BÖLÜM 21
AHLAK NORMLARI EĞİTİMİ
Boykot sürecinde peygamberimiz özellikle geleceğin genç operasyonel elemanlarını yetiştirmeye çalıştı. Bu amaçla O, Ebu Talip tepesinin mağara ve oyuklarında oluşturduğu ders halkasında Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği sureleri ve bu surelerin açıklamalarını ihtiva eden kendi bilgi ve tecrübe birikimini genç kadrolara aktarıyordu. Sıra genç mümin kadroların (muhsinlerin) ahlaki yapılarının oluşturulmasına gelmişti.
Büyük bir medeniyet kuracak kadroların sahip olacağı ahlaki normlar, Lokman Suresi ile inzal edilir. Cenab-ı Hak, bu surenin başlangıcında (1-11 Ayetler arası) gönderilen ilahi mesajın hikmetli hükümleri ile bir medeniyet yaratacak kimselere yol göstereceğini ve rehberlik yapacağını bildirir. Yetiştirilen bu kadroların sahip olmaları gereken ahlaki karakterler ise şöyle sıralar;
-
Hesap vermekten kaçmamak,
-
Tavır ve davranışlarında kendine güvenli, şeffaf ve alınları açık olmak,
-
İnsanlara yardımcı olmak,
-
Arınmak, temizlenmek için vermek, bedel ödemek,
-
Eğitimi, dayanışmayı ve sadece Allah’a kul olmayı seçmek.
Fakat müşrikler için bu karakterler asla kabul edilebilir değildi. Bunlar şirk düşüncesinin temel ilkelerine aykırı idi. Bu nedenle onlar bunlara karşı çıkmışlar ve mesajın anlamını saptırmaya çalışmışlardır. Surede onların bu hareketlerinin kendilerine çok pahalıya patlayacağını sonunda onların çok kötü / acı bir şekilde cezalandıracağı da bildirilir. Surenin bu ilk kısmında, Cenab-ı Hak muhteşem bir edebi uslüp ile tabiattaki varlık ve oluşları metafor olarak kullanarak mevcut durumu ve geleceği şöyle anlatır;
“Nasıl gökleri sizin göremediğiniz bir şekilde üzerinize yükselttikse, rehberliğime uyan sağlam karakterli müminleri de sizlerin göremediğiniz şekilde yükseltiyoruz ama siz fark etmiyorsunuz.”
“Nasıl sarsılmamanız için yeryüzüne kalkmaz kıpırdamaz dağları yerleştirdikse, müminlere öyle büyük devlet(ler) kurduracağız ki bu büyük devlet(ler) insanlara huzur, mutluluk, sükun verecek.”
“Nasıl ki bu dağlarda çok çeşitli dabbeler / debelenen canlılar ürettikse, oluşacak devlet / medeniyet ile çok değerli liderler, bilginler, sanatçılar, edebiyatçılar, düşünürler, aydınlar vb. abide şahsiyetleri çıkaracağız ve yaratılacak bu medeniyet çok görkemli olacak.”
“Nasıl ki gökten indirdiğimiz yağmur ile çok çeşitli ürünler çıkartıyorsak, yaratacağımız bu görkemli medeniyette vahyimizin / rehberliğimizin yol göstericiliğinde yetişen insanlar medeniyetin çeşitli ürünlerini / eserlerini verecektir.”
“İşte bu Allah’ın yaratmasıdır.”
“Haydi gösterin bakalım O’nun dışındaki taptıklarınız şimdiye kadar ne yaratabilmişlerdir? Hangi göğü, hangi dağı, hangi canlıyı, hangi yağmuru ve hangi bitkiyi yaratabilmişlerdir? Onlar hangi eseri, hangi aydını, hangi sanatçıyı, hangi bilgini, hangi lideri, hangi medeniyeti, hangi büyük devleti yaratabilmişlerdir?”
