top of page

BÖLÜM 35

TEVHİDE DOĞRU

 

35.1. Mekke’nin Fethi Ve Huneyn Savaşı Sonrası Askeri Harekâtlar

Mekke’nin fethi ve Huneyn Savaşından sonra Hz.Muhammed@ uyguladığı siyaset ile Taif şehrini Hevazin kabilesine ablukaya aldırtmış, Mekkelileri de yine Taif ve Hevazinliler ile kontrol altına tutmayı garantileyince İslam Ordusu ile Medine’ye dönmüştür. Mekke artık İslam Cumhuriyeti’nin egemenliği altına alınmıştır. Bu fethin etkileri tüm Arap yarımadasında görülmeye başlamıştır. Yarımadada Mekke ve Medine çevresinde bulunan orta Arabistan kesimindeki bütün kabileler İslam Cumhuriyetinin egemenliğine girmiştir ya da bu aşamadan sonra teslim / Müslüman olmaya hazır hale gelmiştir. Fakat Yarımadanın uzak kenar bölgelerinde yerleşik Arap kabilelerin ise hala ayak diremeye devam edecekleri aşikârdı. Zira o kabilelerin başındaki reisler, şirk sisteminin getirdiği atomize kabileler halinde, kendi başlarına buyruk, hiçbir otoriteye tabi olmayan ve yaptıklarından dolayı da kimseye hesap vermeyen yöneticilik modelini terk etmek istemiyorlardı. Onlar kendi arzu ve heveslerine göre kabilelerini yönetmek arzusundaydılar. İslam Cumhuriyetine bağlanarak kanun, nizam ve hukuk kuralları ile kayıtlı olmak istemiyorlardı. Dahası uyguladıkları politika ve yaptıkları işlerden kimseye de hesap vermek, yargılanmak istemiyorlardı. Hâlbuki İslam Cumhuriyeti’nin egemenliği altına girdikleri zaman, bu kabile yöneticileri keyfi arzularına göre davranamayacak, uygulamaları hukuk çerçevesinin dışına çıkamayacak ve yaptıkları icraatlar da denetlenecek ve hesap vereceklerdi. Üstelik İslam Cumhuriyetine bağlılıklarını ifade eden vergilerini (zekât) de vereceklerdi. Şimdiye kadar kendi çıkarlarına uygun olarak uydurdukları kutsallar ile kendi keyiflerine göre yönetim modeli olan şirk sisteminin kendilerine sağladığı serbestliği terk etmek istemiyorlardı. Bu nedenle onlar direnmeye devam edeceklerdi. Hz.Muhammed@ bu durumu gayet iyi bildiğinden onların üzerine de askeri kuvvet göndermeye kararlıydı. Zira tarihte hiçbir zalimin gücü görmeden iktidarını kendiliğinden bıraktığı görülmemişti. Onlar güçle korkutulmadığı takdirde kendi istekleriyle kendilerini hukukla kayıtlı / kısıtlı hale getirmeyeceklerdi. 

Hz.Muhammed@ yine de Arap Yarımadasının kenar coğrafyalarındaki bazı bölgelere kuvvet yerine önce elçiler vasıtasıyla korkutmayı denerken bazı bölgelere ise askeri operasyon yapılması talimatını verdi.

Bu minvalde, Amr b. As’ı Umman yöneticileri Ceyfer ve Abd b. Cülenda kardeşlere elçi olarak gönderirken, Ala b. Hadrami’yi Bahreyn yöneticisi Münzir b. Sava’ya elçi olarak gönderdi.

 

Aşağıdaki bölgelere ise askeri birlikler sevk etti;

1- Muhacir b. Ebu Ümeyye komutasında San’aya askeri birlik gönderilmesi (Harita 56)

HARİTA 56.png

Harita 56:Muhacir b. Ebi Ümeyye’nin San’a Akını / Harekâtı  (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/

2- Ziyad b. Lebid komutasında Hadramut’a askeri birlik gönderilmesi (Harita 57)

HARİTA 57.png

Harita 57:Ziyad b. Lebid’in Hadramut Akını / Harekâtı  (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/

3- Uyeyne b. Hısn komutasında Temim oğulları üzerine askeri birlik gönderilmesi (Harita 58)

HARİTA 58.png

Harita 58: Uyeyne b. Hısn’ın Beni Temim Akını / Harekâtı  (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/

4- Hz. Ali komutasında Tay kabilesi üzerine askeri birlik gönderilmesi (Harita 59)

HARİTA 59.png

Harita 59: Hz. Ali’nin Tay Kabilesine Akını / Harekâtı  (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/

5- Ukkaşe b. Mihsan komutasında Beli ve Uzre oğulları üzerine askeri birlik gönderilmesi. (Harita 60)

HARİTA 60.png

Harita 60: Ukkaşa b. Mihsan’ın Beni Beli ve Beni Uzre Akını / Harekâtı  (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/

35.2. Heyetler Yılı 

Hz.Muhammed’in@ İslam Cumhuriyetinin egemenlik alanlarını genişletme konusunda izlediği kararlı adımlar ve başarılı fetihler yarımada Arapları üzerinde etkisini gösterdi. Hz.Muhammed’in@ hareket tarzının durmak olmadığını gören kabileler, sıranın kendilerine geleceğini ve İslam ordusunu durdurmanın imkânsız olduğunu anladılar. Söz konusu kabileler gönülsüzde olsa İslam Cumhuriyetine katılmak için peş peşe Medine’nin yolunu tuttular.

Kabile temsilcilerinin hicretin 9.yılından itibaren dalga dalga Medine’ye gelerek Hz.Muhammed’e İslam / Barış Topluluğuna dâhil olma isteklerini bildirdikleri yıla İslam Tarihinde “Heyetler Yılı” adı verildi. Heyetler yılında Sa’lebe oğulları, Suda oğulları, Bahile oğulları, Sümale oğulları, Cerm oğulları, Ehabişler, Ak oğulları, Hüzeyl oğulları, Temim oğulları,  Esed oğulları,… gibi önemli kabileler teslimiyetlerini Hz.Muhammed’e@ bildirerek İslam / Barış Topluluğuna katıldılar. İslam / Barış topluluğuna katılan kabile temsilcilerine peygamberimiz yazılı bir emanname verdi.  Onlara verilen emannamelerde İslam Cumhuriyetine bağlılık / sadakat vergisi olarak zekât miktarları belirlendi.

Bahreyn gibi hükümdarı olan devletlerin İslam Topluluğuna girişlerinde ise halkın Müslüman olması halinde zekât vermeleri, ehli kitap olarak kalan halk içinde cizye vergisi vermeleri karar altına alındı. Bu bölgelerde bulunan ehli kitap kabileler asla dinlerini değiştirmeye zorlanmadılar, fakat kendi kitaplarının / hukuklarının gereğince hükmolunmaları sağlandı. Yani kendi kitaplarında yer alan hukuk dışına çıkılmaması öğütlendi. Ayrıca eğer isterlerse İslam hukuku ile de muameleye tabi tutulabilecekleri kendilerine bildirildi. Ama asla keyfi, hukuksuz, adaletsiz şirk sisteminin devamına müsaade edilmedi. Şirk sistemleri İslam Cumhuriyetinin egemenliği altında yer alan coğrafyalarda tamamen kaldırıldı. 

İslam Topluluğuna katılan kabilelere bir yılın sonunda Medine’den zekât / vergi memurları gönderildi ve her kabile için öngörülen zekâtlar / vergiler bu memurlar tarafından toplandı. İslam Cumhuriyetine bağlılığı ifade eden bu vergiler Cenab-ı Hakk’ın belirlediği şekilde yine toplum için harcanmak üzere Beyt’ül Mal’de (İslam Cumhuriyeti Maliyesinde) toplanıyordu.

 

35.3. Birlik / Tevhit İçin Durmak Yok! Yola Devam Edin! Kendinizi Yenileyin!

 

Kabilelerin temsilci heyetleri Medine’ye akın akın / fevc fevc gelip teslimiyetlerini Hz.Muhammed’e@ sunarlarken Cenab-ı Hak, elçisine ve müminlere elde edilen bu başarıdan dolayı Kendisine hamd edilmesiyle birlikte rehavete kapılmamaları, çalışmaya ve çabalamaya aralıksız devam etmeleri gerektiği konusunda uyarılarda bulundu. Elde edilen zaferleri, muvaffakiyetleri / başarıları kendi başarıları olarak görüp gurura ve kibre kapılmamaları konusunda onları uyardı. Bundan sonra eskiden yaptıkları hataları tekrarlamamalarını ve eski alışkanlıklarını terk etmelerini de sıkı sıkı tembih etti.

