BÖLÜM 22
BOYKOTUN KALDIRILMASI
Boykotun son dönemlerine rastlayan zamanlarda müminleri üzen bir gelişme daha olmuştu. Rumlar (Bizans) başkentleri olan Konstantiniye’ye (İstanbul’a) en yakın yer olan Üsküdar-Kadıköy önlerinde İran-Sasani Kralı 2. Hüsrev karşısında tam bir yenilgiye uğratılmıştı. Bizans’ın bu yenilgisi Iran-Sasani Kralı 2. Hüsrevin altı yıl önce başlattığı işgal hareketinin son durağıydı. Önce Suriye (613), Filistin (614) ve Mısır’dan (616) sonra Libya (Tunusa kadar) (617) kadar gerçekleştirilen işgal daha sonra Anadolu’ya yönelmiş ve Üsküdar / Kadıköy’e kadar bütün Anadolu (619-620) İran-Sasani İmparatorluğu tarafından işgal edilmişti.
Boykotun başlangıcı (616) Sasani / İran imparatorluğunun bu işgal hareketi ile paralel olarak gerçekleştiği gibi boykotun nihayete ermesi de aynı işgal hareketinin son durağı ile neredeyse eş zamanlıdır. Zira artık Mekkeli müşrikler de kendilerinden artık çok emin hale gelmişlerdir. Kendi aralarında gelişen boykota muhalif hareketlere de fazlaca tepki koymayı uygun görmemişte olabilirler. Fakat Cenab-ı Hak, Rum Suresi ile bu olaya değinirken Peygamberimize ve müminlere muazzam bir özgüven vermektedir. Sözkonusu sure hem imparatorlukların güçlerinin zirvelerine çıktıkları sırada yıkılışlarının da başladığını anlatmakta hem de ölmüş toplumların nasıl diriltildiğini tarihten ve tabiattan örneklerle anlatmaktadır. Ayrıca Cenab-ı Hak, İslam Devletinin mutlaka kurulacağı, müminlerin büyük bir fetih ile mükafatlandırılacağı ve müşriklerin bir gün yenileceği hususundaki vaadinin hak olduğu bu nedenle verilen söze güvenmeleri ve sabretmeleri gerektiğini yine aynı surede telkin etmektedir. Bunların yanı sıra Cenab-ı Hak öyle bir haber vermektedir ki bu apaçık bir mucizedir. İranlıların Kadıköy’e (Rumların başkentine en yakın yer / edna) kadar geldikleri ve Rumların neredeyse bitip tükendikleri yani yok oldukları / öldükleri bir demden başlamak üzere çok kısa bir zaman sonra galip geleceklerini iddia etmek son derece zordur. Dahası Kur’an Bizans’ın İranlıları yeneceğini ihbar ettiği zamanda müminlerin de sevineceklerini bildirmesi ise o zaman için tamamen deli saçması olarak görülecekti. Zira bir taraftan Bizans neredeyse çökmüşken boykota uğramış müminlerin durumu da perişanlık ve içler acısı idi. Müminlerin hallerine bakmadan böyle iddialar yapılması akıl dışı idi. Durum bu haldeyken tarihsel olarak hem Bizans’ın hem de peygamberimizin ve müminlerin hemen hemen aynı tarihlerde zafer kazanmaları büyük bir mucizedir. Kur’an’ın mucizevi olarak haber verdiği zafer, (624) tarihindeki Bedir zaferidir ve aynı tarihte Bizans da İran’ı bozguna uğratmıştır.
Rahman Rahim Allah Adına
1-6- Elif, Lâm, Mim. Rumlar yenilgiye uğradılar. (Başkente) En yakın yerde. Ama onlar, bu yenilgilerinin ardından galip gelecekler. (Hem de) Birkaç yıl içerisinde, çünkü mutlak karar / emir önünde sonunda Allah’a aittir. O gün müminler sevinecekler. Allah’ın yardımı sayesinde. O, dilediğine yardım eder (galip kılar). Zira O Azîz'dir (çok güçlüdür, galiptir), Rahîm'dir (çok merhamet edicidir). Bu Allah’ın kesin vaadidir. Allah, vaadinden dönmez. Ne var ki insanların çoğu (bunu) bilmezler. (Rum Suresi 1-6)
22.1. Zulmeden Toplumların Ecelleri Yakındır
Yukarıda belirtildiği gibi Rum Suresinin nazil olduğu vasat değerlendirilecek olursa surenin verdiği haber hem müminler hem de müşrikler açısından akıl dışı ve imkânsız bir iddia olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle Cenab-ı Hak, inzal ettiği bu suredeki ihbarının hakk olduğunu ispatlamak için sure boyunca çeşitli kanıtlar gösterir. Mucize niteliği sonradan anlaşılan bu vaat aslında Cenab-ı Hakk’ın toplumların yaşamlarına koyduğu bir yasadan başka bir şey değildi. Bugün olduğu gibi o zaman da insanlar yaşamın görünen boyutuna bakarak karar verirler. Kısa vadeli düşünürler, olay ve gelişmeleri uzun vadeli olarak değerlendirmezler. Muhasebe ve analiz yapmazlar, tarihteki olayları gözden geçirip ders almazlar. Halbuki biraz iyi analiz yapsalar, göklerde ve yerlerde yaratılmış her ne varsa hepsinin maddi bir gerçekliği vardır ve fakat bunların belli bir ömrü vardır. Yani eninde sonunda yaşamları sona erecektir. Buna insan toplumları ve onların organizasyonları da dahildir. Nasıl ki yaratılan her şey ömürlerini tamamladıktan sonra Rabbe kavuşurlarsa toplumlar, devletler, medeniyetler de eninde sonunda kendilerine biçilen ecellerini tamamlar ve tarih olurlar. Tarihe gömülmüş bu toplumlar ve onların medeniyetlerine ait izler hala gözümüzün önünde durmaktadır. Öyle ki o dönemdeki Araplardan kat kat üstün medeniyet üretmiş ve nice sarsılmaz güce ve büyüklüğe sahip toplumlar ve devletler yıkılıp gitmişlerdir. Bunlar ilahi yasanın işlediğinin en açık göstergesidir. Hele ki zulümde zirveye çıkan ulusların ve devletlerin yıkılışı kaçınılmazdır. Aslında Cenab-ı Hakk’ın koyduğu bu sosyolojik yasa, toplumlara bir zulüm değil tam aksine hak ettiklerinin bir karşılığıdır. Zulüm ile hiçbir iktidar ayakta kalamaz ve bu insanların yaşamlarını sağlamaları için onların faydasına bir yasadır.