Rahman Rahîm Allah Adına
1-11-Elif, Lâm, Mîm. İşte bunlar, her hükmünde tam isabet kaydeden ilahi kelamın ayetleridir. (Ki bu ayetler) Allah’ı görür gibi hareket edenler / muhsinler / iyilik yapan mümin genç kadrolar için bir rehber ve bir rahmettir. Onlar ki salatı ikame ederler, arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli öderler. Onlar, ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen kusursuz bir rehberliğe uyarlar. İşte onlar evet onlardır ebedi mutluluğa erenler. Ama insanlardan kimi de vardır ki, cahilce Allah yolundan saptırmak ve onu alay / eğlence konusu yapmak için boş sözleri satın alır. / sözlerin asli anlamını değiştirirler. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır. Böyle birine ayetlerimiz okunduğu zaman sanki kulaklarında kurşun gibi ağırlık vardır da hiç işitmemiş gibi, büyüklük taslayarak sırtını döner. İşte ona, can yakıcı bir azabı müjdele. Bir de iman eden ve imanına uygun eylemler ortaya koyan kimseler var ki, her tür nimet dolu olan cennetler onların olacak. Onlar orada Allah’ın mutlaka gerçekleşecek olan vaadi uyarınca ebedi kalacak. Zira O, Aziz’dir, Hakîm’dir. O, gökleri gördüğünüz bir dayanak / direk olmaksızın yarattı ve sizi sarsmasın diye yeryüzüne sarsılmaz dağlar yerleştirdi ve orada her çeşit dâbbenin / canlı varlığın üremesini sağladı. Biz gökten suyu indirir ve böylece orada her kerim çiftten bitki bitiririz. İşte bu, Allah’ın yaratmasıdır. Haydi, gösterin Bana! O’nun dışındaki kimseler neyi yaratmıştır? Aslında o zalimler, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi 1-11)
21.1-Şükran ve Adalet Duygusu
Eğitim kampında yetiştirilen kadroların (muhsinlerin) dava ahlakını ders olarak alırken aynı zamanda onların sorunları da bu derslerle çözüme kavuşturulmalı ve içinde bulundukları duruma en uygun davranış kalıpları öğretilmeliydi. Zira Sa’d bin Ebi Vakkas, Mus’ab bin Umeyr ve Abdullah bin Cahş gibi gençlerden oluşan bu kadrolar, delikanlılığın verdiği heyecanla, radikal, kırıcı, yıkıcı ve tahrip edici davranışlar sergileme ihtimali vardı. Bu genç kadroları bu tür yanlış tavır ve davranışlardan uzak tutmak ve radikalliğin sınırlarını iyi belirlemek gerekmekteydi. Şöyle ki; bu gençler kabilelerin ileri gelen ailelerinin evlatlarıydı. Bunlar peygamberimizin safını seçtiklerinden dolayı aile efradından kimi zaman eziyet, boykot, hapis gibi caydırıcı yaptırımlarla karşı karşıya kaldıkları gibi kimi zamanda anne- babalarının onları eski dinlerine dönmeleri için açlık grevine gitmeleri gibi psikolojik baskıları ile de yüz yüze kalmaktaydılar.
Bu gençlerin ailelerinin kendilerine reva gördüğü bu uygulamalarla saflarını değiştirmek şöyle dursun daha keskinleşiyor daha da bileniyorlardı. Bu nedenle sertleşmeler de yaşanıyordu. Karşılıklı sertleşmeleri belki onların ebeveynlerine karşı yanlış hareket etmelerine de yol açacaktı. Zaten aile içerisinde yaşanan bu gerilimler Mekke müşrik ileri gelenlerinin
“Muhammed aileleri parçalıyor, birbirine düşman ediyor, ebeveyn ile çocuklar arasına fitne / anarşi sokuyor. O bu yaptıklarıyla kavim ve kabileleri nasıl birleştirecek? Nasıl toplumsal tevhidi sağlayacak?”
