top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 99 sonuç bulundu

  • Bölüm 20: Gelecek Öngörüleri | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 20 GELECEK ÖNGÖRÜLERİ Cenab-ı Hak, ağırlıklı olarak boykot / eğitim kampı yıllarında gönderdiği kıssalarla müminleri eğitmekte, onların gelecekte inşa edecekleri medeniyetin temel düşüncesini / felsefesini çok güzel temsiller getirerek anlatmakta ve bu temsiller aracılığı ile müminlerin hafızalarına nakşetmektir. Anlatılan kıssalar aynı zamanda mucizevi ihbarları ve müjdeleri kapsadığından müminlere moral olurken Mekkeli müşrikler için uyarı niteliği arz etmekteydi. Kıssalar çevre ülkelerde cereyan eden tarihi olaylardan alıntılandığı için gelecekte kurulacak medeniyetin çapının söz konusu bu ülkeleri de kapsayacağından şimdiden bu ülkeler ve toplumlar müminlere tanıtılmakta ve bu ülke halkları ile onların kahramanları olan peygamberlerin hayat hikayelerinin sahiplenilmesi yoluyla birliğin dayanak noktaları / ortak noktaları oluşturulmaktadır. Yani halkları birliğe / tevhide götürmek için ortak değerler, ortak kahramanlar, ortak peygamberler ile sevgi bağı oluşturulmaktadır. Kıssaları içeren sureler çevre ülkelere ve kabilelere yayıldıkça bu surelerin ulaştığı yerlerde Hz.Muhammed’in@ hareketine karşı sevgi ve yakınlık meydana gelmekteydi. Dolayısıyla gelecekte çevre ülke insanlarının İslami harekete katılmaları kolaylaştırılıyordu. Kıssalar sayesinde herkes Hz.Muhammed’in@ hareketinde kendinden bir şeyler bulabilecekti. Egemenlik ve medeniyet bütün kabile ve milletlerin gönüllü katılımları ile sağlanacaktı. Peygamberimiz Mekkelilere tevhidin egemenliğinin mutlaka sağlanacağını ve şirk sistemini savunanların kıyametinin çok yakın olduğunu ilan ediyordu. Fakat boykotçu Mekke müşrik elitleri ise Arap kabileleri arasında birliği sağlamanın imkânsız olduğunu, tevhidin sağlanamayacağını söylüyorlar ve şirk sisteminin hala dimdik ayakta / geçerli olduğunu ve asla yıkılmayacağını iddia ediyorlardı. Bu iddialarına gerekçe olarak da kendilerini destekleyen ehli kitap kabilelerinin bazılarının ve müşrik sistemden yana olan İran ve İran etkisindeki kabilelerin şirk sisteminin yanında yer almalarını gösteriyorlardı. Bunlar bölgede en kuvvetli günlerini yaşıyorlardı. Tevhit ideolojisinin mensupları ise ehli kitap ülke ve kabileler ile aynı kategoride değerlendirilmekte ve onların Iran Kralı 2. Hüsrev’in karşısında mağlubiyetleri nedeniyle görüntü olarak en zayıf günlerini geçiriyorlardı. İşte bu vasatta boykotçu Mekke müşrik elebaşıların iddialarına cevap verilmesi gerekiyordu. Onlara bu bölgenin tarihinde kabileler birliğinin gerçekleştiği ve şimdi de gerçekleşmemesi için hiçbir neden olmadığı anlatılmalıydı. Tevhit mesajının her tarafa ulaşarak kabilelerin kendilerine karşı yumuşaması ve mesaja sıcak bakmaya başlamalarının müşriklerin kıyametlerinin yaklaştığına ilişkin çok net bir işaret olduğunun ortaya konması ve ne yaparlarsa yapsınlar onların yıkılışlarının engellenemeyeceğini gerekçeleri ile göstermek için SEBE suresi nazil oldu. Surenin girişinde kabileci şirk sisteminin ve değerlerinin sonunun geldiği ve ilahi yasa (ayet, sosyolojik kanun) gereği bu sistemin mutlaka öleceği, hiç kimsenin bunu engelleyemeyeceği vurgulanır. Rahman Rahim Allah Adına 1- 4- Hamd / Yönelim, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin sahibi olan Allah’a doğrudur. Ahirette de hamd / yönelme yalnızca O’na olacaktır. O, Hakîm ve Habîr’dir. O (Allah), yere gireni ve yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni bilir. O, Rahîm’dir, Gafûr’dur. O inkâr eden kimseler: “O saat bize gelmeyecek” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı / geleceği bilen Rabbim hakkı için o size mutlaka gelecektir. O’nun ilminden göklerde ve yerde zerre kadar bir şey bile kaçmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.” Çünkü Allah iman edip ıslah edici eylemlerde bulunanlara mükafat verecektir. İşte onlar için bir mağfiret ve cömertçe verilmiş bol rızık vardır. (Sebe Suresi 1-4) Diğer taraftan Arapların şirk sistemi içerisinde yaşamalarını kendi çıkarları için daha uygun gören yabancı / ecnebi güçlerde vardı. Bunlar İran ve İran etkisindeki kabileler, Mısırlılar ve bazı ehli kitap kabilelerdi. Çünkü Arapların böyle zayıf, birbirini yiyen, atomize bir şekilde yaşamalarını, kendi çıkarları açısından daha uygun görüyorlardı. Şirk sisteminin devamından yana olan ve Mekkeli boykotçu müşrikleri destekleyenlerin de ihtar edilmesi gerekiyordu. 5-6- Şu, ayetlerimi aciz bırakmak / amacına ulaştırmamak için çaba gösterenlere gelince; işte onlar için en kötüsünden elem verici bir azap vardır. Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin gerçeğin ta kendisi olduğunu ve onun mutlak galibin / Aziz ve Hamde / yönelinmeye layık olan Allah’ın yoluna ilettiğini görüyorlar. (Sebe Suresi 5-6) Birbirleri ile sürekli kavga / çatışma halinde olan, birbirlerinin mallarını, ürünlerini yağma / talan eden vahşi Arap kabilelerinin bir araya gelip tevhit toplumu oluşturmasının düşünülmesi o dönem için mümkün müydü? Kur’an bu durumu, müşriklerin insanlar öldükten / parça parça dağılıp gittikten sonra dirilmesinin mümkün olmadığını iddia etmeleri şeklinde bir benzetme ile dile getirir. O dönemin şartlarında düşünülürse atomize hale gelmiş bu kabilelerin bir araya gelmesi, aralarında barış ve kardeşlik tesis ederek bir tevhit toplumu oluşturması imkânsız görünmektedir. Bu nedenle Mekke müşrik ileri gelenleri, Arap topluluklarının kardeşlik, tevhit, merhamet, barış, huzur, selamet ,… vb. değerler üzerinde uzlaşıp bir araya gelmesi ve böylece toplumun yeni bir ruhla dirilmesi fikrinden dolayı peygamberimizi delilikle suçluyorlardı. Ayrıca bunun realiteye aykırı olduğu inancıyla peygamberimizin bu tezini Allah’a isnat etmesi nedeniyle de onun Allah’a iftira ettiğini ileri sürüyorlardı. Fakat Cenab-ı Hak, müşriklere geçmişte yaşamış olan devletleri ve toplumları (gökler ve yerler metaforu ile ifade edilir) incelemelerini yani tarihe bir göz atmalarını isteyerek onların yaşanmış hayat hikayelerinden ders almaları halinde hakikatin Hz.Muhammed’in@ söylediği gibi olduğunun anlaşılacağını belirtir. Kısaca tarih bir tekerrürden ibarettir. Toplumların nasıl yıkıldıkları / öldükleri ve nasıl tekrar dirildikleri tarihte yerini almıştır. Tarihten ders çıkarılmaması halinde, Mekke müşrikleri de zamanı gelince yerin dibini boylayacaklardır. Tarihten ibret aldıkları takdirde ise kurtulacaklardır. 7-9-İnkarcılar (yandaşlarına) şöyle dediler: “Siz parçalanıp darmadağın olduktan sonra, size yeni bir yaratılışla diriltileceğinizi bildiren bir adam gösterelim mi? Acaba O, yalan yere Allah’a iftira mı ediyor, yoksa kendisinde bir delilik mi var?” Bilakis, asıl ahirete inanmayan kimseler, azap ve derin bir sapıklık içindedirler. Peki onlar, göklerin ve yerin (devletlerin ve toplumların) elleri arasındakine (halihazırda hâkim olanlarına) ve arkalarındakine (tarihte geçmiş olanlarına) hiç bakmazlar mı? Biz dilesek /Sünnetimizin yasalarına uygun olursa, onları yerin dibine batırırız yahut gökten üzerlerine kütleler düşürürüz. Muhakkak ki bunda Rabbine yönelen her kul için bir ibret vardır. (Sebe Suresi 7-9) Tarihten bir ibret vesikası olarak Hz.Davud @ ve Hz.Süleyman’ın @ hayat hikayeleri, Mekke müşriklerinin gelecekte yaşayacakları ve halihazırda yaşadıkları hadiselere birer metafor olarak sunulurken, aynı metaforlar müminlerin de gelecekte yapacaklarına birer hazırlık olması için anlatılır. Şöyle ki; “Hz.Muhammed'in@ hareketi ve ideolojisi her tarafa ulaşmış ve bütün devlet ve kabilelerin gündeminde birinci tartışma konusu olmuştur. Dağlar, taşlar, kuşlar peygamberimizin çağrısına karşılık vermişler ve onun çığlığı çevre devletlerde (Hz.Davud @ kıssasında ‘dağlar’ metaforunda verilmiştir.) yankı bulmuştur. Arap yarımadasındaki kuş amblemi ve kuş isimleri ile anılan kabileler (aynı kıssada ‘kuşlar’ metaforunda verilmiştir.) bu sese karşılık vermektedir. Hz.Muhammed’in@ tarafını tutan kabileler ile ehli kitap kabilelerin bir kısmı Kureyşi karşılarına alırlar. Hatta daha önce belirtildiği üzere bir kısım ehli kitap kabilelerin Mekke’ye bu nedenle uyguladığı karşı boykot nedeniyle Mekke kıtlık yaşamıştır.” 10- Doğrusu, Biz Davud’a da katımızdan bir üstünlük verdik; “Ey dağlar! Onunla birlikte tesbih edin / onun sesine ses katın / onunla birlikte aynı tepkiyi verin! Ey kuşlar siz de!” ……(Sebe Suresi 10) Müşrikler Mekke çevresindeki müttefiklerinin sevgisini kaybederken onların nefretini kazanmaktaydı. Bu durum ise Mekkelilerin bazı ileri gelenlerini boykotçu ileri gelenlerine karşı çıkma konusunda cesaretlendirmiş ve Haşimoğullarına karşı da içlerinde bir yumuşama meydana gelmişti. Boykotun olumsuz sonuçlar doğuracağını iddia eden ve bu nedenle de boykota gönülsüz razı olan Kureyşin bazı kabileleri, boykotçu müşrik elitlere karşı artık yüksek sesle tepki vermeye başlamışlardı. Sonunda ilahi vahyin rehberliğinde boykota karşı anarşizme girmeden sabırla göğüs gerilmesi Hz.Muhammed’i@ ve müminleri haklı, mağdur ve masum konuma getirmişti. Yani bahşedilen süper bir siyasi akıl / hadid ile düşman kabilelerin bir kısmı peygamberimize karşı yumuşatılmış oldu. (Kıssada demirin yumuşatılması metaforu) Kıssalarla öğretilen bu siyasi akıl ile peygamberimiz boykottan sonra kendisini ve hareketi koruyacak politikalar geliştirecek, ordular oluşturacak, savaş sanatı öğrenilecek, savunma iş birliği anlaşmaları yapılacak, ittifaklar kurulacak vb. (kıssada koruyucu zırh yapılması metaforu) ve bu hususta canla başla çalışacağı gibi kılı kırk yaracak şekilde ölçülü ve hesaplı davranılacaktı. (Ayette ‘biçimlemede ölçülü davranılması’ ile anlatılması) 10 – 11- …..Ve onun için demiri de yumuşattık / verdiğimiz yetenek ile (karşısındakilerin) katılığını ve sertliğini yumuşattık / akıl ile bütün sertlikleri yumuşattık: “Bol bol zırhlar yap / işleri en güzel ve en ideal şekilde yap / kendini koru ve biçimlemede ölçülü davran / onlar arasındaki ölçü ve uyumu gözet.” Siz de ıslah edici eylemlerde bulunun. Muhakkak ki Ben yaptıklarınızı görmekteyim. (Sebe Suresi 10-11) Hz.Muhammed’in@ mesajı rüzgar hızıyla yayılacak ve bir aylık mesafedeki bütün çevre kabilelere, devletlere günün belli bir vakti gibi şaşırtıcı bir süratte ulaşacaktır. (Kıssada sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay metaforu). Hz.Muhammed @ rüzgarı yakalamıştı artık. Mesajı ve namı her tarafı, bütün ülkeleri / şehirleri / beldeleri kaplamıştı. O gelecekte çevre kabilelerle ve devletlerle sağlam bağlar kuracak onları kendine bağlayacaktır. O, kuracağı devlet ile bölgenin ticaretinde ve yaşamında çok önemli olan kervanların akışlarını kontrol altına alacak ve öyle bir konuma yerleşecek ki her türlü ticari ve siyasi akış ile ilişkileri denetimine alacaktır. (Kıssada erimiş bakırı sel gibi akıtma metaforu) Böylece çevredeki yabancı (cin) kabileler / devletler çok kısa zamanda İlahi mesajın öngördüğü İslam / barış topluluğunun egemenliğine girecektir. Öyle bir egemenlik tesis edilecek ki topluluk içerisine giren yabancı / ecnebi / Mekkeli olmayan bu toplumlar kolay kolay bu tevhidi devletin hakimiyetinden çıkamayacaklardır. Söz konusu egemenliğin altına girenler Hz.Muhammed’in@ tevhidi dünya görüşünü / İslamı yükseltecek çok büyük bir medeniyet meydana getireceklerdir. Bu medeniyet ile şehirler inşa edilecek, kültürel, siyasi, felsefi, bilimsel bilgiler üretilecek ve savaş araç gereçlerinden heykellere, musiki ve edebiyattan sanat ve büyük mimari eserlere kadar akla gelebilecek maddi ve manevi insanların her türlü ihtiyacını karşılayacak şeyler yapılacaktır. (Kıssadaki mihraplar, temsil ve heykeller, havuz gibi çanaklar ve kazanlar metaforu ile anlatılmak istenen herşey) Hz.Davut @ ailesine verilen hakimiyet ve medeniyetin bir benzeri hatta daha büyüğü Hz.Muhammed’e@ verilecektir. Bu nedenle Hz.Davud @ ailesine verilen talimat metaforunda müminlere şu mesaj verilir; “Ey peygambere tabi olanlar, Ey peygamberin ehli olanlar! Sakın gevşemeyin! Görevlerinizi yerine getirin! (Şükredin)” 12-13-Sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgar da Süleyman içindi. Onun için suyu / erimiş bakır madenini sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle, cinlerin bir kısmı da onun emrinde çalışırdı. Onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık. Onlar, ona (Süleyman’a) mihraplar (mescidler, saraylar, yüksek binalar, kaleler, savaş araç gereçleri), timsaller (hakikatin temsilleri / felsefe / mitoloji / heykeller / resimler) ve havuzlar gibi çanaklar (insanın maddi ve manevi ihtiyaçları için gerekli olan şeyler) ve sabit kazanlardan (her türlü sanayi ve imar ürünleri ve toplumun siyasi, ekonomik, kültürel olarak ayakta kalması için gerekli olan her türlü ölçü ve standartları) her ne isterse yaparlar. “Ey Davud ailesi! Şükür için çalışın! / görevinizi yerine getirin! Ama kullarım içinde şükreden ne kadar da azdır!” (Sebe Suresi 12-13) Fakat nasıl ki Hz.Süleyman’ın @ vefat etmesiyle onun getirdiği sistem ve ideolojisi (Süleymanizm) bir süre daha ayakta kalmış / bir süre daha hükmünü yürütmüş ama sonunda mutlaka yıkılmış ise aynı şekilde Hz.Muhammed’in@ getirdiği ideoloji / sistem de o vefat ettikten sonra hükmünü sürdürecek ama uzun bir süre sonra yine içten çürüme ile mutlaka yıkılacaktır. Çünkü baki olan Allah’tır. Hiçbir iktidar / medeniyet ebedi değildir. Her iktidar sonunda yıkılır. Medeniyetler / sistemler / ideolojiler kendilerine biçilen ömür süresince yaşarlar ve ecelleri gelince de ölümleri mukadderdir. Bu yıkımda / ölümde esas faktör ise dışarıdan değil içeriden çıkacak olan bir dabbe sonucu olacaktır. Bu dabbeler, o toplumda yenilmiş ve yerle bir olmuş olan kesimlerin bir şekilde canlanarak ayaklanacak olanlarıdır. Fakat bu dabbeler ne kadar ayaklanırsa ayaklansın Devlet içeriden çürümediği sürece ayakta kalır. Şayet devletin dayandığı dünya görüşü / ideoloji (kıssa da asa metaforunda verilir) içeriden çürürse yani o dünya görüşünün müminleri bozulur da ideolojilerini / dünya görüşlerini çürütürlerse işte o zaman devletleri yıkılır. Tıpkı Hz.Süleyman’ın @ asasının bir kurtçuk (dabbetül arz) tarafından içeriden kemirilmesi ve çürüyen asanın Hz.Süleyman’ın @ cesedini taşıyamayarak kırılması sonucunda O’nun devrilmesi (aslında devletin devrilmesi) metaforunda olduğu gibi. Allah’ın bu yasası her zaman işleyecektir. Tevhidi dünya görüşüne göre kurulacak devletin yıkımını kendi içinden çıkan bir dabbetül arz gerçekleştirir. Şayet müminler ideolojik / dünya görüşlerinin gösterdiği amaçlardan sapmışlarsa isyancıların / dabbelerin yapacakları başkaldırı ile sistem birden çöküverir. Dışarıdan bakınca çok güçlü dimdik ayakta görünen bu devletler / medeniyetler, kurucuları öldükten sonra bile güçlü görünmeye devam edebilirler ama içten çürüme belli bir kerteye gelince o devlet / medeniyet o toplumdaki yenilmiş, yerle bir edilmiş, zayıflar, yoksullar ve ezilmişlerin ayaklanması ile yıkılır. Bu Allah’ın sünnetidir. / yasasıdır. 