top of page

BÖLÜM 17

UHUD SAVAŞI

 

17.1. Ebu Süfyan’ın ve Ebu Amir El- Fasık’ın / Rahib’in İslam Ordusunu Bölme Oyunları

Ordular savaş düzeni aldıktan sonra Ebu Süfyan öne çıktı ve İslam Ordusunun içindeki Medinelilere seslenerek kendileri ile bir düşmanlıklarının olmadığını, Hz.Muhammed@ ve muhacirlerle görülecek hesaplarının olduğunu ve bu nedenle onların aradan çekilmelerini istedi. Eğer bu çağrısına uyacak olurlarsa Mekke Ordusunun Medinelilere asla bir zarar vermeyeceğini belirtti. O bu çağrısı ile İslam Ordusunu sadece muhacirlerden oluşan ve kendileri için kolay bir lokma haline getirmeyi arzuluyordu.

Ebu Süfyan’ın Medinelilere yönelik yaptığı ihanet çağrısına Medineli müslümanlar taş atarak karşılık verdiler ve böylece Ebu Süfyan’ın İslam Ordusunu bölme oyunu tutmadı. Ebu Süfyan’ın İslam Ordusunu bölme oyunu tutmayınca bu kez Ebu Amir el-Fasık / Rahib sahneye çıktı.  Evs kabilesinin ileri gelenlerinden olan ve Medine İslam Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında Medine Anayasasını / Vesikasını reddederek Mekke’ye sığınan Ebu Amir el-Fasık / Rahib, Uhud’a Mekke Ordusunun saflarında gelmişti. Çok iyi savaşçılara sahip Evs kabilesini İslam ordusundan ayırmak için onlara hitaben bir konuşma yaptı. Kendisinin müşrik dönemdeki saygınlığını kullanarak kabilesinde etkili olabileceğini düşünüyordu. Ancak Evs kabilesi müminleri, onun ihanet çağrısına da olumsuz yanıt verdiler ve Hz.Muhammed’e@ bağlılıklarını haykırdılar.

 

17.2. Mübarezeler (Teke Tek Çarpışmalar)

Bölme girişimleri başarısız olan Mekke ordusu zamanın meşhur savaşçılarını teke tek savaşmaları için Talha bin Ebu Talha ve Osman bin Ebu Talha’yı meydana sürdü. Peygamberimiz@ bu müşrik savaşçıların karşısına Hz. Ali ve Hz. Hamza’yı, çıkardı. Yapılan teke tek çarpışmalarda mümin savaşçı yiğitlerin rakiplerini öldürmeleri, savaşın başlangıcında İslam Ordusunun moralini yükseltti. Teke tek çarpışmaların yapıldığı sırada Mekke ordusu süvarileri de Okçular / Ayneyn tepesini kontrol altına almaya çalışıyorlardı. Halid b. Velid komuta­sındaki bu süvariler, İslam ordusunu arkadan vurmak için tepenin arkasından dolanmaları ve tepedeki mümin okçuların ok yağmurundan kendilerini korumaları gerekiyordu.

 

17.3. Savaşın Başlaması

Teke tek mübarezelerden sonra ordular birbirlerine şiddetle saldırmasıyla beraber topyekûn savaş başladı. İslam Ordusu askerleri, Mekke ordusunun merkezine doğru ilerlediler.  Savaşın iyice kızıştığı ilk sıralarda Mekke ordusu büyük bir bozgun yaşıyordu. Hızla geri kaçmaya başladılar. Mekke ordusu, bu kaçış sırasında 20 kadar savaşçısını kaybetti. Ebu Süfyan bile az daha Hanzala tarafından öldürülüyordu. Mümin savaşçılar ise tıpkı Bedir’deki gibi kolay bir zafer elde ettikleri zannına kapıldılar. Aynı Bedir’de olduğu gibi hemen ganimet toplamaya başladılar. Hâlbuki Bedir’de bu yanlışı yapmalarına rağmen Cenab-ı Hakk’ın yardımı ve inayetiyle müşriklerin komutanlarının öldürülmüş olması ve müşrik ordusunun başsız kalmış olması nedeniyle müminlerin kolay bir zafer elde etmişlerdi. Eğer müşrikler, toparlanıp tekrar saldırsalardı zaferin mağlubiyete dönüşmesi muhtemeldi. Ama şimdi aynı hatayı işleyen mümin savaşçılar ganimet sevdasıyla ordu disiplinini bozdular hatta silahlarını bile bıraktılar. Hz.Muhammed@ orduyu savaş disiplininde tutmaya çalışsa da düşman kuvvetlerini kovalayan İslam savaşçıları ile komuta merkezi arasındaki iletişimin kaybolması nedeniyle orduya başıboşluk hâkim oldu. Mekke ordusunun bozguna uğrayıp geriye doğru kaçıştığını gören / zanneden okçular da savaşın bittiğini düşünerek ganimetten pay kapmak için Okçular (Ayneyn) tepesindeki mevzilerini terk ettiler.  Okçuların komutanı Abdullah bin Cübeyr askerlerini tepe de tutmak için Hz.Muhammed’in@ talimatını hatırlatmasına rağmen askerler emri dinlemedi ve meydana koştular. Okçular komutanlarına “görmüyor musun savaş bizim zaferimizle neticelendi” diyerek emre itaatsizlik gösterdiler. Hâlbuki Hz.Muhammed@ bu okçuları mevzilerine yerleştirirken zaferin onların bu cepheyi muhafaza etmesine bağlı olduğunu sıkı sıkı tembihlemişti. İslam Ordusunun emniyetini sağlayan Okçu birliğinin sahaya inmesiyle Okçular / Ayneyn tepesinin boşaldığını gören Halid bin Velid süvari birliğini harekete geçirdi ve tepenin etrafını dolandı. Önce Hz.Muhammed’in@ talimatına sadık kalarak tepede kalmaya devam eden 7-8 okçuyu şehit etti. Daha sonra İslam ordusuna arkadan saldırdı.  Halid bin Velid’in İslam ordusunun arkasına sarktığını gören Ebu Süfyan da Mekke ordusunu toparlayıp karşı saldırıya geçirmeyi başardı. İslam Ordusu arkadan ve önden kıskaca alındı.

sekil5.png

Şekil 5: Uhud Savaşı Temsili Figürü

17.4. Zaferin Bozguna Dönmesi

İslam askerleri tüm disiplinini kaybetti ve darmadağını oldu. Herkes kendi başına hareket ediyor ve canını kurtarmaya çalışıyordu. Mekke ordusu onların üzerine kâbus gibi çökmüştü. Müthiş bir panik yaşanıyordu. Öylesine bir panikti ki birbirlerine bile kılıç sallayıp ölmelerine ya da yaralamalarına sebep oluyorlardı. ([1]) Bazısı Uhud dağına doğru kaçmaya çalışıyordu. Hatta Sa’d bin Osman gibi kaçıp Medine’ye gidenler bile vardı.

Dağılan İslam Ordusunu tekrar toparlamak için peygamberimiz İslam askerlerini sürekli kendi yanına çağırıyordu. O’nun çağrısını duyan mümin askerler çevrelerini saran düşman askerlerinin kuşatmasından kurtulabilirlerse merkeze doğru geliyorlardı. Ancak peygamberimizin sesini duyabilen azdı. Çoğunluğu da Uhud Dağı tarafındaki boşluğa doğru kaçıp dağa sığınmaya çalıştılar. Peygamberimizin etrafında bulunan az sayıdaki mümin savaşçılar peygamberimizi cansiperane savunuyorlardı.  Peygamberimizin çağrısını işiten Mekke ordusu ise peygamberimizin olduğu merkeze doğru saldırmaya başladılar. Oldukça az sayıda müminler çevrelerini saran müşriklere karşı destansı bir direniş sergiliyorlardı. Mekke ordusu bu direniş gurubunu ok ve mızrak yağmuruna tuttu. Müminler ise peygamberimizi korumak için bedenlerini oklara, mızraklara ve hücum ettiklerinde de kılıçlara siper ettiler. Müşriklerin bu şekildeki hücumları sırasında yedi mümin şehit oldu. Hz. Hamza da Vahşi’nin attığı mızrak ile şehit olanlar arasındaydı. Hz Muhammed@ ise hem çatışıyor hem de çevresindeki mümin savaşçılara müthiş bir cesaret, güç ve moral veriyordu. Peygamberimiz kendisine kadar ulaşan müşrik askerlerden Übey bin Halef’i mızrak darbesi ile yaraladı. Übey aldığı o yara ile Mekke’ye varamadan öldü.

 

17.5. Hz.Muhammed’in @ Yaralanması ve Öldürüldüğü Şayiası

Hz.Muhammed@ ve etrafındaki mümin grup düşmana karşı gerçekten müthiş bir direniş yapıyorlardı;

Bir keresinde peygamberimizin yanına kadar sokulmayı başaran Abdullah Bin Kamia’yı  Nuseybe Hatun engelleyerek Peygamberimizi korudu. Daha sonra ise Mus’ab Bin Umeyr Kamia’nın karşısına çıktı. Fakat Kamia Mus’ab bin Umeyri şehit etti. Bu sefer Utbe b. Ebi Vakkas hücuma geç­ti. Fakat canları pahasına çarpışan müminleri aşamayınca elindeki taşı peygamberimize attı. Taş peygamberimizin ağzına isabet etti ve dudağını yaralayıp dişini kırdı. Peygamberimizin yanına kadar sokulmayı başaran müşriklerden birisi de Abdullah b. Şihab’dı. Onun peygamberimize doğru yaptığı hamle sırasında kılıcıyla peygamberimizin başındaki miğferi parçaladı.  Miğferin halkaları peygamberimizin yüzüne saplandı. Aldığı darbe ile peygamberimiz sendeledi o sırada diğer yönden Abdullah bin Kamia da bir hamle yaptı ve peygamberimizin omzuna bir kılıç darbesi indirdi. Peygamberimiz arka arkaya aldığı darbeler ile yere düştü ve müşriklerin savaş öncesi tuzakladığı bir çukura yuvarlandı. Peygamberimiz bu kez omuzundan yaralanmıştı ancak O’nun başından ve omzundan aldığı darbelerle çukura yuvarlanması, müşriklerin O’nu öldürdükleri zannına kapılmasına neden oldu. Bu zanla Abdullah bin Kamia peygamberimizi öldürdüğünü haykırmaya başladı.  Onun peygamberimizi öldürdüğünü bağırması kısa zamanda savaş meydanındaki herkese ulaştı. Bu haberi duyan müminlerin bazıları savaşmayı bırakıp canlarını kurtarmak için Uhud dağına doğru kaçtılar. Bazıları ise peygambere olan sevgilerinin göstergesi olarak “Allah elçisi öldüyse biz ne diye yaşıyoruz” diyerek müşriklerden intikam almak için öfkeyle düşmana saldırarak şehit oluncaya kadar çarpıştılar.

Hz. Ali ve Hz. Talha yaralanan peygamberimizi düştüğü çukurdan çıkardılar. Onlar peygamberimizi gizleyerek Uhud dağı eteklerindeki kayalıklara taşıdılar ve onu emniyete aldılar.

 

17.6. İslam Ordusunun Uhud Dağına Çekilmesi

Peygamberimizin öldüğü söylentisi müminlerin üzerine yapılan hücumların yoğunluğunu azaltmıştı. Onlar bu durumdan yararlanarak peygamberimizi Uhud dağının eteklerindeki kayalıklara taşıyarak emniyete almayı başarmışlardı. Onun taşıyan müminler, Uhud kayalıklarına daha önce sığınan mümin savaşçılardan Peygamberimizin öldüğü söylentisine inanan ama yaşadığını gören müminlere de sessiz olmalarını söylediler. Müşrik ordusunun O’nu öldü bilmesinin gerektiğini ifade ettiler.

Mekke ordusu peygamberimizin öldürüldüğünü duyduktan sonra savaşın şiddetini azalttılar ve İslam Ordusunun Uhud Dağına çekilmesini önemsemediler. Zira onların asıl hedefi peygamberimizdi ve O da artık ölmüştü. Daha fazla Medineli öldürerek kendilerine düşman yaratmanın anlamı yoktu. Sağ kalan bütün İslam Ordusu askerleri dağa sığındı. Artık meydan savaşı sona ermişti. Yine de Mekke ordusu dağa çekilmiş müminlere ok atıyorlardı. Müminler ise çıktıkları kayalıkları kendilerine siper ederek onların oklarından kendilerini korudukları gibi onlara taşla ve okla savunma yapıyorlardı.

