top of page

BÖLÜM 10

İLK REFORMLAR

 

Kıble değişikliği salt şekilsel bir değişiklik değildi. Bu değişiklik aynı zamanda Yahudilerin Medineli Araplara da kabul ettirdiği ve Medine’de cari hale gelen bazı yasa ve uygulamaların da köklü değişikliklere tabi kılınacağı anlamına geliyordu. Nasıl ki Medine İslam Cumhuriyetinin ilk yılında namazlarda kıble olarak Kudüs istikameti seçildiyse, bu seçim ile aynı zamanda onların mevcut bu yasa ve uygulamalarının kabul edilmesi / değer yargılarının da kabul edilmesi demekti. Kıble değişikliği ile Medine içerisinde Arapların kendi aralarındaki ve Yahudilerle Araplar arasındaki hukuki uygulamalarda artık reformlar yapılacaktı. Yahudilerin kendi aralarında uyguladıkları hukuka ise karışılmayacaktı. Ancak şu bir gerçekti ki Yahudi halkı İslam Cumhuriyetinde yapılacak reformlardan etkilenecekti. Yapılacak reformların halka getirdiği güzellikleri gören Yahudi halkı bu reformların kendilerine de uygulanasını ileri gelenlerinden talep edeceklerdi.  Bu nedenle Yahudi ileri gelenler kıble değişikliğine şiddetle karşı çıktılar. Onlar kendi çıkarlarına uygun olarak değiştirdikleri ve yıllardır uyguladıkları bu yasa ve uygulamaların değişmesi halinde nüfuzlarını kaybetmekten korkuyorlardı.

Fakat artık kıble değişikliği ilan edilmişti. Bundan sonra Cenab-ı Hak, Bakara suresinin müteakip ayetleri ile yapılacak reformlara ilişkin hükümlerini inzal edecektir. Söz konusu ayetler ile İslam toplumunda ekonomik ve sosyal yaşamına dair hukuki ve ahlaki ilkelerde yapılacak reformlar / değişiklikler bildirilir.

10.1. Ekonomik Kazanç Yollarının Meşruluğu

Cenab-ı Hak, ekonomik yaşamda kazanç yollarının meşru olması için müminleri temiz, güzel ve helal yollarla edinilen nimetleri tüketmeye davet eder. Ekonomik yaşam için leşci / ölücü olmama, kandan beslenmeme, pislikten ve pis işleri kullanarak geçinme yoluna başvurmama ve Allah’ın yasak ettiği yollara tevessül etmemeleri konusunda uyarır. Bunun için leş, kan ve domuz etini yasaklar. Bunlar toplumlarda pis ve iğrenç görülen nimetlerdir. Söz konusu pis ve iğrenç şeyler ile onların ekonomideki karşılıkları olan pis ve kirli yollardan elde edilecek nimetleri tüketmeleri de yasaklanır.

Cenab-ı Hak, bu hususlarda mecbur kalınması durumuna istisna getirir. Ancak bu istisnayı sadece yaşamı sürdürme şartına bağlar. Yaşamı sürdürmek için yapılacak bu faydalanmada bile aşırı gidilmemesi ve başkasının hakkına tecavüz edilmemesi şartları getirilir.

Cenab-ı Hak, insanların mecbur / çaresiz kaldıkları durumlarda pis ve iğrenç yollardan ekonomik kazanç elde etmelerini bağışlanabilir görmekte, fakat kendi bildirdiği öğretileri ekonomik kazanç elde etmek için saklamayı, saptırmayı, değiştirmeyi asla affedilebilir bulmamaktadır.

 

172-173- Ey iman edenler! Eğer yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların temiz ve helal olanlarını tüketin ve sadece Allah'a şükredin. O, size leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek, severek yememek ve haddi aşmamak koşuluyla ona bir günah yoktur. Hiç şüphesiz ki Allah çok bağışlayan, çok merhametli olandır. (Bakara Suresi 172-173)

 

 

10.2. Yahudilerin Doğru ile Yanlışı Birbirine Karıştırmaları ve Zihinleri Bulandırmaları

Yahudi ileri gelenleri kendi kitaplarında yazan ilahi öğretileri halklarından gizlemiş ya da o öğretilerin içini boşaltmışlar ve asıl anlamlarını menfaatleri karşılığı değiştirmişlerdi. İlahi öğretileri / hükümleri kendi çıkarlarına göre yorumlayanların uygulamalarına razı olarak onları takip etmek elbette çok yanlış olacaktı.  Onlar bu hareketleriyle çok büyük bir günah işliyorlar ve menfaatleri kendilerini yakan ateş oluyordu. Onların doğru yolu değiştirip sapık yolu halka doğru yolmuş gibi sunmaları nedeniyle Allah onları affetmeyecek, onları muhatap almayacaktı. Onlar doğru yolu verip sonunda kendilerini azaba götüren sapıklığı satın almışlardı. Diğer taraftan Yahudi halkından bazıları bu azgın ileri gelenlere karşı çıkıyor ve onların menfaatleri için doğru yolu sattıklarını ifade ediyorlardı. Onların doğru yol hakkında kendi aralarındaki tartışmaları ise içine düştüğü açmazı gözler önüne sermekteydi. Doğruyla yanlışın birbirine karıştığı Yahudi toplumunda doğru yolu arayanlar için tek çıkar yolun Hz.Muhammed’e inzal olunan arı, duru, katışıksız, bozulmamış ve asıl manalarını muhtevi hükümlerine sarılmaktı. Cenab-ı Hak, kendi öğretilerini asli amaç ve manalarına uygun bir şekilde elçisine inzal ederek Medine İslam toplumunda reformlarını bildiriyordu. Ama Yahudi muhalifler inzal edilen reformları kabul etmemek için peygamberimize şiddetle karşı çıkıyorlardı.

 

174-176- Allah'ın indirdiği Kitaptan (Tevrat’tan) bir hükmü / öğretiyi gizleyen ve bunu çok az bir bedel karşılığı yapanlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah, onlara konuşmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlara çok acıklı bir azap vardır. İşte onlar, doğru yolu bırakıp sapıklığı, bağışlanma yerine azabı satın almış kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)Bu azap elbette sebepsiz değildir, Zira Allah şimdi Kitab'ını (Kur’an’ı) bir gerçek / hak / doğru olarak indiriyor olmasına rağmen o Kitap (Kur’an) hakkında tartışma çıkaranlar derin bir muhalefet ve düşmanlık içindedirler. (Bakara Suresi 174-176)

Cenab-ı Hak, kıble değişikliği konusunda Yahudilerin yaptıkları tezvirata cevap olarak son noktayı koymak için müteakip ayeti inzal etti. Bu ayetle onlara medeni bir toplum yaratmak için doğru yolu / ilahi öğretinin esaslarını gizleyip şekil ve usulleri ön plana çıkarmanın yanlış olduğunu ve sonuç getirmeyeceğini belirtti. Öğretilerin uygulama şekillerinin / usullerinin amaç olmadığını, asıl amacın o öğretilerin ruhunu, manasını, esasını uygulamak olduğunu vurguladı. Bu çerçevede seçilecek kıblenin herhangi bir yöne şekilsel olarak yönelme olmaması gerektiğini, asıl amacın iyilikte, güzellikte, hayırlarda ve paylaşımda yarışmak olduğunu bildirdi. Ayrıca şekilsel olarak doğu ya da batı toplumlarındaki kültür ve öğretilerinden birini seçerek taklit etmenin insanları doğruya ve iyiliğe götürmeyeceğine de işaret edildikten sonra insanların erdemli yapmanın yolunun körü körüne taklitçilik değil zorluklara sabretmek, ihlaslı olmak, sözünde durmak, dürüst olmak gibi sıfatları ve eylemleri kuşanmak olduğu vurgulanır.

 

177-Erdemlilik, yüzlerinizi doğuya veya batıya çevirmeniz değildir. Gerçek erdemlilik kişinin Allah'a, Ahiret Günü'ne, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inanması, sevdiği mallarından yakınlara, yetimlere, miskinlere / yoksullara, yolda kalmışa, dilenciye ve özgürlüğünü kazanmak isteyen kölelere vermesi, salatı ikame etmesi, zekâtı vermesi, antlaşma yaptığında, sözlerini tastamam yerine getirmesi ve sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabretmesidir. Samimi / iyi niyetli / ihlaslı olanlar işte bunlardır. İşte onlar, takvalı olanların ta kendileridir. (Bakara Suresi 177)

10.3. Reformlar / İnkılaplar

 

Medine İslam Cumhuriyeti şehirdeki farklı din ve ırklardaki toplulukların birlikte yaşama iradesi üzerine yaptıkları bir anlaşma olan Medine Anayasa / Medine Vesikası ile kurulmuştu. Şimdi sıra bu toplulukların adalet, barış ve huzur içerisinde tevhit olmalarını sağlamak için birlikte uyacakları yeni ekonomik, hukuki, sosyal ve ahlaki düzenlemelere gelmişti.

Medinelilerin şirk sistemi içerisinde yaşarken toplumu bölen, parçalayan, ayrımcılığa neden olan paradigmalar kaldırılmıştı. Güçlülerin haklılığı, üstünlüğü, fazileti ve sorumsuzluğunu / hesap vermemesini esas alan şirk sisteminin paradigmalarına dayalı toplumsal ve idari yasa ve düzenlemeler toplumda yağmaya, saldırganlığa, cinayetlere, intikam ve kan davalarına, kadınların ezilmesine, yoksulluğa, acımasızlığa, sömürüye ve fuhşa neden oluyordu. Halbuki toplumsal yasa ve düzenlemeler toplumun can, mal, akıl / düşünce, inanç, namus / nesil emniyetini sağlayıp topluma huzur, mutluluk ve güven vermesi gerekirken şirk paradigmalarından neşet eden yasa ve düzenlemeler tam tersine olarak toplumu felakete götürmekteydi. Bu nedenle şirk sisteminin paradigmalarına dayalı yasa ve düzenlemelerde esaslı değişimlere ihtiyaç vardı.

Allah’ın bütün insanların Rabbi olması, Rahman ve Rahim olması, herkesin yaptıkları eylemlerin hesabının sorulması ve müminlerin yolunun iyiyi, güzeli tercih etmeleri ve kötülüklerden kaçınması şeklinde özetlenebilecek paradigmalar üzerine kurulan İslam dini Medine’de Cumhuriyete kavuşarak ete kemiğe bürünmüştü. İslam Cumhuriyeti vatandaşlarına huzur ve güven tesis edilmesi için yeni toplumsal ve idari düzenlemelerin ihdas edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde kurucu iradenin paradigmaları havada kalacaktı. Mademki Allah Rahman, Rahim ve âlemlerin / herkesin Rabbidir, o halde O’nun öngördüğü sistemdeki yasa ve düzenlemeler herkese adaleti, barışı, hak ve hukuku, merhameti, paylaşmayı, güven ve huzuru getirmeliydi. Mademki Allah kullarından iyiliği ve güzelliği tercih etmelerini ve kötülükten şiddetle kaçınmalarını istiyordu, o halde O’nun sistemini uygulayan idarecilerin ve vatandaşlarının da tüm eylemlerinde iyiliği ve güzelliği seçmeleri ve kötülükten uzaklaşmaları gerekiyordu. Cenab-ı Hak, kullarının uygulayacağı yasa ve düzenlemeler konusunda yardımcı olmak için onlara rehberlik yaptı ve elçisi vasıtasıyla onlara ihtiyaç duydukları reform / inkılapları içeren ayetlerini bildirdi. Bu reformlar / inkılaplar aynı zamanda toplumsal dönüşümleri sağlayacak yapısal reformlardı. Şayet toplumsal dönüşümü sağlayacak yapısal reformlar yapılmayacak olursa peygamberimizden sonra toplumda tekrar şirkin hortlaması kaçınılmaz olacaktı. Toplum bu reformlar / inkılapları içselleştirdiği takdirde yönetimdekiler değişse de toplumda yerleşen ilahi öğreti hükmünü sürdürecekti.

Söz konusu inkılapların/ reformların ilk aşamada vasiyet, tüketim alışkanlıkları, kadın hakları, kısas / adil karşılık, rüşvetin yasaklanması, ayrımcılığın yasaklanması, infak / zekât / sadaka, boşanma, savaş, hac, faiz, oruç, fidye, içki ve kumar vb. konularında olması öngörüldü.

Reform ve İnkılaplara ilişkin yasa ve düzenlemelerin toplum tarafından sindirilmesi ve alıştırılarak uygulanması için tedricilik yani zamana yayılarak aşama aşama yasalaşması ve tatbik edilmesi esas alındı. Bu nedenle söz konusu reformları içeren ayetler kısa zaman aralıkları içerisinde inzal oldu ve yasalaşarak uygulamaya girdi. Bu metot bile Cenab-ı Hakk’ın kullarına karşı çok merhametli oluşunun bir göstergesinden başka bir şey değildir.