Cenab-ı Hak, bunları bir ders ve vaadinin hak olduğunun delili olarak elçisine ve müminlere Rum Suresinin müteakip ayetlerinde şöyle bildirir;
7-18- Onlar (insanların çoğu), sadece bu dünya hayatının görünen yüzünü / zahirini bilirler. Ama onlar, ahiretten / uzun vadeli gelecekten gafildirler. (Şimdi) onlar kendi iç dünyalarında hiç muhasebe yapmazlar mı? Ki, Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır. Ne var ki insanların çoğu, Rabblerine kavuşmayı inatla inkâr etmektedirler. Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler, yeryüzünde daha derin izler bırakmışlardı. Dahası onlar orayı bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O halde Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendilerine zulmetmekteydiler. Sonunda Allah’ın ayetlerini yalanladıkları ve onlarla alay da ettikleri için, o kötülük eden kimselerin akıbetleri beterin beteri oldu. Yaratılışı başlatan, sonra onu tekrarlayan Allah’tır. Sonra da O’na döndürülürsünüz. O Saat geldiği vakit / gün suçlular ortak koştuklarından ümidi keserler. Onlar için şefaat edecek kimse de bulunmaz. Onlar, o zaman ortaklarını inkâr ederler. İşte o Saat'in geldiği gün onlar, birbirlerinden ayrılırlar. İman etmiş ve ıslah edici eylemlerde bulunmuş kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirken şu küfreden, ayetlerimizi ve ahiret buluşmasını yalanlayanlar ise azap içine sokulurlar. O halde, Akşama erdiğinizde, sabah vaktine girdiğinizde, gece sırasında ve öğle vaktine girdiğinizde Allah’ı tesbih edin! / Namaz kılın! Göklerde ve yerde hamd / yönelim sadece O’na aittir. (Rum Suresi 7-18)
22.2. Diriliş Cenab-ı Hakk’ın Kullarına Sonsuz Rahmetidir
Cenab-ı Hak, bütün insanları yaratmış ve binbir çeşit nimetlerle donatmıştır. Topraktan yaratıldıktan sonra bitkiler gibi o toprağa sabit kalmama ve yayılma nimeti, eşler yaratması, insanlar arasında sevgi ve muhabbet yaratması, birbirlerini tanımaları için onları renkleri ve dilleri itibari ile çeşitlendirmesi, yağmur / rahmet göndermesi, gece ve gündüz nimeti,…..Cenab-ı Hak insanları kendilerine verdiği bu nimetler üzerinde düşünmeye davet eder.
Cenab-ı Hak, insanlara bahşettiği bu nimetlerin yanında en önemli nimeti ise toplumların ölümden sonra dirilmeleri ya da diri iken yaptıkları zulümler nedeniyle ölüp tarihe gömülmeleridir. O’nun yasası gereği hem kişilerin hem de toplumların ölümleri ve dirilmeleri O’nun kullarına çok merhametli oluşundan kaynaklanmaktadır. O, yeryüzünde ve gökyüzünde her şeye hâkim olduğunu böylece hiç kimsenin bu yasalardan kaçış imkânı olmadığı ve herkesin yasalara uymalarının kaçınılmazlığını vurgular. Böylece surenin başında verdiği mucizevi ihbarın kaçınılmaz olarak gerçekleşeceğini ve bunu hiçbir gücün engelleme imkanının olmadığını belirtmiş olur.
19-26- O, ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır ve yeryüzünü ölümünden sonra diriltir. Sizler de işte böyle çıkarılacaksınız. Sizi topraktan yaratması da Kendisinin ayetlerindendir. Sonra da siz, şimdi, dağılıp / yayılan bir beşersiniz. Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet kılmıştır. Muhakkak ki, bunda tefekkür edecek bir kavim için nice ayetler vardır. Göklerin ve yerin yaratılışı, dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun ayetlerindendir. Kuşkusuz bunda alimler için nice ayetler vardır. Gece uyumanız ve gündüz lütfundan rızık aramanız O’nun ayetlerindendir. Kuşkusuz bunda kulak verecek bir toplum için nice ayetler vardır. Size korku ve umut vermek için şimşeği göstermesi de O’nun ayetlerindendir. Gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Muhakkak ki, bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ayetler vardır. Yine O’nun ayetlerindendir ki, gök ve yeryüzü O’nun emriyle durur. Sonra sizi yeryüzünden bir tek davetle çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki yerden çıkarılıyorsunuz. Göklerde ve yerde kim varsa herkes / herşey O’na aittir. Hepsi de O’na boyun eğer. (Rum Suresi 19-26)
22.3. Şirk Sistemi İlahi Düzene / Sosyolojik Yasalara aykırıdır
Cenab-ı Hak, kendisine ortak koşulması üzerine kurulu şirk sistemini reddederken müşriklerin kendi anlayışları üzerinden bir örnek verir. Bu örnekte müşrik ileri gelenlerin kendilerini köleleri ve hizmetçileri ile eşit görmezlerken, onlardan hiçbir şekilde korkmazlarken / çekinmezlerken, onları kendi egemenliklerine / hükümlerine asla ortak etmezlerken nasıl olurda Cenab-ı Hak yarattığı kullarını / kölelerini kendi egemenliğine ve hakimiyetine ortak edebileceğini, kendisine eşit hale getirebileceğini, onları oğul ya da kız edinerek kendisine ortakçı bir statüye getirebileceğini sorgular.