 

17.7. Medine İslam Ordusunun Dinlenmesi (Uyku) ve Kendine Gelmesi (Güven)

Uhud’a çekilen Medine İslam Ordusu güvenli yerde oldukları için hem dinleniyorlar hem de yaralarını sarıyorlardı. Bir taraftan da birbirleri ile tartışıyorlardı. Onlardan Medine ‘de kalıp şehri savunma yanlısı olan bazı müminler meydan savaşından yana olan müminlere “işte gördünüz! Bu bozgunda bizim hiç sorumluluğumuz yok! Bu tamamen sizin seçiminiz! Sizin seçiminizin hatası! Eğer Medine’yi savunsaydık bunlar başımıza gelmezdi ve bu ölümleri yaşamazdık. Bir sürü insan kaybettik!” şeklinde serzenişte bulundular. Diğerleri de onlara karşılık veriyorlardı. Bir süre sonra müminler yaptıkları tartışmayı kesip sükûnetin daha iyi olacağını değerlendirdiler. Zira şu anda tartışmanın ve karşılıklı birbirlerini suçlamanın anlamı yoktu. Önce şu beladan kurtulmak için biraz dinlenmek iyi olacaktı. Telaş, korku içerisinde kimse sağlıklı bir değerlendirme de bulunamıyordu. Biraz dinlendikten sonra ve bazıları uyuduktan sonra kendilerine güven geldi. Yaptıkları hatalar gözlerinin önünden bir filim şeridi gibi geçti. Bundan sonra kayıplarına ve ellerinden kaçırdıkları fırsata değil ellerinde kalanların değerini bilmenin ve onları korumanın gereği üzerine yoğunlaştılar.

Hz.Muhammed@ yaşıyordu. Liderleri sağdı ve hükümetleri ve davaları devam edebilecekti.  Şu anda Hz.Muhammed’in@ ölü gösterilmesi daha fazla zayiat vermemek için iyi bir taktikti. Tamamen yok olmaktan kurtulmuşlardı. Tekrar toparlanabilme imkânları vardı. Hatta tekrar savaşabilecek ve bu sığındıkları Uhud dağının kale gibi korunma imkânlarından da faydalanacak olurlarsa düşman kuvvetlerine ağır zayiatlar verdirilebileceklerini değerlendirdiler. Bunun için yeniden savaş disiplininin alınması talimatı peygamberimiz tarafından verilince herkese büyük bir güven geldi. Medine İslam Ordusu yeniden canlandı. Fakat meydana inerek savaşmak için değil, Uhud dağında siperlenerek savunma yapmak şeklinde konuşlanıldı.

 

17.8. Ebu Süfyan’ın Uhud Savaşına Son Vermesi

Mekke ordusu, dağdaki müminlere saldırmaya cesaret edemedi. Zira dağa doğru saldırmak zayiat vermek demekti. Ayrıca onlara göre artık Medine İslam Ordusu başsız kalmıştı. Savaşın kesin galibi Mekke ordusuydu.  Bedir’in intikamını almışlardı.

Mekkeliler Bedir’in intikam belgesi olarak yanlarında götürmek için savaş meydanında şehit edilmiş müminlerin kulaklarını, burunlarını kesmeye başladılar. Bir taraftan da Hz.Muhammed’in@ cesedini arıyorlardı, fakat bulamadılar. Bunun üzerine Ebu Süfyan Hz.Muhammed’in@ yaşıyor olabileceğini düşündü. Uhud Dağı eteklerine kadar geldi ve müminlere Muhammed’in@ aralarında olup olmadığını sordu. Cevap alamadı. Sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i sordu. Hz.Muhammed@ cevap verilmemesini istemişti. Fakat Hz. Ömer dayanamadı ve sorduğu şahsiyetlerin hepsinin yaşadığını haykırdı.

Ebu Süfyan şüphesinin doğru çıktığını bunun bir harp hilesi olduğunu anladı. Fakat savaşı sürdürmenin faydadan ziyade zarar getireceğini, hazır kazanılmış bir zafer elde edilmişken bu zaferle geri dönmenin kendi iktidarı için önemli olduğunu düşündü. Aksi takdirde verilecek her zayiat kendi iktidarını zayıflatacak ve başarısızlığın faturası kendisine çıkarılacaktı. Bu zaferle Bedir’in intikamının alınmış olması Mekkelileri teskin edecekti. Ayrıca aldığı bu mağlubiyet nedeniyle Muhammed @ şahsında Medine İslam Cumhuriyetinin iktidarı zor duruma düşecekti.   Hatta bu yenilgiden sonra O’nun iktidarını sürdürmesi neredeyse imkânsızlaşacaktı. Şayet bu zayiattan sonra Medine’de meydana gelecek kriz yönetilemeyecek olursa Hz.Muhammed@  ve müminler bizzat Medinelilerce Medine’den atılacaktı. Böylece gidecek yeri olmayan Hz.Muhammed@ yine Mekke müşriklerince ele geçirilecek ya da buna bile gerek kalmadan belki de Medinelilerce öldürülecekti.

Bunları düşünen Ebu Süfyan, savaşı devam ettirmenin akıllıca olmadığı sonucuna vardı. Bu nedenle Hz. Ömer’le yaptığı diyalogda her ne kadar Bedir Savaşında İslam Cumhuriyetinin / İslami Sisteminin “hak / doğru ve üstün” olduğu ortaya konmuş olsa da Uhud savaşındaki müşrik kuvvetlerinin bu zaferiyle şirk sisteminin “hak/doğru ve üstün” olduğunu “Hübel En Yücedir” diyerek ilan etti. Fakat Hz. Ömer onun bu ilanının altında kalmadı ve yenilgiye rağmen İslam Cumhuriyetinin / sisteminin “hak / doğru ve üstün” olduğunu “Allah En Yücedir” diyerek haykırdı. Ebu Süfyan bu kez şirk sisteminin galip geldiğini “Bizim Uzzamız var sizin yok! / Bizim izzetimiz ve üstünlüğümüz var, bu savaşla sizin izzetiniz / üstünlüğünüzün olmadığı ortaya çıktı” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer “bizim Mevla’mız Allah’tır, Sizin ise mevlanız yoktur!” diye haykırarak eninde sonunda Allah’ın yardımı ile galip geleceklerini, onları yok edeceklerini ve onların yardım edenlerinin bulunmayacağını ifade etti. Ebu Süfyan, Hz. Ömer’in ne demek istediğini gayet iyi anlasa da kendi iktidarının geleceğinin bu zaferle taçlanacağını düşünerek bu başarıya gölge düşürmek istemediğinden «madem öyle gelecek yıl Bedir’de görüşmek üzere» deyip zafer kazanmış komutan edasını bozmadan Uhud’dan ayrıldı.

 

17.9. Savaşın Bilançosu

Mekke ordusunun Uhud’dan ayrılmasından sonra Müslümanlar dağdan indiler. Fakat peygamberimiz Hz. Ali’yi Mekke ordusunun Mekke’ye mi yoksa Medine’ye saldırmak için mi gittiğini araştırmak amacıyla peşlerinden gönderdi. Hz. Ali Mekke müşrik ordusunun atları yedeklerinde olmak üzere develerine binip gittikleri haberini getirince onların Mekke’ye doğru yollandıkları anlaşıldı. Emniyette oldukları anlaşıldıktan sonra savaş meydanındaki şehitlerle ilgilenmeye başladılar. İslam ordusundan 64’ü Medineli Ensar’dan, 6’sı Mekkeli muhacirlerden olmak üzere toplam 70 şehit vardı.  Mekke müşrik ordusunun bu savaştaki kaybı ise 22 kişiydi.  Mekke müşrikleri Bedir’in intikamının delili olsun diye şehit olan mümin askerlerin kulaklarını ve burunlarını kesmişlerdi. Bozgun başladığında Medine’ye kaçan müslüman askerlerin verdiği kötü haber nedeniyle savaş meydanına koşan Medineli kadınlar alanı doldurdu ve meydan tam bir matem ve ağıtlarla doldu. Bazı aileler şehitlerinin cesetlerini şehre götürme girişiminde bulunmuşlardı, fakat peygamberimiz buna müsaade etmedi. Şehitlerin şehit oldukları yere gömülmelerini emretti.

 

17.10. İslam Ordusunun Medine'ye Dönüşü

Şehitler defnedildikten sonra İslam Ordusu Medine’nin yolunu tuttu. Fakat başta peygamberimiz olmak üzere hepsi son derece perişan, yorgun ve üzgün vaziyetteydiler. Şehit olanların eşleri ağlıyordu. Orduda önemli sayıda savaşçı da yaralıydı. Ordunun önünde ilerleyen atın üzerinde peygamberimiz olduğu halde Medine’ye girdiler. Mescidin önüne gelindiğinde sahabenin kollarına girmesiyle peygamberimiz ancak atından inebildi. Çukura düşerken dizlerinden, kılıç darbeleriyle alnından, şakağından ve omzundan yaralanmış olduğundan hemen odasına dinlenmeye alındı. Odasına girmeden önce diğer yaralıların tedavilerinin yapılması talimatını verdi.  Herhangi bir saldırı ihtimaline karşı İslam ordusu askerlerinden yedi mücahit peygamberimizin odası önünde sabaha kadar nöbet tuttular.

 

17.11. Mekke Ordusunun Takip Edilmesi

Mekke müşrik ordusu Mekke yolunda ilerlerken Revha denilen yerde geceyi geçirmek üzere konakladılar. Konaklama sırasında Mekke ordusunun ileri gelen komutanlardan bazıları, yaptıkları savaştan zaferle çıkmış olmakla birlikte Hz.Muhammed’i@ yok etmek için ellerine geçen fırsatı değerlendiremediklerini gündeme getirdiler.  Medine’ye dönüp sorunu kökten halletmek için Hz.Muhammed’i@ ve yakın arkadaşlarını öldürmeyi tartışmaya açtılar.  Bu görüşe Safvan Bin Ümeyye bin Halef karşı çıktı.  Elde ettikleri zaferin çok değerli olduğunu, Hz.Muhammed’in@ bu aşamadan sonra Medine’nin başında kalabilmesinin imkânsız olduğunu belirtti. Ayrıca geri dönüp Medine’ye saldırmanın çok tehlikeli olduğunu, Medine’ye saldırılması halinde Uhud’a katılmamış münafıkların ve hatta Yahudi kabilelerin bile yurtlarını savunma amacıyla karşı koyabileceklerini, ayrıca savaşa katılmış Müslümanların öfke ve hınçla saldırmaları halinde çok kayıp verebileceklerini söyledi. Hâlihazırda elde edilmiş zaferi lekelememek ve beklenmeyen bir hezimet yaşamamak için Medine’ye tekrar saldırmaya karşı olduğunu ifade etti. Ancak Ebu Süfyan dâhil o şahin komutanların görüşleri baskın çıktı ve Medine’ye saldırmaya karar verdiler. O sıra da Abdulkays oğullarından bir kafile Medine’ye yiyecek almak üzere gidiyordu. Ebu Süfyan kafiledekilere Hz.Muhammed’i@ ve arkadaşlarını öldürmek üzere Mekke ordusunun Medine’ye geri dönüp baskın yapacağını Yahudi liderlere ve / veya münafıkların reisi Abdullah bin Übey’e söylemelerini istedi. Onun amacı bu haberin Medine’de yayılmasıyla müminlere ve ailelerine büyük bir korku verilecek ve canlarını kurtarmak için Hz.Muhammed@ ile muhacir müminleri Medine’yi terk etmeye zorlayacaklardı. Hz.Muhammed@ ve arkadaşları da durumun vahameti ile Medine’den ayrılmak zorunda kalacak ve Mekke’ye de geri dönemeyeceği için kurda kuşa yem olacaktı. Böylece çatışmaya bile ihtiyaç kalmadan İslam Cumhuriyeti yıkılmış ve Hz.Muhammed’den@ kurtulunacaktı. Ebu Süfyan bu hesapları yaparak Medine’ye ansızın saldırmak yerine önceden kendi yandaşları aracılığı ile saldırı haberini Medine’ye gönderdi.

Abdulkays oğulları Medine’ye ulaşır ulaşmaz Ebu Süfyan’ın Mekke müşrik ordusunun toplanıp Medine’ye saldıracağı ve öldürücü darbeyi vuracakları noktasındaki tehditlerini sabahın erken saatlerinde Abdullah bin Übey’e iletti. Haber Medine’de çalkalandı ve büyük bir infial yarattı. Özellikle münafıklar müminleri Mekke ordusunun geri dönüp peygamberi ve yakın arkadaşları olan müminleri kılıçtan geçireceği şeklinde korku yayıyorlardı. Fakat peygamberimiz onların bu korkutmalarına karşı “Allah bize yeter, O ne güzel vekil ne güzel yardımcıdır” dedi ve derhal mücahitlere toplanma talimatı verdi. Birkaç saat içerisinde Uhud’a katılmış askerlerden oluşan yetmiş kişilik bir askeri birliği hazır hale getirdi.

Abdullah bin Übey de bu harekete iştirak etmek istedi, fakat peygamberimiz onun teklifini reddetti. O’nun bu birliğe iştirak etme isteği gerçekten düşmana karşı savaşmak değil tam aksine düşman güçlerine nasıl yardımcı olabileceğinin entrikası peşinde idi. Abdullah bin Übey 70 kişilik bir kuvvetle 2974 kişilik Mekke ordusunun karşısına çıkacak İslam Ordusunun başarı şansının olmayacağını biliyordu. Ancak peygamberimizin onları kaçırmak için çeşitli askeri hileleri uygulayacağını da biliyordu. Bu nedenle peygamberimizin stratejisini bozmak niyeti ile İslam ordusuna katılacaktı. Ama peygamberimiz onun niyetini iyi okuduğu için orduya katılma isteğini geri çevirdi.

