AFRİKADA DEVRİM
Biryesu Afrika’nın ortasında bir ülkedir. Çok verimli tarımsal arazilere sahiptir. Bu ülkede Evsu, Hazra, Nadria ve Kuraya adlı dört etnik topluluk yaşamaktadır. Evsu ve Hazralar yerli zenciler olup ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturmaktadır. Beyaz ırk olan Nadria ve Kuraya ise ülkeye batıdan göç etmiş azınlık topluluklardır. Evsu ve Hazralar genelde cahil, yöresel din ve geleneklere sahiptir. Nadria ve Kurayalılar ise iyi eğitimli ve kitaplı dinlere mensuptur. Onlar batılı emperyalist devletlerin Biryesu’daki işbirlikçileridir. Afrika’nın genel ırkı yerli zencilerden oluştuğu için görünüşte siyasal temsil Evsu ve Hazralardadır.
Batılı sömürgeciler Biryesu’nun doğal kaynaklarını aldıkları imtiyazlarla yağma ediyorlardı. Başta muz olmak üzere Evsu ve Hazraların ürettikleri diğer tarımsal ürünleri çok ucuz fiyatlarla ellerinden alarak sömürüyorlardı. Bunu da her iki yerli topluluğu birbiri ile çatıştırarak gerçekleştiriyorlardı. Onlar batıdan getirip yerleştirdikleri azınlık topluluk eliyle bu iki yerli zenci topluluk arasına nifak tohumları saçmışlar, onları kutuplaştırmışlar ve sonu kanlı katliamlara varan çatışmalara itmişlerdi. Batılılar bu çatışmalarda her iki tarafa da yardım ediyorlar bir dönem bir tarafı galip getiriyorlar başka bir zamanda diğer tarafı galip getiriyorlardı. Galip gelen taraf, iktidara geldiğinde kendi tarafını destekleyen batılı ülkenin taleplerine boyun eğiyorlardı. Ne zaman ki batılı sömürgeci güçlerin talepleri karşılanamayacak noktaya geldi, Batılılar yeniden çatışmayı alevlendiriyorlardı. Bu kez öbür etnik topluluğu galip getiriyorlar ve onlardan yeni ve daha ağır taleplerde bulunuyorlardı. Sömürü çarkı böyle sürüp gidiyordu.
1979 yılındaki çatışma çok kanlı olmuştu ve her iki yerli topluluk da en önemli şahsiyetlerini kaybetmişlerdi. Bu kez çatışmalarda galip gelen taraf yoktu. Fakat her iki tarafın güvenlikleri de tehlikede idi. Çünkü arada barış da yoktu. Yaşanan katliamlar nedeniyle aralarındaki kin ve nefret öylesine büyümüştü ki artık bir arada yaşamayı, bir ve beraber olmayı akıllarının ucundan bile geçiremiyorlardı. Onların tüm düşünceleri hayatta kalabilmekti. Bu son çatışma geçmişteki çatışmalardan farklı bir netice verdiği için sömürgeci güçlerde ittifak kurmada güçlük çekmekteydi. Bu nedenle onlar bir taraf galip gelene kadar çatışmanın sürmesi üzerine politika kurmuşlardı. Hazranın ileri gelenleri ise tam galip gelmek için komşu ülkelerden müttefiklik ve destek edinmeyi düşündüler.
Bu amaçla Hazraların ileri gelenlerinden Saduba ile Okuba, Afrika’nın en büyük ve güçlü ülkesi olan Murkozo’ya gitmeyi ve bu ülkenin kendilerine destek vermesi için yapacakları girişimi kendi aralarında konuşmaktadırlar:
Saduba “Murkozo başbakanı ile telefonda görüştüm. Bize randevu verdi. Murkozo’ya birlikte gidelim. Ne dersin?”
Okuba bu teklife hemen atıldı “Neden olmasın. Bakalım Evsulara karşı bize destek verecekler mi? Fakat Murkozolular çok menfaatçidirler. Destek karşılığında mutlaka bizden çok şey talep edecekler.”
Okuba’nın bu endişesine karşılık Saduba “Onların menfaatçi olduklarını biliyorum. Fakat taleplerini karşılayabilir ve desteklerini alabilirsek Evsulara karşı önemli bir üstünlük elde ederiz. Daha sonra da icaplarına bakarız” dedi.
Verilen randevu gününden bir gün önce Saduba ve Okuba Murkozo’nın başkenti Bokko’ya gittiler. Ertesi günü Murkozo Başbakanı ile görüştüler fakat pazarlıkta anlaşamadılar. Murkozo başbakanı Okuba’nın düşündüğü gibi yapacakları destek karşılığında Hazralardan çok yüklü miktarda altın talep etti. Öyle ki istediği miktar, ülkenin üretiminin elli yıllık gelirine eş değerdi. Bu, Biryesu’nun kaldırabileceği bir yük olmadığı gibi talep edilen miktarın kabul edilmesi halinde ülkenin Murkozo tarafından esir alınmasından başka bir şey değildi. Murkozo yönetimi sömürgeci güçlerden daha insafsız çıkmıştı.
Görüşmeden sonra Murkozo’nun muhalefet lideri Julikana’nın, kendileri ile görüşmek istediği haberini aldılar. Bu görüşme talebini Saduba kabul etti. Tarafların birlikte kararlaştırdıkları bir yer ve zamanda Saduba, Julikana ile özel bir görüşme gerçekleştirdi.
Önce Julikana söze girdi “Öncelikle ülkemize hoş geldiniz. Görüşme talebimi kabul ettiğiniz için şükranlarımı sunuyorum ve sözü uzatmadan hemen konuya girmek istiyorum. Duydum ki kendi ülkenizdeki Evsu topluluğuna karşı Murkozo hükümetini kendi safınıza çekmek için buraya gelmişsiniz. Bu doğru mu?” diye Saduba’ya bir soru yöneltti.
Saduba bu soruya “Evet. Duyduklarınız doğrudur. Ülkeniz bölgede çok güçlü ve sözü dinlenir. Şayet ülkenizi kendimize müttefik kılar ve desteğini alırsak Evsulara karşı Biryesu’da egemen oluruz düşüncesindeyiz. Bu bizim güvenliğimiz için çok önemli” şeklinde cevap verdi.
Bunun üzerine Julikana “Evet ama, Evsularda bölgedeki başka ülkelerin dost ve müttefikliğini kazanırsa aranızdaki savaş ve katliamlar sürer gider. Bitmek bilmeyen bu çatışmalar size helake sürükler. Bunu neden düşünmüyorsunuz?” dedi.
