BÖLÜM 30
MEDİNELİLERİN UYARILMALARI
Medine’den gelen elçiler Hz.Muhammed@ ile görüştükten sonra Medine’ye dönmelerini müteakiben aşağıdaki gelişmelerin olması kuvvetle muhtemeldir;
Medineli elçiler, Hz.Muhammed’in @ liderliği ile müminlerin Medine’ye getirilmesi konusunu diğer ileri gelenlerin de katıldığı toplantılarda tartışırlar. Bu tartışmalarda bir kısım ileri gelenler bu konuda itirazlarını bildirirler. Özellikle Medine’nin ekonomisinde etkin olan Abdullah bin Übey gibi Ebu Cehil tabiatli elitler (liderler) Hz.Muhammed’in@ Medine’ye lider yapılmasının huzur değil tam tersine acı, çile ve kan getireceğini, Mekke ve müttefikleri ile savaşmak zorunda kalınacağını bunun da kan dökülmesini beraberinde getireceğini ileri sürerler. Fakat çoğunluk ileri gelenler / mele’ topluluğu Medine’deki gerilim ve krizin bitirilmesinde Hz.Muhammed’in@ teklif ettiği İslam / barış öğretisinin kabul edilmesi ve O’nun liderliğinde tevhidi dünya görüşü çerçevesinde bir İslam devleti kurulmasından başka çare olmadığını bildirirler. Aksi takdirde içinde bulundukları siyasi kriz için bir çözüm üretmekten aciz olduklarını söylerler.
Her ne kadar Hz.Muhammed@ ile yapılan görüşmeler gizli yapılsa da elçilerin Medine ileri gelenleri ile yaptıkları bu toplantılarda tartışılan hususlar elbette ki toplantıya katılanlar arasında kalmayacaktır. Medine içerisine yayılacağı gibi Mekke’ye kadar da ulaşacaktır. Zira her kabile kendisi ayrı bir devlet gibi davranmakta ve her kabilenin çevre kabilelerde dost ve müttefikleri bulunmaktadır. Bu nedenle şehirlerde kabile ileri gelenlerinin kendi aralarında yaptıkları toplantılarda konuşulanların gizli kalması mümkün değildir.
Medine’de gündem olan konuların Mekke’de yayılması Mekke müşriklerini harekete geçirir ve onlar da Medinelileri Hz.Muhammed’den@ uzak tutmaya çalışırlar. Mekke’ye gelen Medineli etkin şahsiyetlere Hz.Muhammed@ aleyhine menfi propaganda yaparlar. Onlarla özel / gizli görüşmeler tertip ederek onlara Hz.Muhammed’in@ asla Medine’ye liderlik yapamayacağını, O’nun kendileri gibi birisi olduğunu, O’nun ve getirdiği öğretisinin Medine’nin siyasi krizini çözecek tek çare olduğu düşüncesinin göz boyayıcı bir aldatmadan başka bir şey olmadığını anlatırlar. Mekkeli ileri gelenlerin Medinelilerle yaptıkları bu gizli görüşmelerinde iddialarını kuvvetlendirmek için Hz.Muhammed@ hakkında bazen şair olduğunu söylerler, bazen dünyanın gerçeklerinden uzak hayal dünyasında gezen hayal perest birisi olduğunu söylerler, bazen de getirdiği ilahi öğretinin ilahi değil kendi uydurması olduğunu söylerler. Madem ki o Allah elçisidir, o halde Allah’ın ona mucizeler yaratacak servet, ordu ve her türlü donanımı emre amade kılması gerekirken kendisinin sığınacak bir otorite / melce aramasının O’nun peygamber olamayacağının bir ispatı olduğunu ileri sürerler.
Cenab-ı Hak ise onların bu gizli faaliyetlerini Enbiya Suresinin ilk ayetleri ile deşifre ederken onların hesaplarının / sonlarının yaklaştığını ama onların bundan gaflet içerisinde olduklarını bildirir.
Rahman Rahim Allah Adına
1-5- İnsanların / müşriklerin hesap verme zamanı yaklaştı. Onlar ise hala aldırmıyor ve yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine gelen her yeni öğüdü / hatırlatmayı alaya alırlar ve oyun sanırlar. Akılları fikirleri eğlencede! O zalimler aralarında gizli gizli şöyle fısıldaşıyorlar: “Bu, sizin gibi bir beşerden başka bir şey midir? Göz göre göre büyüye mi gidiyorsunuz?” De ki: “Benim Rabbim gökte ve yerde her sözü / konuşulanı bilir. O, en iyi işiten, en iyi bilendir.” Onlar (elçimizin iddiaları hakkında) bazen: “Bunlar karmakarışık düşlerdir”, bazen “onu kendisi uyduruyor”, bazen de “o bir şairdir. Yok, öyle değilse o zaman önceki (peygamberlere) gönderildiği gibi bize de bir ayet (mucize) getirsin” dediler. (Enbiya Suresi 1-5)
30.1.Medinelilerin Dikkatlerinin Çekilmesi
Müteakip ayetler ile de Mekkeli müşrikler tehdit edildiği gibi onların etkisinde kalan Medinelileri o etkiden kurtarmak için onların ileri sürdükleri argümanlara cevaplar verilir. Şöyle ki; Kendilerine peygamber gönderilen toplumların elçilere inanmamalarının genel bir temayül olduğu ve bu nedenle de yok edildikleri belirtildikten sonra Mekkelilerin de bu genellemenin kapsamında yer aldıkları belirtilir.
Hz.Muhammed’in@ normal sıradan bir insan olduğu, O’ndan kendilerini kurtaracak hariküladelikler beklenmemesi gerektiği iddiasına karşı da “evet Hz.Muhammed’in@ normal bir insan olduğu” vurgusu yapılır. Fakat Medinelileri içinde bulundukları krizden kurtaracak kurtarıcının da insanüstü bir varlık olmasını beklemenin yanlış olduğu belirtilir. İnsanları kurtaran liderlerin öyle efsanelerde yer aldığı gibi olağanüstü güçlerle mücehhez, adeta bir tanrı gibi olamayacağı vurgulanır. Şayet bu hususta delil isteniyorsa Medine’deki Yahudi komşularına danışabilecekleri bildirilir. Yahudilere gönderilen tüm peygamberlerin / liderlerin ilah olmadıkları, normal insanlardan oldukları dolayısıyla Hz.Muhammed’in@ de ilahi öğretiye muhatap olmanın dışında hiçbir insanüstü gücü ve kabiliyeti olmadığı bildirilir. Böylece Medinelilerin Mekkelilerce yapılan ayartmalara gelmemeleri, Hz.Muhammed’in@ Allah elçisi olmakla birlikte, normal bir insandan beklenen şeyleri beklemeleri gerektiği anlatılmak istenir. Şayet O’na iman eder ve O’nun öğretisi rehberliğinde yol alacak olurlarsa Cenab-ı Hakk’ın elçisine vaad ettiği zaferi vereceğinin kesin olması nedeniyle onlarında bu zaferden nasiplenecekleri, böylece büyük bir şerefe nail olacakları bildirilir. Akıllı davranırlarsa şereflerinin bu elçinin yanında yer alarak O’nun getirdiği ilahi öğretiye sarılmakta olduğu vurgulanır.