şeklinde kara propagandasına neden oluyordu. Halbuki peygamberimizin getirdiği mesajın amacı aileleri parçalamak, aile fertleri arasına fitne, fesat ve anarşi sokmak değildi ve olamazdı da. Tevhidi savunan bir dünya görüşünün lideri “bölücülükle” suçlanıyordu. Bu nedenle toplumun, selameti, barışı, huzuru ve mutluluğunu amaç edinen ilahi bir öğretinin mensuplarının bu kara propagandaya meydan verecek yanlış / hatalı davranışlardan kaçınması gerekmekteydi.
Cenab-ı Hak bu nedenle, mümin kadroların (muhsinlerin) anne babalarına güzel davranmalarını emreder. “Yapılan iyiliklere karşı nankör olunmamasının” müminlerin genel karakterlerinden olduğunu belirtir. İyiliklerin mutlaka bir karşılığı olması gerektiğinden hareketle mümin kadroların ana-babalarının kendilerine yaptıkları iyililere karşı iyilikle davranılmasını ifade eder. Fakat yapılan iyiliklere verilecek karşılıklar ise iyiliklerin büyüklükleri nispetince olması gerekir. Bu nedenle de bir kişi için Rabbi ile anne-babasının yaptığı iyilikler karşılaştırılırsa Rabbinin kişiye yaptığı iyilikler kıyas kabul etmez. Bununla beraber anne-babaya nankör davranılmaması, onlara da şükredici olunması gerektiği emrediliyordu. Fakat ebeveynin kişiden kendisine daha büyük iyilikler yapana karşı nankör olması istenmesi halinde ise onlara itaat edilmemesi emrediliyordu.
12- 15- Ant olsun ki Biz, Lokman’a “Allah’a şükret!” diye hikmet (hüküm ve ilkeler) verdik. Kim şükrederse kendisi için şükreder. Fakat kim de nankörlük ederse, kuşkusuz Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima yönelinmesi gereken hamiddir. Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle demişti, “Yavrucuğum! Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırma, hiç şüphesiz ki şirk, gerçekten korkunç bir zulümdür. Nitekim (Allah şöyle buyurur): “Biz insana anne ve babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu ağır acılara katlanarak karnında taşıdı ve onun sütten kesilmesi iki yılda gerçekleşti. Şu hâlde (ey insan) Bana ve anne-babana şükret, (ama sonunda) dönüş yalnızca Banadır!” Yine (Allah şöyle buyurur) “Şayet o ikisi (annen-baban) hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, asla onlara itaat etme! Yine de onlara şu dünya hayatında iyi davran ve bana yönelen kimselerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman yapmakta olduğunuz şeyleri size haber vereceğim.” (Lokman Suresi 12-15)
21. 2- Ciddiyet, Hesap Verilebilirlilik ve Şeffaflık / Açıklık / Dürüstlük
Mümin kadroların (muhsinlerin) yaptıkları işe önem vermeleri ve işin büyüğüne küçüğüne bakmadan büyük bir titizlilik ve ciddiyetle işlerini düzgün yapmaları gerektiği öğretiliyor. Ayrıca mümin kadrolar (muhsinler) şunu akıllarından hiç çıkarmamaları da gerekiyor; iktidara gelince yapacakları yanlış / hatalı icraatları küçük / önemsiz görmemelidirler. Hele bunları gizlemeye hiç çalışmamalıdırlar. Ne kadar gizlerlerse gizlesinler ve ne kadar önemsiz / küçük görürlerse görsünler bu hatalar / yanlışlar bir gün önlerine konulur. Hiçbir şey gizli kalmaz. Bugün ya da yarın ama o gizlenen ve önemsenmeyen şey mutlaka açığa çıkar. Bu yüzden onlar icraatlarında dürüst, şeffaf ve hesap verilebilir olmalıdırlar.
