top of page

BÖLÜM 22

MÜNAFIKLARIN HAMLELERİ

 

22.1. Zina Cezası Üzerinden Yapılan Haince Bir Oyun

Münafıklar ve Yahudi işbirlikçileri, Medine İslam Ordusunun Zatürrika ve Bedrül Mev’id akınlarının / harekâtlarının başarısını gölgelemek ve Kurayza Yahudileri ile Medine Yönetiminin arasını açmak için giriştikleri başarısız Tu’me olayından sonra bir tezgah daha kurdular. Bu tezgâha göre Kurayza Yahudilerini İslami İdareye karşı hale getirmek için Yahudilerden zina yapmış bir erkek ve kadını getirip onlar hakkında hüküm vermesini Hz.Muhammed’den talep ettiler. Plana göre; Hz.Muhammed@ zina eden bu kadın ve erkeğe kırbaç / sopa cezası vereceğini öngörüyorlardı. Çünkü Hz.Muhammed’in zinanın Tevrat’taki hükmünün recm olduğunu bilemeyeceği ve hâlihazırda Yahudilerin de bu suça uyguladıkları cezanın kırbaç / sopa olması nedeniyle O’nun cari olan uygulamayı seçeceği düşünülmüştü. Hz.Muhammed’in@ suçlulara sopa / kırbaç cezası vermesini müteakiben onlar hemen halka dönüp O’nun “peygamber” değil  “kral” olduğunu söyleyeceklerdi. Böylece müminlerde Hz.Muhammed’in@ peygamber olamayacağı, O’nun hedefinin krallık olduğu şüphesini yaratacaklardı. Fakat Hz.Muhammed@ onların bu konuda hem cari uygulamalarını hem de Tevrat’ta ne hüküm verildiğini soruşturunca planları suya düştü.

Hz.Muhammed@, Abdullah bin Selam’dan Tevrat’ta zina suçuna recm cezasının verildiğini ama zaman içerisinde aristokrat Yahudi ileri gelenlerin kendilerine bu hükmü uygulatmamak için recm yerine sopa / kırbaç cezasını din bilginlerine dayattıklarını öğrendi. Bunun üzerine kendisine hüküm vermesi için getirilen zina suçlularına Tevrat’ta yazdığı şekilde “recm” cezasının uygulanmasını emretti. Böylece Hz.Muhammed@ onların bu oyunlarını da boşa çıkardı.

Aslında Yahudilerin bu numaraları yeni değildi. Aynı oyunu Hz. İsa için de yapmışlardı. Hatırlanacağı üzere Hz. İsa da kendisine hüküm vermesi için getirilen zina suçluları için Yahudi ileri gelenlerine “içinizden bu suçu işlememiş olan ilk taşı atsın” şeklinde meşhur olmuş sözü / hükmü ile mukabelede bulunmuş ve onların oyunlarını bozmuştu.

Her ne kadar münafıkların Yahudi işbirlikçileri üzerinden yaptıkları bu oyun “peygamberlik boyutu” açısından bozulsa da “İslami iktidarı yıpratmaya yönelik şeytani boyutu” devam ediyordu. Şöyle ki; Medine Yahudilerinde zina suçuna verilen cezanın aristokratların baskısıyla recmden sopaya / kırbaca çevrilmesi toplumda kabul görmüş ve benimsenerek örf haline gelmişti. Araplarda ise gelenek olarak gizli dost tutmak seklinde bir zina / nikâh türü vardı ki Cenab-ı Hak, bu tip cinsel birleşmeyi de yasak saymıştı.  (Nisa Suresindeki “…. gizli dost tutmamak şartıyla… “ifadesi ) Hâlbuki cahiliye döneminde bu ayıp sayılmadığı gibi hür kadınların yaptıkları ve bir çeşit nikâh sayılan bir adet idi. ([1]) Cenab-ı Hak, zinayı yasaklamış ancak zina edenlere nasıl bir ceza verileceği hususunda bir hüküm henüz getirmemişti. Sadece fuhuş yuvalarında yapılan zina için Nisa suresinde yasağı ihlal edenlere verilecek ceza konusunda kısmi ve ayrıntılı olmayan bir usule değinilmiş ve ileride bu konuda detaylı açıklama yapılacağı belirtilmişti. Yani zina suçu işlemiş kadınların ikinci bir emre kadar evlerinde hapsedilmeleri erkeklerin ise eziyet edilmeleri şeklinde muğlak bırakılmış / ayrıntılandırılmamış bir cezadan bahsedilmişti.

Zina eden Yahudi erkek ve kadın için verilen recm hükmü her ne kadar Yahudilerle İslami İdarenin arasını açma ve Hz.Muhammed’in@ peygamberliğini tartışmalı hale getirme hususunda nifak arayanların çanlarına ot tıkadıysa da fitne çıkarmak için başka bir alan doğurmuş oluyordu.

Yahudilere örflerindeki cezanın değil de Tevratlarında öngörülen recm cezasının verilmesi Medinelilerde bundan sonra zina suçuna recm cezasının herkese verileceği algısı oluşmuştu.

Şeytani plana göre Medinelilerin hareketleri takip edilecek ve zina fiilleri tespit edilmeye çalışılacaktı. Nasıl olsa bu suçu işleyecek kişiler çıkacaktı. Zira cahiliyeden kalan alışkanlık ile gizli dost tutmuş birçok insan vardı. Zina konusunda oldukça rahat bir toplum vardı. Bu nedenle gizli dost tutarak zina yapan kişiler tespit edilip hemen Hz.Muhammed’in önüne getirilecekti. O da vereceği recm hükmüyle zina işleyenleri taşlattıracaktı. Uygulamanın ucu mutlaka bir ileri gelene yahut ileri gelenin yakınına eninde sonunda dokunacaktı. İleri gelenler bu cezayı uygulatmak istemeyeceğinden sonunda Hz.Muhammed’in@ otoritesine karşı gelmeye ve onun iktidarını sarsmaya çalışacağı kesindi. Onların bir diğer amacı da fuhuş merkezlerinin kapatılmasının toplumda fuhşun yayılmasına neden olduğunu göstermekti. Onlara göre fuhuş yuvaları toplumda temiz kalmak isteyenleri temiz bırakıyor, kirli insanların temizlere bulaşmasını engelliyordu. Onların fuhuş merkezleri kapatılınca kirli insanların temiz toplumun içerisine girerek toplumu kirlettiğini iddia etmiş olabilecekleri de söylenebilir.

Böylece Hz.Muhammed’in@ politikalarının toplumu ıslah etmek yerine toplumu kirlettiği mesajını vererek İslami iktidarı yıpratacaklardı. İslami İktidar yıpranmamak için kararlarından geri dönmesi halinde özellikle Abdullah Bin Ubey kapatılan fuhuş yuvalarına geri kavuşabilecekti.

Ayrıca onlar zina işleyen suçlulara verilecek recm cezası ile toplumu korkutmak istemekteydiler. Zira insanları recm gibi ağır ceza ile yüz yüze getirmek onları Hz.Muhammed’den@ kopartmak için bulunmaz bir fırsattı.

Yahudiler olsun münafıklar olsun onların derdi; toplumun arındırılması değil Hz.Muhammed’in@ iktidarının zarar görmesiydi.

Siyasi alanda mertçe ve dürüstçe mücadele edemeyen ve her giriştikleri mücadeleyi kaybeden muhalif münafıklar ve işbirlikçileri olan Yahudiler, şimdi psikolojik harp taktiği denemeye başlamışlardı. Hatta bu şeytani planın belki de en önemli ayağı, yapılacak izleme ve takip faaliyetleri kapsamında zina suçuna ait birtakım emareler taşıyan bazı ileri gelenleri hüküm vermesi için Hz. Peygamberin önüne getirmek olacaktı. Şayet böyle bir olay yakalanacak olursa kabileler arasında çatışma yaratılabilecekti. Zira suçlanan kabile kendi adamını savunacak ve iftira atıldığını iddia edip iftira atanın cezalandırılmasını talep edecekti. Ya da doğrudan iftira atan kabilenin üzerine yürüyecekti. Şayet olayın iftira olduğuna hükmedilecek olursa, iftira atan şahsın kabilesi bunu kendisine bir hakaret ve aşağılama addedecek ve cezanın uygulanmasına karşı çıkacaktı. Yani hangi taraftan bakılırsa bakılsın bu plan işlediğinde mutlaka bir kargaşa / anarşi / fitne ortaya çıkacaktı ve Hz.Muhammed’in@ iktidarı bu kaos / fitne sonucunda darbe alacaktı. Münafıklarda böylece iktidarı devirmek için fırsat yakalamış olacaklardı. Plan çok haince bir plandı. Bu plan münafıklara öylesine cazip gelmişti ki hemen tecessüse / röntgen / izleme / takip / dinleme faaliyetlerine başladılar. 

Oynanan oyunu anlayan Hz.Muhammed@ hüküm verilmesi için kendisine getirilen zina vakaları için en ağır ceza olan recme hükmetmekle birlikte bazılarını da görmezden gelmekte ve hükmün uygulamasını ertelemeye çalışmaktadır. Ta ki bu konuda Cenab-ı Hakk’ın yol gösterici talimatları gelene kadar.

Onlar bu tezgâhların peşinde olsun Hz.Muhammed@ yine bir sefere / akına hazırlanıyordu. Bu sefer / akın Mustalik oğullarının üzerine yapılacaktı.