Diğer bir ifadeyle Cenab-ı Hak bu uyarıları ile elçisine ve müminlere, fetihten sonra müslüman olmak için kabileler fevc fevc / bölük bölük Medine’ye geldikleri zaman durmadan, ara vermeden, arka arkaya Rabbinin ismini tespih etmeyi, O’nun dinini / devletini hâkim kılmak, yüceltmek için durmadan çalışmayı emretti. Geçmişe bakıp bu yolda hangi yanlışlar yapılmış, hangi kusurlar işlenmişse tespitlerinin yapılması ve bir daha aynı hatalara, kusur ve yanlışlara düşülmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasını emretti.  Böylece müminlerin kendilerini yenilemelerini istedi. Artı hala yapmakta oldukları ve bugüne kadar yasaklanmamış yanlışlar / kötü alışkanlıklar kendilerine gösterildiğinde hemen o yanlışların / kötü alışkanlıkların da terk edilmesi talimatını verdi.

 

Rahman Rahim Allah Adına

1-3- (Ey Peygamber) Allah'ın yardımı ile o-Fetih gerçekleştiğinde ve insanların Allah'ın Dinine bölük bölük girdiklerini gördüğünde, Rabbini hamd ile tespih et (Rabbine yönelerek Onun sistemi / Vahyi / dini / devleti için aralıksız / sürekli / çalış / uğraş / didin / anlat ve öğret) ve istiğfar et (geçmişte yaptığınız veya hala yapmakta olduğunuz yanlışların / kötü alışkanlıkların bağışlamasını dile ve o yanlışları / kötü alışkanlıkları bir daha yapmamak için kendini yenile / değiştir). Hiç şüphesiz ki O, tevbe ederek kendisine yönelenleri kabul edendir. (Şüphesiz o yanlışlardan dönen / kendini yenileyen kişileri hem bağışlayacak hem de onların bir daha yanlışa düşmemelerini sağlayacak olan O’dur) (Nasr Suresi 1-3)

 

35.4. Birliğin / Dirliğin / Devletin Devamı ve Gelişmesi İçin Protokol /Toplumsal İlişki Kurallarının Belirlenmesi

Tevhidin / Cumhuriyetin gelişmesi ve devamlılığının sadece askeri operasyonlarla değil İslam Topluluklarına girmiş olan toplulukların birbirleriyle, Cumhuriyet yönetiminin bu topluluklarla ve bireylerin birbirleriyle ilişkilerinin hangi kurallarla olacağının da belirlenmesi gerekiyordu. Cenab-ı Hak İslam Devletini / Dinini yüceltecek ve geliştirecek, İslam toplumunu büyük bir medeniyete taşıyacak davranış kalıplarını, protokol kurallarını ve toplumsal ilişki esaslarını Hucurat Suresinde bildirdi.

Bu Sure ile müminlerin artık eski yanlış alışkanlıklarını terk etmeleri ve yeni doğru protokol kurallarını, davranış kalıplarını ve toplumsal ilişki esaslarını kuşanmaları istenir. Birliğin, dirliğin ve yücelmenin ancak bu şekildeki bir değişim süreci ile devam ettirileceği aksi takdirde birliğin dağılma tehlikesinin olduğu da vurgulanır. Söz konusu protokol kuralları, toplumsal ilişki esasları ve adab-ı muaşeret ilkeleri aşağıdaki şekilde belirlenir;

35.4.1-Lidere ve Liderliğe Saygı

Kendi başına buyruk (şirk içerisinde) yaşamış kabileleri tek bir ümmet / topluluk olarak bir araya getirildiğinde ve tek merkeze bağlı bir birlik / tevhit yönetimi şemsiyesi altında toplandığında bu birliğin sürdürülebilir olması için söz konusu kabilelerin / toplulukların Liderliği / Başkanı / Peygamberi tanımasının ve ona saygıda kusur etmemesinin büyük önemi vardır.

Fakat teslimiyetlerini beyan için Medine’ye gelen Arap kabile heyetlerinin İslam topluluklarının lideri / başkanı olarak Hz.Muhammed’e@ karşı tavır ve davranışlarında eski alışkanlıklarından kaynaklanan kabalıkları vardı. Ancak onlar bu hareketlerinin kaba ve bedevice bir davranış olduğunun farkında değillerdi. Onların medeni bir çizgiye gelmeleri için diğer müminlerin örnek davranışlar sergilemeleri gerekiyordu. Diğer taraftan Hz.Muhammed’in@ Sahabelerinin / yakın arkadaşlarının da gerek gelenekten gerekse samimiyetten kaynaklanan benzer davranışları mevcuttu.  Bu nedenle İslam topluluğuna yeni katılan bedevi Araplara örnek olmaları için önce sahabelerin / yakın arkadaşların liderlerine / başkanlarına / peygamberlerine karşı gösterdikleri tavır ve davranış alışkanlıklarını değiştirerek liderlerine / başkanlarına / peygamberlerine saygı göstermede önderlik etmeleri emredildi.

Cenab-ı Hakk’ın bu emri çerçevesinde yeni protokol / devlet adab-ı muaşereti kuralları şöylece belirlendi;

  • Liderin / Başkanın / Peygamberin makamında yapılacak her türlü konuşma ve görüşmelerde ses tonu, konuşma ve hitaplarda gösterilecek üslup ile liderin / başkanın/ peygamberin üstünlüğü ortaya konacak ve lidere / başkana / peygambere saygıda kusur edilmeyecek,

  • Liderin / Başkanın / Peygamberin huzurunda bulunanlar her türlü hal ve hareketlerinde liderin / başkanın / peygamberin liderliğini / başkanlığını / peygamberliğini huzurda bulunan herkese hissettirecek,

  • Başkalarının nezdinde liderin / başkanın / peygamberin itibarını sarsacak tavır ve davranışlardan sakınılacak,

  • Liderin / başkanın / peygamberin emir ve talimatları karşısında gösterilecek tavır ve davranışlarda azami hassasiyet gösterilecek,

Cenab-ı Hak bu protokol / adab-ı Muaşeret kurallarını Hucurat Suresinin ilk ayetlerinde aşağıdaki şekilde bildirdi;

 

Rahman Rahim Allah’ın Adına

1-5- Ey iman edenler! Allah ve Peygamberinin “önüne geçmeyin” ve Allah'ın emirlerine uymakta hassasiyet gösterin. Hiç şüphesiz ki Allah, her şeyi işitir ve bilir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırarak hitap ettiğiniz gibi Ona yüksek sesle / bağırarak hitap etmeyin. Yoksa siz farkında bile olmadan hizmetleriniz boşa gidiverir. Muhakkak ki Allah’ın Peygamberinin huzurundayken ona saygı ile ve alçak bir sesle hitap edenler, işte onlar Allah kalplerini takvaya erdirmek için sınadığı kimselerdir. Onlar için bağışlanma ve büyük bir lütuf vardır. Kuşkusuz Peygamberin evinin dışından bağırarak sana seslenenler, bunun yanlış bir davranış olduğunu akledemiyorlar. (Konuşmak için) sen evinden yanlarına çıkıncaya kadar bekleselerdi, elbette kendileri için doğru olan davranış olurdu. Bununla beraber Allah, bağışlayandır ve merhametli olandır. (Hucurat Suresi 1-5)

35.4.2- İstihbarat ile Doğru Bilgi, Akıllı, Erdemli ve Ferasetli Siyaset

Cenab-ı Mevla İslam Cumhuriyetinde birliği ve dirliği korumanın en önemli yolunun Devlet içerisinde yer alan topluluklara yanlışlıkla zulüm yapılmaması olduğunu bildirdi. Bunun sağlanması için de topluluklar hakkında gelen bilgileri doğrulamak ve bu bilgileri değerlendirip politika geliştirmek için güçlü bir İstihbarat ağının teşkil edilmesi gerekliğine işaret etti. Kurulacak İstihbarat ağı, aynı zamanda bilgi kaynaklarını araştırması ve haber kaynaklarının niyetlerini de doğru okuması işlevini de icra etmesi gerektiğine vurgu yaptı.

O, kabilelere karşı izlenecek siyasetin mutlaka akıl, hikmet, feraset, iyiliği hâkim kılacak, güzelliği sevdirecek, birliği / beraberliği benimsetecek ve ayrılıktan / kötülükten kaçındıracak siyaset olması gerektiğini de bildirdi.