Kendileri için uygun görmediklerini, aşağı gördüklerini, Rableri için nasıl düşünebildiklerine dikkat çeker. Bunun ne kadar yanlış olduğunu gösterdikten sonra onların aslında arzularına uyduklarını belirtir. Onların kendi çıkarlarına göre bir sistem ürettiklerini ve bu sistemin yaratılış kanunlarına aykırı olduğunu ifade eder. O elçisine ve müminlere yaratılış / fıtrat kanununa uymalarını öğütler ve batıl anlayışlarını terk etmelerini ister. İnsanlığı ayakta tutan en doğru yolun bu fıtrat yolu / sosyolojik kanun / ilahi kanun olduğunu belirtir.
27-30- O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Bu O’na çok kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O’nundur. O, Azîz'dir, Hakîm’dir. Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Size rızık ve servet olarak verdiğimiz şeylerde köleleriniz / cariyeleriniz / işçileriniz arasında hiç ortağınız var mı? Servetinizin tasarrufunda onlarla kendinizi eşit sayar mısınız? Birbirinizden çekindiğiniz gibi onlardan da çekinir misiniz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için ayetleri böyle açıklarız. Bilakis zulmedenler bir bilgiye dayanmaksızın sadece hevalarına uydular. Peki, Allah’ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onların yardımcıları da yoktur. O halde sen yüzünü, hanif olarak Dine, Allah’ın insanları yaratmış olduğu fıtrat üzerine doğru çevir. Allah’ın yaratmasında değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru / ayakta tutan Din, budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. (Rum Suresi 27-30)
22.4. Şımarıklık ve Nankörlük Toplumsal Yıkımı Kaçınılmaz Kılar
Cenab-ı Hak, insanları çeşitli sıkıntılardan ve yoksulluktan kurtardıktan sonra kendilerine nimetler / servet bahşettiğinde onlardan bir kısmı bu nimetlere şükrederken bir kısmının ise şımardıklarını, nankörleştiklerini ve şirke yöneldiklerini bildirir. Onlar zannederler ki kendilerine bahşedilen bu nimetler kendilerinin Allah yanında iyi kimseler olmaları nedeni ile verildi. Halbuki Allah, nimetleri insanlara dilediği gibi tevsii etmektedir. Kimine az vermekte, kimine de çok vermektedir. Bu farklı tevsiinin esas amacı da insanların birbirleriyle dayanışmasını sağlamaktır. Yoksa insanların kendilerini diğerlerinden farklılaştırması ve sahip olduğu mülkiyetle diğerlerine baskı kurması, onlara karşı kibir, gurur ve gösteriş yapması değildir. Ekonomik üstünlüğünü sosyal statü haline getirip insanlara baskı ve adaletsiz davranışlar içinde bulunmak ve yaptığı yanlışlığı meşrulaştıracak hukuku da üretmek, azgınlık ve şımarıklıktan başka bir şey değildir. Şirk toplumdaki bu bölünmüşlüğün ve hukuksuzluğun legal hale getirilmesinden başka bir şey değildir.
Cenab-ı Hak, ekonomik kazanç farklılığının sosyal statü üstünlüğü haline getirilmesi ve bunu da yasalaştıran şirk sisteminin doğruluğu konusunda en küçük bir delil dahi indirmemiştir. Ekonomik üstünlüğü olanların kazançlarında yoksulların, yolcuların, miskinlerin, yakın akraba ve dostlarında hakkı vardır. Zira toplumsal yaşamda herkes birbiri ile irtibatlıdır ve her bireyin bir fonksiyonu vardır. Servet sahibi servetini toplumdaki diğer insanlar olmasa nasıl edinecektir? Dağda ya da çölde toplumla hiçbir ilişkisi olmadan tek başına yaşayan bir kişinin servet edinmesi mümkün müdür? Elbette ki hayır. Bu nedenle edinilen servette diğer insanların da hakkı vardır. Toplumun hep birlikte müreffeh ve huzurlu bir hayat yaşamasının şartı, elde edilen servettin tabana yayılmasıdır. Toplumun felaha ermesi buna bağlıdır. Servet sahiplerinin servetlerine servet katmak için toplumun diğer fertlerinin elindekine de göz dikerek faiz yoluyla onları da alması görünürde o zenginin servetinde artış gibi görünür ama toplumun fakirleşmesi nedeniyle uzun vadede o servetin azalmasına neden olur. Toplumdaki bireylerin el emeği ile kazanma şevki azalır ve toplumun üreten kesiminde üretkenlik düşer. Böylece servet sahipleri de bu servetlerinden kaybetmeye başlarlar. Toplum katmanlarındaki uçurumlar arttıkça toplumsal çöküş buna paralel artar. Halbuki servet sahipleri zekat vererek servetlerini ve kendilerini temizleseler hem toplum katmanları arasında uçurumlar meydana gelmez hem de toplumsal dayanışma ve birlik sağlanır. Bu üretkenliği daha da arttırarak herkesin kazanmasını sağlar. Toplumda sevgi ve kardeşlik meydana gelir.
Aksini yaparak toplumda şirki, bölünmeyi, parçalanmayı ve katmanlar arasında uçurumları derinleştirenler toplumda (karada ve denizde metaforu) fesadı, anarşi ve kargaşayı yaratırlar da toplumların perişan olmasına ve yıkımına neden olurlar. Tarihe gömülmüş ve kalıntılarına şahit olduğumuz geçmiş toplumların hemen hepsi bu nedenle aynı akıbeti yaşamışlardır.
Mekke şirk toplumu da halihazırda aynı yanlışı yapmakta olduğundan Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin hareketi karşısında yenilmesi ve şirk sisteminin yıkılması kaçınılmazdır. Bu yıkılış mukadderdir ve hiç kimse bu yıkımı engelleyemez.
