top of page

BÖLÜM 8

YAHUDİLERİN AYRIMCI TEZVİRATLARI

 

Medine’de İslam Cumhuriyeti kurulmuş ve müminler, müşrikler ve Yahudiler vahdet yapmışlarken Yahudilerin şeytanlaşmış bazı ileri gelenleri ayrımcı söylemlerle bu birlik ve beraberliği bozmaya çalışmaktadırlar.

 

8.1. Cennetin Sadece Kendilerine Ait Olduğunu İddia Ederek Üstünlük Taslamaları

 

Yahudilerin bozguncu söylemlerinden kuşkusuz en etkilisi «Ahirette sadece Yahudilerin cennete gideceği diğer insanların ise cehenneme gidecekleri» iddiası idi. Onlar bu iddiaları ile Medineli Araplara karşı üstünlük taslamakta ve kendilerinin Allah katında “en sevgili kullar” olduklarını hatta daha da ileri giderek «Allah’ın çocukları» olduklarını ifade ederek ayrımcılık yapmaktaydılar. Onlar bu iddialarının doğruluğuna gerekçe olarak Tevrat’ın Kur’an tarafından tasdik edilmesini gösteriyorlardı. Ayrıca Hz.Muhammed’in @ ilk etapta Beytül Makdis’i kıble olarak belirlemesini kendilerinin üstün oluşlarının bir teyidi olduğunu dile getirmekteydiler. Onların bu şekildeki bölücü ve ayrılıkçı söylemleri özellikle müminleri çok derinden etkilemekteydi.

Onların «sadece kendilerinin cennetlik olacağı» söylemine karşılık olarak Cenab-ı Mevla müthiş bir cevap verir; “Mademki mutlaka cennete gideceksiniz hadi ne duruyorsunuz? Bir an önce ölmeyi arzu edin de kavuşun cennetinize! Hadi durmayın!”

94-96- De ki: “Allah yanında ahiret yurdu başkalarının değil de yalnızca size ait ise, eğer doğrulardan iseniz hemen ölümü temenni etmeniz gerekmez mi?” Fakat onlar elleriyle işledikleri yüzünden onu hiçbir zaman temenni edemezler. Allah o zalimleri çok iyi bilir. Andolsun onları insanların yaşamaya en hırslısı hatta müşriklerden bile daha hırslı olarak bulacaksın. Onların her biri bin sene yaşamayı arzular, oysa uzun yaşaması onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Çünkü Allah, onların yaptıklarını görüp durmaktadır. (Bakara Suresi 94-96)

 

8.2. Yahudilerin Allah’a, meleklere, Cibril ve Mikal’e ( Hz.Muhammed’e) Düşmanlıkları

Yahudiler uzun süre kendi içlerinden kurtarıcı bir peygamberin / elçinin (Mikal’in) kendilerine gelmesini beklediler.  Onların tarihlerinde ve kitaplarında Mikal Allah tarafından kendilerine gönderilmiş kurtarıcı bir elçi, hami, koruyucu ve büyük reisleri idi. Geçmişteki elçi Mikal onları Perslere karşı korumuştu. Fakat bu peygamber / elçi (Mikal) yani Hz.Muhammed@ kendilerinden değil Arapların arasından çıkmıştı. Onlar bunu bir türlü hazmedemediler. Zira bu tercih kendilerinin üstün / seçilmiş / Allah’ın sevgilileri / Allah’ın çocukları oluşu inançlarına tersti. Onlar kendilerinin vaktiyle Allah tarafından seçilmiş olmalarını ilahi öğretiye uymalarına değil de kandan gelen bağnaz bir ırk / soy anlayışına taşımışlardı. Bu nedenle onlara göre kurtarıcı peygamber Mikal’in sadece kendi soyları arasından gelmesi gerekiyordu. Cibril @ adresi şaşırmıştı. Kendilerine gelen ilahi öğretiye (Tevrat) paralel olan yeni ilahi öğreti (Kur’an) yanlış değildi ama geldiği adres yanlıştı.

Onlar bunu şöyle dillendiriyorlardı; «Hak, kendi soylarından olan bir Mikal’indi ama Cibril şaşırdığı için Muhammed’e geldi.»  Vahyin inmesi gereken kişiyi şaşırması nedeniyle Cibril’e / Cebrail’e @ düşman olduklarını söylediler. Zaten onlara göre İsrail oğullarının geçmişte başlarına hangi felaket geldiyse hep önceden Cibril@ haber vermişti. O hep felaket habercisi idi. Onlara göre seçkin, aziz olan milletlerinin başına gelen felaketlerin habercisi olması nedeniyle Cibril@ / Cebrail@ kendi milletlerine düşmanlık ediyordu. Onlar “dolayısıyla bizde O’nun düşmanıyız” diyorlardı.