Dolayısıyla Allah mümin kadrolara (muhsinlere) yönetim erkini nasip ettiğinde onlar hatalı ve kusurlu icraat yapmamak için son derece titiz davranmalı ve bir gün hesap sorulacağını bilerek “hesap verilebilirlik” prensibine göre icraatlarını gerçekleştirmeli ve yapacakları icraatın hesabını önce kendilerine vermeli, önce kendileri beğenmeli ve ondan sonra gerçekleştirmelidirler.
16- (Lokman oğluna): “Ey oğulcuğum! Kuşkusuz işlediğiniz ameller bir hardal tanesi ağırlığında olup da bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin derinliklerinde bile olsa, Allah onu bulup getirecektir. Muhakkak ki Allah latif / ilmiyle her şeye nüfuz eden ve her şeyden hakkıyla haberdar olandır.” (Lokman Suresi 16)
21.3- Ehli Salat olmak
Mümin kadroların (muhsinlerin) “salatı ikame etmeleri” karakter olarak belirtiliyor. Müminler (muhsinler) Cenab-ı Hak karşısında “esas duruşlarını” asla kaybetmemelidir. İnsanları da buna davet etmelidirler. Kamunun sorunlarını çözmek için çaba göstermeli ya da çaba gösterenlere destek olmalıdırlar. Onlar günün belirlenmiş vakitlerinde toplanıp yaptıkları bu icraatlarının / çabalarının hesabını Rablerine vermelidirler. Yani muhasebelerini Cenab-ı Hakk’ın huzurunda yapmalıdırlar. Bu içtima ya da denetleme sırasında hayatta yapacakları icraatlar için de Rablerinin desteğini talep etmelidirler.
21.4- İyiliği emretmek / iş edinmek ve Kötülüğü men etmek
Mümin kadrolar (muhsinler) “iyi, güzel, hoş, maruf” olan adet, gelenek, görenek, alışkanlık, töre, örf ne varsa onları yapmalı, onlardan yana tavır koymalı, onları istemeli ve onların toplumda uygulanması ya da sürdürülmesinden yana olmalıdırlar. Yine bu kadrolar (muhsinler) “kötü, çirkin, pis, iğrenç, münker” olan adet, gelenek, görenek, alışkanlık, töre, örf ne varsa onların karşısında olmalı, onları yasaklamalı, onların toplumdan uzaklaştırılması için ne gerekiyorsa yapmalıdırlar.
Bu ahlaki karakterle peygamberimizin getirmeye çalıştığı dünya görüşü hakkında müşriklerin yaptıkları anti propaganda da berhava olmuş oluyordu. Şöyle ki;
“Peygamberimizin Mekkelileri “Ataların şimdiye kadar peşinden gittikleri şirk sistemini bırakın ve Allah’ın yoluna gelin” diye davet ederken müşrikler bütün adet, örf, töre, gelenek, vb. ne varsa toptan değiştirileceği propagandası yaparak peygamberimizin insanları karanlığa, ne olduğu belli olmayan bir geleceğe götürdüğü algısı oluşturmuşlardı. Böylece onlar insanların önlerini görememesi nedeniyle peygamberimizden yana olmalarını engellemeye çalışmışlardı. Fakat Cenab-ı Hak toplumda geçerli olan örf, gelenek, görenek, adet ve kurallar konusunda seçici olunacağı iyi, güzel, hoş, rahatsız edici olmayan ve zarar vermeyenlerin İlahi dünya görüşünce de benimsenerek korunacağı ama kötü, zarar verici, rahatsız edici, iğrenç, pis ve çirkin olanların ise kaldırılacağının müminlerin ahlaki karakterleri olacağını vurgular. Böylece müşriklerin kara propagandasının önüne geçildiği gibi müminlere de bundan sonraki ufukları çizilmiş olur. Yani kısaca hangi toplumda olursa olsun iyi ve güzel adet, örf, geleneklerin korunacak hatta emredilecektir. Zira bunlar insanların mirasıdır. Mirası toptan reddetmek olamaz. Ama çirkin, kötü, pis, iğrenç olanlar da ayıklanıp atılacaktır.”