 

 

22.2. Mustalikoğulları Seferi / Akını

Huyey Bin Ahtabın tüm kabileleri dolaşıp Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine hizipler / müttefikler ordusu yaratma çabası kendini göstermiş ve Huzaalılardan olan Mustalik Kabilesi lideri Haris b. Ebi Dınar silah ve savaşçı toplama hazırlıklarına başlamıştı. Sadece kendi kabilesini değil aynı zamanda çevre kabileleri de bu hizipler / müttefikler ordusuna katılım hususunda ikna etmişti. 

Hz.Muhammed@, bunu haber alınca, durumu incelemek ve öğrenmek üzere Büreyde b. Husaybi’yi Mustalik oğullarına ajan olarak gönderdi. Müşrik gibi görünen Bureyde haberin doğruluğunu teyit eden bilgilere sahip olarak Medine’ye döndü ve edindiği bilgileri Hz.Muhammed’le@ paylaştı.

Hz.Muhammed@, müttefik güçlerin daha da büyümesini engellemek için caydırıcı akınlardan / seferlerden birisinin de Mustalik oğulları üzerine yapılması gerektiği kanaatini Medine İslam Cumhuriyetinin ileri gelenleri ile paylaştı. Hz.Muhammed’in@ görüşüne katılan mümin ileri gelenler hemen sefer / akın hazırlıklarına başladılar. Hazırlanan askeri birlik 700 kişiden oluşuyordu. Bu birliğin içerisinde 30 atlı süvari de bulunuyordu.

Fakat bu seferin / akının diğer seferlere / akınlara göre farklı olan hususu ise daha önceki seferlere katılmayan münafıklardan birçok kimsenin bu sefere katılması idi. Onlar taktik değiştirmişlerdi. Bütün çabalarına rağmen önleyemedikleri seferin / akının içerisinde yer alıp fitne çıkarmayı deneyeceklerdi. Şayet bu sefer sırasında çıkarılacak bir fitne sonucunda akın / sefer başarısızlıkla neticelenirse bundan sonra akınlara seferlere çıkılmaması gerektiği hususundaki politikalarının ne kadar haklı olduğunu ispat etmiş olacaklardı. Dahası çıkardıkları fitne nedeniyle bu akının / seferin başarısızlığa uğramasını sağladıkları takdirde gelecekte Mekke müşrik yönetimine yardım ettiklerini ileri sürerek onlardan mükafatlarını bekleyeceklerdi.

Mustaklik Seferine / akınına çıkıldı. İslam Ordusunun ilerleyişi sırasında orduya düşman casusu sızdı. İslam ordusu hakkında bilgi toplamak için Mustalik kabilesinin gönderdiği o casus yakalandı ve boynu vuruldu. Medine İslam Ordusunun üzerlerine gelmekte olduğunu ve casuslarının yakalanıp idam edildiğinin haberini alan çevre kabileler Mustalikleri yalnız bırakarak kaçıp dağıldılar. Zira casusun yakalanıp öldürülmesi bu işin şakasının olmadığını ve işin ciddiyetini gösteriyordu.

 

22.3. Mureysi Kuyusu Başında Su Kavgası

Medine İslam Ordusu Mureysi Kuyusu yanında karargâh kurdu. Ordunun su ihtiyacı için görevliler kuyuya su çekmeye gittiler. Muhacirlerden olan Cahcah b. Mesud ile Ensardan Sinan’ın kovaları birbirine karışınca aralarında kavga çıktı. ([2]) Cahcah eski cahiliye âdeti alışkanlığı ile Kureyşlileri / Mekkeli muhacirleri yardıma çağırınca baş münafık Abdullah bin Ubey’e ortalığı fitneye boğmak için gün doğdu. Münafıklar da hemen Evs ve Hazreçlileri / Medinelileri çağırdı. Taraflar birbirlerine kılıçları çektiler. Cahiliye âdeti hortlamıştı. Az kalsın büyük bir fitne kopacaktı. Abdullah bin Übey sürekli kışkırtıcı sözler sarf ediyor ve tarafların birbirine girmesine çalışıyordu. Neyse ki tarafların aklı başında ileri gelenleri hemen duruma el koydular ve tarafları yatıştırdılar. Fakat Abdullah bin Übey bu durumu kaşımaya devam etti ve özellikle Medineliler arasında Muhacirlere karşı kin ve nefret tohumu ekecek sözler sarf etti. Onun mealen sözleri şöyle idi;

“Gelip kendi yurdumuzda bize egemen oldular, çoğaldılar şimdi kalkmış bize kafa tutuyorlar, bizim soyumuzu bizim ülkemizden sürecekler, Dağdan gelip bağdakini kovma misali ya da besle kargayı oysun gözünü, vb…. Ama göreceksiniz. Hele bir Medine’ye dönelim. Andolsun aziz ve üstün olan bizler, şu sefilleri şehrimizden sürüp çıkaracağız …..”

Olayla ilgili bilgiler ve yapılan konuşmalar Hz.Muhammed’e iletildi. Peygamberimiz çok öfkelendi. Hem eski cahiliye adetleri ile müminlerin hareket etmelerine kızdı hem de Abdullah bin Übey’in kışkırtıcı / bölücü tavır, davranış ve konuşmalarına çok öfkelendi.

Bu konuda önce Hz. Ömer ile konu hakkında bir görüşme yaptı. Hz. Ömer’in fikri bu sorunu kökten çözmek için Abdullah Bin Übey’i hemen öldürmekti. Fakat Hz.Muhammed@ onun görüşüne katılamıyordu. Zira olay sadece bir kişiyi öldürerek sorun çözülmüyordu. Tam aksine onun öldürülmesi halinde sorun belki daha da büyüyecek ve kabile asabiyesi nedeniyle müminler arasında bölünme ve çatışma yaşanabilecekti.

 

22.4. Ordu Karargâhında Abdullah Bin Übey Hakkında Yapılan Değerlendirmeler

Hz.Muhammed daha sonra Ensar’dan ileri gelenlerle görüştü. Onların bir kısmı Hz. Ömer gibi düşünerek cezalandırılması gerektiği fikrinde iken diğer bir kısmı ise Abdullah bin Übey’in hala kabilesi nezdinde bir itibarı ve otoritesinin olduğunu, onun öldürülmesi halinde “Hz.Muhammed@ kendi topluluğunu / ümmetini de öldürmeye başladı” şeklinde menfi bir propagandaya maruz kalınacağını söylediler. Bu görüşte olanlar, bu tür bir söylemi düşmanların ve münafıkların İslami İdarenin aleyhine kullanarak onun kabilesi olan Hazreçlileri kışkırtacağını ve çatışmalara kadar varan bölünmelere yol açacağını bildirdiler. Bu nedenle Abdullah bin Übey’i öldürmek yerine onunla görüşüp özür dilemesini sağlayarak onu itibarsızlaştırmanın daha iyi bir politika olacağını dile getirdiler.

Müşavereden sonra Hz.Muhammed@ Abdullah bin Übey’i çağırttı ve topluluğun huzurunda kendisinin böyle bir söz söyleyip söylemediğini sordu. O söylediklerini inkar etti. O bilgiyi getirenin sözlerini yanlış anladığını ifade etti. Dahası Hz.Muhammed’in de peygamber ve liderliğine şehadet etti. Böylece Abdullah Bin Übey’in Hz.Muhammed ve muhacir müminler hakkında o fitne çıkarıcı sözleri söylemiş olmasına rağmen herkesin huzurunda inkar etmesi ve sözlerinin yanlış anlaşıldığı şeklinde viraj alması ve Hz.Muhammed’in@ peygamberliğini ve liderliğini tekrardan kabul etmesi / şehadet etmesi onun rezilliğini göstermesine yetti. Onun böyle karaktersiz, korkak, sefil ve sözlerinin arkasında duramayacak kadar ödlek tavır sergilemesi, kendi kabilesinin nezdinde de itibar kaybına neden oldu.

 

22.5. Müreysi Kuyusu Başındaki Su Kavgası Raporu: Münafıkun Suresi

Cenab-ı Hak, daha sonra bu olayın anlatıldığı Münafikun Suresini inzal etti. Bu sure ile müminlere özellikle de münafıkların lideri olan Abdullah Bin Übey’in kabilesinden olan müminlere uyarılar ve öğütler verdi. Surede münafıkların (özelde Abdullah bin Übey’in)  Hz.Muhammed@ aleyhine söylediği sözlerden sonra tekrar Hz.Muhammed’e biat etmesi dile getirildikten sonra onların (onun) yalan söylediği yani gerçekte bu biatında bile samimi olmadığı belirtildi. Bu hususların Allah (toplum / peygamber ve müminler) tarafından gayet iyi bilindiği ortaya konuldu.  Her ne kadar onlar müminleri Allah’ın yolundan engellemeye devam edebilmek için yeminlerle biatler yapmakta ve asla fitne çıkarmadıklarını kendilerinin yanlış anlaşıldığını söyleseler de onlar inkârla (İslam Cumhuriyetini tanımama) ile iman (İslam Cumhuriyetine tabi olma)  arasında gidip gelmektedirler. Cenab-ı Hak onların bu durumunu belirttikten sonra onların sonunda korkularına yenilerek inkâra gömüldüklerini belirtti. Bütün bunlar aşağıdaki ayetlerde şöyle ifade edildi:

 