İslam ordusunun çoğu askerlerinin yaraları taze, kendileri ayakta durmakta dahi zorlanmalarına ve çektikleri acılardan dolayı geceyi uykusuz geçirdiklerinden bitkin olmalarına rağmen peygamberimizin çağrısına icabet ederek hemen harekete geçtiler. Aynı şekilde yaralı ve bitkin olmasına rağmen Peygamberimiz bu harekâtın başına geçerek birliğin komutanlığını bizzat üstlendi. Böylece Mekke ordusunu takip amacıyla Hamra’ül Esed askeri harekâtı başladı. Harekât adını, İslam ordusunun Mekke ordusu peşinden Hamraül Esed mevkiine kadar gidip orada konaklamasından almıştır.

Peygamberimiz emrindeki askerlerin azlığına rağmen kat kat üstün olan Mekke müşrik ordusunun karşısına çıkmak gibi bir çılgınlığı yapmaktan asla çekinmezdi. Ancak O kendi ifadesiyle “Harp hiledir” düsturuyla hareket ederek, akıl planında askeri strateji uygulayarak onları Medine’ye saldırı fikrinden vazgeçirmenin yollarını bulmayı seçti. Bunun için Müşriklerin kalbine korku salmak gerekiyordu. Eğer peşlerine takılan İslam Ordusu gücünün Mekke ordusuna denk olduğu gösterilirse onlar Medine’ye saldırmaya cesaret edemezlerdi. Peygamberimiz askeri taktiğini konuşturmaya başladı ve Mabed bin Ebu Mabedi o gece Mekke ordusuna ajan olarak gönderdi. Mabed bin Ebu Mabed yeni Müslüman olmuş ve müşriklerin Müslüman olduğundan henüz haberi olmadığı bir şahsiyetti. Mabed bin Ebu Mabed Mekke Ordusunun kampına gitti ve Medine’den geldiğini peygamberimizin Medine’den çok büyük bir orduyla onların üzerlerine doğru gelmekte olduğunu Ebu Süfyan ve ileri gelen komutanlara söyledi. Medine’ye saldırı hazırlığından haberdar olan Medinelilerin hepsinin büyük bir hınç ve öfkeye kapıldığını ve şehirlerini, kadınlarını ve çocuklarını bu saldırıdan korumak için Hz.Muhammed’in@ etrafında kenetlendiğini belirtti. Uhud savaşına katılmayan Abdullah bin Übey ile Yahudilerin de peygamberin ordusuna iştirak ettiklerini ilave etti. Ebu Süfyan taktiğinin ters teptiğine inanmak istemedi ve bu haberin teyit edilmesi gerektiğini söyleyerek İslam Ordusunun kamp kurduğu Hamraül Esed mevkiine birkaç askeriyle birlikte gözlem yapmaya gitti. Peygamberimiz Mabed bin Ebu Mabed’i gönderdiği zaman askerlerin çevreye dağılarak odun, çalı çırpı toplamalarını çok geniş bir alanda mümkün olduğunca ateş yakmaları talimatını vermişti. Ebu Süfyan ve gözcüleri Hamraül Esed’e geldiğinde yüzlerce kamp ateşini uzaktan görünce İslam ordusunun kendi sayılarına yakın bir kalabalık olduğunu hesapladılar.  Ebu Süfyan hemen kendi kamplarına geri dönüp yaptığı gözlemi komuta kademesiyle paylaşınca Mabed bin Ebu Mabed’in doğru söylediği kanaatine varıldı ve Medine’ye saldırı fikrinden vazgeçip Mekke’ye geri dönüş yoluna devam etmeye karar verildi. Sabah olunca Mekke ordusu toparlanıp Mekke’ye doğru yöneldi. Peygamberimizin taktiği tutmuştu. Fakat her ihtimale karşı tedbirli davranılarak Hamraül Esed’de üç gün kalındıktan sonra Medine’ye geri dönüldü.

 

17.12. Savaş Sonrası Medine’nin İçine Düştüğü Kriz

Hz.Muhammed@ komutasındaki küçük İslam Ordusu Medine’ye sağ salim geri dönünce münafıklar çok şaşırdılar ve hınçlarından ne yapacaklarını bilemediler. Beklentileri yine boşa çıkmış, Hz.Muhammed@ yine başarmıştı. Müminler ise büyük bir sıkıntıdan kurtularak rahat bir nefes aldılar. Fakat iş burada bitmemişti. Hz.Muhammed’i@ ve müminleri ağır bir sınav bekliyordu. Zira savaşa katılmayan münafıklar yenilginin faturasını Hz.Muhammed’e@ çıkartmaya çalışacaklardı.

Münafıklar hiç vakit kaybetmeden bütün Medinelileri Peygamberimize karşı kışkırtmaya başlamışlardı bile. Özellikle savaş, Uhud’da değil de Medine’nin savunulması şeklinde olsaydı bu kadar ölümün olmayacağı iddia ediliyordu.

Hz.Muhammed’in@ heyecanlı ve tecrübesiz gençlerin aklına uyarak meydan savaşına karar vermesi nedeniyle peygamberimizi suçluyorlardı. Peygamberimizin çok sevdiği amcası ve müthiş savaşçı olan Hz. Hamza’yı kaybetmesine rağmen şehitlerin büyük çoğunluğunun Medineli Ensar’dan olmasını da kullanarak muhacirleri koruduğu ve Medinelileri harcadığı şeklinde kabilecilik anlayışı ile acılı ailelerin yaralarını deşiyorlardı. Onlar bu iğrenç propagandaları ile Medinelileri Hz.Muhammed’e@ karşı hale getirmeye çabalıyorlardı. Medinelilerin ne yaptığını bilmeyen Hz.Muhammed’in@ arkasından gitmelerinin onları perişan ettiğini söylüyorlardı. Medine’yi yok oluştan kurtarmaya geldiğini iddia eden Hz.Muhammed’in@ kendi kabilesiyle olan davası için Medinelileri yok oluşa sürüklediğini iddia ediyorlardı. Onlar bu iğrenç / aşağılık propagandalarında o kadar ileri gitmişlerdi ki, Hz. Ömer dayanamayıp münafıkların başı olan Abdullah bin Übey’in kellesini almak için Hz.Muhammed’den@ izin talebinde bile bulunmuştu.

Ancak peygamberimiz tüm aşağılık sözlerine rağmen buna müsaade etmedi. Zira kendisine teslim olmuş topluluktan kendisini eleştirenleri ortadan kaldırarak krizin yönetilmesi uygun değildi. Bu krizin aşılması, onlara gereken cevapların verilmesi ile mümkündü. Şayet kökten çözüm diye muhalefet edenler öldürülecek olursa krizin daha da derinleşeceği ve Medine’nin eskisi gibi birbirini yiyen kamplara bölüneceği muhakkaktı. Böyle bir noktaya gelinmesi halinde Medine İslam Cumhuriyeti’nin hükümet etme ihtimali de kalmayacaktı.

Peygamberimizi Uhud savaşı sonrası bekleyen sorun sadece münafıkların aşağılık propagandalarına cevap verme sorunu değildi. Esas acilen çözülmesi gereken sorunlar halka bizzat dokunan sorunlardı. Bunların başlıcaları; şehit veren ailelerin geçimlerinin sağlanması, yaralanmış olan ailelere bir süre ticaret ya da üretim yapamamaları nedeniyle geçimleri için yardım yapılması, savaş masrafları için alınan borçların geri ödemeleri, şehitlerin geride bıraktıkları eş ve çocuklarının savaşın kaybedilmesine sebep olan okçulara ve ailelerine yönelik suçlamaların şiddete dönüşmemesi vb… Bu sorunlar Medine’de sosyal krizlere neden olacak sorunlardı ve ivedilikle çözüm yolları bulunmalıydı.

Şehit veren aileler, geçimleri için ihtiyaçları olan geliri temin eden insan gücünü kaybetmişlerdi. Bu ailelerin reislerinin bazısı ticaretle bazıları da tarım ile uğraşıyorlardı. Şimdi bu alanlardaki faaliyetlerin devam ederek şehit ailelerin gelirlerinin sağlanması diğer müminlerin omuzlarına düşüyordu. Peygamberimizin de bu konuda gerekli organizasyonu yapması gerekiyordu. Aksi takdirde şehit aileleri muhtaç hale gelecek ve ihtiyaçları temin edilmediği takdirde de İslam Cumhuriyetine muhalif hale geleceklerdi. İslam Cumhuriyeti ve peygamberimizin davası için şehit vermelerine rağmen sahiplenilmemeleri halinde güven kaybının onları muhalif pozisyona iteceği çok açıktı. Diğer taraftan şehitlerin Medine ekonomisindeki yerleri doldurulamayacak olursa, Medine ekonomisi daralacak ve bu nedenle İslam Cumhuriyetinin şehit ailelerine yardım yapması mümkün olmayacaktı.

Uhud savaşına hazırlık sırasında müminlerin bazılarının diğer ailelerden aldıkları borçların ödenmesi de önemli sorunlardandı. Zira alacaklı olanlar borçlulara borçlarını ödemeleri hususunda baskı yapacaklardı. Özellikle borçlu olan şehit aileleri ve gaziler borçlarını normal vadesinde ödeyemeyeceklerdi. Alacaklılar ise borcun vadesini uzatacak ve faiz miktarını artırma yoluna gideceklerdi. Bu durum şehit ve gazi ailelerinde büyük baskı ve infial oluşturacaktı. Onlar hem can vermişlerdi hem de ağır bir borç yükü altına girmişlerdi. Bu sorunun halledilmemesi halinde borçlu aileler üzerindeki borç baskısı onların Hz. Peygamber’den soğumalarına ve O’na başkaldırmaya kadar gidecek muhalif olmaya yöneltecekti.

Okçuların emre itaatsizliği nedeniyle savaş tam kazanılacakken savaştan yenilgi ile çıkılmış olması dolayısıyla kusurlu müminlere karşı büyük bir öfke vardı. Yatıştırılmaması halinde bu öfke, mümin aileler arasında kavga ve çekişmelere sebep olacaktı. Toplum içinde muhtemel iç çekişmelere meydan vermemek için öfke kontrolünü sağlayacak gerekli söylemlerin üretilmesi, yine peygamberimizin sorumluluğunda idi. 

Çözülmesi gereken bu sorunlar, tüm Medinelilerin zihnini meşgul ettiğinden Medine’de herkes patlamak üzere olan bir barut fıçısı haline gelmek üzereydi. Şayet peygamberimiz Medine’nin içine düştüğü bu bunalımdan acil olarak kurtaramayacak olursa Medine’de İslam Cumhuriyeti’nin ayakta kalması mümkün olmayacaktı.

Ebu Süfyan da zaten yeterli başarıyı elde ettikten sonra Medine’de bu sıkıntıların yaşanacağını savaş sırasında hesaplamış ve Hz.Muhammed’in@ savaş sonrasında yaşanacak ağır sosyal sorunların altından kalkamayacağını düşünmüştü. Bu nedenle kendisinin peygamberimizi öldürmek için savaşa devam ederek risk almasına gerek olmadığına karar vererek Uhud’u terk etmişti.

Hz.Muhammed’in@ işi gerçekten çok zordu. Ancak Rabbinin yol göstericiliği sayesinde O’nun bu sorunların üstesinden geleceğine olan inancı tamdı.

 

[1] ) Ebû Bürde b. Niyat, Useyd b. Hudayr'ı; Ebû Zâ'ne ise Ebû Bür-de b. Niyat'ı; Cebbar b. Sahr, Hubab b. Münzir'i yanlışlıkla yaralarken; Utbe b. Mes'ud ise Huseyl b. Cabir'i yine aynı şekilde yanlışlıkla öldürdü.

17.13. Cenab-ı Hakk’ın Uhud Savaşı Üzerine Müminlere Yaptığı İkazlar

Savaş sonrası münafıkların ve Yahudilerin menfi propagandaları ile meydana gelen siyasi çalkantı yönetilemez ve sorunlara ivedilikle çözüm üretilmez ise Ebu Süfyan’ın beklentisinin gerçekleşmesi an meselesiydi. Medinelilere tekrar güven verilmeli, onların öfkeleri, sıkıntıları giderilmeli ve sorunları da çözülmeliydi.

Bu hususlarda Cenab-ı Hak elçisini yalnız bırakmadı. Uhud savaşında yaşanan olayların bir özetini içeren ayetlerini inzal ederken Medinelilerin işledikleri kusurları ve yanlış düşünceleri dile getirdi.  Söz konusu kusurlar ve yanlış düşünceler üzerinden müminler hem eğitildi hem de krizin aşılması için yollar gösterildi. Böylece “Bir musibet bin nasihatten evladır” düsturunca Uhud savaşı müminler açısından hezimet gibi gözükse de Cenab-ı Hakk’ın müminleri eğitmesi ile edinilen kazanımlara ve zafere dönüştü;

 

17.13.1-Allah Elçisinin Yenilgiden Sorumlu Tutulamayacağı

Cenab-ı Hak ilk önce Abdullah bin Ubey’in ve münafık ileri gelenlerin Peygamberimizi yıpratmaya yönelik tezviratlarına O’nun bu konuda hiçbir kusurunun olmadığı şeklinde cevap verdi. Elçisinin görevini layıkıyla yaptığını, provokatörlerin orduyu zayıflatmak, bölmek ve dağıtmak için ellerinden geleni yaptığı sırada elçisinin onlara moral ve cesaret aşıladığını bildirdi. Ayrıca kendisinin de savaşta gerekli desteği verdiğini belirtti. Hem de beş bin melekle bu yardımı sağladığını söyledi. Savaşın daha başlarında koca bir orduyu bozguna uğratmanın yardımın en büyük nişanesi olduğunu ifade etti. Fakat daha sonrasında müminlerin nefislerinin arzularına gem vurup sabredecekleri yerde ganimet sevdasına düşerek elçisinin emirlerini dinlememesi nedeniyle melekleriyle yapılan yardımını geri çektiğine işaret etti.

