BÖLÜM 42
HİCRETİN ORGANİZASYONU
Müminler özellikle boykot döneminde olmak üzere Mekke döneminde çok iyi örgütlendiler. Ayrıca Medinelilerle gerçekleştirilen akabe görüşmeleri sürecinde müminler Mus’ab bin Umeyr öncülüğünde Medine’de de örgütlenmelerini sürdürdüler. Bu örgütlenme ile hem müminlerin Mekke’den Medine’ye göçleri / hicretleri hem de Medine’de kurulacak İslam Devleti organize edildi.
Hicret sırasında müminlerin Mekke’den nasıl ve kiminle beraber ayrılacakları, rehberlerinin kim olacağı, beraberinde neleri götürecekleri, nerelerde konaklayacakları, güzergâh üzerinde hangi kabilelerden saklanacakları / gizlenecekleri, hangi kabilelerden yardım, destek ve vize alarak yiyecek, su ve diğer malzeme ikmalinin yapılacağı organize edildi. Medine’ye ulaştıklarında ise nerede konaklanacakları, devlet teşkilatında kimlerin hangi makam ve görevlerde istihdam edilecekleri önceden belirlendi. Bu arada Medine’deki yeni oluşumun teşkilat yapısı da organize edildi ve Hz.Muhammed@ beklenilmeye başlandı.
Cenab-ı Hak, müminlerin birbirine sıkı sıkıya kenetlenmelerini ve çok organize olmuş yapılarını saflar halinde dizilmeleri şeklinde tasvir eder ve onların Kitab’ı yani ilahi öğretiye dayalı geliştirilmiş mevzuatı iyi okuyarak disiplinli bir topluluk oluşturmalarını Saffat Suresinin ilk ayetlerinde ifade eder.
Özetle Medine İslam Cumhuriyetini sevk ve İdare edecek / yönetimini üstlenecek, güvenliğini sağlayacak disiplinli bir yapı artık oluşmuştur. Ekseninde Tevhit (Tek bir İlahın bayrağı altında toplanma) olan ve tek bir merkeze / otoriteye bağlı bir organize oluştan sonra aydınlık bir doğuşun gerçekleşeceği “Doğuların Rabbinin Allah olduğu” ifadesi ile anlatılır. Kur’an’ın ayetlerinin saçtığı ışık ve tam teşkilatlı bir yapı ile birlikte doğuş başlamıştır artık.
Rahman Rahim Allah Adına
1-5- O saflar halinde dizenlere / dizilenlere, sevk ve idare edip güvenliği sağlayanlara, Zikir / Kitabı okuyanlara yemin olsun ki, sizin İlahınız Bir Tek’tir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir. (Saffat Suresi 1-5)
Şimdi sıra Medine İslam Cumhuriyetinin teşkilat yapısında istihbarat ve güvenlik ağının kurulmasına gelmiştir. Zira kurulacak devleti (Sema Metaforu) bekleyen en büyük tehlike devlet yöneticilerinin özellikle düşmana ilişkin verecekleri kararların düşmana sızdırılmasıdır. Şayet devletin savunmasına yönelik alacağı kararlar düşmana ulaşacak olursa devletin daha doğarken boğulması kaçınılmazdır. Bu nedenle devletin merkeze en yakın yani karar mercilerinin Şeytanın tasallutundan, şeytani güçlerin sızmasından korunması elzemdir.
Cenab-ı Hak, elçisinin ve müminlerin dikkatini bu hususa çekmek ve gerekli önlemleri alması için kozmik gökyüzünün şeytanların sızmasına karşı aldığı önlemler metaforunu anlatır. Müteakip ayetlerde anlatılan bu metafor uyarınca Hz.Muhammed’de@ yeni teşekkül ettirdiği İslam Devletinin karar mercileri olan Mele-i Alasını / Yüce Konseyini korumak için çok özel yetiştirdiği şahsiyetleri istihbarat ve emniyet kadrolarında vazifelendirecektir.
Hz.Ömer, Hz. Ebu Bekir, Sa’d Bin Ubade, Mus’ab Bin Umeyr vb. mükemmel / yıldız şahsiyetlerin yerleştirileceği (en yakın semanın yıldızlarla süslenmesi metaforu) devlet yönetiminin karar merciinin korunması ancak böyle bir istihbarat ve güvenlik kadroları ile sağlanacaktır.
Ayrıca devlet teşkilatının ana merkezine hiçbir şeytan / müşrik / düşman / münafık unsurun sızamayacağı, provoke ve suikast yapamayacağı bir teşkilat yapısı kurulacaktır. Son akabe görüşmelerinde alınan kararların Mekke müşriklerine sızdırılması sonucunda her şeyin az daha berbat olacağı bir kerteye gelmiş olması da bu tür bir korunma önleminin alınmasının ne kadar zorunlu olduğunu göstermekteydi.
Kurulacak istihbarat ve güvenlik teşkilatı öyle bir şekilde donatılmalıydı ki şayet devletin karar merciinden / Meclisinden / Yüce Konseyinde alınan herhangi bir karara ilişkin bir bilgi kırıntısı düşmanın şeytanları / istihbarat elemanları tarafından kapılacak olsa, bu teşkilat elemanları / ajanları daha menziline ulaşmadan yakalanmalı ve hemen yok edilmeliydi. Bu noktada devletin istihbarat ve güvenlik birimlerindeki kadrolar ateş gibi hızlı ve yok edici olması gerektiğine yine aynı metaforda işaret edilmektedir.
Böylece Hz.Muhammed@ İslam Devletinin istihbarat ve güvenlik ağını daha Mekke’de iken oluşturmuş ve Medine'de sağlıklı olarak işletmiştir. Bu teşkilat yapısının adı daha sonra “Ehli Suffa” olarak anılacaktır. Saffat Suresindeki işaretlerden yola çıkılarak kurulan Ehli Suffa, peygamberimizin devlet yönetim merkezi olan Mescidi Nebevide toplanan Yüce Konseyi / Meclisi / Mele-i Alayı korumuş, kollamış ve buradan herhangi bir bilginin sızmasına engel olmuşlardır. Cenab-ı Hak, böyle bir yapının yaratılmış olduğunu gökyüzünün ve kozmik düzenin korunması için yarattığı sistem üzerinden aşağıdaki şekilde anlatır;
6- 10- Gerçekten Biz en yakın semayı ziynetlerle, yıldızlarla süsledik. Böylece onu bütün azgın ve asi şeytanların saldırısından / tasallutundan koruduk. Ki onlar Mele-i Alayı / Yüce Konseyi / Meclisi dinleyemesinler ve her yandan şiddetle defedilsinler, kovulup atılsınlar ve sürekli bir azaba mahkûm olsunlar. Şayet (Mele-i aladan / Yüce Konseyden / Meclisten) bir bilgi kırıntısı kapanlar olursa, o zaman onların peşine delik deşik eden bir ateş düşer. (Saffat Suresi 6-10)
42.1. Mekke’nin Hicreti Engelleyici Girişimlerine Cevaplar
Medine’deki yeni oluşuma katılım için yapılan onca teşviğe ve alınan o kadar tedbire rağmen Mekkeliler arasında hala hicrete soğuk bakan kimseler vardı. Onları bu endişe ve tereddüte sevk eden husus ise Mekke müşriklerinin kendilerini çok güçlü, kuvvetli ve yenilmez olarak göstermelerinden başka bir şey değildi. Onlar yaptıkları propaganda ile Medine’deki yeni kurulacak devleti küçümsüyorlar, aşağılıyorlar ve çok zayıf görüyorlardı. Müminlerden hicret edenlerin arkasından alaycı bir söylemle onları zavallı olarak niteliyorlar ve yeni oluşumun hüsranla neticeleneceği propagandasını yapıyorlardı. Hz.Muhammed’in@ yandaşları ile kuracakları Medine İslam Cumhuriyetinin Mekke’nin karşısında yaşama şansının olmadığını ve çok kısa bir süre sonra yıkılıp gideceği söylemini dillerinden düşürmüyorlardı. Onların yaptıkları bu menfi propaganda, hicrete niyetli Mekke halkı üzerinde olumsuz etki uyandırıyor, onları hicret etmekten alıkoyuyordu. Yapılan propagandanın menfi etkisini gidermek için güçler arasında bir kıyas yapmak gerekiyor ve onların iddialarının tutarsız olduğunu göstermek gerekiyordu. Bu karşılaştırmanın sayısal üstünlük üzerinden yapılması doğru bir kıyaslama olamazdı. Zira insanların birbirleriyle mücadelelerinde galibiyeti, genellikle sayısal çokluktan ziyade niteliksel üstünlük getirmektedir. Cenab-ı Hak müşriklerin kendi sayısal üstünlüklerine dayanarak yaptıkları propagandayı tersine çevirmek için yaptığı karşılaştırmada müminlerin birbirine kenetlenmiş, birbirlerinden asla kopup ayrılmayan, birlik ve beraberliklerini asla terk etmeyen iyi eğitilmiş kaliteli kişilerden meydana getirildiğini vurgular. Onları yapışkan çamur metaforu kullanarak birbirlerini asla bırakmayan özelliklerine atıf yapar. Toprak gibi mütevazı, paylaşmacı, vergili olma sıfatları ile dayanışma ruhuna sahip olan müminlerin bu vasıflarının müşriklerde olmadığını belirtir. Müşrikler gurur, kibir ve rekabetçi özellikleri ile aslında birbirlerini çekemezler, birbirlerini kıskanırlar. Bu nedenle onların müminlerle yapacakları mücadele ve savaşlarda dağılıp gidecekleri açıktır. Müminler ise saflar halinde birbirlerine kenetlenerek savaşacaklar ve galip geleceklerdir.
