top of page

BÖLÜM 43

HİCRET BAŞLIYOR

 

Akabe görüşmeleri sonuçlandırılmış ve Medine’de kurulacak İslam Cumhuriyeti için anayasal sözleşme şartları üzerine mutabakat sağlanmış ve biat alınmıştı. Şimdi sıra Mekke’den Medine'ye hicret etmeye gelmiştir. Mekkeliler Medine’deki yeni oluşuma katılmaya davet edilecektir.  Bu davet; iman eden, iman ettikten sonra geri dönen ve arafta kalan Mekke halkına yapılmaktaydı.

Onlara önce Kur’an’ın hikmetli yasalar içerdiği ve hükümranlık sağlayan bir kitap olduğu vurgulanır. Daha sonra safını Hz.Muhammed’den@ yana olarak seçen ve yeni oluşumda yer alacak olanların hem Rabbleri katında hem de yeni yönetimde üstün makamlara kavuşacağı müjdesi verilir.  Bu müjde bazı Mekkeliler için çok cezbedici idi. Bazı Mekkelilerin ise tuhafına gitmiş ve şaşkınlığa uğramışlardı. Zira cezbedici teklifler karşısında Hz.Muhammed’in@ yandaşlarında artış olacağı muhakkaktı. Bu nedenle Mekke müşrik ileri gelenleri de halkın saf değiştirmesine mâni olmak için bu müjdelemenin göz boyama / sihir / kandırma olduğunun propagandasını yaparlar.  Cenab-ı Hak, bu durumu Yunus Suresinin ilk ayetlerinde şöyle bildirir.

Rahman, Rahim Allah Adına

1-2- Elif, lam, ra. İşte bunlar, içinde hikmetli yasaların bulunduğu ve hükümranlık sağlayan kitabın ayetleridir. Kendi içlerinden bir adama “insanları uyar ve iman edenlere Rabbleri nezdinden üstün makamların verileceğini müjdele” diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti? O kâfirler “Muhakkak ki bu apaçık bir sihirbazdır / sihirdir” dediler. (Yunus Suresi 1-2)

Müşrik ileri gelenlerin bu propagandasına karşılık Cenab-ı Hak nasıl gökleri ve yeri altı günde / evrede yarattı ve bu kainatın yaratılmasını müteakiben işleyişinin kontrolünü de eline aldıysa Hz.Muhammed’in@ de ilahi rehberlik ile kuracağı Toplumsal Barış, Birlik ve Güvenlik (İslam)  Evreninin en kısa aşamada yaratılacağı ve bu evrenin yönetiminin başına geçeceğini müteakip ayetlerde vurgular. Bu vurguda gökyüzü metaforu ile ifade edilen yönetim üst yapısı ile yeryüzü metaforu ile ifadesini bulan toplumsal alt yapının tüm kurum ve kuruluşları ile teşekkül ettirilmekte olduğuna işaret vardır. Sonunda meydana gelecek İslam / Barış, Birlik ve Güvenlik ortamının belirli bir süre içerisinde (altı gün benzetmesi ile) Medine’de tesis edileceğine ve başına da Hz.Muhammed’in@ geçeceğine de işaret edilir. Bu yeni oluşumda egemenlik Allah’a ait olacak ve O’nun öğretisi uygulanacaktır. O nedenle insanlar yalnızca Allah’a kul olmaya davet edilir. Bu oluşum ve gelişim hakkında düşünmeleri istenir.

 

3- Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerinde egemenlik / hükümranlık kuran, kainattaki bütün iş ve oluşları yöneten Allah’tır. O’nun emri ve hükmü olmadıkça hiçbir şey meydana gelemez, hiç kimse bir tasarrufta bulunamaz. / Her şeyin yaratılışı, hareketi ve tasarrufu ancak O’nun emir ve hükümlerine göredir. ([1]) İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O’na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız? (Yunus Suresi 3)

Mekkeli müşrikler ne kadar direnirlerse dirensinler eninde sonunda Allah’ın sistemine dönüşün gerçekleşeceği, ahiretteki dönüş ile temsil edilir. Nasıl ki kozmik ahiret kesin ve kaçınılmaz olarak gerçekleşecek ise Mekke’deki şirk sisteminin de bir gün yok olacağı ve yerine ilahi öğretiye dayalı Barış, Güvenlik ve Birlik sisteminin / İslamın egemen olacağı bildirilir. Bunun kaçınılmazlığı Cenab-ı Hakk’ın yarattığı kainattaki her şeyin yerli yerinde ve hakkaniyetli olması, dolayısıyla haklının, ıslah edici eylemlerde bulunanların hakkını alacağı diğer taraftan ise zalim ve haksızlık yapanların hak ettikleri cezalarını alacağı bir sistemin var olmasındandır.

Cenab-ı Hakk’ın öğretisine göre kurulacak ve işletilecek bu sistemde hiç kimseye en ufak bir haksızlık yapılmayacak, kimsenin kimsede asla hakkı kalmayacak. Eninde sonunda hak ve adalet tecelli edecek. Ama bugün, ama yarın veya ahirette, fakat eninde sonunda herkes hak ettiğini görecektir.

 

4- Sonunda hepinizin dönüşü O’nadır. Bu Allah’ın kesinlikle gerçekleştireceği bir vaadidir. Şüphesiz ki O, iman eden ve ıslah edici amel işleyenlere adaletle karşılık vermek için yaratmayı başlatan ve sonra onu sürdürülebilir kılacak olandır. İnkarcılar için, inkarları / reddedişleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap vardır. (Yunus Suresi 4)

İnsanlara ısı ve ışık kaynağı olarak güneşi yaratan, geceleri bile aydınlık kılmak için ayı yaratan ve senelerin hesabını bilebilmek için aya evreler tayin eden Cenab-ı Hak, toplumsal yaşamlarında onları karanlıklarda bırakır mı hiç? Elbette hayır! O şirk ve zulüm karanlığına yuvarlanmış Mekke müşriklerini ve onlarla beraber diğer insanları da kurtarmak için Kur’an’ı bir güneş gibi göndermiş, o kitaptan aldığı ışığı tıpkı ayın güneş ışığını yansıtması gibi bir nur olarak insanlara yansıtan Resulü Hz.Muhammed’i@de göndermiştir.  O elçi, zaman içerisinde tıpkı ay gibi kendisine takdir edilen çeşitli menzillere varır. Böylelikle Mekkeliler ve onların ardından gelen insanlar toplumsal yaşamlarında huzurlu, mutlu ve aydınlık bir yaşam sürsünler istenmiştir. Bu da ancak ilahi öğretiyi izlemek, cahilliği terke etmek ve hakikat bilgisine ermek ile mümkündür. İlahi öğretinin rehberliğinde gerçek bilgiye eren bilgi toplumu için bu örneklemelere işaret edilir.

 

5- O, Güneş’i bir ışık kaynağı, Ay’ı da bir nur yapan ve senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz diye, Ay’a menziller takdir edendir. Bunları belli bir ölçü ile yaratan Allah, hakikati bilmek isteyen bir toplum için ayetleri böyle detaylandırır. (Yunus Suresi 5)

Yine nasıl ki karanlık gecenin ardından aydınlık bir gündüzün gelmesi Cenab-ı Hakk’ın koyduğu bir yasadır, aynı yasa toplumların yaşamı içinde geçerlidir. Zalimlerin hâkim olduğu karanlık günler bir gün mutlaka yerini hakkın, adaletin ve rahmetin egemen olduğu aydınlık günlere terk edecektir. Bu nedenle Allah’ın yasalarının egemen olmasını isteyen ve bu konuda hassasiyet sahibi kimseler, gece ile gündüzün birbirini kovalamasının ilahi bir yasa olduğundan hareketle, karanlık baskıcı günlerin ebedi olmadığını, aydınlık günlerin gelmesinin yakın ve kaçınılmaz olduğunu görürler.

 

6- Hiç şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde takva sahibi / ilahi yasalara uyma konusunda hassasiyet gösteren bir toplum için nice deliller vardır. (Yunus Suresi 6)

Diğer taraftan ilahi yasalara dayalı bir sistemi istemeyen ve rezil / aşağılık / süfli bir yaşamla tatmin bulan kimselerin sonu ise dünya da acı bir azap, ahirette de ateş azabıdır.

7- 8-Bize kavuşmayı dilemeyen, dünya hayatına / süfli yaşama razı olup, onunla tatmin bulan ve ayetlerimizden gafil olan kimseler var ya; işte onların varacakları yer, kendi elleriyle yaptıkları kötülükler yüzünden ateştir. (Yunus Suresi 7-8)

Halbuki iman edip salih / ıslah edici eylemlerde bulunanlar Cenab-ı Hak tarafından doğru yola sevk edilecekler ve sonunda onlar bu dünya da cennet gibi bir yaşama kavuşacakları gibi ahiretteki mükafatları nimet cennetleri olacaktır.

Onların kuracakları ilahi sistemde, Allah egemen olacak ve O’na hiçbir eksiklik atfedilemeyecek ve O’na şirk koşulmayacaktır.  Orada barış, huzur, selamet ve esenlik egemen olacaktır. Barış ve birlik ekseninde bir araya gelen bu inanmış toplulukların hepsi tesis edilen barış, huzur, güvenlik ve birlik ikliminin devamı için gayret göstereceklerdir. Onların yönelimleri Alemlerin Rabbi Allah’a olacaktır. Hiçbir kimse ya da topluluk, kendi grubu ya da topluluğu için ayrı bir baş çekmeyecek ve kendilerini seçip diğerlerini ötekileştirmeyecektir. Hiç kimsenin ayrı bir kutsalı ve bu kutsalın peşinden gittikleri ayrı bir yönetimi olmayacaktır. Madem ki Allah herkesin ilahı ve herkes O’nun kulu, o halde topluluğun tüm bireyleri yönelimlerini sadece Allah’a yapacaklardır. Allah kulları arasında ayrım yapmadığından bütün alemleri, bütün ırkları, bütün soy sop ve kabileleri yarattığından Allah’a yönelerek ilahi sistemi baz alan bir toplumda rahmet, barış ve güven hâkim olacaktır. Böylece herkes bu sistemi benimseyecek ve üzerlerinde daim olmasını dileyecektir.

 

9 -10- Hiç şüphesiz iman eden ve salih / ıslah edici amel işleyenleri ise imanlarından dolayı Rabbleri onları hidayete erdirir. Onlar altlarından ırmaklar akan naim cennetlerindedir.  Onların oradaki duaları “Allah’ım, Sen her türlü eksiklikten münezzehsin!” dir. Onların oradaki hayatları barıştır. / selamettir. / esenliktir. / selâmdır. Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun!” dur. / “Yönelimimiz Alemlerin Rabbi Allah’a”dır. (Yunus Suresi 9-10)

Mekkeli müminler bu sistemin tesis edilmesinde çok aceleci bir istek içerisindeydiler. Müminler bu konuda çok aceleci olsalar da Cenab-ı Hak kendi sisteminin / hayrın tecelli etmesini yine bir kurala bağlamıştır. Şayet insanların duygu ve heveslerine göre ilahi kurallar cereyan etseydi Mekkeli müşriklerin hemen sonları getirilirdi. Fakat Cenab-ı Hak kullarına karşı çok merhametli olduğundan sürekli onlara mühlet tanır. Hataları, yanlışları nedeniyle hemen ceza vermez. Onları zulümlerinden ve hatalarından dönmeleri için uyarıcılar gönderir. Hatta bazen onların hatalarını anlamaları için başlarına çeşitli sıkıntılar verir ki gittikleri yanlış yoldan dönsünler. Böylece bir süre geçer.