21.5- Kararlı ve Sabırlı olmak
Bir toplumda “iyiliği emretmek ve kötülüğü men etmek” kolay bir iş değildir. Zira bu, bir toplumu dönüştürmek demektir. Toplumlarda yerleşmiş, kabul görmüş, kanıksanmış kötü, çirkin, iğrenç adetler, töreler, örfler o toplumların ileri gelenleri tarafından halka benimsetildiği için bunların değiştirilmesinin gündeme gelmesi halinde, ileri gelenler ve ileri gelenlerin kışkırttığı halk, reformcu kadrolara direnecekdir. Bu tür durumlarda reformcu kadrolar (muhsinler), halkı ikna etme hususunda oldukça zorlanacaklardır. Bu nedenle mümin kadrolar (muhsinler), karşılaşacakları tüm zorluklara rağmen yapılacak mücadelede zik zak yapmadan, geri dönmeden kararlı ve büyük bir sabırla yollarına devam etmelidirler. Özetle mümin kadroların (muhsinlerin) toplumları dönüştürme faaliyetlerinde kararlı, azimli ve sabırlı olmaları gerekmektedir.
17- (Lokman oğluna): “Yavrucuğum! Salâtı ikame et, iyiliği (marufu) emret / iş edin, kötülükten sakındır, başına gelenlere de göğüs ger! Şüphesiz bütün bunlar, kararlılık ve direnç isteyen işlerdendir.” (Lokman Suresi 17)
21.6- Mütevazı / Alçak Gönüllü, Olgun / Sakin, Ölçülü / Dengeli Olmak
Sadece ebeveyne yönelik davranışların değil, Cenab-ı Hakk’ın kesin vaadi yerine geldiğinde iktidara gelecek bu kadroların (muhsinlerin) halka karşı nasıl bir tavır / duruş / davranış içerisinde olması gerektiği de düzenlenmeliydi.
Müşrik ve zalim yöneticilerin halka karşı sergiledikleri asık suratlı, kibirli, öfkeli, bağırıp-çağıran, korkutucu, aşağılayıcı …. vb. tavır ve davranışların aynısını mümin yöneticiler de tekrar ederlerse nasıl “alemlere rahmet” olabilirlerdi? Bu çerçevede Cenab-ı Hak, büyük medeniyet kurmaya talip mümin kadroların (muhsinlerin) kendi halkına karşı;
-
Alçak gönüllü olması,
-
Mütevazı davranışlar sergilemesi,
-
Asla gururlu, kibirli ve kendini beğenmiş tavır ve davranışlar içerisinde bulunmaması,
-
Asla küstah ve böbürlenen davranışlar sergilememesi,
-
Davranışlarında ölçülü ve dengeli olması,
-
Bağırıp çağırmaması, zorba olmaması,
-
Olgun bir şekilde davranması
gerektiğini öğütler.
18-19- “Kasıntılık yapıp insanlara karşı böbürlenme / suratını asma ve yeryüzünde çalım satarak / kibirli kibirli yürüme. Zira unutma ki Allah kendini beğenmiş kibirliyi sevmez. Yürüyüşünde dengeli ol ve bağırıp çağırma. Unutma ki insanları rahatsız eden ve başkalarına saygı göstermeyen kendini beğenmişlerin davranışları çok çirkindir (seslerin en çirkini eşeklerin sesidir)” demişti. (Lokman Suresi 18-19)
Cenab-ı Hak, mümin kadroların eğitiminde çok önemli bir noktaya daha değinir. Yerlerde ve göklerde yaratılan her şeyin insanlara hizmet için emre amade olduğunu ve gizli açık sayısız nimetlerin yine insanların faydasına olarak hizmetine sunulduğu müşahade edilmesine rağmen insanların herhangi bir kitabi bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaları eleştirilir. Onlar Allah’ın indirdiği kitaba uymaya davet edildikleri halde atalarından kendilerine miras kalan birikime körü körüne uyacaklarını beyan ederler. Allah bütün kâinatı insanların hizmetine sunmuş olmakla, kullarının sürekli iyiliğini istediğini göstermesine rağmen onlar Allah’ın bildirdiğine değil de kendi kötülük ve zararlarına da olsa atalarına uymayı yeğlemektedirler. Bu yaman bir çelişkidir. Kendi menfaatlerini görememektir. Aptallıktır.