Böylece Cenab-ı Hak müminlerle müşriklerin kıyaslamasını yaptığı bu ayetlerde kendi inzal ettiği vahiy terbiyesi ile yaratılan müminlerin müşriklerden üstün, güçlü, zorlu ve galip olduğunu, müminlerin çamurun karakterlerine nisbet edilerek sahip oldukları güzel nitelikleri delil göstererek ispatlar. Ayrıca çok kısa zamanda böylesine üstün özelliklere sahip müminlerin yaratılmasına / yetiştirilmesine Hz.Muhammed’in@ kendisi bile hayret ederken müşrikler onlarla alay ediyorlardı. Hem Mekke’den hem de Medine’den nitelikli şahsiyetlerin harekete katılarak Mekke müşriklerine kafa tutacak, onlarla savaşacak bir konuma gelmesi aslında son derece hayretengiz bir gelişmeydi. Hz.Muhammed’in@ kendisi de dahil hiç kimse bu kadar kısa bir sürede bu kadar güçlü bir oluşuma imkan ve ihtimal vermez iken bu oluşum gerçekleşmiştir.
11-12- Şimdi onlara sor: “Yaradılışça kendileri mi daha çetin / kuvvetli / güçlü / zorlu yoksa Bizim yarattığımız kimseler mi?” Şüphesiz Biz onları kopup ayrılmayan / yapışkan bir çamurdan yarattık. Bu yaratılışa sen hayret ediyor ve şaşkınlık duyarken, onlar alay ediyorlar. (Saffat Suresi 11-12)
Mekke müşrik ileri gelenleri müminlerin böyle beklenmedik bir şekilde güçlenmeleri ve devlet kuracak bir seviyeye gelmelerini, küçümseyerek alaya aladursunlar Hz.Muhammed@ onları yaptıkları zulümlerden dolayı bir gün hesap verecekleri tehdidinde bulunuyordu. Bu tehdit mesajını da gelecekte / ahirette yaşancak diriliş ve hesap günü üzerinden yapıyordu. “Kozmik Diriliş ve Yüce Divan’da Hesap Verme” ilkesi hem bu dünyadaki yakın geleceği hem de ahiretteki diriliş ve hesap gününü ifade ediyordu. Yakın gelecekte Medine İslam Cumhuriyeti bayrağı altında dirilip ayağa kalkan müminlerin ilkellik ve gerilikte direnen müşriklerden hesap sorulacağını anlatırken ahiretteki diriliş ve hesap vermede insanların hepsinin dünyada yaptıklarının hesabını vereceğini anlatıyordu. Mekke müşrikleri ise Hz.Muhammed’in diriliş ve hesap verme söylemli tehdidinin Mekke halkını etkilemek amacıyla kullandığı bir algı operasyonu (büyüleyici etki uyandıran argümanlar) olduğunu söylüyorlardı. Gerçekle uzaktan yakından bir alakası olmadığını iddia ediyorlardı. Onlara göre şirk sistemi ile ölü, ilkel, hiçbir devletin adam yerine koymadığı, dünya sahnesinde hiçbir varlıkları olmayan Arap toplumunu yeniden yaratarak varlık sahnesine çıkarmak imkansızdı. Bu nedenle Medine İslam Cumhuriyeti girişimi başarısız olacaktı ve asla Mekke müşriklerine hesap sorması mümkün olmayacaktı. Hz.Muhammed@ dünya gerçeklerinden habersiz hayal dünyasında geziyordu. Onlar bunu da ahiretteki kozmik diriliş ve hesap gününü inkâr üzerinden bir dil kullanarak ifade ediyorlardı. Onlar ölüp toz toprak olduktan sonra yeniden dirilmenin imkânsız olduğunu söylüyorlardı. Onlar Hz.Muhammed’in@ diriliş ve hesap verme söyleminin insanlar üzerinde büyüleyici / korkutucu / etkileyici bir etkisi olduğuna da işaret ediyorlardı.
Cenab-ı Hak onların bu sözlerine karşı çok sert bir üslupla dirilmenin mutlaka gerçekleşeceği ve bunu inkâr edenlerin ise aşağılanmış bir şekilde hesap vereceklerini müteakip ayetlerde ifade eder. Bu ayetlerle aynı zaman toplumsal dirilişin de mutlaka gerçekleşeceğine, bu dirilişe ayak direyenlerin akılları başlarına geldiğinde iş işten geçmiş olacağına ve rezil rüsva olacaklarına da işaret edilir.
13-20- Onlar ihtar edildiklerinde düşünmedikleri gibi / akıllarını başlarına almadıkları gibi bir ayet gördükleri zaman da eğlenceye alıyorlar ve diyorlar ki “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” De ki: “Evet, hem de siz çok aşağılanmış olarak...” Nitekim o gün çok şiddetli bir komut verilir. İşte o zaman gözleri açılır / uyanırlar ve “Eyvah bizlere! İşte bu, Din / Hesap Günü’dür!” derler. (Saffat Suresi 13-20)
Cenab-ı Hak müteakip ayetlerde Mekke müşriklerinin yalanladıkları ve alay ettikleri hesap gününü tasvir ederek onların gelecekte düşecekleri kötü pozisyonu anlatır. Onlar nasıl kozmik kıyametten sonra tutuklanıp hesaba çekilecekler ve arkasından cehennemle cezalandırılacaklarsa ve bu cezadan kurtulmak için birbirlerine yardımda edemeyeceklerse aynı şekilde bu dünyada müminler karşısında mağlup olacaklar ve o mağlubiyetten sonra esir edilecekler / tutuklanacaklar. İşte o zaman onların halihazırda ortalıkta efelenerek dolaşmalarından, gurur ve kibirlerinden eser kalmayacak rezil rüsva edileceklerdir. Onlar yaptıklarından dolayı hesaba çekilecekler. Onlar küçük, zayıf görerek alay ettikleri Resulü Ekrem’e zillet içerisinde ve çaresiz kalarak teslim olacaklardır. Böylece hangi tarafın güçsüz hangi tarafın kuvvetli olduğu anlaşılacaktır. Aşağıdaki ayetlerde Cenab-ı Hakk onların bu akıbetlerini anlatarak onları tehdit eder;
21-26-“İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz Ayırma Günü’dür!” “Toplayın o zulmedenleri, eşlerini ve Allah’tan başka taptıkları kimseleri ve onları cehenneme doğru sevk etmeden önce tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekilecekler.” Onlara “Ne oldu sizlere? Neden yardımlaşmıyorsunuz?” denilecek. Fakat Heyhat! Bugün onların hepsi teslim bayrağını çekmişlerdir. (Saffat Suresi 21-26)
Müşrikler hesap verme aşamasında cezadan kurtulmak için birbirlerini suçlamaya başlayacaklar. Özellikle Mekke halkı, kendilerini ayartarak hicrete mâni olmak için müşrik İleri gelenlerin ileri sürdükleri argümanların doğru ve halkın yararına imiş gibi gösterdiklerini ifade edeceklerdir. Onlar bu suçlamaları ile müşrik ileri gelenlerin cezalandırılması gerektiğini, kendilerinin ise bağışlanmaları gerektiğini söylemeye çalışacaklar. Kendilerinin iyi, güzel ve doğru gibi görünen süslü laflarla kandırıldıklarını ima edeceklerdir. Cenab-ı Hak, aslında Mekke halkını gelecekte karşılaşacakları bu akıbetle uyararak onların akıllarını başlarına almalarını ister;
27 –28- Onlar birbirlerini suçlayıp çekişecekler; Yönetilenler yöneticilerine: “Siz bize kendinizi doğru yolu gösteren, güçlü ve iyilikten yanaymış gibi gösterirdiniz” diyeceklerdir. (Saffat Suresi 27-28)
Fakat onların bu mazeretlerinin çok haklı bir mazeret olmayacağını bizzat müşrik ileri gelenlerin onlara verecekleri cevabın için de bulmak mümkündür. Müşrik ileri gelenleri safını değiştirmeyerek Mekke’deki şirk sistemi içerisinde kalmayı tercih eden Mekke halkına kendilerini suçlamalarının hiçbir tutar tarafının olmadığını beyan edecekler ve aslında halk olarak onların azmış bir kavim olduklarını bu nedenle Muhammed’in@ safına geçmediklerini belirteceklerdir. Bunun gerekçesi olarak da kendilerinin asla zorlayacak güçlerinin olmadığını belirteceklerdir. Onları sadece kışkırttıklarını ama zorlamadıklarını ifade edeceklerdir. Cenab-ı Hak, müşrik yöneticilerle halk arasında gelecekte yaşanacak karşılıklı bu suçlamaları anlatarak Mekke halkını uyarmaktadır. Gelecekte böyle bir konuma düşmemek için şimdiden akıllarını başlarını almalarına işaret eder. Aksi takdirde bu suçlamalar sahnesi ile mazeretlerinin geçersizliği bizzat kendi yöneticileri tarafından ortaya konulur;
29-34-Yönetenler ise: “Bilakis, siz mümin olmayı tercih etmediniz. Zaten Bizim sizin üzerinizde zorlayıcı bir gücümüz de yoktu. Ama siz kendiniz azmış bir kavimdiniz. Artık Rabbimizin azap sözü hepimizin üzerine hak oldu. Şüphesiz azabı tadacağız. Ayrıca biz sizi sadece kışkırttık. Çünkü biz kendimiz zaten azgın kimseler idik.” O halde o gün onlar azabı hep birlikte çekeceklerdir. İşte muhakkak ki Biz, suçlulara böyle yaparız. (Saffat Suresi 29-34)
Cenab-ı Hak müşrikleri böylece uyardıktan sonra onların acı azabı hak ettiklerini, zira onların ilahlarını terk etmediklerini ve Hz. Muhammed’e@ cinlenmiş ve şair yaftası yapıştırdıklarını belirtir. Halbuki peygamberimiz onlara Allah’tan başka ilah olmadığını bildirerek onları zulüm, sömürü, çatışma, gerilik ve ilkellikten kurtarmaya çalışıyordu. O’nun bu çağrısını ve samimiyetini bilmelerine rağmen O’na cinlerle irtibatlı, onlardan haber aldığı ve bu haberleri şairane bir üslupla anlattığı iftirasını atarak halkı tevhit ehli olmaktan alıkoymaktaydılar. Bu nedenle Mekke’nin azgın ileri gelenler için feci bir azap asla lüzumsuz değildi. Onlar işledikleri suçun cezasından başka bir şeyle cezalandırılmayacaklardı ve onlar bunu hak ediyorlardı.