Julikana’nın bu görüşüne karşılık Saduba, “Evsularla aramıza öylesine bir kin ve intikam duyguları girdi ki artık barış içerisinde bir arada yaşamanın imkan ve ihtimali kalmadı. Ya biz onları yok edeceğiz ya da onlar bizi” dedi.
Julikana bir arada yaşam için umutlarını yitirmiş Saduba’ya bir ışık yaktı ve dedi ki “Bir ihtimal var. Ben size bir teklifte bulunacağım. Eğer benim teklifimi kabul edecek olursanız, tekrar barış içerisinde bir arada yaşama şansı yakalayabilirsiniz.”
Saduba şaşırmıştı. Sanki bu sorunun asla böyle bir çözümü olamaz gibisinden ümitsiz bir yüz ifadesiyle “Böyle bir şey imkansız ama yine de teklifinizi duymak istiyorum. Teklifiniz nedir? Ve bunun karşılığında ne talep ediyorsunuz?” diye sordu.
Julikana, “Öncelikle yapacağım teklif dolayısıyla sizden para, altın, elmas veya herhangi bir maddi menfaat talep etmiyorum. Benim ülkemde verdiğim mücadeleye ve söylemlerime bakacak olursanız benim teklif ettiğim sistem ve dünya görüşü için herhangi bir maddi çıkar beklentisi içerisinde olmadığımı görürsünüz. Ben sadece insanların barış, huzur ve mutluluk içerisinde yaşamasını, Allah’tan başka kimseye kul olmamalarını, kimse tarafından sömürülmemelerini ve kimseye ayrım yapılmamasını istiyorum” diyerek sözlerine başlamıştı ki bu sözleri duyan Saduba büyük bir heyecanla araya girdi ve “Harika. Bunu duyduğuma çok sevindim. O halde teklifinizi duymak istiyorum” dedi.
Julikana sözlerine şöyle devam etti; “Gelin her şeye rağmen Evsularla aranızdaki husumeti unutun ve intikam almaktan vazgeçin. Kimse kimseye de egemen olmaya çalışmasın.”
Saduba tekrar araya girdi ve “Nasıl olacak bu? Biz onlardan bir kimsenin iktidarda olmasını kabul etmeyiz, onlarda bizden birilerinin iktidar olmasını asla kabul etmezler. Biz onların kutsadıkları adet, gelenek ve göreneklerini kabul etmeyiz onlarda bizim kutsadığımız adet, gelenek ve göreneklerimizi asla kabul etmezler. Aramızda kan ve katliamlardan kaynaklanan kin ve nefret var. Kuraya ve Nadrialılardan birilerinin hükümette olmaları ise her iki tarafın da zaten kabul edeceği bir şey değildir” dedi.
Bunun üzerine Julikana “Batılı emperyalistler sizleri işte böyle birbirinize düşman yaptı ve siz de birbirinizi kırıp geçiriyorsunuz. Bu şekilde devam edecek olursanız, birbirinizin kanını daha çok dökersiniz. Bunun sonu gelmez. Batılıların istedikleri de zaten bu durumun devam etmesi. Onlar bir vakit size, başka bir vakit de Evsulara destek verirler ve hiç birinizi asla tam olarak galip getirmezler. Sürekli birbirinizle çatışır ve daha sonra onlardan destek istersiniz. Böylece onların ekmeğine yağ sürmüş olursunuz. Onlar verecekleri destek karşılığında ürünlerinizi istedikleri fiyattan alırlar, yüksek faizli krediler verirler, hazinenize ortak olurlar, güvenliğinizi sağlamak adına fahiş fiyatlardan silah satarlar,…… Böylece geri ve yoksul kalırsınız. Hiçbir zaman ilerleyemez, huzur ve güvene eremezsiniz. Sonunda can ve mal güvenliği sağlanamayan vatandaşlarınız da ülkenizi terk etmeye çalışır. Öyle ki yaşayabilmek için esas cellatları olan Batılı emperyalistlere köle olmaya giderler” dedi.
Saduba, “Doğru söylüyorsun. Şimdiye kadar yaşadıklarımızı anlatıyorsun. Ama ne yapabiliriz? Yaşamak için öldürmekten başka çaremiz kalmadı ki” sözleriyle çaresizliklerinin altını yeniden çizdi.
Julikana ise sorunun temeline işaretle; “Hayır! Öyle değil! Bu oyunu bozmanın tek çıkar yolu, her şeye rağmen çatıştığınız etnik toplulukla barışmaktır. Bunun için geçmişe sünger çekip etnik milliyetçiliği terk etmeniz gerekmektedir. Etnik unsurlar kendi kutsallarını bir kenara bırakabilmeyi kabul etmelidirler. Allah’ın tüm âlemlerin / tüm etnik toplulukların da rabbi olduğunu kabul edip insanlar arasında ırk, cins, dil, renk, kabile, ayrımı yapmamayı temel ilke olarak benimsemelidirler” dedi.
Saduba bunun imkânsız olduğu üzerinde ısrar ederek; “kin ve düşmanlıklarımızı unutmamızı öneriyorsun ama geçmişte yaşanan acıları nasıl unutacağız? Unuttuk diyelim, kabilemizin kutsalları ile düşman kabilemizin kutsallarını nasıl eşitleyeceğiz? Bizim etnik unsurlarımız onların kutsallarını kendi kutsallarımız ile asla eşit görmeyeceklerdir. Değerlerimizde eşitliği nasıl sağlayacağız?” diye sordu.
Saduba’nın bu sorularına Julikana şöyle cevap verdi:“Elbet yaşanmışlıklar, acılar, ıstıraplar bir çırpıda unutulmaz, hatıralardan silinmez. Ama gelecek nesillere aynı acıları yaşatmamak adına katlanmak, geçmiş acıları unutmak gerekmez mi? Hiç olmazsa gelecek nesillerinize merhamet edin. Ayrıca geçmiş acıları tedavi etmek için düşmanınızla barıştıktan sonra birbirinizle yardımlaşmanız, birbirinizi sevmeniz ve merhametli olmanız geçmiş acıları tedavi etmenin, yaraları sarmanın en güzel yoludur. Allah rahman ve rahimdir. Kullarına karşı son derece vergili, merhametli, şefkatli, nimetini bol bol verendir. Bizlerden de diğer kullarına karşı böyle olmamızı ister. Şayet birbirimize karşı paylaşmacı, merhametli, şefkatli olursak aradaki düşmanlıklar sevgiye, kardeşliğe, dostluğa dönüşecektir. Tüm etniktopluluklar kendilerine ait kutsallarını kaldırıp, o kutsalların yerine sadece Allah’ın kutsal kabul ettiği değerleri kabul edecek olurlarsa değerlerde eşitliğin nasıl sağlanacağı problemi de ortadan kalkacaktır.”