Cenab-ı Hak, aşağıdaki ayetlerde bunları anlattıktan sonra Mekkelileri Hz.Muhammed’in@ şahsında doğru yola gelmeleri ve yanlıştan vazgeçmeleri konusuna uyarmaktadır;
31–45- O’na yönelin ve O’nun koruması altına girin / takvalı olun, salâtı ikame edin, müşriklerden, Dinlerinde partilere ayrılmış, grup grup olmuş kimselerden olmayın! Her hizip kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir. İnsanlara bir zarar / sıkıntı dokununca Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir grup, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük ederek Rablerine şirk koşarlar. Haydi, bir süre eğlenin bakalım! Yakında göreceksiniz. Yoksa Biz, onlara bir sultan /delil indirmişiz de o sultan / delil, onlara O’na (Allah’a) ortak koşmalarını mı emrediyor? İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla sevinip şımarırlar. Kendi yaptıkları şeylerden dolayı başlarına bir kötülük gelirse, o zaman onlar hemen umutsuzluğa düşerler. Onlar, Allah’ın dilediği kimseye rızkı hesapsız verdiğini ve dilediğine de ölçülü (kısıtlı) verdiğini görmediler mi? Kuşkusuz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır. Öyleyse, yakınlara, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah’ın yüzünü (rızasını) dileyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. İnsanların mallarında artış olsun diye faizli ödünç verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek zekâttan verdikleriniz yok mu? İşte o kimseler, geleceğe yatırımlarını kat kat arttıranlardır. Allah, sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürecek ve sonra da sizi diriltecektir. Sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini olsun yapacak olan var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir. İnsanlar bizzat kendi elleriyle yaptıkları şeyler yüzünden karada ve denizde fesat / kargaşa ortaya çıktı. Pişman olup dönerler diye onlara yaptıklarının bir kısmının acısını tattıracaktır. De ki: Yeryüzünde gezin dolaşın da önceki nesillerin akıbetinin nasıl olduğuna bir bakın. Onların çoğu müşrik idiler. Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi mümkün olmayan gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru Dine çevir. O gün insanlar bölük bölük ayrılacaklardır. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim de ıslah edici eylemlerde bulunursa, artık onlar da kendileri için rahat bir yer hazırlamışlardır. Zira Allah iman eden ve ıslah edici eylemlerde bulunan kimselere lütfundan karşılık verecektir. Muhakkak ki O, kâfirleri sevmez. (Rum Suresi 31-45)
22.5. Peygamberler Şirk Sistemini yıkar ve Dirilişi Gerçekleştirir
Cenab-ı Hak, Mekkelilerin toplumsal yapıyı şirke dönüştürerek zulmetmelerinin ve yıkılışlarının önüne geçmek için onlara rahmetinin (yağmur metaforunda) bir tecellisi olarak uyarıcı elçi gönderdiğini ve bu elçi vasıtasıyla Mekke toplumunu eninde sonunda mutlaka dirilteceğini, zulmedenlerden ise intikam alınacağını bildirir. O, uyarıcı elçinin diriliş için gösterdiği çabadan şirk zulmünün elebaşlarının, kalpleri ölmüş / kalpleri kararmış ve kaskatı kesilmiş zalimlerin nasipleri olmayacağını onların artık dirilmelerinin mümkün olmadığını da bildirir.
Cenab-ı Hak, bu boykot süresince yapılan tüm baskı ve zulümlere rağmen Hz.Muhammed’in@ hareketinin ezilip yok edilemediğini tam aksine daha da olgunlaştığını (ekinlerin sarardığını görmeleri metaforu) görmelerine rağmen inkarlarında inat ettiklerini ve bu nedenle geleceği artık göremediklerini de bildirir. Rabbimiz, gelecekte zaferin müminlerin olacağını bildirdikten sonra elçisine ve müminlere sabretmelerini, mücadelelerinden asla vazgeçmemelerini ve kendilerine inanmış ancak zayıf kalan, basiretsiz kimselerin hayıflanmaları, sızlanmaları ve acınmaları karşısında zaafa düşmemelerini, onların tahriklerine kapılmamalarını, fevri hareketler yapmamalarını ikaz eder.
46-60-Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi de O’nun ayetlerindendir. O rüzgarlarla yağmuru gönderir de rahmetinden size tattırır, emriyle gemiler akıp gider ve lütfundan rızık ararsınız. Böylece belki şükredersiniz. Ant olsun ki senden önce kendi kavimlerine nice elçiler gönderdik de onlara, apaçık delilleri getirdiler. Suç işleyenlerden ise intikam aldık. Mü’minlere yardım etmek, Bizim üzerimize hak oldu. Allah, rüzgârları gönderendir. Rüzgârlar bulutları harekete geçirir. Sonra O (Allah), onu gökyüzünde dilediği şekilde yayar ve onu kısım kısım kılar. Bundan sonra onun arasından yağmurun çıktığını görürsün. Böylece onu kullarından dilediğine nasib edince onlar mutlu olur sevinirler. Hâlbuki onlar, yağmur yağdırılmadan önce ümitlerini gerçekten kesmişlerdi. Artık Allah’ın rahmetinin eserine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Muhakkak ki O, ölüleri işte böyle mutlaka diriltendir ve O’nun gücü her şeye yeter. Eğer Biz, bir rüzgâr göndersek böylece onu (ekini) sararmış / olgunlaşmış görseler bile yine de mutlaka küfretmeye devam ederler. Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da daveti duyuramazsın. Sen körleri de sapıklıktan kurtarıp doğru yola getiremezsin. Sen ancak teslim olup ayetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin. Allah, sizi güçsüzlükten / zayıflıktan yarattı. Sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvetli kıldı. Sonra kuvvetliliğin ardından güçsüz ve yaşlı kıldı. O, dilediğini yaratır. O, en iyi bilendir, üstün kudret sahibidir. Saatin geldiği gün suçlular dünyada bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle yanılıyorlardı. Kendilerine ilim ve iman verilen kimseler ise onlara şöyle diyecekler: “Ant olsun ki, Allah'ın kitabında belirttiği, diriliş gününe kadar kaldınız. İşte bu, diriliş günüdür. Fakat siz bunu tanımayıp reddediyordunuz.” O gün zalimlere mazeretleri fayda vermeyecek. Onlardan Allah’ı hoşnut etmeleri de istenmeyecek. Ant olsun ki Biz bu Kur’ân’da insanlar için her türlü misali verdik. Eğer onlara bir âyet getirsen o inkarcılar mutlaka: “Siz, ancak bâtıl şeylerle uğraşıyorsunuz” derler. Allah hakkı tanımak istemeyenlerin kalplerini işte böyle mühürler. Şimdi artık sen sabret. Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Kalpten iman etmemiş kimseler sakın seni fevri ve tepkisel davranışlara sürüklemesin. (Rum Suresi 46-60)
22.6. Boykotun Kaldırılması
Siyer kaynaklarına göre boykotun kırılması Hişam bin Amr’ın çabaları ve kulisleri sonucu gerçekleşmiştir. Hişam bin Amr önce Mahzum oğulları reisi Züheyr bin Ümeyye ile görüşmüş ve onu boykota son vermeye ikna etmiş ama sadece kendilerinin yeterli olmayacağı üzerinde görüş birliğine varınca yanlarına destekçi aramışlardır.