35-39-Onlar, kendilerine: “Allah’tan başka ilah yoktur” denildiği zaman büyüklük taslıyor ve “Ne yani Biz, cinlenmiş bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz?” diyorlar. Bilakis o ne cinlenmiş ne de şairdir, o hak ile geldi ve peygamberleri tasdik etti. Muhakkak ki siz, o acı azabı tadacaksınız. Aslında siz sadece yaptığınız amellerinizin karşılığı ile cezalandırılacaksınız. (Saffat Suresi 35-39)
Ancak bu cezalandırmada istisna edilecek olan kimselerin ancak ihlaslı kullar olacağı bildirilir. Şayet bir kimse Mekke müşrik azgın ileri gelenlerin ayartmalarına gelmeyip Hz.Muhammed’in@ safında yer alırsa o kimseye gideceği Medine’de bilinen rızıklar, meyveler ve çeşitli nimetler ikram edilecektir.
40- 42- Allah’ın muhlis kulları müstesnadır. İşte onlar kendileri için bilinen bir rızık ve meyveler vardır. Onlar ikrama mazhar olacaklardır. (Saffat Suresi 40-42)
O muhlis kulların kozmik kıyamet sonrasındaki ödülleri ise Naim Cennetlerinde tarifi imkânsız nimetlerle ağırlanmak olacağı bildirilir. Hem bu dünyadaki hem de ahiretteki bu vaatler ile Mekke halkı Hz.Muhammed’den@ yana olmaya ve hicret etmeye teşvik edilmektedir.
43- 49- Onlar Naim cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde oturacaklar. Onların aralarında bembeyaz, içenlere lezzet veren berrak pınardan doldurulmuş bir kadeh dolaştırılır. Onda baş döndürme özelliği olmadığı gibi onu içenler sarhoş da olmazlar. Yanlarında da, korunmuş yumurtalar gibi, gözlerini sadece kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. (Saffat Suresi 43-49)
Cenab-ı Hak, yukarıda belirtilen ihlaslı kulların birbirleriyle sohbetlerini tasvir eden ayetlerini inzal eder. Mekke müşrik halkından olup da Hz.Muhammed’in@ çağrısına uyarak saf değiştiren ve hicret eden bir kişinin bu tercihi ile uçurumun kenarından nasıl döndüğü anlatılır. Bu kişinin gelecekte yapacağı sohbet şimdiden yapılmış gibi şöylece sahnelenir;
“Mekke müşrik azgınlarından bir yakını olan bu kimse, o yakını tarafından ayartılmaya çalışılır. O azgın şahıs onun “öldükten sonra dirilme ve hesap vermeye” ilişkin inancıyla alay etmişti. O azgın müşrik onu öylesine aşağılamıştı ki az daha bu aşağılanmadan etkilenerek Medine'ye hicret etmeyecek ve safını Mekke müşriklerinden yana seçecekti. Fakat bütün bu menfi propagandaya karşı direndi ve sonunda kazananlardan oldu / olacak. Bu dünyada toplumsal olarak dirilişi yaşadı, kozmik ahiretten sonra da biyolojik dirilişi yaşayacak. Tasvire göre o salih kişi kendisini ayartmaya çalışan müşrik kişiyi bulmaya ve yüzleşmeye çalışır. Sonunda onu acı azabın içerisinde iken bulur ve ona az daha kendisini de ayartacağını ancak Rabbinin nimeti (bu ayetlerdeki uyarılar) sayesinde kurtulduğunu ifade eder. Mekke'nin fethinden sonra müşriklerin yaşadığı zillet ve aşağılanmadan kurtuldu / kurtulacak diğer taraftan ahiretteki cehennem azabından da bu nimet sayesinde kurtulacak.”
50-57- Derken onlar dönüp birbirlerine sorarlar. İçlerinden birisi der ki: “Benim ‘Öldükten, toprak ve kemik olduktan sonra hesaba çekilip cezalandırılacağımıza gerçekten sen de inanıyor musun?’ diyen bir yakın arkadaşım vardı. Onu tanıyor musunuz? / gördünüz mü onu? ” Derken kendisi bakınırken onu cehennemin ta ortasında gördü ve dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki, doğrusu sen az daha beni de helak edecektin. Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, ben de cehenneme atılanlardan olmuştum.” (Saffat Suresi 50-57)
Hicret etmeyi tercih eden ve Hz.Muhammed’in@ safına geçerek zillet ve azaptan kurtulan kimseler, yaşayacakları toplumsal dirilişten sonra bir daha o eski cahili, geri ve ilkel yaşama dönmeyeceklerini ifade ederler. Onlar üzerlerine ölü toprağı serpilmiş, manen ölmüş toplumsal yaşamlarından kurtulduklarını ve bir daha o ölü vaziyete geri dönmeyi istemediklerini belirtirler. Zilletli, acılı, çatışmalı, zulüm dolu ve perişan bir yaşamı getiren şirk sisteminden Hz.Muhammed’in@ çağrısına uydukları için kurtuldukları ve bir daha o çileli ve acılı yaşamı yaşamayacaklarına değinirler. Onların bu durumları kıyametten sonrası içinde geçerli olacak ve biyolojik dirilişten sonra bir daha onlara ölüm olmayacağı gibi azapta olmayacağı vurgulanır. Bu durumu şirk içerisinde kaybeden yakın arkadaşına hitaben söyleyeceğine değinilen ayetlerle Mekke halkına akıllarını başlarına almaları ve gerçek kurtuluşu tercih etmeleri konusunda uyarılar yapılır.
58- 61- “Bak!” “Biz artık ölüler değiliz. Ve bize önceki / ilk ölümümüz hariç başka ölüm yok. Ve biz azaba da uğratılacak değiliz.” İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Artık, çalışanlar, sadece bunun için çalışsınlar. (Saffat Suresi 58-61)
Hz.Muhammed’in@ safına geçmeyen ve Mekke müşrikleri safında yer almaya devam eden zalimler içinse her an karınlarını kasıp kavuracak / içlerine işleyecek sıkıntılar olduğu belirtilir. Öyle ki bundan sonra her gün onları sıkıntıya düşürecek, açlık, perişanlık, ümitsizlik ve korku ile karşı karşıya kalacakları vurgulanır. Onlar hicret etmeyerek rahat yaşayacaklarını, “karınlarının tok, sırtlarının pek olacağını” tasarlıyorlar ama esas acılı azabı hicretten geri kaldıkları zaman yaşayacakları hususu zakkum ağacı ve kaynar su metaforu ile ifade edilir. Biyolojik ölümden ve kıyametten sonra cahimde / cehennemde yaşayacakları azap ise cabası olacağı ayrıca belirtilir.
62 –68- İkram olarak bu mu daha hayırlı yahut zakkum ağacı mı? Şüphesiz zalimler için bu bir imtihandır. (Bakalım hangisini tercih edecekler diye) Muhakkak ki o (zakkum ağacı), cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların başları gibidir. İşte, onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bununla dolduracaklar ve üstüne kaynar su karışımı bir içecek vardır. (Işte onlar için şeytani oyunların sonucu içlerine işleyecek acı bir azap ve korkunç bir ümitsizlik vardır.) Sonunda da dönüp varacakları yer, kesinlikle Cahim’dir (cehennemdir). (Saffat Suresi 62-68)
Onların bu çekecekleri azap beyhude değil. Zira onlar daha önce geçmiş atalarının yaşamlarını sapık / yanlış olarak görüp onları eleştiriyorlardı. Fakat ne zaman ki kendilerini doğru yola çağıran bir uyarıcı geldi bu kez kendileri de bu uyarıcının gösterdiği doğru yoldan gitmeyi tercih etmeyip sapık ve yanlış olan atalarının yolundan gitmeyi tercih ettiler. İste bu nedenle azabı, perişanlığı ve rezilliği hak ediyorlar. Ama ihlaslı kimseler ise doğru yolu görünce her türlü riski göze alarak o yolu tercih ettikleri için onlar kurtuluşu, konforu ve her çeşit nimeti hak ediyorlar.
69-74- Çünkü onlar, atalarını sapık kimseler olarak görmelerine rağmen şimdi kendileri de onların izleri üzerinde koşturuyorlar. Ant olsun ki, onlardan öncekilerin de çoğu sapıktı. Ant olsun Biz onlara da uyarıcılar göndermiştik. Fakat şimdi bir bak, Allah’ın muhlis kulları dışındaki o uyarılanların sonu nasıl oldu? (Saffat Suresi 69-74)
42.2. Hicreti Teşvik İçin Tarihten Verilen Örnekler
Hz.Muhammed’in@ Taif dönüşü kendisine yardım etmesi için yaptığı dua ve niyazına Cenab-ı Hak en güzel şekilde karşılık verir. Medineliler ile birkaç yıldır yapılan akabe görüşmeleri neticelenmiş ve müminler Medine’de ilahi öğretinin hâkim olduğu bir vatana kavuşma noktasına gelmişlerdi. Artık müminlerin Mekke cehenneminde yaşadıkları sıkıntılardan kurtulmalarına ramak kalmıştı. Tıpkı Hz.Nuh’un@ yaptığı duaya icabet edilerek O’nun yoldaşları ile birlikte kurtarılması gibi peygamberimizde kendi yandaşları ile birlikte kurtulacaklardı.
Nasıl ki Hz. Nuh’un@ şanlı mücadele ve kurtuluş öyküsü çağlar boyu nesilden nesile, dilden dile aktarılıyorsa, peygamberimizin kutlu yürüyüşü ve kurtuluş öyküsü de bundan sonra nesilden nesile aktarılacaktır. Cenab-ı Hakk’ın Hz. Nuh@ üzerinden verdiği bu müjde kesinlikle gerçek olacaktı. Bu nedenle Mekke halkının bu harekete destek vermesinin önemi vurgulanır. Bu harekete katılmayanların tıpkı Hz. Nuh’un@ gemisine binmeyenler gibi tarihin çöplüğünde boğulup gideceklerine işaret edilir ki, ihbar edilen bu olay tarihte gerçek olmuştur. Mekke müşrikleri yenilmiş, Hz.Muhammed@ ve yol arkadaşları ise sıkıntılardan kurtuldukları gibi tarihe altın harflerle yazılmış şanlı bir mücadele öyküsü bırakmışlardır.