Halbuki ana-baba ve ataların üretmiş oldukları değerler, ürünler, kültürler birer mirastır, birikimdir, kullanılabilir ama körü körüne taklit edilmez. Tetkik edilir. Şayet onlar kendilerine fayda sağlamıyorsa hatta topluma zarar veriyorsa, toplumu azaba, yok oluşa, cehenneme götürüyorsa derhal terk edilmesi lazım gelir. Hele ki, kullarının sürekli iyiliğini isteyen Cenab-ı Hakk’ın öğretisi geldiyse vakit kaybetmeksizin o öğretiye sahip çıkıp izlenmesi, insanların kendi menfaati icabıdır. Böyle yapanlar sağlam bir kulpa yapışmış, kendini kurtarmış kimselerdir. Ama tersine davranıp kendi zararlarına olarak atalarından miras kalan eski gerici öğretilere yapışıp kalanlar da tercihlerinin karşılığını mutlaka acı bir şekilde ödeyeceklerdir. Onların ödeyecekleri acı bedel sadece ahiretteki bedel olmayacak bu dünyada da ağır bedeller ödeyeceklerdir.
20-24- Allah’ın, göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsini sizin menfaatiniz için birer sebep kıldığını görmediniz mi? Ve O (Allah), gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Buna rağmen İnsanlar içerisinden, herhangi bir bilgiye, yol gösterici bir kılavuza ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışan kimseler çıkabilmektedir. İşte böylelerine: “Allah'ın indirdiğine uyun!” denildiği zaman: “Asla, biz sadece babalarımızın hayat tarzına uyarız” derler. Ne yani şeytan onları cehennem azabına çağırmış olsa da mı? Ama her kim muhsin olarak yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, işte o, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Bütün işler döner dolaşır sonucunu takdir etmesi için Allah’a varır. Kim de inkâr ederse, artık onun inkârı seni üzmesin. (Nasıl olsa) onların dönüşü yalnızca Bizedir. O zaman Biz onlara yaptıkları şeyleri kendilerine bir bir haber vereceğiz. Çünkü Allah, göğüslerin özünü çok iyi bilendir. Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba mahkûm ederiz. (Lokman Suresi 20-24)
21.7. Yerlerin ve Göklerin Hakiminin Sesini Kimse Kesemez
Boykotun sonlarına doğru iyice yaklaşıldığında eğitilen kadroların gücünü fark etmeyen müşrikler, tevhidi dünya görüşünün artık tehdit olmaktan çıktığını ve İslami hareketin söndüğünü söylediler. Hz.Muhammed’in@ sesini de kestiklerini iddia ettiler. Onlara göre üç yıllık boykot süresince hareketin en büyük koruyucusu olan Haşimoğulları ekonomik olarak sıfırı tüketmişti. Olaylara sadece ekonomi ve güç olarak bakan müşrikler, peygamberimizin destekçilerinin ekonomik olarak zayıflamasını ve taraftar kazanmadaki hızının düşmesini hareketin tamamen bittiği şeklinde değerlendirdiler. Halbuki hareket bu süreçte geleceğe hazırlanmış ve daha da güçlenmiştir. Ama onlar yamuk bakışları nedeniyle bu gelişmenin farkında değillerdi. Çünkü artık peygamberi temsil edebilecek kadrolar yetiştirilmiştir. Bundan sonra peygamberin sesi daha gür çıkacaktır. Davası daha uzak diyarlara daha kısa zamanda ulaştırılacaktır. Onun adına hareket edecek naibler ile hareketin kuvveti onla belki yüzle çarpılmıştır. İlahi öğretinin sesi kesilemeyecektir. Her yere gidecektir.