Hişam bu kez Nevfel oğulları reisi Mu’tim bin Adiyy ile kulis yapmış ve onu da ikna etmiştir. Son olarak Hişam, Esed oğulları reisi Ebul Bahteri ile görüşerek onu da boykotu kırma konusunda ikna ederek aralarında anlaşmışlar ve hep birlikte Kabe’ye giderek Boykot anlaşmasını iptal ettiklerini ilan etmişlerdir.
Ebu Cehil bu çıkışa son derece sinirlenmiş ise de bu üç büyük kabileyi karşısına alamayacağından boykot sözleşmesinin sona erdirilmesine razı olmak zorunda kalmıştır.
Böylece Haşim oğullarına karşı üç yıl süre ile uygulanan acımasız boykot / muhasara sonunda kaldırılmıştır. Boykotun kaldırılmasının sebepleri müşrik kabilelerin kalbinde yaratılan merhamet, Mekke dışından Kureyş’e karşı oluşturulan dezavantajları bertaraf etmek ve 2. Hüsrev’in Bizans’a karşı mutlak üstünlüğünün Mekke müşriklerine verdiği güven olabileceği gibi bunlara başka sebeplerde etki etmiş olabilir.
Boykot süreci ve boykotun kaldırılması olayı İbrahim Suresinde anlatılır. Sure Hz.Musa’nın @ mücadelesini anlatarak başlar. Tıpkı Hz.Musa @ gibi Hz.Muhammed@ de kendi toplumunu karanlıklardan aydınlığa çıkarmak, Allah’ın yoluna iletmek için Allah’ın kitabına / ilahi sisteme davet etmişti.
Rahman Rahim Allah adına
1 – 5- Elif, Lâm, Râ. Bu, Rablerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa. Aziz ve Hamid olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. O Allah ki göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi O’nundur. Başlarına gelecek şiddetli bir azaptan dolayı, vay o inkarcıların haline! Çünkü onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler, insanları Allah’ın yolundan alıkoyarlar, onu çarpık ve çelişkili göstermek isterler. İşte onlar, çok derin bir sapıklık içindedirler. Onlara her şeyi iyice açıklaması için Biz her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini / dileyeni saptırır, dilediğini / dileyeni de doğru yola iletir. O, Aziz’dir, Hakim’dir. Ant olsun ki, Musa’yı “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah’ın günlerini hatırlat” diye ayetlerimizle gönderdik. Muhakkak ki bunda şükredip sabreden herkes için ayetler / ibretler vardır. (İbrahim Suresi 1-5)
Tıpkı Hz.Musa’nın @ kavmini Firavunun zulmünden kurtarmak için mücadele ettiği gibi Hz. Muhammed’de @ Mekkelileri şirk zulmünden kurtarmak için mücadele ettiği bildirilir. Mekkelilerde tıpkı İsrailoğullarının imtihan edildiği gibi zorlu bir imtihana tabi tutulmaktadır. Cenab-ı Hak, eğer Kendisine yönelir ve elçisine uyarlarsa nimetlerini arttıracağını İsrailoğulları üzerinden ifade eder. Aksi takdirde yapacakları nankörlüğün kendilerini azaba duçar edeceğine işaret eder.
6-7-Musa kavmine demişti ki: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani O, sizi, azabın en kötüsüne uğratan, oğullarınızı öldüren ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun hanedanından kurtardı. İşte bunda Rabbinizden size çok büyük bir bela / imtihan vardır. Ve o zaman Rabbiniz size şöyle bildirmişti: ‘Ant olsun ki eğer şükrederseniz elbette nimetlerimi size arttıracağım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.’” (İbrahim Suresi 6-7)
Cenab-ı Hak, Mekkelileri Hz.Musa’nın @ ve Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin peygamberlerinin diliyle ikaz etmeye devam eder. Onlar ve tüm insanlar peygamberimizi inkar etseler bile Kendisinin kimseye ihtiyacı olmadığını bildirir. Bu ifade ile önerilen / teklif edilen öğretiye insanların muhtaç olduğunu belirtmiş olur. İnsanlık tarihi boyunca gönderilen peygamberlere ve getirdikleri delillere insanların sırt çevirdiklerini, peygamberlerinin seslerini kesmeye çalıştıklarını bildirir. Halbuki Allah onların yanlışlarını düzelmek ve doğru bir istikamete sevkolmalarını istemektedir. Bu hususta da kanıtlarını ortaya koymakta ve onlara bu husus üzerine düşünmeleri için süre tanımaktadır. Fakat onlar yanlış olsa bile yerleşik hale gelmiş geleneklerinden vazgeçmek istememektedirler. Mekkeliler de aynı gerekçelerle Hz.Muhammed’in teklif ettiği sistemi / öğretiyi reddetmektedirler. Onlarda atalarının gittikleri yolu terk etmeyeceklerini söylüyorlardı. Atalarının izledikleri yolun yanlış olamayacağını iddia ediyorlardı. Onlar izledikleri yolun yanlış olup olmadığını analiz edip Hz.Muhammed’in getirdiği öğreti / sistem ile karşılaştıracakları yerde ondan mucize / sultan talep etmekteydiler. Peygamberin kendileri gibi insan olduğunu, kendilerinden herhangi bir üstünlüklerinin olmadığını belirterek peygamberin teklif ettiği