75-82- And olsun ki, Nuh, Bize seslenip yardım talep etmişti. Biz de bu talebe en güzel şekilde cevap vermiştik de onu ve ehlini (ailesini, yakınlarını, arkadaşlarını, yoldaşlarını, inananlarını) o büyük sıkıntıdan kurtardık ve onun neslini payidar kıldık. Arkadan gelenlerin ondan ders alacakları iyi bir nam bıraktık. Alemler içinde Nuh’a selam olsun! Muhakkak ki, iyilik yapanları Biz böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o (Nuh), Bizim mümin kullarımızdandı. Diğerlerini ise suda boğduk. (Saffat Suresi 75-82)
Hz.Muhammed@ ve arkadaşları 13 yıllık uzun bir süre, tüm Mekke halkını şirk sistemini terk etmeye davet etti. Şirk sisteminin insanlara fayda getirmediğini, kabilelerin birbirinden farklı ilahların peşinden giderek çatıştıklarını bu nedenle de kabilelerin ilkel, geri ve zayıf kaldıklarını, zamanla felakete doğru gittiklerini anlattı. Onları bu felaketten kurtaracak yegâne paradigmanın ise “Bütün kabilelerin (alemlerin) Rabbinin Allah olduğu” ilkesini kabul ederek tüm kabilelerin tek bir çatı altında toplanması gerektiğini söyledi. Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’in@ Mekke halkına yaptığı bu çağrıları Hz.İbrahim’in@ kendi babasına ve kavmine yaptığı çağrı üzerinden dile getirir. Nasıl ki Hz. İbrahim@ kendi kavmine ve yakınlarına içinde yaşadıkları şirk ve zulüm sisteminden son derece rahatsız olduğunu ifade ettiyse, aynı şekilde Hz.Muhammed@ de Mekke halkına içinde yaşadıkları şirk sisteminden rahatsızlığını dile getirmiştir. Zira şirk sisteminin Mekke halkına getirdiği zulüm, dayanılmaz boyutlara ulaşmış ve toplumu yok oluşa doğru götürmekteydi. Resulü Ekrem de bu durumdan son derece rahatsız oluyor ve kavmini felaketten kurtarmak istiyordu. Fakat Mekkelilerin genelinin cevabı da tıpkı Hz. İbrahim’in halkının verdiği gibi olumsuz olmuştu.
83-90- Hiç kuşkusuz İbrahim de O’nun (Nuh’un) yoldaşı idi. Hani O Rabbine selim bir kalple yönelmişti. Hani O, babasına ve kavmine: “Nedir bu taptıklarınız? / şu taptığınız şeylerde ne? Asılsız şeyler uydurarak, Allah’tan başka güçlerin egemenliğini mi istiyorsunuz? Peki, buna karşın âlemlerin Rabbi hakkındaki kanaatiniz nedir?” diye sormuştu. Derken o yıldızlara şöyle bir baktı ve arkasından “Bu yaptıklarınızdan çok büyük rahatsızlık duyuyorum! / hasta oluyorum!” dedi. Fakat onlar, ona sırt çevirdiler. (Saffat Suresi 83-90)
Halkın genelinin yapılan davetlere arkalarını dönmeleri karşısında Hz.Muhammed@ de tıpkı Hz. İbrahim@ gibi pes etmedi. O, daha ileri giderek çağrısını toplumun tanrılaştırdığı ileri gelenlere götürdü. Onları yemekli toplantılara davet etti. Bu toplantılarda içinde yaşadıkları şirk sisteminin açmazlarını, sıkıntılarını, yanlışlarını ve yol açtığı zulmü dile getirdi. Şirk sisteminin sorunlara çözüm getiremediği gibi, toplumu kriz ve felaketlerle yok edeceğini ortaya koydu. Onlardan bu kötü gidişata çözüm sunmaları için konuşmalarını ve teklif getirmelerini istedi. Mekke toplumunun yaşadığı krizden çıkışını sağlayacak önerilerinin ne olduğunu onlara sordu. “İçinde yaşanılan krizin sebebinin şirk sistemi olduğunu” iddia etti ve onlara “Haydi buyrun, bu iddiaya karşı cevap verin” diyerek onlardan krizden çıkış konusunda reçete sunmalarını istedi. Her toplantıda onların çözüm önerilerini talep etti. Ancak onlar hiçbir çözüm önerisi sunamadılar. Tıpkı Hz.İbrahim’in ilahlara konuşmaları için çıkışması gibi Hz.Muhammed’de@ Mekke müşrik ileri gelenlerinden - ki onlar putlar / ilahlar adına söz söyleyen kimselerdi – toplumun sorunlarına çözüm için önerilerini ortaya koymalarını istedi. Fakat o sözde ilahların hiçbiri bu isteklere bir cevap veremediler.
Bunun üzerine Hz.Muhammed@, toplumun kurtuluşunun yegane reçetesi olan tevhit sistemini onlara anlattı. Onları şirk sistemini bırakmaya ve yerine Allah’ın bütün toplulukların / alemlerin rabbi olduğu tevhit sistemini kabul etmeye davet etti. 13 yıl boyunca bu şekilde defalarca yapılan davete rağmen Mekke yönetimi O’nun teklifini asla kabul etmedi. Bu geçen sürede Resulü Ekrem kendisine inzal olunan ayetlerle şirk sisteminin batıl olduğunu ortaya koydu. Şirk sistemi sözde ilahlarının Mekke'nin hiçbir sorununa çözüm getiremediğini ve asla da getiremeyeceğini ispat etti. Sonunda Medinelilerle bir İslam Cumhuriyetinin kurulması hususunda anlaşma sağlanınca Mekke ileri gelenlerinin eli kolu kırıldı. Medine’de geçekleştirilecek bu yeni oluşum Mekke ileri gelenlerine çok büyük bir darbe idi.
Hz.İbrahim’in sözde ilahlara ‘sağ eli ile vurarak onları devirmesi ya da elini kolunu kırması’ şeklinde anlatılan kıssa, Hz.Muhammed’de@ Medinelilerin tevhit sistemini kabul etmeleri ile Mekke’nin sözde ilahlarına O’nun çok güçlü bir darbe vurulması şeklinde ifadesini bulur.
91- 93- O da onların ilahları ile ilgilendi (onları yemeğe davet etti) “Hadi buyurun yemez misiniz?” dedi. (Daha sonra onlarla görüşmeye başladı ama onlar İbrahim’in görüşlerine bir cevap / karşılık veremediler. Bunun üzerine O onlara) “Hadi buyurun konuşun, bir şeyler söyleyin, niye cevap vermiyorsunuz?” diye çıkıştı. Ve arkasından onların ilahları ile yaptığı yemekli toplantıda O haklı ve doğru görüşleri ile onlara güçlü bir darbe indirdi. (Saffat Suresi 91-93)
Mekke’nin müşrik halkı, kendilerine 13 yıl boyunca yapılan çağrıya hep sırtlarını dönmüşler ve ileri gelenlerinin yanında yer almışlardı. Onlar sözde ilahlarının yaşamakta oldukları krize bir çözüm bulamadıklarını görmelerine rağmen Hz.Muhammed’in@ karşısına dikiliyorlar ve ileri gelenlerinin / sözde ilahlarının yanında yer alıyorlardı. Hz.Muhammed@ onlara kendilerini de, sözde ilahlarını da (yani ileri gelenlerini de) Allah’ın yarattığını bu nedenle kulluğun yaratılmışlara değil yaratana olması gerektiğini anlatmaya çalışsa da onlar bildikleri yoldan şaşmadılar. Medine’de İslam Cumhuriyeti kurulması konusunda anlaşma sağlandığı anlaşılınca da tıpkı Hz.İbrahim@ için hapis ve işkence planlarının düşünülmesi gibi Mekke’de hapishane inşa edilip Hz.Muhammed’in@ de hapsedilerek etkisiz hale getirilmesini planladılar. Zira O Medine’ye hicret edecek olursa Mekke’nin başına bela olacağı çok açıktı. Mekke müşrik ileri gelenleri O’nun Medine’ye hicret etmesi halinde müminlerle birlikte Mekke’ye saldırabileceklerini değerlendirdiler. Bu nedenle O’nun Medine'ye hicreti mutlaka engellenmeliydi. Bunun için ileri gelenler, kendi aralarında yaptıkları toplantılarda, hapishane yapımı önerisi dahil Resulü Ekrem hakkında çeşitli planları görüştüler. Müşrik ileri gelenlerden Ebul Buhteri b. Hişam O’nun için demir bir kafes yaptırılması ve oraya hapsedilmesini önermiş, diğerleri bu öneriyi daha ileri götürerek O’nun bir hapishane içerisindeki kafese konması seçeneğini bile tartıştılar. Ancak her türlü baskı ve zulümlere rağmen O’na bağlılıktan ayrılmamış müminlerin hapishane kapısına dayanmaları ve O’nu kurtarmaya çalışmaları durumunda aciz kalınabileceği ve kontrol edilemeyecek çok büyük kargaşalara sebebiyet verilebileceği değerlendirilerek bu öneriden vazgeçtiler.
Tartışmaların sonunda Ebu Cehil kendi teklifini önerdi. Onun teklifinde Hz.Muhammed’i@ ortadan kaldıracak büyük bir tuzak kurmak vardı. Ebu Cehil’in önerdiği tuzağa göre her kabileden kuvvetli bir genç seçilecek ve bu gençlerin ellerine kılıç verilecekti. Onlar hep birlikte Muhammed’in@ evine bir gece baskın yapacaklar, hepsi birlikte O’na saldıracaklar ve O’nu gafil avlayarak öldüreceklerdi. Plana göre Hz.Muhammed’i@ öldürme suçuna herkes iştirak etmiş olacağından Haşimiler herkesi karşılarına alamayacaklar ve diyete razı olacaklardı. Mekke müşrikleri de Hz.Muhammed’in@ diyetini kendi aralarında toplayacaklar ve Haşimilere ödeyerek bu sorunu halletmiş olacaklardı.