Rahman Rahim Allah Adına

1-3- O münafıklar sana geldiklerinde: “Biz şehadet ederiz ki, sen kesinlikle Allah'ın Peygamberisin” dediler. Allah, senin gerçekten kendisinin Peygamberi olduğunu biliyor ve aynı zamanda Allah, o münafıkların yalancı olduklarına da şahitlik ediyor. Onlar, bu şehadetlerini / yeminlerini kullanarak insanları Allah’ın Yolundan alıkoyuyorlar. Bu yaptıkları ne iğrenç bir davranıştır.  Çünkü onlar inandıktan sonra inkar ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlendi. Artık neyin iyi neyin kötü olduğunu anlayıp kavrayamazlar. (Münafikun Suresi 1-3)

 

Onların Hz.Muhammed@ dahil herkesi etkileyen söz ve tavırlarıyla sanki halkın iyiliğine çalışıyormuş görüntüsü verdiklerini ama asla öyle olmadıkları ifade edilir. Onların korkaklıkları öylesine büyüktür ki; her olayın, her gelişmenin, her haberin ve her çağrının kendi aleyhlerine olacağını zannederler. Bu hususlar ayetlerde şöyle ifade edilir;

 

4- Onların dış görünüşlerine / kalıplarına baktığın(ız) zaman onları adam sanırsın(ız), ağızları da iyi laf yapar / sözlerini dinletirler. Fakat aslında “giydirilip süslenmiş” kalas / odun gibidirler. Onlar duydukları her sesi / her konuşmayı / her çağrıyı / her gürültüyü kendi aleyhlerine olduğunu zannederler. Onlar size düşmandır, bu yüzden onlara karşı dikkatli olun. Allah canlarını alsın onların! Nasıl da Dosdoğru Yoldan kendilerini saptırıyorlar! (Münafikun Suresi 4)

 

Yapılan görüşmelerde müminlerin bir kısmı onların öldürülmesinden yana görüş bildirmişler, peygamberimiz dahil diğer kısmı ise şimdilik bağışlanmalarından yana olmuşlardır. Ama nihai karar olarak Abdullah Bin Übey’in huzura çağırılarak ona suç teşkil eden sözleri için bağışlanma ve özür dilemesinin söylenmesi kararı çıkmıştı. Ancak o özür dilemeyi değil, kibir ve gururundan bahane bulmayı, yanlış anlaşılmış olduğunu beyan etmeyi, sözlerini getiren kişinin yanlış aktarmış olduğunu vb. viraj almayı seçmişti. Onun bu viraj alma taktiklerini peygamberimiz ve müminler biliyorlardı. Şahit de oldular. Hz.Muhammed@ ne kadar bağışlanmalarını istese de eninde sonunda bir gün gelecek onların / onun yaptıklarının hesabı mutlaka sorulacaktı. Cenab-ı Hak, (İslami İdare )  onu / onları asla bağışlamayacaktı. Cenab-ı Hak, bu durumu şöylece ifade etti;

 

5-6- Onlara: "Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için bağışlanma dilesin" denildiğinde, bundan yüz çevirdiler. Kibirlenerek bundan yüz çevirmelerine bakar mısın? Artık sen onlar için ister bağışlanma dile ister dileme onlar için fark etmez. Bu nedenle Allah onları asla bağışlamayacaktır. Şüphesiz Allah, böylesi yoldan sapmış bir topluluğu asla Dosdoğru Yola iletmez.  (Münafikun Suresi 5-6)

 

Cenab-ı Hak, onları asla bağışlamayacaktı, Çünkü o münafıkların yaptıkları ve niyetleri öyle yenilir yutulur cinsten değildi. Onlar halkı İslami İdarenin yıkılması için galeyana getirmekteydi ve onların bir nevi darbe için iktidarı maddi imkândan yoksun bırakma girişimleri vardı. Dahası akın / sefer sırasında Medine İslam toplumu arasına kin ve nefret tohumları ekerek bölmeye çalışmışlardı. Müreysi kuyusunda su yüzünden çıkan ihtilafı kullanarak Ensar’ı Muhacirlere karşı kışkırtmışlardı. Hz.Muhammed@ ve Muhacirleri Medine’den sürüp çıkarma niyetlerini ifade etmişlerdi. Bunları Cenab-ı Hak şöyle ifade etti;

 

7-8- Onlar: “Allah'ın Peygamberinin yanındakilere hiç bir şey infak etmeyin / vermeyin ki dağılıp gitsinler” dediler. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat o münafıklar bu gerçeği göremiyorlar. Onlar: “Göreceksiniz, andolsun ki, Medine'ye döndüğümüzde üstün ve şerefli olanlar, güçsüz ve aşağılık olanları sürüp çıkaracaklar” diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük ve şeref Allah’a, Peygamberine ve müminlere mahsustur. Fakat o münafıklar bu gerçeği de göremiyorlar. (Münafikun Suresi 7-8)

 

Cenab-ı Hak, müminleri malları ve çocuklarına olan sevgilerinin kendilerini İslam Cumhuriyetine destek olmaktan alıkoymaması konusunda uyardı. Şayet bu uyarıya kulak asılmayacak olursa sonlarının hüsran olacağını ve kendilerine yazık edeceklerini bildirdi. Uyarıya kulak asılmaması halinde Medine İslam Cumhuriyetinin yıkılması ve idarecilerin ölümleri mukadder hale geldiğinde artık çok geç olacak ve bu eceli erteleme konusundaki yakarışlar / çırpınışlar fayda etmeyecek ve son pişmanlık da fayda getirmeyecekti.

 

9-11- Ey müminler! Mallarınız ve çocuklarınız sakın sizi Allah’ı zikretmekten / Allah’ın dinine / Allah’ın devletine destek olmaktan alıkoymasın. Her kim böyle yaparsa, işte onlar kendilerine yazık etmişlerdir. Sizden birinize ölüm gelip çattığında: "Ey Rabbim! Bana biraz daha süre tanısan da sadaka / sadakat vergisini verip Salihlerden olsam” demeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Çünkü Allah hiç bir kimsenin ecelini ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi 9-11)

 

22.6. Beni Mustalik Savaşı

Bu olaydan sonra Medine İslam Ordusu gece karanlığından yararlanarak Mustalik oğullarını kuşattı. Onlar önce teslim olmaya / müslüman olmaya ve Medine İslam Cumhuriyetinin müttefiki olmaya davet edildiler. Fakat onlar bu çağrıya ok atarak karşılık verince savaş başladı. Savaş çok kısa sürdü ve Mustalik oğulları teslim olmayı kabul etti. Onlar on kişi kayıp verirken müminler bir kişi şehit vermişti. Beni Mustalikların bütün erkekleri, kadınları ve çocukları esir edilirken deve, sığır ve davarları da ganimet olarak alındı. Esir edilenlerin 200 aile olduğu rivayet edilir. Elde edilen ganimetler ise 2000 deve ve 5000 küçükbaş hayvan olduğu rivayetlerde geçmektedir.

 

[1] ) Haden: Cahiliye döneminde hür olduğu için zina ya­pamayan bir kadının, bir erkekle metres hayatı yaşamasıydı. Böy­le kadınlara "Müttehizat-ı Ahdân" denilirdi. Bu devirde hür bir kadının zina yapması çok ayıp sayılırdı. Bu sebeple hür kadınlar gizli dost tutarak cinsel ilişkide bulunurlar, böyle birleşmelere de "Nikah-ı Hadn" denilirdi.( Taberî, Camiu'l-Beyan, V, 19; îbn Hacer, Fethu'l-Barî, IX, 158.) îbn Abbas, bu tür kadınların sadece bir tek dost tuttuklarını, Cahiliye halkının zinadan aşikar olanı haram sayıp, gizli olanı helal saydıklarını söylemektedir.[Taberî, Camiu'l-Beyan, V, 20 ; îbn Hacer, Fethu'l-Barî,VIII, 83.)

 

[2] )  NOT: Rivayetlerde kovaların karışması olarak verilen bu su anlaşmazlığı biraz törpülenmiş bir anlatım gibi geliyor. Çölde kuyulara sahip olmanın çok büyük bir ekonomik getirisi olduğunu ve bu noktada muhacirlerin içerisinde daha hala iman etmemiş müşrik köle ve hizmetçilerin olduğunu ve bunlarında eski adetlerle hareket ettiğini bu nedenle kuyuya sahiplenmeye çalışıldığını, hatta eskiden köylerde bir çok kavganın su alma ve/ veya su sırası yüzünden çıktığı düşünüldüğünde bu akında da detayları çok bilinmese de su yüzünden bir fitnenin çıktığı kesindir. (M.Ali Baltaşı)

22.7. Beni Mustalik Akınından / Seferinden Dönüş ve «İFK» Hadisesi

Medine İslam Ordusu Beni Mustalik akını / seferinden Medine’ye dönerken  «ifk» hadisesi yaşanır. Bu akına / sefere giderken Hz.Muhammed@ yanına hanımlarından Hz. Aişe’yi almıştı. Dönüş yolunda ordu konaklamıştı. Fakat Hz.Muhammed@ gece aniden orduya tekrar yola koyulma emir verdi. Zira peygamberimiz  «Bi’rimaune» ve «Reci» akınlarındaki / seferlerindeki katliamdan sonra yapılan akınlarda / seferlerde alışılmışın dışında hareket ediyordu. (Salatları / içtimaları kısa tutma, salatlarda / içtimalarda orduyu ikiye bölme, farklı istikametlerde ilerleme, vb.) Bu sefer dönüşünde de çok tedbirli davranıyordu. Özellikle de Abdullah bin Übey’in “Medine’ye bir dönelim onları nasıl şehirden sürüp çıkaracağız göreceksiniz” şeklinde ki sözünün arka planı olup olmayacağını da dikkate alıyordu.