Müşrikler Hz. Muhammed’i@ muhasara altına almakla ve kabilesini ekonomik olarak bitirmekle her şeye hâkim olduklarını sanmaktadırlar. Fakat yerlerin ve göklerin yaratıcısı ve her şeyin sahibi ve hakimi Cenab-ı Hak, ilahi öğretisini inzal etmeye devam edeceğini ve buna kimsenin engel olamayacağını bildirir. İnsanlar sonunda O’na yönelecekler / hamd edecekler. Cenab-ı Hak her işini mükemmel yapar ve mutlak galiptir. Bu nedenle müşrikler O’nun sözlerine son vermek için ne kadar çaba sarf ederlerse etsinler O’nun sesini kesemeyeceklerdir. Ağaçlar kalem olsa, denizler de mürekkep bu denizlere yedi / daha çok denizler ilave edilse yine de Rabbin sözleri yazılacak ve her tarafa gönderilecektir.
İlahi sözlerin sürekli inzal olması ve onların yazımı, çoğaltılması ile çevreye yayılması devam edecektir. Her türlü imkânın seferber edilmesi bile bu faaliyetlere yetmeyecektir.
25-27-Ant olsun ki, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, hiç tereddütsüz “Allah’tır” derler. Sen de: “Hamd / yönelim Allah'adır!” de! Ne var ki onların çoğu bunu dahi kavramaktan acizdirler. Göklerde ve yerde olan şeyler ancak Allah'ındır. Muhakkak ki Allah, Ğaniyy’dir (hiçbir şeye muhtaç değildir), Hamîd’dir (yönelmeye layıktır). Eğer, dünyanın tüm ağaçları kalem olsa, denizleri de mürekkep, buna yedi deniz daha eklense, Allah'ın sözleri yine de tükenmez. Çünkü Allah’tır her işinde mükemmel olan ve her hükmünde tam isabet kaydeden. (Lokman Suresi 25-27)
21.8. Diriliş Allah’a Kolaydır
Müminlerin içine düştükleri boykot / muhasara tahammülü çok zor bir durumdu. Zira her ne kadar eğitiliyor olsalar da kendilerine yeni katılımların arkası neredeyse kesilmişti. İşte böyle bir vasatta gelen müjdeli ayetlerle moraller yüksek tutulmaya çalışılsa da bu müjdelerin desteklenmesi de gerekiyordu.
Cenab-ı Hak bu müjdeleri ispat etmek ve müminlerin kalplerinin mutmain olması için çeşitli örnekler verir. Bunlardan birisi de “Nasıl kendileri gibi bir kişi hidayete eriyor ve diriliyorsa diğer insanların dirilmesi de mümkündür. Çünkü onlarda kendileri gibi birer insandır. Onları yaratan Allah onları gayet iyi bilmektedir. Bu Allah’a göre kolaydır.”
Ayrıca Cenab-ı Hakk’ın yasası sürekli bir değişimi gerektiriyor. Sürekli bir hak batıl mücadelesi hüküm sürecek yeryüzünde. Dolayısıyla batıl bir gün mutlaka sona erecek. Şimdi hakkın doğma zamanı.