Kendi inzal ettiği vahiy ve Elçinin rehberliği olmasa müminlerin kendi nefislerinin arzuları, duyguları, hırsları ile hareket edeceklerini ve Medine merkezli İslam Cumhuriyeti’nin başının beladan kurtulamayacağını ve daha büyüme aşamasında iken dağılıp gidebileceğini bildirerek müminleri uyardı;

 

6-8- Ey iman edenler! Fasık / yasaları çiğneyen biri, size bir haber getirdiğinde, o haberin doğruluğunu iyice araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme kötülük eder/ saldırır / zulmedersiniz de sonra bu yaptığınıza çok pişman olursunuz. Allah'ın Peygamberinin içinizde olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Eğer o, birçok konuda size uysaydı, kesinlikle başınız büyük derde girerdi. Fakat Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinize güzel gösterdi. İnkârı (başkaldırmayı), günahkârlığı (yasaları çiğnemeyi) ve azgınlığı da çirkin gösterdi. İşte doğru karar alanlar bunlardır. Bu Allah’ın bir lütfu bir nimetidir. Kuşkusuz Allah her şeyi bilir ve her işinde hikmet sahibidir. (Hucurat Suresi 6-8)

 

35.4.3- Saldırganlığa Topyekûn Karşı Koyma ve Saldırganı Barışa Zorlama

Cenab-ı Hak, Medine merkezli İslam Cumhuriyetine katılan kabileler her ne sebeple olursa olsun birbirleri ile çarpışacak olurlarsa o takdirde Merkezi hükümetin hakemlik yapıp onların aralarındaki sorunu çözmelerini emretti. Şayet çatışan taraflardan birisi barışa yanaşmaz da saldırmaya devam ederse o takdirde devletin diğer toplulukları harekete geçirerek hep birlikte saldırganın üzerine yürümeleri ve onu saldırganlığından vazgeçirmeleri gerektiğini bildirdi. Karşısında zoru gören saldırgan kabilenin / topluluğun barışa yanaşması halinde yapılacak uzlaştırma / hakemlik misyonunda İslam Cumhuriyeti yetkililerinin adaleti gözetmelerini emretti. Devletin  / mülkün adalet üzerine durması nedeniyle adaletsizlik yapılması halinde Devletin yıkılacağını ve kimsenin de onlara acımayacağını bildirdi.

Cenab-ı Hak, müminlerin ilişkilerinin kardeşlik ekseninde olacağını ve asla birbirlerine düşmanlık yapamayacaklarını, küs duramayacaklarını, birbirlerinin aleyhlerine hareket edemeyeceklerini belirttikten sonra herhangi bir şekilde müminlerin arasında meydana gelebilecek ihtilaf, kavga, dargınlık, kırgınlık vb. durumlarda İslam Cumhuriyeti yetkililerinin ve bireysel olarak diğer müminlerin araya girmeleri ve onları barıştırmalarını emretti. Bağışlanmayı isteyen kimselerin tarafları barıştırma eyleminde bulunmasının önemini vurguladı.   

 

9-10- Müminlerden olan iki topluluk / grup birbirleriyle savaşacak olursa, aralarını düzeltip onları barıştırın. Eğer biri barışa yanaşmaz ve diğerine saldırmaya devam ederse, Allah'ın bu emrine  (barışa yanaşın emrine)  boyun eğinceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer saldırmaktan vazgeçerse, o zaman iki tarafın arasını adaletle düzeltin ve asla adaletten ayrılmayın. Hiç şüphesiz Allah, adil olanları sever. Müminlerin ilişkileri kardeşçe olmaktan öte bir şey olamaz. / Müminler ancak kardeştir. Öyleyse, kardeşlerinizin arasını düzeltin, barışı sağlayın ve Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.  (Aksi takdirde birbirinizi yer ve helak olur gidersiniz. Kimse de size merhamet etmez/ acımaz.) (Hucurat Suresi 9-10)

35.4.4- Birlikteliğin En Önemli Temeli  «Karşılıklı Saygı»

İnsan ilişkilerinde birlik ve beraberliğin en temel kuralı insanların birbirlerini «tanımaları ve karşılıklı saygı» göstermeleridir. Cenab-ı Hak, İslam Cumhuriyeti ekseninde oluşan toplumsal tevhidin en önemli ilkesini “karşılıklı saygı” olarak belirledi. Bunun içinde kabileleri birbirine düşüren, birbirleri ile sürekli savaştıran en önemli sebeplerden olan «aşağılama» âdetini terk etmelerini emretti. Cahiliye / şirk adetlerinden olan kabilelerin birbirlerini aşağılamalarını, küçümsemelerini, ayıplamalarını yasakladı. Sadece kabileler arasında değil, kadın erkek her bireyin birbirlerini aşağılamalarını yasakladı. Dahası cahiliye / şirk adetlerinden olan kötü ve çirkin lakaplar takma ve o lakaplarla insanların / kabilelerin aşağılanmasını da yasak kapsamına aldı. Böylece toplumda insanların şahsiyetlerini inciten ve birliği tahrip eden en önemli alışkanlıklar kaldırıldı.

 

11- Ey iman edenler! Bir kabile başka bir kabileyi aşağılamasın /  alay etmesin, belki aşağıladıkları kabile kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınları aşağılamasın / alay etmesin, belki aşağıladıkları kendilerinden daha hayırlı kimselerdir. Kendi içinizde birbirinizi de aşağılamayın / karalamayın / ayıplamayın ve birbirinizi çirkin lakaplarla çağırmayın. (Eğer böyle yapmaya devam ederseniz)  İman ettikten sonra, fasıklıkla / yasaları çiğnemekle / günahkârlıkla anılmak ne kötüdür. Kim artık bunları terk etmezse, işte onlar zalimlerdir. (Hucurat Suresi 11)

35.4.5- İnsanları Birbirine Düşman Yapan Kötü Alışkanlıklar: Zan, Tecessüs, Gıybet, Dedikodu

Cenab-ı Hak, gerek kabileler arasındaki ilişkilerde olsun gerekse kabile bireyleri arasındaki ilişkilerde olsun insanları birbirine düşman kılan zan, tecessüs, gıybet ve dedikodu alışkanlıklarının terk edilmesini emretti.

Zira bu kötü alışkanlıklar şirk sisteminin getirdiği toplumsal hastalıklardır. Bunlar bir toplumu yer bitirir. Bu alışkanlıklara sahip insanlar arasında birbirine olan güven kalkar ve birbirlerinin düşmanı haline gelirler. Birliği sağlayan en önemli esaslardan birisi de «Karşılıklı Güven» dir. Karşılıklı güveni ortadan kaldıran ve insanları birbirine düşman kılan ise bu kötü alışkanlıklardır. 

Bilgiye, gerçeğe dayanmadan yapılan değerlendirme ve verilen hükümler insanların birbirlerine bakış açılarını değiştirir. Bu nedenle insanlar birbirlerine yanlış yaparlar. Bu yanlış ve kötülükler ise telafisi imkânsız zararlara ve düşmanlıklara yol açabilir.

İnsanların kusur, hata ve mahremlerini örtmek yerine onları araştırıp açığa çıkarmak ve onların peşine düşmek, kusurları gidermediği gibi onların propagandasını yapmaya yol açar. Böylece günah ve kusurların yaygınlaşmasına sebep olur.

Diğer taraftan o kusur ve ayıpları işleyeni arsızlaştırdığı gibi açığa çıkarana karşı kin, nefret ve düşmanlığa iter. Hâlbuki bunları örtmek, o kusur ve ayıpların sınırlı kalmasını sağlar. İnsanların birbirlerine karşı düşmanlıkları da önlenmiş olur.

Gıybet / dedikodu da aynı şekilde insanları birbirlerine düşüren çok kötü bir alışkanlıktır. Bu kötü alışkanlık insanlar arasındaki güveni sıfırlar ve fitneye sebep olur.

 

12- Ey iman edenler! Zan ile hüküm vermekten / değerlendirme yapmaktan uzak durun. Çünkü zan ile verilen hükümlerin / değerlendirmelerin bir kısmı sizleri çok büyük günahlara / hatalara / yanlışlara götürür. Tecessüs etmeyin  / Birbirinizin kusurlarını, özel ve gizli hallerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini de yapmayın. / Sizin bir kısmınız diğerinin arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? Bak bundan nasıl tiksiniyorsunuz. Değil mi? O halde Allah'a karşı gelmekten sakının, (erdemli bir hayat sürün). Kuşkusuz Allah, tevbe edenlerin (bu kötü alışkanlıklarını terk edenlerin ) tevbesini kabul eden ve çok merhametli olandır. (Hucurat Suresi 12)

 

35.4.6- Üstünlüğün Irk, Soy ve Kabile ile Değil, Allah’ın Emirlerine Uyarak Elde Edileceği

Şirk sisteminin öğretisi insanları ırklarına, soylarına, renklerine, dillerine ve maddi güç ve varlıklarına göre sınıflamaya tabi tutuyor ve bazı toplulukları bazılarına üstün gösteriyordu.

Cahili Arap kabilelerinin her biri de kendilerini mal, adam, zafer vb. özellikleri açısından çoklukla diğerlerinden en üstün görüyordu. Cahili rekabetin getirdiği bu üstünlük ve şereflilik yarışı onları sürekli savaşa ve çatışmaya götürüyordu. Sürekli birbiriyle çatışma içerisinde olan bu kabileler ilkel ve geri kalmaktan başka bir sonuçla karşılaşmıyorlardı.