 

11-Eğer Allah, insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, kesinlikle onların ecellerini getirirdi. Fakat Bize kavuşmayı istemeyenleri azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız. (Yunus Suresi 11)

İnsanlar Cenab-ı Hak tarafından çeşitli sıkıntılara / krizlere maruz bırakılır. Onlar bu tür sıkıntılar / krizler yaşadıklarında hemen Cenab-ı Hakk’a yönelirler ve sıkıntılarının giderilmesi için sürekli yalvarır yakarırlar. Fakat sıkıntıları giderildiği zaman sanki hiç yalvarmamış gibi davranırlar. Kendilerini düzeltmeye yanaşmazlar. Sıkıntı / kriz içindeyken anladıkları hatalarından vazgeçmeye yanaşmazlar.

Bu durumlara bizzat Mekkelilerin üzerinden birkaç örnek vermek gerekirse;

1) Mekkeliler Hz.Muhammed’in@ doğduğu zamanda Fil hadisesi ile çok büyük sıkıntı yaşamışlar ve Ebrehe’nin saldırısından kendilerini koruması için Cenab-ı Hakk’a yalvarmışlardı. Şirk içerisindeki yaşamları, onların kalplerini parça parça etmişken Ebrehe’nin Fil ordusu ile karşı karşıya gelince hatalarından dönmüşler ve tekrar tevhit / birlik olup Ebrehe’nin ordusuna karşı direnmişlerdi. Cenab-ı Hakk’ın yardımı ile Fil ordusu perişan olmuş ve Mekkeliler helak olmaktan kurtulmuşlardı. Fakat Mekke müşrikleri bu olaydan sonra tekrar şirk sistemine geri dönmüşlerdi.

2) Hz.Muhammed’e@ elçilik geldikten sonra O’nun risaletine ve getirdiği tevhit sistemine karşı koymuşlar, O’na ve O’nu destekleyenlere boykot uygulamışlardı. Hz.Muhammed@ ve yandaşlarına uygulanan boykot zamanlarında Mekkeliler de büyük kıtlık / ekonomik krizler yaşadılar. Cenab-ı Hakk’ın inayeti ve Resulüne yol göstermesi ile izlenen politikalar sonucunda Mekke'nin yaşadığı ekonomik krizler adeta “karşı boykota” dönüşmüştü. Mekkeli müşrikler yaşadıkları bu sıkıntının / ekonomik krizin giderilmesi için Hz.Muhammed’e@ gelip yalvarıp yakarmışlar ve kıtlıktan kurtulmak için dua / yardım etmesini istemişlerdi. Hz.Muhammed’in@ girişimleri ve duası sonuç getirmiş böylece Mekkeliler bu kıtlıktan kurtulmuşlardı. Ancak Mekkeliler rahata erdikten sonra sanki daha önce iman edeceklerine dair söz veren kendileri değilmiş gibi şirkte kalmaya devam etmişlerdi.

Cenab-ı Hak, geçmişteki toplulukların da aynı şekilde davrandığını ama Cenab-ı Hakk’ın onlara olan merhametinden hemen onları yok etmediğini bildirirken sonunda onların acı sonla yüzyüze gelmelerinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamıştır. Zira onlar inat edip yola gelmeyi reddetmektedirler. Bu gibi davranan kimselere artık yapacak bir şey yoktur. Verilen mühletin sonuna gelindiğinde suçlular helak edilirken müminlerin devri başlayacak ve onlar da imtihan edilmek için ülkenin / yeryüzünün yönetimine getirileceği / halifeler kılınacağı belirtilir. Zaten Akabede varılan anlaşma ile de bu egemenliğin ayak sesleri iyiden iyiye hissedilir olmuştur.

 

12-14- İnsana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir.  Ant olsun ki, sizden önceki kuşakları zulmettikleri zaman helâk ettik. Onlara elçilerimiz açık belgeler ile gelmişlerdi. Fakat onlar inanmadılar. İşte Bizde suçlu toplulukları böyle cezalandırırız. Sonra nasıl amel edeceğinize bakalım diye onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. / kılacağız. (Yunus Suresi 12-14)

Akabe’de varılan anlaşmadan sonra Medine’de kurulacak İslam Cumhuriyeti eliyle Mekkeli müşriklerin cezalandırılacağı bildirildikten sonra onların bu cezalandırmayı hak ettikleri şöyle detaylandırılır;

“Kendilerine teklif edilmiş olan İslam Cumhuriyeti ve İslami yaşamı reddeden Mekkeliler boykot yıllarında kendileri ekonomik krizle / kıtlıkla karşı karşıya kalınca hemen Hz.Muhammed’in@ teklifini kabul ederek bu krizden çıkmayı amaçlamışlardı. O’nun dua ve girişimleri sonucunda krizden kurtulan Mekkeliler sözlerinde durmamış ve şirk sisteminde devam etmişlerdi. Kıtlık / Ekonomik krizden kurtulmaları halinde O’na ve getirdiği ilahi öğretiye iman edeceklerine söz veren Mekkelilerin yönetici elitleri kriz sonrasında ilahi öğretinin değiştirilmesi halinde iman edeceklerini bildirdiler ve öğretinin değiştirilmesini talep ettiler. Cenab-ı Hak ise elçisinden onların bu taleplerinin mantıksızlığını ortaya koyan ayetlerini okumasını istedi. Hz.Muhammed@, ilahi öğretiyi içeren ve kendilerine okunan Kur’an’ın kendi uydurması olmadığı, Cenab-ı Hakk’ın vahyettiği ilkeler olduğu, bu ilkeleri Allah’ın sistemini arzu etmeyen ileri gelenlerin isteğine uyarak kendisinin değiştirmesinin mümkün olmadığını bildirdi. Böylece bütün yaratılmışların ilahının bildirdiği ilkelere insanların itaat etmesinin zorunluluğu elçinin kendi şahsı üzerinden ifade edildi. Rabbi katında seçilmiş bir elçinin yani çok değerli bir kul olmasına rağmen kendisinin de bu yasalara uymaktan başka bir seçeneğinin olmadığı belirtilmiş oldu. Zaten bir insanın Rabbine karşı takınması gereken tavrının O’ndan gelen emirlere ve yasalara büyük bir saygıyla itaat etmesinden başka ne olabilir ki? Bu ayetlerde Resulü Ekrem’den şayet kendiliğinden böyle bir şeye kalkışırsa Rabbi tarafından korkunç bir azapla cezalandırılacağının bildirilmesi istenir. Tarih göstermiştir ki Allah’a iftira ederek O’nun adına milleti kandırmaya çalışanlar asla iflah olmamışlardır. Sonunda hile / yalan / iftira / sahtekarlıkları açığa çıkmış sahip oldukları iktidarlarından indirilmiş, rezil olmuş ve çok feci şekilde cezalandırılmışlardır.”

Aslında sıkıntının / krizlerinin esas kaynağı da zaten o müşrik ileri gelenlerin kendi arzularına göre bir sistem oluşturmalarından başka bir şey değildir. Onları krizden kurtaracak ilahi sistemi kabul edecekleri yerde kendi arzularına göre tekrar yeni bir şirk sisteminin kurulması derde derman olmayacaktır. Yeni krizleri / sıkıntıları beraberinde getirecektir. Ama müşrikler için önemli olan kendi statülerinin yeni sistemde de korunması ve sömürü çarklarının devam etmesi idi. Halbuki o güne kadar inzal olunan Kur’an ayetlerine bakıldığında önerilen ilahi sistem, onların zulüm sistemine yer vermiyordu.  

15- Onlara açık belge ve delilleri içeren ayetlerimiz okunduğunda, Bize kavuşmayı istemeyenler; “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değil! Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Şayet Rabbime isyan edersem, muhakkak ki ben büyük bir günün azabından korkarım. (Yunus Suresi 15)

Cenab-ı Hak, elçisinden şu hususu da onlara bildirmesini ister;

“Ben aranızda elli küsur yıllık bir ömür geçirdim ve bu yaşamım sırasında Mekke'nin sorunlarına çözüm getiren ve kendimin icat ettiği böyle bir sistem getiremediğimi gayet iyi biliyorsunuz. Mekke'nin sorunlarını birlikte yaşadık, bu sorunlara çözüm üretmek için birlikte çok kafa patlattık fakat peygamberlik öncesi Kur’an benzeri sözlerin ve böyle bir sistem önerisinin ağzımdan çıktığına hiç şahit oldunuz mu? Ama ne zaman ki Allah Kur’an’ı bana vahyetti, ben de size vahyolunan bu Kur’an’ı sizlere bildirdim, sizleri onun öngördüğü sisteme uymaya davet ettim. Allah şayet böyle murat etmeseydi ben size bu ilahi öğretiyi asla okuyamazdım ve sizler böylece bu öğretiden asla haberdar da olamazdınız. Bu sizin için bir lütuftur. Hala anlamayacak ve ayağınızı denk almayacak mısınız? Sorunlarınıza çözüm getiren, sizleri gelecekte karşı karşıya kalacağınız yıkım ve ahiret azabından koruyacak ilahi sistemin kadrini kıymetini bilmeyecek misiniz?”

“Şayet ben kendi icat ettiğim öğretileri Allah’a atfedersem o takdirde Allah’a iftira etmiş olmaz mıyım? O takdirde de zulümlerin en büyüğünü işlemiş olurum.  Allah’ın adına yalan uyduran ve insanları Allah adına kandırmaya çalışandan daha zalim kim olabilir ki? Diğer taraftan gerçekten O’nun inzal ettiği ayetlerini inkâr edenler de en büyük zulmü işlemiş olmazlar mı? Her iki yanlışı yapan günahkârlar elbette kurtuluşa eremezler.” 

 

16- 17- De ki: “Allah dileseydi, ben onu (Kur’an’ı) size okumazdım ve O (Allah), onu size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan (Kur’an inzal olmadan) önce içinizde bir ömür geçirmiştim. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? Hem uydurduğu yalanı Allah’a iftira atandan ve/veya O’nun ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim olabilir? Şu muhakkak ki böyle günaha batmış olanlar asla iflah olmazlar.” (Yunus Suresi 16-17)

Cenab-ı Hak, Mekke halkının kendilerine inzal edilen öğretiye uyacakları yerde kendilerinin faydasına, menfaatine ve kendilerini zarardan korumak için hiçbir şekilde kıllarını dahi kıpırdatmayan şirk sisteminin yöneticilerine itaat ettiklerini belirtir. Dahası onların şirk otoritelerini (ruhbanlarını / politikacılarını) Allah katında kendilerini kayırıcı torpil makamı olarak gördüklerini bildirerek ne kadar büyük bir hata ve gafletin içerisinde olduklarına işaret eder. Halbuki o ileri gelenler Mekke halkının yararı için hiçbir çaba göstermemekte, onları zarardan korumak için de hiçbir gayret içerisinde değillerdir. Dünyada halkın sorunlarını çözme hususunda hiçbir çabası olmayan ancak kendi menfaatlerini düşünen bu şirk otoritelerinin ahirette Allah’ın indinde insanların menfaatlerini koruyacağını düşünmek ne kadar büyük bir gaflettir. Diğer taraftan Cenab-ı Hak böyle kişilere asla değer vermediği gibi ahirette onlara böyle bir izin verdiğine dair en ufak bir bilgi / ahit / sözleşme de yoktur. Bu nedenle Cenab-ı Hak elçisine Allah’ın asla tasvip etmediği bir şeyi ona yakıştırmayı reddederek müşrikleri azarlar. Onlara “Allah bilmiyor ama siz biliyorsunuz öyle mi?” denir.