 

10.3.1-Adil Mukabele / Kısas

Bir öldürme olayında cahiliye yasalarına / töresel uygulamaya göre katile verilecek cezayı maktulün ait olduğu kabilenin gücü belirliyordu. Şayet maktulün kabilesi güçlüyse katilin kabilesinden sadece katilin öldürülmesiyle yetinilmeyip yanında birçok kişinin de öldürülerek cezalandırılması istenebilir ve infazı da o kabilenin kendisi gerçekleştirebilirdi. Maktulün kabilesinin zayıf olması durumunda ise katile hiçbir ceza uygulanmayabiliyordu. Bu törenin / yasanın sonuçları ise bitmez tükenmez kan davaları, suikastlar, düşmanlıklar, toplumsal parçalanma ve toplu katliamlardı.

Cenab-ı Hakk’ın toplumsal parçalanmışlığa sebep olan bu uygulamayı önlemek için öngördüğü en önemli yapısal reform “Adil Mukabele/ Kısas” idi. Bu prensibe göre toplumda meydana gelebilecek bir cinayet olayında katilden başkası cezalandırılmayacaktı. Katilin ise mutlaka adil bir karşılık olarak cezalandırılması yani katilin de «öldürülerek» cezalandırılması hükme bağlandı. Bununla beraber maktulün kardeşleri (hak sahipleri) istedikleri takdirde katile verilecek bu cezayı «diyete» çevirme hakkına sahip olacaklardı. Bu düzenleme ile öncelikle adil bir karşılık öngörülmüş sonrasında ise yaşamın devamı için affedicilik hedeflenmiştir. Böylece intikamcı bir toplum değil affedici / merhametli bir toplumun yaratılması amaçlanmıştır. Şayet bu düzenlemeden / yasadan sonra kim adil karşılığı değil de eskiden olduğu gibi haddi aşan bir cezalandırmaya başvurursa onunda şiddetle cezalandırılacağı hükme bağlandı.

Cenab-ı Hak emrettiği bu reform ile topluma hayatiyet kazandırmaktaydı. Hem cinayetlerin ilelebet devam etmesi engellenecek hem de sadece suçlu cezalandırılacağı için toplumun diğer bireyleri arasında birbirlerine düşmanlık değil kardeşlik ve tevhit meydana gelecek, düşmanlıklar, kan davaları sona erecekti. Böylece toplum huzurlu bir yaşama kavuşacaktı.

 

178-179- Ey iman edenler! Ölümlü olaylarda “kısas / adil mukabele” size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Fakat kim, öldürülenin kardeşi / velisi / mirasçısı tarafından bağışlanırsa, o zaman örfe uymak ve öldürülenin kardeşine / velisine / mirasçısına güzellikle diyet ödemelidir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir.  Bundan böyle kim haddi aşarsa ona da şiddetli bir cezalandırma uygulanacaktır. Ey akıl sahibi erdemli kişiler! “Kısasta / adil mukabelede” sizin için hayat vardır. Umulur ki takva sahibi olursunuz. / korunursunuz.(Bakara Suresi 178-179)

10.3.2-Vasiyet

Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği bu reform öncesinde, toplum bireylerinden birinin vefat etmesi halinde ölen kişinin bıraktığı miras paylaşılırken varisleri ya da velileri arasındaki güçlü kişiler daha fazla pay almakta, zayıflar ise sülaledeki güçlü kimselerin onlar için takdir ettikleri payı alırlardı. Kadınlar ya da kızlar ise mirastan hiç pay alamazlardı. Güçlü şahsiyetler aldıkları miras payları ile güçlerine güç katarak daha da güçlü bir pozisyona sahip olurken zayıf ve yoksullar ilelebet zayıflığa ve yoksulluğa mahkûm olarak hayatlarını sürdürmekteydiler. Bu paylaşım ile toplumda dayanışma, birlik ve beraberlik asla mümkün olmadığı gibi yakın akrabalar arasında bile kin ve husumet kök salıyordu.

Cenab-ı Hak, toplumda tevhidi, huzuru ve güveni sağlamak için miras paylaşımında bir yenilik getirdi ve vefata hazırlanan kişilerin vasiyet etmelerini farz kılarken bu vasiyetin gereğinin yerine getirilmesinde ana, baba ve yakın akrabaları sorumlu kıldı. Böylece mirastan kadınların / kızların da pay almasını ve zayıf erkek çocuklarının da hukukunun korunmasını sağladı. Zira ölmeye hazırlanan kişi evlatlar ve eşler arasında daha az ayrımcılık yapar. Kız olsun erkek olsun bütün evlatlarını seveceğinden evlatlarını kabilenin zalim olan güçlü kişilerin insafına terk etmez. Bunun için vasiyet yapan kişi bırakacağı malı kendi çocuklarına ve eşlerine adilane paylaştıracaktır.  Ancak bazı istisnai hallerde vasiyet edenin haksızlık veya paylaştırmada hata yapabileceği öngörülerek böyle bir durumda haksızlığın önüne geçilmesi için şahitlere müdahale hakkı getirildi. Böyle durumlarda vasiyete şahit olanların varisler arasında uzlaşma sağlamak koşuluyla vasiyette değişiklik yapmasında sakınca olmadığı bildirildi.

Mirasa ilişkin getirilen yeni yasal düzenleme ile kadınlarında mal edinmelerinin önü açıldı, kabilenin güçlü ileri gelenlerinin ve güçlü kardeşlerin zayıf kardeşleri ezmesinin önüne geçildi. Yakın akrabalara bile vasiyet yoluyla mirastan pay verilerek akrabalar arasında dayanışma ve kardeşliğin geliştirilmesinin önündeki engeller de kaldırıldı.

180-182- Sizden birinize ölüme yaklaştığında, eğer bir mal bırakıyorsa, babasına-anasına ve en yakın akrabasına, maruf bir şekilde vasiyet etmesi farz kılındı. Bu vasiyetin gereklerinin yerine getirilmesi de muttakiler üzerine bir borçtur. Bundan böyle her kim, herhangi bir vasiyete şahit olduktan sonra onu değiştirirse, onun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. Fakat kimde vasiyet edenin mirası paylaştırmada bir hata yaptığından veya bilerek ya da bilinçsizce bir kusur işlediğinden endişe eder ve bunun üzerine mirasçılar arasında bir uzlaşma sağlarsa bundan dolayı kendisine bir günah yoktur. Doğrusu Allah çok affedici ve çok merhametlidir. (Bakara Suresi 180-182)

10.3.3-Oruç ve Toplumsal Dayanışma

İslam Cumhuriyeti öncesi cahiliye döneminde oruç ile nefsin terbiyesi biliniyordu. Zira şekilleri ve süreleri farklı da olsa oruç insanlık tarihi boyunca bütün toplumlarda uygulanmıştır. Gelenek olarak Yahudiler ve Hristiyanlar Ramazan ayı öncesinde 10 gün ve sonrasında da 10 gün olmak üzere 50 günlük oruç tutabiliyorlardı. Araplarda ise her ayın ilk üç günü şeklinde uygulandığı rivayet edilmektedir. Ancak Cahiliye Araplarının bu eğitime ne kadar değer verdikleri ve uyguladıkları konusunda net bir bilgi mevcut değildir. Muhtemelen dini değerlere sıkı sıkıya bağlı olan hanifler haricinde de pek fazla uygulanmıyordu. Yahudiler ise bu ibadeti sıkı sıkıya uyguluyorlardı. Fakat hem onların hem de Arapların bu ibadet ile ilgili uygulamaları tıpkı bugünkü gibi ritüelleri ağır basan ancak anlamını yitirmiş haldeydi. Ritüellerin baskın olduğunu, Bedir Savaşı sırasında müminlerin oruçlarını bozmak istememesinde görmek mümkündür. Fakat ne olursa olsun oruç yine de insanların nefislerini terbiye etmesinde çok önemli bir eğitim metodudur. Bu nedenle Cenab-ı Hak, Tevhidi Dünya Görüşünün uygulamasını temin için Hz.Adem’den bu yana tüm insanlara orucu nasıl farz kıldıysa Medine İslam Cumhuriyeti daha iki yaşına girmeden ve Bedir Savaşı öncesinde oruç eğitimini sayılı günler için farz kılar.

Cenab-ı Hak hasta ve yolcu olanların ise tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutmasını emretti. Oruç tutmanın kişiye yoksul insanların halini anlama fırsatı vermesi nedeniyle oruç tutanların aynı zamanda bir yoksulu doyurmasını da emretti. Yoksulların halini anlayan oruçlulardan ekonomik gücü yerinde olanların daha fazla yoksulu doyurmasının ise daha iyi ve faziletli bir eylem olacağını belirtti. Böylece oruç tutanlar tuttukları oruç ile hem yoksulların halleriyle hallenirler hem de onların bu yoksunlukları ile çektikleri sıkıntıları giderecek paylaşımda bulunarak toplumsal dayanışma gerçekleşir. Cenab-ı Hak, insanların bildiği ve o zaman için bilemediği başkaca hikmetleri nedeniyle oruç tutulmasını kuvvetli bir şekilde önerdi.  Oruç tutmanın insanların kendi nefisleri ve toplumsal yaşamları için çok çok hayırlı olduğunu vurguladı.

 

183-184-Ey iman edenler! Kötülüklerden kendinizi koruyabilmeniz için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Sayılı günlerde... Hasta olanlarınız veya yolculukta bulunanlarınız tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruç tutanlar aynı zamanda (günlük) bir yoksulu doyurarak fidye versinler. Kim bu yükümlü olduğundan daha fazla (yoksulu doyurmak için) iyilik yaparsa bu kendisi için daha iyidir. Bir bilseniz, oruç tutmanız sizin için çok hayırlıdır. (Bakara Suresi 183-184)

Cenab-ı Hak orucun sayılı günler için farz oluşunu ve önemini belirttikten sonra oruca ilişkin yeni usul ve esasları da getirdi. Zira çevre ve geleneklerin getirdiği süre ve şekillerde revizyon yapma ihtiyacı vardı. Rabbimiz bu revizyonlarda toplumun maslahatını dikkate alıyordu.

Cenab-ı Hak oruç eğitimi için sayılı günlerin kapsamı olarak Ramazan Ayını bildirdi. Ve bu ayı Kur’an ile özdeşleştirdi. Böylece Ramazan ayında yapılacak nefis terbiyesi eğitiminin hedefleri ile Kur’an’ın gösterdiği hedeflerin birliğini ifade etmiş oldu. Mazereti olanlara da Ramazandan sonra yine oruçla borçlarını ödemeleri emredildi.

 

185-Ramazan ayı ki, insanlara yol gösterici apaçık bir öğreti ve yasaları içeren Kur’an, bu ayda indirilmiştir. Sizden bu ayı idrak eden, o ayda oruç tutsun. Hasta veya yolcu olanlarınız, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk istemez. (Allah bunları açıklıyor ki) oruç günlerinin sayısını tamamlayasınız, sizi doğruya ulaştıran Allah'ı yüceltip şükredesiniz.(Bakara Suresi 185)

 

Geleneksel usullere göre tutulan orucun usul ve şekilleri, insanları zorlamakta ve kimsenin olmadığı yerde nefislere hainlik edip bu usulleri ihlal etmelerine yol açmaktaydı. Zira geleneksel oruç sahuru olmayan tek iftarla tutuluyordu ve sayılı gün sayısınca kişinin eşiyle cinsel ilişkide bulunması mümkün değildi. Geleneksel yöntemlere dayalı olarak uygulanmakta olan orucun bu usullerine uymakta bazı müminler oldukça zorlandılar ve özellikle eşleriyle cinsel ilişki bağlamında zaafa düştüler. Aslında oruç eğitiminin amacı insanları birbirine yaklaştırmak tevhit oluşturmak iken oruçlu kişinin kendisinin elbisesi yani dış dünyada elbise gibi kendisinin en yakını olan eşinden belirli bir süre uzaklaşması tevhit ilkesine aykırı bir durumdu. Diğer taraftan bütün gün çalışıp yorulup iftarı beklerken uyuyakalan insanların iftarı kaçırmaları da orucu bir nefis terbiyesi / eğitimi olmaktan çıkarıp eziyete dönüştürmesi insanların bu eğitimden kaçmasına neden oluyordu.

Cenab-ı Hak, müminlerin karşılaştıkları bu zorlukları, içlerinden geçirdikleri düşünceleri ve kendi nefislerine yaptıkları ihanet ve kaçamakları çok iyi bildiğinden üzerlerindeki yükü hafifletmek için geleneksel oruç usul ve esaslarına revizyon getirmek istiyordu. Ancak gerek Yahudilerin, gerekse Arapların geçmişten gelen usullerin kendileri için şeriat oluşturması ve orucun zorlaştırıcı yönlerinin daha çok sevap kazandıracağı varsayımıyla şartları kolaylaştıracak revizyonlara sıcak bakmayacakları malumdu. Cenab-ı Hak, onların bu yaklaşımlarının yanlış olduğunu eğer kendisine yönelecek ve kendisinden bu konuda talepte bulunacak olurlarsa bu isteklerini kabul edeceğini, “kendisine yalvarıp yakaran / dua eden / istekte bulunan kullarının bu yönelimlerini asla karşılıksız bırakmayacağı” ifadesiyle bildirdi. Eğer kullar Rablerine yönelecek olurlarsa O’nun kullarının bu yönelimine asla kayıtsız kalmayacağını ve kendisinin ulaşılamaz olmadığı, tam aksine çok yakın olduğunu belirterek taleplerini yerine getireceğini ifade eder. Müşriklerin taptıkları ilahlar ve onlar adına hareket eden dini otoriteler ise kendilerine tapanların isteklerini yerine getirmede asla istekli değillerdir. Onlar kullarına karşı kibirlenir de kibirlenirler, kasıldıkça kasılırlar. Kendilerine kul olanların yalvarmaları arttıkça onların gurur ve kibirleri daha da artar. Halbuki Allah kullarının yalvarma ve yakarmalarına çok büyük şefkat, sevgi ve merhametle karşılık verir. Şimdi de oruç dolayısıyla müminlerin yaşadıkları zorlukları hafifleterek kullarının yararına düzenleme getirmek istemektedir. Onlar oruç tutma usullerinde getirilecek yeniliklere / revizyonlara uyacak olurlarsa ve Hz.Muhammed’in tebliğ edeceği bu yeniliklere inanacak olurlarsa doğru yolu bulmuş olacaklardır. Şayet elçisi tarafından bildirilecek bu revizyonları / yenilikleri kabul etmeyecek (inkâr edecek) olurlarsa o zamanda kendilerine eziyet etmeye / zulmetmeye devam edecekler ve kendileri için doğru yolu da bulamamış olacaklardır.