Ama Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle birbirini yiyen bu kabileler İslam Topluluğuna dâhil olmak suretiyle cahiliyeden kurtuldular ve aralarındaki kavga, çatışma ve savaşları bırakıp bir araya geldiler, tevhit oluşturdular. Kabilelerin Allah’ın dininin / devletinin sancağı altında bir araya gelmelerinin hikmeti birbirlerini tanımaları / kabul etmeleri, birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışmaları içindir. Onların tevhit olmaları sayesinde ilkellikten, gerilikten ve cahillikten kurtulmuş ve ancak bu yolla üstünlüğe / şereflililiğe ve nimetlere / ikramlara mazhar olmuşlardır. Allah’ın emirlerine itaat etme hususunda gösterecekleri hassasiyet onları daha da üstün kılacaktır. Daha da büyüyecekler ve çok büyük bir medeniyete kavuşacaklardır. Onlar büyük birlik oluşturmakla elde edecekleri bu dünyadaki ikramların yanında ahirette de ikramlara kavuşacaklardır.

Böylece Cenab-ı Hak, üstünlüğün kabileleri çatışmaya iten bu farklılıklarda değil Barış / İslam topluluğu oluşturmak için yapılacak fedakârlıklara işaret etti.  Bütün insanların aynı asıldan geldiklerini, farklı kabile ve aşiretlere bölünmelerinin hikmetinin birbirlerini tanıma, birbirleriyle kaynaşma, dayanışma ve iş paylaşımı olduğunu vurguladı. Yani cahiliyedeki gibi farklılıkların ayrışma vesilesi değil tam tersine birbirini tanıyarak / kabul ederek ve birbirleriyle kaynaşarak Allah’ın Dininde/ Devletinde, O’nun yasalarına uymada hassasiyet göstererek tevhide / birliğe gitmelerinin çok ikramlara mazhar olunacak değerli bir hareket olacağını belirtti.

 

13-Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Birbirinizi tanımanız / kabul etmeniz/ yardımlaşmanız / dayanışmanız / kültürel ve medeni alışveriş yapmanız için bir araya gelen / tevhit olan aşiret ve kabileler kıldık. Muhakkak ki Allah’ın indinde en üstün / değerli / kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli, en üstün olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva sahibi olanınızdır./ Allah’ın yasalarına uyma hususunda en çok hassasiyet göstereninizdir. Muhakkak ki Allah, her şeyi en iyi bilen ve her şeyden haberdar olandır. (Hucurat Suresi 13)

35.5. Müslüman Olmakla Birlikte Haddini Bilmeyen Şımarık Kabilelerin Uyarılmaları

İslam Topluluğuna teslimiyetlerini / müslümanlıklarını arz eden fakat haddini bilmeyen bedevi Arap([1]) kabileleri de vardı. Bu haddini ve konumunu bilmez bedevi Arap kabileler İslam Topluluğuna katılmış olmalarını / müslüman olmalarını sanki İslam Cumhuriyeti yönetimine yani peygamberimize büyük bir lütuf veriyorlarmış gibi gösterip İslam Cumhuriyetinde en üst makamlarda yer edinmeye çalışıyorlar ve devletin gelirlerinden pay istiyorlardı. Temimoğulları kabilesi mensupları bunlardandı. Onlar Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn Savaşı ganimetlerinden Hz.Muhammedin Kureyşlilere, Uyeyne b. Hısna ve Hevazin kabilesi reisi Malik’e bol bol verdiğini duyduklarından kendilerine de Cumhuriyetin Hazinesinden bol bol verilmesini istediler.

Bu talepleri sırasında da kendilerinin İslam Cumhuriyetine diğer kavim ve kabileler gibi zarar ve ziyan vermeden ve zorluk çıkarmadan İslam olduklarını bu nedenle kendilerine bol bol verilmesi gerektiğini iddia ettiler. İslam Toplumundaki yerlerinin / statülerinin de üst bir yerde olması (İman etmişler seviyesinde) gerektiğini söylediler.

Cenab-ı Mevla onların hadlerini bilmelerini ve daha hiçbir fedakarlıkta bulunmadan İslam Cumhuriyetinde üst makamlarda yer alamayacaklarını bildirdi. Eğer Cumhuriyete gerçekten gönülden bağlı iseler bunu ispat etmeleri gerektiğini ve bunun içinde değil ganimet mallarından  talep etmek  gerçek müminlerin yaptıkları gibi Allah yolunda savaşmalarını ve bu uğurda canlarını ve mallarını ortaya koymalarını istedi. Ancak böyle yaparlarsa sadakatlerini ispatlayacaklarını ve onların yapacakları bu fedakarlıklarının karşılığını da mutlaka eksiksiz göreceklerini bildirdi. Onların ısrarcı tavırlarını da şiddetle azarladı. Dinin / Cumhuriyetin işleyişini ve kurallarını daha yeni katılmış olan kimselerden öğrenilmeyeceği deklare edilerek hadlerini bilmeleri konusunda uyardı. Dahası müslüman olmakla İslam Cumhuriyetinin Liderinin / Hz.Muhammedin minnet altında bırakılamayacağı asıl bu topluluğun içine alınmakla kendilerine çok büyük bir lütuf yapıldığını bildirdi. Hatta bunun bir bedelinin olması ve bu bedelinde ödenmesi gerektiği ifade edildi.

 

14-18- Araplar (Bedevi Araplar): “Biz iman ettik” dediler. De ki: “Siz henüz iman etmediniz. Şimdilik sadece "teslim olduk / boyun eğerek islam toplumuna girdik/ müslüman” deyin. İman henüz kalplerinize girmedi. / İmanlarınızı henüz kanıtlamadınız.  Eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz, Allah amellerinizin karşılığını eksiksiz verir. Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Gerçek iman edenler, ancak o kimselerdir ki Allah'a ve Peygamberine gerçekten inandılar / güvendiler ve sonra bundan hiçbir şüpheye kapılmadan / hiç tereddüt etmeden Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaştılar. İşte imanlarında samimi olanlar onlardır. (Bedevi Araplara) De ki “Dininizi / Devletin kurallarını Allah’a mı öğretiyorsunuz? Allah göklerdeki ve yerlerdekileri bilir. Allah, her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilendir.” Teslim oldular / İslam topluluğuna katıldılar / müslüman oldular diye bunu başına kakıp seni minnet altına almaya çalışıyorlar. De ki: “Teslim oluşunuzu / İslam topluluğuna katılmanızı / müslüman olmanızı başıma kakıp beni minnet altına almaya çalışmayın. Asıl sizi iman yoluna yönelttiği için, sizin Allah’a minnet borcunuz vardır. Eğer imanınızda samimi iseniz borcunuzu / bedelini ödersiniz” Hiç şüphesiz ki Allah, göklerin ve yeryüzünün gaybını / geleceğini bilendir. Allah bütün yaptıklarınızı görür. (Hucurat Suresi 14-18)

35.6. İslam / Barış Topluluklarının Medeniyete Ulaşması, Dönüştürülmesi Ve Tevhidi İçin Genel / Ortak Düzenlemeler

İslam Cumhuriyeti çatısı altında bir araya gelen kabilelerin / toplumların yeknesaklığını / tevhidini sağlamak için herkesin uyacağı temel esasların / ilkelerin belirlenmesi gerekiyordu. Zira şirk sisteminin öngördüğü atomize topluluklarda birlik mevcut değildi. Her kabilenin kendi kutsalına / putuna dayandırarak serbestçe belirlediği kuralları ilkeleri vardı. Kabilelerin kendilerini simgeleyen giyim kuşamları farklı olduğu gibi gelenekleri / adetleri / töreleri de farklıydı. Her kabilenin kendi kutsalına göre belirlenen değer yargıları da birbirinden farklılık arz ediyordu. Bir kabilede temiz ve iyi görülen bir şey diğer kabilede pis ve kötü görülebiliyordu. İyiliğin ve kötülüğün, temizliğin ve pisliğin, doğruluğun ve yanlışlığın ilkeleri putlar adına hüküm koyan otoritelerce belirleniyordu.  Ama şimdi sadece Allah’ın otoritesine boyun eğerek müslüman olan bu kabilelerin dönüştürülmesi için şirk siteminin öngördüğü değerlerden uzaklaştırılması ve İlahi değerlerin benimsetilmesi gerekiyordu. Allah’ın belirlediği ortak / genel değer yargıların bütün kabileler için belirlenmesi, düşünce ve uygulama birliğini sağlayacaktı. Böylece kabileler temel değerlerde birleşerek İslam Cumhuriyeti çatısı altında tevhidi, kardeşliği ve barışı tesis edeceklerdi.