öğretiyi / sistemi kabul edebilmeleri için bir güç / sultan gerektiğini belirttiler. Madem ki Allah elçi olarak seçti o halde bu sistemin uygulanabilmesi için gerekli gücü / sultanı da Allah’ın kendisine vermesi gerektiğini bildirdiler. Hz.Muhammed’de onlara ilahi öğreti ve sistemini uygulamak için düşmanları aciz bırakacak / yenecek bir askeri, sosyal, siyasal ve ekonomik gücü / sultanı vermenin Allah’ın izniyle olacağını ifade etti. O bu ifadesiyle eğer teklif ettiği ilahi öğretiye uyacak olurlarsa talep ettikleri bu mucizeleri / gücü / sultanı Allah’ın vereceğini belirtmiş oldu. Cenab-ı Hak, peygamberlerle toplumları arasında geçen bu sözlü atışmaların tarih boyunca hep aynı olduğunu kıssalar üzerinden anlatır;
8-12- Musa dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzündeki herkes inkâr etse bile kuşkusuz Allah’ın kimseye ihtiyacı yoktur, O, Hamîd’dir.” Sizden önceki Nuh, Âd, Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah’tan başkası bilemez. Onların peygamberleri onlara apaçık kanıtlarla gelmişti de onlar, peygamberlerinin ağızlarını elleriyle kapattılar ve “Biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz ve bizi çağırdığınız şeyden de kesinlikle şüphe ve endişe duyuyoruz” dediler. Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi duyuyorsunuz? Halbuki O sizi günahlarınızı bağışlamak için çağırıyor ve bunun için size belirli bir süre mühlet veriyor” Onlar da dediler ki: “Siz sadece bizim gibi bir beşersiniz, babalarımızın itaat ettiklerinden / ibadet ettiklerinden bizi alıkoymak istiyorsunuz. Madem öyle bize apaçık bir sultan / delil / mucize getirin!” Peygamberleri onlara dedi ki; “Evet. Biz de sadece sizin gibi bir beşeriz. Ancak Allah kullarından dilediğini nimetlendirir. Allah’ın izni olmaksızın size bir mucizevi delil / sultan getirmemiz mümkün değil. Artık müminler Allah’a tevekkül etsinler. Hem bize yollarımızı göstermişken, niçin Allah’a tevekkül etmeyelim! Elbette bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edenler de yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (İbrahim Suresi 8-12)
Tıpkı tarihteki inkarcıların peygamberlerini davalarından vazgeçip mevcut statükoya boyun eğmedikleri takdirde sürgünle cezalandıracakları tehdidinde bulundukları gibi Ebu Cehil ve yandaşları da Hz.Muhammed’in @ İslami hareketten vazgeçmemesi halinde onu ve müminleri Mekke’den sürüp çıkarmakla tehdit etmişti. Cenab-ı Hak ise müminlere vaadini tekrarladı ve o zalimlerin mutlaka yok edileceğini ve Mekke’ye müminlerin varis olacağını, tevhidi dünya görüşünün eninde sonunda hakimiyetini tesis edeceğini müjdeledi.
13- 14- İnkârcılar peygamberlerine: “Ya sizi mutlaka yurdumuzdan çıkaracağız ya da mutlaka bizim milletimize döneceksiniz!” dediler. Rableri de onlara: “Biz zalimleri mutlaka helak edeceğiz ve onlardan sonra sizi mutlaka o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkanlar içindir” diye vahyetti. (İbrahim Suresi 13-14)
Geçmişte zor durumda olan peygamberlerin Cenab-ı Hak’tan fetih istemeleri gibi Peygamberimiz de Cenab-ı Hakk’tan fetih istedi. Rabbi de onu / onları destekledi ve eninde sonunda o inatçı zorba zalimlerin mutlaka yenileceğini bildirmekle kalmadı aynı zamanda o zalimleri yaptıklarına karşılık olmak üzere öbür dünya da şiddetli azapla cezalandıracağını da bildirdi. Gerekirse bütün bir toplumu yok eder ve yerlerine başka bir toplum getirir. Bunun Allah için hiçbir zorluğu yoktur. Mekkeliler bu tehditlerle uyarıldılar.
Cenab-ı Hak, şeytan Ebu Cehil’e ve yandaşlarına uyanların pişman olacaklarını ve onun kendisine uyanları satacağını da bildirdi. Hem bu yaşamlarında hem de öbür alemde şeytan ve şeytani liderleri takip edenlerin, bizzat o şeytanlar tarafından aldatılacağını, onların zoru görünce hemen kendilerine uyanları satacağını bildirdiği gibi aslında o şeytan ve şeytani liderlerin takipçilerini kendisini izleme hususunda herhangi bir zorlayıcı gücü olmadığını yani takipçilerin kendi arzu ve istekleri ile onları izlediğini, bu nedenle suç ortağı olduklarını da bildirdi. Bu tehditlerin Ebu Cehil’in boykot uygulamasına (ister gönüllü olsun ister gönülsüz) katılan kabileler üzerinde etkili olacağı açıktır. Tarihte yanlış yapan / zulmeden liderlerin sonları hep hüsran olmuştur. İşler tersine döndüğünde o zalim zorbalar kendilerini destekleyenleri yalnız bırakmışlar ve suçu kendilerini destekleyenlere atarak yağın suyun üstüne çıkması gibi onlarda kendilerini suçsuz göstermeye çalışmışlardır.