Bu nedenle orduyu aniden harekete geçirince görevliler Hz. Aişe’nin hevdecini devesinin üzerine yüklediler ve ordu harekete geçti. Fakat Hz. Aişe gecenin bir yarısında harekete geçilmesi emri üzerine uyandırılınca, hemen hacetini görüp gelmek için ordudan biraz tenha bir yere ayrıldı. Hacetini görüp geldiğinde gerdanını düşürdüğünü fark etti ve geri dönüp gerdanını aramaya koyuldu. Geri geldiğinde ise ordu çoktan uzaklaşmıştı. Hz. Aise ise telaşa kapılmadı. Nasıl olsa hevdecinde yokluğu anlaşılınca geri gelip almaya görevli adamları gönderirler diye bulunduğu yere oturup bekledi ve bekleme uzun sürünce oracıkta uyuyakaldı.

 

22.8. Abdullah Bin Übeyin Algı Operasyonu ve “İfk” hadisesinin Siyasi Önemi

İslam Ordusunun artçılarından Safvan bin Muattal ise geriden geliyordu. Hz. Aişe’yi fark etti ve devesine bindirdi. Birlikte orduyu takip ettiler. Onlar ordunun peşinden ancak o gecenin sabahında (öğleye doğru) yetişebildiler.  Ordunun gerisinden bir asker yaya olarak ve bir kadın devenin üzerinde geliyorlardı.

Ordudakiler bunların kim oldukları hususunda meraklandılar. Onlar orduya yaklaşınca erkeğin Safvan kadının ise Hz. Aişe olduğunu gördüler. Bu manzarayı görünce Abdullah bin Ubey’e fitne çıkarmak için yine gün doğmuştu. Uzun zamandır sürekli aradığı fırsatı yakalamıştı. Bir kadın ve bir erkek geceleyin tek başlarına! Sahne hazırdı! Onların geceyi birlikte geçirdikleri algısı oluşturulacaktı. Abdullah bin Übey için Hz. Aişe üzerinden böyle bir algı operasyonu o kadar önemliydi ki bu olayı kullanarak çok büyük bir fitne ateşi yakacaktı. Çünkü Hz. Aişe sıradan birisi değildi. Ona atılacak bir iftira, onun Hz.Muhammed’den@ ayrılmasını sağlayacağı gibi bundan daha da önemlisi Hz.Muhammed’le en yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir’in yollarını da ayıracaktı. Bu da, Medine İslam Cumhuriyeti’nin çekirdek kadrosunda parçalanma demekti.

 Hz.Muhammed@, peygamberliğin başlangıcından bugüne kadar hep yanında durmuş en büyük destekçisinden mahrum olacaktı. Ayrıca hanımlar arası rekabet kızışacak ve hanımlar birbirlerini diskalifiye etmeye çalışacaktı. Bunun en büyük göstergesi de bu dedikoduda kullanılan bir diğer kişi validelerimizden Zeynep binti Cahş’ın kardeşi Hamne binti Cahş olmasıdır.

Diğer taraftan bu iftira öyle büyük bir siyasi kaos yaratmanın aracıydı ki, bu iftira ile Medine de kabileler birbirine girecekti. Yani bu, hem Muhacirlerin kendi arasında, hem Ensar’ın kendi arasında ve hem de Muhacirlerle Ensar arasında büyük bir fitneye, savaşa neden olabilecek bir operasyondu.

O yüzden Abdullah bin Übey bu operasyona çok büyük önem verdi ve başarmak için elinden geleni yaptı. Plana göre iftira tutarsa ortalık karışacak ve yukarıda belirtilen olumsuzluklar yaşanacaktı. Yok, tutmazsa, o takdirde de Abdullah bin Übey bütün şimşekleri üzerine çekecekti. Zira iftira olduğu anlaşılacak olursa o takdirde ise bu iftiraya ceza verilmesi gündeme gelecekti.

Ceza verilmesi seçeneği ise yine bir karışıklığa neden olacaktı. Çünkü Abdullah bin Ubey’in kabilesi itibarlı, imtiyazlı, ileri gelenlerinin ceza görmesinin cahiliye geleneğince kendilerinin aşağılanması olarak addedileceğini düşüneceklerinden ceza verilmemesini isteyeceklerdi. Hz.Muhammed@ ise bu cezada ısrar edecek olursa karşısında Hazreçlileri görecekti. Evsliler ve muhacirler bu cezada ısrar edecek olurlarsa birbirlerine girebilecekti.

İslam Ordusu Medine’ye gelince Hz. Aişe’nin Safvan Bin Muattal ile birlikte gece yolculuğu yaptıkları üzerinden yaratılan iftira öylesine hızlı bir şekilde yayıldı ki müminler hatta peygamberimiz bile etkilendi. Algı operasyonu tutmuştu.

Hz. Aişe Medine’ye gelir gelmez hastalandığından şehirde çalkalanan dedikodulardan haberi yoktu. Hz.Muhammed’de@ ziyarete geldiğinde kendisine sıcak davranmıyordu.

Hz. Aise hastalığını atlatıp iyileşince dedikodunun kendisi üzerinde döndüğünü öğrendi. O, peygamberimize buna inanıp inanmadığını, babasına ve annesine buna inanıp inanmadığını sordu. Fakat hepsi de bu algı operasyonundan etkilenmişlerdi.

Hz. Aişe herkesin kendi aleyhine bu iftiraya inandığını anlayınca öylesine ağladı, öylesine içine kapandı ki üzüntüsünden tekrar hasta oldu ve baygınlıklar geçirdi. Ve Cenab-ı Hakka sığındı.

Olay, Safvan Bin Muattal cephesinde de son derece üzüntü vericiydi. Gerek ailesi ve gerek Hz.Muhammed@ tarafından yapılan sorgulamada Safvan Bin Muattal, Hz. Aişe ile arasında en ufak bir temas bile yaşanmadığını belirtiyordu.

 

22.9. Siyasi Kargaşa ve Hz.Muhammed’in@ Tarafları Yatıştırma Çabası

Mescitte toplanan halka Hz.Muhammed@ bu olayın açık bir iftira olduğuna ilişkin bir konuşma yaptı. Olayın iftira olduğunun gerekçesini şöyle izah etti;

“Hz. Aişe’nin üzerine atılı suçu işlediğine dair herhangi bir delil var mıdır? İçinizde buna şahitlik yapacak olan var mıdır? Yoktur. Peki, o zaman, şimdiye kadar Hz. Aişe’nin ve Safvan bin Muattal’ın şimdiye kadar fuhşa yönelik en ufak bir yanlış hareketini gördünüz mü? Görmediniz. Şimdiye kadar temiz, en ufak bir yanlış hareketi, hatta şüpheli hareketi bile olmayan bu kişilerin zina yaptıklarına dair şahit ve ispat olmadan nasıl bu suçlamanın arkasından gidebilirsiniz? Sizin kendinize konduramadığınız bir hareketi nasıl olurda lideriniz, peygamberinizin hanımı hakkında düşünebiliyorsunuz? Aynı şekilde temiz ve dürüstlüğünden şüphe etmediğiniz bir kardeşiniz Safvan hakkında böyle düşünebiliyorsunuz? Dahası bu dedikoduyu üreten Abdullah bin Übey ise uzun zamandır sürekli bizi yıpratmak için fırsat kollamakta ve birbirimize düşürmekte. Bizi sürekli itibarsızlaştırmak için elinden geleni ardına koymamaktadır. En son Beni Mustalik seferinde bizi birbirimize kırdırmak için yaptıklarını biliyorsunuz. Ayrıca Medine’ye geri dönünce bütün muhacirleri şehirden sürüp çıkaracağına dair ettiği yemini de biliyorsunuz. Bunların bu dedikoduda hiç mi ehemmiyeti yoktur! Bu işin bir zina olayını deşifre etme ve böylece güya kötülüğü ifşa ediyor gibi göstermesinin arkasında İslami iktidarı devirmek olduğunu göremiyor musunuz?”

Peygamberimiz bu konuşmasında iftiracı olarak Abdullah bin Übey’i işaret etti. Bu işaret üzerine Sa’d bin Muaz, iftiracının boynunun vurulması için harekete geçilmesi gerektiğini söyleyince hemen Hazrec’ten Sa’d bin Ubade kabile taassubu ile hareket ederek buna karşı çıktı. Mescitte Evs ve Hazrecliler birbirlerine girecek hale geldiler.  Hz.Muhammed@ tarafları zorlukla yatıştırdı. Fakat bu atışma sonunda taraflar birbirlerine öylesine kinlenmişlerdi ki şehirde müthiş bir gerilim yaşandı. Bir taraftan Muhacirlerle Ensar arasında Mureysi kuyusunda yaşanan gerilimin izleri devam ederken şimdi de Evs ve Hazrecliler arasında çatışma noktasına gelen bir gerilim yaşanmaktaydı.