6-10- Bunlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler? Senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz olgun kimseleri insanlara elçi olarak göndermiştik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (Tevrat, İncil, Zebur vb. vahiy bilgisine sahip olanlara) sorun. (Sorduğunuzda göreceksiniz ki) Biz onları (o peygamberlerin hiç birini) yemek yemeye ihtiyacı olmayan bir bedene sahip kimseler olarak yaratmadık. Onları ölümsüz de kılmadık. Fakat Biz, onlara verdiğimiz sözü tuttuk da onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Aşırı gidenleri de helak ettik. And olsun size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şan ve şerefiniz ondadır. Buna rağmen hala aklınızı başınıza almayacak mısınız? (Enbiya Suresi 6-10)
Cenab-ı Hak ayetlerin devamında Mekkeli müşrik ileri gelenlerin Medinelileri kandırma girişimlerini boşa çıkarmak için Medinelilere şu sosyolojik ve tarihi hakikatleri anlatır;
“Yönetimler ancak adil olursa ayakta kalır. Bu nedenle zalim olan yönetimler eninde sonunda mutlaka büyük bir yıkılışla yıkılır ve yerine adil yönetimler gelir. Bu toplumsal yıkılışlarda zalim yöneticiler devrimin şiddetini hissettikleri zaman kaçmaya çalışırlar fakat kaçacak delik bulamazlar. Zira toplum ayaklandığında, o zalimlere çevre yönetimlerden kucak açan da olmaz. Daha önce dost ve müttefik olduğu diğer toplum yöneticileri onlara sahip çıkmazlar. Böylece inkılapçılar devrik yöneticileri hesaba çeker ve hak ettikleri cezaya çarptırırlar. Onlar öylesine perişan bir duruma düşerler ki yönetimde iken yaptıklarını hiçbir zaman savunamazlar ve zalimlik yaptıklarını ikrar ederler.”
Cenab-ı Mevla, bu sosyolojik hakikati ifade ettikten sonra bu işin şakasının olmadığına ve oyun oynamadıklarına da ayrı bir vurgu yapar ve hakkın / hak yanlılarının batılın / batıl yanlılarının beynini parçalayacağını ve onları yenip yok edeceğini bildirir.
11-18-Biz, zalim olan nice şehirleri kırıp döküp yok ettik. Onlardan sonra da başka toplumları var ettik. Onlar azabımızı hissettikleri an hemen kaçmaya çalışıyorlardı. Onlara “Kaçmayın! Refah ve bolluk içerisinde şımarıp azdığınız yurtlarınıza geri dönün! Çünkü sorgulanacaksınız!” denildi. Onlar: “Yazıklar olsun bizlere! Kuşkusuz biz gerçekten zalimler idik” dediler. Onların bu feryatları, onları biçilmiş bir ekin ve sönmüş bir ocak haline getirinceye kadar devam etti. Biz yeri, göğü ve ikisinin arasındaki şeyleri, oyun olsun diye yaratmadık. Eğer Biz, bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi katımızdan edinirdik; ama öyle bir şey dilemedik. Bilakis Biz hakkı batılın başına çarparız da onu mahveder. İşte o zaman batıl, yok olur gider. Allah’a isnat ettiğiniz vasıflardan dolayı yazıklar olsun size! (Enbiya Suresi 11-18)
Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde ise Medinelilerin ayartmaya gelmemeleri için sosyolojik hakikatleri anlatmaya aşağıdaki hususlara değinerek devam eder;
“Medine’deki kriz ve gerilimin kaynağı şirk sistemi ve şirk anlayışıdır. Nasıl ki yer ve göklerdeki işleyen müthiş nizam tek bir ilahın egemen olmasının eseri ise aynı şekilde iyi bir toplumsal nizam isteniyorsa bunun yolu, yönetimde eşit yetkilere sahip otoritelerin olmamasıdır. Zira veto hakkına sahip / eşit yetkilere sahip otoritelerin olduğu bir yönetim mekanizmasında karar almak çok zordur ve çoğunlukla anlaşmazlıklarla neticelenir. Hiçbir otorite kendi görüşünden taviz vermez. Hiçbir otorite diğer bir otorite karşısında boyun eğmez. Hiçbir otorite kendi çıkarından / faydasından diğer otorite lehine vazgeçmez. Dolayısıyla böyle bir yönetim mekanizmasında başlangıçta bir düzen olsa bile, kısa zaman sonra bu düzen bozulur ve anarşi meydana gelir. Böyle kaos ve kutuplaşma yaratan şirk sistemi otoritelerinden o topluma hayat verecek / o toplumu diriltecek çözümler beklemek safdilliktir. Bu nedenle Medine’deki şirk sisteminin öngördüğü yönetim yapısından yani kabilelerin ileri gelenlerinden / ilahlarından barış huzur ve güven ortamını sağlayacaklarına inanmak mümkün değildir. Onlar olsa olsa kargaşa, anarşi ve kaos üretirler ve toplumu öldürürler. Halbuki önerilen ilahi öğreti sizleri uçurumun kenarından kurtaracak ve sizlere şan / şeref kazandıracaktır. Toplumsal dirilişi gerçekleştirecektir. Cenab-ı Hak elçisi aracılığı ile kurtuluş ve zafer getirecek teklifini yapmıştır. Bu nedenle O sorumlu değildir. Fakat teklif edilen barış / islam / kardeşlik sistemini kabul etmeyip Medine’yi yok oluşa götürecek şirk sisteminde kalmaları halinde bunun sorumlusu şirk temsilcileri / ortakları yani şirk sistemini devam etmekte ısrar eden yöneticiler olacaktır. Ayrıca ilahi sistemin öğretisinde kimse kimsenin üzerinde değildir. Hiçbir kabile diğer kabileye üstün olmak ya da bir kabilenin diğerinden aşağı olması gibi bir yapı öngörülmemiştir. Bu sistemi uygulayacak olan Hz.Muhammed@ de ne kendi kabilesi adına ne de kendi nefsi adına liderlik yapacaktır. O sadece Alemlerin Rabbi olan Allah adına hükmedecektir. Böylece hiç kimse kimseye kul olmayacak, herkes Allah’a kulluk yapmış olacaktır. Bu nedenle her kim ne kadar büyük olursa olsun (ister gökte yani yönetimde olsun ister yerde yani yönetilen olsun) Allah’tan büyük ve güçlü olamayacağı için Allah’a kulluk yapmaktan çekinmez, büyüklenmez ve çekinmemesi büyüklenmemesi gereklidir.”