 

Cenab-ı Hak, bu amaçla temel değerleri esas alan aşağıdaki genel yasaları / düzenlemeleri inzal etti;

35.6.1- Dengeli ve Temiz Toplum için Helal, Temiz ve Güzel Şeylerin Teşvik Edilmesi

Kabileler İslam olmuşlar ve müminlerde çoğalmaya başlamıştı. Fakat mümin toplumu bekleyen başka bir tehlike vardı. Bu tehlike müminlerin dinlerinde aşırılığa giderek tekrar şirke dönmeleridir. Kendilerini İslam’ın ritüellerine daha fazla itaat ettiğini göstermek isteyen kimseler, sınırları aşarlar ve dengeyi yitirirler. Mesela Hristiyan keşişler kendilerini gece gündüz ibadete verir, gündüzlerini oruç tutarak geçirirler ve kadınlardan uzaklaşırlar, dünya nimetlerini kendilerine haram kılarlar, kendilerini dini hizmetlere adarlar vs. vs. onların bu yaptıkları halk tarafından imrenilecek ve takdir edilecek hareketler olarak görülür. Hâlbuki Allah ve Elçileri halktan asla böyle bir şey istememiştir. Onlar kendilerini Allah’a daha çok yaklaştırsın diye bunları yapmaktadırlar ama yaptıkları hayatın akışına ve yaratılışa aykırı olduğu için dengeyi bozarlar. Sonunda da şirk sisteminin ulaştığı sonuçlara varırlar ki şirk sistemi de kendi ruhbanlarından kaynaklı olarak halka temiz şeyleri (tavır, davranış, ilişki, nimet ve yiyecek vb.) yasaklar, pislik / kötü şeyleri (tavır, davranış, ilişki, nimet ve yiyecek vb.) ise serbest bırakır.

Müminleri de aynı tehlike beklemektedir. Bazı müminler daha takvalı olmak için yanlış olan bir sürece doğru gitmekteydiler. Hemen tedbir alınmazsa müminler de İslam’ın esaslarından yola çıkarak şirk sistemine doğru evrilme ihtimali vardı.  Öyle ki bazı müminler, gecelerini hep ibadetle geçireceklerine, her gün oruç tutacaklarına ve hanımlarına bundan sonra hiç yaklaşmayacaklarına dair düşüncesizce yeminler bile etmişlerdi.

Cenab-ı Hak ise müminleri temiz ve güzel şeyleri teşvik etti. Temiz ve güzel şeyleri yasaklayan adetlere / törelere / uygulamalara asla itibar etmemelerini emretti. Hatta daha da ileri giderek Kendisinin helal kıldığı şeyleri kendilerine yasaklayan ve Kendi emrettiği hususları yeterli bulmayarak takva için emredilen şeylerde aşırılığa gitmenin haddi / sınırları aşmak olduğunu bildirdi. Kendilerini daha fazla sevdirmek için yaptıkları bu hareketlerin tam aksine kendilerinden nefret ettireceğini belirtmek için Rabbimiz bu şekilde davrananları sevmediğini açıkça bildirdi. Bu emirlerle aynı zamanda halkın işlerini / geçimini normal yollardan görmesinin idarecilerce engellenerek onları çaresiz bırakıp haram / gayri meşru yollara tevessül ettirilmesi de yasakladı.

Bu uyarılardan sonra daha önce yeminler yapmış müminlerin yeminlerini bozarak normal hayata dönmelerine imkân tanımak için Cenab-ı Hak, düşüncesizce yapılan yeminler nedeniyle sorumlu tutulmayacaklarını ve bu yeminlerini bozabileceklerini belirterek onları rahatlattı. Ancak bilinçli bir şekilde, önünü sonunu düşünerek, doğru yanlış analizi yaparak yaptıkları yeminleri bozdukları takdirde cezasını / kefaretini ödemek için de köle azat etmek veya on yoksulu doyurmak veya giydirmek ve bunlara gücü yetmeyenin en az üç gün oruç tutmasını ceza olarak belirledi.

Dahası Cenab-ı Hak, İslam toplumunda güveni tesis etmenin yolu olarak müminlerin yeminlerine / sözlerine sadık olmalarının önemine de vurgu yaptı. Aklı kullanmadan, doğru ve yanlış analizini yapmadan verilen sözlerden geri dönüp doğruya yönelmenin bir bedelinden bahsederek müminlerin tüm işlerinde çok dikkatli olmalarına da işaret etti.

 

 

87 - 89- Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz ve güzel şeyleri haram kılmayın / yasaklamayın ve haddi / sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi / sınırları aşanları sevmez. Allah'ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak tüketin / faydalanın ve inandığınız Allah'tan sakının. Allah sizi, düşüncesizce / bilinçsizce yaptığınız yeminlerden sorumlu tutmaz. Fakat bilinçli bir şekilde yaptığınız yeminlerden sizi sorumlu tutar. Bu şekilde yapılan yemini bozduğunuz zaman onun keffareti (cezası), ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulu yedirmek veya giydirmek yahut bir köle azat etmektir. Böyle bir imkânı bulamayan kimse ise üç gün oruç tutar. İşte yemin ettiğiniz zaman yeminlerinizi bozmanın cezası budur. Fakat yeminlerinizi korumaya özen gösterin. Allah ayetlerini size böyle açıklıyor ki, şükredesiniz. (Maide Suresi 87-89)

35.6.2- Toplumu İfsat Eden Pis İğrenç İşlerden Müminleri Uzaklaştırma

İslam Topluluğuna giren kabileler teslim olmuş / Müslüman olmuşlardı ve böylece şirk sistemini bırakmayı kabul etmişlerdi. Şirk sisteminin öğretisi terk edilmekle birlikte bu sistemin tortusu olan tavır, davranış ve alışkanlıklar ise hala kesin olarak yasaklanmamıştı. Her ne kadar müminlerin bunlardan uzaklaşmaları hususunda teşvik edici ayetler daha önce gelmiş olsa da kesin bir yasaklama hükümleri gelmemişti. Bu nedenle Müslüman olan insanlardan önemli bir kesim hala içki içiyor ve kumar oynuyordu. Toplumun birliği, beraberliği ve kardeşliğini temin için bu hususa da bir düzenleme getirilmesi gerekiyordu. Zira içki içen müminler / müslimler sarhoş olup kendilerini kaybettikten sonra eski şirk döneminde yaptıkları gibi gurur, kibir ve övünmeleri dile getiriyorlar ve sonunda da kavgaya tutuşuyorlardı. Aynı husus kumarda kaybedenler ve kazananlar arasında da husumet meydana geliyordu. Nasıl ki putlar ve fal okları şirk sisteminin en önemli enstrümanları ve toplumu bölme, parçalama ve birbirine kırdırma işlevi görüyorsa, içki ve kumarda aynı işlevi görmekte ve toplumu birbirine düşürmekteydi. Cenab-ı Hak, İslam topluğuna giren tüm insanları barış içerisinde kardeşçe yaşatmak için içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarının şeytan işi pislik işler olduğunu belirterek bunların terk edilmesini emretti. Bu yasaklamanın gerekçesini de bunların insanlar arasına kin ve düşmanlık sokarak kardeşliği bozduğunu belirtti. Bunların aynı zamanda Kendisinin kardeşliğe, huzura ve selamete götüren emirlerini unutturduğunu ve İslam / Barış Cumhuriyetine destek olmaktan alıkoyduğunu da bildirdi.

 

90 - 91- Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar / putlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Muhakkak ki şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokarak sizi Allah'ı anmaktan ve salattan / namazı müteakip kamu hizmetleri yapmaktan alıkoymak istiyor. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi? (Maide Suresi 90-91)

35.6.3- Allah’ın Koyduğu Yasalara İtaate Davet: İyiliklere / Islah Edici İşlere Yönelme, Kötülüklerden Uzak Durma

Cenab-ı Hak, inzal ettiği emir ve yasaklarla İslam Topluluğuna katılan kabileleri ıslah etmeye çalışırken, bu topluluklardan bazıları bu emir ve yasaklara gönülden derhal itaat ederken, bazıları eski alışkanlıklarını terk etmekte zorlanıyor ve gevşek davranıyorlardı. Toplumların eski alışkanlıklarını terk etmeleri elbette kolay bir şey değildi. Cenab-ı Hak, elçisinin görevinin bu emir ve yasakları bildirmek olduğunu belirttikten sonra, onların emir ve yasaklara uymaları hususunda kendilerini zorlamalarını istedi. Eğer iman ettikten sonra ıslah edici eylemlerde bulunur ve Kendisinin emirlerine itaat noktasında hassasiyet gösterir ve bu hususta istikrarlı olurlarsa / sebatlı olurlarsa eski işledikleri kötülük ve yedikleri haramlar dolayısıyla kendilerinden hesap sorulmayacağını bildirdi. Bu onlar için çok büyük bir lütuftu. Aksi takdirde geçmişte yaptıkları kötülükler ve işledikleri günahlar nedeniyle de hesaba çekileceklerdi.