Hz.Muhammed@ tarafları barıştırmak için Sa’d bin Ubade’yi yanına alarak Sa’d bin Muaz’in evine yemeğe gitti. Ertesi gün ise Sa’d bin Muaz’ı yanına alıp Sa’d bin Ubade’nin evine gitti ve tarafları barıştırdı. Bu buluşmalarda fitneyi çıkaranların asıl amacının zaten kabileleri birbirine düşürmek olduğu ve bu nedenle oyuna gelinmemesi gerektiği hususlarının konuşulmuş olması muhakkaktır.

 

22.10. Cenab-ı Hakk’ın Fitneye müdahalesi

Bu olaylar açık açık gösteriyordu ki, münafıklar Hz.Muhammed’i hedef alacak bir fitne için sürekli fırsat kolluyorlardı. Tüm müminler bu algı operasyonunun malzemesi olmuşlar ve fitnenin içine karışmışlardı. Fakat Cenab-ı Hak, yine elçisinin elinden tuttu ve müminlere merhamet ederek, bu algı operasyonu ile meydana gelen fitneyi tekrar boşa çıkarttı. Hz. Aişe’nin ve Safvan bin Muattal’ın temiz olduğunu açıkladıktan sonra herkesin iftiracıların asıl hedeflerinin ne olduğunu anlayamadıklarını ve oyuna geldiklerini bildirdi.

Cenab-ı Hak, hassas bir noktadan vuruş yapan münafıkların esas niyetlerini anlamak için müminlerin suçlamayı basit bir şekilde reddetmeleri gerektiği halde nefislerin çok hoşlandığı dedikodu mekanizmasına yenik düştüklerine işaret etti. Hâlbuki müminler olayı siyasi bir perspektiften ele alsalardı bu oyuna gelmeyeceklerdi. Bu nedenle tüm müminlerin uyanık olmalarını ve düşmanları hakkında sığ düşünmemelerini ve onların bu tür olayları kullanarak siyasi üstünlük sağlama oyunlarına dikkat edilmesi gerektiğini bildirdi.

Cenab-ı Hak, siyasi uyarılarını yaparken münafıkların açık kapılardan girmelerini önlemek için yani yeni iftiraları önlemek için erkek ve kadınlar arasındaki ilişki biçimlerini düzenledi. Böylece müminleri oyuna getirme ve fuhşa karşı olmalarına rağmen fuhuş yapanlar olarak gösterilerek yıpratılmalarının önünü aldı. Bunlar aynı zamanda toplumun zinadan / fuhuştan arınması, temizlenmesi için alınacak tedbirlerdi. Cenab- Hak, hem onların oyunlarını tersine çevirmek hem de toplumu temizleyip arındırmak için genel bir düzenleme içeren ayetlerini inzal etti.

Bu düzenlemelere önce zina suçunun cezasını belirlemekle başladı.  Fakat bu cezanın uygulanması yani suçun sabit olması için dört şahit ile belgelendirme şartını daha önce bildirmişti. Bu hükme göre herhangi bir zina olayında suçun sabit olduğunun tespitinin yapılabilmesi dört kişinin olayı açık bir şekilde görmesi demek faillerin bu suçu toplumun önünde açık / aleni yapması demekti. Zina suçunu işleyenler için öngörülen cezanın birinci aşaması yüz sopa / celde / kamçı vurulmasıydı. İkinci aşama ceza ise temiz kişilerle evlenememesiydi. Evlenmek istiyorsa ya kendisi gibi aynı suçu işlemiş birisini bulacak ya da bu diyardan gidecek ve başka ülkelerde evlenebilecekti. Bu hükümlerden sonra dört şahit ile suçu belgelendiremeyen iddia sahiplerine zina suçuna yakın bir ceza hükmünün getirilmesi, bir taraftan operasyon sahiplerine yönelik olsa da genel ifadesiyle temiz insanlara zina suçu iftirası atanların, bu hususta dedikodu üretenlerin bir daha bu tür faaliyetler içerisine girmesini engellemeye matuftu. İftiracı durumuna düşen şahıslar için öngörülen birinci aşama cezası ise seksen sopa / celde / kamçı vurulmasıydı. İkinci aşamada ise ömür boyu şahitliğinin kabul edilmemesiydi.

Böylece münafıkların siyaset sahnesinde yenemedikleri Hz.Muhammed’i@ diz çöktürmek için tertemiz hanımlarına, özel hayatına yönelik izleme, röntgen ve dedikodu ile oluşturmaya çalıştıkları menfi algı operasyonu cezasız kalmayacaktır. Nitekim bu dedikoduyu fiili olarak yayan üç kişiye bu cezanın uygulandığı rivayet edilmektedir. Ancak bu iftirayı üreten şahıs, perde gerisinden bu işi yapması nedeniyle ona bu ceza uygulanamadı. Çünkü bu suçun asıl faili olmasına rağmen tetikçi kullanmıştı. Cezaya maruz kalanlar bu suçları alenen işlemişken Abdullah bin Ubey’in bu operasyonda rolü aleni değildi. Kimse de bunu ispat edemedi ve suçlama imkânı bulunamadı. Ancak Cenab-ı Hak onun bu husustaki rolünü gayet iyi bilmekte, elçisine de bildirmekte fakat insanların nezdinde ispat edilmesinin imkânı olmadığından ona ceza uygulanamadı.([1]) Sadece gelecekte onu korkunç bir azabın beklediği bildirildi.

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-5-Bu, indirdiğimiz ve hükümlerini farz kıldığımız bir suredir. İbret alın diye içindeki apaçık delilleri ayrıntılı olarak açıkladık. Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüzer celde / sopa vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bu hükümleri uygulama konusunda onlara acımanız tutmasın. Onlara tatbik edilecek cezaya müminlerden bir grup da şahit olsun. Zina eden erkek ancak zina eden veya müşrik bir kadınla evlenir, zina eden kadın da ancak zina eden veya müşrik bir erkek ile evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır. İffetli kadınlara zina suçu isnat edip sonra bu iddiasını doğrulayacak dört şahit getiremeyenlere de seksen celde / sopa vurun ve onların her hangi bir konudaki şahitliklerini de hiçbir zaman kabul etmeyin. Çünkü onlar, Dosdoğru Yoldan sapmış günahkarlardır. / fasıklardır. Ancak bundan sonra tövbe eden ve kendisini düzeltenler hariç. Hiç şüphesiz ki Allah, kendisini düzeltenlerin tövbesini kabul eden ve onlara karşı çok merhametli olandır. (Nur Suresi 1-5)

 

22.11. Algı Operasyonunun Ters Tepmesi

İlahi düzenlemenin ikinci basamağında eşler arasında olabilecek karşılıklı zina suçlamasının nasıl karara bağlanacağı tespit edilir. Daha sonra Cenab-ı Hak, müminlere rahmeti ve lütfu ihsanıyla muamele etmemiş olsaydı müminlerin yeni kurulan devletlerinin büyük bir fitne ile yıkılmış ve kendileri de anarşi içerisinde mahvolmuş olacaklarını bildirdi. Fakat bunda da bir hayır olduğunu, büyük bir medeniyete doğru giderken önemli bir viraji daha aldıklarını bildirdi. Zira bu olaydan sonra münafıkların başı ve Medine İslam Cumhuriyeti’nin yapacağı harekâtlarda çok önemli bir ayak bağı oluşturan Abdullah bin Übey’in foyası net olarak çıkmış oldu. Böylece onu kabilecilik taassubu ile koruyan kabilesi artık bu olaydan sonra onun arkasında duramayacak noktaya ulaştı. Bu nedenle İslam Cumhuriyeti çok önemli bir aşamayı geçmiş oluyordu. Hem de Hz.Muhammed@ ve hanımı üzerinden yapılan operasyonu ters çevirerek bu iş başarılmış oldu.

 

6-11- Kendi eşlerini zina yapmış olmakla suçlayan ve buna kendileri dışında şahit de bulamayanlar, Allah adına dört kere yemin ederek kendisinin doğruyu söylediğini beyan edecek ve bu ana kadar iddiasından vaz geçmez ise beşinci yeminde, eğer yalan söylüyorsa, Allah’ın lanetini / kovmasını / uzaklaştırmasını kabul ettiğini beyan edecektir. Suçlanan eşin de, dört kere Allah adına yemin ederek, suçlayan eşinin kesinlikle yalan söylediği beyanı onu cezadan kurtarır. Beşinci yemininde de, “eğer suçlayan eşi doğru söylüyor ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını” kabul ettiğini beyan edecektir. Eğer sizin üzerinize Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı. (Şu işlemiş olduğunuz “İfk” suçu yüzünden haliniz nice olurdu!) Muhakkak ki; Allah, tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibidir. (Peygamberin eşi hakkında) iftira atanlar sizin içinizde olan bir güruhtur. Siz, bu olayı kendiniz için bir şer zannetmeyin, aksine bu olayda da sizin için bir hayır var. O iftiracıların her biri bu günahının cezasını görecek, üstelik bu iftirayı tasarlayarak öncülük eden o kişi de azabın büyüğüne uğrayacaktır. (Nur Suresi 6-11)

 

22.12.Cenab-ı Hakk’ın Fitne Ateşini Söndürmesi

Bu iftira ile ilgili peygamberimizin hitabından sonra Evs ve Hazreçliler arasında mescitte şiddetli tartışmalar olmuştu. Peygamberimiz tarafları güçlükle yatıştırmıştı. Daha sonra Cenab-ı Hak, elçisini destekleyerek bu hususları zikreden ayetlerini inzal etti. Söz konusu ayetlerde, münafıkların sanki kötülüğü ifşa ediyormuş gibi davranarak hassas noktalardan siyasi olarak İslami iktidarı devirme niyetlerine karşı müminlerin sürekli teyakkuzda olmaları ve onların bu tür hassas noktaları kaşımasına müsaade etmemeleri gerektiğini bildirdi. Böyle durumlarda kesin kanıtları onlardan istemelerini ve şayet ispatlayamıyorlarsa şiddetle reddetmelerini öğütledi. Böylece hem Hazrecliler hatalarını anladılar hem de Abdullah bin Übey’in yaktığı fitne ateşi söndürüldü.