14- Onun ölümünü gerçekleştirdiğimiz zaman, onun öldüğünü onlara ancak asasını yiyen dabbetülarz (halkın içinden çıkan muhalefet) gösterdi. (Onun öldüğünü onlara sadece asasını yiyen dâbbetülarz bildirdi. / gösterdi.) Şöyle ki; Cinler onun öldüğünü o, yüz üstü yere düştüğü zaman anladılar. Eğer cinler gaybı / geleceği bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap içinde kalmazlardı. (Sebe Suresi 14) Surenin müteakip ayetlerinde Cenab-ı Mevla elçisine yine Hz.Süleyman @ ve Sebeliler kıssası üzerinden Arap yarımadasındaki tüm şirk yanlılarına aşağıdaki mesajları iletmesini bildirir; “Ey müşrikler! Hatırlayacak olursanız, Hz. Süleyman’ın iktidarında Sebe ülkesi de tevhidi dünya görüşü çerçevesinde İslam / barış topluluğuna katılmıştı. Böylece birliğe katılan ülkeler baştan başa Cennet gibi olmuştu. Ama onlar şükrü (görevlerini ihmal edince) bırakınca, birlikten ayrılınca Arim selleri / şiddetli sel gibi düşmanlar üzerlerine geldi ve onları darmadağın etti. Hatta bu birliğe Sebe ülkesinden Hz.Süleyman’ın @ hakim olduğu Bereketli Hilal ülkeleri ile Arabistan’daki tüm kabileler de katılmış ve bu iki ülke arasındaki ticaretten faydalanıyorlardı. Hatırlayın ki o dönemde bu ticari ilişkiler ve seyahatler güven içinde gerçekleşiyordu. Ama siz bu birlikten ayrıldıktan sonra yol boyunca dizili komşu kabileler birbirine düşman oldu ve birbirlerini yediler. Seferlerinizin arasını uzaklaştırmayı, güven ortamının kalkmasını ve ticareti imkânsız kılmayı dilediniz. Böylece seyahatler zorlaştı, güven kalktı, ilişkiler koptu, ticaret bitti, gerilik ve yoksulluk meydana geldi. Kendi kendinize zulmettiniz, yazık ettiniz. Fakat geçmişte gerçekleşmiş olan bu birlik şimdi neden tekrar tesis edilmesin? O ilişkiler neden tekrar kurulmasın? Ticari yollardaki güven neden tekrar sağlanmasın? O sırt sırta şehirler neden tekrar kurulmasın? Yeter ki tekrar dirilişe önce siz inanın. Ey müşrikler! Siz önce bu tevhit anlayışına inanırsanız geçmişte yaşanmış bu birliğin yeniden meydana gelmemesi için hiçbir sebep yoktur! Fakat ne yazık ki şimdi siz bizlere boykot uygulamakla halihazırdaki ticaret yollarınızı bile tehlikeye atıyorsunuz. Hem kuzeyde hem de güneyde ve Arap yarımadasındaki bazı kabile ve devletlerin düşmanlığını kazanmakla daha fazla dağılmaktasınız ve artık kendi Kıyametinizi iyice yaklaştırıyorsunuz.” 15-19- And olsun ki, sağlı sollu bahçelere sahip yerlerde ikamet eden Sebelilerin yurdundan da alınacak ibret vardır. Onlara “Rabbinizin verdiği rızıklardan yiyin ve O’na şükredin! / görevinizi yapın! Ne güzel bir ülke ve bağışlayan bir Rab!” denildi. Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine ‘Arim’ selini gönderdik de onların bahçelerini acı mevyeli, ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan hale çevirdik. İşte bu, onların inkarlarına karşılık Bizim onları cezalandırmamızdır. Biz nankörlerden başkasını cezalandırır mıyız? Biz onların (Sebelilerin) yurdu ile kendisine bereket verdiğimiz memleketler (Bereketli Hilal) arasında, (Yemen’den başlayıp Filistin’e kadar olan çizgide) sırt sırta şehirler / kasabalar/ kentler meydana getirmiştik. Böylece (onlar için) seyahati kolaylaştırarak buralarda geceleri ve gündüzleri (sürekli) emniyet içinde gidilip gelinmesini sağladık. Fakat onlar; “Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır” dediler ve nefislerine zulmettiler. Bu nedenle Biz de onları dillerde dolaşan hikayeler kıldık ve darmadağın ettik. Muhakkak ki bunda, çok şükreden ve çok sabreden herkes için elbette ibretler vardır. (Sebe Suresi 15-19) Cenab-ı Mevla’nın müşriklere mesajları şöyle devam eder; “Halbuki Ey müşrikler! Sizi bu dağılmış, parça parça olmuş duruma düşüren iblis / Ebu Cehil gibilerden başkaları değildir. Onlar kendi çıkarları, bencil arzu ve hevesleri için planlar kurdular ve bu planlarını gerçekleştirdiler. Aslında onlar bu düşündükleri / planladıkları hile ve tuzaklarını gerçekleştirecek güç ve iktidara sahip değillerdi. Ama sizler onlara itaat edince / itiraz etmeyince onlarda kolayca planlarını uyguladılar. Sizler onları biraz sorgulasanız, iblislere biraz direnseniz, onlara karşı çıksanız düşündüklerini gerçekleştiremeyeceklerdir. Hatta daha da ilerisini söylemek gerekirse; onların ne bu ülkenin kurucu ideolojisinde / göklerde ne de bu ülkede / toplumda / arzda zerre kadar katkıları / eserleri / değerleri ve güçleri yoktur. Ayrıca onların Kabe’nin kurucu ideolojisinde hiçbir ortaklıkları da yoktur. Yani Hz. İbrahim ve sonrasında Kusay’ın kurduğu sistem ile Hz.Süleyman’ın Arapları da içine aldığı sistemde Ebu Cehil (İblis) ve onun gibilerin asla yerleri yokken ve onun gibiler bu şirk sistemini başınıza bela etmişken, sizler onların tezgahına geliyor ve onlara itaat ediyorsunuz. Ey Mekkeliler! İblisin (Ebu Cehil, Velid b. Muğire vb.) sizlere herhangi bir yararı da yoktur. Sizleri esenliğe götürecek, selamete çıkaracak bir siyasetleri de yoktur. Onlar sizlere herhangi bir şekilde destek de vermezler. (Ayeti kerimede ortakların şefaatlerinin olmaması şeklinde ifade edilir.) Ama Allah’ın seçtiği peygamberin ise Allah’ın verdiği yetki ve hidayeti ile insanlara şefaati / destekleri vardır. (Dünyevi anlamdaki destek / şefaat) Hele insanların içerisindeki korku bir sona ersin, bir kıyamet kopsun / toplumsal kıyamet kopsun işte o zaman insanlar kendilerine yararlı olanın Allah’ın önerdiği sistem olduğunu göreceklerdir. İşte o zaman müminler, siz Mekkelilere “Rabbiniz ne getirmişti?” diye soracak. Sizlerde “Allah (cc) hakkı getirmişti” diye itiraf edeceksiniz. Ama o zaman kim bilir belki de sizin için çok geç olacak.” 20-23- Ant olsun ki, İblis onlar üzerindeki hedefini / düşündüğünü gerçekleştirdi de müminlerden oluşan bir grup hariç hepsi ona (İblise) tabi oldular. Halbuki onun (İblis) onlar üzerinde hiçbir sultanı / gücü / nüfuzu yoktu. Fakat Biz ahirete imanı olanı, ondan şüphe içinde bulunandan ayırt etmek istedik. Rabbin her şeyi kaydetmekte ve korumaktadır. De ki: “Allah’tan başka ilah saydığınız kimseleri istediğiniz kadar çağırın. Onlar, göklerde ve yeryüzünde zerre ağırlığınca katkıları / eserleri yoktur, hiçbir şeye malik değildirler. Onların bu ikisinde (gökler ve yerin yönetiminde) herhangi bir ortaklıkları yoktur. O’nun (Allah’ın) onlardan herhangi bir yardımcısı / destekçisi de yoktur.” O’nun nezdinde kendisinin izin verdiği (yetki verdiği) kimseden başkasının şefaati / yardımı / desteği fayda vermez. Nihayet onların kalplerinden korku giderildiği zaman: “Rabbiniz ne dedi?” (diye müminler) sorarlar. Onlar ise “Hakkı” derler. O, çok yücedir, çok büyüktür. (Sebe Suresi 20-23) Cenab-ı Hak elçisinden müşrik elitlere şunu sormasını söyler; “İnsanların faydasına olan ve ihtiyaç duyduğu şeyleri (maddi ve manevi rızıkları) kim vermektedir? Eğer bunları Allah veriyorsa o takdirde hangimizin dünya görüşü / ideolojisi doğru? Ve hangimizin dünya görüşü / ideolojisi bizi kurtaracak? Ya bizim savunduğumuz tevhidi dünya görüşü doğru ya da sizin Şirk ideolojisi doğru, cevap verin hangisi doğru? Bizim savunduğumuz ideoloji “Allah’tan” geliyor ve Allah insanların tüm ihtiyaçlarını karşıladığına göre hangisi doğru? Sizler; “bize uyarsanız yaptığınız şeylerin her türlü günahını / vebalini biz üstleniyoruz” diye insanları kandırıyorsunuz. Halbuki kimse kimsenin günahını üstlenemez. Yapılan kötülüklerden herkes katkısı kadar payını alır. Ey müşrikler! Şayet siz bu çağrıya uymayacak olursanız, bu çağrıya olumlu yanıt verecek olan başka insanlar olacaktır. O zaman kimin haklı, kimin haksız olduğu ve kimin sahtekâr / ayartmacı olduğu ortaya çıkacak ve sonunda size bu ayartmalarınızın cezası tattırılacaktır.” 24-30- De ki: “Sizi göklerden ve yerden kim rızıklandırır?” De ki: “Allah! O halde kuşkusuz ya biz hidayet veya açık bir sapıklık üzereyiz ya da siz.” De ki: “Siz bizim işlediğimiz suçlardan sorumlu tutulmazsınız. Biz de sizin yaptıklarınızdan sorumlu tutulmayız.” De ki: “Rabbimiz bizi bir araya toplayacak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O, hakkıyla hüküm veren, (her şeyi) hakkıyla bilendir.” De ki: “O’na ortaklığa dahil ettiğiniz ortakları bana gösterin bakayım! Hayır… Olmaz! Bilakis O, Azîz’dir, Hakîm’dir.” Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler. Onlar, “Eğer siz doğru söyleyenlerden iseniz bu vaat ne zaman?” derler. De ki; “Merak etmeyin! Sizin için belirlenen o günün zamanını / miadını bir saat olsun ne erteleyebilirsiniz ne de öne alabilirsiniz.” (Sebe Suresi 24-30) Cenab-ı Mevla müşriklere uyarılarını şöyle sürdürür; “Ey müşrikler! İleri gelen iblislerinizin ayartmalarına kulak asmayın! Zira toplumun kıyameti gelince herkes birbirini suçlayacak. Mustazaflar / toplumda zayıf olanlar / yönetimde söz sahibi olmayanlar ileri gelenlerden İblisleri (ki o iblisler sahip oldukları mal mülk ve güçle şımarmış olan ve yönetimde de söz sahibi olan elitlerdir) suçlayacaklar ama onlar bu suçlamaları reddedecekler. Onların reddediş gerekçelerinde “size bu noktaya geleceğinizi bildiren uyarıcı gelmedi mi?” diye sorduklarında yönetilen halk “geldi” diye cevap verecekler. İleri gelenler de onlara “Eee! O zaman bu uyarılara kulak vermemenizi biz mi engelledik, ondan biz mi sizi geri çevirdik” derler. Onlar ise “hayır” derler bunun üzerine ileri gelenler onlara “sizler kendiniz kendi seçiminizle bizi takip ettiniz.” diyeceklerdir. Onlar da “Evet! Siz bir zorlamada bulunmadınız, ama gece gündüz öyle plan- oyunlar kurdunuz ki bizi ayarttınız.” diye cevap verecekler ama bu sonucu değiştirmeyecektir. Ve kıyamet gerçekleşecektir. İşte toplumun bu kıyameti gerçekleşmeden önce, gelin pişman olmadan önce, birbirinizi suçlar pozisyona düşmeden önce, peygamberin etrafında toplanın! İblislerin / Ebu Cehil / Velid bin Muğire vb. nin mal ve sayıca çokluklarına bakıp da aldanmayın!” 31- 33-İnkârcılar, “Biz bu Kur’an’a da inanmayız, ondan öncekine de...” dediler. Sen o zalimleri Rableri huzurunda tutuklanmış ve birbirlerini suçlarken bir görsen! Toplumun ezilen kesimi büyüklük taslayan ileri gelenlere / kibirli kodamanlara, “Eğer sizler olmasaydınız, bizler muhakkak mümin kimseler olurduk” diyecekler. Büyüklük taslayan ileri gelenler / kibirli kodamanlar ise toplumun ezilen kesimine “Size rehber / hidayet geldikten sonra, sizi ondan biz mi alıkoyduk? Hayır, siz bizzat kendiniz suçlulardınız / mücrimlerdiniz” derler. Toplumun ezilen kesimi de o büyüklük taslayan ileri gelenlere / kibirli kodamanlara: “Hayır! İşiniz gücünüz gece-gündüz planlar, tuzaklar kurmaktı. Bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Onlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar ancak yapmış olduklarının cezasını göreceklerdir. (Sebe Suresi 31-33) Cenab-ı Hak, müşriklerin inanç ilkelerinden birisini daha eleştiriye tabi tutar ki bu düşünceleri onları yanlışa sevk etmiştir. Onlar zengin ve güçlü olanların Allah yanında sevgili olduğuna inanırlardı. Onlara göre Allah kime mal, mülk, makam ve güç verdiyse o kimse O’nun yanında da itibarlıdır, sevilendir. Zira Allah, sevdiği kuluna nimetler ihsan eder, sevmediği kuluna da nimetlerini sakınır. Sevmediği kulu yoksuldur, muhtaçtır, sürünür, hastadır, sakattır, vb. Müşrikler bu inançları üzerine kurdukları şirk sistemi ile toplumun alt tabakasındaki insanları sömürmekte ve onlara acı çektirmekte hiçbir sakınca görmemekteydiler. Hatta onlara yardım etmenin Allah’ın iradesine karşı çıkmak ve O’nu hiddetlendirecek bir hareket olduğunu iddia ederler. Bu sapık inançları, onların peygamberlere karşı durmalarına, onlarla mücadele etmelerine yol açmıştır. Cenab-ı Hak, onların bu inkarlarının istisna olmaksızın her elçiye yapıldığını bildirir. Elçilerin azap uyarılarını da reddettiklerini ve kendilerine asla azap gelmeyeceğini iddia ettiklerini belirtir. Hatta onlar mal ve evlat olarak çoğunlukta olmaları nedeniyle kimsenin kendilerini yenemeyeceğini ve böylece azab edemeyeceğini de iddia etmişlerdir. Halbuki Cenab-ı Hak malı, mülkü, makamı ve gücü insanlardan dilediğine ve dilediği kadar verir. Bu nedenle halihazırda güçlü olan yarın güçsüzleşebilir ve sakınmadığı azap başına geliverir. Cenab-ı Hakk’ın bu tasarrufu bir hikmete yönelik olarak ve ancak o kulun denenmesi içindir. Yoksa ne bir kuluna az vermesi, onu sevmediği anlamına gelir ne de bir kulunu zengin etmesi, onu sevdiği ve seçtiği manasına gelir. O’na yakın olanlar ancak iman edenler ve güzel eylemler ortaya koyanlardır. Bu güzel eylemlerin başında da Allah elçilerinin tarafında olup sahip olduğu maldan ve mülkten infak etmek gelir. Bu şekilde davranan kimselere yaptıklarının karşılığını O, kat kat verecektir. Cenab-ı Mevla, şirk inancının temel ilkesini böylece eleştirdikten sonra, Mekkelileri bu yanlış inancı terk etmeye ve Hz.Muhammed’e@ destek olmaya davet etmiş olur. 34- 39- Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdiysek, mutlaka oranın refah içindeki şımarık ileri gelenleri: “Biz sizinle gönderilen şeyi (öğretiyi) inkâr ediyoruz” dediler. İlave olarak dediler ki: “Biz mal ve evlât olarak daha çoğuz ve bize azap edilemez.” De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim dilediği kimseye rızkı genişletir ve dilediği kimseye de kısar. / ölçülü verir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Sizi Bize yaklaştıracak olan, ne mallarınızdır ne de evlâtlarınız. Ancak kim iman eder ve ıslah edici eylemlerde bulunursa Bize o yaklaşır. İşte onlar yaptıklarına karşı kat kat mükafatla ödüllendirilecek olanlardır. Ve onlar yüksek makamlarında güven içindedirler. Ayetlerimizi hükümsüz kılmak için yarışanlar işte onlar azap için hazır bulundurulacaklar. De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim kullarından dilediğine rızkı genişletir ve/ veya kısar. Siz ne infak ederseniz O, onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe Suresi 34-39) Cenab-ı Mevla toplumsal kıyamet olup da şirk sistemi çöktüğü zaman bütün müşriklerin toplanıp hesaba çekileceği günün sahnelerinden bazı kesitler sunar. O sahnelerden birinde Hz.Muhammed’den@ yana tavır koymuş olan Darün Nedve’nin / ihtiyarlar heyetinin üyelerinin / meliklerinin (ahiretteki melekler metaforunda) sorguya çekileceği ve Mekke halkının kendilerine uyup uymadığından hesap sorulur. Onlar ise Mekke halkının kendilerine uymadıkları aksine onların Ebu Cehil, Velid bin Muğire, Utbe bin Rebia, As bin Vail gibi cinlere / şeytanlara itaat ettiklerini ifade ederek kendilerini savunurlar. Hakk’ın hâkim olduğu ve batılın devrildiği o gün, kimse kimseye yardım edemeyeceği bildirilir. Onlara hani o zenginlikleri nedeniyle Allah’ın azap vermeyeceği inanışları hatırlatılır. Ayrıca onların elçilerin getirdiği tüm delillere karşı koyuşları hatırlatılır. Elçilerin getirdikleri delillerin Allah’a atılan bir iftira olduğunu ve böylece insanları kandırdıkları, büyülediklerini söyleyerek aslında kendi yaptıkları kötü eylemleri, elçiler yapıyormuş gibi gösterdikleri hatırlatılır. Onların bu hareketleri ile azabı ne kadar hak ettikleri ortaya konur. Böylelikle önerdiği ilahi sistem, çağırdığı dünya görüşü karşılığında herhangi bir menfaat beklentisi olmayan ve kendilerinden bu hizmeti karşılığında hiçbir ücret istemeyen Allah elçisine toplumsal kıyamet (İnkılap) ve kişisel kıyamet (ölüm) gelmezden önce iman etmelerini, O’nun çağrısını tekrar tekrar düşünmeleri halinde gerçeği göreceklerini ve elçinin önerdiği dünya görüşünün ne kadar makul ve mantıklı olacağını müşahede edecekleri bildirilir. 