19- 25- Göklerde ve yeryüzünde olan bütün kişiler O’nundur. O’nun huzurundakiler O’na itaat etme hususunda asla büyüklenmezler, usanmazlar ve gece gündüz O’nu tesbih ederler. Yoksa memleketlerinde edindikleri birtakım ilahlar mı onları canlandıracak / diriltecek? Eğer ikisinde de (yer ile gökte) Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisinin de düzeni mutlaka bozulurdu. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, onların isnat ettikleri vasıflardan münezzehtir. O, yaptıklarından sorumlu değildir, onlar ise yaptıklarından sorumludurlar. Buna rağmen onlar, O’nun dışında birtakım ilâhlar edinmekte ısrar mı edecekler? De ki: “Haydi siz de kendi delilinizi getirin. İşte bu hem benimle beraber olanların hem de benden öncekilerin zikri / şan ve şerefidir.” Fakat onların çoğu hakkı bilmiyor ve bu yüzden de inatla yüz çeviriyorlar. Senden önce gönderdiğimizi bütün elçilere: “Gerçek şu ki Benden başka ilâh yoktur. Onun için bana kulluk / itaat edin” diye vahyetmişizdir. (Enbiya Suresi 19-25)
Mekke müşrik ileri gelenlerinin Medineli dostlarını etkilemek ve onları Hz.Muhammed’in@ öğretisinden uzak tutmak için söyledikleri bir diğer argüman da Hz.Muhammed’@ uyulması halinde O’nun da Hz.İsa gibi Allah’ın oğlu haline getirileceği ve O’na bağlıların da zaman içerisinde kilise müessesesi oluşturacakları iddiası idi. Onlar bu propaganda ile Hz.Muhammed’in@ şan, şeref ve mal mülk / saltanat peşinde koştuğu algısı yaratmaya çalışıyorlardı.
Cenab-ı Hak, onların bu ayartıcı iddialarına karşı cevap olarak ‘peygamberlerin hepsi ilahi vahiyle lütuflandırılmış kullar olduklarını, onların yalnızca Allah’ın emriyle iş yaptıklarını Allah’ın haşyetinden tir tir titrediklerini, ilahi otorite dışında ikincil bir otorite çıkararak ehli kitabın içine düştüğü şirk müessesesi gibi bir müessese asla oluşturmayacaklarını’ ifade etmelerini ister. Şayet o elçilerden herhangi biri ilahlık peşinde koşarsa onun cehennemle cezalandırılacağını da bildirir.
26- 29- Onlar: “Rahman evlat edindi” dediler. O (Rahman), bundan münezzehtir. Aksine onlar seçkin / şerefli / lütfa erdirilmiş kullardır. Onlar, Allah’ın sözünün önüne geçmezler. Onlar hep O’nun emriyle iş yaparlar. O, onların yapacaklarını / geleceklerini ve yaptıklarını / geçmişlerini bilir. Onlar, O’nun rızasına ermiş olan kimselerden başkasına şefaat etmezler. Çünkü onlar O’nun haşyetinden tir tir titrerler. Onlardan her kim: “Muhakkak ki ben O’nun yanında daha küçük bir ilâhım” derse, işte o zaman onu cehennemle cezalandırırız. İşte zalimleri Biz böyle cezalandırırız. (Enbiya Suresi 26-29)
Cenab-ı Hak Mekkeli müşrik ileri gelenlerin Medinelileri ayartmak için kullandıkları argümanları boşa çıkarıcı uyarılarına kainattaki muhteşem yaratılış olaylarını metafor olarak kullanarak şöyle devam eder;
“Nasıl ki kâinat bugünkü şekilde yaratılmadan önce yerler ve gökler birbirine geçmiş bitişik vaziyetteyken Cenab-ı Hak tarafından birbirinden ayrılmışsa, insan toplulukları da önceleri ilkel yaşamda hep bir arada ve yöneten / yönetilen gibi farkların olmadığı bir yaşam sürerken gelişen süreçte bazıları gökler misali toplumun içinden çıkıp yükselmişler ve toplumun yönetici pozisyonuna gelmişler, diğerleri ise toplumun yeryüzü misali alt kesimini yani yönetilen kesimini oluşturmuşlardır. Medeniyetin gereği üst yapı kurumlarının ve alt yapı kurumlarının oluşması da gökler ve yer gibidir.”
“Gökyüzünden indirilen yağmur suyu ile yeryüzünü nasıl canlandırıyorsa toplumların hayat bulması ve canlanması için de Cenab-ı Hak elçilerine gökten vahiy rahmetini indiriyor ve bu vahiyle muamele eden yöneticiler toplumlarına hayat veriyorlar. Vahiyle bildirilen ilkelerden sapan ve bu hakikati inkar eden yöneticiler ise tıpkı kendi toprağına yağmuru kıskanan gökyüzü misali göz göre göre kendi toplumlarını ölüme yok oluşa sürüklemektedirler. Toplumlarını dirilten, onlara hayat veren yöneticiler ise tıpkı kendi toprağına yağmur indiren gökyüzü misali halklarına rahmetle muamele ederler, onların ihtiyaçlarını karşılarlar ve sorunlarına çözüm getirirler.”
Böylece Medineli ileri gelenlerine halklarına karşı çok büyük bir sorumluluklarının olduğu ve onları yok oluşa götüren şirk sistemini değil rahmeti öngören ve toplumlarına hayat bahşedecek tevhit ve barış sistemini tercih etmeleri gerektiği metaforik olarak anlatılır.
30- Şu inkarcılar, göklerle yer bitişikken Bizim onları (o ikisini) ayırdığımızı ve hayatı olan her şeyi sudan yarattığımızı görmediler mi? Buna rağmen hâlâ mı inanmayacaklar? (Enbiya Suresi 30)
Yine nasıl ki Cenab-ı Hak yeryüzündekiler sarsılmasın diye denge amacıyla dağları, dağların arasında da yollar, geçitler ve çıkışlar yaratmış ise yöneticilerinde toplumdaki farklılıkları toplumsal dengenin sağlanması için kullanması ve toplumsal düzenin bozulmaması için bu farklılıklardan istifade etmesi gerekir. Dahası toplumsal farklılıklar arasındaki boşluklar ve geçitlerden yararlanarak toplumsal sorunların çözümünde çıkış yolları bulması gerekmektedir.