 

18- Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ve ne de yarar sağlamayan kişilere tapıyorlar ve “Bunlar Allah yanında bizim şefaatçilerimizdir / kayırıcımızdır / torpilimizdir” diyorlar. De ki: “Siz Allah’ın göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi O’na bildiriyorsunuz?” O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir ve çok yücedir. (Yunus Suresi 18)

Toplumlar tarihin belirli dilimlerinde tek bir topluluk olarak yaşamışlar fakat sonra kendi aralarında bazı nedenlerden dolayı ihtilafa düşmüşlerdir. Onların ihtilafları derinleşmiş ve sonunda ayrılık, bölünme ve çatışmalara kadar varmıştır. İhtilaf / ayrılığa düşen topluluklar aynı zamanda ahlaksızlık ve zulüm batağına da saplanmışlardır. Zira toplumların bölünmeleri / parçalanmaları, rekabet ve ötekileştirme ile zulmü de beraberinde getirir. Her grup kendini üstün kılmak için yapacağı hareketlerle karşı gruba büyük zulümler yapar.  Birlik ve beraberliğin getirdiği bereket, bolluk, verimlilik, performans ve güç kaybolur. Giderek zayıflık, güçsüzlük, her alanda darlık ve sıkıntılar baş gösterir.  Zulmün ve adaletsizliğin yayıldığı toplumlarda yönetimler kendi toplumsal desteklerini de kaybederler.  Bu nedenle şirk en büyük zulümdür. Ancak Cenab-ı Hak insanların bu bozulmalarını hemen cezalandırmamış, onlara belki hatalarını anlarlar da tekrar tevhit olurlar diye mühlet tanımıştır. Fakat hatalarında ısrar edenler sonunda acı azaplarla karşılaşmışlardır.

Mekkeliler de aynı süreci yaşamışlardır. Hz.İbrahim’in@ kuruluşunu yaptığı ve kuruluş felsefesini de tevhit olarak belirlediği Mekke, başlangıçta tek bir ümmetti. Ancak özellikle şirk sistemi ve bu sistemin öngördüğü parçalanmışlık / atomize toplum yapısı Mekkelileri birbirine düşürmüş ve birbirini yiyen zulüm içerisinde yaşayan bir toplum olmuşlardır. Sadece Mekkeliler değil, şirk sistemini benimseyen diğer Arap kabileleri de aynı ayrılık ve bölünmüşlüğü yaşamışlardır. Onların parça bölük toplumsal yapıları ise ülkelerini düşman kuvvetlerinin saldırılarına karşı korumasız ve zayıf bir hale getirmiştir. Fil olayında Ebrehe’nin ordusunu hiçbir kabile durduramamıştır. Mekke’ye kadar gelip Kabe’yi yıkmak için saldırıya geçen bu orduyu tekrar tevhit olup yek vücud karşı koyan Mekkeliler, Cenab-ı Hakk’ın da yardım ve inayeti ile perişan etmiştir. Ama tehlike / sıkıntı / kriz geçtikten sonra tekrar yine parça bölük şirk yapısına dönen Mekkeliler, tekrar tehlikelere açık hale geldiler. Hz.Muhammed’in@ davetine uyarak tevhit sistemine girmedikleri takdirde başlarına çok büyük felaketlerin gelmesi kaçınılmazdır. Şayet felaket gelmiyorsa bu Cenab-ı Hakk’ın mühlet vermesinden dolayıdır.

19- İnsanlar (Mekkeliler) bir tek ümmettiler, sonra ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir Söz geçmemiş olsa idi, onların aralarında ihtilâfa düştükleri şey hakkında mutlaka hüküm icra edilirdi. (Yunus Suresi 19)

Hz.Muhammed’in sürekli olarak Mekkeliler için yıkım azabı ve felaket uyarısı yapması karşısında onlar bu hususta ondan azabın hemen gelmesini talep etmişlerdir. Onların peygamberimizden bu tür taleplerine karşı Cenab-ı Hak, elçisine bu uyarıların zamanı konusunda bir bilgisinin olmadığını söylemesini emreder. Toplumsal yaşam içinde koyduğu yasa gereği bu yıkım azabının kaçınılmaz olduğunu bildiren Cenab-ı Hak, bu yasanın işlemesindeki bir diğer kuralın ise bu felaket ve yıkımın ne zaman gerçekleşeceğinin kendisine ait olduğudur. Bir toplumun yanlış siyaseti nedeniyle ne zaman yıkılacağını kim bilebilir ki? Cenab-ı Hak, onların “haydi bu bahsettiğin yıkım azabı gelsin bakalım” şeklindeki alaycı sözlerine karşılık “Bekleyin! Size vaat edilen mutlaka gelecek. Nasıl olsa ben de sizinle beraber bekleyeceğim” şeklinde cevap vermesini emreder.

 

20- Onlar “Ona Rabbinden bir ayet (yıkım azabı / felaket) gelse ya ?!” diyorlar. (De ki); “Gayb / gelecek Allah’a aittir. Bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim” (Yunus Suresi 20)

Cenab-ı Hak, şirk sisteminin yol açtığı sıkıntıdan / krizden / tehlikelerden Mekkelileri kurtarmak için kendilerine rehber göndermesine rağmen onların gönderilen rehberi yok edici tuzaklar kurduklarını dile getirir. Mekkeli müşriklerin bu yaptıklarına cevabın gecikmeyeceği ve çok hızlı bir karşılık verileceğini Cenab-ı Hak bildirir.

21- İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine rahmetimizi / ilahi mesajlarımızı/ kurtarıcı elçiyi gönderdiğimiz zaman onlar ayetlerimiz ve mesajlarımız hakkında bir plân / tuzak kurdular. De ki; “Plan / tuzak kurmak bakımından Allah daha hızlıdır.” Muhakkak ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar. (Yunus Suresi 21)

Fil vakasından önce Mekkelilerin işleri gayet iyi gidiyordu. Ticaretleri yerindeydi. Zenginlikleri artıyor servetlerine servet katıyorlardı. Gidişat onların yüzünü güldürüyordu. Ancak Ebrehe, ordusu ile birdenbire bir fırtına estiriverdi. Öyle ki tüm kazançlarını, evlerini yurtlarını, mabetlerini ve tüm aile efratlarını kaybetme riskiyle yüz yüze gelmişlerdi. İşte tam o zaman şirk sisteminin bütün değerlerini terk edip tevhit sisteminin değerlerine ve bu dinin ilahı olan Alemlerin Rabbine sığındılar. Çünkü tam o anda başka hiçbir değer ve başka hiçbir güç onları kurtaramazdı. Cenab-ı Hak, onları tekrar gerçek dine / tevhide yani bir ve beraber olmaya döndükleri zaman kurtarmıştı. Bu durum Mekkelilerin başına belki daha sonra da gelmişti. Ya da Mekkeli bazı tüccarların ticaret seferleri sırasında gerçekten fırtınaya yakalanmaları şeklinde de gerçekleşmişti.

Ancak kurtuluşun hemen ardından onlar nankörlük etmişler ve hemen tekrar şirk sistemine dönmüşlerdi. Böylece doğru yolu, adaleti ve iyilik yolunda devam etmek yerine tekrar azgınlık yoluna devam etmişlerdi. Cenab-ı Hak, onların bu seçimini kısa dünya yaşamlarında süfli bir yaşamı tercih etmeleri olarak değerlendirir ancak sonunda dönüşün kendisine olacağı ve yaptıklarının hesabını verecekleri uyarısında bulunur. Ayrıca daha bu dünyada iken bile eninde sonunda ilahi öğretiye dayalı bir sistemin kurulmasının kaçınılmazlığını belirterek herkesin yaptıklarının kendilerine bir bir anlatılacağını ve hesap sorulacağını bildirir. Bu hesap sormayı, kıyametten sonra gerçekleşecek olan hesap günündeki hesap sorma üzerinden anlatır.

22 -23- Sizi karada ve denizde seyrettiren O’dur. Hatta bir seferinde siz gemilerde idiniz. Gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürüyordu. Yolcular neşe içerisindeyken, şiddetli bir fırtına gelip çattı, dev dalgalar her tarafı sardı. Onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini yalnızca O’na halis kılarak “Bizi bundan kurtarırsan, biz mutlaka, şükredenlerden olacağız.” diye O’na yalvardılar. Fakat ne zaman ki O onları kurtardı, görüyorsun ki onlar yeryüzünde haksız yere azgınlık yapıyorlar. -Ey insanlar! Azgınlığınız kendi aleyhinizedir. Bununla sadece dünya hayatının menfaatini elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz yine Bizedir. O zaman yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi 22-23)

Cenab-ı Hak, yüce ilahi sistemle beslenerek gelişen ve büyük medeniyetlere kavuşan milletlerin daha sonra kısa ve geçici dünya hayatının süfli yaşamını tercih ederek yüce değerlere sırt dönmelerinin getireceği felaket aşağıdaki ayetlerde şöyle anlatır;

“Yağmurun yağmasıyla yetişen bitkiler gelişir, serpilir, en güzel kıvama geldikten ve meyveleri de olgunlaşıp tam toplanma aşamasına geldiğinde aniden gelen bir felaketle bütün meyvelerin yok olup gitmesi, üretici açısından nasıl bir felaket ise tevhit sistemi ile elde edilen nimetler ve zenginliklerin şirk sistemi ile bir anda elden çıkması mukadderdir. Zira şirk sistemine evrilmiş toplumların toplumsal desteğini yitirmesi ve kendi içinde birbiri ile çatışmalı topluma yani toplumsal kaosa, anarşiye düşmesi sonucunda iktidarın bir inkılap ile devrilmesi ya da düşman kuvvetleri ile yıkıma uğraması çok kolaydır. Böyle bir durumla karşılaşılması halinde sahip olunan nimet ve zenginlikler aniden elden çıkar gider.”

24- Dünya hayatının misali, “Gökten indirdiğimiz su gibidir ki insanların ve hayvanların yedikleri yeryüzü bitkileri o suyla büyüyüp gürleşir ve birbirine girer. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de onun üzerinde her türlü tasarrufa muktedir olduklarını sandıkları bir sırada, gece veya gündüz vakti ansızın ona emrimiz geliverir de sanki dün orada hiçbir renk cümbüşü yokmuş gibi onu ta kökünden biçivermiştir.” Biz ayetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle detaylandırırız. (Yunus Suresi 24)

 

Halbuki Allah Mekkelileri felakete ve yok oluşa değil esenliğe, barışa, kurtuluşa, huzura, selamete çağırıyor. Onlar eğer Medine’ye İslam yurduna / barış, selamet, birlik ve beraberlik yurduna hicret edecek olurlarsa orada huzurlu ve mutlu bir yaşama kavuşacaklardır. İlahi öğreti çerçevesinde tevhit olmuş toplumun asla yenilmeyeceği ve zillet yaşamayacağı bildirilir. Ahirette de cennetle ödüllendirilme ile müjdelenirler.

           

25-26- Allah sizi selam yurduna çağırıyor. O dileyen kimseyi doğru yolu bulması hususunda rehberlik eder. Onlar için çok güzel bir karşılık ve ziyadesi vardır. Onların yüzleri keder görmez, asla zillete de düşmezler. İşte bunlar cennet ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. (Yunus Suresi 25-26)

Ama Mekke şirk sistemi içerisinde kalmayı tercih edenler, işledikleri zulüm ve kötülüklere karşılık mutlaka yıkım ve yenilgi azabı ile cezalandırılacaklardır. Gelecekte karşılaşacakları aşağılanma ve zilletten kimse onları kurtaramayacaktır.  Müminler eliyle Allah’tan gelecek azap karşısında onların yardımcıları ve koruyucuları da bulunmayacaktır. Onların ahiretteki cezaları ise ateş olacak ve orada ebedi kalacaklardır.