40-49- O gün onların hepsini toplayacak ve sonra meleklere: “Bunlar size tapıyorlar / itaat ediyorlar mıydı?” diye soracak. Onlar: “Seni tenzih ederiz. Onlara karşı bizim velimiz / yöneticimiz / koruyucumuz Sensin. Bilakis onlar cinlere tapıyorlardı / itaat ediyorlardı. Çoğu onlara iman etmişlerdi / güvenmişlerdi” dediler. Artık bugün birbirinize yarar da zarar da veremezsiniz. Zalimlere (şirk elebaşılarına): “Tadın bakalım yalanlayıp durduğunuz ateş azabını!” diyeceğiz. Çünkü onlara ayetlerimiz açıkça okunduğu zaman: “Bu, ancak atalarınızın taptıklarından (ilahlardan) sizi men etmek isteyen bir adamdan başkası değil” dediler. Ayrıca dediler ki: “Bu (Kur’an) uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değildir.” Dahası O inkarcılar kendilerine hak geldiği zaman: “Bu ancak apaçık bir sihirdir” dediler. Halbuki Biz onlara öyle ders görecekleri / okuyacakları kitaplar vermediğimiz gibi onlara senden önce bir uyarıcı da göndermedik. Onlardan önceki kimseler de yalanlamışlardı. Halbuki onlara verdiklerimizin onda birine bile erememişlerdi. Buna rağmen elçilerimi yalanladılar. Peki, Beni inkâr etmenin sonu nasıl oldu? De ki: “Ben size sadece bir tek öğüt vereceğim; Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkın. (Ister tek başınıza salim kafayla ister kafa kafaya verip birlikte beyin fırtınası yaparak nasıl isterseniz bu mesele üzerinde biraz düşünün.) Arkadaşınızda (Muhammed’de) delilikten eser yoktur. O ancak size gelmekte olan şiddetli bir azabı haber vererek, sizi ondan sakındıran bir uyarıcıdır. De ki: “Benim sizden istediğim ücret sizin Allah’a yaklaşmanızdan başka bir bedel değildir o da sizin içindir. Yoksa benim ecrim ancak Allah’a aittir. O, her şeye şahittir.” De ki: “Muhakkak ki benim Rabbim, hakkı ortaya koyar. O, gaybları bilendir.” De ki: “Hak geldi. Artık batıl ne yeni bir şey ortaya koyabilir ne de öncekini / eskiyi geri getirebilir.” (Sebe Suresi 40-49) Şayet Hz.Muhammed’in@ yanında yer almakta geç kalınacak olursa iş işten geçmiş olacağı ve azabı hak edenlerden olacakları uyarısı yapılır. Bir muhakeme daha yapmaları istenir. Şayet Hz.Muhammed@ sapıtmış, deli ise zaten kendisine zarar vermiş demektir. Ama çağırdığı ideolojinin son derece akıllıca olduğu ve insanların faydasına olduğu görüldükten sonra tereddüt edilmemesi gerektiği ve bunun ancak kullarının faydasını ve iyiliğini düşünen Rableri tarafından olduğunun bilinmesi gerektiği konusunda uyarılar yapılır. 50-54- De ki: “Eğer ben sapmışsam, o zaman yalnızca kendi zararıma sapmışım demektir. Şayet doğru yolu bulmuşsam, buda Rabbimin bana vahyetmesi sayesindedir. Muhakkak ki O, en iyi İşiten ve kullarına çok yakın olandır.” Sen onları dehşete kapıldıkları zaman bir görsen; işte o zaman hiçbir kurtuluş yoktur, yakın bir yerden yakalanmışlardır. Azabı görünce de “O’na iman ettik” dediler. (Ama heyhat işte o zaman iş işten geçmiştir.) Onlar için imana erişmek artık imkânsız derecede çok uzak. Oysa daha önce (dünyada) onu inkâr etmişlerdi. Uzak bir yerden (dünyadan) gayba (ahirete) atıp tutuyorlardı. Artık bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzuladıkları şeyler arasına engel konulmuştur. Çünkü onlar derin bir şüphe içindeydiler. (Sebe Suresi 50-54)

  • Bölüm 32:Müminlerde Toparlanma | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 32 MÜMİNLERDE TOPARLANMA Medine’den gelen 6-8 kişilik heyet ile yapılan görüşmeler olumlu neticelenmiş ve heyettekilerin tamamı Hz.Muhammed’in@ davet ettiği İslam / Barış topluluğu sistemini kabul etmişlerdir. Heyettekiler Zariyat Suresi ile verilen mesajları gayet iyi anlamışlar ve kendi toplumlarına bu mesajları ulaştırmak için Medine’nin yolunu tutmuşlardır. Onların Hz.Muhammed’in@ yaptığı teklifi kabul etmeleri ve iman etmeleri hususunda getirdikleri müjdeli haberler Mekke’deki müminlerde büyük bir umut yaratmıştır. Hz.Muhammed@ Rabbinin vaadini gerçekleştireceğinin en kuvvetli işaretini verdiğini anlamış ve artık bu hareketin yürüme zamanının geldiğini görerek yüzü gülmektedir. Cenab-ı Hak Mekkelilerin şirki terk edip tevhide girmemeleri halinde kıyametlerinin yakın olduğunu bildirmek için yine elçisine vahyederek onları uyarır. O, Hakkın hakim olmasının kaçınılmaz oluşunu vurgulayan mesajında Semud ve Ad milletlerinin de şirk sisteminde ısrar etmeleri nedeniyle tepelerine inen felaketlerle yok oluşlarından kinaye olarak Mekkelilerin de inatçılığı bırakmamaları halinde büyük felaketlerle yok olacaklarına işaret eder. Nasıl ki, Semud kavmi büyük bir sarsıntı ile yıkıldı ise Mekke’yi de Medine’den gelecek büyük bir sarsıntı beklemektedir. Aynı şekilde Ad kavminin büyük bir fırtına sonucu yıkılmasının benzerini Medine yönünden müminlerin koparacağı kasırga ile Mekkeliler de yaşayacaktır. Cenab-ı Mevla, Firavun ve önceki medeniyetlerin de Mekkeliler gibi günah üstüne günah işledikleri ve kendilerine gönderilen uyarıcı elçilerin ikazlarına kulak tıkadıkları için yerin dibine geçirildiklerinden bahisle Mekkelilerin akıbetinin onlarınkinden farklı olmayacağına işaret eder. Nasıl ki Hz.Nuh @ döneminde sular kabardığında elçilerinin davetine icabet etmeyenlerin sulara gark olduysa Hz.Muhammed’in@ gemisine binmeyen Mekkelilerin de şirk bataklığında boğulacaklarını bildirir. Rahman Rahim Allah Adına 1-12- Kesin gerçekleşecek olan! Evet nedir o gerçekleşecek olan? Gerçekleşecek olanı sen nereden bileceksin? İşte Semûd ve Âd milletleri de (tepelerine inecek) o anî felaket haberini yalan saymışlardı. Bunlardan Semûd o korkunç sarsıntı ile yok edildi. Âd ise azgın bir kasırga ile imha edildi. Allah, onların kökünü kurutmak üzere üzerlerinde o kasırgayı yedi gece sekiz gün estirdi; öyle ki insanların (kökünden şökülmüş) hurma kütükleri gibi yere yıkıldıklarını görürdün. Şimdi onlardan geri kalan bir şey görebilir misin? Firavun da ondan öncekiler de altüst edilip yerin dibine geçirilenler de hep günah üstüne günah işlemişlerdi. Rabblerinin elçisine isyan ettiler, Allah da onları şiddetli cezaya çarptırdı. Unutmayın ki (Nuh zamanında), sular taştığı vakit, sizi gemide Biz taşımıştık! Onu sizin için hem bir ibret vesilesi kılalım hem de can kulağı ile dinleyenler ders alsınlar diye böyle yapmıştık. (Hakka Suresi 1-12) Nasıl ki Kıyamet vaktinin geldiğinde artık dünya yaşamının sona erdiğini ilan eden düdük öttürüldüğünde, yeryüzü ve dağlar paramparça edilecek, gökyüzü parçalanıp dağılacak ve yaşananların hesabını vermek için Yüce Mahkeme kurulacak ve Hakimler Hakimi Rabbimizin huzurunda herkes duruşmaya alınacaksa, aynı şekilde vakti saati geldiğinde Medine’de kurulacak İslam Devleti de Mekke Şirk sistemini paramparça edecek ve yaptıklarının hesabını soracağı mahkemeyi kuracak ve müşrik Mekkelilere hesap sormak için yüce divan kurulacaktır. Bunun en büyük işareti, Hz. Muhammed’i@ Medine’nin en büyük makamına taşıyacak sekiz Medinelinin Mekke’de onunla görüşmüş olmasıdır. Artık Hz.Muhammed@ Medine’nin Başkanlığına doğru yol almaktadır. Mekkelilere hesap sorma zamanı geldiğinde O’nun yanında yer almış sağduyu sahibi kişiler cennet gibi bir yaşama kavuşacaklardır. Tıpkı ahirette akıllarını kullanmış sağduyulu davranmış müminlerin cennette ağırlanmaları gibi. Ama Hz.Muhammed’in@ karşısında yer almış inkarcılar / akıllarını kullanmayan / sol duyu sahibi olanlar hiç istemedikleri ölümü tekrar isteyeceklerdir. Yaptıklarının hesabını vermeyi hiç arzu etmeyeceklerdir. 13- 27- Artık sûra kuvvetle üflendiğinde, yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir tek darbe ile çarpılıp paramparça edildiğinde, işte o gün olan olur, (kıyamet o gün kopar!) O gün gök yarılır, parçalanır, çünkü o gün iyice güçten düşer. Melekler de göğün etrafındadırlar. O gün Rabbinin Arş’ını, sekiz melek taşır. O gün hesaba çekileceksiniz; en gizli işiniz (bile) gizli kalmayacak. Sicili sağ eline tutuşturulan, haykıracak: “Gelin, hepiniz gelin! Şu sicilimi okuyun! Zaten ben hesabımla karşılaşacağımı biliyordum!” der. O artık mutluluk veren bir yaşam içindedir. (Yaptıklarının) meyvelerine kolayca ulaşabileceği çok güzel ve pek kıymetli cennet bahçelerindedir. Kendilerine şöyle denilir; “Geçmiş günlerinizde yaptığınız güzel işlerden dolayı afiyetle, yiyin, için!” Sicili sol eline tutuşturulana gelince; (o) “Eyvah!” diye feryad edecek, “Keşke sicilim bana gösterilmeseydi, (keşke) şu hesabımı görmemiş olsaydım! Keşke bu (ölümüm) benim sonum olsaydı!” (Hakka Suresi 13-27) Nasıl ki ahiretteki Yüce Mahkemede hesaba çekilen inkarcı zalimler suçluluğu kesinleştikten sonra bu dünyada iken sahip olduğu mal, servet, makam ve iktidarının kendisine fayda vermediğine tanık olacak ve tutuklanıp elleri bağlanacak ve zincirlere vurulup cehennem azabına atılacak ise Hz.Muhammed’in@ Başkanlığındaki Medine İslam Cumhuriyetine yenilecek Mekke’nin müşrik kodamanları da iman etmedikleri takdirde ya sürgün edilecekler, ya ölümle cezalandırılarak azaba duçar edileceklerdir. Onların ne malları ne servetleri ve ne iktidarları kendilerine bir fayda sağlamayacaktır. Zira tüm zalim nankörler bu tür muameleyi hem ahirette hem de bu dünya da hak ediyorlar. Onların bu dünya hayatında yaptıkları yanlarına bırakılacak türden değildir. Onlar ilahi değerleri tanımıyorlardı, Allah’a inanmıyorlardı, fakirleri doyurmayı istemedikleri gibi başkalarının yardımına da engel oluyorlardı, onların hiçbir erdemli işleri yoktu. Şimdi onların burada ellerinden tutacak ve onlara yardım edecek hiçbir dostları olmayacağı gibi onların burada ki yiyecekleri pislikten başka bir şey olmayacaktır. Devrildikten sonra Mekke’nin azgın inkarcılarına kimse sahip çıkmayacak ve onların çok zor bir geçimleri olacaktır. 28-39- “Servetim, malım bana fayda etmedi! Bütün gücüm, iktidarım yok oldu gitti!” der. (Ona denilir ki) “Tutun bağlayın onu, kelepçeleyin! Sonra da onu cehenneme fırlatın. Onu, yetmiş arşın uzunluğundaki zincire vurun!” Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı. Çünkü o, fakiri doyurmayı teşvik etmezdi. Bugün artık burada O’nun ne bir dostu var. Ne de pislikten başka bir yiyeceği. Onu, suçlulardan başkası yemez. Evet! Görebildiğiniz her şeyi tanıklığa çağıracağım, bütün göremediklerinizi de! (Hakka Suresi 28-39) Bütün bunlar gerçekleşecektir. Bu okunanlar hayal aleminde gezen bir şairin sözü değildir. Bunlar atıp tutan bir kâhinin sözü de değildir. Bu vaatler Kerim bir elçinin ağzından çıkmaktadır. O da bu sözleri ve vaatleri kendiliğinden uydurmamakta, Alemlerin Rabbinden almaktadır. Zaten kendisi uydursaydı şimdiye kadar hiçbir gücü kuvveti kalmaz, perişan olur, öldürülür ve bir kenara atılırdı. Fakat O Allah’ın korumasında ve kendisine vaad edilen de adım adım gerçekleşmektedir. O Allah’ın yardım ve inayeti sayesinde imkansızı başarmaktadır. Onun söylediği şeyler mutlak hakikatlerdir. Bunları neden düşünmüyorsunuz? Şayet biraz erdemli olsanız bunları düşünürdünüz ve bu uyarıları dikkate alırdınız. Bu dünya ve ahirette başına gelebileceklerden kendini korumak isteyen takvalı kimseler bu uyarılara kulak vermektedirler. 40-52-Bu Kur’an, pek kerim bir Resulün sözüdür. O, bir şairin sözü değildir, Ne kadar az inanıyorsunuz.! O bir kâhinin sözü de değil! Ne kadar az düşünüyorsunuz! O, Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Eğer o Resul bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onun gücünü kuvvetini alır ve sonra da onun şah damarını keserdik. Sizden kimse de buna mâni olamazdı. Şüphesiz o muttakiler için bir öğüt ve uyarıdır. Elbette sizden bazılarının Peygamberi “yalancı” saydığını biliriz. Ama bu reddediş o kâfirler için büyük bir pişmanlık olacaktır, çünkü o, mutlak hakikattir! O halde, (ey şanlı Elçi)! Haydi sen de Rabbinin yüce adını zikret! (Hakka Suresi 40-52)

  • Bölüm 12:Boykot Kararı | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 12 BOYKOT KARARI Miladi 616- 617 yıllarıdır. Peygamberimizin hareketi, 6. yılına kadar birçok badire atlatmış ancak sonunda Mekke müşrik yöneticilerinin boykotu ile yüzyüze gelmiştir. Boykot sürecine kadar yaşanan her türlü baskı, işkence ve şiddet Hz.Muhammed’in @ hareketini durduramamıştır. Peygamberimiz her seferinde bir çıkış yolu bulmuştur. Kimsesiz ve yoksullara yapılan şiddet daha sonra aşiret mensubu olan müminlere yönelince çözüm olarak Habeşistan’a göç edilmiştir. Habeşistan’a göç edenlerin bu ülkede tutunmaları Mekkelilerden arafta / kararsız olanlarının cesaretlenmelerine neden olmuştu. Bu durum hareketin uluslararası desteğe kavuşmuş olmasını da beraberinde getirmişti. Mekke müşrik elitleri boykot tehditlerini defalarca yinelemiş olmalarına rağmen bir türlü uygulama ortamı bulamamışlardı. Zira kendi sakinlerinden olan kimselere boykot uygulamak Kabe’nin kuruluş statüsüne ve ilkelerine aykırı idi. Mekke’yi büyüten ve geliştiren en önemli sebep Kabe nedeniyle bölgenin “harem” yani “serbest bölge” olmasından kaynaklanıyordu. Harem bölgeye sığınan her kim olursa olsun emniyette olup dokunulmazken iyilik, doğruluk ve adalet isteyen kimseleri bir takım yaşamsal imkanlardan mahrum etmek bölgenin “haremlik / serbest bölgelik” statüsüne aykırıydı. Diğer taraftan tevhidi hareketin Habeşistan hicreti ile uluslararası desteğe kavuşması nedeniyle boykotun uygulanması zora girmişti. Zira Habeşistan’ın desteği demek Mısır’ın ve Bizans’ın desteği demekti. Hatta Arap yarımadasındaki ehli kitap kabilelerin desteğini de arkaya almak demekti. Bu destek nedeniyle Mekke Yönetimi çok zor duruma düşmüş oluyordu. Ayrıca bunların desteğini almak için Mekke’deki gelişmeleri edebi bir dille anlatan surelerin Cenab-ı Hakk tarafından inzal edilmesi ve bunların çevre topluluklara iletilmesi Mekke müşrik yöneticilerini zor durumda bırakıyordu. Mekke müşrikleri elitleri Hz.Muhammed’in @ hareketini serbest bırakmayı ve şayet bu hareket Mekke dışındaki Arap kabilelerini tevhid etmeyi başarırsa bu başarıya ortak olacaklarını bile gündemlerine getirmişlerdi. Fakat tam o sıralarda Arap yarımadasının çevresindeki başka gelişmeler durumu Mekke müşrik elitlerinin lehine çevirdi. Sasani / İran Kralı 2.Hüsrevin Bizans’a karşı peş peşe kazandığı zaferler ile Mekke müşrikleri dengenin kendi lehlerine döndüğünün haberlerini aldılar. Böylece onlar Hz.Muhammed’e @ ve müminlere boykot uygulama konusunda aradıkları fırsatı Sasani / İran kralı 2. Hüsrev’in yayılma hareketiyle yakaladılar. İran kralı 2. Hüsrev çok kısa zamanda Suriye ve Filistin’i işgal etmişti. Aynı yıl içerisinde Mısır’ı da zaptetti. Hz.Muhammed’in @ hareketi ehli kitap olan ülke ve kabilelerce desteklenirken birden dengelerin değişmesi Mekke müşrik yöneticilerine ümit verdi. Zira onlar bu gelişme ile üzerlerine yapılan diplomatik ve siyasi baskıyı tolere edebilecek bir vasatı elde ettiler. Hatta kendilerini şirk ideolojisi açısından İran / Sasani şirk ideolojisine daha yakın buldukları için bu gelişmeleri kendi lehlerine çevirebileceklerinden boykot uygulama konusunda cesaretleri de arttı. Dahası bu gelişmeler, boykot uygulanmasına karşı çıkacak kabileleri ve mele’ topluluklarını ikna etmek için gerekçe bile oluşturmaktaydı. Zira Sasani / İran Mekke’ye Bizans’ın egemen olmasına asla razı olmazdı. Sasani / İran’ın Bizans’ı yenerek Arap yarımadasını kuzeyden kuşatmış olması onların yeni hedefinin Mekke olmasına hiçbir mâni kalmamıştı. Şayet onlar Mekke üzerine yürüyecek olurlarsa Bizans ve Habeşistan’dan bir yardımın gelmesi mümkün gözükmüyordu. Bunun tek yolu Hz.Muhammed’in @ hareketinin üzerine çullanmak ve hareketi bitirerek bu bölgede ehli kitabın etkinliğinin olmadığını Sasani / İran yönetimine göstermekti. Mekke müşrik elebaşıları için bu gerekçe bile Hz.Muhammed’e @ ve müminlere boykot uygulamaya diğer kabileleri razı etme hususunda tek başına yeterliydi. Aynı zamanda bu durum onlara oldukça büyük siyasi bir güç vermişti. Hatta Arap