Onlar Muhammed @ın kendilerinin de kurtarıcıları / Mikal’i olduğu hususunu ret ederken aşağıdaki ifadeleri kullanıyorlardı;

“Bizi kurtaracak, bize umduğumuz zaferi ve üstünlüğümüzü vereceğini iddia ettiğiniz yani bizim Mikal’imiz olduğunu iddia ettiğiniz Muhammed’e @ düşmanız. Bu Mikal bizim Mikal’imiz değil. Şayet bizim içimizden çıkmış bir Mikal olsaydı o zaman kabul ederdik. Dahası bu Mikal sürekli bizim inanç ve davranışlarımızı şiddetle eleştiriyor. Bizim üstünlüğümüzü elimizden alıcı uygulamalara gidiyor. Andımıza / ahdimize ve kendisine uymadığımız takdirde tıpkı Cibril in felaket haberleri vermesi gibi başımıza büyük felaket geleceğini bildiriyor. Bu bizim Mikal’imiz olamaz. Bizden olmayan, bizi sürekli eleştiren ve bize felaket senaryoları çizen bu Mikal’e düşmanız.”

Bağnaz ırkçılıkları, onların gözlerini öylesine kör etmişti ki; onlar meleklerin mesajları kime indireceğini bilemediği, şaşırdığı düşüncesinde kalmadılar daha da ileri giderek Allah’ın ne yaptığını şaşırdığını «kendi soyları dururken Araplardan bir Mikal seçmesinin kendilerine yapılmaması gerektiğini» söyleyecek kadar ileri gittiler. Böylece Allah’ı bile kendilerini ihmal ettiği için düşman bellediler.

Ayrıca onlar bu bağnazlıkları nedeniyle kendi yanlışlarını, başlarına gelen felaketlerin kendi ellerinin eseri olduğunu düşünmeyip; üstünlüğün ihlas, samimiyet, salih amel ve takvada değil de kandan / soydan geçen bir şey olduğu kanaatine sürüklendiler. Daha sonra bu kanaat onlarda inanç haline geldi. Bunda onların kendi kitaplarında yer alan “seçilmiş kavim” ifadesini literal / lafzi ([1]) bir okuma yapmalarının payı büyüktür.

 

97-98- De ki: “Kim Cibril’e düşmansa, bilsin ki daha önce inen kitapları doğrulayıcı, inananlar için yol gösterici ve müjdeci olan Kur’an’ı Allah’ın bilgisi ve talimatıyla, senin kalbine Cibril indirmiştir. Artık kim Allah’a, meleklerine, Elçilerine, Cibril’e, Mikal’e düşmansa bilsin ki, Allah da o inkârcıların düşmanıdır.” (Bakara Suresi 97-98)

8.3. Yahudilerin Anlaşmaları Bozma Alışkanlıkları

Cenab-ı Mevla, Yahudilerin bir kısmının ahitlerini / antlaşmalarını / yeminlerini bozmayı tarihleri boyunca tekrarlayarak bunu bir alışkanlık haline getirdiklerini vurgular. Müminlerin onlara güvenmemeleri hususunda yapılan uyarılardaki en önemli vurgu onların bu alışkanlıklarıdır. Aslında onlar iman etmezler. Onların inkarları bilmediklerinden / cehaletlerinden değildir. Onlar bu ihanetleri taammüden yaparlar. Onlar samimiyetsizdirler.

Gerek kendi kitaplarında / müktesebatlarında ve gerekse de elçilere gönderilen beyanlarda hak ve hakikat çok açık bir şekilde bildirilmiş olmasına rağmen onlar bu ayetleri görmezlikten gelirler.

99-101- Andolsun Biz, sana apaçık ayetler indirdik. Yoldan çıkmış kimselerden / fasıklardan başkası onları inkâr etmez. Onlar, ne zaman bir antlaşma yapsalar, onlardan bir grup o antlaşmayı bozarlar, değil mi? Aslında onların çoğu anlaşma / ahit tanımaz imansızlardır. Ne zaman Allah tarafından onlara, yanlarındakini onaylayan bir Elçi gelse, Kitap verilenlerden bir grup, Allah’ın Kitab’ını sanki hiç bilmezlermiş gibi yüz çevirdiler. (Bakara Suresi 99-101)

8.4. Yahudilerin Psikolojik Harp Taktikleri

Medine Yahudileri İleri gelenlerinden şeytanlaşmış olanları Peygamberimizin iktidarını devirmek için çeşitli girişimlerde bulunuyorlardı. Onlar imzaladıkları anayasa ile birlik ve beraberlik için söz vermiş olmalarına rağmen yeni rejimin kendi kurdukları statükoyu yok edeceğini gördüklerinden statükolarını korumak için peygamberimizin otoritesini sarsmaya yönelik örgütlenmeye başladılar.

Bu örgütlenme ile halkın gözünü boyayacak kara propagandaya, etkileyici söylemlere, yanıltıcı komplolara, hile ve desiselere (Sihre, psikolojik harp tekniklerine) yönelmişlerdi.

O şeytanlar, peygamberimizin insanların kalplerine, akıllarına tesir eden etkili / sihirli sözleri ile halkı kendisine bağladığını propaganda etmekteydiler. Onlar bu kara propagandayla peygamberimizin aslında peygamber olmayıp güzel konuşması ile insanları kandıran bir sahtekâr olduğuna yönelik toplumda bir algı oluşturmaya çalışmaktaydılar.

