiştir. Allah'ın eli (güç-kuvvet, yardım ve desteği), onların güçlerine güç katacak ve onlara her türlü yardım ve desteği verecektir. O halde kim bu verdiği sözden cayarsa / yeminini bozarsa ancak kendisine yazık etmiş olur. Kim de Allah'a verdiği sözüne sadık kalırsa, O da ona çok büyük bir ödül verecektir. (Hudeybiye / umre seferine) katılmayan bedeviler, sana şöyle diyecekler: “Mallarımız ve çoluk çocuğumuz ile ilgilenmek zorunda oluşumuz bizi seninle gelmekten alıkoydu. Bu nedenle bizim için bağışlanma dile.” Onlar, kalplerinde olmayan şeyi sadece ağızlarıyla / dilleriyle söyleyecekler. (Ey Resulüm, sen de onlara) de ki: “Eğer Allah size bir musibet ya da bir fayda isabet ettirmek isterse, onu kim engelleyebilir ki? Hayır! Yalan söylemeyin! Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Aslında siz, Peygamberin ve müminlerin, bir daha ailelerinin yanına asla dönemeyeceklerini zannetmiştiniz. Bu durum / düşünce hoşunuza gitmişti. Kötü hayaller kurup durdunuz ve sonunda aşağılık bir topluluk oldunuz.” Kim Allah'a ve Peygamberine güvenmezse, bilsin ki Biz o kafirler için korkunç bir ateş hazırlamışızdır. Ve o kimse yine bilsin ki Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı (mülkü) yalnızca Allah'a aittir. O dilediğini / hak edenleri bağışlar, dilediğine / günah, kötülük ve zulüm işleyenleri ise azap eder. Allah, gafur / bağışlayan ve rahim / merhametli olandır. (Hudeybiye / umre) Seferine katılmayanlar, sizin ganimet alacağınızı düşündükleri yeni sefere çıkmaya hazırlandığınızda: “İzin verin biz de sizinle birlikte gelelim” diyecekler. Onlar, Allah'ın sözünü / yasasını değiştirebileceklerini zannediyorlar! Onlara de ki: “Siz, asla bizimle gelemezsiniz, çünkü Allah, sizin için daha önce böyle buyurdu.” Onlar bu defa: “Hayır! Siz bizi kıskanıyorsunuz / (ganimetleri) bizimle paylaşmak istemiyorsunuz!” diyecekler. Doğrusu onlar kafası basmayan / anlayışsız kimselerdir. (Hudeybiye / umre) seferinde geri kalmış o bedevilere de ki: “(İşte size bir fırsat!) Yakın bir zamanda çok güçlü savaşçılar olan bir kavme karşı savaşa çağırılacaksınız. Onlar teslim olana kadar onlarla savaşacaksınız! Eğer bu kez itaat ederseniz, Allah sizi güzel bir şekilde mükafatlandıracak, yok eğer bundan önce yaptığınız gibi yine sırtınızı döner giderseniz, işte o zaman Allah sizi acı bir azapla cezalandıracaktır! Sadece kör, topal, hasta olana (yakın zamanda çağrısı yapılacak bu seferlere katılmamasından) dolayı bir sorumluluk yoktur. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederek cihat ederse, Allah onu içinden ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Kim de itaatten yüz çevirip cihattan kaytarırsa, acı bir azapla cezalandırılacaktır!” (Fetih Suresi 10-17)
18-21- ( Ey Muhammed!), O ağacın altında sana bağlılıklarını bildirince, işte o zaman Allah o müminlerden razı oldu. Böylece Allah onların kalplerindeki samimiyet ve ihlası gördüğü için onlara sükunet / huzur / güven / cesaret indirdi. Kendilerini çok yakında bir fetihle ve elde edecekleri birçok ganimetle mükafatlandırmıştır. (mükafatlandıracaktır). Kuşkusuz Allah, çok yücedir ve O, her şeyin üzerinde mutlak hakim olandır. Allah, size ileride daha pek çok ganimetler vaat etti. Müjdesini verdiği bu pek yakındaki fetih (Hayber) mükafatını ise size erkenden verdi. / verecek. O insanların / Mekkelilerin size saldırmasının engellenmesini (Hudeybiye barışı ile) sağladı. Bütün bunlar, (Allah’ın size yardım ettiğinin) bir işareti olması ve böylece sizi hedefinize ulaştırması içindir. Size bundan başka bir ganimet vaadi / fetih vaadi daha var ki sizin henüz ona gücünüz yetmez. Ama o Allah’ın bilgisi ve kudretindedir. Kuşkusuz Allah, her şeye kadirdir. (Fetih Suresi 18-21)