Bu metaforik anlatımla Medineli ileri gelenlere toplumlarındaki zengin-fakir, Evsli – Hazreçli, güçlü – zayıf vb. ayrımlara bakarak düşmanlık ve kin beslemek yerine bu farklılıkları birer zenginlik ve toplumun dengeleri olarak görmelerini ve aralarındaki farklılıklara rağmen bunların tevhit ve barışa gitmelerine birer vesile olarak telakki etmeleri anlatılır.
31-Ülkede / yeryüzünde onları sarsmasın ve denge olsun diye dağlar kıldık. Orada geniş yollar ve geçitler oluşturduk. Umulur ki (bunları düşünerek) hidayete ererler. (Enbiya Suresi 31)
Gökyüzünün yeryüzünü bir evin tavanı gibi harici tehlikelerden koruyucu olması örneği ile de toplumun yöneticilerinin halkın üzerinde koruyucu olmaları gerektiği bildirilir. Şirk sisteminde ise yöneticiler halkı koruma hususunda hiçbir gayret göstermemekte sadece kendi menfaatlerini korumada hassasiyet göstermektedirler. Medineli müşrik yöneticilerin de şehirlerindeki kutuplaşma ve gerilim ile halkı perişan etmekte oldukları ama asıl görevlerinin halkı korumak olduğunun vurgusu yapılır.
32- Biz, gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise, o ayetlerden hala yüz çevirmektedirler. (Enbiya Suresi 32)
Medineli ileri gelenler için bir diğer metaforik örnek şöyle verilir; nasıl ki geceyi gündüzü güneşi ve ayı Allah yaratmıştır. Toplumsal değişimler de O’nun elindedir ve O’nun belirlediği kurallar çerçevesinde gerçekleşir. Şayet ilahi öğretinin güneş gibi aydınlığını bırakıp şirk öğretisi takip edilirse, toplumlar karanlıklara gömülür. Onlar şirki terk edip Ay gibi parlayan peygamberlerin yolunu izleyecek olurlarsa aydınlıklara çıkarlar. Toplumların davranış tercihlerine göre bu değişimler sürekli birbirini izler.
33- Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Hepsi yörüngelerinde yüzmektedir. (Enbiya Suresi 33)
Hiçbir peygamber de ölümsüz değildir. Bütün insanlar gibi o da bir insandır ve O da ölecektir. Ama herkes hayatı boyunca karşılaştığı her iyi ve kötü / hayır ve şer durumlar karşısında yaptıkları tercihlerinin hesabını verecektir.
Cenab-ı Hak, verdiği bu örneklerle Medineli ileri gelenlerin akıllarını başlarına almalarını ve ilahi öğretiyi tercih etmedikleri takdirde karşılaşacakları felaketlerin sorumlusu olacakları uyarısını yapar.
34-35- Senden önce de hiçbir beşeri ebedi / ölümsüz kılmadık. Peki, şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar? Herkes ölümü tadacaktır. Sizi şer ve hayır ile imtihan ediyoruz. Sonunda Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi 34-35)
Mekkeli müşrik ileri gelenler, Mekke dışından gelen dost ve yandaşlarıyla birlikte Mekke’de gezerlerken Hz.Muhammed@ ile karşılaşınca Hz.Muhammed@ için alaycı bir şekilde “ilahlarınızı / ortaklarınızı diline dolayan, onlara meydan okuyan ve şirk sistemini yenip yok edeceğini ve bunun Allah tarafından kendisine vaad edildiğinden bahseden adama bakın! Bu adam mı bunları yapacak olan?” şeklinde alay ettiler ve arkasından Hz.Muhammed’e@ yönelerek alaycı bir şekilde “Rabbinin vaadi olarak iddia ettiğin o yıkım ve senin zaferin ne zaman olacak ?” diye dalga geçtiler. Onların bu söz ve alaylarına Cenab-ı Hak cevap verir;
“Çok acelecisiniz! Acele etmeyin! Yakında bu tehdidin gerçek olduğunun işaretlerini göreceksiniz! Tehdit olunduğunuz yıkım / inkılab ansızın tepenize binecek ve bundan kaçamayacağınız gibi engel de olamayacaksınız! Zaten sizlere şimdiye kadar fazlasıyla mühlet verdik, bu dünya hayatından fazlasıyla yararlandırdık, işlediğiniz zulüm ve sefahatlarınıza fazlasıyla müsaade ettik. Artık vakit geliyor. Ülkeniz / memleketiniz / çevreniz insanlarından ve kabilelerden fikirlerini değiştirip ilahi öğretiye kayarak Hz.Muhammed’den@ yana olan kişilerin oluşu sizlere bir şey ifade etmiyor mu? Etrafınızdaki çemberin daralmakta olduğunu fark etmiyor musunuz? (Bu ifade yeryüzünün uçlarından eksiltilmesi edebi anlatımı ile verilir.) Diğer bir ifadeyle Arap yarımadasındaki bazı kabile mensuplarının (Medineli bazı şaysiyetlerin) özellikle de ileri gelenlerden bazılarının müşrikliği bırakıp ilahi öğretiden yana tavır koyarak müşriklikten ayrılması ile güçlerinizin eksildiğini görmüyor musunuz? Bunlar sizlerin yıkıma doğru gidişinizin ayak sesleridir. Sizler bu değişime karşı durup bu değişimi yeneceğinizi mi zannediyorsunuz? Geçmişte de bizim vaad ve tehditlerimizi ileten elçilerimizle alay edildi fakat o tehditlerimizle alay ettikleri şey başlarına geliverdi. Şimdi sizleri uyarıyoruz. Gelecek azabın esintisi dokunduğunda bile “yandım anam” diyeceğiniz bu azabı tatmadan aklınızı başınıza alın. Gelecek bu azabın boş yere olmadığını ve hak ettiğinizi gayet iyi bileceğiniz bu cezalandırma size asla bir zulüm olarak yapılmayacak. Ne hak ettiyseniz onu göreceksiniz, hesap gününde hiç kimse hardal tanesi kadar bile haksızlığa uğramayacak.”