 

121-127- Hani sen, müminleri savaş meydanına götürüp mevzilerine yerleştirmek üzere sabah erkenden ehlinden ayrılmıştın.  Allah, her şeyi işiten ve her şeyi bilendir. İşte o zaman içinizden iki topluluk, paniğe kapılıp neredeyse geri dönmek üzereydi. Hâlbuki Allah kendilerinin yardımcısıydı / velisiydi. Müminler sadece Allah'a tevekkül etmeli! Andolsun sizler güçsüz iken, Allah size Bedir'de yardım etmişti. Öyleyse Allah’tan sakının ki şükredenlerden olasınız. Hani sen müminlere, “Rabbinizin, indirilecek üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi?” demiştin. Eğer sabreder ve takvalı davranacak / emirlere itaat edecek olursanız, düşman ansızın üzerinize saldırdığında, Rabbiniz eğitilmiş beş bin melekle size yardım edecektir. Allah, bu yardımı sırf size bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. İnkâr edenlerin bir kısmının kökünü kesmek yahut perişan olarak geri dönecek şekilde bozguna uğratmak için gerekli yardım sadece aziz ve hâkim Allah katındandır. (Al-i İmran Suresi 121-127)

 

Savaşın sonucunda yaşanan hezimet nedeniyle Elçisinin asla suçlanamayacağını, O’nun üzerine düşeni yaptığını bildirdi. Orduyu bölerek, savaşa katılmayarak, ganimet peşinde koşarak, emirlere itaatsizlik yapıp savaş disiplinini bozarak zalimlik yapanların böyle bir azapla / hezimetle karşılaşmasının ilahi bir düstur olduğunu belirtti. Ancak işlenen kusurlara tevbe edip, ders alındığında müminlerin bağışlanacağının da ilahi bir kural olduğunu ifade etti.  Ama tevbe etmeyecek olurlarsa bu azabın / hezimetin daha ağır sonuçları ile cezalandırılacağını da söyledi. Bu nedenle zulüm yapan bütün Medinelilerin zalimliklerinden derhal vazgeçmesi gerektiği belirtti. Yeryüzünde ve gökyüzünde her şeyin Allah’a ait olduğu ve her şeyin O’nun kanunlarına göre cereyan ettiğini, bu nedenle savaşın neticesinin de O’nun kanunlarına uygun olarak sonuçlandığını bildirdi. Yani “zalimce hareketlerinize karşı ne bekliyordunuz?” şeklinde bozgunun esas müsebbibinin elçisi değil kendileri olduğu tespiti yapılmış oldu.

 

128-129- Bu işte senin yapacağın hiçbir şey yoktur.  / Bu işte senin bir sorumluluğun yok.  Allah onların tevbesini ya kabul eder yahut onlara azap eder. Zira onlar (işledikleri kusurlar nedeniyle) gerçekten zalim olmuşlardır. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Al-i İmran Suresi 128-129)

 

17.13.2-Yaraların Sarılması ve Sorunlara Çözüm Getirilmesi

Peygamberimiz Uhud savaşında yaralananlara acilen müdahale edilmesi talimatını vermekle kalmadı bizzat kendisi bu gazileri sık sık ziyaret edip onlara moral verdi. Ailelerinin dertlerini sıkıntılarını dinledi ve onları da teskin etmeye çalıştı.

Şehit ailelerini de ziyaret edip onlara sahip çıkılacağını bildirdiği gibi ihtiyaçlarının karşılanması, sıkıntı ve endişelerinin giderilmesi için her türlü tedbirin alınacağını söyledi. Onların geçim ve gelecek endişesi taşımaması için gereken önlemlerin alınacağını bildirdi.

Şehit ailelerinin ve gazilerin savaştan sonra en büyük sıkıntıları, savaşa hazırlık sırasında aldıkları ya da daha önceden aldıkları borçları ödeme güçlüğü çekeceklerinden faiz yüküyle karşı karşıya kalacakları idi. Öncelikle bu sıkıntının giderilmesi gerekiyordu. Cenab-ı Hak inzal ettiği ayetlerle bu sıkıntıyı ivedi olarak ortadan kaldırıp borçluları rahatlattı. Onların aldıkları borçlarına faiz işletilmesini yasakladı. Faizi yasakladığı gibi takvalı kullarının bollukta ve darlık infak etmesi gerektiğini bildirerek bir yardım kampanyası başlattı. Müminleri savaşın kaybedilme nedeni olan ganimet peşinde koşma hatasını telafi için Allah’ın emirlerine uyup / takvalı olup mallarından ihtiyaç sahiplerine dağıtmaları gerektiğini bildirdi. Kusurlarının bağışlanması için infakta bulunmalarını istedi. Onları cennete ve cennet gibi bir yaşama çağırdı. Ancak bunun insanı hezimet ve azaba götüren mal hırsıyla değil tam tersine mallardan infak ederek gerçekleşebileceğini bildirdi.  Böylece şehit ailelerinin ve gazilerin en büyük sıkıntıları olan borçlarının kısmi ya da tamamen silinmesi teşvik edildi.

Bozgun nedeniyle insanlar birbirlerini suçluyorlardı. Gazi ve şehit yakınları çektikleri acı ve bunalımın bir müsebbibini arıyorlar ve savaşta kusurlu müminlere ateş püskürüyorlardı. Cenab-ı Hak insanların birbirlerini suçlamayı bırakmalarını, hata yapanları affetmelerini ve onlara karşı duydukları öfkelerini yutmalarını istedi. Kendilerinin bağışlanmaları ve yine cenneti arzuluyorlarsa ona kavuşmaları için bunu yapmaları gerektiğini onlara bildirdi. Böylece savaşta en büyük zarar gören şehit ve gazi yakınlarının da kusurlu diğer müminleri suçlamalarının önüne geçilerek sosyal barış tesis edilmeye çalışıldı.

Cenab-ı Hak, bozguna neden olan hatalıların da tevbe edip bağışlanma dilemelerini ve bu amaçla infak etmelerini ya da alacaklarından vazgeçmelerin istedi.

Cenab-ı Hak, inzal ettiği ayetlerle toplumda barış, kardeşlik, huzur ve sükûnun sağlanması ve savaşın açtığı toplumsal yaraların sarılması için bütün herkesin fedakârlık yapması gerektiğini bildirdi. Bozgunun yarattığı sorunları aşmak için hep birlikte üstün bir gayret ve çabanın içerisinde olunması gerektiğine işaret etti. Toplumsal birliği ve beraberliği muhafaza etmenin şart olduğunu müminlere öğretti. Sorunları halletmek, acıları dindirmek, yaraları sarmak için gayret gösterenlerin ve fedakârlık yapanların mükâfatının kendilerinin bağışlaması ve Cennetle ödüllendirmesi olacağı müjdesini verdi.

 

130-136- Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’ın yasalarına uymakta hassasiyet gösterin ki felâha / kurtuluşa / mutluluğa eresiniz. İnkârcılar için hazırlanmış olan ateşten de sakının. Şimdi Allah’a ve Resulüne itaat edin ki kusurlarınız bağışlansın. Rabbinizin kusurlarınızı affetmesi ve Allah’ın emirlerine uymakta hassasiyet gösterenler için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete kavuşmak için birbirinizle yarışın. Allah’ın emirlerine uymakta hassasiyet gösterenler; / muttakiler; bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar, utanç verici bir iş işledikleri ya da kendi nefisleri aleyhine bir kötülük ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı affedilmeyi dilerler. Zaten Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Onlar yaptıkları (bu kötü şeylerde) bile bile ısrar etmezler. Elbette Allah, iyilik yapanları / Muhsinleri sever. İşte bunları yapanları Rab’leri bağışlayacak ve içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetleri ödül olarak verecektir. Çalışıp çabalayanların ödülü ne güzeldir! (Al-i İmran Suresi 130-136)

17.13.3-Müminlerin Kendilerini Toparlamaları Çağrısı

Uhud bozgunu gibi benzer olayların tarihte çok cereyan ettiğini ama Allah’a güvenerek O’nun rehberliğinde hareket edenlerin eninde sonunda mutlaka galip geldikleri ve inkârcıların hep kaybedenler oldukları belirtilir. Medinelilere şöyle seslenilir; “Bu tarihsel gerçeği dikkate alarak asla gevşemeyin, cesaretinizi yitirmeyin, toparlanın ve başınıza gelen bu felakete üzülmeyin! Eğer Allah’a itimat ediyorsanız bu mücadelenin sonunda mutlaka siz galip geleceksiniz.”

 

137-139- Sizden önce de benzer olaylar / sünnetler gelip geçti. Yeryüzünde gezin dolaşın da inkârcıların sonunun nasıl olduğunu görün. Tarih boyunca meydana gelen bu olaylar / sünnetler, insanlar için apaçık bir ders ve Allah’ın emirlerine uymada hassasiyet gösteren muttakiler için bir yol gösterme ve bir öğüttür. Öyleyse gevşemeyin / cesaretinizi yitirmeyin, üzülmeyin! Eğer inananlar / güvenenler iseniz, (mutlaka) üstün gelecek / galip gelecek olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi 137-139)

 

17.13.4-Müşrikler Kadar da mı Değilsiniz?

Bedir’de Mekkelilerin yenildikten sonra onların tekrar toparlanıp bir yıl sonra Uhud’da hep birlikte müminlerin üzerine geldikleri hatırlatılır. Onların bu yenilgiden sonra gevşemeyip tekrar toparlanmaları ve galip gelmelerine dikkat çekilerek müminlere şu ikazlar yapılır; “Size ne oluyor da bir yenilgi alınca hemen yılgınlığa düşüyorsunuz? Peygamberi sorgulamaya kalkıyorsunuz? Peygamber aleyhine yapılan tezviratlara aldanıyorsunuz? İnandığınız değerler ve seçtiğiniz yol hakkında tereddüte düşüyorsunuz?”

Hâlbuki Cenab-ı Hak böyle sıkıntılı günleri insanlar arasında döndürüp dolaştırır ki; insanlar bu zor günlerde imtihana tabi tutularak arındırılır. Samimi olanlarla münafıklar birbirinden ayrıştırılır ve böylece ilahi öğretiye / yasalara karşı davrananlar / inkârcılar yok edilir. Zor zamanlarda hakkın yanında yer alanlar / hakkın şahitleri ortaya çıkarılır. İyi günlerde Hakkın ve haklının yanında yer almasına rağmen zor zamanlarda sıvışıp kaçanlarda ortaya çıkarılır.

 

140-141- Eğer siz (şimdi Uhud’da) bir yara aldıysanız, o kavme de (Bedir’de) benzeri bir yara dokunmuştu. İşte biz böyle günleri insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Böylece Allah, sizden iman edenleri seçip ayırıyor, aranızdan hakikate şahitlik edenleri ortaya çıkartıyor, iman edenleri arındırıyor, inkârcıları da mahvediyor. Allah zalimleri sevmez. (Al-i İmran Suresi 140-141)

 

17.13.5-Cenneti hak etmenin kolay olmadığı

Dünyada cennet gibi bir yaşama kavuşmanın ve ahirette ise cennete girmenin bedelinin ağır olduğu vurgulanır. Bunu hak etmek için çalışıp çabalamak, her türlü fedakârlığa katlanmak, savaşmak, mücadele etmek ve karşılaşılacak zorluklara göğüs germek gerektiği belirtilir. Mücadele ve savaş sırasında bazen alınan bu tür yenilgilerin, sahtekâr ve üçkâğıtçı insanların samimi şahsiyetlerden ayırt edilmesi için iyi bir test aracı olduğu bildirilir.

142- Yoksa siz, Allah içinizden çalışıp çabalayanları / cihat edenleri / savaşanları ve sabredenleri / direnenleri ortaya çıkarıp ayırmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran Suresi 142)

 

17.13.6-Şehadeti Ne Zannediyordunuz?

Uhud Savaşı öncesi müminlerin şehadeti arzulamaları ve bu nedenle savaşın meydan savaşı olarak tercih edilmesine vurgu yapılır.  Ölümle karşılaşmadan önce onu çok arzulayan genç müminlerin savaş sırasında ölümle yüz yüze gelince Hz.Muhammed’in@ merkeze doğru gelmeleri çağrısını bile duymayıp canını kurtarmak için dağa doğru kaçmaları eleştirilir. Bu eleştiri ile kahramanlığın öyle kolay olmadığına işaret edilir. 