 

186- Kullarım sana beni sorarlarsa bilsinler ki ben onlara çok yakınım. Dua edenin taleplerine daima karşılık veririm; öyleyse onlar da Benim çağrıma icabet etsinler ve Bana inansınlar. / güvensinler. Böyle yaparlarsa doğru yolu bulacaklardır. (Bakara Suresi 186)

Cenab-ı Hak, müminleri oruç tutmanın usullerinde yapılacak revizyon / değişiklik konusunda kalplerinde yaşayacakları sıkıntı ve stresi bertaraf ettikten sonra söz konusu revizyonları bildirdi. Bundan sonra oruç gecelerinde yemek içmek ve cinsel ilişki serbest olacak, orucun kural ve kaideleri sadece gündüzleri uygulanacaktı. Fakat mescitlerde itikafa çekilmiş olanların eşleriyle cinsel ilişkiye girmeleri yasak olarak muhafaza edildi.

 

187- Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılınmıştır. Onlar sizin için giysidir, siz de onlar için giysisiniz. / Birbirinizin sırlarını örtersiniz. Ancak Allah sizin nefislerinize ihanet ettiğinizi / nefsinizin arzularına yenik düştüğünüzü gayet iyi bildiği için tövbelerinizi kabul edip sizi affetmiştir. Artık bundan böyle onlarla ilişkide bulunun ve Allah'ın sizin için takdir ettiğini arayın. Tan yerinde aydınlık fark edilinceye / seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu akşam / gece oluncaya değin tamamlayın. Mescitlerde itikâfa girdiğiniz zaman zevcelerinizle cinsel ilişkiye girmeyin. İşte bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır / yasaklardır, sakın bu sınırlara / yasaklara yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara işte böyle açıklıyor ki korunsunlar. (Bakara Suresi 187)

10.3.4-Tüketim Alışkanlıkları ve Rüşvetin Yasaklanması

Tevhit toplumunun önündeki en önemli engellerden birisi insanların tüketim alışkanlıkları bir diğeri de başkalarının mallarına haksız bir şekilde sahip olmak için hakimlere / otorite sahiplerine rüşvet vermektir.

Mal sahipleri mülkiyetlerinde bulunan mallar üzerinde diledikleri gibi tasarruf edemezler. Haram / batıl / yanlış yollarda ve kötülük yapmak için mallarını harcayamayacakları gibi saçıp savurma, gösteriş, gurur ve kibir ile davranıp o maldan yoksun olanların kıskançlığını, kin ve husumetini celp edecek şekilde tüketimde bulunamazlar. Ayrıca bir başkasının malına konmak için hâkim otoritelere rüşvet vermeleri de yasaklanmıştır. Cenab-ı Hak, tüketim alışkanlıklarını ve rüşvet konusunu düzenleyerek toplumdaki ayrılığın, düşmanlığın, çürümenin ve çatışmanın en önemli iki kaynağını kurutmuş olur.

 

188- Mallarınızı aranızda haksız / batıl / boş / yanlış şekilde yiyip tüketmeyin. İnsanların mallarını bile bile ve haksızlıkla tüketmek için hâkimlere / idarecilere / otoritelere aktarmayın. (Bakara Suresi 188)

 

10.3.5-Faydalı, Doğru ve Kolay Usulleri Takip Etmek

Şirk sistemi otoriteleri, halkı kendi egemenliği altında tutmak için doğal ve normal yolları halka tavsiye etmek yerine, yanlış, faydasız ve zor usulleri önermekteydi. Bunu meşru kılmak için de doğal işleyişlere yanlış anlamlar yükleyip halk üzerinde yanlışın doğru kabul edilmesini sağlayacak algıyı oluşturuyorlardı. Bu noktada hilalin bir aylık süre içerisinde şekil değiştirmesine farklı anlamlar yüklemekte ve bu anlamlar üzerinden hareketle halkın onların yanlış telakkilerini benimsemeleri sağlanıyordu. Halbuki hilalin her gün farklı bir şekil alması insanların zamanı ölçmesi ve bazı faydaları olmasından başka bir şey değildi. Ama şirk otoriteleri bu değişimlere astrolojik anlamlar yükleyerek halkın hayatlarında uyguladıkları süreçleri otoritelerin kendi belirledikleri saçma, zor ve dolambaçlı yollara sokuyorlardı. Nasıl ki ayın evreler geçirerek aşamadan aşamaya geçmesi bir zamanı belirlemede insanlara bir ölçü aracı oluyorsa yaratılan her şeyin doğal seyrini izlemek, ölçülere göre hareket etmekde insanlar için en faydalı ve en doğru usullerdi. Ama şirk otoriteleri toplumu zor, faydasız ve yanlış işlere sevk etmekle kalmıyor yanlış işleri daha faziletli gösterebiliyorlardı. Mesela insanların hac ya da seyahatten geldikleri zaman evlerine normal, kolay ve doğru bir yol olan kapılarından girmek yerine arka pencere ya da baca gibi oyuklardan girmelerini fazilet olarak empoze etmişlerdi. Aslında şirk otoriteleri kendi hâkimiyetlerini pekiştirmek için halkın tüm işlerinde zor ve yanlış usulleri uyguluyorlar ve halka da bunu fazilet olarak sunuyorlardı. Ayrıca onlar sürekli lafları evirip çeviriyor, sözün doğrusunu değil batıl ve boş şeyleri anlatıyor, işleri doğru bir şekilde değil de tersten yapmayı (arkadan dolanmak şeklinde) tavsiye ederek halkı yanlışa sevk ediyorlardı. Bu yanlış usuller toplumu ikiyüzlülüğe itiyor, dürüstlükten uzaklaştırıyordu. Cenab-ı Hak, toplumda dürüstlüğün hâkim olması, işlerin kolay, doğru ve faydalı bir şekilde yapılması için şirkin getirdiği bu alışkanlığın terk edilmesini ve doğru, kolaylaştırıcı ve normal yolların takibini öngören usullerin benimsenmesini öğütledi.

 

189- Sana, hilalin evrelerini soruyorlar. De ki: Onlar, insanların faydalanması ve bir de hac için vakit ölçüleridir. İyi davranış, evlere arkalarından gelip girmeniz / lafı dolandırmak değildir. Lakin iyi davranış, dürüstlük, ölçülü olmak, en iyi, faydalı ve doğru olanı yapmaktır. Doğru usulleri uygulayın, / Evlere kapılarından girin, Allah'ın emirlerini yerine getirmede hassasiyet gösterin ki kurtuluşa eresiniz. (Bakara Suresi 189)

 

10.3.6- Savaş Hukuku

Mekke müşrik yönetimi Medine’yi çevreleyen kabileleri kışkırtarak Medine İslam Cumhuriyetini önce içine hapsetmek ve sonra da boğmak arzusundadır. Cenab-ı Hak ise kuşatılmışlığı kırmak için müminlere savaş iznini daha önce vermişti. Aynı zamanda Medine’ye yapılması muhtemel saldırıları engellemek için de daha aktif bir politika izlemeleri gerektiğini bildirmişti. Çevre kabilelerin üzerine askeri birlikler gönderilecek ve onlar Medine İslam Cumhuriyeti ile barış topluluğu oluşturmaya ikna edilecekti. En azından Mekke ile yapılacak çatışmalarda onların tarafsız kalmaları sağlanacaktı.

Cenab-ı Hak gerek Mekke gerekse de çevre kabilelerin Medine İslam Cumhuriyetine savaş açmaları durumunda barış yanlısıyız diye eli kolu bağlı oturulmamasını, tam aksine şiddete karşı şiddetle karşılık verilmesi talimatını verdi. Esas olanın barış, hoş görülmeyenin de çatışma olmasına rağmen eğer bir topluluk barış yanlısı müminlere savaş açıyorsa, çatışmadan asla geri durulmaması ve misliyle mukabelede bulunulması emredildi. Ancak karşılık vermede aşırı gidilmemesi de İslam Cumhuriyeti yetkililerine ve ordu komutanlarına bildirildi. Şöyle ki savaş açan topluluklara mukabelede bulunurken çocuk, kadın ve savaşmayan sivil unsurlara asla zarar verilmemesine işaret edildi.  

 

190- Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Ancak sakın aşırı gidip azgınlık yapmayın, çünkü Allah azgınlık yapanları sevmez. (Bakara Suresi 190)

 

Cenab-ı Hak, müminlerin savaş halinde oldukları müşrikleri nerede yakalarlarsa öldürmelerini emretti. Zira o müşrikler sırf barış, adalet ve huzur istedikleri için müminleri yurtlarından sürüp çıkarmışlardı. O müşrikler, şehirde / ülkede fitne / kargaşa / anarşi ve zulmün devam etmesini istiyorlardı. Cenab-ı Hak, toplumda anarşi/ fitne / kargaşa çıkarmanın ve insanlara zulmetmenin öldürülmesinden başka çare olmadığını bildirdi. Onlar yok edilmedikçe kötülüğün kökü kurumayacaktı. Bu nedenle onların öldürülmelerinin asla kötülük sayılamayacağını belirtti.

 Araplar, Mekkelilerin Ehlullah kabul edilmeleri ve Beytullah’ın hizmetçileri olmaları nedeniyle onlarla savaşılamayacağına inanıyorlardı. Cenab-ı Hak ise onların en temel hak olan insanların yurtlarında yaşam hakkını ellerinden alarak müminleri Mekke’den sürdüklerini ve bu sürgünün tam bir zalimlik olması nedeniyle Beytullah’ın hizmetçileri de olsa Mekke müşrikleri ile savaşmanın caiz olduğunu bildirdi. Böylece Arapların bu inanışının yanlış olduğunu ortaya koydu. Ayrıca o dönemde Mescid-i Haram’da savaş yapmanın çok büyük günah olduğu düşüncesi hâkimdi. Bu nedenle Medine İslam Cumhuriyeti vatandaşlarının gerek hac için olsun gerekse ticari amaçlarla olsun Mekke’ye yapılacak ziyaretlerde herhangi bir saldırıya maruz kalacak olurlarsa onlara karşılık verip veremeyecekleri konusunda tereddüt hâsıl olmuştu. Cenab-ı Hak, müminlerin bu tereddütlerinin yersiz olduğunu, şayet Mescid-i Haram çevresinde ya da içinde bir saldırıya uğrayacak olurlarsa karşılık vermede asla tereddüt göstermemelerini bildirdi. Ancak onlar saldırmayacak olurlarsa müminlerin de saldırmamalarını emreder. Eğer düşmanlar saldırganlıklarına son verip Medine İslam Cumhuriyetinin oluşturduğu barış topluluğuna girerlerse (yani müslüman olurlarsa) o takdirde onların kusurlarının kendisi tarafından bağışlanacağını bildirdi. Ama onlar ısrarla bu saldırgan tutumlarını devam ettirecek olurlarsa müminlerin de onlara karşı savaşçı stratejiyi devam ettirmelerini emretti. Ta ki onlar bu zulüm, baskı ve saldırgan tutumlarından vazgeçip barışı tercih ederek Allah’ın tercih ettiği merhamet, birlik ve beraberlik, adalet ve hukuk yani kısaca Allah’ın dini hâkim olsun. Zira onlar zoru görmeyince bu zalimliklerinden vazgeçecek görünmemektedirler. Ancak onlar vazgeçecek olurlarsa o takdirde müminlerin de savaşı kesmelerini emretti. Cenab-ı Hak zalim olanlardan başkasına saldırıya izin olmadığını da bildirdi. 