Barışın nasıl tesis edileceğine ilişkin Julikana’nın bu sözleri, Saduba’nın hoşuna gitti. Saduba “Çok güzel şeyler söylüyorsun. Bu dediklerin üzerinde durulması gereken şeyler. Biz aramızdaki kin ve nefret nedeniyle böyle çözümleri hiç düşünemedik. Peki, iktidarın paylaşımı sorununa getirdiğin bir çözüm var mı?” diye sordu.
Julikana” tabi ki var. Ben Murkozo’da da aynı dünya görüşünü savunuyorum ama mevcut iktidar, beni şiddetle reddediyor. İleri sürdüğüm çözüm önerileri iktidardakilerin işlerine gelmiyor. Zira benim savunduğum görüşlerin tüm Afrika’da bir uyanışa vesile olmasından korkuyorlar. Bu nedenle beni istikrarsızlığın / uğursuzluğun kaynağı olarak gösteriyorlar. Batılı müttefikleri ile işbirliği yaparak beni ortadan kaldırmak istiyorlar. Sizin ülkeniz Murkozo’ya göre daha küçük ve daha az dikkat çeken bir ülke. Şayet beni ülkenize kabul eder de beni başkan olarak seçerseniz teklif ettiğim dünya görüşünü orada uygularım. Böylece ‘ iktidara Evsular mı hâkim olacak yoksa Hazralar mı?’ şeklindeki en önemli probleminiz de çözüme kavuşacaktır. Ben ülkenizdeki bütün etnik toplulukları temsil edeceğim. Aranızda tarafsız bir hakem olacağımdan dolayı da beni kabul etmeniz kolay olacaktır. Ayrıca ülkenizde sağlayacağım barış, tüm Afrika ülkeleri için örneklik teşkil edecektir.”
Saduba “Bu teklifiniz de oldukça pozitif bir çözüm gibi geliyor bana. Okuba sen ne dersin bu teklife?”
Okuba “Bence de şimdiye kadar karşılaştığımız en iyi çözüm yolu, bu. Julikana, biz sizi gökte ararken yerde bulduk. Sadece ben şunu merak ediyorum. Merhamet, şefkat, rahmet, sevgi, saygı dediniz. Eğer sizin iktidarınızda birileri haksızlık eder suç işlerse ona da mı merhamet edilecek?”
Julikana, “Herkes yaptığının karşılığını adil bir şekilde görecek, kimseye ayrımcılık yapılmayacak. Adaletsizliğe asla müsamaha gösterilmeyecek. Sadece cezalandırmada sizin eskiden yaptığınız gibi cezalandırıyorum diye aşırı gidip zulüm yapılmayacak. Adil karşılık ilkesi uygulanacak. Bu şekilde bir merhamet söz konusu olacak ve böylece de adil karşılık size hayat bahşedecek.”
Okuba, “Tamam ben cevabı aldım. Julikana’nın teklifini her şeyiyle kabul ediyorum. Bunu Biryesu’ya dönüp önce kendi kabilem Hazralılara, sonrasında Evsular nezdinde konuşmamız lazım. Murkozo’ya Evsulara karşı savaşta müttefik bulmak için gelmiştik ama herkes için daha iyi bir çözümle ülkemize döneceğiz.”
Saduba “Evet ben de Okuba’ya katılıyorum. Teklifinizi değerlendireceğiz Bay Julikana. Görüşme için çok teşekkür ediyoruz.”
Julikana “Ben teşekkür ederim. Teklifimin kabul edileceğini umuyor ve sizleri selamlıyorum.”
Okuba ile Saduba Biryesu’ya dönerler ve önce Hazra ileri gelenleri ile bu konuyu görüşürler daha sonra Evsuların ileri gelenleri ile görüşmek için irtibata geçerler. Görüşme taleplerinin Evsu ileri gelenlerince kabul edilmesinden sonra yapılacak toplantıya Nadria ve Kuraya ileri gelenlerini de davet ederler. Biryesu’nun geleceğinin şekilleneceği toplantı için yıllardır kapalı olan Biryesu Parlamento binasının küçük toplantı salonu seçilir. Zira toplantı, sadece ülkedeki etnik topluluklarda söz sahibi olan ileri gelenlerin katılacağı dar kapsamlı bir toplantıdır.
Toplantının açış konuşmasını Saduba yapar. Julikana’dan öğrendiği barış ilkeleri üzerinde durduğu konuşmasına Saduba şöyle başlar;
“Hazra’nın, Evsu’nun, Nadria ve Kuraya’nın ileri gelenleri,
Hepinizi selamlıyorum. Davetime icabet ettiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Buraya davet mektubumda da belirttiğim üzere, geleceğimizi görüşmek ve ülkemizde barışı tesis edecek çözüm yolu aramak için toplanmış bulunuyoruz. Hepimizin şahit olduğu üzere aramızdaki çatışmalar, bizleri bitirme noktasına getirmiştir. Bu çatışmalarda bütün taraflar en kıymetli evlatlarını ve ileri gelenlerini kaybettiler. Buna rağmen bizler hala birbirimize galip gelmek için çevre ülkelerden ve Batılı ülkelerden müttefikler arayıp güç toplamaya çalışıyoruz. Müttefik olduğunu zannettiğimiz ülkeler ise verdikleri destek karşılığında bizleri iliklerimize kadar sömürmekteler. Hangi taraf galip gelip iktidar olursa önce iktidara getirdikleri taraftan kendilerine vaat edileni almakta, daha sonra yenilerek ezilen tarafa yardım edip onu galip getirip iktidar yaparak verdikleri desteğin karşılığını bu sefer onlardan almaktadırlar. Böylece ülkemizi sürekli çatışma içerisinde tutarak sömürü tezgâhlarını işletmektedirler. Bu sömürü tezgâhının sonucunda onlar zenginleşmekte bizler ise sürekli yoksulluğa mahkûm olarak yaşamaktayız. Onlar bu oyunu yıllarca sürdürmek istemektedirler. Akan kanlar, yitirilen canlar, heba olan emekler, talan edilen ülke kaynak ve hazineleri onların umurunda değil. Onlar bu durumdan kendi lehlerine ne kazandıklarına bakmaktalar. Bizler ise şimdiye kadar ırkçı şövenist duygularla ve intikam hırslarıyla birbirimizi boğazlamaktayız. Ama geçmişe baktığımızda galip gelen tarafında kaybettiği bir süreci yaşadığımıza hepimiz şahidiz. Bu savaşların kazananının olmadığı gerçeğini artık anlamamız lazım. Özellikle Batılı emperyalistlerin kurguladıkları bu oyunu bozmanın vakti geldi artık. Barış içerisinde yaşamanın formülünü bulamayacak olursak bu ateş hepimizi yakıp kül edecektir.”