Halbuki peygamberimiz anayasada yer alan hükümlere harfiyen uyuyor ve asla onları ihlal etmiyordu.  Diğer bir ifade ile peygamberimiz anlaşma hükümlerini asla inkâr etmiyordu. O, Medine İslam Cumhuriyetinin büyümesi, gelişmesi ve halkın güvenliğinin sağlanması için çeşitli planlar yapmakta, seriyyeler düzenlemekte, çevre kabilelerle saldırmazlık ve müttefiklik anlaşmaları yapmakta, Medine’ye karşı yapılan saldırılara anında cevap vermekteyken Medine Yahudilerinin şeytanlaşmış bazı ileri gelenleri ise Peygamberimizin hükümetini devirmek için hile, desise, komplo ve kara propaganda (sihir, psikolojik harp teknikleri) peşindeydiler. Onlar bu hareketleriyle peygamberimizin kurduğu İslam Cumhuriyetini inkâr ediyorlar. / tanımıyorlardı. İnkâr politikaları onları kafir yapıyordu.

Onların izledikleri bu inkâr politikalarının benzerini geçmişte atalarından şeytanlaşmış bazı Yahudi ileri gelenler Süleyman @ da yapmışlardı. O’na karşı da bu tür kara propaganda / sihir / psikolojik harp taktikleri uygulamışlar ancak Süleyman’ın@ iktidarını alaşağı edememişlerdir. Onlar, Süleyman’ın@ oğlunun zamanında hükümeti devirmeye muvaffak olmuşlardır.

Süleyman @ tıpkı Hz.Muhammed@ gibi Cumhuriyeti büyütmek ve geliştirmek için her türlü çabayı göstermekle uğraşırken şeytanlaşmış Yahudi ileri gelenlerden bazıları, Süleyman @a iftiralar atarak zayıflatmaya çalışıyorlardı. O’nun evlendiği kadınların dinlerine göre tapınaklar inşa ettirmesi nedeniyle kendisinin de kadınlarının tanrılarına taptığı böylece kafir olduğu şeklinde iftiralar atıyorlardı. Halbuki farklı dinlerdeki hanımlarına tapınak yaptırtması, O’nun inkârı / müşrik olması değil tam tersine egemenliğindeki toplumların tevhit olması sonucunu veren politikalardı. O’nun asla inkârcı olmadığı Cenab-ı Hak tarafından müteakip ayetlerde ifade edilir.

Medine’deki şeytanlaşmış bazı Yahudi ileri gelenleri de geçmişte Süleyman@ hakkında uydurulan yalanları esas alarak kendi halklarını kandırıyorlardı. Onların iftiralarına göre Hz. Süleyman, güya hanımları için yaptırdığı tapınaklardaki putlara taparak —haşa— kafir olmuştur. Onlar ayrıca şu iftirayı atıyorlardı. Güya Hz. Süleyman bütün kudret ve saltanatını sihir yoluyla cinlerden elde etmişti. Oysa Hz. Süleyman ne sihirle meşgul olmuş ne de putlara tapmıştı. Onlar Hz. Süleyman’ın İktidarı konusunda bu şekilde uydurdukları yalanlarla kendi halklarını kandırdıkları gibi Hz.Muhammed’in @ peygamberliği konusunda da halkın zihninde şüphe ve tereddütler yaratacak algı operasyonları yapıyorlardı. Onlar bu algı operasyonları ile Hz.Muhammed’in@ de peygamber olmadığına halkı inandırmak ve böyle peygamberimizin iktidarını devirmek istiyorlardı.

Onların yaptıkları algı operasyonunda kullandıkları yıkıcı (Harut)  ve bozucu (Marut) yöntemlerin kaynağı ise atalarının Babil’de sürgünde kaldıkları zaman iki melikten öğrendikleri yöntemlerdi. Onlar bu yöntemleri nesilden nesile aktarmışlardı.

Bu yöntemlerde esas olarak onlar, sembolik ifadelerle insanların içlerine korku salıcı ve savunma mekanizmalarını dumura uğratan algı oluşturmaya çalışıyorlardı. Bunlardan bazıları;

  • “Muhammed @ Peygamber olsaydı Esad Bin Zürare gibi en yakın arkadaşının hastalığını iyileştirirdi ve böylece o ölmezdi.”

  • “Elif / 1 Lam 30 / Mim/ 40 gibi harflere EBCED hesabı ile rakamlar verip Hz. Peygamberin iktidarına ömür biçerek İslam Cumhuriyetinin ömrünün en fazla 71 yıl olacağı.”

  • “Peygamberimizin sayılı günleri kaldığını ve yakın zamanda öldürüleceği.”;

    • Babil Kralı Baltazara yapılan korkutma gibi (Mene= sayılı günlerin sona ermesi, Tekel = Teraziye hafif gelme, Ufarsin= öldürülme)…….vb

Halbuki onlar Babil’de sürgünde oldukları zaman kurdukları gizli teşkilat ile esaretten kurtulmaya çalışıyorlardı. Bu örgüt vasıtasıyla Babil yönetimini devirmeyi planlamışlardı. Bu amaçla Babil yönetimini yıpratacak çeşitli sihir / psikolojik harp / komplo tekniklerini iki melikten öğrendiler. Fakat o melikler bu teknikleri öğretmeden önce onlara şöyle ikazlarda bulunmuştu;

“Şimdi siz sürgündesiniz. Cenab-ı Hakk’ın çetin bir sınavından geçmektesiniz. Zalim Babil Yönetimine karşı direnin, sabredin ve sakın kafirlerden olmayın! Bu teknikleri esaretten kurtulmak için Zalim Babil Yönetimine karşı kullanın. Ama sakın bu teknikleri kötü yolda, adaletli yönetimlere, hakkaniyeti gözeten yönetimlere karşı kullanmayın. Yoksa kafirlerden olursunuz” 

Yıkıcı (Harut) ve Bozucu (Marut) Psikolojik harp tekniklerini / sihir / komplo öğrenen Yahudilerin Şeytanları ise bunları kendi özgürlükleri için zalim Babil yönetimine karşı kullanmak yerine toplumun en küçük birimi aileyi parçalamak için, karı ile koca arasını açmada kullanmışlardır.