 

143- Andolsun ki siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzuluyordunuz. İşte bakıp duruyorken onu gerçekten gördünüz.  (Al-i İmran Suresi 143)

           

17.13.7-Müminlerin Peygamber Algısının Sorgulanması

Uhud Savaşında yaşanan bozgun sırasında Hz.Muhammed’in@ öldürüldüğüne ilişkin yanlış haber savaş meydanında yankılanınca bazı müminler “artık her şey bitti, madem o öldü o halde benim yaşamamın anlamı kalmadı” deyip düşman saflarına ölümüne saldırmış ve şehit oluncaya kadar çarpışmıştı. Bazı müminler ise yanlış bir peygamber algısına sahip olduğu için “o savaşı kaybetti ve öldürüldüyse o zaman nasıl peygamber olabilir? Rabbi onun ölümüne nasıl müsaade edebilir? Eğer o peygamber olsaydı Rabbimiz ona mutlaka yardım eder ve onu muzaffer kılardı ve asla öldürülmezdi” diye düşünmeye başlamışlardı. Cenab-ı Hak, müminlerin bu şekildeki yanlış peygamber algısını düzeltmek ve asıl yaşatılması gerekenin O’nun getirdiği ideoloji / dünya görüşü / mesaj olduğunu bildirdi. Onları şöyle uyardı;

“Peygamber tanrı değil, O sadece mesajları ileten bir elçidir. İnsanların arasından Allah tarafından seçilip elçi olarak görevlendirilmiştir. Hz.Muhammed’in elçilik görevi gereği Allah ile özel bir ir­tibatının bulunması, O'nun hiçbir zaman sıkıntıya, zorluğa, acıya, üzüntüye uğra­mayacağı, ölmeyeceği ya da öldürülmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü o diğer insanlar gibi bir kuldur. O’nun Allah’ın elçisi olması O’nu insanüstü bir varlık kılmaz. Bu nedenle O, bir şey yemezse acıkır, açlıktan zayıf düşer, düştüğü zaman yaralanır, taş çarpınca yüzü parçalanır, dişi kırılır, çukura düşer, gücü kaybolur, yere yığılıp ka­lır vb.…O ölümlüdür ve öldürülebilir de. Savaşta verilen yardım ve destekler ancak Allah’ın yardımıyladır ve Allah istediği için gelir. Dolayısıyla siz O’nun insani özelliklerine bakarak harekete edin. Tabii olarak cereyan eden olaylar ilahi yasalar çerçevesinde gerçekleşen olaylardan başka bir şey değildir. Sizler O’nun getirdiği ideolojiye / dine / dünya görüşüne bakın. Siz o ideoloji / dünya görüşünde bir yanlışlık görmüyorsanız neden çizginizi O’nun yaşamasına ya da ölmesine bağlıyorsunuz? Hâlbuki bundan sonra ki yaşamınızda O aranızda olmayabilir. Hatta O düşmanları tarafından öldürülebilir de. Bu durum O’nun getirdiği dünya görüşünün yanlış olduğunu göstermez. Bu nedenle O ölse de öldürülse de siz O’nun yolunun izleyicileri olmaya devam etmelisiniz. O’nun yolunu, O’nun hedefini gerçekleştirmelisiniz. O’nun size getirdiği ideolojiyi / dünya görüşünü / ilkeleri şahıslara bağlamayın ki şahıslar ölünce ilkelerde ölmesin. Şayet peygamberin ölümüyle bu dünya görüşünü / ilkeleri bırakacak olursanız zararlı çıkacak olan yine sizler olacaksınız. Allah’ın size gönderdiği bu ideolojiyi / dini / ilkeleri elçinin ölümü ile bırakacak olursanız Allah’a hiçbir zarar veremezsiniz. Ama Allah’ın ideolojisine / dinine / ilkelerine bağlanırsanız Allah sizi mükâfatlandıracaktır.”

144- Muhammed, elçiden başka bir şey değildir. O'ndan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim geri dönerse, bilsin ki Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah, şükredenleri ödüllendirecektir. (Al-i İmran Suresi 144)

17.13.8-Ecelin Allah’ın Yasaları Gereği Tecelli Edeceği

Hiç kimsenin Allah’ın izni ve bilgisi olmadan can veremeyeceği ve ecelin belirlenmiş / takdir edilmiş bir yazgı olduğu belirtilir. Böylece Uhud savaşında verilen şehitlerin ölüm yazıları Allah tarafından belirlenmiş bir yazgı gereği olduğu vurgulanır. Allah insanın ölümünü hem biyolojik hem de sosyolojik olarak belirli yasalara bağlamış olup bu yasalar tecelli ettiğinde ölümün gerçekleşeceği bildirilir. Uhud savaşında müminlerin ganimet sevdasıyla dünya sevabını (dünyanın sefil nimetini) arzulamaları nedeniyle hezimeti tattıkları ve bu arzuya kapılanlara rezil olmayı / hezimeti verdiklerine dikkat çekilir. Diğer taraftan ahiret sevabını (şerefli ve güzel nimeti) arzulayanlara ise şerefli bir şehadet ile ahiret nimetlerini verdiklerine işaret edilir. Böylece Uhud şehitlerinin savaş öncesi şehadet talepleriyle ahiret nimetini arzulamalarına dikkat çekilerek onlara ödüllerinin verileceği bildirilir.

 

145- Allah'ın izni / bilgisi olmadan hiç kimsenin ölmesi olamaz.  Ölüm süresi (ecel) tayin edilmiş bir yazıdır. Kim dünya nimetlerini dilerse, onu kendisine veririz. Kim de ahiret nimetlerini isterse ona da onu veririz. Biz, şükredenleri ödüllendireceğiz. (Al-i İmran Suresi 145)

17.13.9-En Kötü Durumlarda Bile Cesaretin ve Umudun Yitirilmemesi

Geçmişteki peygamberlerin yanında mücadele veren Allah erleri de çeşitli musibetler, bozgunlar ve yenilgiler yaşamışlardı. Ancak o erler gevşemediler, zaafa düşmediler ve boyun eğmeden direnişlerine devam ettikleri vurgusu ile Medineli müminlerin Uhud bozgunu nedeniyle düştükleri zaaf ve cesaretsizlikleri ayıplandı. Geçmişten verilen örnekleme ile müminler yüreklendirilerek yılmadan sabır ve sebatla yola devam etmeleri gerektiği bildirildi. Zorlukların, musibet ve mağlubiyetlerin mücadelelerin doğasında olduğu ve bu işin kolay olmadığına vurgu yapıldı. Zorlukların aşılması için yine geçmişteki Allah erlerinin metodunu takip etmeleri tavsiye edildi. Bunun için işledikleri kusurların affedilmesini dilemeleri, hatalarını telafi etmeleri, Cenab-ı Hak’tan yardım talep etmeleri ve elçinin etrafında kenetlenmeleri gerektiği bildirildi. Böyle yaptıkları takdirde Cenab-ı Hakk’ın onlara bu dünyada tekrar zafer vereceği ahirette de güzel mükafatlar vereceği müjdelendi.

 

146-148- Nice peygamberler de vardı ki, kendileriyle beraber birçok Allah erleri savaştılar; Allah yolunda kendilerine isabet eden musibetlerden dolayı gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah, direnenleri / sabredenleri sever. Böyle durumlarda onlar sadece şunu söylediler; “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki kusurlarımızı / taşkınlıklarımızı affet ve ayaklarımızı sağlam tut, inkârcı topluluğa karşı bizi muzaffer kıl!” Allah da onlara dünyada mükafatlarını verdi, ahirette de mükafatların en güzelini verdi. Allah, Muhsinleri / işlerini iyi yapanları sever. (Al-i İmran Suresi 146-148)

 

17.13.10-Provakasyonlara Gelip Sakın Birlik ve Beraberliğinizi Bozmayın!

Cenab-ı Hak, müminlere elçisinin sancağı altında mücadele etmeleri konusunda uyarılarını şöyle yaptı;

“Yahudilere ve münafıkların ayartmalarına uyarsanız onlar sizi gerisin geri eski halinize döndürürler. O takdirde de kaybeden siz olursunuz. Elçiyi mücadelesinde yalnız bırakırsanız asla kurtuluş bulamazsınız. Eskiden olduğu gibi birbirinizi yiyecek ve telef olup gideceksiniz. Sizin bu aşamadan sonra tek kurtuluş yolunuz Hz.Muhammed’e sarılmanızdır. Yegâne dostunuz Allah’tır. Tek yöneticiniz var sizin, O da Allah’tır. Şayet Hz.Muhammed’i terk etmeyip ona olan desteğiniz devam ederse tıpkı Uhud savaşının başında saldığımız korku gibi düşmanlarınızın kalbine müthiş bir korku salacağız. Hatırlarsanız savaşın başında onların kalbine saldığımız korku nedeniyle onlar sizden dört kattan daha fazla olmalarına rağmen müthiş bir bozgun yaşamışlardı. Siz onları biçiyordunuz ve önünüze katmış kovalıyordunuz. İşte böyle bir korkuyu onlara tekrar yaşatacağız. Fakat siz elçinin emrini dinlemeyip okçular tepesini terk edince ve ganimet peşinde koşmayın emrine ([1]) rağmen yine savaşı bırakıp ganimet toplamaya başlayınca zafer de birden elinizden gitti. Yani sizin bozgun yaşamanızın sebebi, Allah’ın ve elçisinin emri dışına çıkmanız ve böylece savaş disiplininizi kaybetmenizdir. Yaşadığınız o bozgundan sonra tamamen yok olmaktan kurtulduysanız bu da Allah’ın sizi bağışlaması, yaptığınız hataya rağmen sizi affetmesi ve korumasından başka bir şey değildir. Şimdi de aynı pozisyonu yaşıyorsunuz. Sizi deniyoruz. Tam bir kırılma anındasınız. Şayet bu yaşadıklarınızdan ders alır da elçimizin bayrağı altında toplanıp mücadelenize devam ederseniz Allah onların kalbine müthiş bir korku verecektir. Onlar sizin bu birliğiniz ve beraberliğinizden korktukları kadar hiçbir şeyden korkmazlar. Onların bekledikleri sizin birbirinize düşmenizdir. Onların (özelde Ebu Süfyan’ın) beklentilerini boşa çıkarırsanız, onların bütün planları, öngörüleri, teamülleri vb. her şeyleri altüst olacaktır.”

 

149-152- Ey iman edenler! Eğer siz şu inkarcılara (Yahudi ve münafıklara) uyarsanız, sizi topuklarınız üstünde gerisin geriye çevirirler de büsbütün hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Oysa Allah, sizin Mevla’nızdır. / yardımcınızdır / koruyanınızdır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır. Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmalarından dolayı inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız. Onların varacakları yer ateştir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür! Andolsun Allah size verdiği sözünü tuttu. Siz, Allah'ın izniyle düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz. Fakat Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşediniz / savaş disiplinini bozdunuz, peygamberin emri / talimatı hakkında çekiştiniz ve itaatsizlik ettiniz. Aranızdan bir kısmınız dünyayı / ganimeti istiyordu, kiminiz de ahireti / şehadeti istiyordu. Sonra Allah sizi, denemek / sınamak için işi tersine çevirdi / sizi bozguna uğrattı.  (Fakat yine de) sizi onların elinden kurtardı. / sizi bağışladı. Allah müminlere karşı çok lütufkardır. ( Al-i İmran 149-152)

17.13.11-Savaştan Kaçanların Utançları ve Üzüntüleri

Peygamberimizin etrafındaki çok küçük bir grubun destansı direnişi ile Hz.Muhammed’in@ korunduğu ama diğerlerinin kaçtığı anlatıldı. Uhud dağına sığınıldıktan sonra kaçanların o zaman ki utanç verici bu davranışlarından nasıl mahcup oldukları ve nasıl kederlendiklerine vurgu yapıldı. Onların bu utanç verici davranışlarından duydukları mahcubiyetten dolayı yaşadıkları üzüntünün kaçırdıkları galibiyet üzüntüsü ile yaşadıkları bozgun üzüntüsünden kat be kat fazla olduğuna işaret edildi. Onların yaşadıkları bu mahcubiyet ve kederden sonra Hz.Muhammed’in@ onları dağda yeniden teşkilatlandırması, onlara yeni bir ruh vermesi ve kendilerine güven kazandırması sonucunda Mekke ordusunun saldırmaya bir daha cesaret edememesi ve böylece bozgunun daha fazla zayiat vermeden atlatıldığı hatırlatıldı. Böylece Hz.Muhammed’in@ etrafında kenetlenmenin verdiği güç ve güvene vurgu yapılarak savaş sonrası yaşanmakta olan siyasi ve sosyal krizi atlatmak için aynı ruhla yine Hz.Muhammed’in@ etrafında kenetlenmek gerektiğine vurgu yapıldı.

 

153-Hani peygamber arkanızdan geri çağırmasına rağmen siz hiç kimseye dönüp bakmaksızın dağa doğru tırmanarak kaçıyordunuz. (Daha sonra bu utanç verici davranışınızdan dolayı) Allah size keder üstüne keder verdi ki elinizden kaçan galibiyete ve başınıza gelen hezimete bile üzülmediniz.  Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Al-i İmran Suresi 153)

154- Sonra Allah, bu kederin ardından üzerinize bir güven, sizden bir grubu örtüp bürüyen bir uyku indirdi. ………(Al-i İmran Suresi 154…..)