 27- Kötülük yapan kimselere ise işledikleri kötülüğe denk bir ceza verilir. Onların yüzünü zillet kaplar. Onları Allah’a karşı koruyacak kimse de yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parça ile bürünmüş gibidir. İşte onlar ateş halkıdır. Onlar orada ebedî kalacaklardır. (Yunus Suresi 27)

Ahirette insanlar hesap günü için toplandıkları zaman, şirk sistemi içerisinde yaşamayı tercih ederek zulme ortak olanlar o gün ikiye ayrılacaklar. Şirk sisteminin yöneticileri / önderleri ile onlara uyanlar şeklinde ayrılacaklar. Azabın kaçınılmaz olduğunu gören yöneticiler / liderler halkın kendilerine olan itaatlerini reddederek azaptan yırtmanın yollarını arayacaklar. Onlar “Biz sizin bize itaatinizden / ibadetinizden gafildik” diyerek onları satmaya ve esas suçlunun halk olduğunu yani “halk ne istiyorsa kendilerinin o yolu uyguladıkları” şeklinde mazeret ileri sürecekler. Hatta onlar bu hususta Allah’ı şahit olarak gösterecekler. Ama onların bu uyanıklık çabaları boşa gidecek ve mazeretleri kendilerini kurtarmayacak. Şirk sisteminde kalmayı tercih eden halkta kendilerini kurtaramayacak. Böylece herkes geçmişte yaptıklarının cezasını çekecektir.

Nasıl ki ahirette böyle bir sahne ile karşılaşılacaksa, benzeri bir sahne de Medine’de kurulan İslam Cumhuriyetinin ileride Mekke’yi mağlubiyete uğratmasından sonra yaşanacağını bu ayetler işaret etmektedir. Müşrik yöneticiler mağlup olacakları ve Allah’ın sistemine gidişatın kaçınılmaz olduğunu gördükleri zaman Mekke’nin müşrik halkını terk edip İslam Cumhuriyetine / Allah’a teslim olacaklar ve halkı satacaklardır. Mekke’nin yöneticisi olmayı, halkın lideri olmayı reddedecekler ve gelip Hz.Muhammed’in@ dizi dibinde O’na teslim olmayı seçeceklerdir. (Amr b. As, Halid b. Velid vb. liderler gibi) işte gelecekte böyle bir duruma düşmeden şimdiden O’na iman etmeleri için bu ayetler uyarı niteliğinde inzal edilir.

28-30-O gün onların hepsini toplayacağız. Sonra şirk koşanlara şöyle diyeceğiz; “Siz ve ortaklarınız yerlerinize!” Böylece onları birbirinden ayıracağız. Onların ortak koştukları; “Siz zaten bize tapmıyordunuz ki!” dediler. (diyecekler.) Şimdi bizimle sizin aranızda Allah şahittir ki “Biz sizin tapınmanızdan / itaatinizden gerçekten gafildik” dediler (diyecekler).  O an ve işte orada herkes geçmişte yaptıklarının hesabını verecek. Herkes gerçek mevlâları olan Allah’a döndürülecek ve iftira edip uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakıp kaybolacaklardır. (Yunus Suresi 28-30)

Cenab-ı Hak, gelecekte başlarına gelecek olan felaketlere değinerek Mekke müşriklerinin akıllarını başlarına devşirmeleri konusunda uyarılarını yaptıktan sonra bakışlarını Kendisinin onların hayatlarındaki yerine işaretle soruları sıralar. Onların yaşamları için zorunlu rızıkları yerden ve gökten kimin verdiği, görmeyi ve işitmeyi kimin sağladığı -ki yaşamsal gerekliliklerin en başında gelmektedir- tabiattaki işleyişe kimin egemen olduğu şeklindeki sorulara onların verdikleri “Allah” cevabından sonra onlara hala neden Hz.Muhammed’in@ teklif ettiği ilahi öğretiyi takip etmediklerini sorgulayan ayetlerini inzal eder. Onlara yaşamsal olarak her türlü ihtiyaçlarını karşılayan bir tanrının yine kendilerinin hayatiyetlerini huzur, emniyet ve selametle geçirmeleri için sunduğu tevhit sisteminden neden kaçtıklarının anlaşılmaz oluşuna vurgu yapar. Bu ayetlerde onların hayret verici ve anlaşılmaz bir şekilde hak, hukuk ve gerçeklikten uzak durup da sapıklığı tercih etmelerinin karşılığında şiddetle cezalandırılmalarının bir hak olduğu belirtilir. Elbette hakkı bu denli inkâr edip yanlışta bu denli ısrar etmelerinin mutlaka bir bedeli olacaktır.


31- 33- De ki: “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? İşitmenizi ve görmenizi kim sağlıyor? Ölüden diriyi ve diriden ölüyü kim çıkarıyor? Tabiattaki bu mükemmel düzenin işleyişindeki talimatları kim veriyor?” Onlar “Allah” diyecekler. O zaman de ki: “O hâlde neden hâlâ O’nun yolunu takip etmeye yanaşmıyorsunuz? Halbuki sizin gerçek Rabbiniz işte O Allah’tır. Artık “bu gerçek”ten sonra sapıklıktan başka ne olabilir? O hâlde nasıl da çevriliyorsunuz?”  Bu gerçeğe rağmen yoldan çıkmış / fasıklık eden kimseler hakkında Rabbinin azap sözü hak olmuştur. / gerçekleşecektir. Çünkü onlar artık iman etmezler. (Yunus Suresi 31-33)

Cenab-ı Hak, müşrik ileri gelenlerden sonra elçisinden hitabını Mekke halkına yöneltmesini ister;

“Onlara kendisi gibi kâinatı yaratan ve işleten / sürdüren şirk otoritelerinden herhangi bir sözde ilahın / kimsenin olup olmadığı sorulur. Aynı şekilde kendisinin yönlendirmesiyle elçisinin tevhide dayalı bir sistemi / hükümeti Medine’de yaratmaya başladığı ve o sistemi / hükümeti sürdürülebilir kılacağı gibi müşrik liderlerin arasından da benzer bir sistemi / hükümeti yaratabilecek ve sürdürebilecek olup olmadığı sorulur. Tabi ki onlar böyle bir şeyi becerebilecek kabiliyetlerden ve kudretten yoksun olmalarına rağmen müşrik halk neden onları takip ederek yanlışı işlemekte ısrar ettikleri sorgulanır.”

“Allah insanların sosyal yaşamlarında elçisi ve mesajları aracılığıyla rehberlik edip yol gösteriyor. Şirk otoritelerinden benzer şekilde halka yol gösterecek kimsenin olup olmadığı sorulur. Şirk otoritelerinin değil halka yol göstermek, kendilerine rehberlik edilmedikçe doğru siyaseti ve doğru sosyal yaşam ilkelerini bile bulamayacak kimseler oldukları belirtildikten sonra halkın o otoritelerin peşinden niye gittikleri sorgulanır. Halkın çoğunun peşlerinden gittikleri yani itaat / ibadet ettikleri şirk otoritelerinin halkı itaat ettirmek için uydurdukları şirk felsefesine / öğretisine dair her şeyin gerçeklikten uzak teori bile olmayan fikirlerden ibaret olduğu belirtilir.”

 

34-36-De ki; “Ortaklarınızdan, yaratmayı başlatıp daha sonra da onu sürdürülebilir kılan var mı?" De ki; “Halbuki Allah yaratmayı başlatır daha sonra da onu sürdürür. / sürekli kılar. O hâlde nasıl oluyor da hala yanlışı tercih ediyorsunuz?”  De ki; “Ortaklarınızdan doğru yolu gösterecek olan kimse var mı?” De ki; “Allah, doğru yola hidayet eder. Öyleyse doğru yola ileten mi tabi olunmaya daha layıktır? Yoksa kendisine rehberlik edilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? O hâlde size ne oluyor? Nasıl böyle yanlış bir yargıya varıyorsunuz?”  Onların çoğu zandan / teoriden başkasına tabi olmuyorlar. Halbuki zan / teori gerçekliği / doğruluğu ispatlanmamış iddiadan başka bir şey değildir. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. (Yunus Suresi 34-36)

Mekkelilerin peşlerinden gittikleri batıl şirk ideolojisi Mekke toplumunun hiçbir sorununu çözmezken Hz.Muhammed’e@ indirilen Kur’an’ın öngördüğü tevhit ideolojisi ise Mekkelileri her türlü tehlikeden emin kılacak, toplumsal sorunlarını çözecek ve onlara barış, huzur ve selamet getirecek bir yol önermektedir. Bu niteliklere sahip bir öğreti, başkasına izafe edilemez. O olsa olsa Alemlerin Rabbindendir. Hem bu öğretiye Mekkeliler yabancı da değiller. Zira Kabe’nin kurucu ideolojisinin sahibi olan Hz.İbrahim’e inzal edilen sahifelerde yer alan ilkeler ile Hz.Muhammed’e inzal edilen ilkeler birbiriyle örtüşmektedir. Hatta Resulü Ekrem’in getirdiği ilahi ideoloji Hz. İbrahim’in yolunu açıklamaktadır. Kur’an kapsamında inzal edilen bu öğreti, ne Hz.Muhammed’in@ düşüncesinin ürünü ne de başka bir insanın düşünce ürünüdür. Şayet bu öğretinin Hz.Muhammed’in@ kendisinin uydurduğu bir ideoloji olduğu iddia ediliyorsa –ki Mekke müşrik ileri gelenleri tarafından söylenmektedir- o takdirde bunun gibi bir öğretiyi kendileri de üretebilirler. Fakat onlar benzer bir öğreti üretemiyorlar, üretemezler de. Zira onlar arzuları doğrultusunda sadece kendi menfaatlerine olan ilkeler üretebilirler. Ürettikleri bu öğreti toplumun yararına olmayacağından Hz.Muhammed’e@ indirilen ilahi öğreti gibi olmayacaktır. Bu nedenle onların ortaya koydukları ideoloji toplumun sorunlarına asla çözüm sunamayacaktır. Aslında onlarda gayet iyi biliyorlar ki kendi menfaatlerinden vazgeçseler varacakları sonuç ilahi öğretinin öngördüğü ilkelerden başkası olmayacak. Ama onlar kendi çıkarlarından vazgeçemeyecekleri için ilahi öğreti gibi ilke ve düsturları içeren bir sure / ideoloji / öğreti üretemezler. Onlar bu halleri ile yıkılışa doğru gitmektedirler. Ancak onlar yıkılışa doğru gittiklerine dair ilahi ihbarı inkar etmektedirler. Onlara göre gidişat öyle çok vahim değildir. Fakat Allah, onların gidişatının hiç te iyi olmadığını, bu dünya da yıkım azabı ile karşı karşıya kalacaklarını, ahirette ise yaptıkları zulüm nedeniyle ateş azabı ile cezalandırılacaklarını bildirir. Onlar ise ilmini kavrayamadıklarından ve gelecek konusunda vizyonsuz olduklarından Cenab-ı Hakk’ın uyarılarını anlayamıyorlar ve yalanlıyorlardı. Ama geçmişteki zalimlerin akıbeti ne olmuşsa Mekkeli zalimleri de aynı akıbet beklemektedir.

37-39- Bu Kur’an, Allah’tandır.  Başkasına izafe edilemez. Lâkin onların elleri arasında olanı (Hz.İbrahimin kitabını / sahifelerini) onaylar / tasdik eder / kabul eder ve o kitabı ayrıntılı olarak açıklar. Bunda hiç şüphe yoktur. Âlemlerin Rabbindendir.  Yoksa onu kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki; “Öyleyse siz de benzeri bir sure meydana getirin bakalım. Eğer iddianızda samimi iseniz Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın.” Hayır aksine, onlar ilmini kavrayamadıkları ve tevili / sonucu henüz başlarına gelmemiş olan şeyi yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler de böyle yalanlamışlardı. İşte bak zalimlerin sonu nasıl olmuştur. (Yunus Suresi 37-39)

Cenab-ı Hak Mekke halkından ilahi öğretiyi benimseyeceklerin olacağı gibi inanmayan kimselerin de olacağını belirtir. Fakat müşrik ileri gelenlerin yolunu tercih etmede halka baskı ve korkutma yaparak fesat çıkardıklarını da belirtir. Cenab-ı Hak, Mekke halkından Hz.Muhammed’in@ çağrısına kulak verenlerin ve O’na icabet edenlerin olduğunu belirterek ilahi öğretinin doğruluğunu kabul eden bu kimselerin akıl sahibi kişiler olduğunu, kafasını kullanan ve gelecekte karşılaşacağı tehlikeleri görüp o tehlikelerden kendilerini emniyete almak isteyen kişiler olduğuna işaret eder. Bu kimseler doğruyu arayan ve toplumun selametini isteyen, huzuru, istikrarı isteyen insanlardır. Onlar ahmakça hareket etmezler. Fakat aklını kullanmayan ve gelecekte başlarına gelecek felaketi / azabı göremeyen kimseler ise kafalarını çalıştırmayan kimseler, hakka ve hakikate kulaklarını tıkayan kimselerdir. Onlar için yapacak bir şey yoktur. Onların yakın gelecekte yaşayacakları azap ise yaptıklarının karşılığı olacaktır. Cenab-ı Hak asla kullarına zulmetmez. Kulları belayı ve azabı kendi istek, arzu ve tercihleri sonucu başlarına getirirler.