Medine’nin Yahudi şeytanları da şimdi aynısını Peygamberimizin iktidarına uygulamaktaydılar. Onların çok az bir menfaat için insanların doğru yoldan saptırılmasına çalışmaları ne kadar kötüdür. Bu geleceğini çok az bir bedele satmaktır. Halbuki takvalı olsalardı Allah onlara çok büyük bir ödül nasip edecekti. Çünkü Medine’de esarette olmadıkları gibi Medine Anayasasının önemli bir tarafını teşkil etmekte ve peygamberimiz ile birlikte hareket edecek olurlarsa Arabistan ölçeğinde hâkimiyetten pay almaları söz konusuydu. Fakat onlar kısa vadeli / günübirlik kazançlarını düşündüklerinden bu yaptıkları tavır ve davranışlarla gelecekteki büyük menfaati kaçırmaktaydılar.

 

102-103- Onlar (Yahudiler), Süleyman’ın mülküne / hakimiyetine / yönetimine karşı şeytanların uydurduğu sihr / yalan / desise / komploların peşine takıldılar. Halbuki Süleyman asla sözünden dönmedi / kafir olmadı. Tam aksine o şeytanlar kafir oldular. (Onlar) Babil'de iki meleğe / meliğe Harut (tahrip eden) ve Marut (bozan) adı ile indirilen yöntemleri öğreniyorlardı. / izliyorlardı. Halbuki o iki melik; “Biz (Babil esaretiyle) imtihan edilmekteyiz, (sabredin, az kaldı kurtulacağız) sakın ha küfre sapmayın!” demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle eşinin arasını açan / toplumu bölen ve parçalayan şeyleri öğreniyorlardı. –Ne var ki, onunla Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezlerdi. – Ama yine de kendilerine zarar verip, yarar sağlamayan şeyler öğreniyorlardı. Andolsun ki, onu satın alanın ahirette hiçbir nasibinin olmayacağını da gayet iyi biliyorlardı. Karşılığında kişiliklerini / şahsiyetlerini sattıkları o şey, ne çirkin bir şeydi! Keşke bilmiş olsalardı! Halbuki onlar eğer iman etseler ve takvalı olsalardı, Allah tarafından verilecek karşılık / ödül, daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi! (Bakara Suresi 102-103)

 

8.5. Yahudilerin Müminlerin İleri Gelenlerini Ayartma Çabaları

Hz.Muhammed@ Cenab-ı Hakk’ın kendisine bildirdiği yasa ve prensipler çerçevesinde ıslah çalışmalarına (ikincil düzenleme ve uygulamalar) başlamıştı. Yeni sistemde yasa ve prensipler Allah tarafından elçisine bildiriliyor ve elçisi de bunları yazılı / kitabi hale getirerek İslam/ barış toplumuna uyguluyordu. Yani peygamberimiz bu yasa ve esaslar çerçevesinde yürütme görevini yerine getiriyordu. Bu noktada kendisine inzal edilen yasa ve prensiplerin detaylı açıklaması olan ikincil mevzuatları / yönetmelikleri / içtihatları oluşturma yetkisinin üzerinde bir yetkiye sahip değildi. İslam Cumhuriyeti liderinin / yöneticilerinin bugünkü anlamıyla nazırlıkların / bakanlıkların icra ettikleri türden görev ve yetkileri aşan bir yetkileri yoktu. İslam Toplumu bireyleri ise Allah’ın belirlediği yasa ve esaslara uymakla yükümlüydüler.