 

191-193- Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. / Onlarla nerede karşılaşırsanız orada savaşın. Sizi çıkardıkları yerden / Mekke’den siz de onları çıkarın. Fitne/ baskı / zulüm / anarşi, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. / onlarla savaşın. İnkârcıların cezası işte böyledir. Allah bağışlayandır ve sonsuz merhametlidir. Fitne / baskı / zulüm / anarşi tamamen yok edilinceye ve din (düzen/ sistem / devlet) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur. (Bakara Suresi 191-193)

 

Arap geleneklerine göre haram aylarda savaşmak yasaktı. Bütün kabileler bu aylarda serbestçe ticaret yaparlardı ve yarımada sadece bu aylarda güvenli idi. Diğer aylarda yol güvenliği sadece Mekkeliler için sağlanıyordu. Fakat söz konusu müminler olunca Mekke müşrikleri ve müttefikleri Medine İslam Cumhuriyetine karşı haram ay falan dinlemiyor ve müminlere saldırmakta kendileri için bir sakınca görmüyorlardı. Onlar haram aylarda ve hac için Medine’den müminler gelecek olurlarsa bunlara saldırıda bulunacaklarını ve haram ayların dokunulmazlığını müminler için uygulamayacaklarını deklare ediyorlardı. Ancak diğer taraftan müminler haram ayların bu dokunulmazlığını çiğneyecek olurlarsa o takdirde de müminlerin bu noktada hiçbir kutsiyet tanımadıkları konusunda menfi propaganda yapacaklardı. İşte bu durum karşısında Cenab-ı Hak da müminlere haram aylar konusunda dokunulmazlık ya da çatışmasızlığın karşılıklı olduğunu ilan etti ve şayet Mekke yönetimi bu kurala uymayacak olursa Medine’nin de bu kuralı çiğneme ve kendini savunma hakkının bulunduğunu bildirdi. Onların haram aylarda müminlere saldırmaları halinde hiç çekinmeden angajman kuralı olarak onlara misliyle karşılık vermelerini müminlere emretti. Bu konuda tereddüt edilmemesi ve korkulmaması gerektiğini bildirdikten sonra kendisinin mümin ve muttakilerle beraber olduğunu vurguladı. Kendisinden korkmayan ve kendisine saygı duymayan müşriklere elbette yardımcı olmayacağını da belirtti.

194- Haram ay haram aya karşılıktır. Dolayısıyla hürmetler / dokunulmazlık / çatışmasızlık / saldırmazlık karşılıklıdır. O halde kim size saldıracak olursa siz de ona misliyle karşılık verin (aynı şekilde saldırın). Haddi aşma konusunda Allah'tan korkun ve bilin ki Allah muttakilerle beraberdir. (Bakara Suresi 194)

 

Cenab-ı Hak bu savaş stratejisinin kendini savunma ve hakkı hâkim kılma amaçlı olduğunu bu nedenle tüm müminlerin bu yolda (Allah’ın yolunda) harcama yaparak bu stratejiye destek olmaları, savaşacak ordunun donatılması için gerekli katkının yapılması talimatını verdi. Şayet bu desteği vermeyecek olurlarsa kendilerini kendi elleriyle tehlikeye atmış olacakları uyarısında bulundu. Cenab-ı Hak ayrıca müminlerden işlerini tam ve eksiksiz yapmaları emrini verdi. Allah yolunda savaşanların maddi ihtiyaçlarının da karşılanması için diğer müminlerin savaşçıları desteklemeleri zorunludur. Aksi takdirde birileri mücadele ederken diğerlerinin bu mücadeleden geri kalmaları düşünülemez. Mücadele işinin tam ve noksansız olması için topyekûn olması gereklidir.

 

195- Allah yolunda infak / harcama yapın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İhsan edin; Allah ihsan edenleri sever. (Bakara Suresi 195)

10.3.7-Hac / Umre İbadetinde yapısal değişiklikler

Müminler cahiliye dönemlerinden beri yapılmakta olan ve hali hazırda Mekke müşrikleri ile Arap yarımadasındaki diğer müşriklerin de yapmakta oldukları hac ve umre ibadetlerinin meşruluğu konusunda tereddüt yaşamaktadır. Ayrıca eğer hac ve umre için niyetlenip Mekke’nin yolunu tuttuklarında Mekke yönetimi onları Mekke’ye sokmayacak olurlarsa ne yapacaklar ve nasıl bir tavır ortaya koyacaklardır? Zira Mekke yönetimi ile Medine yönetimi birbirine düşman ve savaş halinde olan iki devlet olduğundan Medinelilerin hac ve umre yapmalarına müsaade edip etmeyecekleri belirsizdi.

Cenab-ı Hak müminlere bu hususlarda yol göstermek için aşağıdaki ayetlerini inzal etti. Önce hac ve umre ibadetlerinin Allah için olduğunu ve tam olarak yapılması gerektiğini belirtti. Ancak Mekke yönetimi müşriklerin elinde olduğu için müminlerin hac ve umre ibadetlerini tamamlamalarına onların müsaade edip etmeyecekleri belirsizdi. Şayet onlar müminleri Mekke’ye ve hac bölgelerine girmeye müsaade etmeyecek olurlarsa o takdirde onlarla kavga / çatışmaya girilmemesi ve kurban keserek müteakiben tıraş olarak hac ve umreyi kısa yoldan tamamlamaları şeklinde bir yol gösterilir. Böylece müminlerin çatışmacı değil hac ve umrenin esas amacı olan barış ve kardeşlikten yana oldukları gösterilmiş olacaktı.

 

196- Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer bu ibadetlerinizden alıkonursanız kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Söz konusu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, fidye olarak oruç tutması veya sadaka vermesi veya kurban kesmesi gerekir. Hac için engellemelerin kalkarak emniyetin sağlandığı vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurban kesemeyen / bulamayan kimse ise hac günlerinde üç gün, yurduna döndüğü zaman yedi gün olmak üzere tamamı on gün oruç tutması gerekir. Bu hususlar, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Aksi takdirde Allah'ın vereceği cezanın ağır olduğunu bilin. (Bakara Suresi 196)

 

Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde hac ibadetinin insanı kemale erdirme eğitimi olduğuna değindi. Hac için ihrama giren kişi, mal, mülk, rütbe, makam vb. sosyal statülerini bir kenara bırakarak hac ibadetini yapan herkesle eşit statüye geldiğini göstermiş olur. Böylece makam, mevki ve statülerin bir öneminin olmadığı yaşatılarak kişinin nefsi terbiye edilir. Ayrıca hac ibadeti, kişiyi helaline bile olsa şehvetten uzaklaştırır, günah olan tavır ve davranışlara yönelmekten men eder, kavga çatışma ve rekabeti yasaklar. Böylece hacceden kimseyi yurduna döndüğünde hayır işlemeye yöneltir. Sayılı günlerde yaşanan bu haleti ruhiye hacıları olgunlaştırır ve eğitir. Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ediş amacı insanları kâmil hale getirmek için eğitime tabi tutmak olduğu halde zamanla şirke bulaşan Araplar hac ibadeti sırasındaki bu olgunlaştırma eğitimleri yerine haccı panayırlarla zevkü sefa, eğlence ve her türlü fuhşu işleme aracı haline getirmişlerdi. Cenab-ı Hak müminlere yaptığı rehberlikle haccı tekrar asıl amacına uygun ibadet haline getirmek için talimatlarını gönderdi;

197-Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda (ihramını giyerek) hac için niyet ederse, hac ibadeti süresince kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yasaktır. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Hac yolculuğu boyunca yetecek) azığınızı yanınıza alın. Mamafih azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime karşı gelmekten) sakının. (Bakara Suresi 197)

Diğer taraftan müminlerde hac sırasında ticaret, fikir ve bilgi alışverişi, kültürel alışveriş yapılıp yapılmayacağı konusunda tereddüt hâsıl olmuştu. Cenab-ı Hak, insanların hayrına olan bu alışverişlerin hac ve umre süresince yapılmasında hiçbir sakınca olmadığını bildirdi. Çok çeşitli coğrafyalardan insanların bir araya geldiği bir ortamda insanların faydasına olacak her türlü bilgi, düşünce, mal, fikir, kültürel değerlere ilişkin alışverişlerin olmasının asla yasak olamayacağına böylece vurgu yapılmış oldu. Hatta böylece bu türden alışverişler ile insanlar birbirlerinin sorunlarını çözmüş olacaklardır.  Hâlbuki şirk içerisindeki toplumların yaptıkları hac ibadetlerinde her kabile kendi tanrısının değerlerini yüceltmekte diğer kabilelerin tanrılarına karşı üstünlük taslamaktadır. Bu noktada hac esnasında her kabile atalarının geçmişte diğer kabilelere karşı elde ettikleri zaferleri anarak düşmanlıkları, rekabetleri canlı tutmaktadırlar. Şirk öğretisi ile hac ibadeti insanlar arasında kardeşlik, barış tesis edecek iken tam aksine kin, öfke, ayrılık ve düşmanlık yaratmaktaydı. Cenab-ı Hak ise halkı kin ve düşmanlığa sürükleyen şirk uygulamalarını yasaklayarak müminlere hac sırasında Allah’ın öğretisi olan barış, kardeşlik, adalet, hakkaniyet, doğruluk, dürüstlük vb. ilahi düsturları zikretmelerini emretti.  Hatta Allah’ın bu ilahi düsturlarını cahiliye şirki içerisinde gösterdikleri çabadan / babalarını anma çabalarından daha fazla etkinlik yaparak Kendisinin anılmasını emretti.

198- 203 (Hac mevsiminde ticaret / fikri alışveriş / kültürel alışveriş / bilgi alışverişi yaparak) Rabbinizin vereceği bir lütfu / kazancı aramanızda bir sakınca yoktur. Arafat'tan ayrılıp hep birlikte Müzdelife’ye akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin. O'nu zikrederken size gösterdiği şekilde zikredin. Şüphesiz siz daha önce yanlış yapıyordunuz. Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de (Kâbe’ye doğru) akıp gelin. Allah'tan mağfiret dileyin. Çünkü Allah çok affedici ve çok merhamet edicidir. Hac ibadetlerinizi bitirdikten sonra, cahiliye döneminde babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanların bir kısmı: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver.” derler. (Kısa vadeli düşünen) bu kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur. Onlardan bir kısmı da: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik / güzellik ver, ahirette de iyilik / güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru.” derler. İşte (uzun vadeli düşünen) bu kimselerin, kazançları büyük bir nasip olacaktır. Muhakkak ki Allah’ın hesap görmesi çok hızlıdır. Sayılı hac günlerinde (eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek) Allah'ı anın. Kim acele edip iki gün içinde Mina'dan dönmek isterse, ona günah yoktur. Kim de geri kalırsa ona da günah yoktur. Önemli olan haccın yasaklarına uyulmasıdır. Allah'tan korkun ve bilin ki hepiniz O'nun huzurunda toplanacaksınız. (Bakara Suresi 198-203)

10.4. Cenab-ı Hakk’ın Bildirdiği Reformlara Karşı Münafıklıkların Alternatif Önerileri

Cenab-ı Hak ilk reformlara ilişkin hükümleri inzal ettikten sonra reform hükümlerine bir süre ara verir ve elçisinin ve müminlerin dikkatlerini münafıklara çeker. Zira bu münafıklar yeni düzenlemeler inzal oldukça eski düzenlerinin bozulacağını gördükleri için yeni reformlara karşı kendi alternatif çözüm önerilerini sunmaktaydılar. Onlar şirk sisteminin toplumda kabul görmüş alışkanlıklarının ve anlayışlarının ilahi öğretiye dayalı yapısal reformlar ile değiştirilmesi durumunda bir daha şirk sistemine dönmenin çok zor olacağının farkındaydılar. Cenab-ı Hak ise inzal ettiği reform kanunları ile toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeyi diliyordu. Elçisinin görevini yaptıktan sonra ahirete göç etmesini müteakiben topluma yeniden müşrik tabiatlı insanların hâkim olmaları durumunda bile toplumda ilahi öğretilerin uzun süre egemen olması için bu dönüştürücü reformları gönderiyordu.

Münafık ve Yahudi işbirlikçileri peygamberimize önerdikleri alternatif reformlarında samimi olduklarına dair Allah’ı da şahit tutmaktaydılar. Şayet onlar ileri sürdükleri alternatif çözüm önerileri ile Cenab-ı Hakk’ın getirdiği reformları hedefinden saptıracak olurlarsa bir nebzede olsa eski sistemlerini korumada başarılı olacaklardı. Bunun için sürekli peygamberimize şirin görünecek sözler sarf ediyorlar, toplumun huzuru, barışın tesisi ve toplumsal sorunlara çözümler sunuyor ve kendilerinin, iyilik ve hayır için çalıştıklarını ifade ediyorlardı. Onların getirdikleri çözüm önerileri hem peygamberimizi hem de müminlerin hoşuna gidecek şekilde olduğu gibi onlar peygamberimizin ve müminlerin gönüllerini fethetmek için samimiyetlerine dair Allah adına yeminler ediyor, antlar içiyorlardı. Hatta kalplerinde peygamberimize karşı son derece nefret ve öfke beslemelerine rağmen onu çok sevdiklerini ve kendisine ölümüne bağlı olduklarına dair Allah’ı şahit tutuyorlardı. Böylelikle peygamberimizi ve müminleri kandırmaya çalışıyorlardı.