40- 44- Onlardan ona inanan da olacak, inanmayan da. Senin Rabbin fesat çıkaranları en iyi bilendir. Eğer seni yalanlamaya kalkacak olurlarsa o zaman de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yaptıklarımdan siz sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptıklarınızdan sorumlu değilim.”  Onlardan sana kulak veren kimseler de vardır. Fakat onlardan akletmeyen ve seni de dinlemeyen sağırlara, sen mi duyuracaksın?  Onlardan sana bakanlar da var. Fakat görme yeteneklerini kaybetmiş olan bu körlere sen mi doğru yolu göstereceksin? Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi 40-44)

O inkılap / değişim gününün gelmesi çok yakındır. Hatta o güne kavuşulduğunda zamanın ne kadar hızlı aktığına onlarda çok şaşıracaklar ve geçmişin sanki bir saatlik bir zaman dilimi gibi gelip geçtiğini görecekler. İlahi sistemin gelmesini istemeyen kimseler için o gün ziyan günü olacak.  Şirk sistemi yıkılacak ve onlar o yıkım azabını yaşayacaklar. Bu kaçınılmaz olarak gerçekleşecek. İnsanlar eninde sonunda Allah’a yani ilahi sisteme teslim olacaklar. Şirk sisteminin yıkılıp insanların ilahi sisteme kavuşması Hz.Muhammed’in@ hayatta kalmasına bağlı da değildir. Resulü Ekrem vefat edecek olsa dahi bu zulüm sistemi mutlaka yıkılacaktır ve o zalimlerin yaptıklarına şahit olan Allah, onların hesabını görecektir.  Şayet onlar Resule uyarak hallerini düzeltecek olurlarsa o elçi onlara adaletle muamelede bulunacak ve onlara asla zulmedilmeyecektir.

45-47- Onları toplayacağı gün, onlar gündüzden ancak bir saat kalmışlar gibidirler. Kendi aralarında birbirlerini gayet iyi tanıyor olacaklar. Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar, doğru yoldan gidenler olmadıklarından ziyana uğramış olacaklardır. Onlara vaat ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de yahut seni vefat ettirsek de sonunda onların dönüşü yalnızca Bize olacak. Allah da onların yapacaklarına şahittir. Her ümmetin bir peygamberi vardır. O elçileri geldiği zaman aralarında adaletle hükmolundu. / hükmolunacak. Onlara asla zulmedilmez. / zulmedilmeyecek.  (Yunus Suresi 45-47)

Mekkeliler şirk sisteminin yıkılıp yerine İlahi öğretiye dayalı İslam / barış / birlik ve beraberlik / tevhit sisteminin kurulacağına ilişkin inkılabın ne zaman gerçekleşeceğini sorunca Hz.Muhammed@ onlara;

 “Allah ne zaman dilerse o zaman bu inkılap gerçekleşecek. Ben kendime bile O’nun nasıl bir fayda ya da zarar murat ettiğini bilemezken onun vakti konusunda size nasıl tarih verebilirim ki? Ama şu bir gerçek ki her sistemin bir sonu vardır. Sizin kurulu şirk sisteminizin de bir ömrü vardır. O ömür bittiği zaman artık onu yaşatmak mümkün değildir. Sizin için tehlike çanları çalmaktadır. Bunu çevrenizdeki gelişmelerden bakıp anlayabilirsiniz. Tevhit sistemini kabul etmediğiniz takdirde şerefiniz, izzetiniz elinizden gidecek perişan olacaksınız. Şirk sisteminin size verdiği bu gerilik ve zayıflık nedeniyle azapla yüz yüze geleceksiniz. Bu azap sizi belki gece uykuda ya da güpegündüz ansızın yakalayacak. Bu akıbetle karşılaşmanız kaçınılmazdır. Uyarılara kulak vermediğiniz takdirde azapla karşılaşınca bu hak edilmiş bir azap olmaz mı?”

İşte tüm bunlar Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği aşağıdaki ayetlerde zikredildiği şekilde gerçekleşti.

48-52- Onlar; “Eğer iddianızda samimi iseniz bu vaat ne zamandır?” diyorlar. De ki; “Ben kendime bile Allah’ın dilediğinin dışında ne zarar ve ne de faydaya muktedir değilim.” Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince artık ne bir saat (an) geri kalabilir ve ne öne alabilirler. De ki; “Hiç düşündünüz mü? Ya O’nun azabı size geceleyin uykuda veya gündüzün gelecek olursa!” Suçlular bunu ne diye acele isterler ki? O azap başınıza geldikten sonra mı iman edeceksiniz? İşte o vakit onlara; “Halbuki onun acele gelmesini istiyordunuz” denilecek.  Sonra o zulmedenlere; “Tadın ebedi azabı!” denilecek. -Kazanmış olduğunuz şeylerden başkası ile mi cezalandırılacaksınız? - (Yunus Suresi 48-52)

Hz.Muhammed@ Mekkelilere bu uyarıları yaparken onlar hala bu yıkım / inkılabın gerçek olup olmayacağını tartışmaya açtılar. Onlar böyle bir değişimin olmayacağını iddia ettiler. Resulü Ekrem ise onlara bunun kaçınmaz olduğunu ve mutlaka gerçekleşeceğini Allah adına yeminle ifade ettikten sonra bu inkılaptan kurtuluşlarının olamayacağını vurgular. Bu inkılap gerçekleştikten sonra iş işten geçmiş olacağından onların yakalarını kurtarmak için ellerinde ne varsa fidye olarak vermek isteyeceklerini belirtir. Fakat o zaman onlar arasında adaletle hükmedileceği ve hak ettiklerinin karşılığının verileceğini ama asla zulmedilmeyeceğini belirtir.

Peygamberimiz onlara bu cevabı verdikten sonra Allah’ın vaadinin gerçek oluşunu yerlerin ve göklerin kendisine ait oluşuna bağlar. Madem ki Allah tüm kâinatın sahibi ve işleticisi, her şeyi yerli yerince yaratmış ve işlettiği bu kâinatta hiçbir zulüm yoktur o halde O insanların kendi ilişkilerinde de zulme razı olmaz. Kendi iradeleri ile hareket etmelerine müsaade ettiği insanların birbirlerine zulmetmeleri halinde denge bozulacağından Allah’ın koyduğu yasa gereği insan ilişkileri tekrar bir dengeye gelinceye kadar mevcut sistemin yıkılıp yerine yeni bir sistemin gelmesi mukadderdir. Bu süreçte de toplumlar arasında bir kaosun, çatışmanın yaşanması kaçınılmazdır. Bu kaosun sonunda ise ilahi sistemin öngördüğü yeni bir sistem inşa edilir ve zulmedenler yaptıkları yanlışın bedelini öderler. Allah toplumları hem diriltir hem de öldürür. Zulmeden toplumlar ölür ve tarihin çöplüğüne atılırlar, yerlerine ise adaletli olan yeni toplumlar gelir. Toplumsal yaşamda bu döngü sürekli böyle sürer gider. Peygamberimiz sosyolojinin / ilahi toplumbilimin bu yasasını Mekkelilere ifade ederken onların artık uyanmaları ve gözlerini açmaları gerektiğini söyler. Tabii ki Hz.Muhammed’in@ yukarıdaki bu tebliği Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği aşağıdaki Kur’an ayetleri ile gerçekleşti.

53-56- “O (azap) gerçek mi?” diye senden soruyorlar. De ki: “Evet. Rabbime ant olsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz bundan yakayı kurtaramazsınız.” Eğer ki, zulüm yapan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa azabı gördüğü zaman pişmanlığını gizler ve onların hepsini feda ederdi / fidye olarak verirdi. Artık aralarında adaletle hükmedildi. / hükmedilecek. Onlar asla haksızlığa uğramazlar. / uğramayacaklar. Uyanın artık! Muhakkak ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır ve şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar. O hem diriltir hem de öldürür. Sonunda kaçınılmaz olarak O’na döndürüleceksiniz. (Yunus Suresi 53-56)

Cenab-ı Hak, Mekkelilerin artık uyanmaları ve başlarına gelecek inkılap / değişim konusunda yaptığı uyarıdan sonra onlara kurtuluş yolunu da gösterir;

 “Ey İnsanlar! (Ey Mekkeliler!) Rabbinizden size öğüt verilmektedir. Sapkın ideolojik hastalıklarınızı tedavi etmek için size ilahi ideoloji gelmiştir. O ideolojiyi kabul eder ve ona bağlanırsanız tüm toplumsal krizlerinizin çözüm yollarına erişeceksiniz. Bu ilahi ideoloji sizin için bir rahmettir. Bunun sayesinde Allah’ın nimetlerine / fazlına / erdemli değerlerine kavuşacak ve hem maddi hem de manevi refaha ereceksiniz. Size gelen bu öğreti / ilahi ideoloji sizin toplayıp durduğunuz mal ve servetten daha değerlidir. Sizin esas zenginliğiniz budur. Sizi hem maddeten hem de manen refaha erdirecek olan bu zenginliğiniz olacaktır.”

 

[1] ) Not: Ayetteki “şefi’” sözcüğünü “çift, ikincil, yani ikinci olan, yaratılan, yaratıklar” anlamında olarak “Şefaat ancak Allah’ın izninden sonradır” ifadesinin “her var olanın, her meydana gelenin ancak Allah’ın izni ya da emir ve hükmü ile var olup meydana geleceği” anlamına geldiğini söylemek de mümkündür. (A.A)

57-58- Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, kalplere şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet gelmiştir. De ki: “Allah’ın fazlı ve rahmeti ile artık ferahlasınlar (sevinsinler). O, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” (Yunus Suresi 57-58)

 

Cenab-ı Hak, Mekkeliler için yıkım / inkılabın mutlaka gerçekleşeceği konusunda delillerini anlatmaya aşağıdaki ayetlerde devam eder:

“Şirk sisteminin yıkılması zorunludur. Zira bu sistemde şirk otoriteleri Allah’ın verdiği helal nimetleri haram yaptılar. Allah bu nimetleri faydalanmanız için vermişti ama şirk otoritelerinin koyduğu kurallarla bu nimetleri yasakladınız. Şirk otoriteleriniz bunu kimi zamanda Allah adına / Allah’a iftira atarak yaptılar. Elde ettiğiniz bu nimetleri bazılarınıza yasaklarken bazılarınız bundan faydalandı. Bu haksız uygulamalar toplumdaki bazı grupların birbirini kıskanmasına, hasedine, sebep oldu. Toplumsal grupların birbiriyle dayanışmasını ortadan kaldırdı.  Toplumda gruplar, sınıflar, kabileler vb. ayrıştırıcı ve bölücü özellikler yarattı. Üstelik bu ayrılıkları şirk otoriteleri batıl düşüncelerle kutsadılar. Birbirini yiyen, iç çatışma, çekişme ve bölünmüşlük ile toplum, geri ve ilkel duruma yuvarlandı. Bir toplumun ilerlemesi ve gelişmesi için en önemli özellik olan barış, kardeşlik, huzur, güven ve dayanışma yok oldu. Böyle bir toplumun akıbeti hakkında ne düşünülebilir ki? Allah böyle bir toplumu selamete çıkarır mı? İçten çürümüş toplumun ayakta kalması mümkün mü? Halbuki Allah insanlara büyük lütuflarda bulunmakta, onlara yol gösterici rehberlik nimeti dahil her türlü nimeti lütfetmekte fakat insanların / Mekkelilerin çoğu O’na yönelmiyor / hamdetmiyor. Böyle bir toplumun ayakta kalması çok zordur. İlahi öğretiye göre kurulmuş bir tevhit toplumu / Medine İslam Cumhuriyeti karşısında da direnmesi mümkün değildir.”