 

92 – 93- Allah'a itaat edin, Peygamber'e de itaat edin. Şeytan işi pis işlerden sakının. Eğer yüz çevirirseniz / bu emirlere uymazsanız, biliniz ki, Peygamberimize düşen sadece apaçık tebliğdir. İman edip salih amel işleyenler; iman eder, Allah'ın emirlerine itaat etmede hassasiyet gösterir, salih amel işler, imanlarında ve Allah’tan sakınmalarında sebat eder de daha sonra, imanlarından ayrılmadıkları, Allah'tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe, daha önce tattıklarından / yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah iyilikte bulunanları sever. (Maide Suresi 92-93)

35.6.4-İhramlı İken Avlanmanın Yasaklanması

Cenab-ı Hak, hac ve umre ibadetindeki ritüellerle insanların eğitilmesini sağlar. Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa etmesindeki temel amaçta burada icra edilecek eğitim ve öğretim ile insanların Allah’ın istediği niteliklere haiz şahsiyetler yetiştirmektir. Fakat cahiliye döneminde şirk sisteminin egemen olmasıyla hac ve umredeki bu eğitim ve öğretim aksamış ya da değiştirilmiş böylece hedeflenen insan tipi çıkmaz olmuştu.

İslam Cumhuriyeti’nin Mekke’ye hâkim olmasından sonra Cenab-ı Hak, hac ve umre ibadetinin ritüellerinin nasıl yapılacağına el attı ve olması gereken değişiklikleri elçisine bildirdi. İslam Topluluğuna katılan kabilelerin barış içerisinde yaşamasının en iyi pratiği Cenab-ı Hakk’ın hac ve umre için belirlediği kurallardır.  Özellikle hac ve umreye gelenlerin ihrama girmeleri ve normal zamanda serbestçe yapabildiği eylemlerin ihramlıyken yasak olması onları terbiye eder. Mesela normal yaşamında kişi bir topluluğa girdiğinde giydiği elbisesi ile ağırlanır. Giydiği elbise onun sosyal statüsüne, makamına, işaret eder. Ama ihrama girdiğinde bu elbiselerini çıkararak, tüm sosyal ayrıcalıklarından, rütbe ve makamlarından sıyrılarak diğer insanlarla eşit hale gelir. Böylece makam, rütbe ve sosyal statü sahiplerinin gurur, kibir ve üstünlük duyguları kırılır. Onun diğer insanlarla hiçbir farkının olmadığını anlamasına yardımcı olur. Hac ya da umreden normal yaşama döndüğünde kendini beğenmişliğe ve kibre götüren makam, mevki ve rütbelerin aslında hiçbir değerinin olmadığını anlar. Böylece bir tiyatro gibi yaşadığı ihramlılık hali onun ıslah olmasına, kişiliğini olumlu yönde geliştirmesine yardımcı olur. Ihramlıların herhangi bir canlıyı öldürmesinin yasak olması (akrep, yılan, fare, vb. insanlar için zararlı olanlar hariç) o şahsın normal hayatta da merhametli olması, hayvan, bitki ve insanlara zarar vermemesi konusunda iyi bir pratiktir. Eğer bu yasaklanan eylemi yapacak olursa cezasının olacağı da bildirilmiştir.

Cenab-ı Hak bu kuralları belirleyerek İslam / Barış toplumundaki mümin insanların ilahi yasaları, öğreti ve ilkeleri ihlal etmemeleri konusunda uyarmıştır. Nasıl ki hac ve umredeki kurallar ihlal edildiğinde bunun cezasını ödemek varsa aynı şekilde İslam Cumhuriyeti vatandaşları da normal yaşamlarında çiğnedikleri yasaların cezasını ödemek zorundadır. Bu ibadet şirk sisteminin hâkim olduğu dönemlerdeki gibi onlara artık bundan sonra canlarının istediği her şeyi serbestçe / özgürce yapamayacakları, yaptıkları takdirde bedelinin olacağı terbiyesini verir. Böylece disiplinli bir toplum olmanın seremonik pratiği hac ve umre ibadeti ile verilir.

Cenab-ı Hak, hac ve umre için koyduğu avlanma yasağını çiğneme kuralı üzerinden kalplerinde hala inkâr / başkaldırma / isyan düşünenler için bir uyarıda bulundu. İslam Topluluğuna katılan kabilelerin tekrar şirk sistemine geri dönebilmek için zaman zaman onların ellerine bazı fırsatları vereceğini bildirerek onların sınanacağını bildirdi. Eğer onlar İslam topluluğundan kopup tekrar şirke dönmeye yönelik fırsat kolluyorlarsa kendilerine verilecek fırsatı değerlendirmeye kalkacaklarını ve İslam Cumhuriyetinin egemenliğinden çıkmak için saldıracaklarını bildirdi. Gerçekten iman eden ve kalplerinden bu tür kötü düşünceler geçirmeyen, yani mümin olmada samimi olanlar, İslam Topluluğundan ayrılmaya yönelik ellerine geçecek imkânlara asla itibar etmeyecek ve İslam Cumhuriyetine sadakatini göstererek imtihanı kazanacakladır. Ancak teslimiyetlerinde / Müslümanlıklarında samimi olmayan kimseler / kabileler ise ellerine geçen ilke fırsatta İslam Cumhuriyetine isyan / inkâr edip saldıracak olurlarsa çok şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını ikaz etti.( [2])

Cenab-ı Hak, ayrıca bundan sonra İslam Cumhuriyeti’nin yükselişinin durdurulamayacağını, müminlerin bolluk ve nimetlere erişeceklerini bildirirken esas imtihanların da o zaman başlayacağına işaret etti. Şöyle ki temiz ve arınmış bir toplum olma iddiasında olan müminler, Allah’ın yasalarına aykırı olarak bol nimetlere hem de çok kolay bir şekilde kavuşma imkânlarını elde edeceklerdir. Eğer o mümin kimse gerçekten Allah’ı seviyor ve O’nun emirlerine itaat hususunda hassas davranıyorsa kendisine gayri meşru yoldan sunulan ve kolayca elde edebileceği nimetlere tenezzül etmeyecek ve sınamadan geçecektir. Ama eğer kalbinde Allah korkusu ve sevgisi yoksa hemen o imkânı kendi nefsi lehinde kullanacak ve yanına kadar sokulan avı yakalamak için (bu av cinsel, ticari, siyasi, idari olabilir) hemen saldıracaktır. Böylece Cenab-ı Hakk’ın imtihanından geçemeyecek ve ahirette büyük bir azaba çarptırılacaktır.

Elmalılı Hamdi Yazır bu ayetin tefsirinde “Şu halde müminin öyle bir fazilet ile yükselmesi gerekir ki, her zaman haram ve çirkin olan şeyler şöyle dursun, aslı helal olan her türlü nimetler etraflarına saçılmış, önlerine konulmuş olsa bile, Allah'ın izni ve şer'î cevazı olmadan onlara el uzatmayacak, haksız, selâhiyetsiz (yetkisiz) hiçbir şeye dokunmayacak, kendine sahip, nefsine mâlik, eğilimlerine hâkim, Allah'ın emirlerine bağlı olacak. Bu şekilde her türlü emanetlere yetkili, ahlâkî bir fazilet ile başkalarından ayrılacaktır.”([3]) diyerek konuyu bu açıdan çok güzel ifade etmiştir.

Cenab-ı Hak, temiz toplum olmaya aday olan İslam Toplumuna dâhil olan kişi ve kabilelerden gerek İslam Cumhuriyetine gerekse İlahi yasalara karşı gelerek nefislerinin arzu ettiği şekilde yaşamak için fırsat kollayanlarla, gerçekten iman edip samimiyetle İslam’a bağlananları ayırt etmek için yapacağı bu sınamaları, müminlerin hacca giderken ihrama girdikleri zaman yanlarına kadar sokulan av hayvanlarını avlamamaları, eğer nefislerine uyup avlarlarsa ihramlı iken avlanma yasağı ilahi emrini ihlal ederek sınavı kaybedecekleri örneği üzerinden anlattı. 