Evsuların ileri gelenlerinden Samuza araya girerek “Bu kadar kan aktıktan sonra barış nasıl mümkün olur?” dedi.
Saduba, “Şu anda buraya gelmiş bunu konuşabiliyor olmak bile büyük başarıdır. Bunu neden düşünmüyorsunuz? Eğer karşılıklı konuşabiliyorsak barış için hala umut var demektir.”
Samuza, “Ben onu demiyorum. Bu kadar kan aktıktan sonra halkın en alt seviyesinden en üst seviyesine kadar tüm bireylerin kin ve nefret duygularını nasıl ıslah etmeyi düşünüyorsunuz demek istemiştim.”
Saduba, “Her şeyin bir çaresi vardır. Yeter ki biz ileri gelenler, buna inanalım ve dertlerimize çare arayalım. Bunun için öncelikle kayıplarımızın tek taraflı olmadığı, her iki taraftan da çok fazla kayıplar verildiği, eğer çatışmalara devam edilecek olursa bu kayıpların dayanılmaz boyutlara geleceği ve yaşama sansımızın kalmayacağı fikri halka anlatılacaktır. Böylece halkın intikam alma duygularını kısa vadede bir kenara bırakması sağlanacaktır. Tarafların birbirine olan kin ve nefret duygularını uzun vadede yok etmek için de uzun soluklu bir ıslahat metodunun uygulanması gerekecektir. Bu ıslahat metoduna öncelikle kendi etnik kimliğimizi kutsamayı bırakarak başlamamız gerekiyor.”
Samuza, “Hop, orada dur bakalım. Etnik kimliklerimizi oluşturan kutsalları terk edemeyiz. Bizi üstün kılan dilimiz, geleneklerimiz, kıyafetlerimiz, kültürümüz hiç terk edilir mi?”
Saduba, “Temel yanlışımız burada zaten. Etnik kimlikleri oluşturan dil, kıyafet, gelenek ve kültürleri terk etmekten bahsetmiyorum ben. Bu farklılıklar birbirimizi tanımamıza engel değildir. Bunlar barış içerisinde yaşamayı bilen toplumlar için zenginliktir. Bunlar Allah’ın ayetleridir. Ama bunlar birbirimize üstünlük vesilesi de değildir. Hiçbir topluluğun diğer bir topluluk üzerine bunlarla bir üstünlüğü olamaz. İnsanların üstünlükleri ancak yaptıkları iyilikler, güzellikler, fedakârlıklar, ihsanlar ile olabilir. Bu nedenle farklılıklarımızı üstünlük olarak algılayıp onları kutsamayı terk etmek zorundayız.”
Samuza, “Ama şimdiye kadar kendi kabilemize bunları hep kutsal ve üstünlük olarak gösterdik. Şimdi nasıl vazgeçeceğiz.”
Saduba, “Allah’ın alemlerin / herkesin rabbi olduğu ve O’nun kimseye dil, renk, boy, aşiret, ırk, kültür olarak bir üstünlük vermediğini, bütün kullarını severek yarattığını, onlar arasında ayrım yapmadığını anlatacaksınız. Onlar biraz düşününce bunu anlayacaklardır. Bütün kulların eşit olarak yaratıldığını onlar her daim görmekte ve yaşamaktalar. Farklılıkların sonradan insanlar tarafından kutsandığının farkına varacaklardır. Bazı cahiller diretecek olsalar da halkın geneli bunu anlamakta zorlanmayacaktır. “
Samuza, “Peki, bunu anladık. Islah planının ikinci basamağında neler var?”
Saduba, “İnsanların birbirlerine olan kin ve nefretlerini yok etmenin ikinci adımı, ikram etmek, bağışlamak, affetmek, merhamet etmek, paylaşmak, ihsan etmektir. İnsanlar birbirlerine cömertçe ikram ve ihsanda bulunurlarsa, değer verdiklerini paylaşırlarsa, kusurları bağışlar hoşgörülü davranırlarsa, birbirlerine merhamet, sevgi ve şefkat gösterirlerse aralarında kin, nefret ve garaz kalır mı? Bunu da herhangi bir çıkar ya da beklenti için değil de Allah’ın hoşnutluğu için yaparlarsa toplumda kutuplaşma kalır mı?”
Samuza, “Bir dakika. Merhametli olup affedecek olursak o zaman suç işlemenin önüne nasıl geçeceğiz. Toplumda düzeni, huzuru nasıl sağlayacağız?”
Saduba, “Yine yanlış anladınız. Oluşturacağımız barış toplumunda herkes, iyi ya da kötü yaptıklarının tam karşılığını alacaktır. Kimseye ayrımcılık yapılmayacak, hak edene hak ettiği eksiksiz ve adil bir şekilde verilecektir. Allah din günü / hesap gününün sahibidir. O en adil olandır ve ahret de herkese yaptığının karşılığını (ödül ya da cezasını) zerre miktar haksızlık yapmaksızın verecektir. O’nun ahlakıyla ahlaklanırsak, bizler de bu dünyada tesis edeceğimiz düzende herkese hak ettiklerini eksiksiz vereceğiz.”
Samuza, “Bu aşamada anlaşıldı. Gelelim üçüncü aşamaya?”
Saduba, “Üçüncü aşama olarak halklarımıza Allah’tan (kendi gücümüzden / milli egemenlikten) başka hiçbir yabancı güce / müttefike dayanmamaları, yine O’ndan başka hiçbir yabancı otoriteye / güce / müttefike boyun eğmemeleri, O’ndan başka kimsenin desteğini talep etmemeleri gerektiğini anlatacağız. Ancak Allah’a (kendi gücümüze / milli egemenliğe) itibar edip O’na yönelmelerini ve sadece O’ndan yardım talep etmeleri gerektiğini bildireceğiz. Böylece toplumumuz bağımsızlığın ve özgürlüğün lezzetini yaşayacak. Şerefli, üstün ve haysiyetli olacak. Kimseye sömürülmeyecek ve kimse tarafından kandırılamayacak.”