59- 60- De ki; “Baksanıza! Allah size nice rızklar indirdi de siz onlardan bir kısmını haram ve bir kısmını helâl yaptınız.” De ki; “Allah mı size izin verdi yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? / Allah adına yalan mı uyduruyorsunuz?”  Allah’a yalanla iftira atanların / Allah adına yalan uyduranların kıyamet günü akıbetleri hakkında kanaatleri nedir? Gerçek şu ki Allah, insanlara lütfedendir velâkin onların çoğu şükretmiyorlar. (Yunus Suresi 59-60)

Diğer taraftan Cenab-ı Hak, kendi sistemini benimseyip mümin olan ve Medine’ye hicret edecek Mekkelilerin içlerini ferahlatan mesajlarını da şöyle inzal eder;

“Sizler iman edip ilahi sisteme uyma hususunda hassas davranmayı seçtiğiniz için sizin korkmanıza, endişe etmenize gerek yoktur. Akıbetiniz konusunda içinizde herhangi bir tereddüt taşımayın. Sizler güvende olacaksınız.  Sizin için hem bu dünya hayatında hem de ahiretteki yaşamınızda müjdeler vardır. İçinde bulunduğunuz durumu Rabbiniz gayet iyi biliyor. Siz ne yaparsanız yapın, hangi durumda olursanız olun, Rabbinizin gözetimi altındasınız. O Rabbinizden göklerde de yerde de zerre kadar bile olsa hiçbir şey kontrol dışında değildir ki sizler gözetim dışı olasınız. Dolayısıyla sizlerin halihazırda içinde bulunduğunuz güçsüz ve zayıf durum Allah’ın bilgisi dahilindedir. Sizler Allah’ın velayetini / koruması / dostluğunu tercih ettiğiniz için güvende olacaksınız. Kimse size bir zarar veremeyecek. Her şeye hâkim olan Allah’ın korumasında olan sizlerin hicret sırasında ve sonrasında yapacağınız mücadele sırasında başınıza gelebilecek bela ve musibetler konusunda endişe etmeyin. Sizler kurtulacak ve müşriklere galip geleceksiniz. Her şey Cenab-ı Hakk’ın kâinata koyduğu yasalarına / kitabına göre cereyan etmektedir.”

“Bir de müşrik Mekkelilerin aşağılayıcı, alay edici ve tehdit edici sözlerini de fazla dikkate almayın. Sonunda mutlaka sizler muzaffer olacaksınız.  Zira bütün izzet, şeref ve üstünlük Allah’a aittir. Böylece bu mücadelenin sonunda Allah’tan yana olanlar galip gelecekler ve Allah onları şereflendirecektir. Onlar peşine düştükleri şirk otoritelerinin kışkırtmalarıyla sadece saçmalıyorlar. Gökte ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır. Üzülmeyin! Endişe etmeyin! Gevşemeyin! Her şey Allah’ın kudret elindedir. Geceyi de gündüzü de yaratan O’dur. Nasıl ki gece karanlığı aynı zamanda insanların dinlenmesi hikmetini içinde barındırıyor, gündüz aydınlığı da çalışıp üretme fırsatını veriyorsa şirk zulmünün karanlıklarının bir süre egemen olmasının da elbette insanlar için bir hikmeti vardır. Aydınlık tevhit günleri gelince insanlar nimete kavuşma fırsatını yakalayacaklardır. Allah’ın yarattığı her şeyde bir hikmet vardır.”

61-67- Hangi durumda olursanız olun, Kur’an’dan ne okursanız okuyun ve ne iş yaparsanız yapın, bunları yapmaya koyulduğunuzda biz sizi görmekteyiz. Göklerde ve yerde olan en küçük bir zerre dahi Rabbinin kontrolünün dışına çıkamaz. Hatta ondan daha küçük olsun veya daha büyük olsun her şey apaçık bir kitaptadır. Açın gözünüzü! Allah’a dost / yakın / evliya / veli olanların korkmaları için bir sebep yoktur. Onlar azap ve üzüntü de çekmeyecekler. Zira onlar iman etmiş ve O’nun emirlerine / sistemine uyma hususunda hassas davranmışlardır. Onlara dünya hayatında ve ahirette müjdeler vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte bu, en büyük kurtuluştur. Onların sözleri seni üzmesin. Muhakkak ki izzet / hâkimiyet / şan ve şeref / üstünlük tamamen Allah’a aittir. O, en iyi işiten, en iyi bilendir. Dikkat edin! Göklerde kim var yerde kim varsa hepsi Allah’ındır. (O halde) Allah’tan başka ortaklara tapanlar, neyin ardına düşüyorlar öyle? Doğrusu onlar, kuruntularının peşine düşmüş sadece saçmalıyorlar. O, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göresiniz diye de gündüzü kılandır. Muhakkak ki bunda kulak verecek bir toplum için ayetler vardır. (Yunus Suresi 61-67)

Hz.Muhammed’in@ Mekkelilere karşı yaptığı yukarıdaki tebliğden sonra Mekkeli müşrikler hemen karşı propagandaya geçtiler ve “Medine’de bir İslam devleti doğdu. Muhammed@ de bu devletin başına geçecek ve zamanla bu devlet içerisinde Hristiyanlıktaki kilise kurumu gibi bir kurum oluşacak ve Muhammed@ tıpkı Hz.İsa gibi Allah’ın oğlu addedilecek, kilise de Allah’ın oğlunun temsilcisi sayılacak. Muhammed böylece bizi halihazırdaki şirk sisteminden çıkartacak fakat bize Hristiyanlık benzeri bir şirk sistemini getirecek” şeklinde bir söylem ürettiler. Onlar bu söylemlerini Hz.Muhammed’i@ kastederek kısaca “Allah bir oğul edindi” diye ifade ettiler. Onlar bu söylemleri ile Mekkelileri peygamberimizin yanından uzak tutmaya çalıştılar. Onlara göre Muhammed@ de tıpkı Hz.İsa gibi önce peygamberim diye meydana çıkacak fakat daha sonra O’nun tabileri tarafından ilahlaştırılacak ve sonunda Allah’ın oğlu seviyesine çıkarılacak. Böylece Muhammed@, Allah’ın oğlu addedilirken etrafındaki yakın arkadaşlarının oluşturacakları idari yapı, tıpkı kilise gibi kutsal sayılacak ve toplumu tanrının oğlu Muhammed@ adına yöneteceklerdi.

Cenab-ı Hak onların bu söylemlerine karşı Kendisinin bu ve benzeri yakıştırmalardan münezzeh olduğunu belirttikten sonra geleceğin onların iddia ettikleri gibi olacağına dair ellerinde bir delilleri olup olmadığını sorgular. Onlara bu hususta hiçbir kanıtlarının olmadığı vurgusundan sonra böyle iftira atanların asla iflah olmayacaklarını belirtir. Onların kısa bir süre daha böyle şımarık davranacaklarını ama sonunda gerçekleşecek inkılabın altında kalacaklarını ve ilahi sistemin kendilerini teslim alacağını vurgular. Onların tüm kanıtlara rağmen inatla inkâr yolunu seçmelerinin karşılıksız / cezasız kalmayacağı da bildirir. 

68- 70- “Allah, çocuk edindi.” dediler. O, bundan münezzehtir. O, Ğaniyy’dir (O’nun çocuğa ihtiyacı yoktur). Göklerde ve yerde olan şeyler O’nundur. Buna dair bir deliliniz yoktur! Allah’a karşı bilemeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?  De ki; “Muhakkak ki şu, Allah’a yalan uyduran kimseler asla iflah olmayacaklar.” Onlar şu dünyada az bir müddet daha faydalansınlar bakalım! Ama sonunda dönüşleri yalnızca Bize olacaktır. Sonra da inkâr etmiş olmalarından dolayı onlara şiddetli azabı tattıracağız. (Yunus Suresi 68-70)

 

Medine’ye hicret başlamadan Mekkelilere son uyarıların yapılması için Cenab-ı Hak Nuh kıssası üzerinden ayetlerini inzal etmeye devam eder. Resulünden Mekkelilere son çağrısını şöylece yapmasını ister;

“Ey Mekkeliler! Şayet benim sizleri selam yurduna, barışa, esenliğe, huzura, birliğe ve beraberliğe, izzet ve şerefli olmaya çağırmam size ağır geliyorsa / zor geliyorsa yapacak bir şey yok. O takdirde ben Allah’a tevekkül ediyor ve yoluma devam ediyorum. Bundan sonra sizde artık son kararınızı verin ve bu kararınızı derhal uygulayın. Şayet şirk sisteminden döner de İslamı / Selam-barış yurdu içerisinde olmayı seçerseniz benim bundan herhangi bir menfaatim olmaz. Bu dönüşten siz yararlanırsınız, sizin menfaatiniz olur. İman etmeniz halinde sizden herhangi bir ücret talep etmiyorum. Benim mükafatım ve ücretim ancak Allah’a aittir. Tamamen sizin faydanıza olan bu teklifi reddetmekte hala inat ediyorsanız bilin ki Allah tıpkı Nuh’u@ ve yandaşlarını kurtardığı gibi beni de sizin tasallutunuzdan kurtaracaktır. Yine tıpkı Nuh’u@ iktidar sahibi kıldığı gibi bizi de iktidar sahibi / halifeler / yöneticiler yapacak. Sizleri ise işlediğiniz kötü amelleriniz nedeniyle boğup yok edecektir. Medine’de iktidara geldikten sonra da İslam ideolojisine girmeniz için buraya (Mekke’ye) elçiler göndermeye devam edeceğiz. Fakat sizler yine başından beri inkârcı olmaya devam etme kararınız nedeniyle bir türlü yola gelmeyeceksiniz. Bu inadınız ve haddi aşmanız nedeniyle kalpleriniz mühürlenmiştir.”