yarımadasındaki ehli kitap kabilelerden bazıları bile Hz.Muhammed’in @ hareketi için verdikleri desteklerini çekerek Mekke müşriklerine siyasi baskı uygulamaya son vermişlerdi. Darün Nedve Ebu Cehil’in önderliğinde toplandı ve boykotu görüştüler. Daha önce gündeme geldiği zaman boykota razı olmayan mele’ topluluğu / ihtiyarlar heyeti ve bazı kabile reisleri yeni gelişmeler nedeniyle boykot teklifine karşı duramadılar. Toplantıdan Haşimoğullarına ve müminlere boykot uygulanması kararı çıktı. Boykot kararı Haşimoğulları dışında diğer Mekke ve çevresindeki kabilelerin onayladığı bir sözleşme metni haline getirilip Kabe’nin içine asıldı ve kararlar Mekkelilere ilan edildi. Böylece Mekke müşrik yönetimi, peygamberimizin hareketini iyice zayıflatmak / yok etmek için boykotu başlatmış oldu. Boykot kararı uyarınca Haşimoğulları ve diğer kabilelerden olan müminler muhasara altına alınacak, onlara karantina uygulanacaktır. Onlarla hiçbir ticari ve sosyal ilişki içerisinde bulunulmayacaktır. Tam bir tecrit yapılacaktır. Müminler ve Haşimoğulları uğradıkları boykot nedeniyle şaşkın, üzgün ve endişelidirler. Onlar durumun kötüye gitmesinin hikmetini anlamaya çalışmaktadırlar. Cenab-ı Hak onlara yardımcı olmak için içine düşülen bu durumun hikmetini Kehf suresinde anlatılan kıssalar ile özetle şöyle anlatır; “Sizin hareketiniz henüz olgunlaşmadı, yeterince güç, kuvvet ve donanıma sahip değilsiniz. Bu nedenle iktidara gelmeniz halinde iç ve dış tehdit ve saldırılara karşı koyamazsınız. Bu tehditler karşısında hemen yenilirsiniz ve yok edilirsiniz. Tevhidi hareketin egemenliği için iç tehditleri bertaraf edebilirsiniz fakat özellikle dış tehditlerin ortadan kaldırılması veya zayıflaması gereklidir. Sizler bu süreç içerisinde zorlu koşullar altında mücadele ederek yetişecek, güçlenecek ve yeterli donanıma sahip olacaksınız. Daha sonra mücadele edeceksiniz ve sonunda iç egemenliği sağladıktan sonra dışarıya açılacak ve bu davayı dünyanın en ücra köşelerine kadar taşıyacaksınız. Bu atılımı ve fütühatı gerçekleştirecek kadroların yetişmesi ve olgunlaşması için boykotu bir fırsat olarak telakki edin.” Artık bu boykotla müminlerin yetişme, olgunlaşma sürecine girilecektir. Bu süreçte neler yapılacağı hususunda Cenab-ı Hak rehberlik yapacaktır. Müminlerin yapacağı sadece O’nun rehberliği çerçevesinde hareket etmek olacaktır. Cenab-ı Hak, gelecek için nasıl hazırlanılması gerektiğinin ip uçlarını Kehf Suresinde “MAĞARA ARKADAŞLARI / ASHAB-I KEHF” kıssası ile peygamberimize inzal eder. Mekke müşrik yönetimi boykot kararını alıp uygulamaya koyması üzerine Hz.Muhammed’i @, Haşimoğullarını ve müminleri zorlu günler beklemektedir. Cenab-ı Mevla Kehf Suresin ilk ayetlerinde Hz.Muhammed’in @ ve müminlerin boykot nedeniyle içine düştükleri haleti ruhiyeyi anlatır. Bu ilk ayetlerde üstünlüğün, yüceliğin ve yönelimin (hamd) Allah’a ait olduğunu ve olacağını bildirir. Zira O bu topluma böyle giderse geleceklerinin şiddetli bir yıkım ve azap olduğunu, şayet durumlarını değiştirip ıslah edici /güzel / erdemli eylemlerde bulunacak olurlarsa ebedi mutluluk içerisinde yaşayacak ödülleri olacağını bildirmek için Kitap indirmiştir. Hem o kitap ile gelen mesaj son derece isabetli sosyolojik yasalar içermekte ve getirdiği paradigma, hüküm, öğreti ve vizyon açısından asla hiçbir çelişki ve tutarsızlık barındırmamaktadır. Halbuki Mekke müşrikleri ise meleklerin Allah’ın kızları olduğu tezine oturtarak melekler için putlardan temsillere ve onlar adına hareket eden rahiplerden oluşan bir şirk yönetimi icat etmişlerdir. Onların bu tür görüş ve tezlere oturan sistemleri yalana ve aldatmaya dayalı bir sistemdir. Sistemlerinin bu temel paradigması konusunda hiçbir delilleri yoktur. Tamamen uydurmadır. Dahası onlar Allah’ın evlat edinmesi iddiaları son derece çirkin, cahilce, mesnetsiz, mantıksız ve haddi aşan bir iddiadır. Buna rağmen Mekke müşrik halkı asılsız ve cahilce düşüncelerin peşinden gitmeyi bırakıp delilli, ispatlı ve mantıklı bir düşünceye gelmemektedir. Ayrıca ehli kitap olan topluluklar yani “Allah çocuk edindi” diyen topluluklar Sasani / İran tehdidinden korkarak müşriklerin yanında yer almakta ya da en azından desteklerini çekmektedirler. Bu durum Hz.Muhammed’i @ son derece müteessir etmektedir. Cenab-ı Hak ise elçisini bu ilk ayetlerle teselli ederken hayatın bir sınav olduğunu ve onların yanlış yapma konusunda serbest bırakıldığını bildirirken onların göz göre göre bu yanlış tercihleri nedeniyle kendini harap etmemesini de ifade eder. Rahman Rahîm Allah Adına 1- 8 – Hamd (tüm övgüler, üstünlükler ve yönelimler), katından şiddetli azaba karşı uyarmak, ıslah edici eylemlerde bulunan müminlere içinde sonsuz dek kalacakları güzel bir mükafat bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna Kitabı indiren ve onda (kitapta) hiçbir tutarsızlığa yer vermeyen Allah içindir. Ne kendilerinin ve ne de atalarının buna dair bilgileri vardır. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar. Onlar bu söze, Kur’an’a inanmazlarsa, onların peşinde, üzüntüden kendini mi harap edeceksin? Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri onların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık. (Bununla beraber) biz mutlaka oradaki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız. (Kehf Suresi 1-8) 12.1. Ebu Talip Tepesindeki Muhasara / Hapis / Boykot: Boykot kararını içeren belge Kabe’ye asıldıktan sonra boykot hükümleri uygulanmaya başladı. Haşimoğulları Ebu Talip tepesine sığındılar. Bütün Haşimoğullarına ve müminlerin sığınması için yeterli olmasa da bu tepede Ebu Talip’in kendi mülkü olan bir yaşam mekânı vardı. Bu yaşam mekânında mesken bulamayanlar da tepede bulunan mağara ve oyuklara sığındılar. Tıpkı Kehf Suresindeki mümin gençlerin ([1] ) mağaraya sığınmaları gibi onlar da Ebu Talip tepesindeki mağara ve oyuklara girip inançları uğruna zorluklara göğüs geriyorlardı. Boykot hükümlerine göre muhasara altında olanlara hiçbir şekilde yiyecek, içecek, giyecek, mal / mülk satılmayacak ve onlardan bir şey satın alınmayacaktı. Yine müminlerle ve Haşimoğulları ile hiçbir şekilde evlilik ilişkisine girilmeyecek, ticari ve sosyal hayata girmelerine izin verilmeyecekti. Tıpkı Ashab-ı Kehf olarak bilinen mümin gençlerin kulaklarının vurulması / dünya ile irtibatlarının kesilmesi metaforunda olduğu üzere Hz.Muhammed’in @ ve müminlerin de dünya ile irtibatları kesilecek, tecrit edilecekler ve tam bir muhasara uygulaması yapılacaktır. Nasıl ki Ashab-ı Kehf çekildikleri mağarada uzun yıllar boyu dış dünyayla irtibatlarını kesmişler ve mağarada oluşturdukları manastırda eğitim çalışmalarında bulunmuşlar ise müminler de tecrit altına alındıkları Ebu Talip tepesindeki mağaralarda eğitim faaliyeti yaparak kadrolarını yetiştireceklerdi. Cenab-ı Hak, elçisine Ashab-ı Kehf’in ve Kitabede adı yazılı kişilerin hikayelerinin şaşılacak bir ayet olmadığını bildirirken Ebu Talip tepesindeki mağaralara sığınan müminlerin içine düştükleri durumun onların yaşamları ile hemen hemen aynısı olduğuna bir atıf olarak bakılmasını bildirmiş olur. Şayet Ashab-ı Kehf kıssası doğru anlaşılacak olursa Mekke müşriklerinin kendilerine uyguladıkları bu muhasaranın da tevhit hareketi mensuplarının olgunlaşması için bir fırsata dönüşeceğine vurgu yapılır. 9 -11- Yoksa sen, Kehf /Büyük Mağara ve Rakim Ashabını / Kitabedeki adı yazılı kişileri şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? (Hayır şaşırma!) Hani bir zaman O yiğit gençler, mağara’ya sığınınca: “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve şu işimizde / hareketimizde bizim reşid olmamızı / olgunlaşmamızı sağla” dediler. Böylece Biz de, onların kulaklarını yıllarca (dış dünyaya) kapalı tuttuk. (Kehf Suresi 9-11) 12.2. Muhasara / Hapis Ortamının Medreseye / Eğitim Kampına Dönüştürülmesi Belli bir alanda bir nevi hapsedilen müminler yaşam için gerekli ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar ve nasıl bir yaşam sürdüreceklerdi? Boykota maruz kalmış bu insanlar ne yiyecekler ne içeceklerdi? Boykot öncesi yapageldikleri ticaretleri, sanatları, bir yığın işleri varken şimdi hapisteydiler. Belki bir hücrede değillerdi ama dış dünyaya kapalı bir yaşam sürdürmek zorunda idiler. Tıpkı mülteciler gibi belirli bir alanda yaşamlarını sürdürecek olan müminler şimdi ne yapacaklardı? Neyle meşgul olacaklardı? Boykot sürecinde müminlerin yaşamları için zorunlu olan yiyecek ve içecek malzemeleri boykota taraftar olmayan ve Haşimoğulları ile akrabalık bağları olan kabile mensupları ile müminlerin mensup oldukları kabilelerin bazı fertleri tarafından gizli gizli tedarik ediliyordu. Fakat boykotu destekleyen Ebu Cehil ve avanesi boykottakilere yardım edilmesine şiddetle karşı çıkıyorlardı. Boykota maruz kalan müminler her ne kadar açlıktan kuru deri parçaları ve ağaç kabukları bile yemiş olsalar da bu boykot nedeniyle açlıktan herhangi bir ölüm rivayeti bulunmamaktadır. Sonuçta müminlerin üç yıllık boykot süresince yarı günü aç yarı günü tok da olsa yaşamları için gerekli olan gıda maddeleri bir şekilde muhasara altındakilere ulaşıyordu. Hz.Muhammed @, olumsuz görünen bu durumu avantaja dönüştürdü. Zira Darül Erkamda geceleri “teheccüd namazı” olarak yapılan Kur’an okuma, ezberleme ya da tevhidi dünya görüşü üzerine eğitim çalışması gün içerisindeki yoğun çalışma ve/veya alış veriş temposu ve uzun ticari yolculuklar nedeniyle aksıyordu ve sadece geceleri verilen ders yeterli olmuyordu. Cenab-ı Hakk’ın ilahi ikramı olarak Hz.Muhammed’e @ ihsan ettiği bilgi, beceri ve deneyimlerini müminlere de aktarması ve böylece onların da bu imkan ve kabiliyetlerle donanması, onların da olgunlaşmaları için önlerindeki en büyük engel olan geçim meşgaleleri ortadan kalkmıştı. Özellikle gençleri yetiştirmek, eğitmek ve geleceğe hazırlamak için bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekiyordu. Bu sebeple içine düşülen bu durumun şaşkınlık ve ne yapacağını bilmezlikle değerlendirilmesi uygun değildi. Boykota maruz kalanların ortamı tıpkı bir çalışma/ eğitim kampı gibiydi. Dünyevi ihtiyaçlar için çalışıp çabalamak, sosyal ilişkiler, sosyal hizmetler gibi günün tamamını işgal eden faaliyetler artık yoktu. Sadece zaruri ferdi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kalan zaman tamamen eğitime, olgunlaşmaya, bilgi-beceri kazanmaya ve tecrübelerin aktarılmasına ayrılabilirdi. Toplumun sorunları üzerinde kafa yorulabilir ve bu sorunların çözümüne yönelik projeler geliştirilebilirdi. Bu nedenle Cenab- Hak, Hz. Muhammed’e boykot / muhasara altına alınan müminleri ve özellikle de gençleri (sınırlı sayıda kişiyi) nasıl yetiştirmesi gerektiğini anlatmak için Ashab-ı Kehf ve Rakim ashabının / kitabede adı yazılı şahısların başından geçen hadiseyi kıssalaştırarak anlatır. Böylece Hz.Muhammed @ Kehf Suresinde anlatılan Ashab-ı Kehf kıssasındaki yönlendirme ile mümin gençleri yetiştirdi. Yetiştirilen bu kişiler arasından bazıları (Mus’ab bin Umeyr gibi) kalpleri imanla pekişerek kabileci şirk sistemini inkâr edip mevcut statükoya başkaldırma, kavim / kabilelerinden ayrılma ve sadece Allah’a güvenme hususunda kendilerini ispat etmiş kişilerdi. (Kehf / Rakim ashabından kinaye) Hz.Muhammed @ sığındıkları Ebu Talip tepesindeki mağaralarda kurduğu akademisinde bu gençlere kendi tecrübe, birikim ve bilgisini boykot / muhasara süresince (yaklaşık üç yıl) aktardı. Onlara gece gündüz ders verdi ve onları gerekli donanıma kavuşturdu. 12-16- Sonra da onları geri (aktif dünya hayatına) gönderdik / dirilttik / uyandırdık ki geçip giden süreci iki guruptan hangisinin daha iyi değerlendirdiğini seçip ortaya çıkaralım. Biz sana onların haberlerini sahih bir amaca uygun olarak / bütün gerçekliğiyle/ aslına uygun olarak / gerçek halini kıssalaştıracağız / hisse çıkaracak hale getirip aktaracağız. Şüphesiz onlar, Rablerine iman etmiş birkaç genç yiğitler idi. Biz de onların hidayetlerini arttırmış ve kalplerini pekiştirmiştik. Onlar başkaldırdıklarında (aralarında) şöyle konuşmuşlardı: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir! Asla, O’nu bırakıp da ilah olarak başkalarına yalvarıp yakarmayız, Doğrusu eğer öyle yaparsak asıl o zaman haktan uzaklaşıp haddi aşmış oluruz. Oysa şu bizim kavmimiz, inançlarını destekleyen açık ve akla uygun bir delil getiremedikleri halde O’ndan başka varlıkları tanrı ediniyorlar: Allah hakkında yalan uyduran kimseden daha zalim kim olabilir?” Şimdi “Mademki siz, onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde o büyük mağaraya sığının ki, rabbiniz size rahmetinden bir pay versin ve sizi işiniz / hareketiniz için ihtiyaç duyduğunuz (maddi- manevi) donanıma sahip kılsın.” (Kehf Suresi 12-16) 12.3. Eğitim Kampındaki Çalışma Metodu Hz.Muhammed @ boykot süresince vereceği eğitimde müminlere İlahi Öğreti ile bakış açısı kazandıracaktı. Onlar tıpkı Kehf / rakim ashabından olan gençler gibi Ebu Talip tepesinde sığındıkları mağaralarda toplumsal sorunları Kur’an’ın verdiği bakış açısı ile değerlendirmeyi ve bu sorunlara çözüm üretmeyi öğreneceklerdi. Böylece onlar Kur’an / ilahi öğreti perspektifi ile toplumsal sorunlara en uygun ve en güzel çözümler getirmeyi öğreneceklerdi. Tıpkı Ashab-ı Kehf’in üzerine güneşin doğması ve onların mağaralarında sağ yana yönelmesi metaforunda olduğu gibi boykotta eğitilecek müminler de Kur’an güneşi üzerlerine doğacak, nazil olan surelerin nuruyla aydınlanacaklar ve toplumsal sorunlara sağdan / doğrudan / sağduyudan / en doğru ve en güzel olandan yana çözümler getirmeye yönelik bakış açısı kazanacaklardı. Diğer taraftan tıpkı Ashab-ı Kehf kıssasında olduğu gibi güneşin battığı zamanda mağara sakinlerinin sol tarafa yönelmeleri metaforundan hareketle boykottaki müminlere de Kur’an Güneşi / ilahi öğreti olmaksızın yapılan çözümlemelerde batıl / sol / yanlış çözümlere ya da çözümsüzlüğe gidileceği öğretilecekti. Fakat gençlerin bu değerlendirme ve çözümlemelerde çok geniş bir alanda hareket imkanına sahip oldukları Ashab-ı Kehf’in mağaranın geniş boşluğunda olmaları metaforu ile anlatılacaktı. Yani çözüm üretirken Kur’an, onlara çok geniş bir serbestlik / perspektif sunmaktaydı. Böylece Hz.Muhammed’in @ eğiteceği bu gençler çok geniş, serbest ve özgür bir düşünce alanına sahip olacaklardı. Onlara toplumsal proje ve çözüm üretirlerken düşüncelerini sınırlayan putlar / idoller / ikonlar ve gelenekler gibi dar kalıplardan sıyrılmaları gerektiği öğretilecekti. 17- Sen, Güneş / Kur’an doğduğu zaman (olaylara /sorunlara Kur’an güneşi/ ışığı ile bakıldığı zaman) onların o mağaralarından sağ yana yöneldiğini /doğru çözüm üretildiğini/ hakka, doğruya ulaştıklarını, battığı zaman da (olayları / sorunları değerlendirmek için Kur’an güneşi / ışığı olmadığı zaman) ise onların sol yanından kesip geçtiğini / yanlışlığa / sapıklığa / batıla ulaştıklarını göreceksin. Kendileri de ondan geniş bir boşluktadırlar. (Sorunları / olayları değerlendirmek, çözümler üretmek için insana çok geniş bir alan / serbesti vardır.) Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah kime kılavuzluk ettiyse artık o, doğruyu bulmuştur. Ama kimi de sapıklığa terk ederse, artık sen ona yol gösteren bir dost, bir mürşit asla bulamazsın. (Kehf Suresi 17) 12.4. Eğitim Kampındaki Çalışma Temposu Hz.Muhammed’in @ eğiteceği bu gençler öylesine yetiştirileceklerdi ki günümüz ifadesi ile “zıpkın gibi” delikanlı olacaklardı. Çok ağır bir sorumluluğu üstlenecek olan bu gençlerin sorumluluklarını yerine getirmeleri için yeterli donanıma sahip olmaları gerekiyordu. Nasıl ki Ashabı Kehf gençleri uyudukları zamanda bile daima teyakkuz halinde idiler ve dışarıdan bakan kimseler onları uyanık sanacak ölçüde müteyakkızdılar. (Belki de ayakta, oturarak ve çok az bir süreliğine kendilerinden geçecek şekilde uyurlardı.) Aynen öyle de Hz. Muhammed’in @ yetiştireceği gençlerin de daimi bir teyakkuz içerisinde olmaları gerekiyordu. Onlar da uykularından son derece ferağat edeceklerdi. Onlar da çok çok az uyuyacaklar ve/veya uykuları uyuklama şeklinde olacaktı. Kendilerini yetiştirmeye öylesine adayacaklardı ki kendilerinden geçercesine çalışacaklardı. Mağara içerisinde bir sağa bir sola volta atarken öğrendiklerini tekrar edecekler ve kendi aralarında tartışacaklardı. Onların eğitilmelerini şöyle değerlendirmek de mümkündür; Mekke müşriklerine ve çevre topluluklara göre tevhidi hareket kontrol altına alınmış gözükmektedir. Artık bir daha bellerini doğrultamaz diye inanılmaktadır. Hazır onlar da bu kanıya varmışken geleceğin kadroları yetiştirilecek ancak kimseye hissettirilmeyecekti. Onlar toplum içerisinde yaşayacaklar ve sağa sola koşturacaklar ve normal hayat yaşıyorlarmış gibi görüneceklerdi. Yani tevhidi hareket olarak uykuda imiş gibi görünecekler ama aslında son derece yoğun bir şekilde çalışacaklardı. Mekanları ayrı olduğu için onlar gözden ırak olacaklar ve kimse onların çalıştıklarını fark etmeyeceklerdi. Böylece onlar tevhidi hareketin uyuyan hücreleri olacaklardı. Ne zaman Hz.Muhammed’den @ emir gelir de uyandırılırlarsa bu uyuyan hücreler harekete geçeceklerdi. Ama boykot süreci boyunca onlar uyur gözükecekler ve geleceğe hazırlanacaklardı. 18-Onlar uykuda oldukları halde bile sen onları uyanık sanırdın. Ve Biz onları sağ yana ve sol yana çevirip duruyorduk. …..(Kehf Suresi 18) 12.5. Eğitim Kampının Güvenliği Diğer taraftan bu gençleri ve bunların eğitmeni olan Hz.Muhammed’i @ herhangi bir saldırıya karşı korumak amacıyla sığınılan mağaranın / dershanenin / medresenin önüne nöbetçilerin yerleştirilmesi gerektiği yine bu kıssa ile bildirildi. Ashabı Kehf’in oldukça yırtıcı ve vahşi bir niteliğe sahip nöbetçi köpekleri ön ayaklarını ileri doğru uzatmış uyurken bile her an tetikte onları beklediği bildirilerek, Hz.Muhammed’in @ de yetiştirilecek mümin gençlerin güvenliği için gerek insandan gerekse de yırtıcı köpeklerden nöbetçileri Ebu Talip tepesinin / eğitim kampının muhtelif yerlerine yerleştirmesi gerektiğine işaret edildi. Boykot süresince müminlerin haleti ruhiyeleri tıpkı Ashab-ı Kehf’in mağaraya bakan kişileri korkutup kaçıracak cinsten olacaktı. Zira onlar aşiretlerinin kendilerine yaptıkları muameleyi de bir türlü içlerine sindiremiyecekler, volta atarken haksızlığa ve zulme uğramanın verdiği can sıkıntısı, hırs, öfke ve hırçınlık yüzlerine de yansıyacaktı. Ayrıca çektikleri çile, açlık ve perişanlığın izleri de üzerlerinde olacaktı. Böylece boykot mahalline dışarıdan bakan birisi (onların üzerine peygamberimizin gelmesi metaforu) onların bu halinden son derece etkilenecek, korku ve acıma ile karışık bir ürperti ile onların yanlarına yaklaşmaya cesaret edemeyecekti. Onları izlemeye çalışacak kişinin içini bir ürperti kaplayacak ve ardına bakmadan kaçacaktı. Hz.Muhammed@ Ashab-ı Kehf kıssası ile geleceğin siyasi bilinci yüksek, muhakemesi güçlü, entelektüel, tebliğci ve operasyonel kadrolarını büyük bir gizlilik içinde ve kimsenin yaklaşamadığı bir güvenlik çemberi içinde yetiştirmesi gerektiğini öğrendi. 18-…… ………. Köpekleri ise girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmış vaziyetteydi. Eğer sen onların üzerine çıkagelseydin, içini kaplayan korku nedeniyle kesinlikle dönüp ardına bakmadan kaçardın. (Kehf Suresi 18) 12.6. Eğitim Kampının Sona Ermesi ve Eğitim Süresi konusundaki Değerlendirmeler Cenab-ı Hak, elçisine Ashab-ı Kehf kıssası ile şu hususları da bildirdi; Hiçbir boykot / muhasara ilelebet devam etmediği gibi Kureyş’in uyguladığı bu kuşatma / boykot da bir gün mutlaka sona erecektir. Müminler de bu hapis hayatından sonra yeniden dünyayla bağlantı kuracak, yeniden dünyaya döneceklerdir. Dışarıdan bakan ve/veya bu geçen zamanı faydalı olarak değerlendirememiş kişiler için asırlar gibi uzun gelen boykot yılları faydalı, amaçlı ve yoğun tempolu bir yetiştirme kampına dönüştürülmesi halinde kampa tabi tutulan kişiler için sanki bir gün ya da bir günden daha az gibi gelecektir. Zira insanların zamanın uzunluğu ya da kısalığına ilişkin değerlendirmeleri içinde yaşanılan sürede yaşanılan olayların önemine, heyecanına, sıkıntısına, sevincine vb. duygulara göre farklı farklıdır. Bu sebepten mümin gençler motive edilirken yoğun tempolu bir çalışma içerisinde olunması halinde içinde yaşamakta oldukları bu sıkıntılı sürecin çok kısa, bir nevi göz açıp kapayıncaya kadar geçeceği kıssadaki Ashab-ı Kehf gençlerinin zaman algılamaları üzerinden anlatılmıştır. Onlar mağarada uzun yıllar kalmış olmalarına rağmen mağara hayatlarının sonuna geldiklerinde geçen süre konusunda “bir gün ya da daha az” demişlerdir. Yani o kadar uzun sürenin göz açıp kapayıncaya kadar geçtiğini vurgulamışlardır. 19– İşte durum böyleyken, onları geri (aktif dünya hayatına) gönderdik / dirilttik / uyandırdık; Derken aralarında konuşmaya başladılar. İçlerinden biri: “(Burada) bu şekilde ne kadar kaldınız?” diye sordu. Diğerleri: “Bir gün ya da günün bir parçası kadar” dediler. (Onlardan tartışmaya katılan) daha başkaları ise: “Ne kadar kaldığınızı, Rabbiniz daha iyi bilir…. …..(Kehf Suresi 19) 12.7. Eğitim Kampında yapılan çalışmanın ve Eğitilen Kadroların gizli tutulması Cenab-ı Hak, elçisine Boykotun bir gün mutlaka biteceğini, müminlerin tekrar şehir hayatına döneceklerini ve elde avuçta kalan cüzi sermayeleri (gümüş para metaforu) ile sadece zaruri ihtiyaçları için alışveriş yapacaklarını aynı kıssa içerisinde bildirir. Fakat o dönem geldiğinde Mekke müşriklerine karşı çok hassas davranılması gerekeceğini de bildirir. Zira boykottan sonra Mekke’ye inip normal hayata dönüldüğünde boykot süresince sınırlı sayıda yetiştirilmiş kadrolardan asla bahsedilmemesi gerekmektedir. Onların çevre kabilelere gönderilecek siyasi / aktif / tebliğci kadrolar oldukları, tevhidi dünya görüşünün yaygınlığını sağlayacak yetişmiş kişiler oldukları hissettirilmeyecekti. Aksi takdirde onlar bu az sayıdaki kadroları ya öldürecekleri ya da kendi dinlerine döndürmeye zorlayacakları açıktı. Her şey normal seyrindeymiş gibi hayata devam edilecekti. Onlardan kimseye bahsedilmeyecekti geleceğe hazırlandığı gibi bir izlenim verilmeyecekti. 19–20.………. …………. ………..Şimdi (onu bunu bırakın) da içinizden birini, şu gümüş paralarla şehre gönderin de bir baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin. Fakat çok hassas / dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin! Çünkü eğer onlar (şehir yönetimi) sizin varlığınızı öğrenirlerse / sizin durumunuzu anlarlarsa ya sizi taşlayarak öldürürler ya da sizi kendi milletlerine / inanç sistemlerine döndürürler. O zaman da siz, ebedi olarak, asla kurtuluşa eremezsiniz.” dediler. (Kehf Suresi 19-20) 12.8. Müşriklerin Derin Planlarının İhbarı Cenab-ı Mevla, Ashab-ı Kehf olayı ile vaadinin hak olduğunu ve gerek ölümden sonra diriliş gerekse de toplumsal ölümden sonra toplumsal diriliş konusunda insanların şüphelerini gidermiştir. O aynı kıssa ile boykot / muhasara sürecinde gösterilecek sabır ve direnişin zaferle sonuçlanacağını ve vaadinin hak olduğuna herkesin şahit olacağını da bildirir. Kıssanın devamında Ashab-ı Kehf’i bulan toplumda bazı insanların Ashab-ı Kehf’in mücadelesini amacından saptırıp onların anısına kitabeler / mezar taşları / anıtsal binalar dikerek hayatlarına aynen devam etmek istemiş oldukları anlatılır. Mekke müşrikleri de boykot / muhasaraya maruz bıraktıkları Hz.Muhammed ve müminlerin hangi amaçla mücadele ettiklerini insanlara unutturup onları Ebu Talip tepesinde ölüme terk ettikten sonra onlar için anıtsal kitabeler dikmeyi planlamışlardı. Fakat gelecekte meydana gelecek gelişmelerin Mekke müşriklerinin beklentilerini karşılamayacağını ve tıpkı Ashab-ı Kehf’i bulan toplumun hidayete eren ve öbür guruba galip gelen kısmının Ashab-ı Kehf’in mücadelesinden ders alarak onların mücadelesini sürdürüp toplumda Allah’ın hakimiyetini tesis ettikleri gibi (mescid / secde / itaat merkezleri inşa etmeden kinaye olarak) Hz.Muhammed@ ve müminlerin mücadelesini idrak edecek insanların Mekke müşriklerine galip geleceklerine ve İlahi öğretiye uygun tevhit sistemini (yani mescidi / Allah’ın hakimiyetini inşa edeceklerine([2] )) kuracaklarına işaret edilir. Böylece gelecekte müminlerin iktidara mutlaka geleceğini ve Cenab-ı Hakk’ın söz verdiği zaferin mutlaka gerçekleşeceğini bildirirken Mekke müşriklerinin müminleri Ebu Talip tepesinde ölüme mahkûm edip daha sonrasında da onların anısına mezar taşları ve kitabeler dikerek onları da putlarının arasına katmayı planladıklarını da açık eder. 21 – İşte bu yöntemle onların hikayesini aktardık ki, Allah’ın vaadinin hak / gerçek olduğunu ve son saatin gelip çatacağından kuşku duyulmaması gerektiğini bilip anlasınlar. Hani o zamanlar halk aralarında işlerini tartışıyorlardı. Onlardan bir kısmı “Üstlerine bir duvar / kitabe / mezar taşı dikin.(onların gerçek konumunu) Rableri daha iyi bilir.” Onların durumuna vakıf olanlar / Düşmanlarına karşı galip gelenler ise: “Biz mutlaka onların üzerine bir mescit yapacağız!” dediler. (Kehf Suresi 21) 12.9. Eğitilen Kadroların Geleceğe Etkisi Nasıl ki Ashab-ı Kehf’den haberdar olan toplumdaki bir kısım insanlar onların mücadelelerinin büyüklüğünü örtmek ve böylece onların mücadelelerinin geleceğe yansımalarını engellemek için onları az sayıda gösteriyor ve olaydan ders almak yerine konuyu onların sayısı konusundaki belirsizliğe getiriyorsa aynı şekilde Mekke müşrikleri de boykota maruz bıraktıkları müminlerin sayısını az göstermeye ve onları önemsiz kayda değer bir çoğunluk olmadıkları izlenimi vermeye çalışacaklardır. Bu yolla müminlerin geleceğini (gaybı) taşlamak (kötülemek / öldürmek) amacındadırlar. Halbuki onlar belki o gün için az sayıda olabilirler ama mücadelelerinin büyüklüğü nedeniyle geleceğe etkileri çok fazla olacağından onların mücadelesine gelecekteki katılımcıların sayısını Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği Cenab-ı Hak tarafından elçisine iletilir. Böyle hak mücadelesi yapanlara gelecekte büyük desteğin verileceğini ve katılımların fazla olacağı hususunu az sayıda da olsa ilahi öğretiye vukufiyet sahibi olanların da bildiği ayrıca vurgulanır. Bu nedenle boykota maruz kalmış ve destansı bir direniş öyküsü yazmakta olan müminler topluluğunun azlığı / çokluğu konusunda Mekke müşrikleri ile tartışmaya girilmemesi ve onlara itibar edipte bu müminler için herhangi bir talepte bulunulmaması Hz.Muhammed’e ve müminlere tembihlenir. 22- Geleceği (gaybı) taşlayarak “Onlar, üç kişidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekleri gibi, (diğer bazıları ise) “beş kişidirler, altıncıları köpekleridir" diyecekler, (diğer bir kısmı ise) “yedi kişidirler; sekizincileri köpekleridir” diyecekler … De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında gerçek bilgiye sahip olanların sayısı çok azdır.” Bu sebeple artık onlar hakkında bilinen / zahir olanın haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında itibar edip onlardan (Mekke Müşriklerinden) bir şey isteme! (Kehf Suresi 22) 12.10. Her mücadele İlahi Sosyolojik Yasalar (Toplumsal Sünnetullah) çerçevesinde gerçekleşir Boykota maruz kalan müminler, Allah elçisinin yanında yer almanın bedelini çok ağır bir şekilde ödüyorlardı. Bu durum onlarda yanlış düşüncelere de yol açıyordu. Zira Allah’tan ve elçisinden yana tavır koymaları nedeniyle Cenab-ı Hakk’ın kendilerine destek vermesi ve çarçabuk / erken / yarın bir zafere kavuşmaları gerektiği fikri zihinlerini meşgul ediyordu. Cenab-ı Hak ise, bu fikrin yanlış olduğunu, her işin bir oluş seyri olduğunu, bu mücadelenin de ilahi kanunlarla (sosyolojik yasalarla) belirlenmiş bir oluş seyri olduğunu ve bu seyrin dışında hemen / yarın gerçekleşecek mucizevi bir oluş beklenmemesi gerektiğini elçisi şahsında müminlere öğretir. Cenab-ı Hak inzal ettiği müteakip ayetlerle tevhidi dünya görüşünün hâkim olması için yapılan mücadelede erken ve alt yapısız bir başarının talep edilmemesini emreder. Önce altyapının kurulmasını ve her mücadelenin izlemesi gereken evreleri izlemesi gerektiğini vurgular. Gerçi Kendisi dilerse bu evreleri atlayarak da mücadele zafere erişebilir. Ama normal şartlarda bunun olmayacağını bildirir. Bu nedenle insanlar her işi mutlaka Cenab-ı Hakk’ın evrene koyduğu yasalar çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışılmalıdırlar. Şayet bu noktada işin oluş seyrinin gereği unutulursa yani acele nedeniyle normal yolun dışına çıkılacak olunursa hemen Rabbin hatırlanması ve yapılacak işin ilmi, yolu, yordamı, usul ve esaslarının öğrenilmesinin O’ndan talep edileceği ve başarının yine O’ndan niyaz edileceği bildirilir. Şöyle ki; “Yapılacak iş ve eylemleri açıkça söyleme, gizliliğe riayet et! Özellikle de yapacağın eylemler için vakit verme! Tarih vererek söylediğin eylemler için müşriklerin bu eylemler konusunda karşı tedbir almasının önüne geç! Sana önerilen ya da sorulan işler konusunda da tarih verme! Tedbirli davran! Yapacağın işleri yapacağını ama Allah izin verdiği / dilediği zamanda yapacağını söyleyerek onların tedbir almalarına engel ol!” Dahası Cenab-ı Hak elçisinin şahsında müminlere şunları da öğretir; “Yapılacak eylemlerde Allah yokmuş gibi davranılmayacak. Her işte Allah’ın müdahil olduğu hesaba katılacak ve O’nun izni talep edilecek. Çünkü yarının ne getireceğini O’ndan başka kimse bilemez.” 23-24-Hiçbir şey için, “Ben bu işi yarın kesinlikle yapacağım” deme. Ancak “Allah dilerse” de. Bunu terk ettiğin / unuttuğun vakit hemen Rabbini hatırla ve de ki “Umarım Rabbim beni, bundan daha yakın / üstün bir bilgi ve bilinç düzeyine / başarıya eriştirir.” (Kehf Suresi 23-24) 12.11. Allah’ın Vaad Ettiği Zaferin Tarihlendirilmesi Nasıl ki Ashab-ı Kehf’ten sonra onların mücadelelerini önemsizleştirmek ve amacından saptırmak isteyen toplumdaki bazı kesimler, onların mağarada kalış süreleri üzerinde spekülasyon yaparak üç asır ya da üç asır artı dokuz yıl şeklinde tartışmalar geliştirdilerse aynı şekilde Mekke müşrikleri de boykot / muhasara ettikleri müminlerin mücadelelerini basitleştirip önemsiz göstermek için onların bu şekilde muhasara altında asırlarca tutulacağını iddia ediyorlardı. Onların bu muhasaradan / boykottan asla çıkamayacaklarını iddia ediyorlardı. Cenab-ı Hak, bu durumu anlattıktan sonra elçisine yerlerin ve göklerin geleceği kendisinin bildiğini ve kimsenin kendi hakimiyetini kurmasına engel olamayacağını ve müminlere sadece kendisinin yardım edeceğini (veli olduğunu) eninde sonunda müminlerin ilahi öğretiye dayalı sistemi tesis edeceğini müjdeler. Ve gerçekten de Cenab- Mevla’nın bu müjdesi, üç asra bedel bir üç yıllık sıkı eğitim kampı / zorunlu hapis ve bu süreye ilave olarak 9 yıllık Medine İslam Cumhuriyeti’nin mücadesi sonunda tecelli edecektir. ([3] ) Boykotun sona ermesinden sonra hem Mekke’de hem de uluslararası çevrede durum / şartlar tıpkı mağaraya sığınan gençlerde olduğu gibi müminler lehine değişmeye başlayacaktır. Bu kıssa ile birgün bu hapis hayatından kurtulacakları diğer bir ifadeyle uykudan uyanacakları ve gösterdikleri çabaların sonucu bambaşka bir aleme uyanacakları müjdelenir. Cenab-ı Hak bu süreçte zamanı müminlerin lehine çevireceğini bildirir ve başlarına gelene sabırla direnmeleri çağrısında bulunur. Geleceğin müjdelerle dolu olduğunu anlatır. 