Cenab-ı Hakk’ın rahmeti sayesinde hak açığa çıktı ve masum, mutahhar insanlar temize çıktığı gibi münafıkların asıl niyetleri de açığa çıktı. Ama hepsinden önemlisi eğer Cenab-ı Hakk’ın lütfu olmasaydı onların hedeflediği fitnenin gerçekleşmesi halinde durumun fecaatini kimsenin takdir edemeyeceği idi.

Öyle ki meydana gelecek fitne sonunda akacak kanın, yıkılacak yuvaların, yok olup viran olacak şehrin, tarumar olacak evlerin, perişan olacak çocukların ve cariye olacak eşlerin haddi hesabı olmayacaktı. Cenab-ı Hakk’ın lütfu sayesinde çok büyük bir felaketin ucundan dönülmüş oldu.

12-15- Onu (iftirayı) işittiğinde iman eden erkekler ve iman eden kadınların birbirleri hakkında hüsnü zanda bulunarak: "Bu apaçık iftiradır" demeleri gerekmez miydi? Bu iddia da bulunanların dört şahit getirmeleri gerekmiyor muydu? Mademki şahitleri getiremediler onların, Allah nezdinde, yalancıların ta kendileri oldukları açığa çıkmıştır. Eğer dünya ve ahirette Allah’ın fazlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı, içine daldığınız dedikodu nedeni ile büyük bir azaba uğrayacaktınız! Çünkü siz bu iftirayı dilinize dolamış ve birbirinize aktarıyordunuz. Hakkında hiçbir bilginiz olmayan böyle bir konuyu konuşmanızın basit bir şey olduğunu zannetmiştiniz, oysa bu yaptığınız Allah nezdinde çok büyük bir olaydı! (Nur Suresi 12-15)

 

Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde şu hususlara da işaret etti;

“Medeni bir toplum oluşturulmaya çalışılıyor ve sizler de medeni insanlarsınız. Bu dedikoduyu duyunca bunun peşinden koşmanız, onu dilinize dolayıp orada burada dile getirip konuşmanız, aslı astarı olmayan, sağlam bir bilgi ve delile dayanmayan hususta dedikodulara katılmanız size yakıştı mı? Böyle yaparak ne kadar aşağılık bir konuma düştüğünüzün farkında mısınız? Halbuki böyle bir haberi duyar duymaz hemen ‘iftira olduğu çok açık! Bunları uyduranların asıl hedefi belli’ demeniz gerekmiyor muydu?”

Cenab-ı Hak, müminlere bir daha bu durumlara düşmemeleri için öğüt verdiğini ve bundan sonra ayaklarını denk almalarını bildirdi. Ayrıca münafıkların müminler arasında ahlaksızlık, kötülük ve günahların yaygınlaşmasını istemekte olduklarını da vurguladı. Ama onların bu yaptıklarından dolayı hem dünyada hem de ahirette çok büyük bir cezayla karşılaşacaklarını bildirdi.

 

16-20- O dedikoduyu işittiğiniz zaman: "Haşa! Bu büyük bir iftiradır, bu konuyu dillendirmek bize yakışmaz” demeniz gerekmiyor muydu? Eğer gerçekten Allah’a ve ahiret gününe inanan kişilerdenseniz, bir daha bu durumlara düşmemeniz konusunda Allah size öğüt veriyor! İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor. Hiç şüphesiz ki Allah, her şeyi biliyor ve O, her şeyin üzerinde hakim olandır. Ahlaksızlıkların / çirkinliklerin / kötülüklerin, müminlerin arasında yayılmasından mutluluk duyanlar, kendilerini dünyada ve ahirette acıklı bir azaba uğratmış olurlar. Sizler bilemeseniz de Allah her şeyi ve herkesin niyetlerini biliyor! Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı, haliniz nice olurdu! Muhakkak Allah rauftur rahimdir. (Nur Suresi 16-20)

 

22.13. Fitne Çıkaran Abdullah Bin Übey’in Makamından Alınması

İftira kampanyasına alet olan müminler, cezasını çektikten sonra affedildiler ve bir daha Baş münafık Abdullah bin Übey ve onun gibilerinin peşinden gitmemeleri konusunda uyarıldılar.

Cenab-ı Hak, diğer müminleri de Abdullah Bin Übey’in şeytanlıkları konusunda uyardı ve onun müminlerin yoldan çıkmasını, çirkin ve kötü işler yapmalarını istediğini belirtti. Zira o bu şekilde servet edinmektedir ve ancak bu yolla İslami İdareyi devirebilecektir. Bu nedenle müminlerin akıllarını başlarına devşirerek Abdullah bin Übey şeytanının peşinden gitmemeleri, onu rehber edinmemeleri, onun velayetini / liderliğini / yöneticiliğini kabul etmemeleri konusunda uyarılarda bulundu.

Yine Cenab-ı Hak Kendisinden başkasının müminlere rahmet etmediğini belirttikten sonra yol göstermesi olmasa asla doğru yolun bulunamayacağını ilave etti.

 

21- Ey İman Edenler! Şeytanın sizi çağırdığı yoldan gitmeyin. Kim şeytanının çağırdığı yolu izlerse, şunu bilsin ki, o (şeytan) fuhşu, ahlaksızlıkları, çirkinlikleri ve kötülükleri yapmanızı emreder / ister. Eğer Allah size lütfu ve merhameti olmasaydı, (bu bulaştığınız günahınızdan) hiç biriniz asla temize çıkamazdınız. Fakat Allah, tevbe edenleri temize çıkarır. Hiç şüphesiz ki Allah, her şeyi işitiyor ve biliyor. (Nur Suresi 21)

 

22.14. İfk Hadisesinden Sonra Tarafların Barıştırılma Çabaları

Daha sonra ise Hz. Ebu Bekir’in şahsında bütün müminlere hitap edilir. Şöyle ki Hz. Ebu Bekir bu olaydan sonra iftira kampanyasında maşa olarak kullanılan hizmetçisi Mistah’a bir daha hiçbir yardım yapmayacağına dair yemin etmişti. Mistah’a ve iftirada kullanılmış diğer kimselere bir daha asla yardım etmeyeceğine yönelik yaptığı yemininden dönmesi ve onlara yaptığı iyiliklerine devam etmesi gerektiği bildirilir. Şayet böyle yaparsa Cenab-ı Hakk’ın kendisini bağışlayacağı ifade edilir. Elbette herkes hata yapabilirdi. Fakat affetmek aynı zamanda affı ve merhameti celp eder. Başkasının yaptığı hata, iyilik yapmayı engellememelidir. İftira operasyonunda maşa olarak kullanılan Hasan bin Sabit, Mistah, ve Hamne binti Cahş’ı bağışlamak, Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazandıracağı gibi Abdullah bin Übey şeytanının asıl yapmak istediği fitneyi önleyecektir. Zaten şeytan Abdullah bin Ubey’in yapmak istediği de bu gibi şeylerdir. Yani operasyonun sonunda mutlaka bir fitne, ayrılık ve düşmanlık oluşturup tevhidi  / kardeşliği / yardımlaşmayı / dayanışmayı bozmaktır. Cenab-ı Hak, bu oyuna gelinmemesi gerektiğini aşağıdaki ayetlerle bildirdi.

22-26- İçinizdeki faziletli ve varlıklı olanlar, (bu olaya bulaştıklarından dolayı kızdığı) yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere yaptıkları yardımları kesmesinler. Onları affetsin, hatalarını hoş görsün ve vazgeçsinler. Allah'ın sizi affetmesini istemez misiniz? Hâlbuki Allah, tövbe edip kendisini düzeltenlerin geçmişini bağışlayan ve onlara karşı çok merhametli olandır. Hiçbir şeyden habersiz, iffetli mümin kadınlara iftira atanlar dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir / dışlanmışlardır / makamlarından kovulacaklardır. Onlar için büyük bir azap vardır. O gün dilleri, elleri ve ayakları kendi aleyhlerine olarak bütün yaptıklarına şahitlik edecektir. O gün Allah onların hak ettikleri cezayı tastamam verecektir ve onlar Allah'ın apaçık Hak olduğunu bileceklerdir. İğrenç / dedikodu / iftiracı / kötü sözler, ancak kötü insanlara yakışır. Kötü insanlar da iğrenç / dedikodu / iftira / kötü sözler sarf ederler. Güzel sözler, iyi insanlara yakışır. İyi insanlar da güzel sözler sarf ederler. İşte bu iyi insanlar, kötü insanların iğrenç iftiralarından beridir. / uzaktır. Onlar için bağışlanma ve cömertçe verilecek güzel rızıklar vardır. (Nur Suresi 22-26)

 

22.15. Abdullah bin Übey’in Yöneticilikten Alınması Karşısında Hazreçlilerin Rahatsızlıkları

Cenab-ı Hakk’ın ayetleriyle durum kontrol altına alındıktan sonra iftirada asıl payı olan Abdullah bin Übey İslami İdaredeki makamını kaybetti ve mescitteki koltuğu müminler tarafından kaldırıldı. Fakat bu durumdan hoşnut olmayan Hazreç kabilesinden olan müminler vardı. Kabile asabiyesi hala canlı olduğu için bu müminler kabile reisleri olan Abdullah bin Übey’in mescitteki / meclisteki makamından indirilmesini Evs kabilesi karşısında zafiyete düşmek olarak algılıyorlardı. Ayrıca bu durum nedeniyle söz konusu müminler kendi kabile mensupları nezdinde tepki alacakları gibi Evs kabilesi mensuplarının alaylarına da muhatap olabileceklerdi. Bu nedenlerle onlar Abdullah bin Übey’in makamında devam etmesini istiyorlardı.