71-74- Onlara Nuh’un başından geçenleri anlat; Hani o kavmine; “Ey kavmim, eğer benim duruşum / size karşı çıkışım ve Allah’ın ayetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, artık ben yalnızca Allah’a tevekkül ediyorum. Bundan sonra siz ve ortaklarınız toplanın ve sonradan pişman olmayacağınız son kararınızı verin. Aldığınız bu kararı da bekletmeden uygulayın.  Artık şayet dönerseniz sizden bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim yalnız Allah’a aittir. Ben müslümanlardan olmakla emrolundum” demişti.  Buna rağmen yine de onu yalanladılar. Biz de hem onu hem de gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve onları halifeler / iktidar sahibi yaptık. Ayetlerimizi inkâr edenleri de suda boğduk. O uyarılanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bak! Sonra onun ardından kavimlerine elçiler gönderdik de onlar, onlara apaçık belgeler getirdiler. Fakat daha önce onu yalanlamış olmaları nedeniyle bir türlü inanmak istemediler. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle damgalarız / mühürleriz. (Yunus Suresi 71-74)

Mekkelilere yapılan son uyarılardan sonra şimdi sıra hicret edecek müminlere rehberlik edecek öğütlere gelmişti. Önce müminlerin Mekke’den hicret etmekten başka seçeneklerinin kalmadığı Hz.Musa@ ve Hz.Harun@ kıssası üzerinden ortaya konur. Nasıl ki Cenab-ı Hak Firavun ve Mısır’ın ileri gelen yöneticilerini uyguladıkları yanlış politikayı terk etmeleri konusunda uyarmak için Hz.Musa@ ve Hz.Harun’u@ gönderdiyse, aynı şekilde Hz.Muhammed’i@ de Mekke müşrik ileri gelenlerini yanlış politikalarından / şirk sisteminden vaz geçirmek için göndermişti. Ama Mekke müşrik ileri gelenleri tıpkı Firavun ve adamları gibi kibirlerine yediremediler ve yanlış politikalarından geri dönmediler. Hz. Musa’nın@ teklif ettiği doğru politikayı göz boyama, sihir, insanları kandırma, hayalperestlik olarak niteleyen firavun ve adamları gibi Mekke müşrik ileri gelenleri de Hz.Muhammed’in@ getirdiği tevhit sistemini / politikasını sihir, hayal aleminde gezmek ve uygulanması imkansız olarak nitelediler. Hatta daha da ileri giderek tıpkı firavun ve avanesinin Hz. Musa ve kardeşi için söyledikleri “iktidarı ele geçirmek arzusu taşıdıkları” iftirası gibi Mekkeli müşrik ileri gelenleri de peygamberimiz için Mekke’de iktidarı ele geçirme sevdasında olmakla suçladılar. Hz.Muhammed@ kendisine inzal edilen İslam ideolojisinin Mekkelilerin sorunlarına çözüm getireceğini müşriklerin siyasileri, ideologları ve entelektüelleri ile herkesin huzurunda tartışarak ispat etmesinde olduğu gibi Hz. Musa da firavunun ideologları, entelektüelleri ve siyasileriyle yaptıkları açık tartışmalarda Firavun ideolojisinin yanlışlığı, toplumu fesada götürdüğü, halkı kandırmaktan başka bir şey olmadığını defalarca ispatlamıştır. Fakat ne firavun ne de Mekkeli müşrik ileri gelenler bu doğru politikayı benimsemişlerdir.

Ancak nasıl ki Allah, kendi ideolojisini Mısır’a o dönemde egemen kılmış ve firavunluk rejimini yıkıma uğrattıysa aynı şekilde Mekke’deki şirk ideolojisi ve sistemini tevhit ideolojisi ve sistemi karşısında yenilgiye uğratacaktır.

75- 82-Sonra bunların arkasından Musa ve Harun’u ayetlerimizle Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler ve suçlu bir kavim oldular.  Kendilerine tarafımızdan gerçek gelince, “Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir” dediler.  Musa dedi ki; “Size gelen bu Hakkı / gerçeği böyle mi değerlendiriyorsunuz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar asla iflah olmazlar.” Onlar; “Sen atalarımızın takip ettikleri ideolojiyi bırakmamız ve ülkenin yönetimi ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız” dediler. Firavun, “Bana bütün bilgin sihirbazları / entelektüelleri / ideologları getirin!” dedi. Nihâyet sihirbazlar / entelektüeller / ideologlar gelince, Musa onlara, “Fikirleriniz / İdeolojileriniz neyse onları ortaya koyun! / Ne atacaksanız atın!” dedi. Onlar ideolojilerini ortaya koyunca Musa, “Sizin getirdiğiniz şey sihirdir. / fesat çıkarmadır / kandırmacadır. Muhakkak, Allah onu iptal edecektir (boş, batıl, yanlış ve asılsız olduğunu ortaya çıkaracaktır). Muhakkak ki, Allah fesatçıların işini düzeltmez. Allah, suçluların hoşuna gitmese de hakkı / gerçeği / doğruyu kendi kelimeleri / kendi ideolojisi / kendi siyaseti ile gerçekleştirecektir.” dedi. (Yunus Suresi 75-82)

 

Firavunun azgın- zalim bir diktatör olması, hiçbir hak hukuk tanımaması nedeniyle İsrail oğullarından Hz.Musa’ya@ iman eden az sayıda bir insan topluluğu idi. Aynı durum Hz.Muhammed@ içinde geçerliydi. Mekke müşrik ileri gelenlerinden gelecek işkence ve azaptan korkan Mekkeliler Resulü Ekrem’in getirdiği İslam ideolojisinin doğruluğu akıllarına yatsa da iman etmediler. Medine’de bir İslam Cumhuriyeti kurulma aşamasına gelinmiş olmasına rağmen yine de bu devletin Mekke ile başa çıkamayacağı, en sonunda yenileceği kanaatinde olanlar çoğunluktaydı. Hatta O’nun getirdiği politikaya inansa da onunla birlikte hareket etmeye cesaret edemeyen ve böylece arafta kalan önemli bir kitle mevcuttu.

Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’e@ iman eden Mekkelilere Hz. Musa’nın@ dilinden seslenerek “şayet iman edip İslam oldunuz ise sadece Allah’a tevekkül edin” mesajını gönderdi.  Mekkeli müminlerde tıpkı iman eden İsrailoğulları gibi sadece Allah’a tevekkül ettiklerini ve zalim müşriklerin elinden kurtulması için Cenab-ı Hakk’ın kendilerine yardım etmesini ve zalimlerin işkence ve azaplarından korumasını talep ettiler.

Cenab-ı Hakk da onlara kurtuluş yollarını gösterdi. Bu amaçla Hz.Musa@ ve Hz. Harun’un@ şahsında tüm mümin İsrailoğullarına şehirde yeni yönetim için yönetim merkezi olacak binalar hazırlamalarını / evlerini bu tür merkeze dönüştürmelerini ve oralarda yönetim / yardımlaşma / itaat/ yasama / secde/ namazı ikame etmesini emretti. Bu hususlar Hz.Muhammed@ ve müminler için Mekke’den kurtuluş yolları konusunda rehberlik eden emirlerdi. Cenab-ı Hak, Mekkeli müminlere bu kıssa üzerinden Medine'ye hicret edin ve orada bazı evler hazırlayın ve bu evleri yönetim merkezi / kıble haline getirin. O merkezlerde İslam devletinin tüm yasama, yargı, yürütme işlerini yani kısaca salatı ikame edin diye emretti. Aynı zamanda bu, müminlere bir müjde idi.

 

83- 87- Fakat Firavun ve adamlarının kendilerine işkence edeceği korkusundan dolayı Musa’ya kendi kavminden bir avuç insandan başkası iman etmedi. Çünkü Firavun ülkede tam bir diktatör ve hak hukuk tanımayan zalimlerdendi.  Musa; “Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz ve O’na teslim / müslüman olduysanız o zaman sadece O’na tevekkül edin!” dedi. Onlarda; “Biz Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavmin zulümlerine uğratarak sınama ve bizi rahmetinle o kafirler topluluğundan kurtar!” dediler.  Biz Musa ile kardeşine; “Toplumunuz için şehirde evler / yönetim binaları hazırlayın ve evlerinizi / yönetim yerlerini kıble / merkez kılın ve salatı ikame (namazı müteakip kamu hizmetlerini gerçekleştirin) edin. Müminlere müjdele!” diye vahyettik. (Yunus Suresi 83-87)

 

Cenab-ı Hakk’ın rehberliği müminlerin devletleşmesi ile sınırlı kalmamaktadır. O aynı zaman da Mekke yönetiminin nasıl yenileceği ve İslam idaresine nasıl teslim olacağının ip uçlarını da Hz.Musa’nın@ duasında verir. Hz. Musa@ firavun ve adamlarının sahip oldukları zenginlikleri toplumu sapık ve yanlış politikalarında tutmak için kullandığından (yani ekonomik üstünlüklerini halka baskı aracı yaptıklarından) onların sahip oldukları mal ve servetlerinin yok olması ve böylece onların içlerini buhran / sıkıntı / bunalımın kaplaması için dua eder. Böylelikle onların azabı görünce halk üzerinde etkilerinin olamayacağını söyler. Bu aynı zamanda müminler için izleyecekleri startejiyi işaret eder. Medine’ye hicret edecek olan müminler Mekke’yi sıkıştırmak ve onların İslam ideolojisine teslim olmaları için kullanacakları en iyi enstrümanın onları ekonomik olarak sıkıntıya sokmak ve onların ellerinden ekonomik üstünlüklerini almak olduğunu gösterir. Medine’nin coğrafi konumu da bu husus için son derece uygun bir konumdur. Zira Mekke müşrik ileri gelenlerinin zenginliklerinin esas kaynağı Şam ticaret yoludur. Bu yol Medine’ye çok yakın bir güzergahtır. Şayet Mekkelilerin bu yoldan ticaret yapmalarına mâni olunursa onların teslim olmaları son derece kolay olacaktır. Bu nedenle müminlerin Mekke müşriklerinin ticaret yollarını kesmelerine müsaade edilmesi hususunda dua etmeleri ve sonrasında da bu minvalde politika takip etmeleri konusunda taktik verilir.

Cenab-ı Hak yine Hz. Musa@ kıssası üzerinden müminlerin taleplerinin kabul edildiğine işaret eder. Yani hicretten sonra Mekke müşriklerinin ekonomik olarak bitirilmesi için operasyon yapılması konusunda izin verildiği, Hz. Musa’nın duasının kabul olduğu şeklinde verilir. Artık bundan sonra yapılması gereken, ivedilikle Medine’de İslam Cumhuriyetinin teşkilatlandırılması ve Allah’ın yolundan / politikasından asla sapılmamasıdır.

 

88-89- Musa; “Rabbimiz! Muhakkak ki Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine dünya hayatının ziynet ve mallarından verdin. – Ey Rabbimiz! Onlar bu mal ve servetleri halkı doğru yoldan saptırmak için kullanıyorlar. – Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et / sil, süpür ve kalplerine sıkıntı ver. Çünkü onlar acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi.  O (Allah) “Duanız kabul olundu. Artık dininizi / devletinizi ikame edin / kurun / teşkilatlandırın. Sakın cahillerin benden uzaklaştırıcı yoluna uymayın!” dedi. (Yunus Suresi 88-89)

 

Cenab-ı Hak, müminlere hicret ve sonrasına yönelik olarak da tavsiyelerde bulunur. İsrail oğulları üzerinden yapılan yol gösterici tavsiyelerle müminlerin başına gelecek olaylara işaret edilir. Öyle ki müminlerin yaşayacağı bu olaylar onların geleceğine ışık tutacak mucize kabilinden olaylardır. Tıpkı İsrail oğullarının denizi geçerek kurtuldukları gibi müminlerin de hicret sırasında çok büyük zorluklar yaşayacakları ama sonunda zorlukları yenerek kurtuluşa ereceklerini müjdeler. Ancak firavunun ordusuyla birlikte İsrail oğullarını kin ve nefretle takip etmesi gibi Mekke müşrik ileri gelenlerinin de ordularıyla Medine’de müminlerin üzerine yürüyecekleri bildirilir. Onların düşmanca yapacağı saldırılarda başarılı olamayacağı, sonunda yenileceği ve boğulma aşamasına geldiğinde de İslam Cumhuriyetine teslim olmayı kabul edeceği firavunun son anda teslim olmayı kabul etmesi ile anlatılır.

90- İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları takip etti. Nihayet firavun boğulma aşamasına geldiği zaman, “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. (Yunus Suresi 90)

Eğer Mekke şirk yönetimi tam yenilip yok edilecekleri sırada teslim olursa (Müslüman olursa) her ne kadar biraz aşağılansalar da bu teslimiyetleri yine de kabul edilecektir. Zira Mekke’nin diğer Arap kabileleri nezdindeki itibarı, yüksek konumu ve dokunulmazlığı o kabileler üzerinde etkili olacağı ve onlarında iman edip teslim olmalarını sağlayacağından Mekke müşrik ileri gelenlerinin yaşamalarına izin verileceği hususu Firavunun yüksek mevkisi nedeniyle bedeniyle kurtarılması şeklinde anlatılmıştır. Tarihi süreçte de Mekke müşriklerinin İslam devletine boyun eğmesi bütün diğer Arap kabilelerini de çok etkilemiş ve Mekke'nin fethinden sonra bütün kabileler fevç fevç Resulü Ekrem’e biat etmek için Medine’nin yolunu tutmuştur. Mekke gibi güçlü bir şehrin yönetimi Medine İslam devletinin hakkından gelemeyip ona yenik düştüyse kendilerinin direnmesinin imkansızlığını görmüşler ve teslim olmayı seçmişlerdir. Firavunun tam boğulacağı bir anda iman edip teslim olması kıssası, Arabistan’daki tüm müşrik kabilelerin ibret almaları ve boşuna direnmemelerinin mesajlarını içerirken, müminlerin ana hedeflerinin de Mekke Şirk Yönetimini devirmek olduğu vurgulanır. Cenab-ı Hak, bu kıssa ile aynı zamanda elçisine ve müminlere gelecekte Mekke Yönetiminin teslim olmasını sağlamayı hedeflemelerini şayet bu hedefi gerçekleştirirlerse tüm Arap yarımadasını İslam / Barış topluluğuna katmanın yolunun açılacağını öğretmiştir.

 

91-92- Ya demek şimdi ha? Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. Mamafih Biz senden sonraki nesillere ibret olman için bugün seni yüksek mevkiin / yüksek konumun / dokunulmazlık zırhın / imtiyazlı bir konumun nedeniyle bedenini kurtaracağız. / yaşamana izin vereceğiz. Muhakkak ki insanlardan çoğu âyetlerimizden gafildirler. (Yunus Suresi 91-92)

 

Diğer taraftan İsrailoğulları örneğinden yola çıkarak Muhacir müminlerin gittikleri yerde (Medine’de) çok bereketler ile karşılaşacakları müjdesi de verilir. Cenab-ı Hak müminlerin Medine’deki mutlu yaşamlarının müşriklerin tamamen yenilip yok edildikten sonra kendi aralarındaki ihtilaflar çıkıncaya kadar süreceğini de bildirir. O, ayrıca aşağıdaki hususları da bildirerek müminleri uyarır;

“İşte o zaman geldiğinde şayet bu ilahi öğretiden şüpheye düşecek olursanız o zaman hemen daha önce kendilerine kitap verilmiş diğer toplumların geçirdikleri evreleri, onların tarihi kayıtlarından inceleyin, bu hususları onlarla görüşün ve değişimleri analiz edin. Böylece nerede yanlışa düşmekte olduğunuzu görecek ve tekrar doğru istikameti yakalayacaksınız. İhtilafa düştüğünüzde yaptığınız / yapmakta olduğunuz yanlışlara bakarak bu ilahi öğretinin doğruluğu hakkında sakın şüphe edenlerden olmayın. Şayet bir yanlışlık ve bozuk bir gidişat varsa o ilahi öğretinin yanlışlığından değil sizin onu yanlış anlamanızdan kaynaklanmakta olduğunu bilin. Bu yanlışlığı tespit etmenin yolu da diğer kitaplı dinlerin yaşadıkları tarihi değişim serüvenini inceleyerek onların düştükleri yanlışa düşmekten sakınmanızdır. Böyle yapmayıp da ilahi öğretinin yanlışlığına hükmederseniz o takdirde çok büyük bir hüsran yaşarsınız. Bu nedenle ilahi öğretiye sıkı sıkı sarılın.”

 

93-95- Ant olsun İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik ve onları helal ve temiz nimetlerle rızıklandırdık. Ta ki kendilerine ilim gelene kadar ihtilâfa düşmediler. Muhakkak ki Rabbin, o anlaşmazlığa düştükleri şeyde, kıyamet günü, aralarında hükmünü verecektir. Bundan sonra sana indirdiğimiz şey hakkında şüphe içine düşecek olursan o zaman senden önce Kitabı okuyan kimselere sor! Ant olsun ki, Rabbinden sana hak gelmektedir. Bu nedenle sakın şüphe edenlerden olma! / sakın şüpheli tereddütlü bir vaziyette kalma! Sakın Allah’ın ayetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra hüsrana uğrayanlardan olursun. (Yunus Suresi 93-95)

Bütün bunlara rağmen Ebu Cehil gibi azabı / cezalandırılmayı hak etmiş olan müşrikler ise azabı görünceye kadar asla iman etmeyecekleri ya da asla teslim olmayacakları bildirilir. Çünkü onlar o zamana kadar yanlıştan dönmelerini gerektiren ne kadar işaret görseler bile yine de inatlarından asla vazgeçmemişlerdir.

Beka sorunuyla karşı karşıya kaldıklarını fark ettiklerinde Hz.Yunus’un@ halkının kendisinin yokluğunda bile ilahi öğretiye boyun eğmeleri gibi Mekke halkının da Hz.Muhammed’e@ inzal olunan ilahi öğretiye teslim olmaları için hala şansları vardır. Peygamberimiz Mekke’den hicret ettikten sonra Mekkeliler hatalarını anlayıp Yunus’un@ kavmi gibi ilahi öğretiye dönebilirler. Aksi takdirde yok olup gidebilirler. Mekkeliler şu an tam bir beka problemi ile karşı karşıyadır. Ya Resulü Ekrem’e uyacak ve yok oluş azabını tatmayacaklar ya da onu inkâr etmeyi inatla sürdürecekler ve yok olup tarihin çöplüğüne atılacaklar. Tercih kendilerinin. Resulü Ekrem onları zorlayacak değil. Zaten O’nun onları zorlayacak gücü de yok. Ama Allah’ın emri geldiğinde azabı hak etmeyenler, iman edip kurtulacaklardır. İnatla direnenler ise şirk pisliği içerisinde bırakılacaklardır. Onlar İslam / barış topluluğundan dışarı atılacaklar ve yok olup gidecekler. Onlar inatları üzere oldukları müddetçe göklerdeki ve yerlerdeki apaçık işaretler, deliller ya da Medine’deki tevhit devletinin teşekkülü, tevhit toplumunun oluşması vb. kendi sonlarının gelmekte olduğuna dair işaretler onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır. Keşke Yunus’un@ kavmi gibi bunlarda hatalarını anlayıp geri dönüş yapsalardı ne olurdu? Onlar daha önceki toplumların yaptıkları hatalar nedeniyle başlarına gelenden başka bir şey mi bekliyorlar? Cenab-ı Hakk’ın uyarılarını dikkate almadıkları için Mekkeli müşriklerini de tarihin çöplüğüne atılmış diğer toplumların akıbetine benzer bir akıbet beklemektedir. Cenab-ı Hak, elçisine kendisinin de onlarla birlikte bekleyip iddia edilenlerin başlarına gelip gelmeyeceğini göreceklerini söylemesini emreder. Bu bekleyişin sonunda Cenab-ı Hakk’ın ikaz ettiği toplumsal yok oluş azabı geldiğinde iman edenlerin kurtulacağı bildirilir. Zira müminleri kurtarmayı Cenab-ı Hakk kendi üzerine almıştır. O’nun kâinatın yaratılış ve toplumların varoluş yasalarına uygun hareket eden müminlerin elbette emniyetli tarafta olacağı kuşkusuzdur.

96-103-Muhakkak ki Rabbinin üzerlerine azap sözünü hak etmiş olanlar, bütün ayetler / işaretler / mucizeler kendilerine gelse bile yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. Bundan sonra bile keşke bu şehir halkı iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir şehir halkı olsaydı ne olurdu? İşte Yunus’un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında rezilliği getiren azabı üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süre daha yararlandırdık. Eğer Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Öyleyse, inananlar olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? Allah’ın izni / emir ve hükmü olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. (Allah izin vermedikçe hiç kimse iman etmeye zorlanamaz.) O (Allah), aklını kullanmayanları pislik içerisinde bırakır. De ki: “Göklerde ve yerde ne var bir bakın!” –Fakat iman etmeyen bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarmalar hiçbir fayda sağlamaz. Yoksa onlar kendilerinden önce gelmiş geçmiş olanların uğradıkları günlerin benzerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: “Bekleyin bakalım, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”. Sonunda Biz, elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız. İşte böyle! Müminleri kurtarmak üzerimizde bir hakktır. (Yunus Suresi 96-103)

Cenab-ı Hak, elçisine son olarak Mekkelilere iletilmek üzere şu mesajları iletmesini de talimatlandırır; 

“Ey Mekkeliler! Şayet benim politikamın / dinimin doğru politika / din olduğu konusunda tereddüt yaşıyorsanız ben sizin peşinden gittiğiniz şirk politikasını asla takip etmem. Zira sizi zayıflatan, ilkel ve geri bıraktıran, sonunda da yokluğa sürükleyecek olan bu politikaya asla tapmam. Ben bizi kurtuluşa götürecek, bizi güçlü kılacak, bizi medeniyete götürecek tevhit politikasını inzal eden Allah’a taparım. Ben buna inanıyorum. Ve yine O bana hanif olmamı yani yalandan, şirkten, küfürden, sahtekarlıktan uzak olmayı, doğruluğu, dürüstlüğü, adaleti, çalışmayı öngören bir politika takip etmemi emrediyor. Ayrılığı, şirki, birbirini yemeyi, kavgayı, anarşiyi, zulmü yasaklıyor. O, benden fayda vermeyen ve kötülüklerden korumayan şirk politikasından uzak durmamı istiyor. Şayet bunlardan uzak durmayacak olursam zalimlerden olacağımı bildiriyor. Ayrıca bu hususta yapacağım mücadelede O bana rehberlik edecek ve başıma gelecek tüm sıkıntıları giderecek yolları O gösterecektir. O, bu yolda nimetlere ve hayırlara kavuşmanın yollarını da ancak kendisinin göstereceğini bildirmektedir.”

“Ey Mekkeliler! Sizlere hak, doğru politika / din gelmiştir. Artık kim bu doğru politikayı izlerse kendi yararınadır, kimde şirk dini / politikasının peşinden gitmeyi tercih ederse o da kendi zararınadır. Artık ayrılma vakti gelmiştir. Ben sizin başınızı bekleyip duracak değilim. Tercihinizi buna göre yapın!” 

104-108- De ki; “Ey insanlar! Eğer benim dinimden şüphe içinde olsanız da iyi bilin ki, Ben sizin Allah’tan başka taptıklarınıza tapmam. Velâkin sizin hayatiyetinize son verecek olan Allah’a taparım. Ve ben müminlerden olmakla emrolundum.  Ve yine bana şöyle emredildi; “Yüzünü / yönünü / politikanı hanif olarak (yalandan, sahtekarlıktan, şirkten, küfürden doğruluğa dürüstlüğe, tevhide dönen biri olarak) Din’e döndür ve sakın müşriklerden olma! Allah’ı bırakıp da sana fayda vermeyen, zararı da dokunmayacak olan şeylere yönelme! “Buna rağmen eğer öyle yaparsan, o zaman hiç şüphesiz zalimlerden olursun. Eğer Allah, sana bir zarar / sıkıntı verecek olursa, artık onu O’ndan başka giderecek kimse yoktur. Ve eğer sana bir hayır / iyilik dilerse, o zaman da O’nun fazlını / hayrını geri çevirecek kimse de yoktur. O, onu (fazlını, hayrını lütfunu) kullarından dilediğine verir. O (Allah) çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.  De ki: “Ey insanlar! Rabbinizden size hakk gelmiştir. Artık doğru yola giren, ancak kendisi için girmiş ve gerçekten sapan da kendi aleyhine sapmıştır. Ben, sizin üzerinize vekil (sizi ayakta tutan; sizden sorumlu biri) değilim.” (Yunus Suresi 104-108)

 

Surenin sonunda Cenab-ı Hak, elçisine (elçisi üzerinden  müminlere) seslenerek kendisine verilen talimatlara harfiyyen uymasını ve kendisinin vereceği hükme / vaat ettiği hüküm gelinceye kadar sabırla mücadele etmesini emreder.


109-Sen sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. (Yunus Suresi 109)

bottom of page