 

94 – 96-Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dener ki, gizlide / samimi olarak / kalben kendisinden korkanları meydana çıkarsın. Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı bir azap vardır. Ey iman edenler, ihramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse cezası, içinizden iki adaletli kişinin belirleyeceği öldürülen av hayvanının dengi olan ve Kâbe'ye ulaşmış bir kurbandır. Yahut o nispette fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmak suretiyle kefaret / ceza yerine getirilecektir ki, yaptığı işin vebalini tatmış olsun. Allah geçmişte olanı affetmiştir. Fakat kim bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alacaktır. Allah daima galiptir, intikam sahibidir. Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz sürece size haram kılınmıştır. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkup emirlerine itaat etmede hassasiyet gösterin. (Maide Suresi 94-96)

35.6.5-Kâbe’nin Misyonunun İnsanlara Hatırlatılması

Cenab-ı Hak, İslam toplumuna katılanlara Kâbe’nin, Haram ayın ve kurbanlıklarla hac için gelenlerin insanlar için nasıl bir işlev gördüğünü hatırlattı.  Kâbe’nin İnsanlığın ayakta kalmasını sağlayan çok önemli bir fonksiyonu olduğunu bildirdi. Kâbe’nin kuruluş amacına uygun olarak yapılan hac ve umre ritüellerinin içinde taşıdığı sembolik anlamlar ile insanlar şereflerini hatırlar, zulme başkaldırırlar, tüm sefillikleri, rezillikleri, günahları üzerlerinden atarlar, silkinir ve kendilerine gelirler. Bunlar sayesinde insanlar hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtarırlar.  Yine bunlarla toplumlar ayağa kalkar ve hayatiyetlerini devam ettirirler.  Hac ve umre vesilesiyle bir araya gelen insanlar birbirleriyle kültürel, teknolojik, ticari, idari vb. alışveriş etkinlikleri yaparlar ve çok büyük edinimlerle yurtlarına dönerler. Cenab-ı Hak yarattığı insanı iyi bildiği için insanların nasıl ıslah olacağını da gayet iyi bilmektedir. Hac ve umre ibadeti için koyduğu bu kuralların insanların ıslahında ne kadar hikmetler içerdiğini de ancak O bilmektedir.  O’nun koyduğu kurallarda bizim bilemediğimiz daha nice hikmetler vardır. Bütün bu hususları aşağıdaki ayetlerle bildirdi;

 

97 – 99- Allah, Beyt-i Haram olan Kâbe’yi, haram ayı, kurbanı ve gerdanlıkları / hacı adaylarını insanların nizama kavuşması, zulme karşı ayağa kalkması, pisliklerden ve kötülüklerden silkinmesi, dünya ve ahiretlerini kurtarması için bir vesile kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilen olduğunu sizin de bilmeniz içindir.  İyi bilin ki Allah, cezalandırması çok şiddetli olduğu gibi bağışlaması ve merhameti de boldur. Peygamber'in üzerine düşen ise sadece duyurmadır. Allah, açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de çok iyi bilmektedir. (Maide Suresi 97-99)

35.6.6- Kötülerin / Pislik İnsanların Toplumda Fazla Olmasına Aldırmamak

Cenab-ı Hak, toplumu terbiye edecek hükümlerini bildirirken iyilerin ve kötülerin asla aynı teraziye konmamasını, herkesin aynı görülmemesini belirtti. Bütün uyarılar yapılmasına rağmen toplumda kötü, pis insanların temizlerden fazla olmasının peygamberimizi şaşırtacak tuhaf bir durum olduğunu bildirdi. Gerçekten de iyiliklerin güzellikleri, yararlılıkları karşısında insanların neden kötülüğe meyyal oldukları hayret verici bir durumdur. Hatta kötülüklerin, murdar olan şeylerin zararlarını bilmesine rağmen insanlar şaşırtıcı bir şekilde neden kötülüğü daha çok tercih ederler? Cenab-ı Hak, selim akıl sahibi insanlara seslenir ve bu tezat duruma rağmen toplumu ıslah edici emirlerine titizlikle uymaları talimatını verdi. Eğer kurtuluşa ermek, iyiliğin egemenliğinin devamını istiyorlarsa bunun yolunun azınlıkta olsalar da emirlerine itaat etmekten geçtiğini bildirdi.

 

100- De ki: “Pis / kötü olanla temiz / güzel / iyi olan bir olmaz. Her ne kadar pislerin / kötülerin çokluğuna şaşırsan da bu böyledir.” Ey selim akıl sahipleri!  Allah'tan korkup emirlerine itaat etmede hassasiyet gösterin ki kurtuluşa eresiniz. (Maide Suresi 100)

35.6.7- Soru Sorarak Mevzuatın Çoğaltılmaması

İslam Toplumu Cenab-ı Hakk’ın zamanı geldikçe inzal ettiği ayetlerle yeniden dizayn ediliyordu. Şirk sisteminin tortuları bu ayetlerin öngördüğü yasalarla temizleniyor ve toplum hızla barışın, huzurun, adaletin ve faziletin hâkim olduğu bir toplumsal düzene evriliyordu. Fakat müminler bazen acele ediyorlar hakkında herhangi bir hüküm gelmeyen hususlarda sorular soruyorlar ve o hususta Allah’ın hükmünü peygamberimizden talep ediyorlardı. Bazen de hakkında hüküm gelmiş bir husus ile ilgili detaylara ilişkin sorular sorup düzenlemenin ayrıntılarını istiyorlardı. Hâlbuki müminlerin bu şekilde hareket etmeleri kendilerini zora sokmaktan başka bir sonuca götürmezdi. Zira yapılan her düzenleme / yasama ile ilgili yapılacak detaylandırma mevzuatın artırılması ve ilgili düzenlemenin amacına matuf uygulamanın gerçekleşmesini engeller. İyi niyetle bile olsa detaya yönelik yapılacak ilave mevzuat hükümleri kötü niyetli kişilerin tevessül edecekleri bu yasayı ihlal etmenin yollarını tıkamaya yönelik olacağından yasanın uygulanmasını da zorlaştıracaktır.  Tıpkı Bakara Suresinde “sığır kesilmesi” emrini Yahudilerin hemen yerine getirmeyip kesilecek sığırın niteliklerinin ayrıntılarını talep ederek sonunda belirtilen nitelikte olan sığır bulamama ve dolayısıyla Allah’ın emrini yerine getirememe tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları gibi.

Yasaların amacının öngörüldüğü hedefi yerine getirmek için iyi niyetli  / samimi olarak hareket etmek bir toplumu ileri götürür. Ama iyi niyetli bile olsa yasaları / düzenlemeleri detaylandırarak çoğaltan toplumlar, yasaları uygulanamaz kılarlar. Böylece insanların işleri yürümez. İnsanlar üzerine düşen yükümlülüklerini yerine getiremez / getirmez olurlar. Bu durumda kötü niyetliler gayri meşru yollardan işlerini hallederler ve böylece toplum ifsat olur.

Ayrıca bazılarının sürekli soru sormasıyla oluşacak müktesebat Allah’ın emri gibi algılanacak ve uygulaması gittikçe zorlaşan hükümleri uygulayamayan kimseler dinin hayatın gerçekleriyle uyuşmayan hükümleri içerdiğini iddia ederek inkâr cihetine gideceklerdi.

Cenab-ı Hak yukarıdaki durumu aşağıdaki ayetleri inzal ederek bildirdi ve İlahi yasaların tadat edilmesine / detaylandırılmasına yol açacak sorular sorulmasını müminlere yasakladı;

 

101 -102- Ey iman edenler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah (sorduğunuz o hususla ilgili) konuyu da affetmiştir. / detaylandırmadan geçmiştir. Allah çok bağışlayan ve çok şefkatle davranandır.  Sizden önce bir kavim / toplum bunları sormuştu da sonra bu nedenle inkâr / isyan etmişlerdi. (Emredilen yasaları uygulayamadıklarından reddettiler) (Maide Suresi 101-102)

35.6.8- Şirk Geleneklerinin Sorgulanması

Cahiliye Arapları evcil hayvanlarını çeşitli vesilelerle serbest bırakırlar ya da bazılarının faydalanmasına açık ederken bazılarının faydalanmasını yasaklamışlardı. Bu şekilde sınıflandırdıkları hayvanlara da bahire, saibe, vesile veya ham gibi isimler verirlerdi. Mesela beş kere doğuran ve beşinci yavrusu da dişi olan bir devenin kulağına işaret için yararlar ve serbest bırakırlardı. Bu deveyi ne sağarlar ne de yük taşıtırlardı ve buna “Bahire” adı verirlerdi. Bu sınıflandırmaların bazılarını Allah’ın emrine isnat ederken bazılarını putları adına yaparlardı.

Cenab-ı Hak, bu uygulamaların insanların kendi uydurdukları uygulamalar olduğunu Kendisinin böyle şeyler emretmediğini bildirdi. Kendisine iftira atarak uydurulan ve insanların faydasına olmayan hatta zararına olan bu tür uygulamaların akılsızlık olduğunu vurguladı. 