Hz.Muhammed’in@ ilahi yasa ve prensiplere uygun olarak yaptığı ıslahat çalışmalarından münafıklar ve Yahudi ileri gelenler çok rahatsızdılar. Onlar halka zulmederek elde ettikleri imtiyazlarını kaybetmek istemiyorlardı. Fakat her yeni reform ve ıslahat düzenlemeleri ise onların zulümlerine engel oluyor ve haksız uygulamalarını ortadan kaldırıyordu. Onlar kendi çıkarlarını korumak için mümin ileri gelenlerini yanlarına çekerek Hz.Muhammed’in@ reformlarını gerçekleştirmede onu zor duruma düşürmeye çalıştılar. Bu amaçla onlar, mümin ileri gelenlere bu reformlarla sahip oldukları imtiyazları gittikçe kaybettiklerini söylediler. Böyle giderse yakın gelecekte mümin ileri gelenlerin de toplumdaki statülerini kaybedeceklerini belirttiler. Bu nedenle onların da kendilerine katılarak Hz.Muhammed’e@ “Raina” demelerini istediler. Onlar bu “Raina” sözüyle, peygamberimize “senin getirdiğin ilahi öğretiyi anlıyoruz. Fakat bu öğretileri yorumlayarak yapılacak ikincil düzenleme ve uygulamalarda bizi gözetirsen / bizim çıkarlarımızı gözetirsen ya da bizim isteklerimizi de dikkate alırsan o zaman biz de seni dinleriz, sana uyarız. Ama bizim çıkarlarımızı gözetmez ve bizim isteklerimizi dikkate almaz isen biz de seni dinlemeyiz.” diyeceklerdi. Yani onlar müminlerin ileri gelenlerinin yapılacak reformlarda peygamberimize dayatmada bulunmalarını ve pazarlık yapmaya zorlamalarını istediler. Müminler Yahudilerin bu ayartmalarına gelecek olurlarsa “Bizi güt” manasına da gelen “Raina” kelimesi ile onlar peygamberimizden krallık sistemini talep edeceklerdi. Bilindiği üzere krallık sistemlerinde toplumun ileri gelenleri ile kralın birlikte oluşturdukları bir koalisyon /bir yönetim tesis edilir. Toplumun ileri gelenleri taleplerini krala iletirler ve kral onların istekleri doğrultusundaki kararlar / düzenlemeler ile toplumu yönetir. Kral ileri gelenlerin çıkarlarına zarar verecek karar  / düzenleme ihdas edecek olursa ileri gelenler buna itiraz edeceklerdir. Halbuki peygamberlerin getirdiği ilahi sistemler ise bütün toplumun çıkarlarını dikkate alır. Allah alemlerin Rabbidir. Herkes O’nun kuludur. Kimse ayrıcalıklı değildir. Bu nedenle kendini toplumdan ayrıcalıklı görenlerin çıkarlarını değil, Allah’ın bütün kullarının menfaatine olacak şekilde düzenlemelerin yapılması / kararların alınması gereklidir. Peygamberin ve İslam Cumhuriyeti yöneticilerinin yapmaları gereken toplumdaki herkesi ilahi yasa ve düzenlemelere göre işlerini yapıp yapmadıklarına nezaret etmektir.

Cenab-ı Hak, müminleri münafık ve Yahudilerin ayartmalarına kanmamaları konusunda uyardı. Onlara “Raina” demeyin, “Unzura” deyin emri ile müminleri ilahi hükümlerin uygulanmasında kendilerine peygamberimizin nezaret etmesi / bakanlık yapması diğer bir ifade ile yaptıkları icraatların ilahi düzenlemelere uygun olup olmadığının denetlenmesini istemeleri talimatını verdi.

Cenab-ı Hak, müminlere yukarıdaki ihtarda bulunduktan sonra münafık ve Yahudi inkarcıların müminlerin hayrını / iyiliğini asla istemeyeceklerini belirterek onların kendilerini ayartıcı söylemleri hakkında dikkatli olmaları gerektiğine işaret etti.

 

104-105- Ey Müminler! (Yöneticilerinize) “Raina” demeyin, “Unzurna / Bize Nazırlık (Bakanlık) yap / işlerimizin ilahi hükümlere uygun olup olmadığı konusunda bize nezaret et” deyin ve (yöneticileriniz ilahi yasa ve esaslar çerçevesinde yönetişim yaparak aldığı kararları uyguladığı müddetçe onları) dinleyin. (İyi bilin ki dinlemeyip) İsyan / inkâr edenler için çok acıklı bir azap vardır. Ne Kitap Ehlinden inkarcılar ne de müşrikler, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Allah ise, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir. (Bakara Suresi 104-105)

 

 

 

8.6. Yahudilerin Hz.Muhammed’e @ İtaat Etmemek İçin Gerekçe Uydurmaları

Yahudilerin şeytanlaşmış ileri gelenleri statükoyu korumak için kendilerine indirilen Yahudi dininin prensiplerini uygulamakta olduklarını bildirerek, Hz.Muhammed’e@ indirilen prensiplere uymak istememektedirler.

Daha önce geçtiği üzere onlar «biz sadece bize indirilene uyarız» söylemi ile ifade ettikleri gibi peygamberimizin getirdiği düzenlemeleri reddediyorlardı. Bunu söylerken ilahi düzenlemelerin birbirini nakzedemeyeceği tam tersine destekleyeceği ve zıt düzenlemelerin olamayacağını iddia ediyorlardı. Kendi şeriatlarında haram olanların helal olamayacağı, helal olanlarında haram olamayacağını iddia ediyorlardı.

Buna gerekçe olarak Allah’ın koyduğu hükümlerin birbiri ile zıtlık aykırılık teşkil etmemesi gerektiğini söylüyorlardı.  Şayet bir aykırılık varsa o zaman bunlardan birisinin batıl, uydurma olduğunu ifade ediyorlardı.  Onlar bu söylemlerinden sonra şöyle diyorlardı;

“Mademki Muhammed’e indirilen Kitap bize indirilen Kitabı tasdik ediyor o halde onun hükümlerini de tasdik etmeli ve tasdik ettiği hükümleri ve uygulamaları değiştirmemelidir. Ama Muhammed bizim kendi müktesebatımıza dayanarak yaptığımız uygulamaları değiştiren düzenlemeler getirmekte ve bunu da Allah’ın bildirdiğini söylemektedir. Çelişki buradadır. Bizim kendi dinimizden kaynaklanan düzenlemelerimiz değiştiriliyorsa o zaman bu yeni din ilahi kaynaklı olamaz.”