25-26- Onlar mağaralarında üç asır kaldılar ve dokuz da ilave ettiler. De ki: “Allah, onların ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir.” Göklerin ve yerin gaybı yalnızca O’nun içindir. O, ne güzel görür, O ne güzel işitir! Onlar için, O’ndan başka bir veli (yardım eden, yol gösteren, koruyan / yöneten) yoktur. O (Allah), kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez. (Kehf Suresi 25-26) Bu müjdeyi verdikten sonra Cenab-ı Hak, elçisine kendisine bildirildiği şekilde hareket etmesini ve müminlerle birlikte sabırla direnmesi gerektiğini bildirir. Boykot nedeniyle maddi imkânsızlık, yoksulluk ve açlık yaşanacağını ama bunları göğüslemesi gerektiğini belirtir. Ebu Cehil gibi nefsinin arzusuna uyan, işi aşırılık olan kişilere asla boyun eğmemesini emreder. 27- 31- Sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku / izle! Rabbinin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O’ndan başka bir sığınak da bulamazsın. Sabah-Akşam / Daima Rablerinin rızasını isteyerek O’na yalvaran kişiler ile beraber kendini sabreden biri kıl. Dünya hayatının ziynetini / servetini arzu ederek sakın onlardan gözlerini ayırma. Bizim öğretimizden / zikrimizden nefret eden, nefsinin arzusuna uymuş ve işi de aşırılık olan kimseye asla itaat etme. Ve de ki: “O hak olan öğreti, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Şayet yağmur isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Ve kötü bir sondur! Şüphesiz iman eden ve ıslah edici işler yapanlar; şüphe yok ki Biz, işi güzel yapanların mükafatını kaybetmeyiz. İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel mükafattır! Ve ne güzel bir sondur! (Kehf Suresi 27-31) [1] ) NOT: Ashab-ı Kehf olarak bilinen gençler, Yahudi kaynaklarda “kumran Cemaati” olarak bilinen ve eğitim yapmak üzere ıssız mağara ve vadilere çekilen mü’minlerdir. Bu olay daha sonra Hristiyan kaynaklarda yüzyıllarca uyuyan mü’min gençler metaforuna büründürülmüştür. Bunların bugün için mevcut rejimlere muhalif olan hareketlerin / yapıların uyuyan hücrelerine benzediği şeklinde okumamız da mümkündür. (A.A) [2] ) NOT: Nitekim bunu mescidi nebeviyi inşa ederek gerçekleştirmişlerdir. (A.A) [3] ) NOT: Müminler Allah’ın yardımıyla M 617 yılında başlayan ve üç yıl süren bir boykotu müteakiben 9 yıllık bir mücadele sonunda Ocak- M 630 yılında Mekke’yi fethetmişlerdir. Böylece Allah’ın hakimiyeti / iktidarı Mekke’de gerçekleşmiştir. 12.12. Boykota İştirak Eden Mekke’nin Zenginlerinin Uyarılmaları Boykot sırasında müminler sıkıntı içerisinde iken Velid b. Muğire gibi Mekke’nin müşrik ileri gelenleri müreffeh bir hayat yaşayacaklardı. Onların Ebu Cehil’in boykot çağrısına iştirak etmelerinin nedeni piyasadaki rakiplerden birisinin piyasadan çekilmesi, onların da piyasaya egemen olmaları ve servetlerini katlamaları demekti. Diğer taraftan şayet boykota iştirak etmezlerse bu kez sahip oldukları zenginlik ve servetlerini kaybetme tehlikesi vardı. Her ne kadar onlar bu durumu servetlerini katlamak için bir fırsat olarak görseler de bunun gelecekte kendilerine faturasının ağır olacağını göstermek gerekiyordu. Zira gerek kendi kabilesindeki kişiler gerekse diğer kabileler bunu utanmaları gereken büyük bir ayıp olarak anlatacak ve yüzlerine vuracaktı. Ayrıca Cenab-ı Hak onların Ebu Cehil’in kuyruğuna takılarak böyle yanlış işler içerisinde olmalarının karşılıksız kalmayacağını zengin ve yoksul iki adamın öyküsünü konu alan bir kıssa inzal ederek bildirir. Velid b. Muğire gibi kişilerin bir diğer özelliği dindar / muhafazakâr olmaları idi. Onlar kendilerine bahşedilen servet ve zenginliği gurur, kibir ve üstünlük vesilesi olarak kullanıyorlar ve bunları kaybetmeyi asla istemiyorlardı. Bu nedenle Hz.Muhammed’in @ önerdiği tevhidi dünya görüşü sistemini servetlerinde azalma olacağı ve bu servetlerini toplumda üstünlük vesilesi kılamayacakları için kabul etmiyorlardı. Ayrıca kendilerine verilen bu servet nimetini kendilerinin Allah’ın sevgili kulları oldukları için bahşedildiğine inanıyorlardı. Bu düşünce onları seçkinciliğe ittiği için şayet dünyada toplumsal devrim olacak olursa da yine kendilerinin seçkin ve zengin bir konumda olacaklarını, ahirette ise Cenab-ı Hakk’ın kendilerini yine güzel nimetlerle karşılayacağına inanıyorlardı. Cenab-ı Hak, onların bu kanaatlerinin yanlış olduğunu, Allah’tan yana olup, elçisine ve müminlere destek vermedikleri takdirde gelecekte bu nimetleri rüyalarında bile göremeyeceklerini bildirmesini elçisinden ister. Boykota maruz kalacak müminlerin bu nimetlere kavuşacağını ama müşrik elitlerin zenginliklerinin yerle bir olacağı uyarısında bulunmasını ister. Şu andaki servetlerinin yağmurun meydana getirdiği bir yeşillik gibi olduğunu ama yaz sıcakları ile birlikte bunların kavrulup çerçöpe döneceğini ve savrulacağını bildirir. Dağların ahirette yürütülmesi ve yeryüzünde yükseltilerin yok edilip dümdüz edilmesi gibi mevcut şirk egemenliklerinin / iktidarlarının devrildiği ve seçkinci yapıların yok edildiği zaman bu muhafazakâr zenginlerden de yaptıklarının tek tek hesabının sorulacağını bildirir. Bu uyarılarla Velid b. Muğire gibi gururlu, kibirli zengin muhafazakarların müminlere yapılmakta olan boykota / muhasaraya karşı kayıtsız kalmamasına yönelik mesajlar verilir. Diğer taraftan boykot neticesinde bütün servetlerini kaybedecek olan Haşimoğulları ve müminlere de zengin ve yoksul iki adamın öyküsünü konu alan aynı kıssa ile moral verilir. Boykotun ve arkasından gelecek mücadelenin sonunda boykotçu kibirli zengin Mekke müşriklerinin sahip oldukları bütün servetin yok olacağı ve müminlerin zenginleşeceği bildirilir. 32- 44- Ve onlara, iki adamı örnek ver: Bunlardan birine üzümlerin her çeşidinden iki bağ kıldık ve iki bağın etrafını da hurmalıklarla kuşattık. İkisinin (iki bağın / iki bahçenin) arasında ekinler bitirdik. Her iki bahçe de hiçbir şeyi eksiği olmaksızın, ürünlerini verdiler. Aralarından da ırmak akıttık. Bu kişinin (iki bağın sahibinin] ayrıca başka gelirleri / serveti de vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşına: “Ben, malca senden daha zengin, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi. Ve bu adam, kendine zulmederek bağına girdi: “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat’in vukubulacğını da zannetmiyorum. Velev ki Rabbime döndürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” dedi. Arkadaşı ona “Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni olgun insan haline getireni mi inkâr ediyorsun? Fakat O, benim Rabbim Allah’tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: ‘Maşallah, güç kudret ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir.’ deseydin ya! Sen beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsun ama belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten bir felaket indirir de kupkuru bir toprak haline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya bile güç yetiremezsin” dedi. Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Bunun üzerine onun (bağı) için yaptığı harcamalar nedeniyle ellerini ovuşturmaya başladı. O bağlar çardakları üzerine yıkılıp kalmıştı, O da “Ah! Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. Ona Allah’tan başka yardım edecek bir topluluk da olmadığı gibi kendi kendisini de kurtaramadı. İşte o zaman velayet / vilayet / Yönetim / egemenlik / yardımcılık ve koruyuculuk / yol göstericilik yalnızca Allah’a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi olduğu gibi en güzel geleceği veren de yine O’dur. (Kehf Suresi 32-44) Boykotu fırsat bilip Haşimoğullarının ve müminlerin çekilmek zorunda oldukları piyasadan pay kapma yarışında olan Velid bin Muğire gibi kodaman müşriklere elde edecekleri mal ve zenginlikleri Tevhidi dünya görüşü hâkim olduğunda kaybedecekleri tehdidinde bulunulduktan sonra bunun bir de ahirette faturasının çıkacağı uyarısı yapılır. Onlara bu dünyanın kısa zamanda geçip gideceğini ve Cenab-ı Hakk’ın herkesi ahirette hesaba çekeceği belirtilir. Onların mal ve güç biriktirmeye çalışmalarının küçük hesaplar olduğu ve kısa zamanda ellerinden çıkıp gideceği, ıslah edici güzel eylemlerde bulunmanın ise hem bu dünya da hem de ahirette kalıcı mükafatı olduğu ifade edilir. Onların Cenab-ı Hakk’ın huzuruna toplanıp hesap vermeyi inkâr ettikleri dile getirilir. Halbuki ahirette herkesin hesabının kılı kırk yaran bir hesap ile görüleceği ve küçük olsun büyük olsun işlenen her amelin mutlaka karşılığının olacağı belirtilir. 45-49-Sen onlara dünya hayatının / günü birlik yaşamın misalini ver: O (dünya hayatı / kısa vadeli / günü birlik yaşam), gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çer çöp oluvermiştir. Allah her şeye muktedirdir. Mal ve oğullar, dünya hayatının / kısa vadeli / günü birlik yaşamın süsüdür. Baki / kalıcı / uzun vadeli ıslah edici eylemler ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır. Bizim dağları yürüttüğümüz gün sen yeryüzünü açık ve net göreceksin. Onları haşredip huzurumuza toplayacağız ve onlardan hiçbir kimseyi bırakmayacağız. Onlar, saflar halinde Rabbine sunulacaklar. And olsun ki sizi ilk yarattığımız gibi Bize geleceksiniz. Aslında siz, size vaad edileni yapmayacağımıza inanıyordunuz.” Kitap / amel defteri ortaya konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu / aklı başına geldiğini göreceksin. “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf Suresi 45-49) Cenab-ı Hak, zengin muhafazakarlara uyarılarına devam eder ve geçmişte Hz.Muhammed’in @ önderliğinde tevhit olunmasına bir çok Mekke ileri geleni (Mele’ topluluğu, ihtiyarlar heyeti üyeleri) evet demişken Ebu Cehil gibi olan iblislerin buna karşı çıktığının hatırlatılmasını ister. O iblislerin aslında Mekke ve Mekkeliler için ne kadar tehlikeli olduklarını ve kendilerini yok oluşa götürdüğünü görmelerini ve Hz.Muhammed’den @ yana tavır koymalarını belirtir. O bu emirlerini Hz. Âdem @ kıssası metaforunda elçisine inzal eder. Şayet onlar bu tavırlarından vazgeçmeyecek olurlarsa da tarihte yıkıma uğramış nice toplumlar gibi onların da zamanı gelince yıkılıp gideceği uyarısını yine aynı kıssayı takip eden ayetler ile yapar. 50- 59-Hani Biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis hariç hepsi hemen secde etmişti. O (İblis), cinlerdendi. Böylece Rabbinin emrinin dışına çıktı. Hala siz, bana karşı onu ve onun soyunu evliyalar (Yöneticileriniz, Önderleriniz) mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değişimdir bu! Ben, onları, göklerin ve yeryüzünün yaratılışına ve kendilerinin yaratılışına şahit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim. O gün şöyle diyecek: “Benim ortaklarım olduğuna inandığınız kişileri hadi çağırın” der. Onlar onları çağırdılar fakat onlar bu çağrıya icabet etmediler. Biz, onların arasına ateşten bir engel kıldık / kılacağız. Suçlular ateşi görünce artık kendilerinin ona düşeceklerine iyice kani olacaklar fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamayacaklar. And olsun ki bu Kur'an'da insanlar için bütün konuları geniş geniş açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha düşkündür. Kendilerine hidayet (doğru yol, kitap, elçi) geldiği zaman insanların iman etmelerine ve Rablerinden günahlarının bağışlanmasını dilemelerine mâni olan şey, evvelkilerin sünnetlerinin kendilerine gelmesini ya da azabın göz göre göre gelmesini beklemekten başka ne olabilir ki? Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkarcılar ise hakkı, batılla iptal etmek (ortadan kaldırmak) için mücadele ediyorlar ve ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alaya alırlar. Rablerinin ayetleriyle öğüt verilip / hatırlatma yapıldığı zaman ondan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını unutan kimseden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki Biz onların anlamamaları için kalplerine bir engel, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da bundan sonra onlar asla hidayete eremezler. Bununla beraber senin rahmet sahibi Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer onları sorgulasaydı, elbette onlara azap etmede acele ederdi. Lakin onlara vaat edilen bir zaman vardır. Onlar, O’na karşı asla bir sığınak bulamazlar. İşte, zulmettikleri zaman helak ettiğimiz ülkeler! / şehirler! Biz onların helâkleri için de belirli bir zaman tayin etmiştik. (Kehf Suresi 50-59) 12.13. Bölgedeki Güç Dengelerinin Değişmesi ve Müminlerin Karamsarlığı Arap yarımadasının üç tarafı denizlerle çevrili ve iki tarafındaki denizler Çin ve Hindistanı Avrupaya bağlayan iç denizler olması nedeniyle bu bölgede sürekli birbirleri ile nüfuz mücadelesi yapan iki süper güç vardı. Doğuda İran Sasani imparatorluğu ipek yolunu ve Basra körfezini kontrol etmekte idi. Batıda ise Bizans / Doğu Roma imparatorluğu Kızıl denizi yani Habeşistan ve Mısır ile devamında Suriye, Filistin ve Anadolu ile bölgeyi kontrol etmekteydi. Bu bölümün başlangıcında değinildiği üzere Hz.Muhammed’in @ Habeşistan’ın desteğini almış olması Mekke müşrik yönetiminin kendilerine boykot uygulamasını imkansız kılıyordu. Zira Habeşistan’ın ticari ilişki ve ehli kitap olmasından Bizans’a yakınlıkları vardı. Ayrıca Mekke tüm Arap kabileleri arasında ticaretin serbestçe yapıldığı ‘Serbest Bölge’ niteliğindeydi. Bunlara bir de müminlerin de Mekke’nin sakinleri olmaları ayrıcalığı eklenince müşriklerin Hz.Muhammed’e @ ve müminlere boykot yaparak bu ayrıcalıklı statüye aykırı davranmayı ve dengeleri aleyhlerine değiştirmeyi göze almalarını imkansız kılıyordu. Yine daha önceki bölümlerde değinildiği üzere boykotun yapılması halinde Mekke müşrik yöneticilerinin yıkımının hızlanacağı ve bunun Mekke’nin statüsüne çok zarar vereceği Cenab-ı Hakk tarafından elçisine bildirilmiş ve Hz. Muhammed @ de bununla Mekke müşrik elebaşılarını uyarmıştı. Onlar da siyasi dengelerin boykotla kendi aleyhlerine değişeceğinin farkında olduklarından sürekli boykot tehdidi yapıyorlar fakat bir türlü buna bir fırsat bulamıyorlardı. Ancak onlara bu fırsatı İran Sasani İmparatorluğunun Bizans’a karşı yürüttüğü işgal hareketi verdi. İran Sasani İmparatoru 2. Hüsrev MS 614 yılında başlattığı savaş ile iki yıl içerisinde Suriye, Filistin ve Mısır’ı kendi topraklarına kattı. ([1] ) Böylece Arap Yarımadasının kuzeyi ve Kızıl deniz ticaret yolları da İran Sasani imparatorluğunun kontrolüne geçmiş oldu. Mekke müşrik yöneticileri açısından Hz.Muhammed@ ve taraftarlarına boykot uygulamasının önünde artık hiçbir engel kalmamıştı. Hz.Muhammed’in @ müminleri Habeşistan’a hicret ettirerek kazandığı uluslararası destek birden kaybolmuştu. Arap Yarımadasının Kuzeyinde meydana gelen bu gelişmeler Mekke müşriklerini cesaretlendirmiş ve Hz.Muhammed@ ve taraftarlarına boykotu uygulamaya başlamışlardı. Diğer taraftan müminler açısından bu olumsuz gelişmeler müminleri büyük bir karamsarlığı itmişti. Zira tüm baskı, şiddet ve işkencelere rağmen hareket gelişmiş, güçlenmiş, uluslararası desteğe de kavuşmuş ve Mekke müşriklerinin bile artık yönetimi devretmeyi tartışma noktasına geldikleri bir sırada böyle