22-26- Eğer (Mekkeli) müşrikler orada sizinle (anlaşmaya yanaşmayıp) savaşsalardı, bozguna uğrayıp kaçacaklardı. Onlar, kendilerini koruyan ve yardım eden kimse de bulamayacaklardı. Bu Allah'ın öteden beri süregelen yasasıdır. Sen, Allah'ın yasasında bir değişiklik bulamazsın. (Ancak Hudeybiye’de) Müşrikler sizin karşınızda zayıf bir duruma düşmüşken ve eğer saldıracak olsanız onları bozguna uğratacak duruma gelmişken, Mekke vadisinde sizin birbirinize saldırmanızı engelleyen Allah’tır. Allah bütün yapıp ettiklerinizi en ince ayrıntısına kadar bilmektedir. Evet, (Mekkeli) Müşrikler, sizi Mescid-i Harama girmekten engellediler ve kurbanlarınızı yerine ulaştırmaktan sizi men ettiler. (Dolayısıyla onlar bozgun ile cezalandırılmayı hak ettiler) Fakat Mekke’de kendilerini tanımamanız nedeniyle ezip geçeceğiniz ve bu sebeple korkunç bir vicdan azabı çekeceğiniz mümin erkekler ve mümin kadınlar olmasaydı (işte o zaman Allah sizin Mekkeli müşriklerle savaşmanıza izin verirdi.) Allah, sırf o müminleri böyle bir tehlikeden korumak ve rahmetine almak için sizin onlarla savaşmanızı engellemiştir. Eğer o müminler orada müşrik kafirlerle iç içe olmasalardı, elbette o Mekkeli kafirlere acı bir azap tattırırdık. (Mekkeli) Müşriklerin kalplerindeki o öfke dolu cahiliye kibriyle sizleri kışkırttıkları zaman, Allah, Peygamberinin ve müminlerin üzerine indirdiği sekinet / sükûnet / sakinlik ile birbirinizle savaşmayı engellemiştir. O onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar da buna layık kimselerdir. Kuşkusuz Allah, her şeyi bilendir. (Böylelikle O, Mekke’de yaşayan müminleri muhafaza etmiştir.) (Fetih Suresi 22-26)
27-29- Andolsun ki Allah, Peygamberinin o rüyasını doğru çıkarmıştır. İnşaAllah, sizler (haccınızı yapıp) başlarınızı tıraş etmiş, saçlarınızı kısaltmış olarak, güven içinde ve korkmadan Mescid-i Harama mutlaka gireceksiniz. Allah, sizin bilmediklerinizi bildiğinden bundan (Mekke’nin fethinden ) önce size yakın bir fetih (Hayber’in fethini) verdi./ verecek. Nitekim Allah, peygamberini bütün şirk dinlerini sona erdirsin / onlara galip gelsin diye hidayetle hak olarak gönderdi. Allah buna şahittir ve bu yeterlidir. ( Müşriklerin barış anlaşması metnine O’nu Allah elçisi olarak yazdırmamalarının bir önemi yoktur.) Muhammed, Allah'ın Peygamberidir. Onunla birlikte olanlar Kafirlere karşı serttir, kendi aralarında ise çok merhametlidirler. Onları, Allah’a gönülden boyun eğen ve daima itaatli olarak görürsün. Onlar, Allah'ın rızasını ve lütfunu kazanmak için çırpınırlar. Allah’a itaatleri / secdeleri / takvalı / erdemli yaşantıları, onların karakterleri, kişilikleri olmuştur. Bu onların Tevrat’ta anlatılan özellikleridir. İncil’de anlatılan örneklikleri de şöyledir: Onlar, filizini vermiş, kuvvetlenerek dolgunlaşmış ve uzun / kalın sapları üzerinde doğrulmuş bir ekin gibidir ki ziraatçıların / çiftçilerin çok hoşuna gider. İşte bu örnekleme (Mekkeli) müşrikleri öfkelendirmek içindir. Allah, iman eden ve salih amel işleyen ashaba mağfiret ve büyük bir mükâfat vermeyi vaat etmiştir. (Fetih Suresi 27-29)