Cenab-ı Hak, Yahudilerin şeytanlaşmış ileri gelenlerinin bu iddialarına cevap olarak;

“Eskiden kendilerine gelen yasa ve düzenlemelerin tarihsel süreç içerisinde kaybolduğu (unutturulduğu) ya da insanlar tarafından değiştirildiği fakat gönderilen elçiler vasıtasıyla orijinal haliyle veya zamanın değişen şartlarına uygun daha iyisinin gönderildiği, Hz.Muhammed’e@ indirilen yeni düzenlemelerin de bu minvalde toplum için eskisinden daha iyi olduğunu ya da dengi /benzeri olduğunu”

belirtti. Böylece onların ellerindeki Tevrat’a dayalı düzenlemelerin orijinal olmadığı, zaman içerisinde insanların işlerine geldiği gibi değiştirildiği vurgulandı. Hz.Muhammed’e@ indirilen yeni düzenlemeler ile daha önceki peygamberlerin getirdiği düzenlemelerle benzerlik / paralellik ya da zamana ve şartlara göre daha iyisinin getirildiği belirtildi.

 

106-107- Biz, herhangi bir ayeti yürürlükten kaldırır veya unutturursak, ondan daha iyisini yahut benzerini getiririz. Sen, Allah'ın her şeye gücünün yettiğini bilmez misin? Göklerin ve yerin egemenliğinin yalnız Allah'a ait olduğunu bilmez misin? Sizin için Allah'tan başka ne bir veli / otorite ne de bir yardımcı vardır. (Bakara Suresi 106-107)

 

8.7. Yahudiler Tarafından Müminlerin Hz.Muhammed’e@ İtaat Etmemeye Yönelik Kışkırtılmaları

Medine Yahudilerinin bazı şeytan ileri gelenleri, peygamberimizin yaptığı düzenlemeler ve uygulamalar konusunda müminlerin kalplerine fitne ve fesat tohumları ekiyorlardı. Onların zihinlerinde istifham oluşturacak şeyleri gündeme getiriyorlardı. Böylece müminler yeni düzenlemelerin ekonomilerine ve toplumsal yapılarına zarar verebileceği endişesine ve korkusunu kapılıyorlardı. Bunlara bir de seriyyeler ile çevre kabilelerin üzerine gidilmesi nedeniyle başlarına nelerin gelebileceği noktasında korku yaymaya çalışıyorlardı. Bu endişe ve korkuların verdiği telaş ile müminler peygamberimizin izlediği politika ve düzenlemeler konusunda kendisini sorgulamaya kadar işi vardırırlar.

İşte bu noktada Cenab-ı Hak, müminlere izlenen politika konusunda elçisine güvenmeleri gerektiği ve kendilerini kışkırtan Yahudilerin kendi peygamberleri Hz. Musa’ya@ yaptıkları gibi yapmamaları gerektiğini bildirdi. Kendilerini kışkırtan Yahudi şeytanların ahlaksız olduğunu ve içlerindeki kıskançlık nedeniyle müminlerin ileri gitmelerini istemediklerini vurguladı. Peygambere tam bir güvenle itimat etmelerini emretti. Şayet güvenmeyip / inanmayıp onu inkara / reddetme yoluna giderlerse doğru yoldan sapmış olacaklarını belirtti. Müminlere Kendi vaadi yerine gelinceye kadar doğru yolda azimle yürümelerini, sıkı durmalarını ve Yahudi şeytanların ayartmalarına gelmemelerini tembihledi.

 

108-110- Yoksa siz, evvelce Musa'nın sorgulandığı gibi Resulünüzü sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Halbuki her kim imanı küfürle değiştirirse doğru yoldan sapmış olur. Kitap Ehlinin büyük bir çoğunluğu, hakikat / gerçek kendilerine açıklandıktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan çevirip inkara döndürmek isterler. Fakat siz, Allah'ın emri / zaferi gelinceye kadar onlara uymayın ve sıkı durun. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter. Salatı ikame edin ve zekâtı verin! Kendiniz için ne hayır / iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Muhakkak ki Allah, bütün yaptıklarınızı görmektedir. (Bakara Suresi 108-110)

 

8.8. Kitap Ehlinin Cenneti Kendi İnhisarlarında Görmeleri

Yahudilerin kendilerini cennetlik olarak görüp müminleri aşağılamaları (daha önce de gündeme gelmişti ve ‘öyleyse ölümü temenni edin’ diye cevaplanmıştı) müminleri çok derinden etkiliyordu.

Dinleri kabul / tasdik edilmesine ve onların kıblesine dönülmesine rağmen Yahudiler yine de müminleri aşağılamaya çalışıyordu. Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde Yahudilere çok değer vermişti. Onları kazanabilmek ve onların desteğini alabilmek için kıbleyi Beytül Maktis olarak belirlemişti. Bütün bunlara rağmen Yahudi şeytanların peygamberimizin iktidarını sarsmak için yaptıkları yıkıcı kara propaganda ve alaylar müminlerin çok zoruna gidiyordu. Şimdi de sadece Yahudilerin cennete gideceği savına iyi bir cevap verilmeliydi.