Cenab-ı Hak, tarihten verdiği örneklerle bu hususu Mekkelilerin önlerine serer ve onların zorba ve zalim Ebu Cehil ve tayfasının peşinden gitmemeleri konusunda uyarır. Peygamberimize ve müminlere boykot zulmüne iştirak eden kabileler bu uyarılardan nasiplerini mutlaka alacaktır. Zira gelecekte, Hz. Muhammed’in hareketi başarılı olacak olursa, Ebu Cehil bu zulmün suçunu onların üzerine atacak ve onlar bu suçtan dolayı cezalandırılacaklardır. Ayrıca Mekke’de gözü olan çevre kabileler Kureyşin üzerine yürümek için onların yaptıkları bu zulmü gerekçe gösterecekleri çok açıktır. Şayet çevre kabileler Mekke’yi Kureyş’in elinden almak için saldırdıklarında Mekkelilerin paçayı kurtarmalarının bir hayli zor olduğu da görülmektedir. Böyle bir duırumda Ebu Cehil de kendisini kurtaramayacağı gibi, onun kendini kurtaracak dönekliği yapmaması için hiçbir sebep de yoktur.
15- 23- Ve böylece peygamberler, fetih istediler. Bunun üzerine tüm inatçı zorbalar kaybettiler. Ardından onlara cehennem vardır ve kendilerine irinli su içirilecektir. Onu (irinli suyu) yutmaya çalışacak fakat boğazından geçirip yutamayacak. Ona her yandan ölüm gelecek, fakat o ölemeyecek. Arkasından da çok ağır bir azap gelecektir. Rablerini inkâr edenlerin işleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeyi ellerinde tutamazlar. İşte bu, derin bir sapıklıktır. Gökleri ve yeryüzünü Allah’ın hak ile yarattığını görmüyor musun? O dilerse sizi yok eder ve yerinize yepyeni bir halk yaratır. Bu, Allah için güç değildir. Hepsi Allah'ın huzuruna çıkacak ve toplumun ezilen kesimleri, kibirlenen ileri gelenlere: “Şüphesiz biz, sizlere tabi olmuştuk. Şimdi siz, Allah’ın azabından az bir şey olsun bizden savabilir misiniz?” dediler. Onlar; “Allah bizi doğru yola iletseydi biz de sizi doğru yola iletirdik, artık ağlayıp sızlasak da sabretsek de bizim için birdir. Çünkü sığınacak hiçbir yerimiz yoktur.” dediler. İş bitirilince şeytan onlara şöyle diyecek; “Muhakkak ki Allah size gerçeği vaat etti, ben de size vaat ettim, ama vaadimden dönerek size yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm de yoktu. Ben sizi çağırdım siz de bana uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın! Artık ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz ben, sizin beni Allah’a ortak koşmanızı daha önce de kabul etmemiştim” dedi. Muhakkak ki zalimlere elim bir azap vardır. İman edip, ıslah edici eylemlerde bulunanlar altlarından ırmaklar akan cennetlere sokulacaklar ve orada Rablerinin izniyle ebedi kalacaklar. Orada onların birbirlerine iltifatları, “Selam”dır. (İbrahim Suresi 15-23)
Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’in@ hareketinin fetihle sonuçlanacağını yukarıda müjdeledikten sonra bu müjdenin en güzel göstergesinin tevhidi dünya görüşü hareketinin o kadar zulme, eziyet ve şiddete rağmen ayakta kalması olarak bildirir. Bu hareketin dayanağı olan ilahi öğretinin doğru, güzel ve hak söz olmasından kaynaklı olarak güçlü ve dimdik ayakta olduğunu belirtir. Allah’ın ilmi, bilgisi, desteği ve izni ile bu dünya görüşünün sonunda meyvelerini vereceğini deklare eder.
Diğer taraftan şirkin / zulmün / kötülüğün köksüz, meyve vermeyen ve hafif bir rüzgârda hemen kökünden sökülüp atılacak bir bitki gibi dayanaksız bir ideoloji olduğunu vurgular. Böylece Mekke şirk sisteminin de hafif bir rüzgârda yıkılıp gideceğini müjdeler. Bu nedenle müminlerin şimdiki ve gelecekteki mücadelelerinde kararlı bir duruş sergileyeceklerini, zalimlerin ise daha da sapıtacağını bildirir.
24- 27- Allah’ın güzel bir söze nasıl bir benzetme yaptığını görmez misin? O, kökü / aslı (yerde) sağlam, dalları göğe yükselen, alımlı bir ağaç gibidir. Rabbinin izniyle o her an / her mevsim ürün verir. İşte Allah belki öğüt alırlar diye insanlara böyle misaller veriyor. “Kötü bir söz”ün durumu da (ekili olduğu) yerden kökünden sökülüp koparılmış, ayakta duramayan kötü / zayıf bir ağaca benzer. Allah, iman edenleri, bu dünyada ve ahirette sağlam bir söz üzere kararlı kılar. Allah, zalimleri ise saptırır. Allah dilediğini yapar. (İbrahim Suresi 24-27)
Cenab-ı Hak, verdiği nimetlere nankörlük yapan geçmiş kavimlerin / ulusların nasıl azaba uğradıklarına ve yok olup tarihe gömüldüklerine ilişkin olarak onların kalıntılarına dikkat çeker. Mekkeli müşrik zalimlerin akıbetlerinin de farklı olmayacağını belirtir. Tarihi delil üzerinden verdiği müjdeden sonra Cenab-ı Hak, müminlerin elçisine desteğe / salata devam etmelerini ve bu yolda mallarından infak etmelerini talimatlandırır. Sayıya gelmeyen nimetleri insanlara bahşedenin kendisi olduğunu vurgular.