Cenab-ı Hak ise münafıkların veli / yönetici / dost olamayacaklarını ifade etti ve gerekçesini de onların hem Allah’ın hem de müminlerin (dolayısıyla peygamberin ve İslami idarenin) düşmanı olduklarını söyledi. Ama buna rağmen müminlerin kendi düşmanları olan Abdullah bin Übey’in şahsında münafıklara sevgi besleyip onların makamını korumalarını istediklerini ve bunun için onlara destek çıktıklarını beyan etti. Düşman olan bu münafıkların inkarcı / isyancı olduklarını ve ellerine geçecek ilk fırsatta onları Medine’den sürüp çıkaracaklarını bildirdi.  Allah yolunda cihat için Beni Mustalik seferinde onların bunu açıkça ifade ettiklerini hatırlattı. Bu münafıkların yaptıkları ihanetler açıkça ortada iken müminlerin hala onlara sevgi beslemeleri ve onları veli / makam / velayetini istemelerinin çok anlamsız olduğunu belirttikten sonra bu şekilde devam edecek olurlarsa doğru yoldan sapmış olacaklarını bildirdi. O münafıkların müminleri asla sevmediğini ve eğer iktidara gelecek olurlarsa kendi kabile mensubu olsun ya da olmasın bütün müminlere her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmeyeceklerini belirtti. Onların tek derdinin Hz.Muhammed’i@ iktidardan indirmek ve müminlerin ona karşı çıkmalarını / inkâr etmelerini istediğini ifade etti. Eğer onların istediklerini yapar da Hz.Muhammed’i@ inkâr edecek olurlarsa / Hz.Muhammed’e@ karşı çıkacak olurlarsa o takdirde kıyamet gününde ne akrabalarının, ne kabilelerinin, ne evlatlarının kendilerini kurtaramayacağını ve Allah’ın aleyhlerine hükmünü vereceğini de ekledi.

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-3- Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veli / otorite/ yönetici/ dost edinmeyin. Siz hala onlara meveddet göstermekte / desteklemekte / makamlarında kalmasını istiyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı / şeriatı / İslami idareyi inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a imanınızdan dolayı Peygamberi ve sizi yurdunuzdan ve hükümet etmekten çıkarmak istiyorlardı. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihat etmek için çıktıysanız, nasıl oluyor da hala içinizde onlara karşı meveddet göstermeyi / destek vermeyi / makamlarında kalma isteğini taşıyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa artık o dosdoğru yoldan sapmıştır. Eğer onlar size egemen / üst olurlarsa sizin onlara gösterdiğiniz sevgiyi göstermeyecekler, sizin düşmanınız gibi hareket edecekler ve ellerini, dillerini size fenalık etmek için uzatacaklardır. Onlar sizin de inkâr / isyan etmenizi içten arzu etmektedirler. Ama unutmayın ki Kıyamet gününde  ne akrabalarınız ne de  evlatlarınız size fayda vermeyecektir. Çünkü Allah aranızda hükmünü verecektir. Allah, ne yaparsanız hakkıyla görendir. (Mümtehine 1-3)

Cenab-ı Hak, kabile asabiyesi ile Abdullah bin Übey gibi münafıkları destekleyen ve onların makamlarını korumasını isteyen müminlere Hz. İbrahim ve onunla beraber olan müminleri örnek vererek uyardı. Hz. İbrahim ve beraberindeki müminlerin aralarında kan ya da kabile bağı olsa bile Allah’ın sistemini reddedenlerle herhangi bir yakınlıklarının olamayacağı ve onlarla aralarındaki ilişkinin ancak düşmanlık ve kin olacağını vurguladı. Böylece müminlerin İslami idareyi devirmeye çalışan münafıklara yola gelmedikleri sürece düşman olmaları gerektiğine işaret etti. Bunun tek istisnasının Hz. İbrahim’in babasının affedilmesi için talepte bulunması olduğu vurgularken işaret edilen olay Abdullah bin Übey ile oğlu Abdullah arasındaki ilişkiydi. Şöyle ki;

 “Abdullah bin Ubey’in oğlu Abdullah çok iyi bir mümindi. Kabilecilik anlayışını aşmış birisiydi. Allah’a ve peygamberimize son derece bağlı idi. Kabilesinin eski cahiliye anlayışını şiddetle kınıyordu. Kabilecilik anlayışının kendilerini geri bıraktırdığını ifade ediyor ve kabile üyelerini Allah’ın hükmüne bağlanmaya davet ediyordu. Babasının yaptığı fitne ve fesat girişimlerinden dolayı da çok üzülüyordu. Öyle ki onun cezalandırılmasını bizzat kendi elleri ile yapabileceğini bile ifade ediyordu. Fakat Hz.Muhammed ona bu konuda müsaade etmiyordu. Beni Mustalık seferinde su kuyuları sebebiyle çıkardığı fitne ile “ifk” hadisesiyle çıkardığı fitnenin odağında yine babası Abdullah bin Übey vardı. Ona ceza verilmesi gündeme gelmişti. İşin ciddiye binmesinden sonra Abdullah bin Übey ceza almamak için oğlundan araya girip şefaatçi olmasını istemişti. Oğlu Abdullah ise inkârcı münafıkların dolayısıyla babasının yaptıklarından kendisinin uzak olduğunu, onlara karşı içinde son derece büyük bir öfke ve düşmanlık taşıdığını ancak babası olması nedeniyle onun bağışlanması için peygamberimize talepte bulunacağını bildirmişti. Fakat bu şekilde talepte bulunmasına rağmen yine de peygamberimizin babasına vereceği hükme rıza göstereceğini de ilave etmişti. Zira babasının çıkardığı fitne ve fesatlarla cezayı fazlasıyla hak ettiğini de beyan etti. Eğer peygamberimiz yaptıklarından dolayı babası için bir cezaya hükmedecek olursa bu cezayı bağışlatmaya gücünün yetmeyeceğini de söyledi.”

 Abdullah ile babası Abdullah bin Übey arasında geçen bu konuşma Cenab-ı Hak tarafından Hz. İbrahim ile kavmi ve babası arasında geçen konuşma üzerinden anlatıldı.

4-5-İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar kendi kavimlerine şöyle demişlerdi; “Biz sizden ve Allah'tan başka itaat ettiklerinizi tanımıyoruz. Sizin dininizi / yolunuzu / sisteminizi reddediyoruz. Siz Allah’a / Allah’ın dinine / Allah’ın yoluna / Allah’ın devletine iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve öfke baş göstermiştir.” Ancak, İbrahim'in, babasına; “And olsun ki, senin için bağışlanma dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi / cezalandırmayı savmaya gücüm yetmez” sözü istisnadır. Onlar şöyle dua etmişlerdi; “Rabbimiz! Sana tevekkül edip Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş de ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizleri o inkar edenleri / isyan edenleri / başkaldıranları sınanma konusu yapma ve bizleri bağışla. Şüphesiz Sen üstün ve güçlüsün. Sen tek egemen ve hikmetle hüküm verensin” (Mümtehine Suresi 4-5)

 

Cenab-ı Hak, eğer müminler yukarıdaki uyarılara kulak asmayacak olurlarsa Kendisinin ve peygamberinin onlara ihtiyacı olmadığını belirtti. Diğer taraftan Kendisinin söz konusu münafıkları ıslah etmek için her türlü yolu gösterdiğini ve onların da doğru yola gelmelerini istediğini ifade etti. Yakın bir gelecekte onların da doğru yolu bulacağını, böylece aralarındaki düşmanlıkların sona erip tekrar dostluğun meydana geleceğini bildirdi. Buna Kendisinin gücünün yeteceğini ve onları tevbe edip hak yola geldiklerinde bağışlayacağını vurguladı. Ayrıca mümin olmasalar da Peygambere ve müminlere / İslami İdareye karşı çıkmayan, onları iktidardan ve Medine’den sürüp çıkarmak için mücadele etmeyen kimselere iyi ilişkiler içinde olmanın yasak olmadığını belirtti. Cenab-ı Hak, İslami İdare ile savaşan ve Medine’den çıkarmaya çalışan münafıklarla dostluk yapılmasını ve onların veli / velayet / yönetici kabul edilmesini müminlere yasakladığını bildirdi.