36- 47- İnkârcılar seni gördükleri zaman, seninle alay etmek için; “Bu muymuş ilâhlarınıza dil uzatan?” derler. Aslında onlar Rahman’ın zikrini / uyarısını inkâr edip duruyorlar. İnsan yaratılışı gereği çok acelecidir. Size alametlerimi yakında göstereceğim. Şimdi siz Benden acele istemeyin (Bunun üzerine onlar) “Eğer doğru söylüyorsan, bu vaat ne zaman gerçekleşecek?” derler. İnkâr edenler kendilerini önlerinden ve arkalarından saran ateşi savamayacakları ve kendilerine asla yardım da edilmeyeceği zamanı bir bilseler! Doğrusu o azap, onlara öyle ansızın gelecek ki onları şaşkına çevirecek. İşte o zaman onu ne geri çevirmeye güçleri yeter ve ne de onlara göz açtırılır. And olsun! Senden önce de birçok elçiyle alay edilmişti. Ama alay edenleri, o alay ettikleri şey kuşatıverdi. De ki: “Geceleyin ve gündüzün sizi Rahman’dan kim koruyabilir?” Buna rağmen onlar, Rablerinin zikrine / uyarısına kulak asmıyorlar. Yoksa onları Bizden koruyacak / azabımızdan koruyacak bir takım ilahları mı var? O ilahların kendilerine dahi yardıma güçleri yetmez. O zaman onlara bizim tarafımızdan sahip de çıkılmaz. Kaldı ki Biz onları ve atalarını kendilerine uzun gelen bir ömür boyunca zevkü sefa içinde yaşattık. Peki, şimdi Bizim yeryüzüne gelip onu etrafından eksilttiğimizi / etraflarındaki çemberi daralttığımızı / müttefiklerini bir bir kaybettiklerini görmüyorlar mı? Şu hâlde üstün gelecek onlar mı? Yoksa biz miyiz? De ki: “Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum.” Uyarıldıkları zaman ancak sağırlar çağrıya kulak vermezler. Eğer, Rabbinin azabından bir esinti dokunursa, Mutlaka ‘Bize yazıklar olsun! Gerçekten biz zalimlermişiz’ diyeceklerdir. Biz kıyamet günü için öyle hassas teraziler kurarız ki hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz ve yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu teraziye getiririz. Bizden daha hassas hesap gören yoktur. (Enbiya Suresi 36-47)
Cenab-ı Hak, Medineli ileri gelenlere Mekkelilere kanmaması için onların argümanlarına verilen cevaplardan sonra elçisine nasıl yardım edeceğini geçmiş peygamberlerin hayat hikayeleri üzerinden anlatmaya başlar. Önce bu hayat hikayelerinin Yahudilere verilen ilahi öğretilerde de yer aldığına atıfla konuya girerek uyarılarda bulunur ve ilk önce Hz.İbrahim’in@ hayat hikayesini anlatır;
“Hz.Muhammed’in@ mücadelesini Hz.İbrahim@ üzerinden kısa bir özet olarak anlatırken O’nun tıpkı Hz.İbrahim@ gibi kendi yakınlarına ve kabilesine içinde yaşadıkları şirk sistemini sorguladığını ama kendi kabilesinin bu şirk sistemini bırakmayı istemediğini ifade eder. Onların geçmiş atalarından beri uzun yıllarca uygulanarak gelenek haline gelmiş şirk sisteminin yanlış olamayacağını iddia ettiklerini belirtir. Hz.Muhammed’in@ ise yine tıpkı Hz.İbrahim@ gibi yerleri ve gökleri yaratan alemlerin / toplumların rabbi olan Allah’a ve tevhit sistemine dönülmesi gerektiğini anlatmaya çalıştığı ifade edildikten sonra nasıl ki, Hz.İbrahim@ kavminin kendisini yalnız bıraktığı zaman küçük putları parçaladı ise Hz.Muhammed’in@ de boykottan sonra serbest kaldığı zamanlarda ve özellikle hac mevsimlerinde Mekke dışından gelen kabilelerin temsilcileri ile (ki bu çevre kabileler Mekke’ye göre küçük kabileler olup küçük putlar mesabesindedir) yaptığı görüşmeler neticesinde onların zihinlerindeki şirk öğretisini parçalamayı başarmış olduğu anlatılır.”
“Yine nasıl ki Hz.İbrahim’in@ bu put kırma eylemi gibi Hz.Muhammed’in@ de mücadelesini Mekke dışına taşıması ve küçük çevre kabilelerini etkilemesi sonucunda ortaya çıkan bu rejim sorunu konusunda Mekke müşrik ileri gelenlerinin sorgulanmasına kadar gitmiş olduğu ifade edilir. Yani çevre kabilelerce neler olduğu konusunda Mekke müşriklerine sorgulama yapılır. Onların bu krizin esas müsebbibinin Hz.Muhammed@ olduğunu belirtmeleri nedeniyle sorgulamayı Hz.Muhammed’e@ yönelten çevre kabile temsilcileri Hz.Muhammed’den@ aldıkları cevap karşısında şaşkına dönerler. Zira Hz.Muhammed@ sistemin krizde olduğunu bunun esas sebebinin de Mekke müşrik yönetiminin ve şirk sisteminin kendisi olduğunu yani büyük putu göstermesidir. Onlar sistemdeki tıkanıklığın sebebi ve gelecek tehlike konusunda kendi aralarında yaptıkları müşaverelerde gerçekten de esas sebebin Mekke müşrik ileri gelenlerinin uyguladıkları yanlış politikadan ve yanlış öğretiden kaynaklandığını anlarlar. Fakat Mekke müşrik yöneticileri ile görüştükten sonra tekrar şirk sisteminin doğruluğu fikrine döndürülürler. Zira öyle bir sistem kurulmuştur ki sistem bozulduğunda bütün çevre kabilelerin temsilcilerinin de menfaatleri zarar görecektir. Onlar ilahi sistemin aslında kendileri için ne kadar faydalı olduğunu idrak edemezler ve sistem değişikliği durumunda meydana gelecek değişiklik ile sahip oldukları imtiyazları riske atmayı göze alamazlar. Zorluğu göğüslemeyi göze alamayan kabile reisleri bu şirk sisteminin kendilerine herhangi bir faydası olmasa da Mekke yönetici azgınlarına verdikleri desteklerini sürdürmeyi tercih ederler. Böylece hep birlikte Hz.Muhammed’in@ üzerine gitmeyi seçerler. Tıpkı Hz.İbrahim’e@ karşı tüm müşriklerin birleşmeleri gibi. Sonunda nasıl Hz.İbrahim’e@ karşı birleşmeye ve O’na ibretlik bir ceza vermeye yöneldilerse aynı şekilde Mekke müşrik ileri gelenlerinin ikna ettiği çevre kabile temsilcileri hep birlikte Hz.Muhammed’in@ mücadelesine karşı durmayı ve O’na iyi bir ceza vermeyi seçtikleri anlatılır. Fakat nasıl ki Cenab-ı Hak, Hz.İbrahim’i@ onların ateş, işkence ve şiddetinden korudu ise Hz.Muhammed’i@ de öyle korudu ve bundan sonra da koruyacağı vurgulanır. Dahası Hz.İbrahim’i@ ve kendisine iman edenleri kurtarıp bereketli ve bolluk içerisinde bir memlekete yerleştirmesi örneğinden hareketle Hz.Muhammed’i@ de kurtaracağı ve müminlerle beraber bereketli bir memlekete yerleştireceğinin müjdesini verir. Hatta daha da ileri giderek Hz.İbrahim’e@ ihsan ettiği oğul ve torun yani davasını devam ettirecek nesil desteğinden hareketle Hz.Muhammed’e@ de davasını devam ettirecek nesillerle destekleyeceğine işaret edilir.”