Onların bu iddialarının ne kadar mesnetsiz olduğu ortaya konulmalı ve ayrıca varsa iddialarını ispata davet edilmeliydiler. Bunun için Cenab-ı Mevla onların karşısına müminlerin şu mealdeki savlarla çıkmalarını istedi;

“Onlar sadece kendilerinin cennete gireceğini mi söylüyorlar? Hristiyanlar da aynı iddiada bulunuyorlar, onlar da sadece Hristiyan olanların cennete gireceğini söylüyorlar. Sadece kendileri cennete gidecek olan grup hangisi? Yahudiler mi? Hristiyanlar mı? Bu soruya karşılık Yahudiler hemen «Hristiyanlar bu konuda hiçbir şeye dayanmıyorlar» diyecekler. O zaman siz de onlara «aynı şeyi Hristiyanlar sizin için söylüyorlar ve Yahudiler bu konuda hiçbir delile dayanmıyorlar diyorlar» diyeceksiniz. Onlara «Hatta müşrikler bile aynı konuda kendilerinin en doğru yolda olduklarını ve cennete sadece kendilerinin gideceğini iddia ediyorlar. Kim doğru söylüyor? Hadi müşriklerin bir kitapları yok ama Yahudi ve Hristiyanlar ilahi kitaba aşina oldukları halde bunu iddia ediyorlar.» diyeceksiniz. En sonunda da şunu söyleyin «hayır bu konuda hiçbir deliliniz yoktur. Kimseye üstünlük taslamayın. Cennete gideceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Kimse böyle bir şey iddia edemez. Cenab-ı Hak o mükafatı iyilerden olan, güzel eylemlerde bulunan ve kendini O’na adayan kimselere verecektir.» deyin”

111-113- Yahudi veya Hıristiyanlar “Bizden başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, kanıtınızı getirin.”  Hayır, kim güzel davranış ve iyiliklerde bulunarak varlığını Allah’a adarsa, işte onun, Rabbi katında mükafatı vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. Yahudiler, “Hıristiyanların (cennete sadece kendilerinin gireceği konusunda) hiçbir dayanakları yoktur” dediler. Hıristiyanlar da “Yahudilerin (cennete sadece kendilerinin gireceği konusunda) hiçbir dayanakları yoktur.” dediler. Oysa onlar, Kitab'ı okuyorlar. Kitabı bilmeyen kimseler (müşrikler) de onların sözünün benzerini söylediler. Artık Allah kıyamet günü onların anlaşamadıkları hususlarda aralarında hüküm verecektir. (Bakara Suresi 111-113)

 

8.9. Yahudilerin Müminleri Aşağılamalarına Verilen Cevap

Bir Cuma günü peygamberimiz Mescidde müminlere hitap ederken ticari bir kervanın geldiği haberi mesciddekilere ulaşır. O zamanki adet gereği kervanlar büyük coşku ve eğlencelerle karşılanırdı. Zira kervan şehrin ihtiyaçlarını karşılayan malları getiriyordu. Şehir halkı ihtiyaçlarını tedarik etmek için kervanı karşılıyor ve gelen mallardan ihtiyaçlarını satın alıyordu. Bu nedenle müminler hutbe okunurken mescidi terk ederek kervana koşmuşlardı. Mescid bir anda boşalmıştı ve Peygamberimiz hutbede ayakta kalakalmıştı. Bu hareket eski alışkanlıkları / gelenekleri itibariyle Arap müminler için normaldi fakat bir medeniyet oluşturacak toplum için yanlış bir hareketti. Zira İslam Cumhuriyetinde Cuma salatı / toplantısı yönetimin halka hesap verdiği ve yapacağı icraatları da halkın onayına sunduğu son derece önemli bir yönetişim aktivitesiydi. Acil durumlar hariç bu yönetişim aktivitesinin önününe hiçbir şey geçmemeliydi.  Ama bunun önemini kavrayamamış ve yaptıklarının yanlış olduğunun farkında olmayan bazı müminler eski geleneklerine / alışkanlıklarına uyarak bu hatayı yapmışlardı.  

Olaydan haberdar olan Yahudilere alay etmek için gün doğmuştu. Onlar müminlerin bedevi, medeniyetten yoksun, ilkel, vahşi, kaba, görgüsüz vb. sıfatlara haiz Araplardan oluştuğunu ifade ederek onları aşağıladılar. Liderlerini / peygamberlerini hutbede ayakta bırakan insanların büyük bir medeniyet kurmalarının inkansız olduklarını söylediler. Diğer taraftan kendilerinin kültürel, entelektüel açıdan en üst seviyede olduklarını söyleyerek medeniyet kuracak toplumun ancak kendileri gibi birikime sahip kimselerden oluşması gerektiğinden dem vurdular. Onların bu alaycı söylemlerine Cenab-ı Hak şu mealde cevap verilmesini elçisine bildirdi;