28- 34- Allah’ın nimetlerini inkarla karşılayan ve toplumlarını sonunda helak yurduna ve yaslanacakları cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O ne kötü bir yerleşim yeridir! Onlar (nankörler), O’nun yolundan saptırmak için Allah’a ortaklar koştular. De ki: “Keyfinize bakın bakalım! Nasıl olsa sonunda dönüşünüz ateşedir.” İman eden kullarıma söyle: “Alış-veriş ve dostluğun olmadığı o gün gelmeden önce salâtı ikame etsinler, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık infak etsinler.” Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indirip onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize amade kılan, ırmakları da hizmetinize sunandır. Düzenli seyreden güneş ve ayı da size musahhar kıldı. Geceyi ve gündüzü de size musahhar kıldı. O, istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın nimetini saymaya kalksanız sayamazsınız! Muhakkak ki insan çok zalim, çok nankördür. (İbrahim Suresi 28-34)
Tehditler karşısında içlerinde korku yaşayan bazı Mekkeliler boykota son verilmesi gerektiği üzerinde düşünmeye başladılar. Mekke’nin kuruluş ilkelerine aykırı hareket edilmesinin sonunda başlarına büyük bela açacağını anlamışlardı. Ayrıca müminlere yapılan bu zulüm nedeniyle bazı Mekkeli kabilelerin ileri gelenlerinin vicdanları acımıştı. Boykot zulmüne maruz kalan müminlerin içerisinde kendi mensupları da bulunmaktaydı. Müminlere karşı kalpleri yumuşayan sözkonusu bu Mekkelilerin başında Hişam bin Amr, Mahzum oğulları reisi Züheyr bin Ümeyye, Nevfel oğulları reisi Mu’tim bin Adiyy ve Esed oğulları reisi Ebul Bahteri vardı. Bunlar açlık çektikleri zamanda çeşitli yollardan müminlere yiyecek göndererek onların yaşamlarını sağlamışlardır. Müminler salatı ikame etmek (iyiliği yeryüzüne hâkim kılmak ve insanları şirkten kurtarmak) için Ebu Talip tepesinde / vadisinde yerleşmek zorunda kalmışlardı. Burada kendilerine hayati olan her türlü ürün / gıda yasaklanmıştı. Ancak kendilerine karşı kalpleri yumuşayan bu kimselerin gönderdiği gıda ürünleri ile yaşamlarını sürdürmüşler ve davalarını bırakmamışlardır. Hatta bu boykot onlar için bir nimet olmuş ve geleceğe hazırlanmak için bir fırsat olarak değerlendirmişlerdir. Sonunda da aynı Mekkeli ileri gelenler Ebu Cehil’in muhalefetine rağmen müminlere boykotu kırmışlar ve boykot / muhasara anlaşmasını feshetmişlerdir.
Cenab-ı Hak, bazı Mekkelilerin gönüllerini müminlere meylettirerek boykot / muhasara anlaşmasının iptal edilmesi olayını Hz. İbrahim’in duası üzerinden anlatır. Muhtemeldir ki Hz.Muhammed @ de tıpkı Hz.İbrahim @ gibi dua etmiş ve müminlerin üzerinden bu yaptırımın kalkması için Cenab-ı Hak’tan yardım talep etmiştir.
35 -41- Hani bir vakit İbrahim şöyle demişti: “Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl! Beni ve oğullarımı ilah sayılan otoritelere / putlaştırılan otoritelere itaat etmekten koru! Rabbim! Gerçekten onlar (putlaştırılan otoriteler) insanların birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana tabi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, Sen muhakkak ki çok bağışlayan, çok merhamet edensin. Rabbimiz! Ben soyumun bir kısmını salatı ikame etmeleri / iyiliği yeryüzüne hâkim kılmak için senin Beyt-i Hareminin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve onları ürünlerden rızıklandır. Böylece onlar şükrederler. Rabbimiz! Muhakkak ki Sen bizim gizlediğimiz şeyleri de açığa vurduğumuz şeyleri de bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli değildir. Hamd / yönelimimiz ihtiyarlık halimde bana İsmail’i ve İshak’ı lütfeden Allah’adır. Muhakkak ki Rabbim duaları işitendir. Rabbim! Beni ve soyumu salatı ikame edenlerden kıl! Ey Rabbimiz! Duamı kabul eyle! Rabbimiz! Hesapların görüleceği gün beni, anamı-babamı ve müminleri bağışla!” (İbrahim Suresi 35-41)
Cenab-ı Hak, müşrik zalimlerin yaptığı zulümlere asla kayıtsız kalınmayacağını bildirdikten sonra onların bütün yaptıklarını izlemekte olduğunu, onların her türlü oyun, tuzak ve hilelerinin kendisine ayan olduğunu bildirerek zalimler tehdit edilirken, müminlere de moral verilir ve motivasyonları sağlanır.
42 -46- Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma! O, sadece onları gözlerin dehşetten fal taşı gibi açılacağı bir güne erteliyor. O gün onların başları göğe çevrilmiş, gözlerini kendilerine bile çevirip bakamazlar ve yürekleri de bomboş olarak panik içinde koşturur dururlar. Sen insanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler şöyle diyecek; “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin çağrına icabet edelim ve peygamberlere tâbi olalım.” Onlara şöyle denilecek; “Daha önce sizin için bir zeval olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturuyordunuz. Onlara neler yaptığımızı size örnekler vererek açık açık anlatmıştık.” Buna rağmen onlar, tuzaklarını kurdular. Onların tuzakları, dağları yerinden oynatacak olsa bile Allah onu bilir. (İbrahim Suresi 42-46)
Daha sonra Cenab-ı Hak, müminlere diriliş ve fetih konusundaki vaadinden de asla caymadığını beyan eder. Vaadinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğini ve zalim müşriklerin bir gün devrileceğini, onların yerine müminlerin geçeceğini “göklerin başka göklerle, yerlerin başka yerlerle değişeceği” kıyamet metaforu ile müjdeler. Müminlere yapılan bu müjdeler aynı zamanda Mekkeli müşrikler için tehdittir ki, boykotun kırılmasına taraftar olan kabilelerin yüreklerine korku salmış olmalıdır.
47- 52- Öyleyse sakın Allah’ın, elçilerine verdiği sözden cayacağını sanma! Muhakkak ki Allah, Azizdir, İntikam sahibidir. O gün, Allah yeryüzü başka bir yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de başka göklerle değiştirilecek. Herkes, Bir ve Kahhar olan Allah’ın huzurunda toplanacaktır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Gömlekleri katrandandır ve yüzlerini de ateş sarar. Bunlar Allah’ın herkese kazandığının karşılığını vermesi içindir. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir. İşte bu insanlara bir bildiridir ki, ibret alsınlar. Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye. (İbrahim Suresi 47-52)