Samuza, “Çok güzel. Bunlar gerçekten çok güzel ilkeler.”
Saduba, “Bitmedi son aşama var. Barış yurdunu oluşturmak için bir araya gelmiş bu topluluklar olarak hep iyiyi, güzeli ve doğruyu arayacağız ve kötü, çirkin, pis ve yanlışlardan kaçınacağız. Bu aşama ile toplumlarımız mükemmele ulaşacaktır.”
Samuza, “Katılıyorum. Fakat şimdi gelelim işin esas zor olan kısmına. / Zurnanın zırt dediği yere. Bütün bunları uygulamak için siyasal iktidar nasıl paylaşılacak? Başkan hangi etnik topluluktan olacak, yasama, yürütme ve yargı nasıl paylaşılacak?”
Saduba, “O da düşünüldü. Belki haberiniz olmuştur. Okubayla ben Murkozo’ya gitmiştik. Murkozo Başbakanı ile görüşüp size karşı onların müttefikliğini kazanmak için görüştük. Başbakan vereceği destek karşılığında bizden ülkenin elli yıllık üretiminin karşılığı altın istedi. Biz düşünelim dedik ve herhangi bir anlaşma yapamadan görüşmemiz sona erdi. Daha sonra Murkozo muhalefet lideri Julikana’nın bizimle görüşmek istediği haberini aldık. Şimdiye kadar size anlattığımız ilkelerin hepsini bize Julikana anlattı. Ülkemizi barış yurdu haline getirme, sömürü zincirlerini kırma ve bu hususta yeni bir toplum modeli önerme fikirlerinin hepsini kendisinden öğrendik. Anlattıkları aklımıza yattı ve siznle paylaşmayı istedik. Şimdi onun bize anlattıklarını sizlerle paylaşıyoruz. İstikbalimizi kurtaracak bu fikirleri ondan edindiğimiz gibi siyasal erkin paylaşımı konusundaki teklifi de bize çok olumlu ve uygulanabilir geldi. Onun teklifi, kendisinin ülkemize göç ederek bizim onu ülkemizin başkanı olarak tanımamızdır. Böylece etnik topluluklarımızdan olmayan bir kişi toplumlarımız tarafından kolaylıkla kabul edilebilir. Onun adil bir şekilde atayacağı bakanlıklar, yargı mensupları ve icra edeceği yasama ile kimse komplekse kapılmayacak ve kimse zelil olduğunu ya da zulme uğradığını iddia edemeyecektir.”
Samuza, “İyide kendisi Murkozo’da muhalefet lideri iken buraya niye geliyor? Ayrıca kendisinin adil olduğuna nasıl güvenebiliriz?
Saduba, “Julikana Murkozo’da güvenilir bir şahsiyet olduğunu ispat etmiş bir kişidir. Kendisini ‘Julikana Kujiamini (Güven)’ olarak çağırıyorlar. Onun aramızda adaletle davranacağından zerre kadar şüphem yok. Geçmişini soruşturdum. Onun için verdikleri ismi gerçekten hak etmiş birisi. Bizim ülkemize neden göç edeceğine gelince; savunduğu fikirler Murkozo’daki iktidar tarafından benimsenmiyor. Onlar Batılı emperyal güçlerle işbirliği yaptıkları için kurdukları tezgahın bozulmasını istemiyorlar. Julikana ise Batılıların oyunlarını bozmak ve tüm Afrika halklarının sömürüden kurtulmasını istiyor. Bütün propagandalarında bunu dile getiriyor. İktidardakiler ise kendi iktidarları için tehlikeli buldukları bu kişiyi işbirlikçi Batılılarla birlik olup ortadan kaldırmak istiyorlar. Mesajlarının geniş halk kitlelerine ulaşmasına engel oluyorlar. Sürekli bütün iletişim kanallarından dezenformasyon yapıyorlar. Adeta nefes aldırmıyorlar. Eğer bizim ülkemize gelir de başkan olacak olursa fazla dikkat çekmeyeceğini ve Biryesu’nun tüm Afrika için model ülke olmasını hedefliyor. Önerdiği dünya görüşü ise bizim için diriliş demek. Ülkemizde güvenin sağlanması ve barışın tesis edilmesi demek. İlerleme gelişme ve huzur demek. Kısaca yeniden hayata kavuşma demek. Savunduğu görüşleri de en iyi uygulayacak olanın yine kendisi olacağı için onun ülkemizin başkanı olması bizim de en temel sorunumuzu, siyasal iktidarın paylaşımı sorununu çözecektir. Ayrıca bakış açısı, görüşleri, bilgisi, liyakati, samimiyeti ve adil olması gibi müspet özellikleri ile de bizim sorunlarımızı sadece o çözebilecektir.”
Saduba’nın bu görüşüne karşı Hazralıların en önde gelen adamlarından Omokaro şöyle bir itirazda bulundu:
Omokaro “Onu Biryesu’ya başkan olarak atadığımızda Murkozo bu duruma sessiz mi kalacaktır? Oradaki iktidarın ortadan kaldırmak istediği bir adamı siz getirip baş tacı ediyorsunuz. Murkozo bu durumda bize savaş açacaktır. Böylece yine kan dökülecektir. Dahası Julikana bu ülkeye başkan olduğu zaman teklif ettiği dünya görüşünü uygulamak için mevcut düzenimizi, yasalarımızı, gelenek ve göreneklerimizi değiştirmek isteyecektir. Onun ıslahat adı altında yapacağı değişiklikler ülkemizde bozgunculuk çıkartmayacak mı? Bütün bunları düşündünüz mü? Evet, Allah’ın yasaları güzeldir. Allah hiçbir kuluna ayrım yapmaz ve hiçbir zaman kötülüğü emretmez. Onun emirleri tüm ilahi dinlerde olduğu gibi iyiyi, güzelliği, dostluğu, kardeşliği öngörür. O, kullarına kötülüklerden, pisliklerden ve zararlı işlerden uzak durmasını emreder. Onun işleri ve emirleri güzel olduğu için de ona boyun eğeriz. Eğer Julikana da Allah’ın emirlerini öngörüyorsa onun başımıza başkan olmasına da eyvallah deriz (1) ama Murkozo ile savaş durumuna gelmemiz beni korkutuyor.”