Ebu Cehil'in planı Darün Nedve’de kabul edildi. Suikastın hangi gece yapılacağı ve hangi gençlerle gerçekleştirileceği belirlendi. Fakat her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah, onların planlarından resulünü haberdar edecekti ve bu plana nasıl bir plan uygunlaması gerektiği konusunda da inzal ettiği vahiy ile yol gösterecekti. Müşriklerin hesap edemedikleri Rabbine yönelenleri Rabbinin çaresiz bırakmayacağı, yardımını esirgemeyeceği ve yollarını göstereceği gerçeği idi.
94-99-Onlar (Müşrikler) koşarak geldiler ve İbrahim’in karşısına dikildiler. O (İbrahim); “Kendi elinizin eseri bu ilahlara mı tapıyorsunuz? Oysaki sizi ve yaptığınız ilahları da Allah yaratmıştır” dedi. Onlar; “Şunun için bir bina yapın da onu cahime ([1]) atın!” dediler. Onlar, ona (İbrahim’e) tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik. O (İbrahim) ise; “Kuşkusuz ben Rabbime gideceğim, O, bana yol gösterecek” dedi. (Saffat Suresi 94-99)
42.3. Hz.Muhammed’in@ Hicreti İçin Önerilen Strateji
Müşrik ileri gelenlerin Hz.Muhammed’e@ kurdukları katletme tuzağının nasıl olacağını daha önce inzal olunan ayetlerde bildirilmişti. Fakat bu kerre Cenab-ı Hak, onların bu planlarını nasıl bir planla savuşturacağını elçisine Hz.İbrahim@ ve oğlu Hz. İsmail@ kıssası ile bildirir. Bu planın uygulanmasına ilişkin zamanlamaya Rakika binti Ebi Safiyy isminde bir kadın vesile olmuştur. Sözkonusu kadın müşriklerin harekete geçeceği tarihi ve ne planladıklarını peygamberimize haber eder. O bu istihbaratı alır almaz kendi hicret yolculuğunu başlatır.
Cenab-ı Hak, müşriklerin suikast planına karşı nasıl bir plan yapılması gerektiğini Hz.İsmail’in@ feda / kurban edilmesi kıssası üzerinden anlatarak elçisine taktik verir. Şöyle ki; Nasıl ki Hz. İbrahim@, davasının devamı için bir evlat vermesini Cenab-ı Hakk’tan niyaz etmesine karşılık olarak Cenab-ı Hak Ona Hz. İsmail’i lütfettiyse, Hz.Muhammed’in@ davete ilk başladığında kendisine daha çocuk yaştaki Hz.Ali’yi destekçi olarak bahşetmişti. Hz.İsmail’in@ artık büyüyüp babası ile birlikte iş tutacak yaşa gelmesi gibi Hz.Ali de hicret zamanı geldiğinde Hz.Muhammed@ ile birlikte mücadele edecek bir delikanlı olmuştur. Hz. İbrahim’in@ rüyası / davası / hayalleri için oğlunu kurban vermesi kıssası peygamberimize ışık tuttu ve oğlu mesabesindeki Hz.Ali'yi yanına çağırarak suikast hakkında kendisine bilgi verdi. Mekke müşriklerinin suikastından kurtulmak ve davasının / rüyasının gerçekleşmesi için Hz.Ali’ye kendisini feda edip edemeyeceğini sordu. Tıpkı Hz.İbrahim’in@ oğluna kendisinin kurban edilmesi konusunda fikrini sorması gibi. Nasıl ki Hz.İsmail@ babasının davası / teslimiyeti için hiç tereddüt etmeksizin canını feda etmeye hazır olduğunu beyan ettiyse, Hz.Muhammed’in@ rüyasının / davasının gerçekleşmesi için Hz.Ali de canını feda etme hususunda en ufak bir tereddüt yaşamamış ve suikast gecesinde Hz.Muhammed’in@ yatağına yatmayı ve gerekirse Mekkeli müşrik gençlerin kılıçları altında doğranma pahasına teklifi kabul etmişti.
Suikast yapılacağı gece Hz.Ali, Hz.Muhammed’in@ yatağına yatacaktır.
100- 103- O “Rabbim! Bana salihlerden birini lütfet!” demişti. Bunun üzerine Biz, İbrahim’e halim / temkinli / güçlü / hoşgörülü bir delikanlıyı müjdeledik. Sonra ne zaman ki o (delikanlı) onunla birlikte iş tutacak çağa geldi, o zaman o (İbrahim); “Oğulcuğum! ben, rüyamda seni kurban ediyor / feda ediyor görüyorum. Bak bakalım, bu konuda sen ne düşünüyorsun?” dedi. O (Oğlu); “Babacığım! Sen emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni (kurban / feda edilişe) sabredenlerden bulacaksın” dedi. İkisininde Allah’ın yolunda teslimiyetlerinin gereğini yerine getirme zamanı geldiğinde O (İbrahim), onu (İsmail’i) alnı üzere yatırdı. / yüzüstü bıraktı. / yalnız bırakıp gitti. (Saffat Suresi 100-103)
Mekke müşriklerinin Hz.Muhammed’e@ suikast yapmayı planladıkları gecenin ne zaman olacağı haberi Rakika binti Ebi Safiyyden öğrenilince hemen karşı harekata başlandı ve müşriklerin planları boşa çıkarıldı. Hz. Ali feda / kurban edilmek üzere Resulü Ekrem'in yatağına yatırıldı. Fakat Cenab-ı Hak, inzal ettiği kıssada olduğu gibi Hz. Ali’yi inayetiyle kurtaracağını müjdeliyordu. Nasıl ki Hz. İbrahim@ oğlu İsmail’i@ kurban etmek için yatırdığında rüyasına / davasına olan sadakatları nedeniyle Cenab-ı Hak, Hz.İsmail yerine fidye olarak bir kurbanlık ihsan ettiyse aynı şekilde Hz.Muhammed’de@ hicret edeceği zaman yerine bıraktığı Hz.Ali’nin de Allah’ın lütfü ihsanıyla bir şekilde kurtarılacağına işaret ediyordu. Nitekim öyle de oldu. Suikast gecesinde Haşimoğulları hariç Mekke'nin her kabilesinden seçilmiş eli silahlı gençler peygamberimizin evini ablukaya aldılar. Normalde gecenin karanlığında saldıracaklardı. Fakat baskını ancak sabah yapabildiler. Zira şirk / kabile sistemi bu konuda bile tam anlaşıp kendileri için çok önemli olan bir işi becermelerine engel oldu. Çünkü bütün kabilelerden herkesin bu cinayete katıldığının şahitlerce (suikaste katılan gençlerin birbirlerini görmeleri) görülmesi ve böylece Haşimoğulları’nın diyete razı olmasının yanında hiçbir kabile numara çekip de bu cinayeti birbirlerinin üzerine bırakamaması ya da kabilelerden her birinin bu cinayet nedeniyle suçlanarak sonradan cezaya çarptırılmaması için sabahın ilk ışıklarını beklemeyi yeğlediler. Kısaca kabileler birbirlerine güvenemiyorlardı. Bu da suikastın planlandığı vakitte gerçekleşmesine engel oldu. Ama bu gecikme aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın inayeti ile Hz.Ali’nin kurtulmasına vesile oldu. Sabahın ilk ışıklarında Hz. Ali’nin uyanıp namaza kalktığı bir zamanda suikastçılar eve baskın yaptıklarında karşılarında Hz.Muhammed@ yerine Hz.Ali’yi buldular. Hedefleri o olmadığı için ona dokunmadılar. Onlar peygamberimizi evde aradılar fakat bulamadılar. Peygamberimiz ise Mekke’yi çoktan terk etmiş ve geceyi Sevr mağarasında geçirmekteydi.
İşte anlatılan kıssanın işaret ettiği taktik ile hareket eden Hz.Muhammed@, hem kendisini müşriklerin tuzaklarından kurtarmış hem de Hz. Ali kurtulmuştur. Onlar Cenab-ı Hakk’ın müjdesine güvenmişler ve O’da bu güvenin karşılığı olarak müşriklerin planlarını saptıracak vesileler yaratarak Hz Ali’nin kurtuluşunu da sağlamıştır. Böylece O’nun vaat ettiği müjde yerini bulmuştur.
104- 109-Biz ona “Ey İbrahim! Sen o rüyana / davana bağlılığını gösterdin” diye seslendik, … -Şüphesiz Biz, muhsinleri işte böyle ödüllendiririz.- Bu (oğulu yüzüstü bırakma / feda etme / kurban verme olayı), muhakkak ki apaçık bir imtihandı. Biz ona (İbrahim’e), bu kurban vereceği / feda edeceği şey karşılığında çok büyük bir fidye / bedel verdik ve sonradan gelenler içinde onun hakkında (iyi bir nam) bıraktık. Selam olsun İbrahim’e! (Saffat Suresi 104-109)
Hz.İbrahim’in@ davası / rüyası uğruna Hz.İsmail’i@ kurban / feda etme cesaret ve fedakarlığı göstermesinin karşılığında Cenab-ı Hak O’na Hz. İshak’ı bir fidye olarak ihsan ettiğini müteakip ayetler anlatır. Bu ayetler ile Cenab-ı Mevla Hz.Muhammed’e@ de yaptığı fedakarlıkların karşılıksız kalmayacağını, Hz.Ali’nin yanında başka fedakar yoldaşların da kendisine verileceğini müjdeler. Salih amel işleyenlerin, iyilik ve güzellikler peşinde koşanların böyle ödüllendirileceğini bildirir. Bu müjde ile O’nun yandaşlarının ibret alması sağlanır. Fakat bundan ibret almayıp kendi nefsine zulmedenlerin de olacağı ifade edilir.