 

17.13.12- Kalbinde Hz.Muhammed’e@ Güvensizlik / İtimatsızlık Taşıyanların Açığa Çıkarılması

Uhud bozgununu müteakiben Uhud dağına sığınıldığı sırada bir kısım müminlerin hala cahiliye anlayışı ile bu işten sıyrılmaya, sorumluluğu başkasının üzerine atmaya yönelik sözler sarf etmesine değinildi. Bu kişilerin meydan savaşı yapmak yerine kendilerinin de taraftar oldukları Medine’de kalıp savunma savaşı yapılsaydı bu hezimetin yaşanmayacağını söylemelerinin kendi hatasını görmeyip suçu başkasına atma hastalığından başka bir şey olmadığı belirtildi. Onlara bu işin savaş olduğu, evcilik oynanmadığı hatırlatılarak onlara “Medine savunulsaydı sanki hiç kimse ölmeyecek miydi? Ölecek olanlar mutlaka yine ölecekti.” diye karşılık verildi. Aslında bu olay ile müminlerin içerisinde bulunan fakat hala içlerinde Hz.Muhammed’e@ ve izlediği politikaya karşı bir güvensizlik / itimatsızlık / iman eksikliği bulunan kimselerin açığa çıktığı belirtildi. Onların bu güvensizlikleri / iman eksikliği pratik hayatta karşılaşılan bu sıkıntılar ile açığa çıkarılmasının nedeninin ise Allah’ın onların kalplerini temizlemek için fırsat yaratmış olması olarak belirtildi.

 

154-……. Canlarının kıymetini bilen bir grup da vardı ki; Allah'a karşı cahiliyet anlayışıyla haksız bir düşünceye kapıldılar. Onlar, “Bu işte bizim bir karar yetkimiz var mıydı? / Başımıza gelen bu olayda bizim bir sorumluluğumuz yok!” diyorlardı. De ki: “Evet! Bu işte bütün yetki ve karar Allah'a aittir.” Aslında onlar, sana söyleyemedikleri şeyleri içlerinde saklıyorlardı. Onlar, “Şayet bu işte bizim karar yetkimiz olsaydı burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Eğer siz evlerinizde olsaydınız bile üzerlerine öldürülme yazılmış olanlar ölüp yatacakları mezarlara yine gideceklerdi. Allah bunu göğüslerinizde sakladığınızı ortaya çıkarmak ve kalplerinizde olanı temizlemek için yaptı.” Allah, göğüslerin özünü çok iyi bilendir. (Al-i İmran …154)

 

17.13.13-Düşmanın Hatayı Affetmediği Ama Allah’ın Affediciliği

Savaşta görevlerini terk ederek büyük kusur işleyenlerin işledikleri kusuru düşmanın (şeytanın) asla affetmediği ancak “Allah’ın müminlerin işledikleri bu kusurlara rağmen onları affettiği” bildirildi. Cenab-ı Hakk’ın affına dair bu mesaj ile;

“Savaş sonu yaşanmakta olan siyasi, sosyal ve ekonomik krizleri atlatmada aynı hatayı yapmamaları ve tevhidi bozmamaları gerektiğini aksi takdirde düşmanın (şeytanın, müşriklerin ve münafıkların) pusuda beklediğine ve Hz.Muhammed’i terk etme hatasına düştükleri takdirde sonlarının perişanlık olacağına”

işaret edildi.

155- İki ordunun savaş alanında karşılaştığı gün kaçanlara gelince; Şeytan, onları kendi işledikleri kusurlar nedeniyle tökezletti.  Ama yine de Allah onları affetti. Doğrusu Allah çok affedicidir, halimdir.  (Al-i İmran Suresi 155)

 

17.13.14-Müfsidlerin Aldatmalarına Kanmayın!

Savaşa katılmayıp arkadan iş çeviren ve bozgundan sonra sürekli provokatif propaganda yapan inkârcı münafıklar gibi olmamaları konusunda müminler uyarıldı. Onların ayartmalarına kanarak onların safına katılmamaları konusunda ikaz edildiler. Müminlere;

“Allah yolunda öldürülenleri / şehit olanları sanki pisipisine gitmiş gibi görmeyin. Şehit olan müminler savaşa katılmayan münafıkların safında olsalardı öldürülmeyeceklerdi ve bugün yaşıyor olacaklardı gibi gerçek dışı düşüncelere kapılmayın. Allah yolunda öldürülenler için O’nun bağışlaması ve vereceği nimetler savaş ganimetlerinden çok daha değerlidir. Sanki sonunda herkes ölmeyecek mi? İster ecelleriyle ölsünler ister savaşta öldürülsünler sonunda herkes Allah’ın huzurunda toplanmayacak mı? O halde hangi ölüm daha şerefli? Bu nedenle Hz.Muhammed’in yanında saf tutun, birlik ve beraberliğinizi korumada çok itina gösterin.”

Şeklinde açıklanabilecek uyarılarda bulunuldu.

156-158- Ey iman edenler! Askeri harekata ve savaşa giden kardeşleri için, “Yanımızda olsaydılar ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyen inkarcılar gibi olmayın. Allah, bu söylemlerini onların kalplerinde bir pişmanlık kılacaktır. Zira Allah yaşatır ve öldürür. Allah yaptıklarınızı çok iyi görmektedir. Andolsun eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz Allah'ın lütfedeceği bağışlanma ve rahmet onların bu dünyada toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.  Andolsun, ölseniz de öldürülseniz de Allah'ın huzurunda toplanacaksınız. (Al-i İmran Suresi 156-158)

 

17.13.15- Tevhit İçin Affediciliğin ve Yönetişimin / Müşaverenin Önemi

Yukarıdaki uyarılar gereği müminler Hz.Muhammed’i yalnız bırakmadılar. Onlar münafıkların ayartmalarına gelmediler ve peygamberimizin etrafında yeniden kenetlendiler. Ancak peygamberimiz de yaptıkları hatalarından dolayı onlara sert davranmadı, onları bu hezimetin müsebbibi olmakla suçlayıp dışlamadı. Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği ayetlerle gösterdiği metodu izleyerek hatalarından geri dönmeleri halinde affedileceğini söylerken bile onlara şefkatli ve yumuşak davrandı. Böylece onlar münafıkların peşinden değil tekrar peygamberimizi izlemeyi tercih ettiler.  

Tüm hatalarına rağmen peygamberimizin onlara yumuşak davranması ve onları affetmesi Allah’ın bir rahmeti idi. Onun kusurlu müminlere bu şekilde davranması onları etrafında tuttu. Aksi takdirde peygamberimiz onlara kaba davransaydı ve affetmeseydi onlar onu terk edeceklerdi. Böylece birlik ve beraberlik dağılacaktı. Yine Cenab-ı Hakk’ın yol göstermesi sayesinde savaşta kusurlu olan müminleri kayıpları olan diğer müminlerin affetmesiyle İslam Cumhuriyetinde birlik ve beraberlik korunmuş oldu.

Cenab-ı Hak elçisine devlet başkanı olarak çok önemli bir yol göstericilik daha yaptı ve savaş öncesinde onlarla müşavere ettiği gibi her işinde yine onlarla müşavere etmesini ve müşavereyi asla terk etmemesini emretti. Yapacağı müşavere sırasında samimi müminler hangi fikir etrafında toplanırsa yine onların safında yer almaktan çekinmemesi talimatını verdi. ([2]) Müşavereden sonra alınan kararın uygulanması için Allah’a sığınarak ve O’na tevekkül ederek çalışıp çabalanmasını emretti. Allah yardım ettikten sonra kimsenin kendilerini tutamayacağını bildirdi. Ama O yardım etmeyecek olursa da yardım edecek kimsenin bulunmayacağını belirtti.

 

159-160- İşte, sen, Allah'ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile. Kamunun / Devlet işlerinde onlarla müşavere / yönetişim yap. Karar verdiğin zamanda, artık Allah’a güven. / tevekkül et. Şüphesiz Allah, kendisine güvenenleri / tevekkül edenleri sever. Allah size yardım ederse, hiç kimse sizi yenemez. Ama sizi yardımsız bırakırsa, o takdirde size kim yardım edebilir? Öyleyse müminler sadece Allah'a güvensinler. / tevekkül etsinler. (Al-i İmran Suresi 159-160)

 

17.13.16- İhanet Edenlerin Allah’ın Hışmına Uğrayacağı

Savaşın kaybedilmesinde münafıkların 300 kişilik askeri güçle İslam Ordusundan ayrılmasının önemli bir rol oynadığı gündemde tartışılmaktaydı. Onların Medine’nin hep birlikte savunulması gerekirken sudan bahanelerle savaşa katılmamaları bir ihanetti. Medine Vesikasına / Anayasasına göre herhangi bir saldırı olduğunda hep birlikte düşmana karşı konulacağı hükmüne rağmen sırf kendi görüşleri kabul edilmedi diye savaşa katılmayan münafıklar, suçlarını bastırmak için Anayasaya esas ihanet edenin peygamberimiz olduğunu iddia ediyorlardı. Bu ahlaksızca iddialarının gerekçesi olarak onun hem meydan savaşına karar vermesi hem de komutan olarak savaşı iyi yönetememesi neticesinde bu kayıpların verildiğini söylüyorlardı. Dahası savaşanların ganimete yönelme sebebinin savaş sonunda yapılacak ganimet paylaşımında onun adil davranmayacağı düşüncesiyle savaşçıların savaş disiplinini bozmasının hezimete neden olduğunu iddia ediyorlardı. Bu söylemleriyle esas ihanet edenin Hz.Muhammed@ olduğunu ima ediyorlardı.

Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’in ganimet paylaşımında olsun, savaş stratejisini belirleme noktasında olsun, ihanet etmesinin olacak şey olmadığını belirtti. Böyle bir iddianın çok saçma ve hayret verici bir iddia olduğunu vurguladı. Asıl ihanet eden kimselerin dünyada da ahirette de cezalandırılacağını söyledi. Bu noktada Uhud savaşına katılmayarak verdikleri ahitlerine / sözlerine ihanet eden ve gizli iş çeviren Abdullah bin Ubey ve onun gibi kimselerin Allah’ın hışmına uğrayacağını bildirdi.

Medine İslam Cumhuriyeti kurulmadan önce şirk sisteminin yanlış politikalarının kurbanı olmalarına rağmen onları doğru yola iletip arındıran, kitap ve hikmeti öğreten Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği bu iyiliklere karşı onların ihanet etmelerinin asla kabul edilebilir bir davranış olmayacağını da belirtti.

 

161-164- Bir peygamberin ihanet etmesi olacak şey değildir! Kim ihanet ederse kıyamet günü apaçık ortaya konulacak hainlik suçuyla birlikte huzura gelecektir. Sonra da herkese kazandığının karşılığı tastamam verilecektir. Kimseye zulüm yapılmayacaktır. Allah'ın rızasına uyan kimse ile Allah’ın hışmına uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kimse aynı olabilir mi? Orası ne kötü bir yerdir.  Allah nezdinde herkesin yeri derece derecedir. Çünkü Allah, insanların yaptıklarını en iyi görendir.  Andolsun ki Allah, müminlere içlerinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. (Al-i İmran Suresi 161-164)

 

[1] ) Not: Bedir savaşından sonra savaş iyice sonuçlanmadan müminlerin ganimet toplamaları eleştirilir ve bu hatayı bir daha tekrarlamamaları konusunda Cenab-ı Hak Enfal Suresi 67 ikaz etmesine rağmen onlar aynı hatayı Uhud’da tekrar yaptılar.

[2] ) Not: Müşavere ile birlik ve tevhit muhafaza edilebilir. Aksi takdirde, totaliter bir yönetim sergileyenler etraflarında samimi kimseler yerine yalaka ve yanlışa sevk edecek kimseleri bulacaklardır. Bu nedenle müşavere asla terk edilmemelidir.

17.13.17-Hezimetin Asıl Suçlusunun Münafıklar Olduğu

Münafıkların hezimet konusunda yaptıkları provokatif söylemleri aslında bu hezimeti bahane ederek Hz.Muhammedin@ hükümetini devirmeye yönelikti. Onlar bu söylemleri ile O’nu bir anlamda istifa etmeye zorluyorlardı. Cenab-ı Hak, ise onların provokatif söylemlerine karşı hezimetin esas nedeninin onların kendilerinden kaynaklandığını söylemesini elçisine emretti. Bunun gerekçesi olarak da onların savaş öncesi İslam ordusunu bölüp dağıtmak için yaptıkları hile ve desiseler olduğunu bildirdi. Birlikte alınan karar gereğince İslam Cumhuriyeti Meclisi ister Medine’yi savunma kararı alsın, ister meydan savaşı kararı alsın Anayasa gereği bu savaşa herkesin iştirak etmesi gerekirken münafıkların 300 kişilik bir kuvvetle İslam ordusundan ayrılmasının yaşanan hezimette en büyük payı olduğunu söyledi.  Savaş öncesindeki bu ayrılışların diğer kabilelerde hayal kırıklığı yaratarak İslam Ordusunun tamamen dağılmasını sağlamaya yönelik münafıkların büyük bir hilesi olduğunu bildirdi.