48-75- Ant olsun ki, Musa ve Harun’a takva sahipleri için bir ışık ve öğüt olarak hakkı batıldan ayıran Furkan’ı verdik. Onlar kimsenin kendilerini görmediği zamanlarda bile / yalnızken Rabblerine haşyetle saygı duyarlar ve Saat’ten (kıyametin kopmasından) içleri titrer. İşte bu (Kitab) Bizim indirdiğimiz mübarek bir zikirdir / öğüttür. Hala siz bunu inkâr mı ediyorsunuz? And olsun ki, Biz daha önce İbrahim’e rüşdünü / doğru yolu bulma muhakemesi vermiştik. Çünkü Biz onu tanıyorduk. Hani O (İbrahim), babasına ve kavmine şöyle demişti: “Sizin tapınıp durduğunuz heykeller nedir?” Onlar; “Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk” dediler. O (İbrahim): “And olsun ki siz de atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz” dedi. Onlar: “Sen bize hakkı mı getirdin? / Sen ciddi mi söylüyorsun? Yoksa sen bizimle eğleniyor musun?” dediler. O dedi ki: “Hayır, Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları O yaratmıştır. Ben de buna şahitlik edenlerdenim. Allah’a yemin olsun ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım.” Derken o (İbrahim), onları paramparça etti. Onların en büyüğüne ise dokunmadı. Belki ona başvururlar diye. Onlar “Kim yaptı bunu bizim tanrılarımıza? Kim yaptı ise o, kesinlikle zalimlerdendir” dediler. (İçlerinden bazıları) “İbrahim adındaki bir gencin onları diline dolayıp durduğunu duymuştuk.” dediler. Onlar, “O halde onu halkın huzuruna getirin! Belki görgü tanığı olan birileri çıkar.” dediler. (İbrahim getirilince O’na) “Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?” diye sordular. O “Hayır, onu şu büyükleri yaptı. Konuşabiliyorlarsa haydi onlara sorun!” dedi. Bunun üzerine kendilerine geldiler de; “Muhakkak ki esas zalim olanlar biziz” dediler. Sonra onların başları öne eğildi (ve İbrahim’e) “and olsun ki bunların konuşmadığını bildin / bilmektesin” dediler. O (İbrahim); “Öyleyse, Allah’ı bırakıp ne diye size hiçbir fayda ve zarar veremeyen şeylere tapıyorsunuz? Size de Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Hâlâ aklınız başınıza almayacak mısınız?” dedi. (Onlar); “Eğer bir şey yapacaksanız onu yakın da tanrılarınıza yardım edin” dediler. Biz; “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve güvenli ol” dedik. Böylece Ona bir tuzak / düzen / plan kurmak istediler. Fakat Biz onları daha fazla hüsrana uğrattık. Onu da Lût’u da içinde âlemler için bolluk ve bereket bulunan topraklara ulaştırıp kurtardık. Biz ona ödül olarak İshak’ı ve Yakup’u verdik ve her birini erdemli iyi kimselerden kıldık. Biz onları, emrimize uygun olarak rehberlik yapan önderler kıldık. Onlara hayırlı eylemlerde bulunmayı, salâtı ikame etmeyi, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar, sadece Bize kulluk edenler idiler. Lut’a da hüküm ve ilim verdik. Onu çirkin işler işleyen şehirden kurtardık. Doğrusu onlar, yoldan çıkmış kötü bir kavimdi. Onu (Lut’u) rahmetimizin içine aldık. Şüphesiz o, ıslah edicilerdendi. (Enbiya Suresi 48- 75)
Cenab-ı Hak, ikinci olarak Hz.Nuh@ üzerinden Hz.Muhammed’in@ mevcut durumunu ve gelecekteki akıbetine kısaca şöyle değinir;
“Nasıl ki Hz.Nuh@ uzun bir mücadeleden sonra artık tahammülünün son noktasına geldiğinde Rabbinden yardım göndermesini niyaz ettiyse aynı şekilde Hz.Muhammed@ de özellikle Taif dönüşünde Rabbine niyaz etmiş ve Cenab-ı Hak da kendisini kurtaracağına dair işaretleri inzal ettiği ayetler, gösterdiği rüyalar ve çevre kabilelerden katılımlarla göstermişti. Müteakip ayette de Cenab-ı Hak, hem elçisini hem de müminleri Mekke müşriklerinin zulmünden kurtaracağını müjdelemekte ve onların yenileceğini Hz.Nuh kavminin boğulması metaforu ile açıklamaktadır.”