110-113- İşte Biz muhsinleri / iyilik- güzellik üretenleri böyle ödüllendiririz. O, Bizim mümin kullarımızdandı ve Biz ona salihlerden bir peygamber olarak İshak’ı müjdeledik. Ona (İbrahim’e) ve İshak’a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de Muhsin olan da kendi nefsine açıkça zulmeden de vardı. (Saffat Suresi 110-113)
42.4. Hicretin Başarılacağının Hz. Musa ve Hz. Harun Kıssası Üzerinden Müjdelenmesi
Yukarıdaki ayetlerle Hz.Muhammed’e@ bundan sonraki yolunda birçok evlatlar / yoldaşlar verileceği müjdesini verilirken onlardan bazılarının da nefsine zulmedenler olacağı uyarısında da bulunulur. Bu nedenle çok dikkatli olunması gerektiği ifade edilmiş olur. Yani insanoğlu peygamber soyu bile olsa çiğ süt emmiştir ve iradesine ket vurulmamıştır. Bu nedenle ondan her türlü davranış beklenir. / beklenmelidir.
Peygamberimiz kendi safında olan kimseleri Medine’ye gönderirken kendisi, en yakın arkadaşı Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ali en sona kalmıştı. O’nun planına göre Mekke’yi en son kendisi terk edecekti. Kendisine yol arkadaşı olarak da Hz.Ebu Bekir’i seçmişti.
Saffat Suresindeki ayetler Hz.İsmail’in@ kurban edilmesi kıssasında olduğu gibi bu süreçte nasıl hareket edeceğine ilişkin Hz.Muhammed’e@ rehberlik yaparken müminlerin moral ve motivasyon ihtiyacını karşılamak için diğer peygamberlere ait kıssalarla geleceğe ilişkin müjdeler vermektedir. Surenin sonunda ise Mekke müşriklerinin hicret edenler üzerinde psikolojik baskı oluşturarak hicretten vaz geçirme propagandalarına cevaplar inzal edilir.
Müminlerin hicret hareketinin küçük gruplar halinde devam ettiği bu süreçte, en sona kalan Hz.Muhammed’in@ hicret edip edemeyeceği, dolayısıyla Medine İslam Cumhuriyetinin başına geçip geçemeyeceği hususu onlar üzerinde büyük tereddüt ve kaygı yaratmaktaydı. Müminler Mekke’yi boşaltınca Resulü Ekrem ya gelemez ise? Ya öldürülürse? Ya hapsedilirse? Veya bu süreç uzun bir süre devam ederse? İşte bu endişeler müminlere büyük kaygı veriyordu.
Onların yüreklerine su serpmek için Cenab-ı Hak bu sürecin başarıyla tamamlanacağını ve işin sonunda müminlerin mutlaka galip geleceğini Hz.Musa ve Hz.Harun üzerinden anlatır. Nasıl ki İsrailoğulları Mısır’dan çıkmayı onların önderliğinde başarmışlar ve Firavunun zulmünden hep birlikte kurtulmuşlarsa müminler de, Hz.Muhammed@ de Mekkeli firavunların zulmünden kurtulacaklardı. Bu kurtuluşu müteakiben Hz.Musa ve Hz.Harun’un kendi kavimlerinin başına geçip onlara liderlik etmeleri gibi peygamberimizinde Medine İslam Cumhuriyetinin başına geçeceği ve Cenab-ı Hakk’ın yardımına mazhar olarak sonunda da müşriklere karşı mutlaka galip gelecekleri aynı kıssa üzerinden anlatılır.
114-122- Ant olsun ki, Biz, Musa ile Harun’a da nimetler verdik. O ikisini ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık. Biz, onlara yardım ettik de onlar galip geldiler. Biz, kendilerine rehberlik eden / yol gösteren Kitab’ı verdik de onları dosdoğru yola sevk ettik. Arkadan gelen nesiller için o ikisini tarihsel bir sembol olarak bıraktık. Selam olsun, Musa ve Harun’a! Muhakkak ki Biz, muhsinleri (iyilik-güzellik sergileyenleri) böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz o ikisi Bizim mümin kullarımızdandır. (Saffat Suresi 114-122)
Nitekim öyle de olmuştur. Hicret eden müminler selametle Medine’ye ulaştıkları gibi Hz.Muhammed@ ve Hz.Ebu Bekir’de Mekke’den Medine’ye selametle ulaşmaya muvaffak olmuşlardır.
[1] ) NOT: “Cahim, cehennem” ifadeleri zalim kralların hapishaneleri için de kullanılır. (A.A)
42.5. Mekkelilerin Şam Yönetimine Güvenmelerinin Beyhudeliği
Cenab-ı Hak, hem Mekkeli müşrikleri korkutmak hem de hicret konusunda tereddüt yaşayanları cesaretlendirmek için Hz.İlyas’ın kıssasından bir parça anlatır. Bu kıssada özellikle Baal putunu dile getirir ki BAAL putu Şam civarının putudur. Bu ifade ile Hicret gerçekleştirildikten sonra Mekke’nin Şam ile yapacakları ticaretin tehlikeye gireceğine işaret edilerek hicret etmemek ve Mekke’de kalmakla rahat ve sıkıntısız yaşamın olmayacağı vurgulanır. Zira Medine’de kurulacak İslam Cumhuriyeti Mekke’nin Şam ticaret yollarını keseceği ve Mekke’yi ekonomik sıkıntıya sokacağı aşikardı. Dolayısıyla kozlar Medine İslam Cumhuriyetine geçmekteydi. Bu nedenle Mekkelilerin yaptıkları menfi propagandaya kanılmaması ve Hz.Muhammed’in@ yanında yer alınması Mekkelilerin menfaati icabıdır. Özetle “Allah’ın bırakıp Baal’e mi tapıyorsunuz?” diye yapılan sorgulama, aslında Mekkelilere “Şam ile yaptığınız ticaret sözleşmesine mi güveniyorsunuz?” gibi bir anlama işaret etmektedir. Halbuki bu mücadelenin sonunda zulme karşı Hakk’tan yana olan Hz.Muhammed@ mutlaka galip gelecektir. Allah elçilerine mutlaka yardım edecektir tıpkı Hz.İlyasa yardımını esirgemediği gibi Hz.Muhammed’e@ de yardım edecektir. Bu nedenle “boşuna Şam Yönetimi ile olan ticaret sözleşmelerine güvenmeyin. Şam geliriniz de kesilecektir. Şam yönetimi de size yardım edemeyecektir. Hz.Muhammed’e@ karşı olanlar hesap vereceklerdir.” mesajı müteakip ayetlerde verilir.
123-132- İlyas da kesinlikle gönderilen elçilerdendir. Hani o, kavmine: “Siz takvalı olmayacak mısınız? Yaratanların en güzeli, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp da Baal’e mi yalvarıyorsunuz?” demişti de onlar, onu inkar etmişlerdi. Bu yüzden onlar kesinlikle hesaba çekilecekler. Ancak Allah’ın salih kulları müstesna. Arkadan gelenler arasında O’na (iyi bir nam) bıraktık. Selam olsun İlyas’a@! Muhakkak ki Biz, muhsinleri böyle mükâfatlandırırız. Muhakkak ki O, Bizim mümin kullarımızdandı. (Saffat Suresi 123-132)
Cenab-ı Hak, Mekkelilerin hicret etmeyip geride kaldıkları takdirde başlarına gelecek felaketlerden kendilerini hiçbir şekilde kurtulamayacaklarını ve hesap sorulacağı zaman Hz.Muhammed’e ya da yakın arkadaşlarına akraba olmalarının da kendilerine fayda vermeyeceğini Hz. Lut kıssası üzerinden anlatır. Böylece hicretten geride kalanların gelecekte yaşanması mukadder olan azaptan kurtulmak için akrabalık bağlarına güvenmemeleri gerektiği, azabı hak eden kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağı ifade edilmiş olur.
133- 138- Lut da gönderilen elçilerdendir. Hani Biz, onu ve geride kalıp batanlar içinde kalan bahtsız kadın hariç ehlinin / yandaşlarının tamamını kurtarmıştık. Sonra geride kalanları helak etmiştik. Ve siz sabahleyin veya geceleyin onların bıraktıkları yıkıntılarının üzerinden geçip gitmenize rağmen hâlâ akletmiyor musunuz? (Saffat Suresi 133-138)
42.6. Medine ile İslam Cumhuriyeti Girişiminin Taif Yanılgısı Gibi Olmayacağı
Mekke halkının Medine’ye hicret etmelerine mani olmak için müşrik ileri gelenlerin yaptıkları propagandanın bir diğeri de “Medine’ye hicretin bir macera olduğu ve Hz.Muhammed’in@ hayal ettiği İslam devletini kurmak için gittiği Taif’ten nasıl eli boş döndü ise Medine’ye gidişi de tıpkı Taif’e gidişi gibi hüsran olacağı” idi. Onların yapmış oldukları bu menfi propagandaya karşı Cenab-ı Hak, Hz.Yunus@ üzerinden cevap verilmesi için müteakip ayetleri inzal etmiştir.
Sözkonusu kıssada Taife gidişin stratejik olarak hatalar barındırdığı ama sonrasında bu hatadan dönüldüğü ve Medine’ye hicret üzerinde yapılan çalışma ile doğru bir strateji izlendiği dolayısıyla iki olayın birbirinden tamamen farklı olduğu hususları işlenir. Medine İslam Cumhuriyetine giden yolda izlenen stratejinin başarılı olacağı müjdesi ilave olarak kıssada verilir.