Okuba araya girdi ve “Omokaro’nun endişeleri bana kutsal kitaplardaki Allah’ın ‘yeryüzüne bir halife / yönetici atayacağım’ dedikten sonra meleklerin ‘kan dökecek, bozgunculuk yapacak birisini mi?’ diyerek endişelerini bildirmesi olayını hatırlattı” dedi.
Saduba ise Omokaro’nun bu çekincesine şöyle karşılık verdi: Saduba, “Murkozo ile savaş durumuna gelme hususundaki korkunuz bence çok yersiz. Öyle bile olsa geleceğin ne getireceğini Allah’tan başka kimse bilemez. Belki de böyle bir savaş çok daha hayırlı olur. Bizi birbirimize yaklaştırır. İç savaşı kesmede çok yardımcı olur. Biz gelecek için neyin hayırlı neyin şerli olduğunu bilemeyiz. Biz şimdi doğru olanı yapalım bundan dolayı gelecekte başımıza neler geleceğini ve onlarla nasıl baş edeceğimizi sonra düşünelim. Ayrıca şunu çok iyi bilin ki Julikana bu sorunları da aşmamızda bizden çok daha ileri görüşlüdür. Julikana ile yaptığımız görüşmeden sonra ben anladım ki Julikana kendini her alanda çok iyi yetiştirmiş, son derece bilgili ve erdemli bir şahsiyet. Ayrıca kendisinde Allah vergisi bir feraset var. Tıpkı Allah’ın Âdem’e sorunların çözüm yollarını / isimleri öğrettiği gibi o da toplumsal sorunlarımızın çözüm yollarını çok iyi biliyor. Eğer barış, huzur, güvenlik ve güzel bir gelecek istiyorsak onu ülkemize başkan yapmaktan başka çaremiz yok. Şayet sorunlarımızın çözümü için sizlerin bir önerisi varsa buyurun onları tartışalım.” (2)
Omokaro, “ Yıllardır birbirimizi katletmekteyiz. Birlikte barış içerisinde yaşamanın bir formülünü biz bilmiyoruz. Şimdiye kadar da bulamadık. Belki kitap ehli olan müttefiklerimizde buna dair bir takım bilgiler mevcuttur. Nadria ve Kuraya’nın ileri gelenleri söylesinler bakalım. Sizlerin sahip olduğu ilahi kitaplarınızda bizim bu sorunumuza bir çözüm var mıdır?”
Omokaro’nun sorusuna Nadria’dan Bentino adında bir ileri gelen cevap verdi.
Bentino, “Vallahi bizim kitaplarda vardır belki. Ama biz kutsal kitaplarımızın manalarını pek öğrenmiyoruz. Anlamını bilmeden dua niyetine okuyoruz. Din bilginlerimiz de bize bu konularda bir şey söylemiyor. Onların bize öğrettiklerinin dışında biz bir şey bilmiyoruz. Bu nedenle bu ilkelerin kitaplarımızda var olup olmadığı konusunda bir şey söyleyemeyeceğim.”(3)
Bunun üzerine Saduba, “İşte gördünüz. Sorunlarımıza çözüm getirecek, hastalığımıza şifa verecek bir tedavi yöntemini hiç birimiz sunamıyoruz. Nadria ve Kuraya’nın inandıkları kitaplarda belki bir takım çözüm önerileri var ama onların din bilginlerinin bunları saklamakta olduğunu düşünüyorum. Ama Julikana’nın dertlerimize deva olacak çözüm önerileri var. Toplantının başlarında sizlere aktardığım gibi barışın temel ilkelerini ve yapılması gereken ıslahat programını bana o bildirdi. Hem de bunları çok kısa ve öz olarak şu kelimelerle ifade etti; ”Âlemlerin Rabbi olan Allah’a yönelin. O Rahman ve Rahimdir. Din / Hesap gününün sahibi Odur. Yalnız sana boyun eğer ve yalnızca senden destek isteriz. Bizi en doğru yola ilet. Razı olduğun kullarının yoluna ilet. Azgın sapkınların yolundan uzak tut.“İşte Julikana böylesine sofistike / hikmetli bilgilere sahip olan muhteşem bir lider.”(4)
Yapılan müzakerelerden sonra toplantıya katılan ileri gelenlerin hemen hemen tamamı Julikana’nın Biryesu’yu yönetecek ve sorunların üstesinden gelecek yetenekli, bilgili, hikmetli ve ferasetli bir şahsiyet olduğu hususunda hem fikirdi.
Sonunda Saduba katılımcılara şöyle seslendi:“Konu hakkında müzakereler yeterlidir. Şimdi başka görüş ve öneri yoksa Julikana’nın ülkemize başkan olarak atanması fikrini oylarınıza sunacağım. Kabul edenler?”
Salondaki bütün ileri gelenler Julikana’nın başkan olması konusunda ellerini kaldırarak olumlu oy verdiler. Sadece Hazralılardan iblis karakterli olan Ubeya bu teklife karşı çıktı. Nadrialılardan Huyaya da Ubeya’nın bu çıkışını destekledi. Zaten açıktan ifade etmese de onlar aslında ülkedeki çatışmadan beslenen ve ülkenin barış yurdu olmasına karşı çıkanlardan idi. (5)
Ubeya ve Huyaya, Julikana’nın Biryesu’ya başkan olması teklifini reddederken onun çamurdan kinaye mütevazı, vergili, iyiliksever ve şefkatli sıfatları ile alay ederler. Julikana’nın başkan olmasına kabul oyu veren ileri gelenlere ise kendi vatandaşlarından olmayan Julikana’yı kendisinden üstün gördükleri için kızarlar. Julikana’nın ülkeye hayır getireceğine inanmadığını eğer fırsat verilirse bunu ispat edeceğini ifade eder. Bir süre sonra onun taraftarlarını bile kendi tarafına / hâkimiyetine / görüşüne çekeceğini iddia ederler. Onların bu sözlerine karşı diğer ileri gelenler, ‘sizin ve size uyacak olanların topunuzun canı cehenneme!’ diye onları aşağıladılar. Onlara ‘istediğiniz kadar uğraşın, tehdit, şantaj ve ayartma yapın; ister askeri gücünüzü seferber ederek korkutmaya çalışın, ister rant ve yolsuzluk teklif ederek onları kendinize uydurmaya çalışın, isterseniz bol bol vaatlerde bulunarak onları aldatmaya çalışın. Size ancak kalbi bozuk, korkak, şahsiyetsiz ve ayartılmaya teşne kimseler uyacaktır. Ülkesi ve milletini düşünen samimi kimselere senin bir etkin olmayacaktır’ dediler. (6) Sonunda Julikana’nın Biryesu’ya davet edilmesine onların muhalefetine rağmen karar kılındı.