76-77- Nuh’u da önderlerden kılmıştık. Hani O bunlardan (İbrahim ve Lut’dan) çok önce nida etmişti de Biz de onun çağrısına cevap vermiştik. Sonra da Onu ve ehlini (ailesini / yakınlarını / inananlarını) büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. Ayetlerimizi yalanlayan kavmine karşı ona yardım ettik. Muhakkak ki onlar kötü bir kavimdiler ve Biz de onların hepsini suda boğduk. (Enbiya Suresi 76- 77)
Cenab-ı Hak, daha sonra Hz.Davut@ ve Hz.Süleyman@ üzerinden Hz.Muhammed’in@ bundan sonraki akıbeti konusunda müjdeli haberlerine devam eder. Şöyle ki;
“Hz.Davut@ ve Hz.Süleyman’ın@ İsrailoğullarını bir araya getirerek onlara liderlik / çobanlık yapmaları kıssası ile Hz.Muhammed’in@ de birbirine düşmüş ve dağılma noktasına gelmiş Medineli Evs, Hazreç ve müttefikleri olan Yahudi kabileleri bir araya getirip onların başına çoban / lider olacağı bildirilmektedir. Ayrıca Hz.Süleyman’a@ verilen ilim ve yasa / hüküm gibi Hz.Muhammed’e@ de ilim, yasa / hüküm ve anayasa / medine vesikası verilerek yönetimi gerçekleştireceği anlatılır. Hz.Davud’a@ dağların ve kuşların boyun eğdirilmesi metaforu ile de Hz.Muhammed’in@ kuracağı Medine İslam Cumhuriyetine çevre kabilelerin (kuş simgeli bayraklarla temsil edilen kabileler) ve çeşitli otoritelerin (dağlar benzetmesi ile) boyun eğdirileceği müjdesi verilir. Yine Hz. Davud’a zırh yapımının öğretilmesi metaforu ile Hz.Muhammed’in@ de ordusunu ve milletini korumak için çeşitli metotlar uygulayacağı ve savaş teçhizatı ile donatacağı müjdelenir. Hz.Süleyman’ın@ rüzgarlara hükmetmesi metaforu üzerinden Hz.Muhammed’e@ de getirdiği öğretinin rüzgar gibi her tarafa yayılacağına işaret edilir. Şeytanların Hz.Süleyman’ın@ emrine girmesi metaforu üzerinden ise bolluk ve bereket getirecek ülkelerin Medine İslam Cumhuriyetinin egemenliği altına gireceği, yabancı kabilelerin bile Hz.Muhammed’in@ hükmü altına gireceği ve Medine İslam Cumhuriyeti adına çok değerli hizmetlerde bulunacağı vurgulanır.”
78-82- Davud ve Süleyman’ı da önderler kılmıştık. Hani onlar, kavmin koyunlarının, geceleyin çobansız olarak içinde yayıldığı ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Biz de onların hükmüne şahit idik. Sonra da Biz, bu konudaki hükmü Süleyman’ın anlamasını sağladık / bildirdik. Her ikisine de sağlam bir muhakeme gücü ve ilim vermiştik. Davud’la beraber tespih etsinler diye, dağları ve kuşları da boyun eğdirdik. Biz dilediğimiz her şeyi yapabilme kudretine sahibiz. Ona sizi savaşta korumak için zırh yapımını da öğrettik. Artık şükredecek misiniz? Bereketli kıldığımız toprağa doğru esen kasırga gibi rüzgârı da Süleyman’ın emrine boyun eğdirdik. Biz her şeyi bilenleriz. Bir de şeytanlardan, onun için dalgıçlık yapan ve bundan daha başka işler yapanları da onun emrine verdik. Biz onları onun emrinde tutuyorduk. (Enbiya Suresi 78-82)
Cenab-ı Hak, Hz.Eyyub@ üzerinden Hz.Muhammed’in@ dua ve niyazına icabet edilerek hem kendi mümin taraftarlarını geri kazanacağını hem de Medine’den Ensar ile destekleneceği müjdesini verir. Hz.İsmail@, Hz.İdris@ ve Hz. Zülkifl@ gibi davasında sabredip istikametten ayrılmayanları rahmetine gark ettiği gibi sabredip sebat eden Hz.Muhammed’i@ ve müminleri de aynı şekilde rahmetine sokacağını bildiriir. Hatta Hz.Yunus@ (Zunnun) gibi öfkelenerek davasını ve vazifesini terk eden müminlerin bile hatasını itiraf ederek tevbe edip bağışlanma dilemeleri halinde Hz.Yunus@ gibi bağışlanacağı ve kurtarılacağı müjdesini de verir. Bilindiği üzere Hz.Muhammed@ miraç rüyası gördüğünü bildirdiği zaman bazı müminler “artık bu kadarı da fazla” diyerek müşriklerin safına katılmışlardı.
83-88 –Eyyub’u da önderlerden kılmıştık. Hani o; “Başıma bu dert geldi. Doğrusu Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye Rabbine nida etmişti. Biz de Onun bu çağrısına icabet etmiş ve onu çektiği dertten kurtarmıştık. Ayrıca ona katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir öğüt olmak üzere, ehlini (ailesini, yakınlarını, müminleri) ve onlarla birlikte bir mislini daha verdik. İsmail, İdris ve Zülkifl’i de önderlerden kılmıştık. Hepsi sabreden kimselerdendi. Onları da rahmetimizin içine aldık. Şüphesiz onlar ıslah edici eylemlerde bulunan kişilerden idiler. Zünnûn’u (Ninovalı) da önderlerden kılmıştık. Hani, o öfkelenerek görevini terk edip gitmişti de kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. Sonra da karanlıklar içinde, “Senden başka ilah yoktur! Seni tespih ederim. Ben gerçekten zalimlerden oldum!” diye seslenmişti. Bunun üzerine Biz, onun duasına icabet ettik ve onu, kederden / üzüntüden kurtardık. İşte, müminleri Biz böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi 83-88)
Cenab-ı Hak, elçilere yönelik örneklemelerine İmran ailesi mensupları ile son verir. Hz.Muhammed’in@ Taif dönüşünde kendisini yalnız bırakmaması ve yardım etmesi için yaptığı duayı dile getirmesini Hz.Zekeriya@ üzerinden anlatır. Dönüş yolunda bazı yabancı (cin, Medineli Araplar ve Yahudiler ) kimselerle buluşturularak onların iman etmesini ise Hz.Yahya ile desteklenmesi metaforu ile ifade eder. Sonrasında ise aynı aileden olan Hz.Meryem’e ruh üflenmesi ile kendisi ve oğlu Hz.İsa’nın@ alemlere bir işaret yapılması olayı üzerinden Hz.Muhammed’in@ hareketinin de canlandırılacağını / ruh verileceğini anlatır.
Peygamber örnekleri verildikten sonra tüm peygamberlerlere gelen öğretilerin aynı olduğunu bu nedenle ilahi öğretiden iz taşıyan bütün inanç gruplarının bir tek topluluk / ümmet olarak bir araya gelmeleri ve tek rabbe kulluk etmeleri / şirk öğretisini terk etmeleri gerektiği mesajı verilir. Bu mesajı takiben müşriklerin şu anda birbirlerine düştükleri, parça parça oldukları ve bu mücadelenin sonunda kaybederek hesap verecekleri bildirilir. Ama bu mücadelede müminlerden yana olup ıslah edici eylemler ortaya koyanlara mükafatlarının verileceği de eklenir.