28 -30- Sizin yaratılmanız ve ölümden sonra diriltilmeniz ancak bir tek kişininki gibidir. Muhakkak ki Allah en iyi işiten, en iyi görendir. Allah’ın geceyi gündüze, gündüzü geceye soktuğunu görmez misin? O Güneşi ve Ayı bir yasaya tabi kılmıştır. Böylece her biri adı belirlenmiş bir ecele akıp gidiyor. Kuşkusuz Allah, yaptığınız her şeyden hakkıyla haberdardır. İşte bu yüzdendir ki, Allah mutlak hakikatin ta kendisidir. Onların, O'nun dışında yakardıkları her şey bütünüyle batıldır. Muhakkak ki, Allah, yüceler yücesi ve en büyüktür. (Lokman Suresi 28-30)
İnsanlar Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinden faydalanırlarken herhangi bir sorunla karşılaşmadıkları takdirde yanlış / batıl uygulamalarına devam ederler. Ama ne zaman işler bozulur, kötüye gitmeye başlar ve bir felaket sonucu ölümle / yok olmayla karşı karşıya kalırlarsa işte o zaman batıl / yanlış uygulamalarını ve düşüncelerini bırakıp ilahi yasalara/ emirlere sarılırlar / Allah’a yalvarır, yakarırlar. Acizliklerini itiraf edip kul olduklarını hatırlarlar. O felaketten kurtulduktan sonra bir kısım insanlar derslerini aldıkları için aşırılıklarını bırakıp mutedil bir yol tutar. Fakat zalim ve nankör olanlar tekrar eski batıl / yanlış yollarına dönerler.
Bu nedenle Cenab-ı Hak bütün insanlığı şöylece uyarır;
“İlahi yasalardan sapmayın. Arkasından gitmekte ısrar ettiğiniz ana- baba ve atalarınız yarın size fayda edemez. Yıkım başladığında onlar size bir katkı sağlayamaz. Dahası ahirette hiçbir şekilde onlardan bu yaptıklarınız dolayısıyla herhangi bir destek bulamayacaksınız. Süfli, kısa vadeli, eğlenceli dünya hayatı sizi aldatmasın sakın! Sakın ha sakın! Çok çeşitli yollardan gelip de sizi ayartamayan o ayartıcılar tüm yolları denedikten sonra başka seçenekleri kalmayınca sonunda Allah’ı ve O’nun yolunu kullanarak sizi aldatmasın! Çok uyanık olun! Siz çalışmanıza devam edin! Sizlerin kurtuluşu, dirilmesi ve düşmanlarınızın ölmesinin / yıkılmasının vakti saatini ancak O bilir. Vahyi / yağmuru O indiriyor. Rahimlerin ne gizlediğini / gizli çalışmaların sonucu ne doğacağını o bilir. Yarının nelere gebe olduğunu ancak O bilir. Kimse nerede öleceğini bilemez.”
31- 34- (Ey insanlar!) Görmez misiniz ki O’nun ayetlerini size göstermek için, gemilerin denizde Allah’ın nimetiyle kayıp gittiğini? Elbet bütün bunlarda, derin bir şükran duygusuyla O’na kullukta direnenler için mesajlar vardır. Derken, dalgalar onları zifiri gölgeler gibi bürüdüğünde, yalnız O’na yönelerek başlarlar Allah’a yalvarıp yakarmaya. Onları sağ salim karaya çıkarır çıkarmaz, onlardan bir kısmı aşırılığı bırakıp orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi çok hain ve çok nankörlerden başkası bile bile inkâr etmez. Ey insanlar! Rabbinize karşı takvalı davranın. Dahası ne anne- babanın çocuğuna ne de çocuğun anne- babasına hiçbir fayda sağlamayacağı bir günün dehşetinden sakının. Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçekleşecektir. O halde bu dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve sakın aldatıcının hiçbir türü sizi Allah ile aldatmasın. Şu da bir gerçek ki sadece Allah, saatin (kıyametin kopuş zamanının) bilgisi yanında olandır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olan şeyleri O bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Kimse nerede öleceğini de bilmez. Muhakkak ki Allah en iyi bilendir, en iyi haberdar olandır. (Lokman Suresi 31-34)