olumsuz bir gelişmeyle boykota maruz kalmaları onlarda çok büyük bir ümitsizlik yaratmıştı. Bu aşamaya kadar hareketin seyri açısından gayet olumlu seyreden gelişmelerin birdenbire olumsuz seyre dönüşmesinin nedenini bir türlü anlayamıyorlardı. Cenab-ı Hakk’ın kendilerine yardım ve zafer vaadi konusunda içlerine şüpheler düşmektedir. Onların içlerinden geçen “Neler Oluyor?”, “Neden Böyle Oluyor?”, “Neden Yüce Rabbimiz Elçisine yardım etmiyor?”, “Tam vaat edilene erişmek üzereyken şimdi neden birden hareket kan kaybediyor?”, “İman eden bizlere bu bir ceza mı?”, “ Neden?” vb. sorulara ve tereddütlere cevap verilmesi ve müminlerin teskin edilmesi gerekmektedir. Müminlerin içlerindeki bu şüpheleri ortadan kaldırmak, sorularına cevap vermek, mücadele azim ve gayretini kaybetmemeleri için Cenab-ı Hak Kehf Suresi 60-82 ayetlerini içeren Musa-Bilgin Kul (Hızır) kıssasını inzal eder. Müminlerin karşılaştıkları bu sıkıntılı durumun sebebi hikmetini bu kıssa ile anlatmak onların bunalımlarını ve tereddütlerini giderecektir. Önce gelinen noktaya kadar olan kısmın kıssa diliyle bir özeti anlatılır. Şöyle ki Hz.Muhammed @ kabilelerin birleşip tevhit olmaları (iki denizin birleşmesi metaforu) için Cenab-ı Hakk’ın yol göstericiliğinde bir yola koyulmuştu. Böylece hem Kızıl Deniz hem de Basra Körfezi birleşecek ve kontrol Bizans ya da İran / Sasanilerin değil İslam Cumhuriyetinin olacaktı. Tıpkı Hz.Musa @ gibi Hz.Muhammed’de @ bu yolda yıllarca mücadele etmesi ve sıkıntı çekmesi gerekse de yılmadan mücadelesine devam etmeye söz vermişti. Çünkü peygamberlik görevi bunu gerektiriyordu. Bugüne gelinceye kadar O çok sıkıntılı / bunalımlı günler geçirmişti. Taraftarlarına yapılan işkence ve şiddet, kendisine yapılan hakaret, aşağılama ve şiddet uygulamaları O’nun bu yolda çektiği çile ve meşakkatlerdi. Taraftarlarından büyük bölümünün Cenab-ı Hakk’ın yardımı ve inayeti ile mucizevi bir şekilde Mekke müşriklerinin elinden kurtularak Habeşistan’a deniz yoluyla hicret etmeyi başarması (kıssa da bu husus denizin içinden bir yol bulunması neticesinde sıkıntıların / bunalımların unutulması / kaybolması metaforu ile anlatılır.) ve orada Habeşistan Yönetimince kabul görmelerinden sonra elde edilen uluslararası destek sayesinde hareketin kısa zamanda hedeflerine ulaşacaklarına kanaat getirdikleri sırada İran Sasani İmparatoru 2. Hüsrevin bölge dengelerini alt üst eden işgal harekatı nedeniyle boykotla yüz yüze gelmişlerdi. Bu durum hareketin geri dönmesine ve tekrar mücadelenin / hareketin Mekke içerisinde devam etmesi gerektiğine neden oldu. (Hz.Musa @ ve yardımcısının gerisin geri sahraya / kayaya dönmeleri metaforu) 2. Hüsrevin işgal hareketinin zamanlaması öylesine enteresandı ki Hz.Muhammed @ ve yanında kalan müminler (özel de Hz.Ömer) tevhid hareketinin uluslararası destek sağladığı, Mekke müşriklerinin yönetimi Hz.Muhammed’e devretmeyi düşündükleri böylece sıkıntılarının gittiğini zannettikleri bir zaman dilimiydi. Hz. Muhammed’in @ yol arkadaşları artık bundan sonra sıkıntıların yaşanmayacağı, bunalımların (sıkıntıların / bunalımların denize dalıp gittiği nokta) kaybolduğu zehabına kapıldılar. Fakat, İran Sasani imparatoru 2.Hüsrevin Suriye, Filistin, Mısır işgal edip Anadolu’ya yönelmesi Mekke müşriklerine özellikle Ebu Cehil’e (Şeytan kimliği ) cesaret vermiş ve onlar, değil Hz.Muhammed’e@ iktidarı teslim etmek O’nu, taraftarlarını ve Haşimoğullarını boykota / muhasara altına almış ve her türlü alış verişi yasak etmişlerdi. Şeytan Ebu Cehil bu boykot ile Hz.Muhammed’in@ hareketini engeller yani onları kabilelerin tevhit olması noktasından uzaklaştırır. (Bu durum kıssa da aslında eğitim için aranan şeyin sıkıntı ve çile olduğu ama Şeytanın bu sıkıntıları unutturması metaforu ile anlatılır.) Bölgesel güç dengelerinin 2.Hüsrev’in işgal hareketiyle Mekke’deki dengenin de müşrikler lehine değişmesine ve kendilerine boykot uygulanmasına müminler bir anlam veremez. Fakat tıpkı Hz.Musa’nın @ sahraya / kayaya geri dönüp orada bu uğurda öğreneceği daha çok ilahi hikmetler olduğunu bilmesi ve bunun için bilgin bir kuldan ders alması örneğinde olduğu gibi Hz.Muhammed’in@ ve özellikle de müminlerin bu yolda öğrenecekleri daha çok şeyler olduğu, yaşadıkları bu boykotun elbette çok hikmeti olduğu bu kıssa üzerinden anlatılacaktır. Yani bu işin öyle kolay olmadığı, uzun soluklu bir mücadele gerektirdiği ve daha öğrenilecek çok şeyler olduğu kıssalar ile anlatılır. 60-64- Hani bir vakit Musa, genç yardımcısına demişti ki; “İki denizi biraraya getiren şeye (yer, tevhid,) Ulaşıncaya kadar durmayacağım / yoluma devam edeceğim;[bu yolda] yıllar harcamam gerekse bile!” Böylece onlar iki denizi biraraya getiren şeye (yere, tevhide) ulaştıklarında hutularını (sıkıntı, bunalım, balık) unuttular / terk ettiler / bıraktılar / kaybettiler. Çünkü denizin içinden kendi yolunu bulmuştu. Bu şekilde mesafe aldıktan sonra o (Musa), yardımcısına: “Getir kuşluk / sabah yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi. O (yardımcısı): “Bak sen şu işe! Hani kendisine sığındığımız Kaya vardı ya! İşte orada ben hutuyu (sıkıntıyı, bunalımı) unutmuştum / kaybetmiştim / bırakmıştım. Mucizevi bir şekilde denizin içinde kendi yolunu bulup gittiği zaman o hutuyu (sıkıntıyı, bunalımı) muhakkak şeytan unutturdu. / terk ettirdi. / bıraktırdı." dedi. O (Musa), “İşte aradığımız şey bu!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler. (Kehf Suresi 60-64) Dikkat edilirse, içine düştükleri durumun sebepleri konusunda müminlerin ileriyi göremedikleri / göremeyecekleri aşikardır. Zira onlar gelinen aşamaya kadar uğradıkları zararlardan ve çektikleri eziyetlerden kurtulacaklarına ve zafere kavuşacaklarına dair Cenab-ı Hakk’ın sürekli tekrarladığı vaadini düşündüklerinden boykot nedeniyle birden içine düştükleri kötü durumun hikmetini kavrayamadılar. Tabi ki burada Haşimoğullarının ve müminlerin içinde bulundukları şartlarda geleceği görebilmeleri ve hikmetli düşünebilmeleri beklenemez. Çünkü bütün toplumlar o andaki durum ve içinde yaşanılan hale göre tepki verir. Diğer taraftan müminler için uygun görünmese de bazı olay ve oluşumlar garip ve ters gelse de Cenab-ı Hak iradesi ile kendisine yakışanı yaratır. İşte bu prensipler çerçevesinde Haşimoğullarına ve müminlere “olan bitende bir hayrın / bir hikmetin var olduğu” anlatılmalıydı. Şu anda her şeyin tersine dönmesinin de bir hikmeti olduğunu ve peygambere tabi olunacak olunursa bu olayların içerdiği hikmetleri yaşayarak göreceklerinin ifade edilmesi gerekiyordu. Bu hikmetlere ilişkin çeşitli örnekler bu kıssalar ile verilecekti. Diğer taraftan olayların derinliğini kavramalarının imkânsız olması nedeniyle sabırsızlıklarının normal karşılandığı da bu kıssalarda vurgulanır. Böylece boykot ile başa gelen sıkıntıların yaşanması gerektiği ifade edilir. Ayrıca bazı olayların göründüğü gibi olmadığı ve birçok boyutunun olduğu da bildirilmeliydi. Olayları bütün boyutları ile görebilenlerin çok az olduğu da anlatılmalıydı. Bu nedenle Cenab-ı Hakk’ın rehberliği şarttı ve bir an olsun O’nun yol göstericiliğinden uzak olunmaması gerekiyordu. İlahi rehberlik ile yönlendirilen Hz. Muhammed’e@ müminlerin çok zor olsa bile yine de tabi olmaları gerekiyordu ki içinde bulundukları sıkıntılardan kurtulabilsinler. Bu hususlar Hz. Musa @ ve Alim Kul (Hızır) arasında geçen sözleşme kıssası ile anlatılır. Buradaki sözleşmede taraflar, Hz. Musa @ metaforunda Hz. Muhammed @ ve taraftarları ile Alim Kul metaforunda Cenab-ı Hakk’ın görevlendirdiği ve O’nun ilahi emirlerini yerine getiren diğer elçiler / kullardır. (Cenab-ı Hakk’ın takdirini / kaderini / emirlerini gerçekleştiren Cebrail, Azrail vb. Melekut alemindeki ve dünya alemindeki her türlü kullar, yaratılmış varlıklar). Cenab-ı Hak bu kıssada müminlere başlarına gelen bu boykot ve muhasara olayı ile bundan sonra da çok çeşitli zorlukların yaşanacağını, onların bunlara da katlanmaları ve ilahi emirlere itaat etmeleri konusunda tereddüt etmemeleri gerektiğini anlatır. Bütün yaşanacakların ve emirlerin bir hikmete matuf olduklarını ve bu hikmetleri ileride göreceklerini vurgular. 65-70- Derken kendisine katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul buldular. Musa ona: “Sana öğretilen bilgiden, aydınlatıcı prensipleri / rüşdü / olgunlaştırıcı bilgileri bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi. O (Âlim kul): “Korkarım ki sen benimle beraberliğe sabredemezsin! Bütün yönleriyle kavrayamadığın meseleler karşısında nasıl sabredebilirsin ki? / kendini tutabilirsin ki?” dedi. O (Musa): “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim” dedi. O (Âlim kul): “O halde eğer bana uyacaksan, ben sana anlatmadıkça bana hiçbir şey hakkında soru sorma.” (Kehf Suresi 65-70) Şayet boykot öncesi Utbe bin Rebia’nın tavsiyesine Ebu Cehil de muvafakat edip Hz.Muhammed’in @ önünü açsalardı kolay ve eğitilmemiş kadrolarla kurulacak bir tevhit devleti çok uzun ömürlü olmayacaktı. Bunu gelinen aşamada Arap Yarımadası etrafında yaşanan diğer önemli gelişmeler ispat etmektedir. Miladi 613 de Suriye’nin alınmasıyla başlayan İran Sasani İmparatorluğunun işgal hareketi 614 yılında Filistin, 616 yılında Mısır ile devam etmiş ve 619- 620 yıllarında Anadolu’yu geçerek Kadıköy’e kadar dayanmıştır. İran Sasani Kralı 2. Hüsrev’in Ehli Kitap olan Bizans’a ve Bizans’ın müttefiki olan ülkelere karşı yaptığı bu işgal hareketi sırasında Mekke’de gelişen tevhit hareketinden bu işgalci kralın haberdar olmaması düşünülemez. Habeşistan gibi ehli kitap bir yönetim ve ehli kitap kabilelerce desteklenen Hz.Muhammed’in@ tevhidi dünya görüşü hareketinin şirk sistemine karşı başarı kazanması ve iktidara gelmesi İran Sasani İmparatorluğunun asla razı olmayacağı bir durumdur. Zira bu durum Çin ve Hindistan ile Avrupa arasındaki ticaret yollarının kendi elinden çıkması ve kendisinin bu bölgedeki ticaretten pay alamaması demektir. Bizans’ı yok edebilecek kudrete sahip bir süper gücün elindeki ticaret yollarının alınması demek olan bu iktidar değişikliği, hiç de bağışlanacak bir hareket değildir. Bu nedenle Hz. Muhammed’in @ o dönemde iktidara gelmesi tevhidi hareketin 2. Hüsrev’in ordularının ayakları altında ezilip yok edilmek ile aynı anlama geleceği çok açıktır. Sonuç olarak; Hz. Muhammed’in@ böyle bir vasatta Arap yarımadasına hâkim olması demek, İran Sasani Kralınca Mekke’nin işgal edilerek tevhid hareketinin (kıssada yoksul gençlere ait gemiye benzemesi) çok vahşi bir şekilde yok edilmesi (kıssadaki zorba bir kral tarafından gemiye el konulması metaforu) anlamına gelmektedir. Bu nedenle ilahi bir tedbirle Hz. Muhammed’in@ o vasatta iktidara gelmemesi ve hareketinin boykot uygulanarak zayıflatılması yani hareketin ilahi bir tedbirle defolu gösterilmesi (Kıssadaki geminin delinmesi metaforu) zorunluluk arz etmektedir. Tabi ki bunu müminlerin içinde yaşadıkları durumda anlamaları, kabullenmeleri ve sabretmeleri oldukça zordur. Zira boykot ile müminler ve Haşimoğulları ile birlikte tevhid hareketi de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır. (Kıssadaki geminin içindekilerin boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaları metaforu) Hz. Musa @ üzerinden Hz.Muhammed @ ve müminlerin bu hayıflanmalarına ve itirazlarına Cenab-ı Hakk’ın azarlamaması ve takdir ettiği / emrettiği işlerde zorluk yüklememesi duası / isteği vardır. 71-73- Derken ikisi (Bilgin kul ile Musa) yola koyuldular; Nihayet bir gemiye rastlayıp ona bindiler ve o zat gemiyi deldi. Musa dayanamayıp: “Ne yaptın öyle?” dedi “İçindeki yolcuları boğmak için mi yaptın bunu? Vallahi çok korkunç bir iş yaptın!” O (Âlim kul): “Ben, ‘Kesinlikle sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?’ demedim mi?” dedi. O (Musa): “(Ne olur) Unutmam nedeniyle beni azarlama ve bana verdiğin emirlerde bana güçlük yükleme!” dedi. (Kehf Suresi 71-73) Hz. Muhammed@ Mekke müşriklerinden iktidarı alma noktasına gelmiş iken Arap yarımadası çevresindeki süper güç dengelerinin müşrikler lehine dönmesinin müminler açısından hayal kırıklığı yarattığı aşikardı. Fakat Hz.Muhammed’in hareketi herhangi bir dış desteğe dayanmamalıydı. Tamamen yerli ve milli olursa başarı şansı vardı. Şayet Sasani kralı 2. Hüsrev ezeli rakibi olan Bizans’ın dünya görüşüne yakın bir gelişmenin Arap yarımadasında hâkim olduğunu görürse yönünü Mekke’ye çevireceği çok açıktı. Cenab-ı Hak İslami hareketin Habeşistan’ın desteğiyle gelişmesinin yanlış olduğunu ve bu politikanın öldürülmesi gerektiğini böylece takdir etmişti. Ebu Cehil önderliğindeki müşrikler, Sasani kralının işgal hareketinden cesaret alarak Habeşistan’ın desteğini almış olan Hz.Peygamberin hareketini boykot kararıyla sıfırlamış görünüyorlardı. Halbuki Cenab-ı Hakk’ın muradı ise Hz. Peygamberin İslami hareketinin Medine Hicreti politikası ile daha hayırlı ve başarılı bir döneme evrileceğini, yetişkin delikanlının öldürülüp yerine daha hayırlı bir evladın verilmesi metaforuyla göstermektedir. (Kıssadaki bir kişiyi öldürme suçu işlememiş ancak gidişatı da buna ve daha fazla suça meyilli tavır ve davranışlar sergileyen bir delikanlının alim kul tarafından öldürülmesi metaforu). 74-76- Derken bir delikanlıya rast gelinceye kadar gittiler; O (Âlim kul) onu öldürüverdi. O (Musa): “Bir can karşılığı olmaksızın suçsuz bir kimseyi niçin öldürdün? And olsun ki sen çok kötü bir şey yaptın!” dedi. O (Âlim kul): “Sen benimle arkadaşlık etmeye katlanamazsın dememiş miydim?” diye tekrarladı. O (Musa): “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Benden yeterli özür dinledin.” dedi. (Kehf Suresi 74-76) Mekke’nin şirk sistemi neredeyse yıkılacak noktaya gelmişti ki, Cenab-ı Hakk’ın takdiri gereğince Arap yarımadasının kuzeyindeki ülkeleri İran Sasani Kralı 2. Hüsrev’in işgali ile gelişen olaylar sonucunda yıkılmak yerine daha da tahkim oldu. (Kıssadaki şehirde yıkılmak üzere olan bir duvarın Alim kul tarafından sağlamlaştırılması metaforu) Üstelik Mekke müşrik elebaşıları Hz.Muhammed’e @ ve yandaşlarına her türlü yiyecek ve geçimlik ihtiyacını vermeyi kesti ve onlara boykot uyguladı. (Kıssadaki şehir yönetiminin Hz. Musa ve Alim Kulun yiyecek ihtiyacını karşılamaması metaforu) hem de boykot uygulamasından önce Mekke müşrik yöneticilerinin bütün uzlaşma tekliflerini ve uzlaşma için vermeyi taahhüt ettikleri mal, makam, kadın ve serveti Hz. Muhammed @, ilahi emir gereği reddetti. (Alim Kulun ücret talep etmemesi metaforu) 77- Bunun üzerine yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkıyla karşılaştılar ve onlardan yiyecek bir şeyler istediler. Fakat onlar bu ikisini ağırlamayı reddettiler. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O (Âlim kul), onu doğrultuverdi /onarıverdi. O (Musa): “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi. (Kehf Suresi 77) Cenab-ı Hakk’ın ilahi takdiri ile tevhidi dünya görüşü hareketinin neden sekteye uğratıldığı, neden perişan bir hale getirildiği soruları müminleri meşgul ederken onların bu sorularına cevap Hz.Musa @ ile Alim Kul yolculuğunda yaşananlar üzerinden cevaplar verilir, bu gelişmelerin neden böyle takdir edildiğinin anlatımına geçilir. 