Onların aşağıda zikredilen savaşa iştirak etmeme gerekçelerinin bile sudan sebeplere dayandığı da bildirildi. O gün onlar İslam Ordusundan ayrılmalarının sebeplerini şöyle ifade etmişlerdi;

 “Bizim Medine’yi savunma fikrimiz kabul edilmediği için biz savaşa iştirak etmiyoruz. Çoluk çocuğun isteklerine itibar edildi. Fakat bizim gibi tecrübeli aklı başında ileri gelenlerin fikrine itibar edilmediği için bizde sizinle beraber olmuyoruz. Demek ki biz savaşmayı bilmiyoruz(!) bizim o kadar savaş tecrübemiz yok ki bizim fikrimiz tercih edilmedi. O halde gidin kendiniz savaşı bilenlerle savaşın!”

Onlar aslında yalan söylüyorlardı. Savundukları strateji İslam Cumhuriyeti Meclisinde kabul edilseydi bile yine de savaşmazlardı ve hatta müminleri arkadan vururlardı. Gizledikleri şey işte buydu. Onlar bu gerekçelerinde bile kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söyleyip «o kadar savaş tecrübelerine değer verilmeyip kendi görüşleri tercih edilmediği için savaşa gitmedikleri» şeklinde yalan uyduruyorlardı. Onlar bu gerekçeleri ileri sürerken aslında kalpleri inkarcıydı ve inkârcı düşmandan yana olduklarını gizliyorlardı. Onlar müşriklerin safını tutuyorlar ve müminlerin mağlubiyetleri için çalışıyorlardı.

Cenab-ı Hak, işte bütün bunları açığa çıkarmak ve onların kötü niyetli ve yalancı olduklarını göstermek için bu hezimeti yaşattığını belirtti. Böylece müminlere yola çıkarken kiminle yola çıkmaları gerektiğini, kime güvenip kime güvenmemelerini gösterdiğini bildirdi.

Bu hezimet sonunda yine müminler karlı çıktı. İhanet edenler zararlı çıktılar.  Allah herkesin gizlediklerini bildiğini ve onları açığa çıkarmak için hikmetli işler yaptığını göstermektedir.

 

165-168- Onlara iki katını isabet ettirdiğiniz bir musibet, şimdi kendinize isabet edince, “Bu hezimet nereden?” dediniz, öyle mi? De ki: “Başınıza gelen bu hezimetin sebebi bizzat sizsiniz.” Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.  İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelenler Allah’ın izniyledir ve müminlerin sebatını göstermek ve münafıkları da açığa çıkarmak içindir. O gün o münafıklara, “Gelin, Allah yolunda savaşın veya en azından savunma da kalın” denildiğinde onlar, “Biz savaşmayı bilseydik (!)sizinle birlikte gelirdik.” / “Savaştan anlasaydık size katılırdık.” demişlerdi. O gün onlar imandan çok küfre yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, gizledikleri şeyleri çok iyi bilir.  Onlar öyle kimselerdir ki savaştan geri kalıp evlerinde oturdular ve kardeşleri için; “Eğer bize uysalardı öldürülmezlerdi.” dediler. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, haydi o zaman kendinizden ölümü uzaklaştırın bakalım!” (Al-i İmran Suresi 165-168)

17.13.18-Şehitler Boşuna Ölmediler

Münafıklar Allah yolunda canlarını feda eden şehitlerin boşu boşuna öldüklerini söyleyerek Medinelileri provoke ediyorlardı. Müminlerden de bu provokasyona gelenler vardı.

Cenab-ı Hak, müminleri bu konuda uyardı ve Kendi yolunda öldürülenler için “ölüler” dememelerini emretti. Sebebi olarak da onların Kendi katında diri olup yaşamlarını devam ettirdiklerini ve şehit olmayı arzu edenlere şehadet ile kazandıkları muhteşem nimetleri göstermek istediklerinden bahsetti. Böylelikle müminlere “madem Allah şehitlere bu kadar değer veriyor, o halde sizler de onların sevdiklerine değer verin ve onların geride bıraktıkları eş ve çocuklarını aynı şekilde rızıklandırın! Onlara sahip çıkın ve perişan olmasına müsaade etmeyin!” şeklinde mesajlar verdi. Cenab-ı Hakk’ın bu mesajını alan müminler şehitlerin aile ve çocuklarına sahip çıktılar. Onların geçimlerini en iyi şekilde karşıladılar.

 

169-171- Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın. Bilakis onlar hayattadır ve Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Allah’ın lütfundan verdiği şeylerle sevinç içerisindedirler. Kendilerine henüz ulaşmamış peşlerinden izini takip edenlere hiçbir korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah’ın nimeti, lütfu ve Allah'ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler. (Al-i İmran 169-171)

 

17.13.19-Tehdit ve Korkutmalara Boyun Eğmeme

Münafık şeytanlar, savaştan sonra Ebu Süfyan’ın bütün gücüyle toplanıp Medine’ye geri döneceği ve müminleri kılıçtan geçireceği şeklindeki haberlerle ortalığa korku salmaya çalıştılar. Savaştan yenik çıkmış, önemli sayıda şehit ve yaralı vermiş bir topluma böyle bir haberi yayarak korku pompalamanın tek amacı vardı; müminler Hz.Muhammed’in etrafından dağılıp gitsin ve İslam Cumhuriyeti yıkılsın. Fakat Hz.Muhammed@ ve müminler ağır yaralı olmalarına rağmen 70 kişilik küçük bir kuvvetle 2975 kişilik koskoca Mekke Ordusunun karşısına çıkmak için toparlanıp Medine’den yola çıktılar. “Allah bize yeter” dediler. Allah’a güvenerek güçlü düşman ordularının karşılarına çıkabilecek bir dirayet gösteren müminler, Hz.Muhammed’in uyguladığı taktik ile Mekke Ordusunu Medine’ye tekrar saldırma fikrinden döndürmeyi başardılar. Böylece bu takipten başarı ile Medine’ye geri dönen müminler münafık şeytanların heveslerini kursaklarında bıraktılar. Cenab-ı Hak bu durumu müteakip ayetlerde anlattıktan sonra münafık şeytanların psikolojik harp taktiklerinin onlardan korkmayarak ve boyun eğmeyerek boşa çıkarılacağını bildirir.

 

172-175- Yaralandıktan sonra bile Allah ve Elçi'nin çağrısına icabet eden kimselere ve hele onların arasından iyilik yapanlar ve kendilerini koruyanlara / takvalı davrananlara büyük bir mükâfat vardır. Onlar öyle kimselerdir ki; bazı kimseler kendilerine “Düşmanlarınız size karşı toplandılar (geliyorlar), onlardan korkun” dediklerinde, bu onların imanlarını daha da artırdı ve “Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir!” diye cevap verdiler. Sonra da onlar, kendilerine hiçbir zarar dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah çok büyük kerem sahibidir. Şeytan ancak kendi adamlarını / kendine yakın olanları korkutur. Onlardan korkmayın, eğer müminseniz Benden korkun. (Al-i İmran Suresi 172-175)

 

17.13.20-Münafıkların Menfi Propagandalarına Neden Müsaade Ediliyor?

Hz.Muhammed@ bir taraftan savaşın toplumda meydana getirdiği yaraları sarmaya çalışıyor diğer taraftan münafıkların toplumu kışkırtıcı menfi propagandalarına cevaplar yetiştirmeye çalışıyordu. Münafıkların haddi aşan söylemelerine karşı canları çok sıkılan bazı müminler, peygamberimizin onların susturulması için etkisiz hale getirilmeleri / cezalandırılmaları talimatını vermesini istiyorlardı. Cenab-ı Hak ise onların bu isteklerine karşı münafıklara neden müsaade edildiğini elçisine bildirdi. Marifetin onları kaba kuvvetle susturmak olmadığı, siyasetle onların yanlışlarının iyice ortaya konularak müminlerin basiretlerinin iyice artırılmasının hedeflendiğine işaret etti. Toplumda nifak içerisinde bulunan çok kimse olduğu ve bunların kalplerinde taşıdıkları hile, tuzak ve yanlış düşüncelerin ancak bu türden imtihanlarla açığa çıkacağını ve böylece iyi ile kötülerin ayrışacağını belirtti. Toplumun arınması ve İslam Cumhuriyetinin sağlam temellere oturması için buna ihtiyaç olduğuna vurgu yaptı. Onları tamamen bertaraf etme vaktinin ne zaman geleceği hususunun ise Allah tarafından tayin edildiğini, müminlere düşenin ise elçiye güvenmeleri ve onun adımlarını takip etmeleri olduğunu bildirdi. Eğer Allah’a ve elçisine güvenilirde emirlerine uymada hassasiyet gösterilecek olurlarsa çok büyük zaferlere imza atılacağını da ilave etti.  

 

176-179- Şu inkârda yarışanlar sakın seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah’a (Allah’ın Devletine, sana ve müminlere) hiçbir şekilde zarar veremezler. Allah onların ahirette alacakları bir pay kalmamasını murad ediyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır. Şüphesiz ki imanı bırakıp inkârı satın alanlar, Allah’a (Allah’ın Devletine, sana ve müminlere) hiçbir şekilde zarar veremezler.  Onlar için çok acıklı bir azap vardır. Şu inkarcılar iyi bilsinler ki Bizim kendilerine mühlet verişimizin kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara sırf günaha iyice batsınlar diye mühlet veriyoruz. Sonra onlara alçaltıcı bir azap vardır.  Allah, müminleri şu içinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Bu haliniz murdar olanı, temiz olandan ayırt edilinceye kadar devam edecektir. Sizin için gayb olan (bu ayırt etmenin) zamanını ise Allah sizlerle paylaşacak değildir. Bu nedenle Allah, uygun gördüğü bir elçi seçer. Siz Allah'a ve Elçisi'ne inanıp güvenin. Şayet inanıp güvenir ve Allah’ın emirlerine uyma konusunda hassasiyet gösterirseniz / takvalı davranırsanız, işte o zaman sizin için çok büyük bir ödül vardır. (Al-i İmran Suresi 176-179)

17.13.21-Yahudilerin Kredi Vermemeleri «Allah Fakirdir, Bizler Zenginiz» Sözleri

Savaş sonrası şehitlerin aile efradının ve yaralı gazilerin geçimleri için Hz.Muhammed@ çırpınıyordu. Onların sıkıntı çekmemesi için İslam Cumhuriyetinin hazinesi yeterli gelmeyince Yahudi zenginlerden kredi istedi. Fakat onlar bu durumu Hz.Muhammed’in@ aciz kalması, iktidardan düşmesi ve böylece Medine’yi terk etmesi için bir fırsat olarak değerlendirip istediği krediyi vermediler.

Onlar cimrilik edip kredi vermemekle kalmadılar, kendi aralarında “Allah (Allah’ın Devleti) Fakir, bizler Zenginiz” şeklinde Hz.Muhammed’i ve müminleri aşağılayıcı, küçük gören ve alaycı ifadeler kullandılar. Onların kendi aralarında konuştukları bu alaycı ifadeler bir şekilde duyuldu. Bunun üzerine onların bu yaptıklarının bir kenara not edildiği ve bunların karşılığının çok şiddetle verileceği şeklinde tehdit edildiler.

 

180-182-Allah’ın, fazlından kendilerine verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Andolsun ki “Allah (Allah’ın devleti) fakirdir, biz ise zenginiz” diyenlerin sözünü Allah elbette duydu. Onların dediklerini yazacağız, haksız yere peygamberleri öldürmelerini de. Ve bir gün şöyle diyeceğiz; “Tadın bakalım o yangın azabını! Bu, yaptıklarınızın bir cezasıdır. Yoksa Allah, kullarına asla zulmedici değildir.” (Al-i İmran Suresi 180-182)

 

Peygamberimize istediği krediyi verme konusunda cimrilik eden Yahudiler, hiçbir konuda Hz.Muhammed’e yardımcı olmamalarının gerekçesini ise kendi dinlerindeki ilkelere dayandırmaya çalışıyorlardı.  Onlar Hz.Muhammed’e@ inanıp ona yardımcı olmaları için onun kendilerine ateşin yiyeceği bir kurban mucizesi getirmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. Bunu da Cenab-ı Hakk’ın kendilerinden ahitle istediğini, bu mucizeyi getirmeyen hiçbir elçiye inanmaları konusunda kendilerinden taahhüt aldığı yalanına dayandırıyorlardı. Böylece onlar kendi halklarından iyi yürekli ve samimi olanlarını kandırdıklarını düşünüyorlardı.

Cenab-ı Hak ise onların bu yalanına karşı onlara istedikleri türden belge ve mucizeleri dahi getiren peygamberleri niçin inkâr ettiklerini peygamberimizin sormasını isteyen ayetlerini inzal etti. Böylece onların Hz.Muhammed’i@ reddetmelerinde samimi olmadıklarını yüzlerine vurdu. Onların böyle numaralar yaparak kendilerini kurtaramayacaklarına ve sonunda onların da herkes gibi öleceğine vurgu yaptı. Öldükten sonra Kendi huzurunda yaptıklarının hesabını vermek için toplandıkları zaman ne yapacaklarına işaret etti.