6-9- Andolsun, onlarda sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü arzulayanlar için güzel bir örnek vardır. Ama kim yüz çevirirse şüphesiz Allah’ın kimseye ihtiyacı yoktur, hamd edilmeye / yönelinmeye layık olan O’dur. Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında yakında  bir sevgi bağı meydana getirir. Elbette Allah’ın her şeye gücü yeter ve O günahları örten, çok bağışlayandır. Allah size, sizinle din / İslami rejim hususunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve kendilerine adaletle davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever. Allah, sizi ancak, sizinle din / İslami rejim konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost / veli / yönetici edinmenizi yasaklar. Kim onları dost / veli / yönetici edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. ( Mümtehine Suresi 6-9)

 

22.16. Kadınlar Üzerinden Yapılacak Komplolara Karşı İslam Cumhuriyetinin Güvenliğe Alınması

Müşrikler ve Yahudiler Medine İslam Cumhuriyetini yıkmak için her yolu deneyebileceği açıktı. Savaşlarla, münafıkların entrikalarıyla ve suikastlarla İslami İdareyi yıkamayan inkârcıların Medine’ye gönderecekleri kadınlar üzerinden kargaşa çıkarma ve hükümeti zor duruma sokma ihtimallerine karşı Cenab-ı Hak alınması gereken önlemeleri bildirdi. İnkârcılar mümin kılığında gönderecekleri kadınlar vasıtasıyla Medine içerisinde şirk sisteminin propagandasını yaptırabilecekleri gibi, yine bu kadınlar vasıtasıyla toplumdaki ahlakı zina yoluyla bozabilme ihtimali vardı. Dahası iltica edecek bu kadınlar aslında eski inkârcı kocalarından hamile bir şekilde gelip İslam Cumhuriyetinde müminlerle evlendikten sonra doğacak çocuklarını mümin kocalarına nispet edip müşrik olarak yetiştirecekleri bu çocuklar vasıtasıyla İslam Cumhuriyetini içeriden ele geçirmeyi planlayabilirlerdi. Ayrıca iltica eden bu kadınların samimi bir mümin olmaları halinde inkârcı kocalarından edindikleri çocukları doğurduktan sonra öldürmeleri ihtimali de vardı. Böyle bir eylemde bulunmaları yine İslami İdareyi inkarcı topluma karşı elini zayıflatan menfi bir propagandaya maruz bırakabilirdi. Bütün bu mahzurlara karşı İslami İdareyi güvenliğe almak için Cenab-ı Hak hikmetli düzenlemelerini müminlere bildirdi ve alınması gereken önlemleri bildirdi.

Cenab-ı Hak, öncelikle Medine’ye hicret ederek İslam Cumhuriyetinin vatandaşı olmak için gelen kadınların imanlarında samimi olup olmadıkları ve geldikleri inkarcı toplumların onlar üzerindeki mülkiyet hakları konusunda emirlerini inzal etti. Bu kadınların İslam Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edilmesi için mutlaka samimiyet testinden geçirilmesi gerektiğini bildirdi. Testi geçen mümin kadınların vatandaşlık başvurularının kabul edilmesini ve inkârcılara geri verilmemesini emretti. Bu hükümle söz konusu mümin kadınların geldikleri inkârcı toplumdaki nikâh akitlerinin geçersiz olduğu beyan edildi. Onların siyasi tercihleri nedeniyle inkarcı toplumla olan akitlerinin geçersizliği ortaya konmuş oldu. Ancak inkarcı toplumun onların üzerindeki mülkiyet haklarının hak sahiplerine geri verilmesi hükmü ile ilahi İdarenin ne kadar adil olduğu gösterildi. Bu minvalde söz konusu kadınlar için inkârcı kocalarının kendilerine verdikleri mehirlerini geri iade etmeleri müminlere emredildi. Onların üzerindeki mehir haklarının eski kocalarına iade edilmesi halinde onların yeni bir nikah akdiyle mümin erkeklerle evlenebilecekleri bildirildi. Diğer taraftan müminlerin inkârcı olan kadınlarını ise nikâhları altında tutmamaları emredildi. Bu hükümle inkarcıların kendi yandaşları olan kadınlar üzerinden mümin kocalarını ayartarak İslami İdareye zarar vermelerinin önüne geçildi. Bu hükmün akabinde şirki tercih eden kadınlara verilen mehirleri geri istemeleri emredildi. Böylece mütekabiliyet esası işletilerek İslam Cumhuriyetinin kişilerin siyasi tercihlerine saygı gösterdiği gibi mülkiyet haklarına da saygı gösterdiği ortaya konmuş oldu. İslami İdarenin bir hukuk devleti olduğu, herkesin hukukunu koruduğu ve kimsenin hukukuna tecavüz edilmesine müsaade etmediği tüm taraflara gösterildi. Karşılıklı hakların korunması esası çerçevesinde mümin bir erkeğin inkârcılara kaçan kadınları için geri istediği mehir bedelini inkârcı toplumdan alamaması durumunda – ki inkârcı toplumlar asla bu hukuka uymayacakları ve mümin erkeğin isteğini çoğunlukla vermeyecekleri için- o inkârcı toplum ile İslam Cumhuriyetinin savaşması ve müminlerin üstün gelerek ganimet elde etmesi halinde hakkını alamamış olan mümin erkeklerin bu ganimetten mehirlerini almaları hükme bağlandı.

 

10-11-Ey iman edenler! Mümin kadınlar size hicret ederek geldiklerinde onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların gerçekten iman etmiş olduklarına emin olursanız o takdirde onları inkârcılara geri göndermeyin. Zira ne bunlar onlara helâldirler, ne de onlar bunlara helâldir. Bu kadınlar için inkarcı kocalarının verdikleri mehirleri geri iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde sizin o kadınları nikâhlamanızda bir sakınca yoktur. İnkârcı kadınları da nikâhınız altında tutmayın ve onlara verdiğiniz mehirleri geri isteyin. Onlar da ( inkârcı erkeklerde İslam Cumhuriyetine sığınan mümin kadınlar için) sarf ettiklerini istesinler. İşte bu Allah'ın hükmüdür. Aranızda adaletle hükmeder. Allah her şeyi bilendir ve hikmetle hükmedendir. Eğer inkarcı olan eşleriniz mehrini geri vermeden inkarcı topluma kaçar da sizde inkarcılarla yapacağınız savaş sonunda ganimet elde ederseniz, eşleri inkarcılara kaçmış erkeklere harcadıkları mehir kadar meblağı bu ganimetlerden verin. İnandığınız  Allah’ın emirlerine uyma konusunda hassasiyet gösterin! (Mümtehine Suresi 10-11)

 

Hicret ederek testten geçen mümin kadınların İslami İdarenin vatandaşı haline gelebilmesi için sıra onların yemin etmelerine gelmiştir. Cenab-ı Hak, onların üzerine yemin edecekleri şartları inzal eder ve bu şartlar üzerine onların ahdetmeleri halinde vatandaşlığa kabul edilmelerini emretti. Bu şartlar; şirk sistemini inkâr / redd etmek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, evlatlarını öldürmemek, başkalarından gebe kalmış olmalarına rağmen onu kocalarından olduğunu iddia etmemek, iyilik işlemek ve İslami İdarenin başkanı olan peygamberimize itaat etmek olarak belirledi. Yeminde belirtilen bu şartlarla inkârcı toplumun İslam toplumunda fitne ve anarşi çıkarmak için kadınlar üzerinden yapacağı bazı girişimlerin önlemleri alınmış oldu. Bu şartları ihlal edecek kadınlar ihanet cezasıyla cezalandırılacağından kötülük amacıyla gelmek her inkarcı kadın için kolay olmayacaktır.

 

12- Ey Peygamber! Mümin kadınlar; Allah’a hiçbir otoriteyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, evlâtlarını öldürmemek ve  başkasının çocuğunu kocalarına isnat etmemek, iyi ve güzel ameller işlemek ve  sana isyan etmemek şartları ile onların biatlarını kabul et  ve onlar için bağışlanma dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.(Mümtehine Suresi 12)

 

Cenab-ı Hak, surenin sonunda müminlere hitap ederek, Allah’ın hükümetine düşmanlık eden müşrikleri, münafıkları ve inkârcı Yahudileri veli / dost / yönetici kabul etmemeleri konusunda yeniden uyarılarda bulundu. Onların İslami İdareyi yıkma konusunda ümitleri kesildikçe yukarıda belirtildiği gibi kadınlar üzerinden ahlaksız ve iğrenç yöntemlere başvuracaklarını bildirdi. Ama uyanık olurlarsa ve Allah’ın emirlerine uymada hassasiyet gösterirlerse onların herhangi bir zarar veremeyeceğini belirtti.

 

13- Ey iman edenler! Kendilerine Allah'ın gazabını hak eden  bir kavmi dost / veli / yönetici edinmeyin. Zira artık onlar, kabirde yatan ölülerden ümit kestikleri gibi ahiretten / gelecekten ümitlerini kesmişlerdir. (Mümtehine Suresi 13)

 

 

[1] )Not: Adullah bin Übey’e iftira cezası verilmesi halinde toplumun büyük bir fitneyle birbirine girmesi ve İslami İktidarın yıkılmasına kadar varacak bir anarşinin doğmasına neden olacağı da dikkate alınmış olabilir. Bu durumda adaletsizlik meydana gelmiş olabileceği düşünülse de cezanın uygulanmasıyla meydana gelebilecek anarşi ve kaosun yaratacağı sonuçlar çok daha vahim olacağından onun cezası ahirete Allah’ın yüce mahkemesine bırakılmış olacağı da düşünülebilir.

bottom of page