Atalarından tevarüs ederek gelen bu gelenekler, kutsal kabul edilmesi nedeniyle toplum tarafından terk edilmek istenmemekteydi. Geleneklerini terk etmek istemeyenler bu muhafazakarlıklarını atalarına dayandırıyorlardı. Atalarının kötü niyetli olmadıklarını, geçmişten beri bunları uyguladıklarını ve bu geleneklerin kötü olmadığını söyleyerek eskiye sahip çıkıyorlardı. Cenab-ı Hak ise bir takım kutsallık atfederek insanlar için yasaklar getirilmesinin gayri meşru olduğunu bildirdi. O, insanların faydasına olmayan bir şeyi emretmeyeceğini fakat şirk otoritelerinin halkın zararına ama kendi menfaatlerine uygun düzenlemeler yaptığına işaret etti. Cenab-ı Hak, geçmiş ataların cahil ve doğru yolu bulamamış olduklarına da vurgu yaptı. Böylece eğer bilgisizce yanlış yolda ısrar edilecek olursa bunun toplumu geri bıraktıran cahiliye olduğuna işaret edilmiş oldu.

İslam Toplumunda kutsallar adına yasaklar koymayı ve bu hususlarda kendi adının kullanılmasını Cenab-ı Hak yasakladı. Müminlere sadece kendi emirlerine riayet edilmesini, başka otoritelerin kendi adını kullanarak yasaklar getirmesinin kabul edilemez olduğunu bildirdi.  Bu hususta tarihten gelen uygulamaların doğruluğunun ve delillerinin sorgulanmasını ve yanlış ise terk edilmesini müminlere öğretti.

 

103 -104- Allah, bahireyi, saibeyi, vesileyi ve hamı meşru kılmamıştır. Fakat küfredenler, kendi uydurdukları yalanları Allah'a iftira etmektedirler. Onların çoğu akıllarını kullanmazlar. Onlara: “Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin” dendiği zaman: “Atalarımızın üzerinde gittiği yol bize yeter” derler.  Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler ise yine de onların yolunu mu izleyecekler? (Maide Suresi 103-104)

35.6.9- Müminlerin Allah’ın Yolunda Sebat Etmesi Gerektiği

Kötülüğün / kötülüklerin iyilerden ve iyiliklerden fazla olması müminleri ümitsizliğe ve endişeye düşürmemesi için Cenab-ı Hak müminlere tavsiyelerde bulundu. Onlara kendi üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri halinde kötülerin / doğru yoldan sapanların onlara zarar veremeyeceğini bildirerek endişelerini giderdi. Müminlerin Allah’ın yolunda istikrarlı bir şekilde gitmeleri halinde sürecin sonunda bütün kabilelerin Allah’a ve O’nun yoluna döneceğini bildirdi. Bu dönüş ahirette hesap vermek üzere olacağı gibi bu dünyada da şirk sisteminin kabileler üzerindeki tortuların eninde sonunda temizleneceğine işaretti.  Bu nedenle müminler dik durmalı ve İslam Cumhuriyetinin kuruluş amaçları doğrultusunda sebat etmelidir.

 

105 - Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olduğunuz takdirde doğru yoldan sapanlar size zarar veremez. Hepiniz Allah’a döneceksiniz. O sizin yaptıklarınızı haber verecektir. / hesaba çekecektir. (Maide Suresi 105)

35.6.10- Adalet, Vasiyet ve Şahitlik

Toplumda bireyler arasında çıkan en önemli ihtilaf ve düşmanlık miras paylaşımında olmaktadır. Aynı kandan olmasına rağmen kardeşler miras yüzünden birbirleriyle kavgalı ve düşman hale gelmektedir. Cenab-ı Hak, toplumda miras yüzünden çekişme, çatışma, düşmanlık olmaması için vasiyet ve şahitlik usullerini belirledi. Ölümünün yaklaştığını hisseden kimselerin geride bırakacakları malların nasıl tasarruf edileceğini / paylaştırılacağını vasiyet etmesini emretti. Yazının yaygın olmadığı o dönemde sözlü olarak yapılan vasiyetin müminler arasından adalet sahibi şahitler aracılığıyla yapılmasının talimatını verdi ki böylece vasiyet adil bir şekilde yerine getirilsin. Ancak vasiyet yapacak kimse yurdundan uzak bir yerlerde yolculuğa çıkmış ve ölüm onu arada yakalayacak olur da çevresinde müminlerden şahit bulamayacak olursa o takdirde diğer inanç mensuplarından iki şahit bulmasını emretti. Eğer onların mümin olmamaları nedeniyle adaletli bir şekilde şahitlik yapmayacaklarından kuşkulanacak olursa o zaman onları şahitliğe davet (salatın davet anlamı) etmesini ve onlarında bu davete icabet etmesini müteakiben onlardan Allah adına adaletle şahitlik yapacaklarına dair yeminler almasını emretti. Cenab-ı Hak vasiyet edenin tuttuğu şahitlerin yapacakları yeminlerinde akraba, eş dost, yakınlık, kendi dindaşından olması vb. yakınlıklara sahip olsalar bile yine de adil bir şekilde haktan sapmayacaklarına söz verdirilmesini ve yeminlerine asla ihanet etmeyeceklerine dair onlardan ahit alınmasını istedi.

Cenab-ı Hak, Vasiyet eden kişi öldükten sonra vasinin atadığı şahitlerin şahitliklerinin kabul edilmeyeceği bir suç işlemiş oldukları açığa çıkarsa o takdirde onların şahitliğinin düşeceğini de bildirdi. Onların yerine hak sahiplerinden iki kişinin şahitliğe atanacağı hükme bağlandı. Yeni atanan şahitlerden de adil olacaklarına ve şahitlik yapmalarını engelleyecek suç işlemediklerine dair yemin ettikten sonra miras paylaşımı yapılacağı belirtildi.

Adalet üzerine hareket eden şahsiyetlerin egemen olduğu bir toplumda kavga, çekişme, çatışma ve düşmanlık olmayacağı bu usul ve esaslar ile belirlenmiştir. Müminlerin bu emirlere titizlikle uymalarını istedi. Aksi takdirde doğru yoldan sapacaklarını ve doğru yoldan saparak zulüm içerisine yuvarlanan toplumlara da Allah’ın yol göstericiliğinin olamayacağı bildirildi.

 

106 -108- Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm emareleri geldiği zaman, vasiyet sırasında içinizden iki adil kişi aranızda şahitlik etsin.  Eğer yurdunuzdan uzakta yolculukta iseniz ve ölüm emareleri de size gelip çatmışsa, sizden olmayan (mümin olmayan)  diğer kimselerden iki şahit tutun. Eğer onlardan  (sizden olmayanlardan) şüphe duyarsanız, şahitliğe davet ettikten sonra onları huzurunuza alarak onlara “Allah’a andolsun ki akraba bile olsa, yeminimizi bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah'ın şahitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi halde günahkarlardan oluruz” şeklinde yemin ettirin.  Eğer sonradan o iki şahidin  (şahitliği kabul edilmeyecek ) bir günah işledikleri anlaşılırsa o takdirde haksızlığa maruz kalan mirasçılardan iki kişi onların yerine geçer ki bunlar şahitliğe daha layıktırlar. Onlar: “Bizim şahitliğimiz, önceki iki kişinin şahitliğinden daha doğrudur. Biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi halde biz de zalimlerden olurduk” diye Allah'a yemin etsinler.  İşte bu şahitliğin mirasçılara bırakılması usulü, şahitlerin şahitliklerini gerektiği gibi yapmaları yahut yeminlerinden sonra yeminlerinin kabul edilmemesinden korkmaları için en iyi yoldur. Allah'tan korkun ve emirlerini dinleyin. Allah, fasık sapkın olan bir topluluğu hidayete erdirmez. (Maide Suresi 106-108)

 

 

[1] ) NOT: Gerçek Araplar bu bedevi Arap kabileler olduğu için Kur’an onlara “Araplar” diye ifade ediyor. Şehirlerde yerleşik yaşayan Arapların çoğu ise Mezopatamya, Mısır, Suriye, Anadolu, İran gibi çevre ülkelerden gelen ve sonradan Araplaşan topluluklardır. Bunlara Musta’rabe Arapları denilmektedir. Bilindiği üzere Mekke’nin kurucusu olan Hz.İbrahim’de Mezopatamya’dan gelmiştir. Ama çöllerde göçebe olarak yaşayan bedevi Araplar onlardan öncede bu topraklarda yaşamaktaydı.

[2] ) NOT: Nitekim peygamberimizin vefatından sonra tıpkı bir av fırsatı yakaladıklarını düşünerek  irtidat edip İslam Devletini ele geçirmek için başkaldıran kabileler, İslam Ordusu tarafından çok şiddetli bir şekilde cezalandırılmıştır.

[3] )http://www.kuranikerim.com/telmalili/maide.htm

bottom of page