Cenab-ı Hak bu tiplerin peygamberimizi ve müminleri inandırmak için yaptıkları yeminlerden yola çıkarak onların gerçek yüzlerini ortaya koydu. Peygamberimizi bile aldatabilecek bu tür tavır ve davranışlara aldanılmaması gerektiği Rabbimiz tarafından müminlere öğretildi. Onların iktidarı ele geçirmeleri halinde ülkeyi fesada boğacakları, ekonomiyi mahvedecekleri ve nesillerin geleceklerini karartacaklarını belirtti ve onlara asla fırsat verilmemesi konusunda müminleri ikaz etti.  Bu tip insanların tatlı sözlerle yöneticileri yanıltacaklarına, kendilerine inanmalarını sağlamak için de sürekli Allah’ı şahit tutacaklarına dikkat çekildi. Hâlbuki samimi müminler yaptıkları eylemler, gösterdikleri fedakârlıklar ve Cenab-ı Hakk’ın koyduğu yasalara itaatleri ile bağlılıktaki samimiyetlerini ispat ederler ve samimiyetlerini göstermek için yemine ihtiyaç duymazlar.

Şayet onlar samimi mümin iseler Allah’ın bildirdiği yeni reformlara, emir ve talimatlara harfiyen uymaları yeterlidir. Ama onlar Allah’ın inzal ettiği bu düzenlemelere uymaya davet edildikleri zaman yüzleri ekşir, gurur ve kibirle başlarını yukarı dikerler. Allah’ın emir ve talimatlarına uymaları konusunda kendilerine “Allah’tan kork” denilse kibirlenerek hemen burun kıvırırlar.  “Canları cehenneme o kibirli insanların!” Ama samimi müminler gelen yeni düzenlemelere gönülden boyun eğerler ve o düzenlemelerin hükümlerine hemen riayet ederler. Cenab-ı Hak böyle samimi müminlere karşı çok esirgeyici ve çok merhametlidir.

204-207-İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatı ile ilgili söyledikleri senin hoşuna gider. Üstelik böyle tipler bütün kalbiyle samimi olduklarına Allah'ı da şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanların önde gidenidir. Böyle tipler iş başına geçtiği / iktidara geldiği zaman bozgunculuk yaparak ülkeyi fesada boğmak, ekonomiyi mahvetmek ve nesillerin geleceğini karartmak için çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez. Bu tiplere «Allah'tan kork!» denilse onun gurur ve kibri kendisini günaha sevk eder. (Ceza olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir! Fakat insanlardan öyleleri de vardır ki, Allah'ın rızasına ulaşmak için kendini feda eder. Allah da bu kullarına karşı çok şefkatlidir. (Bakara Suresi 204-207)
 

Cenab-ı Hak, müminlere İslam Cumhuriyetinin sunmuş olduğu güvenliğe / barışa / birlik ve beraberliğe girmelerini bildirir. Şayet kendi indirdiği düzenlemelere tabi olacak olurlarsa can, mal, inanç, akıl emniyetinin sağlanacağı böylece ifade edilmiş olur. Fakat münafık şeytanların ileri sürdükleri alternatif düzenlemeleri kabul edip onlara uyacak olurlarsa o takdirde de hüsrana uğrayacakları ifade edilir. Zira o şeytan münafıklar müminlerin düşmanıdırlar ve müminlerin kaybetmeleri için çalışmaktadırlar. İndirilen yeni reform düzenlemeleri İslam toplumunu barışa, huzura ve mutluluğa götürecek yasaları içermektedir. Şirk sisteminin toplumda yarattığı sıkıntıları, krizleri, anarşi ve kaosu giderecek yegâne yolun Cenab-ı Hakk’ın bildirdiği toplumsal reformları izlemekten geçmektedir. Münafık şeytanların teklif ettikleri alternatif düzenlemeler ise kulağa hoş gelse de arka planda muazzam şeytani hile ve desiseler barındırmaktadır.  Buna rağmen Medine halkı ille de o şeytanların izinden gitmeyi tercih ederek yanlışa kayacak olurlarsa Allah mutlak galiptir ve hakimler hakimidir.

Diğer taraftan bu münafık şeytanların Yahudi işbirlikçileri ile birlikte hareket ettikleri belirtilir. Nasıl ki geçmişte o Yahudiler kendilerine indirilen ilahi düzenlemelere uymama konusunda direnç göstermişler ve Cenab-ı Hak elçileri ile hangi mucizeyi göstermiş olursa olsun yine de o elçilere uymamışlarsa aynı şekilde şimdide işbirlikçi ortaklarını kışkırtarak Hz.Muhammed’e inzal edilen düzenlemelere uymamakta direnmektedirler. Onlar bu düzenlemelere uymak için Allah’ın ve meleklerinin gökten inmelerini bekliyorlar. Bir başka ifadeyle eğer Allah lütfedip elçisini askeri ve ekonomik güçlerle, içeriden ve dışarıdan bazı güçlü melikler ve otoritelerce destekleyecek olursa onlar da reform yasalarına uyacaklardır.  O vakit geldiğinde zaten onların bu yasalara uymaktan başka çareleri kalmayacaktır.

208-212- Ey iman edenler! Hep birlikte barışa / İslam’a girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, sizi birbirinize düşüren apaçık düşmanınızdır. (Sorunlarınızı çözecek) bunca ayetler /deliller / yasa ve düzenlemeler size geldikten sonra, yine de (şeytanın izinde gitmeyi tercih ederek) kayarsanız, şunu iyi bilin ki Allah azizdir, hakimdir. Onlar, ille de buluttan gölgelikler içinde Allah'ın ve meleklerinin gelmesini mi bekliyorlar? Hâlbuki (o vakit geldiğinde) iş bitirilmiş olacaktır. Zaten bütün işler sonunda yalnızca Allah'a döndürülür. İsrail oğullarına sor bakalım: Biz kendilerine nice açık ayetler / yasa ve düzenlemeler göndermiştik. Fakat kim kendisine gelen Allah'ın nimetini /ayetlerini / yasa ve düzenlemelerini değiştirirse bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.  İnkâr edenler (münafık şeytanlar ve bazı Yahudi ileri gelenler) için dünya hayatı cazip kılındı. (Bu yüzden) onlar, müminlerle alay ederler. Oysaki (inzal olan ayetlere / yasa ve düzenlemelere iman eden) müminler kıyamet günü onlardan üstün konumda olacaklardır. Allah dilediğine hesapsız lütufta bulunur. (Bakara Suresi 208-212)

Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği yenilik / değişim / inkılap yasaları, münafıkları rahatsız ettiği gibi esas itibariyle Yahudi ileri gelenlerini de fazlasıyla rahatsız ediyordu. Zira peygamberimiz Medine’ye gelmeden önce onlar kendi toplumlarında egemen oldukları gibi Evs ve Hazreç üzerinde de son derece etkin ve üstün konumda idiler. Fakat peygamberimizin Medine’ye gelip İslam Cumhuriyeti kurmasından sonra durum değişmeye başlamıştı. Peygamberimize inzal edilen yasal düzenlemeler ile toplumda yapısal dönüşümler gerçekleşmeye başlayınca topluma egemen olan bazı Yahudi ileri gelenler ile işbirlikçi münafıklar bu hâkimiyetlerinin ayaklarının altından kaydığını fark ettiler. Onlar şirk siteminde iken şirkin yasaları ile toplumu ifsat ediyorlar ve bu bozgunculuktan nemalanıyorlardı. Üstünlüklerini bu yanlış, batıl ve bozguncu yasa ve düzenlemeler sayesinde elde etmişlerdi. Ama şimdi Cenab-ı Hakk’ın elçisi aracılığıyla inzal ettiği yeni yasa ve düzenlemeler (kitaplar) onların bu egemenliklerine son veriyordu. Kendi aleyhlerine gelişen bu değişim nedeniyle onlar ihtiraslarına ve ırkçı kıskançlıklarına yenik düştüler. Onların bu ihtiras ve kıskançlıkları onları toplumsal birlik ve beraberlikten ayrılmaya itti. Medine Anayasası ile yaratılan tek ümmetten ayrılmayı kafalarına koydular. Onlar bu dinden / devletten / yoldan / ümmetten yollarını ayırmaya doğru giderken muhacirlerden, Evs’ten, Hazreç’ten ve hatta Yahudilerden iman edenlerle anlaşmazlık yaşamaya başladılar. Müminler Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği yenilik / değişim / inkılap düzenlemelerini kabul ederek doğru yolda ilerlemeyi sürdürürken ümmetten ayrılmayı kafaya koyanlar peygamberimize indirilen hükümlere uymaya direndiler. Hâlbuki Medine Anayasasına imza atarken onlar tek ümmet olmayı ve Hz.Muhammed’in@ İslam Cumhuriyetinin başkanı olarak vereceği hükümlere uyacaklarına söz vermişlerdi.  

Cenab-ı Hak, bu durumun insanlık tarihinde defalarca gerçekleşmiş olduğunu aşağıdaki ayetle ifade etti;

 

213- İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi ve onlarla beraber insanların anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilmiş olanlar, apaçık deliller geldikten sonra, sırf ihtiras ve kıskançlıkları nedeniyle (dinde /ümmet olmakta / birlik ve beraberlikte) anlaşmazlığa düştüler. Fakat Allah izni ilahisiyle iman edenlere, ihtilaf ettikleri hususta doğru yolu / hakkı gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir. (Bakara Suresi 213)

 

Cenab-ı Hakk’ın insanlık tarihinde defalarca gerçekleşmiş yukarıdaki durumun Medine İslam Cumhuriyetinde de yaşanacağını, dünyada cennet gibi huzurlu bir toplumsal yapıya ulaşmak ve ahrette de cennete girebilmek için bu sıkıntılı süreçleri yaşamanın zorunlu olduğunu müteakip ayette bildirir. Öyle ki bu sıkıntılı süreçlerden bizar olan müminler “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar zorluklar yaşayacaklardır. İşte o noktaya ulaşıldığı o vakit, Allah’ın yardımının yakın olduğu vakittir.

214. (Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden / onların yaşadığı süreçleri sizde yaşamadan cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlar öyle yoksulluk ve sıkıntılar yaşamışlar öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: “Allah’ın yardımı ne zaman!” dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır. (Bakara Suresi 214)

 

10.5. Medine Toplumunda Sorunların Gündeme Getirilmesi ve Çözüm Talepleri

Medine toplumunda yapısal değişiklikler getirecek yenilik / inkılap yasalarına münafıklar karşı çıkarken müminler sahip çıktığı gibi içinde yaşadıkları diğer toplumsal sorunları gündeme taşıyarak bu sorunlara da çözümlerin getirilmesini peygamberimizden talep etmişlerdir. Cenab-ı Hak, müminlerin bu taleplerine çeşitli zamanlarda cevabi çözüm önerilerini müteakiben zikredilecek ayetlerle göndermiştir.

 

10.5.1-İnfakın Toplumun Hangi Kesimlerine Yapılacağı

Müminler yeni sistemde toplumsal dayanışmanın sözde kalmaması ve bunun ete kemiğe bürünmesi gerektiğini biliyorlardı. Hemen harekete geçtiler ve mallarından infak etmek için girişimde bulundular. Ancak infakın kimlere verileceği konusunda tereddütler oluştu. Bu hususun açıklığa kavuşturulması için peygamberimize sordular.

Cenab-ı Hak infakın kimlere yapılacağı konusunda hükmünü bildirdi. Bilindiği üzere infak, barış ve tevhit toplumunun inşasında araçların en önemlisidir. Cenab-ı Hak, infakı emrederken şirk anlayışlarını yok etmeyi dilemektedir. O bu amaçla infak edilecek malların kimlere verileceği sorusuna verdiği cevapla, eski sistemin anlayış tarzı olan «sadece kendi kabilene yönelme, toplumda aşağı görülenlere asla merhamet edilmemesi» anlayışını toplumun hafızasından söküp atmak istedi. Rabbimiz, infak edilecek toplumsal sınıfları sayarken kadın cinsi olarak analardan başlayarak kadının sosyal statüsünün yükseltilmesini istedi. Daha sonra diğer toplumsal sınıflar arasında yer alan yetimler, miskinler, yoksullar ve yolcu olup da herhangi bir nedenle yolda muhtaç duruma düşenleri sayarak bunların durumlarının düzeltilmesi, ihtiyaçlarının karşılanmasını istedi.