Nasıl ki Hz.Yunus’un@ en büyük hatası hırsızlarla, şakilerle, zalimlerle, alçaklarla dolu bir gemiye kaçması ise Hz.Muhammed’in@ Taif’teki alçak, faizci, azgın, zalim, fuhuşcu kabile reisleri ile sırf akrabalık bağı var diye birliktelik tesis edip bir İslam Cumhuriyeti kurmak için Taife gitmesi stratejik bir hata idi. Ayrıca Taif’te bir otorite boşluğu da yoktu. Onlar Mekke ile rekabet halindeydiler ama korkak ve hain olduklarından Mekke ile savaşmayı göze alamayacakları da belli idi. Ebu Talip vefat etmeden önce yeğeni Hz.Muhammed’e@ Medine'ye gitmesini öğütlemiş olmasına rağmen, Hz.Muhammed@ amcası Abbas ile müşavere ettikten sonra Taif’teki akrabaları ile bir müttefiklik kurmayı planlamışlar ve Ebu Talip’in öğüdünü dinlememişlerdi. Hz.Muhammed@, Taif’in azgın, ahlaksız ve müşrik ileri gelenlerine şirk sistemine karşı kendi tevhit sistemini teklif etmişti. Fakat onlar O’nun teklifini / tezini reddetmişler (Hz.Yunus’un ok çekişmesi metaforu) ve kendisine çok kötü muamele etmişlerdi. Hatta O’nu kölelerine ve çocuklarına taşlatmışlardı. (Hz.Yunus’un balıklara yem olarak denize atılması metaforu) Halbuki Hz.Muhammed@ Mekke’den gizlice Taife gitmişti ve teklifi kabul edilmese bile bu görüşmenin gizli kalmasını istemiş olmasına rağmen Taif’in azgın zalimleri bu görüşmeyi açığa vurarak O’nu Mekke’ye giremez hale getirmişlerdi.
Çok kötü bir pozisyona düşen peygamberimiz büyük sıkıntı içerisine düşmüştü. Tıpkı Hz.Yunus’un balığın karnında karanlıklar içerisine girmesi gibi. Fakat Taif dönüşünde O’nun meşhur dua ve yakarışına Cenab-ı Hak icabet etmiş ve O’nunla Medine Yahudilerini / cinleri buluşturmuştu. Onların bir kısmının Hz.Muhammed’e@ iman etmeleri ile Medine süreci başlamıştı. Hz.Yunus da aynı şekilde Rabbine iltica etmiş ve O’nun duası da kabul edilerek balığın karnındaki dar ve karanlık ortamdan geniş, ferah ve aydınlık bir sahile bırakılmıştır. Hz.Muhammed’de@ daha sonraki süreçte Medinelilerle yaptığı akabe görüşmeleri ile sıkıntılardan / bunalımlardan kurtulmuş, kendisine ferahlık, aydınlık, umut ve genişlik veren Medine İslam Cumhuriyeti kurulması üzerine biat almıştı. Hicret ile kendisine genişlik, selamet ve güvenlik sağlayan bir yurda kavuşmuş olacaktır.
Nasıl ki Hz.Yunus@ balığın karnından hasta ve bitkin vaziyette sahile atıldı ve orada kendisine gölgelik ve koruma sağlayan geniş yapraklı kabak ağacı bahşedildiyse aynı şekilde Hz.Muhammed’de@ Taif dönüşü içine düştüğü bunalımın sıkıntılarından / karanlıklarından yorulmuş ve bitkin bir halde Medine’ye gidecek, orada kendisi için sağlanacak koruma ile güçlenecek ve kendine gelecektir. Daha sonrasında ise Mekkeliler Hz.Muhammed’e@ karşı koyamayacak ve sonunda pes edip iman edeceklerdir. Tıpkı Hz.Yunus’un@ geri dönmesi ve kavminin kendisine iman etmesi olayında olduğu gibi. Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’e@ ve müminlere çok önemli mucizevi bir müjdeyi yine bu kıssa sonunda Hz.Yunus@ üzerinden şöyle verir; “Hz.Yunus’a yüzbin kişi nasıl iman ettiyse Hz.Muhammed’e@ de eninde sonunda sayıları yüzbinlerle ifade edilen topluluklar iman edeceklerdir.”
139- 148- Muhakkak ki Yunus da gönderilen elçilerdendir. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Derken o, tez / görüş ortaya koydu, fakat sonunda görüşü / tezi kabul edilmeyenlerden oldu. Böylece balık onu yuttu. (Böylece o bunalıma girdi.) Çünkü O kınananlardan olmuştu. Şayet, o, Allah’ı tespih edenlerden olmasaydı, diriltilecekleri güne kadar onun (balığın / bunalımların) karnında (içinde) kalacaktı. Bunalımdan kurtulmak için bize yönelmesi nedeniyle Biz onu hasta / bitkin bir halde sahile attık. / kurtardık. Onun üzerine geniş yapraklılardan bir ağaç bitirdik. Ve onu, yüz bin hatta daha çok kişiye elçi olarak gönderdik. Sonunda inandılar, bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik. (Saffat Suresi 139-148)
42.7. Allah’a ve Müminlere Zayıflık / Güçsüzlük Atfedilmesine Verilen Cevap
Mekke müşrik önderleri Mekke halkını Resulü Ekrem’in safına geçerek hicret etmelerine engel olmak için yaptıkları menfi propagandalardan bir diğeri de; Allah yanlılarının zayıf olduğu ve Medinelilerle birlikte Mekke’yle savaştıkları takdirde yenilmelerinin kaçınılmaz olduğu idi. Onlar Mekke ordusunun gücü karşısında müminlerin o zayıf halleriyle dayanmalarının mümkün olmadığı şeklinde propaganda yapıyorlardı. Ayrıca hicret edecek olan Allah yanlılarının Medine halkına yük / asalak olacaklarını da ilave ediyorlardı. Onlar bu durumu ifade etmek için Allah yanlılarına kız / dişil / zayıflık karakteri yakıştırıyorlarken Mekke'nin güçlü kuvvetli oluşunu ifade etmek için de kendilerine erkek / eril karakteri yakıştırıyorlardı. Hicret edenlerin asalak bir yaşam süreceklerini yine kız / dişil bir karakter benzetmesi ile ifade ederek müminleri aşağılamaya çalışıyorlardı. Dahası onlar Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer, Hz. Hamza , Hz.Sa’d bin Ubade gibi Hz.Muhammed’in@ yanında yer alan toplum önderlerini / meliklerini de küçümsemek için dişil / kancık vasıflarla anıyorlar ve onların Allah’tan yana olmasının yapacakları savaşlarda bir şey ifade etmeyeceğini onları da yenip yok edeceklerini söylüyorlardı. Müşrikler bütün bunları Allah’ın meleklerinin dişil ve O’nun kızları olduğu şeklindeki batıl inançları eksenindeki metaforu kullanıyorlardı. Cenab-ı Hak, onların bu menfi propagandalarını tersyüz etmek için elçisinden onları şöyle bir sorgulamaya tabi tutmasını emreder;
“Size göre kızlar / dişiler / zayıflık ve güçsüzlükler Allah’a yani müminlere ait, erkeklik / güç / kuvvet / cesaret size ait öyle mi? Nasıl böyle hükmediyorsunuz? Neye dayanarak bunu söylüyorsunuz? Savaş olduğu takdirde sizin mutlaka galip geleceğinizi neye göre iddia ediyorsunuz? Hele hele Hz.Hamza, Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer gibi kendilerine karşı çıkılması cesaret isteyen toplum önderlerinin / meliklerin zayıf / dişil / güçsüz olduklarını nereden çıkarıyorsunuz? Bu konuda onların hangi zaaflarına şahit olduğunuz? Bu iddialarınızın hiçbir tutar tarafı yoktur. Siz ancak yalan söyleyerek halkı kandırmaya çalışıyorsunuz.”
149- 150- Haydi onlardan şu konularda bir açıklama yapmalarını iste: “Kızlar Rabbinin de erkekler onların mı? Yoksa Biz melekleri dişi yarattık da onlar da şahit mi oldular?” (Saffat Suresi 149-150)
Cenab-ı Hak, müminleri ve hicrete meyilli ama tereddüt yaşayan Mekke halkını müşrik önderlerin kara propagandalarına karşı dikkatli olmaları konusunda uyarır. Onların yalancı olduklarını sürekli yalan haberlerle halkı kandırmaya çalıştıklarını vurgular. Bu kapsamda onların bir diğer yalanlarına da değinir. Şöyle ki; Mekke müşrikleri Hz.Muhammed’in@ kaderinin aynı Hz.İsa@ gibi olacağı, gelecekte Hristiyanlıkta olduğu gibi Muhammed’in Allah’ın oğlu olarak kabul edileceği, böylece Allah’ın oğlunu temsilen kilise gibi bir kurumsal yapının kurulacağı ve müminleri bu kurumun sömüreceği iddiasında bulundular. Hz.Muhammed’in@ böyle bir hareketin liderliğine soyunduğunu da iddia ediyorlardı. Bu iddialarını ifade etmek için “Allah doğurdu” diyorlardı. Bu sözleri Hristiyanların teslis inançlarındaki Hz.İsa’ya işaretle Hz.Muhammed@ için sarf ediyorlardı. İşte Cenab-ı Hak elçisinin o vakte kadar yaptığı tebliğlerinde asla böyle bir kutsanmaya kimsenin şahit olmadığı, elçisinin ne kadar mütevazı olduğu ve onun içlerinden birisi ve sadece Allah’ın kulu olduğunu defalarca ifade etmesinden hareketle onların bu sözleriyle ne kadar yalancı olduklarını ifade eder.
151-152-Dikkat edin! Onlar, kesinlikle yalan uyduruyorlar. “Allah doğurdu” diyorlar. Onlar, kesinlikle yalancıdırlar. (Saffat Suresi 151-152)
Cenab-ı Hak, müminleri küçümsemelerine karşı elçisinden müşriklere şöyle çıkışmasını ister;
“Allah kendi yolunda mücadele edecek olanlar için güçlü, cesur, korkusuz ve erkek olan sizleri değil de zayıf, korkar, güçsüz ve dişil olan kimseleri seçti öyle mi? Görürsünüz siz kim güçlü, cesur ve erkek, kimde zayıf, korkak ve dişilmiş! Siz aleyhinize olan gelişmeleri hala göremiyorsunuz.”