“Göklerde ve yerde bulunan herşeye Allah hükümrandır ve O’nun mutlak gücüne kimse karşı koyamaz. O her şeye hükmünü geçiren yegane hakimdir. Dolayısıyla O’nun vaad ettiği medeniyetin oluşumuna kimse engel olamaz / olamayacaktır. Evet, bu Arap toplumu medeniyetten uzak bir toplumdur ama gönderdiğimiz elçimiz emir ve talimatlarımızı onlara bildirdikten sonra onlar hatalarını anlamakta ve derhal yanlışlarını düzeltmektedirler. Kendilerini arındıran / ıslah eden bu topluluğu örnek alarak kendilerini düzelten diğer Arap kabileleri de Allah’ın dinine girerek karşı konulmaz bir güce ulaşacaklardır. Peki, Ey Yahudiler! Siz ne yapıyorsunuz? Kitap ehli olmakla, ikahi kanunları bilmekle ve entelektüelliğinizle övünüp durmaktan öte bir şey yapmıyorsunuz. Allah size bu yasaları sadece kültürünüzü geliştirin diye mi indirdi? Tevratla bildirdiği yasalarını hayatınıza uygulamadıktan sonra onları bilgi olarak zihninizde taşımanızın bir önemi var mı? Bu halinizle sizin kitapları sırtında taşıyan eşeklerle bir farkınız olabilir mi? Onlar kültür hazinelerini içeren kitapları sırtında taşıyor, siz ise zihninizde taşıyorsunuz. Her ikinizde o bilgilerin öneminden haberiniz yok ve yaşam pratiğine aktarmıyorsunuz.  Üstelik hayatınızda hiçbir göstergesi olmayan ve sadece zihninizde taşıdığınız bu bilgi hazinelerine sahip olmakla Allah’a herkesten daha yakın olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Eğer bu iddianızda samimi iseniz o takdirde Allah’a bir an önce kavuşmayı arzu edin. Ama Allah’ın emir ve talimatlarını yerine getirmede hiçbir gayretiniz olmadığının ve O’nun yolundan uzak bir yaşam sürdürdüğünüzün farkında olmanız nedeniyle O’na kavuşmayı asla istemiyorsunuz, O’na hesap vermekten kaçıyorsunuz. Fakat bu hayatınız elbet bir gün sona erecek ve hesap vermek üzere O’nun huzuruna götürüleceksiniz. Hesaptan asla kaçamayacaksınız.”

Cenab-ı Hak, yukarıda ifade edilemeye çalışılan söz konusu hususları Cumua Suresinin ilk sekiz ayetinde şöyle inzal eder;

 

Rahman, Rahim Allah Adına

1-8- Göklerde ve yeryüzünde olan her şey, mutlak egemen, mukaddes, mutlak güç sahibi ve herşeye hükmünü geçiren ve her şeyi hikmetli yapan Allah’ı tesbih etmektedir. Ümmi (Araplar) arasından bir elçi gönderen O’dur. Onlar, önceden açık bir sapıklık içinde olsalarda gönderilen bu elçi onlara Allah’ın ayetlerini okumakta, onları arındırmakta, onlara kitabı ve hikmeti öğretmektedir. Bu elçi, iman etmiş bu ümmi araplara henüz katılmamış olanlara da gönderilmiştir. Ve O, karşı konulmaz bir güç sahibi ve herşey hükmünü geçirendir. Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, büyük lütuf sahibidir. Kendilerine Tevrat verilipde onu uygulamakla mükellef tutulmalarına rağmen onu karşı yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin durumu, ciltlerle kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan toplumun hali gerçekten çok fenadır! Allah, zalimler toplumunu doğru yola iletmez. De ki: “Ey Yahudiler! Eğer insanlar arasında imtiyazlı olarak yalnız kendinizin Allah’ın velîleri / dostları olduğunuzu sanıyorsanız ve bunda da samimiyseniz o zaman hemen ölümü isteyin bakalım.” Oysa onlar, işledikleri kötü fiiller nedeniyle ölümü asla istemezler. Allah, zalimleri çok iyi bilir. De ki: “Kendisinden kaçtığınız ölüm, mutlaka sizi bulacaktır. Sonra gizliyi de aşikarı da bilen Allah’ın huzuruna getirileceksiniz. O, size yapmış olduğunuz şeyleri bir bir haber verecektir.” (Cumua Suresi 1-8)

 

Cenab-ı Hak, daha sonra müminlere dönerek onlara yaptıkları yanlış hareketi bir daha tekrarlamamaları hususunda uyarır ve yapmaları gerekenleri bildirir. Medeni insanların toplumun sorunlarının görüşüldüğü, yöneticilerin hesap verdiği ve icraatlarının denetlendiği Cuma salatlarına azami dikkat göstermeleri gerektiğini belirtir. Yönetişimin kendi yararlarına olduğunu vurgular. Cuma toplantısından sonra yeniden herkesin işinin başına geçmesine ve alım satıma devam ederek nasibini aramalarını talimatlandırır. Kurtuluşa ermenin formülünün Kendisini çokça anmak olduğunu ifade eder. 

 

9-11-Ey iman edenler! Cuma günü salat için (namazdan sonra toplum sorunlarının görüşüldüğü, yöneticilerin hesap verdiği, yönetim ve halkın sorunları çözmek için yönetişim yaptığı haftalık olağan toplantı için) çağrıldığınız zaman, alış-verişi bırakın ve derhal Allah’ı anmaya koşun. Eğer bilirseniz, sizin için en hayırlı / faydalı olan budur. Cuma salatı (namazdan sonra toplum sorunlarının görüşüldüğü, yöneticilerin hesap verdiği, yönetim ve halkın sorunları çözmek için yönetişim yaptığı haftalık olağan toplantı) bittikten sonra yeryüzünde dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Kurtuluşa ermek için Allah’ı çokça anın. Onlar bir ticaret ve eğlence görünce seni ayakta bırakarak ona koşmuşlardı. De ki: “Allah’ın yanında olanlar, eğlenceden de ticaretten de daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cumua Suresi 9-11)

bottom of page