 

215- Onlar, sana infakı nereye yapacaklarını soruyorlar. De ki: “Mallarınızdan yapacağınız infak, ana-baba, yakınlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir.” Yapacağınız her hayrı / iyiliği şüphesiz Allah, en iyi bilendir. (Bakara Suresi 214)

 

10.5.2-Bilmeden Haram Ayı İhlal Etmenin Hükmü ve Nahle Harekâtı (Ocak 624)

Hac ve Umreye ilişkin yukarıdaki yenilikler / değişimler / inkılaplar geldikten sonra bir tartışma başladı. Özellikle münafıkların başlattıkları bu tartışmanın konusu “haram aylarda savaş olup olmayacağı” noktasındaydı. Onlar Mekkeliler müminlere saldırsa bile karşılık verilmemesi gerektiği iddiasında bulundular. Hâlbuki Cenab-ı Hak müminlerin hac ya da umreye gittikleri zaman Mekkeliler tarafından saldırıya uğrarlarsa karşılık vermeleri hükmünü getiriyordu. Bu konuda tartışmalar sürerken hac zamanı yaklaşmış ve peygamberimizde Nahle Vadisine askeri bir harekât düzenlemişti. Zira Mekke’nin Şam ticaret yolunun kontrol altına alınmasından sonra sıra Mekke’nin doğu istikametindeki ticaret yolunun kontrol altına alınmasına gelmişti. Medine’ye uzak olması nedeniyle Mekke’nin doğu ticaret yolunun denetim altına alınması öyle kolay olmayacağı açıktı. Ancak peygamberimiz her ne pahasına olursa olsun Mekke’nin ticaret yollarını bir an önce kontrol altına almak ve böylece Mekke’yi en hassas olduğu noktadan yani ticari kayıplara uğramaktan korkmaları noktasından vurmak istiyordu. Bu amaçla peygamberimiz Nahle vadisine askeri bir harekât düzenlemeye karar verdi ve Abdullah b. Cahş'ın komutasında 12 kişiden oluşan bir askeri birliği Nahle'ye gönderdi. (Harita 9)

Söz konusu askeri birlik, Nahle vadisine ulaştığı zaman Taif’ten Mekke’ye doğru yol almakta olan bir kervanla karşılaştı.  Birlik hemen kervana saldırdı ve kervanın muhafızları ile yaptıkları çarpışmada müşrik bir muhafız öldürüldü, iki müşrik muhafızda esir alındı. İslam ordusu kervanın mallarını ganimet olarak ele geçirdi ve esirlerle birlikte Medine’ye geri döndü. Fakat peygamberimiz bu operasyondan hiç hoşnut olmadı. Zira çarpışma haram aylara tam girildiği zaman vuku bulmuştu. Bilindiği üzere o dönemdeki geleneklere göre haram aylarda kan dökmek, ticari kervanlara saldırmak çok büyük suçtu / günahtı. Bu olayın Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine büyük bir propagandaya dönüşeceği açıktı.

Nitekim bu olayla Medine’deki muhaliflerin eline büyük koz geçmişti. Onlar peygamberimizin aktif dış politikasına karşı çıkışlarının ne kadar haklı olduğunu savunmaya başladılar. Onlar, yapılan operasyonu delil göstererek Medine İslam Cumhuriyetini hiçbir kutsalı tanımayan, barış karşıtı, saldırgan ve tecavüzkâr olmakla suçlayacaklarını belirttiler. Onların bu söylemlerle yürüttükleri menfi propaganda halk arasında çok etkili oldu ve peygamberimiz ve müminler bu durumdan son derece müteessir oldular. Kendilerini nasıl savunacaklarını bilemediler. Ancak Cenab-ı Hak onların imdadına yetişti ve muhalif kesimlere nasıl cevap verilmesi gerektiği hususunda müminlere yol gösterdi;

 

216-218- Savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size yazıldı / zorunlu kılındı / farz kılındı. Fakat Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki o şey sizin için hayırlıdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, hâlbuki o şey sizin için şerlidir. Allah bilir, siz bilemezsiniz. Sana haram ayı ve o ayda savaşmayı soruyorlar / tartışmaya açıyorlar. De ki: “Onda savaşmak, büyük suçtur. / günahtır. Fakat Allah yolundan alıkoymak, O'nu (peygamberi ve getirdiği ideolojiyi) ve Mescid-i Haram'ı (Mescid-i Haram’ın kuruluş ilkelerini) inkâr etmek ve onun (Mescid-i Haram'ın) halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük suçtur. / günahtır. Çünkü fitne / Mescid-i Haram’ın kuruluş ilkelerini inkâr ederek toplumsal düzeni bozmak, (çarpışma da adam) öldürmekten daha büyük suçtur / günahtır.” (Onların sizi suçlamalarına bakmayın) eğer onların gücü yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan asla geri durmayacaklardır. Bu hususları bile bile sizden kim dininden döner ve kâfir olarak can verirse, işte onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. Onlar, ateş halkı olacaktır ve onlar orada sürekli kalacaklardır. Şüphesiz ki iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenler, işte bunlar Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Bakara Suresi 216-218)

 

Bu ayetlerle aşağıdaki hususlara da vurgu yapılmıştır;

“Müşrikler sadece haram aylarda barışın sağlanmasına önem verirler fakat toplumda adalet, barış ve huzuru sağlayan diğer değerlere önem vermezler. Hatta Mescid-i Haram’ın kuruluş değerleri olarak adlandırılan bu değerleri yok etmişlerdir. Onların barışı haram aylara hasretmelerinin sebebi de sadece kendi çıkarları içindir. Ama toplumdaki diğer değerleri ayaklar altına alarak toplumda fitne çıkarmak bütün toplumu öldürmekle eş anlamlıdır. Dahası barışı sadece birkaç ay değil bütün zamanlara yaymak, toplumsal değerleri yaşatmak ve toplumu diriltmek için çalışan kimseleri yurtlarından sürgün etmek, onlara işkence etmek, onları yok etmeye çalışmak çok ama çok büyük bir suçtur, günahtır. Birkaç aylığına olsa da barışın saplanması pozitif bir şey olduğu gibi bu barış ortamını ihlal etmek elbette suçtur, büyük bir günahtır. Ancak bu suç, toplumda adalet, merhamet, paylaşım, dayanışma, kardeşlik, tevhit gibi değerleri Mescidi Haram’ın kurucu ilkeleri olarak belirleyen Hz. İbrahim’in izinden gidenleri yurtlarından çıkarmak ve bu kurucu değerleri yok ederek toplumu ilkelliğe, fesada, fitneye sevk etme suçunun büyüklüğü ile kıyaslanamaz. Değil ki barış kuralını ihlal eden / haram ay kuralını bozan İslam askerlerinin niyetleri ihlal değil tam aksine daha büyük suçu işleyen müşriklerle mücadele ederek Kâbe’nin kurucu değerlerini toplumda tesis etmektir. Müslümanlar aleyhinde kara propaganda yapanların öncelikle kendilerini gözden geçirmeleri gerekir. Müşrikler kendi saldırganlıklarını, zalim oluşlarını ve suçluluklarını bastırmak için Müslümanların harekât sırasında yaptıkları ihlali bahane etmektedirler. Onların Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine yapmakta oldukları menfi propagandaya kanılmayın. Zira o müşrikler kendilerinde gerekli güç ve cesareti buldukları zaman ne haram ay dinlerler ne de kutsal dinlerler ve müslümanlara saldırıp hepsini kılıçtan geçirirler.”

Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği ayetlerle yaptığı açıklamalar sonucu Nahle harekâtını bahane ederek Peygamberimiz ve yandaşları aleyhinde ileri geri konuşan Medine muhalefeti susturuldu ve harekât ile elde edilen ganimet malları ve esirler peygamberimiz tarafından kabul edildi.

10.5.3- İçki ve Kumarın Fayda ve Zararlarının Tartışılması

Müminler içki ve kumarın toplumsal barış ve tevhidin önünde bir engel teşkil ettiğini düşünüyorlardı. Ancak münafıklar ise içki ve kumarın toplumsal faydalarını ileri sürüyorlardı. Onlar içkinin insanların sosyalleşmesi ve bunalımlarını unutması için iyi bir araç olduğunu belirtiyorlardı. Piyango tarzı olan fal okları kumarının da toplumda bir nevi dayanışmayı sağladığını ileri sürüyorlardı. Böylece her iki konunun da toplumun faydasına olup olmadığı hususunda müminlerin zihninde tereddüt meydana getiriyorlardı.  Konu peygamberimizin gündemine taşındı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak içki ve kumarın insanlara ve topluma birtakım faydaları olsa da zararlarının faydasından daha fazla olduğunu bildirdi.

İçkinin insanların sosyalleşmesinde birtakım faydaları vardır. Biyolojik faydaları da vardır. Ancak insanların arasında yarattığı ayrılık, kavga, çatışma, kin ve nefret gibi olumsuzluklar faydalarından daha fazladır. Aynı şekilde kumarın da özellikle fal oklarının insanların faydasına olan yönleri var olmakla birlikte yarattığı kıskançlık, kin, nefret ve ayrılık gibi olumsuzlukları daha fazladır. Şayet insanların kumar ve içki gibi sosyalleşme ve sosyal yardımlaşma araçlarına kaynak ayıracak birikimleri varsa yani zaruri ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra birikimleri ellerinde kalıyorsa bu birikimlerini ihtiyaç sahiplerine doğrudan infak ederlerse işte o zaman gerçek dostluklar ve dayanışma meydana gelir. Bu tür dostluklar da gerçek dostluklardır.

Cenab-ı Hak, muhaliflerin içki ve kumar konusunda ileri sürdükleri faydaları doğrudan reddetmedi, fakat bunların toplumu parçalayan büyük günaha yol açan zararlarına vurgu yaptıktan sonra toplumsal dayanışmada ve dostlukların oluşmasındaki kısmi faydalarının da yetersiz kaldığını belirtti. Bu nedenle gerçek manada dostlukların ve dayanışmanın gerçekleşmesi için insanların infak etmek amacıyla ayırdıkları ihtiyaç fazlası malların doğrudan samimi olarak ve karşılığında hiçbir şey beklemeden ihtiyaç sahiplerine vermelerinin en uygun yol olduğunu bildirdi. Böylece içki ve kumara kaynak ayrılmaması, bunlara ayıracak kaynağı olanların bu kaynakları doğrudan infak etmelerini emrederken içki ile kumarın terk edilmesi gerektiğine işaret etti.

219- Sana içki ve kumar hakkında soruyorlar. De ki: “Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bazı faydalar vardır. Ancak yol açtıkları kötülükleri, sağladıkları yararlardan daha büyüktür." Bu durumda sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “(içki ve kumara diye ayırdığınız) ihtiyaç fazlasını infak edin.” Allah, düşünesiniz diye ayetlerini işte böyle açıklıyor. (Bakara Suresi 219)

10.5.4- Yetim Hakkı Hassasiyeti İle Yetimlerin Sahiplenilmemesi Sorunu

 

Şirk sisteminin egemen olduğu cahiliye döneminde yetimlerin hakları korunmamakta, onlar itelenmekte ve horlanmaktaydılar. Yetimlerin babalarından kalan miras, kabilenin ileri gelen güçlü şahısları tarafından paylaşılıyordu.  Bu haksızlıklar yetimlerin bizzat kendi kabile ve akrabalarınca yapılmaktaydı. Yani kabileciliğin esas olduğu şirk sisteminde aynı kabileden ve akraba olmalarına rağmen yetimlere bunlar yapılıyordu.

İslam toplumu oluşmaya başlayınca müminler yetimlerin hakkı konusunda çok hassas davranmaya başlamış ve onların hakkına en ufak bir tecavüzün ahirette çok şiddetle cezalandırılacağı korkusu kalplerinde yer etmişti. Bu durum müminlerin yetimlerin hukukuna tecavüz etmemek için onları aralarına almamaya, kaynaklarını işletmede ve kullanmada ayrı tutmaya kadar vardırdı. Bu hassasiyet diğer taraftan başka bir olumsuz durumun ortaya çıkmasına yol açtı. Toplumsal dayanışma ve tevhidi sağlaması gereken uygulama bu hassasiyet ile yetimin akrabalarıyla arasında soğukluğa, mahzunluğa ve boynu büküklüğe yol açıyordu. Bu olumsuzluğu gidermek için Cenab-ı Mevla, yetimlerin onların bakımını üstlenen akrabaları ile kardeşliğine vurgu yaparak böyle ayrımcılık yapmamalarını, onları içlerine almalarını, onları ıslah etmelerini belirttikten sonra onların mallarını sadece kötü niyetle tüketmemelerini, iyi niyetle yapılacak her türlü tasarrufun kendisince olumlu değerlendirileceğini bildirdi. 

 

220- Dünya hayatındaki davranışlarınızı, ahirette hesabını vereceğinizi düşünerek belirleyin. Bu minvalde sana yetimlerden soruyorlar. De ki: “Onları ıslah ederek durumlarını düzeltmek daha hayırlıdır. Eğer onları aranıza alırda bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir. Şüphesiz Allah, fesatla zarar vermek isteyeni de bilir ıslah ile faydalı olmak isteyeni de bilir. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi de onlar gibi zor durumda bırakırdı. Muhakkak ki Allah, Aziz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Bakara Suresi 220)

10.5.5-Müşriklerle Aile Bağı Oluşturmanın Yasaklanması ve Köleliği Kaldırmaya Yönelik Bir Adım

Cenab-ı Hakk’ın, tevhit toplumunu oluşturmak için önerdiği reformlardan bir diğeri de köleliğin kaldırılması noktasındaki gösterdiği hedeftir. Bu hedef için Cenab-ı Hak, ilk adım olarak müşrik olup da tevhit değerlerine karşı çıkan hür bir eş seçmek yerine köle dahi olsa tevhidi değerleri benimsemiş bir kişiyi eş olarak seçmeyi emreder. Bu talimat ile yapılacak seçimler sonucunda hem kölelerin statüleri yükseltilip eş statüsüne çıkacak hem de kurulacak yuvanın farklı değer yargıları nedeniyle kavga ve huzursuzlukların kaynağı olmaması sağlanacaktır. Zira birbirine taban tabana zıt olan değer yargılarına sahip eşlerin oluşturacağı bir yuva ile reformların yerleşmesi mümkün değildir. Bu talimat, ayrımcılık gibi görünse de, sonunda birlik ve tevhidi sağlamayıp tam tersine ayrılığa kapı açacak bir yuvanın baştan kurulmaması noktasında bir önlemdir.