153-154-O (Allah), erkekleri değil de kızları seçmiş öyle mi? Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Hala düşünmüyor musunuz? (Saffat Suresi 153-154)
Cenab-ı Hak, “müşriklerin kendilerini çok güçlü görmeleri ve müminleri / Allah yanlılarını ise zayıf görmeleri” konusunda onları iddialarını ispatlamaya davet eder.
Mekke müşrikleri kendilerinin güçlü görmelerinin altında yatan temel düşünce kendilerinin “Ehlullah” olarak nitelenmeleri idi. Onlar bu vasıfla bölgede tek imtiyaz sahibi toplum idiler. Kimse kendilerine dokunmuyor ve onlarla savaşmaya cesaret edemiyordu. Onlar bu vasfı “Fil Olayından” sonra almışlardı. Bu vasıf nedeniyle çevre kabilelerde onlara dokunanın felakete uğrayacağı korkusu vardı. Dolayısıyla onlar bölgede dokunulmazlığa sahiptiler ve sahip oldukları bu statü onlarda çok büyük bir güç / iktidar / sultanlık olduğu vehmine kapılmalarına sebep olmuştu. Onlar buna dayanarak Medine’ye gidecek ve orada bir İslam devleti kuracak olan Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin Mekke’yi asla yenemeyecekleri hatta onlarla savaşamayacaklarını, onların ticaret kervanlarına dokunamayacaklarını iddia ederek menfi propaganda yapıyorlardı. Cenab-ı Hak, onlardan kendileri ile savaşılamayacağı ve dokunulamayacağı konusunda bir delil getirmelerini ister. Yani “ehlullah” vasfının çevrenin onlara bir yakıştırması olduğu ve bunun herhangi bir delile dayanmadığını ortaya koyar. Dahası onlara dokunulmasını yasaklayan toplumlar arasında herhangi bir sözleşmenin (kitabın) olmadığını da belirtir. Her ne kadar Mekke yönetiminin çevre Araplar ve ticaret yolundaki kabilelerle savunma işbirliği anlaşmaları (kitap) olsa da bu anlaşmalar diğer kabilelere karşı imzalanmış anlaşmalar (kitaplar) olabilir. Mekke’den kopmuş toplulukları bu anlaşmaların (kitapların) kapsamayacağının onlara bildirilmesi istenir. Kısaca Mekke müşriklerinin Medine İslam Cumhuriyetince kendilerine dokunulamayacağını gösteren herhangi bir anlaşması (kitap) yoktur. Ayrıca Mekkelilerin dokunulmazlığı olduğuna dair kutsal kabul edilen kitap ya da sahifelerde de herhangi bir kayıt yoktur. Cenab-ı Hak, elçisine bu hususlarda herhangi bir kayıt varsa müşriklerin o kaydı getirmelerini istemesini emreder.
156-157- Yoksa apaçık bir gücünüz / sultanınız / iktidarınız olduğunu mu düşünüyorsunuz? O halde, eğer doğru kimseler iseniz getirin kitabınızı. (Saffat Suresi 156-157)
Müşrikler Hz.Muhammed’in@ cinlere yani ecnebilere atıfla Yahudilerle akrabalık / yakınlık bağı olduğunu iddia ediyorlar ve böylece O’nun aşağılık gördükleri Yahudilerle olan müttefikliğine işaret ederek Mekkelilerin Medine’deki oluşuma katılmalarına mani olmaya çalışıyorlardı. Müşrik ileri gelenler bu iddialarının delili olarak kurulacak İslam Cumhuriyetine Medine’deki Yahudi kabilelerin de dahil olmalarını gösterirler. Yani Medine’de kurulacak İslam / barış topluluğuna Yahudilerin de iştirak etmesini onlarla peygamberimizin akrabalık / yakınlık bağı olmasına bağlarlar.
Cenab-ı Hak, onları bu tezviratlarına karşı şu cevabın verilmesini ister;
“Bu birlikteliğe cinler / Yahudiler zaten öteden beri hazırdır. Zira onların ilahi öğretileri ile Hz.Muhammed’e@ inzal olan kitap arasındaki benzerlikler onları birlikteliğe hazır hale getirmiştir. Ayrıca onlar sizin gibi düşüncesiz değiller. Onlar hesap günü geldiğinde hesaba çekileceklerini gayet iyi biliyorlar. Allah’ın devletinin eninde sonunda karşı çıkanlardan hesap soracağını görmektedirler. Ama sizler Allah’a ve Allah yanlılarına bir gün gelecek hesap verecek olduğunuzu kabul etmiyorsunuz. Allah’a kullarından hesap sormaz diyerek O’na zayıflık atfederken Allah yanlılarının sizlerden hesap soramayacağına olan iddianızla da onlara da zayıflık atfetmektesiniz. Allah ve dolayısıyla Allah yanlıları sizin bu nitelemelerinizin çok fevkinde ve çok yücedir ama siz kavramamakta direniyorsunuz.”
158-159- Onlar (Müşrikler), onun ile cinler / ecnebiler / yahudiler arasında bir nesep (hısımlık / yakınlık bağı) olduğunu iddia ettiler. Halbuki ant olsun, cinler kendilerinin mutlaka hazır edilenler olduklarını bilirler. Allah, onların nitelediği şeylerden münezzehtir. (Saffat Suresi 158-159)
Cenab-ı Hak, elçisinden müşrik ileri gelenlere halkı ayartıp hak yoldan çıkarmak için boşuna çaba harcamamalarını bildirmesini ister. Salih / erdemli kişileri asla kandıramayacaklarını, onların ancak cehennemi hak edecek eylemler yapanları kandırabileceklerini müteakip ayetlerde bildirmesini ister.
160 -163- Ey müşrikler! Artık ne siz ne de taptıklarınız cehenneme doğru koşar adım giden kimseden başkasını kandırıp O’na karşı hale getiremezsiniz. Allah’ın salih kullarını da kandıramazsınız. (Saffat Suresi 160-163)
Surenin başından beri müşriklerle müminlerin güç ve çetinlik kıyaslamasında müşriklerin güçlü görünmeye çalışmalarına karşı, müminlerin güçlü yönleri ön plana çıkarılmış ve müşriklerin güçlülüğünün sadece övünç, kibir ve vehimden ibaret olduğu ve gerçeği yansıtmadığı vurgulandı. Surenin sonlarına gelindiğinde ise Mekke halkına kendi saflarına katılmaları için esas güçlülüğün / kuvvetliliğin birlik ve beraberlikte, topluluğun her bireyinin ne görev yapacağını bilmesinde yani kaos ve kargaşanın olmamasında, disiplinli bir topluluk oluşturmakta, saf saf dizilip birlikte hareket etmekte, istikrarlı ve kararlı olmakta olduğu belirtilir. Bu vasıfların da müşriklerde değil müminlerde olduğu vurgulanır. Cenab-ı Hak, bu hususun Mekke halkına müminlerin ağzından aktarılmasını bildirir.
164-166- (Müminler); “Bizden her birimizin mutlaka belli bir makamı / görevi vardır. Bizler emir komuta ile disiplinli bir şekilde saflar halinde organize olmuşların ta kendisiyiz. Biz, tesbih edenlerin de (Allah’ın yolunda istikrarlı bir şekilde gidenlerin) ta kendisiyiz” derler. (Saffat Suresi 164-166)
Mekkeliler daha önceleri şayet kendilerine yol gösterecek bir rehber ve lider gönderilirse hiç durmadan hemen onu izleyeceklerini söylüyorlardı. Cenab-ı Hak, onların bu söylemlerine rağmen şimdi neden yerlerinde çakılı kaldıklarının anlaşılmazlığını bildirir. Şayet Hz.Muhammed’in@ taraftarları arasına katılmayıp Medine’ye hicret etmezlerse treni kaçıracakları ve yakında pişman olacakları bir tercih yapmış olacaklarını bildirir.
167- 170 –Onlar (Mekke halkı) önceleri şöyle diyorlardı: “Eğer yanımızda öncekilere gelen gibi bir uyarıcı zikir / kitap olsaydı, o zaman biz de muhakkak Allah’ın muhlis kulları olurduk.” Fakat şimdi o zikir / kitap geldi ama şimdi de onu inkâr ediyorlar. Artık yakında bileceklerdir. (Saffat Suresi 167-170)
Cenab-ı Hak kendinden yana olanlara mutlaka yardım edeceğini ve Allah yanlılarının mutlaka galip geleceği muştular. Bu hususta elçisine söz verdiğini ve bunu mutlaka yerine getireceğini bildirir. Elçisinin ve müminlerin kısa bir süre daha sabretmelerini ama eninde sonunda müşriklere günlerinin nasıl gösterileceğini belirtir. Azap kırbacı başlarına indiğinde daha önce uyarılmış bu müşriklerin feci hallerini müminlerin göreceklerini de bildirir. O, şeref ve izzetin Allah’a dolayısıyla Allah’tan yana olanlara ait olduğunu belirterek bunun sebebinin selam ve esenliğin Elçilere ve Onların taraftarları üzerine olması ve insanların Allah’a doğru yönelmekte olmasına bağlayarak sure sona erer.
171- 182- Ant olsun ki gönderilen kullarımız (elçilerimiz) için şu sözü verdik: “Muhakkak onlara (müminlere) yardım edilecek ve muhakkak ki Bizim ordularımız galip gelecek olanlardır.” Onun için sen, bir zamana kadar onlara aldırma. Sen gör bak! Yakında onlara günleri nasıl gösterilecek! Yoksa onlar Bizim azap tehdidimize karşı meydan mı okuyorlar? Fakat o azabımız onların yurtlarına indiği zaman, işte o zaman, uyarılanların sabahı ne kötü olacak! Yine sen, bir zamana kadar onlara aldırma. Seyret bak! Yakında onlara günlerinin nasıl gösterileceğini seyret! İzzetin (güç, kuvvet, yenilmezlik, şan ve şerefin) Rabbi olan senin Rabbin, onların nitelediği şeylerden münezzehtir. Gönderilen elçilere selam olsun! Hamd de / yönelim de âlemlerin Rabbi Allah’adır. (Saffat Suresi 171-182)