Daha sonra Saduba ve Samuza birlikte Murkozo’ya gittiler ve Julikana’yı ülkelerine davet ettiler. Biryesu’daki etnik topluluk temsilcilerinin büyük çoğunluğunun kendisini başkan olarak görmek istediklerini haber verdiler. Kendisinin başkanlığına sadece Ubeya adlı ileri gelenin karşı çıktığını ama onun muhalefetini uzun uğraşılardan sonra bertaraf ettiklerini ve kararın ileri gelenler tarafından kabul edildiğini bildirdiler.
Julikana, kendisine verilen müjdeye sevindiğini bildirdi ve şunları söyledi: “Biryesu’nun saygıdeğer ileri gelenleri, getirdiğiniz habere / müjdeye çok sevindim. Teklif ettiğim dünya görüşünü ve siyasal sistemi kabul ettiğiniz için de sizleri hem tebrik ediyorum hem de teşekkür ediyorum. Şimdi bundan sonra izleyeceğimiz yol haritasını belirlememiz lazım.”
Saduba, “Esas biz size çok teşekkür ediyoruz. Uçurumun kenarına gelmiş olan bizleri kurtaracak formülü teklif ettiğiniz ve bu formülü uygulamayı da üzerinize aldığınız için size minnettarız. Ne isterseniz yapmaya hazırız.”
Julikana, “Öncelikle yeni bir anayasal sözleşme kaleme almamız şart. Bu anayasal sözleşmenin birinci maddesi sizlerin etnik kimlik esaslı toplumsal oluşum yerine bütün etnik toplulukları içine alan tek bir millet / tek bir topluluk oluşturma iradenizi ifade etmeli. Daha sonraki maddelerinde ise oluşacak bu üniter topluluğun birlik ve beraberliğini dışarıdan gelecek tehlikelere karşı yekvücut olarak korunacağı konusunda tarafların ant içmeleri ile birlikte hak ve yükümlülükleri belirtilmeli. Ayrıca benim başkanlığım, yetki ve sorumluluklarım yine bu anayasada yer almalı. Hazırlayacağımız bu taslak anayasa sözleşmesi üzerinde ileri gelenler olarak sizlerin mutabakatı sağlandıktan sonra ülkenize göç ettiğim zaman bu taslak anayasanın ileri gelenleriniz tarafından kabul edilmesi ve ilan edilmesi gerekli.”
Saduba, “Anlaşıldı efendim. Anayasa taslağını siz hazırlayın bir dahaki görüşmemize ben ileri gelenleri toplar gelirim. Hepimizin gelişini Murkozo’nun kuruluş şenliklerine denk getiririm. Şenliklere katılım, gelişimiz için iyi bir bahane olur. Şenlik günlerinden birinde Murkozo iktidar yetkililerinden gizli olarak bir araya gelir ve o toplantıda sözleşme taslağını gözden geçiririz. Sizce uygun mudur?”
Julikana, “Tamam o zaman Murkozo’nun kuruluş şenliklerinde buluşmak üzere. Sizlere selam ediyorum.”
Bu görüşmeden altı ay sonra Biryesu ileri gelenleri Murkozo’nun kuruluş şenlikleri için Murkozo’nun başkenti Bakko’daydılar. Onlar, herkesin eğlenceden yorulup uykuya çekildikleri şenliklerin ikinci günü gecesi Bakko’ya en uzak bir tapınakta Julikana ile buluştular. Julikana ve Biryesu ileri gelenleri sabah gün ağarmadan taslak üzerindeki müzakereleri tamamladılar ve mutabakat zaptını imzaladılar. Bu mutabakat zaptı Julikana ve ona inananların miracının/ yükselişinin ilk adımıydı. Biryesu ileri gelenleri ülkelerine geri döndüler. Fakat Murkozo iktidarı Julikana’nın Biryesulularla bir mutabakata vardığı istihbaratını aldı. Julikana ve en yakın arkadaşlarını sıkıştırmaya başladı. Julikana kendi çizgisinde giden yakın arkadaşlarına ülkeyi terk ederek Biryesu’ya göç etmelerini istedi. Arkadaşları birer ikişer gizli gizli Biryesu’ya göç ettiler. Bakko’da sadece birkaç arkadaşı ve Julikana kalmıştı. Murkozo ileri gelenleri muhalefetin ülkeyi terk etmesine bir taraftan sevinirken diğer taraftan ileride başlarına bela açacaklarını hesap ederek Biryesu’ya göç etmeyi engellemeye çalışıyordu. Ama esas muhalefet liderine sahip çıkılmalı idi. Onu ellerinden kaçırmamaya çalışıyorlar ve uygun bir zamanda yapacakları suikast ile ortadan kaldırmayı planlıyorlardı. Tam suikast yapacakları gece, suikasttan bir şekilde haberdar edilen Julikana en yakın arkadaşı ile birlikte Murkozo’yu terk etmeyi ve Biryesu’ya ulaşmayı başardı.
Biryesu’lular Julikana’yı ve yol arkadaşını krallar gibi karşıladılar. Bir ay içerisinde daha önce mutabakata bağladıkları anayasa sözleşme taslağını Evsu, Hazra, Nadria ve Kuraya’nın ileri gelenleri imzaladılar ve halka ilan ettiler. Julikana Biryesu’nun başkanı oldu. Julikana bütün etnik topluluklardan temsilciler seçerek kendi hükümetini kurdu ve yeni bir hükümet merkezi inşa ettirdi.
Bu yeni oluşumdan Biryesu’nun bütün vatandaşları mutlu ve sevinçliydi. Cennet gibi yemyeşil olan ülkelerinde tek eksik olan barış, huzur ve güvenlik tesis edilmişti. (7) Tüm radyo ve televizyon programlarında birlik, beraberlik ve kardeşliğin tesis edildiği vurgulandı.