 

221- Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından iman etmiş bir cariye daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman etmedikçe mümin kadınlarla nikâhlamayın. Hoşunuza gitse bile müşrik bir erkekten iman etmiş bir köle daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe çağırırlar. Allah ise izni ilahisiyle sizleri cennete ve mağfirete çağırıyor. O, belki öğüt alır düşünürler diye, insanlara ayetlerini böyle açıklıyor. (Bakara Suresi 221)

10.5.6-Kadınların Topluma Kazandırılması

Yahudiler ve müşrikler ay hali süresince kadınlardan uzak dururlardı. Onları kirli görüp pişirdiğini yemezler ve dokunduğunu kirlenmiş sayarlardı.  Onlarla birlikte aynı ortamda bulunmazlardı. Aile içerisinde kadının yaşadığı bu uygulamalar kadına yapılan en büyük aşağılama ve onu toplumdan dışlama idi.

Cenab-ı Hak, kadınların bu dışlanmışlığına ve aşağılanmasına son veren talimatlarını gönderdi ve ay halindeki kadınlarla sadece cinsel ilişki yapılamayacağını bildirdi. Dahası onların bu hallerinin kendisine eziyet ve sıkıntı verdiğini bildirerek onların bu sıkıntılı durumlarında onlara daha ihtimamlı davranılmasını, onlara cinsel ilişki hariç daha yakın ve sevgi ile davranılmasını getirdi. Ayrıca cinsel ilişkinin şekli konusunda da Cenab-ı Hak serbestlik getirerek çiftlerin mutluluğuna engel olacak tüm geleneksel yasakları da kaldırdı. Böylece Cenab-ı Hak, kadınların erkekleriyle birlikte oldukları takdirde manevi bahçeleri inşa edebilecekleri ve bu birliktelikten tevhidin meyvelerini meydana getirebilecekleri müjdesini verdi. Kadınların en önemli sıkıntısını giderdi. Onların eşleriyle muhabbetlerinin daimî olmasını sağladı. Erkeklerin kadınlarından ayrı olması, onları dışlaması ile toplumsal birliktelik sağlanamayacağına işaret etti. İster ay hali ister lohusa onların her hallerinde (cinsel ilişki hariç) onlarla birliktelik içerisinde olunması gerektiğini belirtti. Geleceği onlarla birlikte inşa etmelerini emretti.

 

222- 223- Sana kadınların aybaşı halinden soruyorlar. De ki; “O sıkıntılı bir dönemdir. Bu nedenle âdet kanamaları süresi sonunda temizleninceye kadar kadınlarla cinsel ilişkiye girmeyin. Temizlendikten sonra Allah'ın hükmettiği yerden onlara yaklaşabilirsiniz. Muhakkak ki Allah çok tövbe edenleri ve çok arınanları sever.  Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın ve kendiniz için ilişki öncesi uygun davranışlarla hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'na kavuşacaksınız.” Müminleri müjdele! (Bakara Suresi 222-223)  

10.5.7- Kadın Hakları ve Aile Hukuku

Cahiliye döneminde erkekler eşlerine yaklaşmayacaklarına dair yemin ederler ve bu yemin ile bir yıldan az olmamak üzere eşleri ile cinsel temasta bulunmazlardı. Bu süre bazen iki yıl veya daha fazla süreyi de alabilirdi. Böylece kadınlar ne boş olurlardı ki başkası ile evlensinler ne de evli gibi bir yaşam sürerlerdi. Yani erkekler bu yolla kadınları cezalandırırlarken bu durum kadınlar için tam bir işkenceye dönüşürdü. Bu nedenle kadınlar böyle bir durumla karşılaşmamak için kocalarının her türlü eziyetine katlanırlardı. Çevreden gelecek barışma baskılarına karşı erkekler yeminlerini bir kalkan olarak kullanırlar ve barışa yanaşmazlardı.

Toplumsal barışı ve tevhidi özelde ise aile yapısını zedeleyen bu kötü uygulama, çözülmesi gereken önemli bir sorun olarak peygamberimizin gündemine getirilir. Cenab-ı Hak bu sorunun çözümünü içeren ayetlerini elçisine inzal eder. Cenab-ı Hak, önce yeminlerin iyiliklerin, dostlukların ve barışın önünde bir engel olarak kullanılamayacağını hükme bağlar. Müteakiben ağız alışkanlığı nedeniyle yapılan yeminlerin geçerli olmadığı, kalpten ciddiyetle yapılan yeminlerin geçerli olduğu belirtilir. Sonrasında ise erkeklerin eşlerine yaklaşmamak adına ciddiyetle yaptıkları bir yeminle meydana gelen küslük durumuna dört aylık bir süre sınırı getirir. Eşine yaklaşmamaya yemin eden erkek bu süre içerisinde kararından dönerde aile kurumunu devam ettirirse kendisini bağışlayacağını bildirir. Cenab-ı Hak barış ve birliktelikten yana olduğu için ailenin devamını isteyenlerin bağışlanacağına vurgu yapar. Fakat boşanma konusunda ciddi ise o takdirde yapacak bir şey yoktur. Ancak süreç içerisinde bütün olan biteni, haklı ya da haksızı Allah gayet iyi bildiğini ifade ederek haksızlık yapılmaması konusunda uyarısını yapar.

 

224-227- Allah’ın adını kullanarak yaptığınız yeminlerinizi, iyilerden olmanıza, takvalı davranmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın. Allah her şeyi işitir ve bilir. Allah, düşüncesizce rastgele yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz; ama bilinçli olarak kalpten yaptığınız yeminlerden sorumlu tutar. Allah, çok bağışlayıcıdır, yumuşak davranandır. Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için, dört ay bekleme süresi vardır. Sonra eğer dönerlerse, şüphe yok ki Allah, suçlarını bağışlar, O çok merhamet edicidir. Eğer boşamaya karar verirlerse de Şüphe yok ki Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi 224-227)

Boşamaya karar verilmesi halinde kadınların üç ay beklemeleri ve bu sürenin onların hamile olup olmadıklarının anlaşılması için olduğu bildirilir. Diğer taraftan kadınların da hamile olmaları halinde bu durumu kocalarından gizlememeleri hükme bağlanır. Ayrıca bekleme süresi içerisinde kocasının boşanmaktan vaz geçme hakkı olduğu vurgulanır.

 

228-Boşanmış kadınlar üç adet süresi boyunca evlenmeksizin beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Bu süre içerisinde barışmak isterlerse onları geri almaya kocaları daha çok hak sahibidirler. Adalet ve iyilik ölçülerine uygun örf uyarınca Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınlarında erkekler üzerinde hakları vardır. Yalnız erkekler için onların üzerinde sadece bir derece vardır. Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Bakara Suresi 228)

Cahiliye döneminde erkekler boşadıkları kadınları bekleme süreleri içerisinde boşamaktan vazgeçtiklerini belirterek geri dönerler ve böylece kadınlara eziyet ederlerdi. Bunun herhangi sayı sınırı da yoktu. Kadınlar sürekli bu yöntemle aşağılanır ve erkeklerin kölesi haline getirilirdi. Cenab-ı Hak, kadınlara yapılan bu eziyete dur dedi ve boşanmaya iki kere olma sınırı getirdi. Ayrıca boşandıktan sonra kadınlara verilen malların geri alınmasını da yasakladı. Belki de bunların hepsinden önemlisi kadınlara da erkekleri boşama hakkı getirilmesidir. Söz konusu bu reform, o dönem için kadınlara verilen statünün büyüklüğünü gösterir.

 

229-Boşamak iki keredir. Bundan sonra ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmak gerekir. Onlara verdiğiniz bir şeyi geri almanız da size helâl olmaz. Ancak ikisinin de Allah'ın sınırlarını çiğnemekten korkmaları durumu istisnadır. Eğer sizde boşanmış karı kocanın mal paylaşımı konusunda Allah'ın sınırlarını çiğnemelerinden korkacak olursanız, kadının ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Sakın bunları aşmayın. Her kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte zalimler onlardır. (Bakara Suresi 229)

 

Cenab-ı Hakk’ın erkekleri terbiye etmek ve kadınlara değer verilmesini sağlamak için getirdiği en önemli uygulama ise iki kere boşanmış kadınların bir daha eski kocalarına dönüş yolunu tıkamış olmasıdır. Bu reform ile erkeklerin kadınlar üzerinde oyun oynama imkânları ellerinden alındığı gibi boşanmayı bir oyuncak haline getirmeleri engellenmiştir. Böylece bu şekilde boşanmış kadınların başka erkeklerle evlenmelerinin de önü açılmıştır. Kadın belki yeni hayatında aradığı mutluluğu başka bir erkekte bulabilecekken boşayan erkek yaptığı eylem nedeniyle son derece pişman olabilecektir.

Bununla beraber şayet kadın başka bir erkekle evlendikten sonra ondan da boşanacak olursa, tekrar eski kocasına dönebileceği hükme bağlanarak kadınlara son derece büyük bir yetki ve imkân tanınmıştır.

 

230-Eğer erkek kadın üçüncü kere boşarsa, o kadın başka birisiyle evlenmedikçe bundan sonra ona helâl olmaz. Sonra eğer ikinci kocası da o kadını boşarsa, önceki eşlerin Allah'ın sınırlarını sağlam tutacakları kanaatine varmaları halinde birbirlerine geri dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın belirlediği sınırlarıdır. Bilip anlamak isteyen bir toplum için bunları beyan ediyor. (Bakara Suresi 230)

 

Cenab-ı Hak, boşanmaya karar verilmesi halinde de boşanmaktan vazgeçilmesi halinde de taraflara medeni olunmasını emreder. Kadınların haklarına tecavüz etmek ve onlara zarar vermek için onları alıkoymamaları konusu tekrar emredilir. Ayrıca erkeklere boşanma konusunda yapılan düzenlemeleri boşa çıkaracak girişimlerde bulunarak ayetlerin / yasaların oyuncak edilmemesini emreder.

 

231-Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini / bekleme sürelerini de tamamladıkları zaman, artık onları ya iyilikle tutun veya iyilikle salın, haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları yanınızda tutmayın. Kim böyle yaparsa kendi nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın ayetlerini oyuncak edinip hafife almayın. Allah'ın size olan nimetini, öğüt vermek için size indirdiği kitap ve hikmeti hatırınızdan çıkarmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın her şeyi en iyi bilen olduğunu bilin. (Bakara Suresi 231)

 

Cahiliye anlayışıyla zihinleri şekillenen erkekler boşadıkları kadınların başka erkeklerle evlenmelerine tahammül edemiyorlardı. Aralarındaki nikâh akdi sona eren erkekler başka kadınlarla nikâh akdi yapmayı kendileri için normal ve hatta bir hak olarak görürken boşadıkları kadınların başka erkeklerle nikâh akdi yapmalarını kıskanıyorlardı. Erkeklerin bu tavırları hem haksız hem de gayri medeni bir davranıştı. Bu nedenle Cenab-ı Hak, medeni toplumun oluşması için kadın hakları ile ilişkili çok önemli bir reform hükmünü elçisine inzal etti. İndirilen bu hükme göre boşanmış kadınlara eşlerini özgürce seçme hakkı getirilmiş ve kadınlar bu özgürlüğünü kullanırken eski kocalarının kendilerine baskı ve engelleme yapması yasaklanmıştır. Cenab-ı Hak, kadınların bu haklarını kullanmaları karşısında erkeklerin bu durumu medeni bir şekilde anlayışla karşılamalarının kendileri açısından çok nezih bir tavır olduğunu vurgulamıştır.

 

232-Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme süreleri sona erdiği zaman, aralarında örfe uygun olarak anlaştıkları erkek adaylarla evlenecekler diye onlara baskı yaparak, engellemeyin. İşte bu, sizden Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimselere öğüttür. Sizin için bu daha uygun ve daha nezihtir. Allah biliyor, ama siz bilmiyorsunuz. (Bakara Suresi 232)

 

Şirk sisteminin oluşturduğu kültürde, boşanan çiftlerin küçük çocukları olması halinde bu çocukların beslenip büyütülmesi sorumluluğu kadınların üzerine yüklenirdi. Erkekler bu yükü üzerlerine almak istemezler, sanki çocuklar kendi çocukları değilmiş gibi davranırlardı. Onlar “nasıl olsa anneler annelik şefkat ve merhametiyle fedakârlık yapacaklar ve çocukları bir şekilde büyütecekler» diye düşünerek kadınların üzerine ilave yük yüklüyorlardı.

Cenab-ı Hak, evlatlarına karşı annelere verdiği bu fedakârlık duygusuna karşı onları yalnız bırakmayarak medeni bir toplumda bu yükü erkeklerin omuzlarına da yükleyerek kadınların yüklerini hafifletmeye yönelik yeni bir yasal düzenleme inzal etti.

Bu yasal düzenlemeye göre çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi için kadının ihtiyacı olan maddi geçim imkânlarının tüm sorumluluğu erkeğe yüklendi. Ancak boşanmış çiftler aralarında anlaşırlarsa, erkeğin ekonomik geliri nispetince belirlenecek nafakanın verilmesi şartıyla çocuğun bakım ve yetiştirilmesini kadının üstlenebileceği hükme bağlandı. Diğer taraftan yeni düzenlemede, taraflar anlaştıkları takdirde ve ücreti verilmek kaydıyla, evlatlarının bakım ve yetiştirmesi başka bir kadına devredilerek boşanan kadının tamamen serbest kalması dahi öngörüldü.