89-94-Zekeriya’yı da önderlerden kılmıştık. Hani o, Rabbine: “Rabbim! Beni yalnız / tek başıma bırakma, sen varislerin en hayırlısısın” diye seslenmişti de bunun üzerine Biz onun çağrısına icabet etmiştik. Ona Yahya’yı ihsan ettik. Bu amaçla eşini doğum yapmaya elverişli hale getirdik. Muhakkak ki onlar hayırlarda yarışıyorlar, umarak ve korkarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı da derin saygı duyuyorlardı. Hani bir de ırzını titizlikle koruyan kız vardı. Biz, ona ruhumuzdan üflemiştik de hem kendisini hem oğlunu cümle âlem için bir ayet / delil / ibret kılmıştık. Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz / topluluğunuz / dininiz, tek bir ümmettir / topluluktur / dindir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin. Fakat onlar (müşrikler) birliklerini koruyamadılar ve paramparça oldular. Sonunda hepsi bize döneceklerdir. O halde kim inanmış olarak ıslah edici eylemlerde bulunursa onun çabası göz ardı edilmeyecektir. Zira Biz onu kaydetmekteyiz. (Enbiya Suresi 89-94)
Cenab-ı Hak, Mekke müşriklerini yok oluşa doğru gittikleri konusunda uyarır ve şayet son fırsatları da değerlendiremezlerse çöküşten kurtuluşun olamayacağını bildirir. Yecüc ve Mecüc gibi yabancı yani Mekke dışından gelecek orduların dağlardan tepelerden akın akın saldırarak Mekke’yi alacakları ikazında bulunur. Çok büyük ordu birlikleri ile Mekke’ye akın edildiği zaman, Mekkeli müşrik zalimlerin kendi günahlarını ikrar ederek teslim olacaklarını ve zalimliklerini kabul edeceklerini de ifade eder. Dünya da bu cezadan başka bir de ahiret hayatında onları cehennem azabının beklediğini eklemeyi de ihmal etmez. Onların cehennemin odunu olduklarını söyleyerek aslında cehennemin yakıtını kendi amellerinin oluşturduğuna vurgu yapar. Hz.Muhammed’in@ safına katılanların ise sadece bu dünyada zafer ve nimetlere gark olması değil, ahirette de cennet nimetlerine gark olacaklarını müjdeleyerek kendilerine verilen sözün gerçek olduğunu belirtir.
95-103- Helak ettiğimiz / helakine karar verdiğimiz bir toplumun, artık geri dönmesine asla imkan yoktur. Sonunda Ye’cûc ve Me’cûc’ün önü açıldığı zaman, onlar, her yüksek tepeden akın edip çıkarlar. Hak olan / gerçek vaat yaklaştığı zaman o küfretmiş olan kişilerin gözleri fal taşı gibi açılır. (Onlar); “Eyvah bizlere! Kesinlikle biz bundan gaflet içindeydik. Aslında biz zalim kimseler idik.” derler. Muhakkak ki siz ve Allah’ı bırakıp taptıklarınız, cehennemin odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz. Eğer onlar gerçekten tanrı olsaydılar oraya girmezlerdi. Hepsi orada temelli kalacaktır. Onların orada öyle bir inlemeleri vardır ki, hiçbir şeye kulak veremez ve hiçbir şey işitemezler de. Muhakkak ki tarafımızdan kendilerine “En Güzel Mükafatlar” hazırlanmış kimseler var ya; işte onlar, ondan (cehennemden / cehennem gibi bir yaşamdan) uzak tutulacaklardır. Onlar, onun (cehennemin / cehennem gibi bir yaşamın) en hafif bir sesini bile duymayacaklardır. Onlar, canlarının çektiği her türlü nimetin içerisinde ebedi kalacaklardır. O en büyük korku bile onları tasalandırmaz, çünkü melekler onları karşılarken; “İşte bu, size söz verilmiş olan gününüzdür” derler. (Enbiya Suresi 95-103)
Cenab-ı Hak, Mekkelilerin ayartmalarına karşı Medinelilerin ikna edilmesi için inzal ettiği son mesajlarında nasıl ki ahirette göklerin dürülüp yeniden yaratılacaksa aynı şekilde vaad edildiği üzere İlahi öğreti doğrultusunda yeni bir yönetimin gerçekleştirileceğini kesin bir dille ifade eder. İlahi öğretiye iman eden kulların ülkeye / yeryüzüne egemen yani varis olacaklarının hem Kur’an da hem Tevratta ve hem de zeburda kayıtlı olduğunu vurgular. Ancak verilen bu sözün gerçekleşme zamanının belirsiz olduğu ve elçisine bildirilmediğini belirttikten sonra, bu belirsizliğin müminler için bir imtihan, müşrikler için ise bir miktar daha faydalandırma olduğunu bildirir. Ama tevhit olmanın gerekli / zorunlu olduğunun ve ilahi öğreti ile elçinin zulüm değil rahmet için geldiğinin vurgusunu yapar. Sonunda elçisinden dolayısıyla müminlerden müşriklere karşı kendilerine yardım etmesi ve zafer vermesi için dua ve niyazda bulunmalarını ister.
104-112- O gün Biz, göğü, kitapların dürüldüğü gibi düreceğiz ve -katımızdan verilmiş bir sözün gereği olarak- onu yaratmaya ilk başladığımız gibi yeniden var edeceğiz. Muhakkak ki biz bunu yapacağız. And olsun ki Biz, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra, Zebûr’da da ‘Şüphesiz yeryüzüne ancak Benim salih kullarım mirasçı olacaktır’ diye yazdık. Muhakkak ki bunda kulluk eden bir toplum için kafi bir öğüt / mesaj vardır. Biz seni de ancak, âlemlere / halklara bir rahmet olarak gönderdik. De ki, “Bana ‘İlâhınız ancak tek bir ilâhtır’ diye vahyolunuyor. Artık teslim olacak mısınız?” Buna rağmen eğer yüz çevirirlerse; “Hepinize dosdoğru / eşit / tarafsız olarak yeterince açıkladım. Tehdit olunduğunuz şey yakın mı, uzak mı bilmiyorum. Şüphesiz O (Allah), sözün açıkça söyleneni de bilir, gizlediğiniz şeyleri de bilir. Fakat ‘Vaad hususundaki bu gecikme belki sizi denemek ve bir süreye kadar faydalandırmak içindir’ ben bilmiyorum” de. De ki; “Rabbim! Aramızda hak ve adaletle hükmet / sen onlara karşı bana yardım et / onların bizi ezme planlarına karşı yardım et ve zafer nasip et” ve “Sizin düzmece iddialarınız ve asılsız yakıştırmalarınız karşısında tek sığınağım, son derece merhametli olan Rabb’imin yardımıdır.” (Enbiya Suresi 104-112)