Julikana, ulusa sesleniş konuşmasında tüm Biryesuluların tesis edilen bu birlik ve beraberliklerini korumalarına, eski ırkçı ve etnik ayrımcılığa yönelik söylemlerden uzak durmalarına vurgu yaptı. Ülkenin huzur ve mutluluğu için etnik ayrımcılığa işaret eden fikir, düşünce ve söylemlere bir daha yanaşmamaları konusunda uyarılarda bulundu. (8) Başkan Julikana, meydana getirdiği bu barış ve huzur iklimini sürekli kılmak için merhamet, kardeşlik, yardımlaşma ve adaleti toplumda yerleştirecek ıslahat hareketlerine girişti. Bu amaçla gerekli acil reformları hayata geçirmeye başladı. Bu reformlar nedeniyle eski sistemde meydana gelen değişikliklerden rahatsız olan Huyaya şeytanlığını göstererek toplumdaki birlik ve beraberliği dinamitlemeye başladı. Eski sistemdeki çatışmadan beslenen Huyaya yeni sistemin yerleşmesi halinde bu ülkede kendisinin gelir kaynaklarının kuruyacağını görüyordu. Zaten Julikana’nın başkanlığı teklifine de bu nedenle karşı çıkmıştı. Etnik kimlikleri üzerinden Evsuları Hazralılara karşı kışkırtmaya çalıştı. Tarafların geçmişte birbirlerine yaptıkları katliamları hatırlattı. İntikamın alınmamasının şerefsizlik olacağından dem vurdu. Kalplerinde hala ırkçı ve bölücü duygular taşıyan kişilerin şovenist duygularını okşadı. Onun yaptığı propagandalar meyvesini verdi ve sonunda cennetteki gibi huzurlu bir yaşam, yerini Julikana’ya inananlarla Huyaya’nın gazına gelen kimseler arasında çekişmeli bir yaşama bıraktı. (9)
Ancak her etnik topluluktan olan ve çatışmalardan bıkmış usanmış kimselerin ağırlıkta olması ve hepsinin yekvücut olarak Julikana’nın liderliğinde hareket etmesi bu çekişmeleri eskisi gibi çatışma ve katliamlara kadar götürmesine mani oldu. Başkan Julikana ise Allah vergisi ferasetli bir yönetimle Huyaya’nın şeytani manevralarını çatışmaya dönüştürmeden boşa çıkardı.(10).
Sonunda Julikana’nın izinden giden kimseler başarılı oldular ve ülkede huzuru, güveni, barışı ve mutluluğu tesis ettiler.(11) Onun peşinden gitmeyi reddeden kimseler ise Biryesu’dan lanetlenip kovuldular. Canları cehenneme. (12)
Dipnotlar:
-
Hani bir zaman Rabbin, meleklere, “Ben yeryüzünde / ülkede bir halife atayacağım” demişti. Onlar, “Oraya bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi atayacaksın? Ama yine de Senin işlerin güzel olduğu için sana boyun eğeriz. Senin ataman dolayısıyla biz onu takdis / kabul ederiz.” demişlerdi….(Bakara Suresi 30..)
-
….O (Allah), “Elbette Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti. O (Allah), Âdem’e bütün sorunların çözümlerini (isimlerini)öğretti / öğretmişti. Sonra o sorunları meleklere sundu ve “Hadi, bana bu sorunların çözümlerini (isimlerini) bildirin bakalım, eğer görüşünüzde doğru iseniz” dedi. (Bakara Suresi 30-31)
-
Onlar, dediler ki: “Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin! Senin, bize öğretmiş olduğunun dışında bizim bilgimiz olamaz. Şüphesiz her şeyi en iyi bilen ve en iyi yasa koyan Sensin.” (Bakara Suresi 32)
-
Bunun üzerine O (Allah) dedi ki: “Ey Âdem! Onlara sorunların çözümlerini (isimlerini) bildir.” O (Âdem), onlara, sorunların çözümlerini (isimlerini) bildirince, O (Allah), “Dememiş miydim Ben size! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin (yönetimin ve toplumun) gaybını / sırlarını / özelliklerini bilirim. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da sakladıklarınızı da bilirim” dedi.(Bakara Suresi 33)
-
İşte o vakit biz, meleklere, “Âdem’e secde edin (boyun eğin, itaat edin)” demiştik de İblis dışında melekler hemen secde etmişti (boyun eğmişti, emre amade olmuştu). O (İblis) yan çizdi, büyüklendi. Çünkü o kâfirlerden idi. (Bakara Suresi 34)
-
Biz meleklere; “Âdem’e secde edin” dediğimiz zaman İblis’ten başka hepsi secde ettiler. O; “Ben çamurdan yarattığın kimseye mi secde edeceğim?” dedi. (İblis devamla) “Benden şerefli / üstün kıldığın şu kimseye bak! Andolsun ki, eğer bana kıyamet gününe kadar zaman verirsen onun neslini, pek azı hariç, mutlaka boyunduruğum /emrim / yönetimim altına alacağım” dedi. (Allah) buyurdu: “Defol git! Onlardan kim sana tâbi olur ise, o zaman muhakkak ki hepiniz cehennemle cezalandırılacaksınız. Bu sizin yaptığınızın sonucudur! (Yaptıklarınızın) Tam karşılığıdır!” “(Haydi durma!) Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars! / korkut! / tehdit et! Atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! / korkut! / tehdit et! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Onlara vaatlerde bulun! / vaatlerle ayartmaya çalış!” - (Ne var ki) şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez.- Muhakkak ki Benim gerçek kullarım üzerinde, senin bir sultanlığın (yaptırım gücün / hâkimiyetin) yoktur. / olmayacaktır. Senin Rabbin, vekil olarak kâfidir (yeter). (İsra Suresi 61-65)
-
Daha sonra Biz, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin……(Bakara Suresi 35…)
-
“…… ve şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. (.Bakara Suresi 35)
-
Derken şeytan onların ayaklarını kaydırdı, onları bulundukları birlik beraberlik durumundan çıkardı. Biz, “Burada birbirinize düşman olarak yaşayın, bu yeryüzünde / bu ülkede belirli bir vakte kadar barınmanız ve rızıklanmanız mukadderdir” dedik. (Bakara Suresi 36)
-
Sonra da Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı. O(Allah) onun (onların) tövbesini / hakka dönüş(ler)ünü /yöneliş(ler)ini kabul etti. Muhakkak O, tövbeleri / hakka dönüşleri / yönelişleri kabul edenin, çok merhametli olanın ta kendisidir. (Bakara Suresi 37)
-
Biz dedik ki: “Hepiniz burada yaşayın. Artık size Benim tarafımdan bir rehberlik geldiğinde, kim rehberliğime uyarsa, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Bakara Suresi 38)
-
İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayan kimseler ise, işte onlar, ateşin ashabıdır. Onlar, orada temelli kalıcıdırlar.” (Bakara Suresi 39)