 

183-185- Onlar; “Ateşin yiyeceği bir kurbanı bize getirmedikçe hiçbir elçiye inanmamayı bize Allah emretti” dediler. De ki: “benden önce size nice elçiler açık belgelerle ve sizin dediğiniz şeyle geldiler, peki, bu iddianızda doğru iseniz, onları niçin öldürdünüz?” Eğer seni şimdi yalanlarsa yalanlasınlar, bil ki senden önce apaçık deliller, hikmetli sayfalar ve aydınlatıcı kitap getiren nice elçileri de yalanlamışlardı. Her nefis, ölümü tadıcıdır. Şüphesiz kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı ise aldatıcı bir zevklenmeden başka bir şey değildir. (Al-i İmran Suresi 183-185)

 

17.13.22- Müminlerin imtihan edilecekleri

Müminlerin Uhud savaşında olduğu gibi bundan sonra da mallarıyla ve canlarıyla imtihan edilecekleri bildirilir.  Ayrıca Yahudi ve inkârcı münafıkların menfi propagandalarına ve incitici sözlerine muhatap olacakları haber verilir. Bu tür sıkıntıların mücadelenin ruhunda var olduğuna işaret edilir. Eğer bu eza ve cefalara sabredip mücadele etmekten geri durmayıp Allah ve Resulünün emirlerini azim ve kararlılıkla uygulayacak olurlarsa imtihanda başarılı olacakları bildirilir.

186- Andolsun ki mallarınız ve canlarınızla imtihan edileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilen kimselerden ve müşriklerden birçok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder / direnirseniz ve Allah'ın emirlerine uymada hassas davranırsanız / takvalı davranırsanız, muhakkak ki işte bunlar azmi gerektiren işlerdendir. (Al-i İmran Suresi 186)

 

17.13.23- Yahudilerin Antlaşmalarına / Misaklarına İhanetleri

Yahudilerin Medine Anayasası / Vesikası / Kitabı ile yaptıkları toplumsal antlaşmada / misakta Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine düşman kuvvetlerle asla ittifaka girmeyecekleri maddesi vardı. Fakat ileri gelen Yahudiler, yaptıkları antlaşmanın bu maddelerini kendi halklarından sakladılar. Halbuki imzalanan antlaşmanın ilgili maddelerini kendi halklarına ilan edeceklerine söz vermişlerdi. Onlar verdikleri sözün aksine davranmakla kalmadılar daha da ileri giderek Ebu Süfyan ile Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine müttefiklik anlaşması yaparak imzaladıkları anlaşmayı / misakı az bir bedelle sattılar.  Böylece Antlaşmalarına / misaklarına ihanet ettiler. Cenab-ı Hak onların bu ihanetlerini aşağıdaki ayet ile ayıpladı;

187- Allah, kendilerine kitap verilenlerden şöyle bir misak / söz almıştı: “Onu insanların önüne apaçık koyacaksınız ve gizlemeyeceksiniz.” Onlar ise verdikleri sözü / misakı gizli sözleşme diyerek insanlara açıklamadıkları gibi onu az bir bedel karşılığı sattılar. Yaptıkları alış-veriş ne kötüdür! (Al-i İmran Suresi 187)

 

17.13.24-Müminlerin Allah’ın Devleti Bayrağı Altında Toplanmasıyla Yahudilerin ve Münafıkların Kriz Çıkartma Çabalarının Boşa Çıkması

Savaş başlamadan önce yapılan müşaverelerde Münafıklar Uhud’da meydan savaşı yapmaya karşı oldukları için mağlubiyetin faturasını Hz.Muhammed’e@ kesmeye çalışıyorlardı. Söz konusu müşaverelerde meydan savaşına çıkılacak olursa güçlerin orantısız olması nedeniyle savaşı kaybedeceklerini savunmuşlardı. Neticede onlar öngörülerinin doğru çıktığını söyleyerek kibir taslıyorlar ve haklı çıkmanın sevinci ile şımarıyorlardı. Kendileri savaşa katılarak kayıp vermedikleri için ve kendi politikalarının daha doğru olduğunu savundukları için savaşmaktan kaçış ile övünüyorlardı.

Cenab-ı Hak, bu yaşananlar üzerine derin derin düşünüp ibret almalarını, bunların boşu boşuna olmadığını, hepsinin acı bir tecrübe ve yaşanması gerektiğini bildirirken bunlardan ders alınması gerektiğini söyledi. Müminleri bütün şartları Kendi istediği yöne çevirmek için gayret etmeye ve hedefi asla kaybetmemeye çağırdı. Olaylardan ders çıkarıp yine hedefe odaklanılmasını istedi. Bu amaçla tekrar Hz.Muhammed’in@ etrafında kenetlenilmesi ve O’na güvenilmesi talimatını verdi. Hatalarının affedilmesi ve telafisi için fırsat verilmesi konusunda Kendisine dua edilmesini istedi.

Cenab-ı Hakk’ın uyarılarını dikkate alarak Hz.Muhammed’in@ etrafında kenetlenen gerçek müminler, Yahudilerin ve İnkârcı münafıkların Uhud savaşının sonuçlarından giderek kriz çıkartmaya yönelik tüm çabalarını boşa çıkarttılar. O müminler Rablerine yöneldiler ve şöyle yalvardılar; “Başımıza gelen olayların boş, anlamsız, amaçsız ve kuralsız olmadığına iman ettik, bizi ateş azabından koru. İçinden geçtiğimiz zorlu süreçte elçinin çağrısına icabet ettik, yaptığımız hataları, kusurları affet. Bizi iyi kimselerle birlikte yaşat ve onlarla birlikte vefat ettir. Elçin aracılığıyla vaat ettiğin zaferi bize nasip et ve bizi rezil etme.”  Cenab-ı Hak ise müminlerin bu yakarmalarına ise şöyle icabet etti; “Aranızdan kim benim yolunda hicret eder, savaşır, ölür ya da öldürülür veya eziyet görürse erkek ya da kadın ayırt etmeksizin cennetle ödüllendirecek ve işlediği kötülük / kusurları ise affedeceğim.” Cenab-ı Hak, ayrıca bu mücadelede ayrımcılık yapmayacağını, imtihan dünyasında torpilin olmayacağını, kim çalışıyor, çabalıyorsa ona hak ettiği karşılığı vereceğini beyan etti. Herkesin aynı sisteme tabi olduğunu bildirdi. Fakat O’nun yolunda çalışana, çabalayana, ölene, öldürene hem bu dünyada hem de öbür âlemde karşılığının / ödülünün verileceğini bildirdi.

 

188-195- O yaptıkları kötülük ve hainliklerin başarılı sonuçlarına sevinen ve yapmadıkları şeylerle (ülkeyi savunmak için savaşa girmemekle) de övülmek isteyenlerin azaptan kurtulacaklarını sanma! Onlar için acıklı bir azap vardır. Göklerin ve yeryüzünün yönetimi / egemenliği Allah'ındır. Allah her şeye kadirdir. Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gecenin ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklını kullananlar için gerçekten ayetler vardır.  Onlar ki, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler.  Onlar Rablerine şöyle yalvarırlar; “Ey Rabbimiz! Sen bunları boş yere / batıl / kuralsız olarak yaratmadın (sen bunların hepsinin yaratılışını yasalara bağladın), Yarattığı şeyleri batıl / yasa dışı / başıboş bırakmak gibi bir eksiklik yapmaktan seni tenzih ederiz. Artık bizi ateşin azabından koru! Ey Rabbimiz! Şüphesiz Sen kimi ateşe atarsan artık onu rezil aşağılık etmişsindir. Zulmedenlerin yardımcıları da yoktur. Ey Rabbimiz! “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir davetçiyi duyduk ve hemen inandık. Ey Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi iyiler ile birlikte vefat ettir. Ey Rabbimiz! Elçilerin vasıtasıyla vaat ettiğin şeyleri ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden caymazsın.” Bunun üzerine Rableri onlara şöyle karşılık verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun içinizden çalışanın hiç kimsenin çabasını zayi etmem.  Zira hepiniz birsiniz bence. Andolsun ki göç edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Benim yolumda eziyet edilenlerin, savaşanların ve öldürülenlerin kötülüklerini / kusurlarını / hatalarını elbette örteceğim ve onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu ödül Allah tarafındandır. Ödüllerin en güzeli Allah katından olandır.” (Al-i İmran Suresi 188-195)

17.13.25- İnkârcı Münafık ve Bazı Yahudilerin Medine İslam Cumhuriyeti Aleyhine Müttefik Aramak Amacıyla Şehir Şehir Dolaşmalarından Korkulmaması Gerektiği

Medineli Münafıklar, bazı Yahudiler ve Mekkeli müşrikler Uhud mağlubiyeti sonrası Hz.Muhammed’i devirmek için sürekli kabile kabile geziyor ve onları da provokatif söylemlerle kışkırtmaya çalışıyorlardı. Onlar diyar diyar geziyor ve Hz.Muhammed’in@ Uhud mağlubiyetine kadar Medine çevresindeki kabileler nezdinde yaptığı tüm çabaları ve askeri harekâtları ile elde ettiği müttefiklikleri düşmanlığa dönüştürmeye çalışıyorlardı. Bu hususta başarılı olma şansları da vardı. Zira Arap yarımadasında yükselen bir yıldız olan Medine İslam Cumhuriyeti Uhud mağlubiyeti ile birden bire tereddütlü bir pozisyona düşürülmüştü. İçine düşürüldüğü bu durumu daha da vahim bir hale getirmek için söz konusu muhalif çevreler kulis faaliyeti yapmak için belde belde geziyorlardı.

Cenab-ı Hak, onların bu çabalarını fazla dikkate alıp da umutsuzluğa kapılmamaları ve hedeften sapmamaları gerektiğini elçisine bildirdi. Mücadelenin sonunda onların mutlaka kaybedeceklerini müjdeledi. İşin sonuna bakılmasını istedi, ancak çok «Uyanık» olunması gerektiğini de vurguladı. Birlik ve beraberliğin korunduğu müddetçe ve Elçinin etrafında kenetlendiği müddetçe onların bu şekilde çaba ve uğraşlarının kendilerine zarar veremeyeceğini belirtti. Onların bu çabalarının ancak kendilerini tatmin edebileceği fakat işin sonunda varacakları yerin cehennem olduğunu ifade etti. Müminlerin ise Kendisinin misafirleri olarak cennetlerde ağırlanacağını bildirdi.

 

196-198- İnkârcıların (Medineli bazı Yahudi ve Münafıkların) beldelerde dolaşmaları sakın seni umutsuzluğa sevk etmesin. Onlar bu yaptıklarıyla kendilerini geçici olarak tatmin ediyorlar. Sonunda onların varacakları yer ise cehennemdir ve orası ne kötü bir yataktır!  Ama Rablerinin emirlerine uyma konusunda hassasiyet gösterenlere / takvalı davrananlara ise altından ırmaklar akan cennetler vardır.  Onlar Allah’ın misafirleri olarak orada temelli kalacaklardır. Allah katındakiler iyi kimseler için daha iyidir. (Al-i İmran Suresi 196-198)

17.13.26- Kitap Ehlinden Misaklarına / Antlaşmalarına Sadık Olanlar

Cenab-ı Hak, elçisinin ve müminlerin umutsuzluğa kapılmaması gerektiğini belirtirken daha mücadelenin bitmediğini, bununda en büyük göstergesinin hâlihazırda kendilerini destekleyen ehli kitaptan kimselerin olmasına bağladı. Yahudilerin hepsinin de ihanet içerisinde olmadığını, ahitlerine bağlı, Allah’a iman etmiş, kendilerine inzal olan kitapların yanında Hz.Muhammed’e@ inzal olan öğretiye de samimi olarak iman edenlerin olduğunu bildirdi. Kendisinin onlara ödüllerini vereceği bildirilerek müminlerin Yahudi topluluğuna toptancı bir anlayışla yaklaşmasının önüne geçti.

 

199-Elbette ki Kitap Ehlinden Allah'a, size indirilene ve kendilerine indirilene tam bir samimiyetle / ihlasla inananlar da vardır. Onlar Allah’ın ayetlerini az bir değere değişmezler. Onların ödülleri Rableri katındadır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi 199)

 

17.13.27- Üstün Gelme Formülünün Müminlere Verilmesi

Cenab-ı Hak, müminlere birlik olup hep beraber sabırla direnmeleri, devletlerini ve yurtlarını korumak için birbirlerine sımsıkı bağlanmaları ve Allah’ın emirlerine uymaya azami gayret göstermeleri halinde başaracaklarını ve zafere erişeceklerini bildirerek düşmanlarına karşı galip gelmenin formülünü verdi.

 

200-Ey iman edenler! Direnin / Sabredin, direnmede / sabretmede birbirinizle yarışın, Ülkenizi savunmak / Devletinizi korumak için birbirinize kenetlenin ve Allah’ın emirlerine uymada hassas olun / takvalı davranın, ancak bu sayede kurtulur, bu sayede üstün gelirsiniz. (Al-i İmran Suresi 200)

bottom of page