Böylece şirk sisteminin egemen olduğu cahiliye toplumunda itilen, aşağılanan, ezilen kadınlar, Cenab-ı Hakk’ın verdiği haklar ile statüleri erkeklerin statüleriyle aynı seviyeye yükseltilmiş ve onların da Allah’ın kulları olduğu vurgulanarak takvalı davranış yani Allah’ın bu emirlerine uymaları emredilmiştir.

233- Emzirme süresini tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Annenin rızkını ve giyeceğini adetlere uygun ve güzel bir şekilde çocuğun babası karşılamalıdır. Kimse gücünden fazla bir şeyle yükümlü tutulamaz. Ne anne evladı yüzünden ne de babası evladı yüzünden zarara uğratılmasın. Bunu gerçekleştirmek mirasçısının da görevidir. Eğer ikisi (ana ve baba) aralarında görüşüp anlaştıktan sonra çocuğu sütten ayırmak isterlerse, onlara bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz, ücretini adetlere uygun ve güzel bir biçimde ödediğiniz sürece, size bir günah yoktur.  Allah'tan sakının ve O’nun emirlerini dinleyin. Bilin ki Allah bütün yaptıklarınızı çok iyi görmektedir. (Bakara Suresi 232)

Şirk sisteminin egemen olduğu cahiliye döneminde kocası ölen kadınların yeni bir evlilik yapabilmek için bekleme süreleri bir yıldı. Bu bir yıllık bekleme süresince kocası için yas tutar, koku sürünmez, süslenmez ve çeşitli toplantılara / etkinliklere katılamazdı.

Cenab-ı Hak, bu konuda da kadınlara kolaylık getirerek bu süreyi dört ay on günle sınırlandırmıştır. Bu sürenin sonunda yeni evlilik yapmasında sakınca olmadığını belirterek şirk geleneğinin getirdiği sıkıntıyı gidermiştir.

Yine cahiliye döneminde kocası ölen kadınlarla evlenmek arzusunda olan erkekler bekleme süresi tamamlanmadan onlarla gizli evlilik sözleşmesi tesis etmeye ya da gizli ilişki içerisine girmeye çabalıyorlardı. Bunlar boşanmış kadının daha dünyasını / çevresini görmeden, evlenebileceği adaylar arasında mantıklı bir tercih yapmasına fırsat bırakmıyordu. Cenab-ı Hak, bu konuda da hem kocası ölen kadınları hem de onlarla evlenmek isteyen erkekleri uyararak bekleme süreleri dolmadan gizli olarak kadınlardan evlilik sözü almaya yeltenmemelerini emretti. Böylece kadınların ufuklarını daha net görmelerini sağladı. Bu düzenleme ile istekli erkeklerin bu kadınlara evlenme arzularını bir işaretle belli etmelerinin mahsuru olmadığını bildirerek, kadınların adayları görmesini sağlarken gizli akit yapmayı önleyerek kadının erkek adaylar arasında serbestçe seçim yapma şansını kazandırmıştır.

234-235- İçinizden vefat eden kimselerin geride bıraktığı hanımları, evlenmeksizin dört ay, on gün beklerler. Bekleme süreleri sona erdiği zaman, artık kendileri için uygun olanı meşru dairede yaptıkları işlerde size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Bu durumda olan kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya açığa vurmaksızın içinizde böyle bir niyeti taşımanızda size bir günah yoktur. Allah, sizin onları kalbinizde anacağınızı bilir. Fakat sakın meşru bir şekilde güzel bir söz söylemenin dışında kendileriyle gizlice sözleşmeyin ve farz olan bekleme süresi dolmadan nikâh akdine yeltenmeyin. Şunu iyi bilin ki Allah içinizden geçenleri çok iyi bilir. O halde O'ndan sakının ve O’nun emirlerine uyun. Ve yine bilin ki Allah bağışlayandır ve kusurlarınızın karşılığını vermede acele etmeyendir. (Bakara Suresi 234-235)

Cahiliye döneminde evlenmek üzere nişanlanan çiftler eğer nikâhtan önce ayrılırlarsa yani nişan atarlarsa o takdirde erkek kadına verdiği tüm ziynetleri ve yaptığı tüm harcamaları talep ediyordu. Kadın sınıfının haklarının korunmadığı bu dönemde erkekler nişan bozulması nedeniyle kadının uğramış olduğu manevi zararı değil kendilerinin uğradığı maddi zararı düşünüyorlardı.  Şirk sisteminde her şey maddi menfaat üzerine kurulu olduğundan insan şeref ve haysiyeti dikkate alınmıyordu.

Cenab-ı Hak, kadınların şahsiyetlerinin yükseltilmesi ve haklarının korunması bağlamında bu soruna da uygun çözüm getiren yasal düzenlemeleri inzal buyurur. İnzal edilen yasal düzenleme uyarınca, nişanlanan çiftlerin nikâh akdinden önce ayrılmaları durumunda erkeğe daha fazla sorumluluk yüklenmesi öngörülür. Zira kadın nişanın bozulması ile manen en fazla incinen ve en fazla yıkıma uğrayan taraf olduğundan bu incinmeyi ve yıkımı tazmin etme yükümlülüğü erkek tarafına getirilir. Bu yükümlülük ise erkeğin ekonomik gücüne göre kadına ihsanlarda bulunması ve gönlünü alması şeklinde düzenlenir. Bu bir nevi manevi tazminattır ve muhsin erkekler en iyisinden ve en güzelinden karşı tarafı tatmin edici bir şekilde tazminat verilmelidir. Cenab-ı Hak aslında bu emirle erkeği de onurlandırmakta ve ona şahsiyet kazandırmaktadır. Şirk sisteminde malını seviyesizce geri almak uyanıklık, şeref ve haysiyet olarak görülürken, İlahi öğreti ile malın zayıf kimseye verilmesi ve ihsan edilmesi şerefliliğin, şanın ve haysiyetin nişanesi olarak görülür.

 

236-Eğer nişanlandığınız kadınları, kendileriyle cinsel ilişkiye girmeden ve onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız size bir günah yoktur. Bu durumda onlara ödemede bulunun / malınızdan faydalandırın. Zengin olan gücüne göre, fakir olan da kendi haline göre bir tazminat versin. Bu güzel davrananların / ihsan edenlerin üzerine bir borçtur. (Bakara Suresi 236)

 

Cenab-ı Hak, nişanlı iken düğün öncesi ayrılmalara ilişkin düzenlemeleri inzal etmeye devam eder. Eğer nişanlı taraflar nikâh akdinin koşullarını belirledikten sonra tam nikâh / düğün öncesi ayrılacak olurlarsa o takdirde nikâh akdi ile kadına verilen sosyal güvence bedeli olan mihrin yarısının kadına ait olacağı düzenlemesi getirilir. Ayrıca bu bedelin tamamının erkek tarafından kadına bağışlanmasının Allah’tan korkma nişanesi ve O’na yakınlık olacağı vurgulanır. Nişan atıncaya kadar geçen süreçte taraflar arasında gerçekleşen ünsiyet, yakınlık ve sevginin bir hatırının olduğu ve bu nedenle fedakârlığın daha şerefli, haysiyetli ve yüce bir davranış olduğu belirtilir. Taraflar ayrılırken bile araya nefret, kin, garez ve düşmanlık yerine sevgi ve muhabbet sokulmaya çalışılması ilahi öğretinin yüceliğini ve eşsizliğini gösterir. Hâlbuki şirk öğretisi daima insanlar arasına kin, nefret, nifak ve düşmanlık sokar.

 

237-Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mihri de kesmişseniz / nikâh akdini yapmışsanız, o zaman belirlediğiniz mihrin yarısı onlarındır.  Ancak, kadın hakkından vazgeçerse veya koca mihrin tümünü vermek isterse o başka. Bağışlamanız ise daha faziletli / şerefli / haysiyetli bir davranıştır. Aranızdaki ünsiyeti /ülfeti / sevgiyi / yakınlığı unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. (Bakara Suresi 237)

Cenab-ı Hak, aile hukukuna ilişkin yasal düzenlemelerini inzal ettikten sonra indirilen hükümlerin o dönemde yerleşik olan cahiliye adet ve geleneklerin yerine ikame edilmesinin insanlara bir hayli zor geleceğini gayet iyi bilmektedir. Gerek bireysel olarak müminlerin ve gerekse de İslam Cumhuriyet Yönetiminin bu reformları yerleştirmesinin önünde münafıkların ve gelenekçi toplum bireylerinin direnç gösterecekleri, hatta kadınlara verilen bu haklar nedeniyle özellikle erkeklere ağır geleceği aşikârdı. Bu noktada Cenab-ı Hak müminleri Allah’ın hükümlerini uygulamada elçisini yani İslami yönetimi desteklemeye (salavata) davet eder. Medeni bir toplum oluşturulmasına yönelik indirilen hükümlerin hayat bulması için çaba gösterilmesi (salavat) istenir. Mutlu, huzurlu ve barış içerisinde yaşayan bir toplum yaratmada aile hukukunun çok sağlam temellere dayanması gerektiği gerçeğinden hareketle kadınlara verilen hakları kıskanmamaları ve onların hukukuna tecavüzden sakınarak inzal edilen yasa ve düzenlemelerin arkasında durmaya (salavata) çağrılır. Özellikle mal ile yapılacak fedakârlık ve desteğe (salat-ı vusta) çok ama çok dikkat edilmesi emredilir. Bunun mutlu yuvaların teşekkülü, huzurlu ve medeni toplumun yaratılması ve şahsiyetli bireylerin yetişmesi için en hayırlı destek olduğu vurgulanır. Bunu Allah için yapmaları gerektiği belirtilir. 

Bu desteklerin, çabaların (salavatın) ve mal ile yapılacak fedakarlıkların (salat-ı vustanın) uygulanması neticesinde idari ve sosyal muhalefetin üzerinize tehlikeli bir şekilde geleceğinden ve bu nedenle yönetimi kaybedeceğinizden korkarsanız bir süre öylece geçiştirin tıpkı namazlarınızı yürürken veya bineğinizde imalarla kıldığınız gibi bu reformları uygulamayı da tam olarak yerine getiremeseniz de imalarla yapmaya çalışın. Tehlike geçtikten sonra güvenliği sağladığınızda sözkonusu yenilikleri / değişimleri / inkılapları Rabbinizin size öğrettiği şekilde Allah’ın hükümlerini uygulayın. (zikredin).

 

238-239- (Diğer düzenlemelere destek olduğunuz gibi bu yasal düzenlemelerin uygulanmasına verdiğiniz) desteğe / salavata devam edin. Özellikle de mal ile yapacağınız desteğe / salat-ı vusta'ya özen gösterin. Allah’a gönülden boyun eğin! Eğer (bu hükümleri uygulama neticesinde herhangi bir tehlikeye maruz kalacağınızdan) korkarsanız (o zaman tıpkı namazlarınızı) yürürken veya bineğiniz üstünde (icra ettiğiniz gibi bu hükümleri imalı olarak) kılın. Güvene kavuştuğunuz zaman, bilmediklerinizi öğretenin öğretisince Allah'ın hükümlerini icra edin. / zikredin. (Bakara Suresi 238-239)

 

Cenab-ı Hak, yasal düzenlemelere uyulması konusunda müminlere yaptığı uyarıdan sonra aile hukuku hakkında yasal düzenlemeleri inzal etmeye devam eder.

Kocaları vefat eden kadınların yeni bir evlilik yapabilmek için bekleme sürelerini kısaltan iyileştirici düzenlemeyi bu kez onların evleninceye kadar sosyal güvencelerinin sağlanması için kocalarının bu konuda vasiyet etmeleri şeklindeki düzenleme takip etti. Böylece kadınların hem bekleme süresinde hem de evlenerek yeni bir hayata geçinceye kadar sosyal güvencesi kocasının bırakacağı mal ve ev ile temin edilmiş oldu.  Bu konuda ölen kocasının aile efradının da dul kalan kadının evsiz yurtsuz bırakmamaları gerektiği hususu hükme bağlandı. Şayet dul kalan kadın kendi isteği ile ölen kocasının evinden ayrılırsa o takdirde onun kendi başına / kendi seçimiyle meşru dairede yapacağı icraattan kimsenin sorumlu olmayacağı Cenab-ı Mevla tarafından bildirilir.

Dahası Cenab-ı Hak, dul kadınların yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaçlarının temininde takva sahibi insanlara da sorumluluk yüklemiştir.

 

240-242- İçinizden kendisine ölüm yaklaşmış ve geride de eşler bırakacak olan erkekler, hanımlarının evlerinden çıkarılmaksızın senesine kadar ya da başka birisiyle evleninceye kadar geçimlerinin temin edilmesini vasiyet etsinler. Eğer onlar kendi istekleriyle evden çıkarlarsa, meşru bir şekilde kendilerinin yaptıklarında sizin için bir günah yoktur. Allah aziz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir. Boşanmış kadınların örfe uygun bir şekilde geçimlerinin sağlanması muttakilerin bir görevidir. İşte akıl erdiresiniz diye Allah ayetlerini size böyle açıklıyor. (Bakara Suresi 240-242)

bottom of page