78- O (Alim kul): “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabra takat getirmediğin şeylerin tevilini haber vereyim: (Kehf Suresi 78) Şayet böyle bir vasatta Hz.Muhammed @ ve tevhidi dünya görüşü Mekke’de hakim olsaydı bu iktidarın sürdürülebilir olması oldukça zordu. Zira; Ehli Kitap bloku ülkelerinden olan Suriye, Filistin ve Mısır’ı işgal edip bu blokun lider ülkesi olan Bizans’ın üzerine yürümekte olan ve Mekke müşrikleri ile de şirk açısından dini bir yakınlığı olan İran Sasani imparatoru 2. Hüsrev Mekke’deki bu iktidar değişikliğine sıcak bakmayacaktı. Çünkü O Arap yarımadasındaki kabilelerin tevhid olup üçüncü bir süper güç olarak karşısına çıkmasını istemeyecekti. Dahası bu iktidarın ehli kitaba yakın olması yine kendi aleyhine gelişen bir güç dengesi oluşturacaktı. Böylece bölgedeki ticaretten elde edeceği pay son derece azalacaktı. Belki de hiç alamayacaktı. Bu nedenle tıpkı kıssadaki her sağlam gemiye zorbalıkla el koyan bir kralın hikayesinde olduğu gibi 2.Hüsrev’de zorbalıkla bölge ülkelerini işgal ediyordu. Bu kapsamda olmak üzere Mekke’de kendi menfaatlerine karşı gelişen ve iktidara gelen tevhidi dünya görüşü hareketine (gemi metaforunda) dur demek için Mekke’yi de işgal etmesi muhakkaktı. Mekke şehri vakti zamanında Mezopatamya’dan kaçmış Hz.İbrahim’in kurduğu bir şehirdi. Bizans ve İran ile kıyaslandığında oldukça yoksul ve ilkel şartlarda yaşayan kabilelerden oluşmaktaydı. Geçimlerini Mekke’nin stratejik konumundan kazanıyorlardı. (Yoksullar metaforu). Cenab-ı Hak, Ebu Cehil eliyle elçisini ve taraftarlarını boykota uğratmakla onların aslında güvenliklerini sağlamış olmaktaydı. Ayrıca boykot sürecinde de eğitilerek donanımlarını tamamlamalarını takdir etti. Hz. Muhammed’in@ ve müminlerin başlattığı tevhid hareketinin defolu görünmesi, su alan ve batmakta olan bir gemi gibi boğulup yok olması mukadder görünen bir hareket sanılması için boykota uğratılması bu durumun hikmetini ifade etmekteydi. 79- “O Gemi var ya; o, denizde çalışan yoksullarındı. İşte o nedenle ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü ötelerinde de her sağlam gemiye zorbalıkla el koyan diktatör / zorba bir kral vardı.” (Kehf Suresi 79) O aşamaya kadar yaşananlar göstermekteydi ki daha Hz.Muhammed’in@ yandaşları olgunlaşmamıştı. Onların yetişmeleri için daha çok ders almaları, çile çekmeleri, sıkıntılara göğüs gerebilecek metanete erişmeleri ve İlahi öğretiyi iyi özümsemeleri gerekiyordu. Aksi takdirde az bir zorlukla karşılaşıldığında hemen ilahi düsturları terk eder ve yine sapıklığa giderek tüm kabileleri peşlerinden sürükleyebilirlerdi. Bu zamana kadar harekette meydana gelen olumlu gelişmeler müminlerde bir özgüven ve bir miktar romantizm oluşturmuştu. Fakat daha alınacak çok mesafe vardı. Bu hissiyat ve özgüvenin fikriyata dönüşmesi gerekiyordu. Aksi takdirde tevhidi dünya görüşü hareketi sadece heyecanla başlarsa, zor karşısında bu heyecan sürdürülemez ve sönüp giderdi. Mekke’nin sorunu heyecan ve söylem sorunu değil sistem ve değerler sorunuydu. Özgüven yüklü canlanan heyecan ve hissiyatla gelen egemenlik, mevcut şirk sistemine eklemlenecek olursa retorikten ileri geçemeyeceği açıktır. Bu durum Habeşistan’a hicret eden müminler üzerinde görülmekteydi. Hicret eden müminler birtakım hatalar işliyorlar ve hatta bazıları oradaki Hristiyan keşiş ve papazların ayartmaları ile Hristiyan bile olmaktaydılar. Aynı zamanda Habeşistan’ın desteğiyle gelişecek İslami hareketin Bizans’ın etkisinde kalacağı da açıktı. Bu nedenle Habeşistan’a hicret politikasına son verilmesi gerekiyordu. Boykot sürecinde hareketin kendisini ölü hale getirip / öldürüp boykot süresince fikriyatın geliştirilmesine gayret edilecek olursa sağlıklı bir harekât geliştirilmiş olacaktır. Zaten de boykot dönemi ve sonrasında gelen sureler incelendiğinde tamamen bir düşünce / fikriyatın tesis edildiği görülecektir. Arkasında geliştirilecek daha yerli ve milli bir politika ile hayırlı başarılar elde edilecekti. 80- “Delikanlıya gelince; onun anne-babası mümin kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk.” (Kehf Suresi 80) Tıpkı bir insanın ölüp yerine yenilerinin gelmesi metaforunda anlatıldığı üzere bu hareketin de gelişmişliği sıfırlanarak tekrar başa dönülmesi ve bu hareket temsilcilerinin zorluk, sıkıntı, yokluk ve acıyla yoğrulmasını sağlayacaktı. Dahası bu boykot döneminde ilahi öğreti ile verilecek dersler / fikriyat çerçevesinde yetişecek müminlerin yapacağı tevhit hareketi daha hayırlı, daha sağlam, daha ayağı yere basan ve daha rahmetli / merhametli / paylaşımcı olacaktı. Fedakârlık yapan bir hareketin üyeleri uzun soluklu bir mücadeleyi yürütebilecekleri gibi büyük bir medeniyeti de yaratabileceklerdir. Bu düşüncenin doğruluğunu ispatlayan husus, Hz.Muhammed’in@ vefatından sonra Medine’deki müminlerin ([2] ) haricindeki neredeyse tüm iman etmiş kabilelerin şirke dönmeleri / irtidat etmeleridir. Çünkü irtidat eden bu kabileler iman ederken Hz.Muhammed’in@ askeri üstünlüğünün verdiği heyecan ve hissiyatla iman etmişlerdi. Onların imanının düşünceye / fikriyata dayanan bir yönü yoktu. Şirk zihniyeti devam ediyordu. Hz. Muhammed’in@ vefat etmesi üzerine onlarda bu hissiyat ve heyecan sona erdi ve üzerlerinde bir baskının da olmaması onları inkara sürükledi. Hz. Ebu Bekir’in üzerlerine ordu göndermesinden sonra tekrar iman etmek zorunda kaldılar. Onların bu imanları zaman içerisinde düşünce / fikriyat ile buluşunca asırlarca süren bir kalıcılığa kavuştu. 81- “Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine daha temiz, daha hayırlı ve merhamet bakımından daha merhametlisini versin’ istedik.” (Kehf Suresi 81) Müminler gelinen aşamada rüşde ermiş değillerdi. Yukarıdaki örnek işlenirken açıklandığı üzere onlar özgün bir medeniyet yaratmak ve süper güçlerle boy ölçüşebilmek için henüz çok zayıf, donanımsız ve yetersiz idiler. (Kıssada belirtilen şehirdeki yetimler metaforu) Şayet İran Sasani süper gücü ile karşı karşıya gelecek olurlarsa yok olmaları muhakkaktı. Bu nedenle kendilerine boykot uygulayan (yemek vermeme, aç bırakma metaforu) Mekke’nin şirk sisteminin kendiliğinden yıkılmasına bile müsaade edilmemeli idi. (Kıssadaki yıkılmak üzere olan duvar metaforu) Gerçi bunu müminler yapamazlardı, yapmaları da meşru değildi ama Cenab-ı Hak bu hikmetin tecelli etmesi için müşrik iktidarın ayakta durmasını hatta güçlendirilmesini irade etti. (Kıssadaki duvarın doğrultulması / onarılıp ayağa kaldırılması metaforu) Bunun için de İran Sasani kralı 2. Hüsrev’in arka arkaya kazandığı zaferlerle Suriye, Filistin ve Mısır’ın işgal etmesi ve Anadolu üzerinden Bizans’ın üzerine yürümesi Mekke müşriklerine cesaret verdi ve Ebu Cehil’in bu cesaretle Utbe bin Rebia tarafından gündeme getirilen iktidarı Hz.Muhammed’e@ devretme düşüncesinden vazgeçtikleri gibi Hz.Muhammed @ ve yanlılarına boykot uygulayarak iktidarlarını sağlamlaştırdılar. Ancak onların bu boykot hareketleri müminlerin fikri / düşünce temelli olarak yetişmelerine, güçlenmelerine ve rüşdlerine ermelerine olanak sağladı. Onlar bu süreçte her açıdan donanımlı hale geldiler. Ta ki Mekke şirk sistemi kendiliğinden değil bizzat müminler eliyle yıkılsın. (Kıssadaki duvarın yetimler eliyle yıkılması metaforu) Böylece müminler iktidar nimetinin değerini bilsinler ve bir medeniyet ortaya koyacak değerler üretebilsinler. (Kıssadaki yetimlerin kendilerine ait hazineleri çıkarmaları metaforu) Bütün yukarıdaki olaylar Cenab-ı Hakk’ın takdiri ile gerçekleşti. (Alim kul namıyla Hızır, Cebrail, Azrail, vb melekler ile çeşitli tabii güçlerin bunları kendi isteğiyle değil Cenab-ı Hakk’ın emriyle gerçekleşmiş olduğunu belirtmesi metaforu) 82- “Ve Duvar ise şehirde iki yetim oğlana aitti. Onun altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da salih bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların reşit / güçlü / kuvvetli / olgun olacakları çağa gelip, hazinelerini çıkarmalarını diledi. Ben bunları kendi emrimle / irademle / isteyerek yapmadım. İşte bunlar, dayanamadığın şeylerin açıklamasıdır.” (Kehf Suresi 82) Bu kıssa aynı zamanda Hz.Muhammed’in@ İslam Cumhuriyetini kurduğu zaman devletin yaşaması ve halkının huzurlu bir yaşam sürdürebilmesi için istihbarat, operasyon ve politika üretecek bir akıl merkezine / istihbarat merkezine ihtiyacının olduğunu da öğretmektedir. Nasıl ki böyle merkezler toplumun huzurunu bozacak büyük kötülükleri engellemek ya da daha büyük maslahatı gerçekleştirmek için yapacakları bilgi toplama ve operasyonlarında cari hukuka aykırı hareket ederek faaliyet yürütüyorlarsa, Hz.Muhammed’in @ kuracağı İslam Cumhuriyetinde de bu tür merkezler faaliyetleri sırasında bir takım ihlaller gerçekleştireceklerdir. Fakat onların faaliyetleri merkezin analiz ve değerlendirmesine göre maslahatı temin veya şerri def etme yönünde birtakım hikmetlere binaen yapılacaktır. Cenab-ı Hak elçisini ve müminleri İslam Cumhuriyetinin mükemmel bir sistem ile kurulması için bu kıssa ile onlara ders vermektedir. [1] ) Not: Sasaniler daha sonra İstanbul Kadıköye kadar bütün Anadolu’yu da istila etmiştir.(M619-620) NOT: Rum suresi M619-620 yıllarında inmeye başlamıştır. (A.A) [2] )NOT: Mekke’nin fethinden sonra iman edenler bile peygamberimizin irtihalini takiben irtidata yeltenmişler fakat Vali Addas’ın uyarı ve tehditleri ile irtidattan vazgeçmişlerdir. (A.A)

  • Bölüm 17:Strateji Eğitimi | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 17 STRATEJİ EĞİTİMİ Boykotun son yılına doğru gelinmektedir. Müminlerin bu eğitim kampındaki eğitimleri bir hayli mesafe katetmiştir. Bundan sonra verilecek eğitimde mücadelede taktik, strateji, tavır, davranış ve hukuk konuları işlenecek ve bu konular Hz.Musa @ kıssası üzerinden devam etmektedir. Müminler için bu kıssaların önemi çok büyüktür. Zira bu kıssalar gelecekte karşılaşacakları olaylar konusunda yol işaretlerini içermektedir. Hemen hemen aynı olaylar müminlerin de başından geçecektir. Sadece şekiller farklı olacak olan bu olayların mahiyeti birbirinin aynıdır. Bu kıssalarla geleceğe simülasyon yapılmasının yanında verilen dersler ile de gelecekte nasıl bir hukuk tesis edileceği de ortaya konmaktadır. 17.1. Firavunun Toplumu Bölmesi ile Müşrik Toplumlarındaki Bölünmüşlük Kasas Suresinde Firavunun zorbalıkla baskı kurduğu ve halkını sınıflara / kastlara ayırdığı belirtilir. Mekke’de de durum farklı değildir. Mekke’deki elitler de aynı şekilde baskı ve zorbalıkları kendi kabilelerine yapmaktaydılar. Ayrıca her kabilenin kendi ilahları olması nedeniyle her kabile başına buyruk hareket etmekteydiler. Darün Nedve Mekke’nin şehir idaresini kabilelerin bir araya gelerek birlik içerisinde yürütmeleri için kurulmuş olmasına rağmen yetkisiz ve sadece danışma organı şeklinde vazife görmekteydi. Ayrıca Mekkedeki müşrik kabile yöneticileri, kendi halkını zenginler ve yoksullar olarak sınıflara ayırmış, fakirleri ezip, sömürüp onların üzerine zalimane bir otorite kurmuştur. Bu duruma karşı çıkan ve adaleti savunan müminlere de boykot uygulayarak onları zayıflatmış, ticaretlerini sıfırlamış, yaşam kaynaklarını kesmişti. Cenab-ı Hakk’ın murad-ı ilahisi ise toplumda birliğin sağlanarak sömürü, haksızlık, adaletsizlik ve zulmün ortadan kalkmasıydı. O, adaleti savunanları, haksızlığa karşı çıkanları iktidara getirmek, onları bu mücadelelerinde başarılı kılmak istiyordu. Sonunda O, zalim Mekke müşrik ileri gelenlerinin sürekli içlerinde yaşattıkları korkuyu başlarına getirmek dileğinde idi. Rahman, Rahim Allah Adına 1-6- Tâ, Sîn, Mîm. Bunlar, apaçık kitabın ayetleridir. İman eden bir kavim için Musa ve Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana hak ile okuyoruz. Muhakkak ki Firavun, ülkesinde büyüklendi ve halkını sınıflara ayırdı. Onlardan bir kesimi güçsüzleştiriyor, onların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Kuşkusuz o, bozgunculardandı. Biz ise istiyorduk ki, yeryüzündeki / o ülkedeki güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar / iktidar yapalım, onları yeryüzünde / o ülkede yerleştirip kudretli hale getirelim, Firavun, Haman ve ordularının korktuklarını başlarına getirelim. (Kasas Suresi 1-6) 17.2. Cenab-ı Hakk’ın Koruması Bu ifadeler ile Cenab-ı Hak, asla zalimlerin yanında olmadığını, onlara karşı olduğunu ve zalim zorbalara karşı çıkan halkların en büyük destekçisi olduğunu bildirir. Böylece ilahi öğretinin müminlerine müjde verdiği gibi bundan sonra onlar iktidara geldikleri takdirde zalim olmamaları konusunda uyarıda bulunur. Aksi takdirde Cenab-ı Hakk’ın mazlumların tarafında yer alacağını bildirmiş olur. Yani İslami Yönetimin zalimlikle asla yan yana olamayacağı vurgulanır. Bu vurgulamadan sonra kıssaya devam edilir. Nasıl ki Hz. Musa’nın@ annesi hiç arzu etmemesine ve ona çok zor gelmesine rağmen Hz.Musa’yı@ denize bırakmak zorunda kaldı ise Haşimoğullarının önemli bir kısmı da hiç istememesine rağmen peygamberimizi himaye etmeyi bırakmak zorunda kalacağı, himaye konusunda ellerinden bir şey gelmeyeceği ve peygamberimizi Mekke müşrik elitlerin insafına bırakacakları bildirilir. İşaret edildiği şekilde de gerçekleşir ve Ebu Talib’in ölümünden sonra Ebu Leheb Haşimoğullarının reisi oldu. Ebu Leheb peygamberimizin en büyük düşmanlarından idi. Kabile kurallarına göre reis ne emrederse kabile üyeleri aynen itaat etmek zorunda idiler. Ebu Leheb de peygamberimize sahip çıkmadı. Fakat Cenab-ı Hak, bu kıssa ile vaadinin yerine geleceğinin bir göstergesi olarak yaşanılan boykotun bir gün sona ereceğini ve korumasız kalacak olan peygamberimizin korumasını bizzat düşmanlarına yaptıracağını bildiriyordu. Kısaca Hz.Muhammed@ azılı düşmanlarının kucağına atıldığı zaman, Cenab-ı Hak onu koruyacağını vaad ediyordu. Örnek olarak da Hz. Musa’nın @ Firavunun karısı vasıtasıyla bizzat Firavun, Haman ve ordularınca korumaya, himayeye ve bakıma alınması metafor olarak veriliyordu. Bu kıssa ile Cenab-ı Mevla’nın peygamberimiz ve müminlerin gerektiğinde düşman eliyle bile beslenip, büyütebileceği, desteklenebileceği müjdesi ve morali verilmektedir. Nitekim Ebu Talip’in vefatından sonra Haşimoğullarının başına Ebu Leheb geçti. Ebu Lehep bir süre daha korumayı devam ettirmekle beraber gelişen süreçte korumayı kaldırdı ve peygamberimizi korumasız bıraktı. Fakat Haşimoğullarının himayesi kalkmış olmasına rağmen Kureyş peygamberimizi öldürmedi / öldüremedi. Onların hareketi kendi lehlerine çevirmeye, kendilerine faydalı hale getirmenin yollarını aramalarını yani İslami hareketi enterne etmeye çalışmaları hususu ise kıssada “belki bize faydası dokunur ya da evlat ediniriz” şeklinde ifade edilmiştir. Yine bu kıssa ile ilahi öğretinin belli bir aşamadan sonra toplumda / toplumlarda yankı bulacağı ve tevhit ideolojisinin maya tutacağı, yaşanılan acı ve çilelerin müminlere karşı bir merhamet ve sevgi hissi yaratacağı bildirilir. Böylece Mekke müşrik ileri gelenlerinden bazılarının peygamberimize ve müminlere karşı yakınlık ve sevgi duymaya başlayacağına işaret edilir. Tıpkı Firavunun karısında Musa’ya karşı sevgi, şefkat ve merhamet yaratılması gibi. Bu nedenle Haşimoğullarının korumayı / himayeyi kaldırmak zorunda kaldıklarında (sabahlara kadar / aydınlığa kavuşuncaya kadar) duyacakları üzüntünün boş ve yersiz bir üzüntü olacağı Musa’nın annesinin üzüntüsünün de boşuna olduğu metaforu ile verilirken bu üzüntülerini açık etme noktasına gelebilecekleri de dile getirilmektedir. Yani kavminden bazılarını müşrik olmalarına rağmen kuralları ihlal ederek, peygamberimize olan sevgilerini az daha açık edeceklerini vurgular. Şayet öyle yapacak olurlarsa peygamberimize yakınlaşmış diğer müşrik kabilelerin kavim kabile asabiyelerinin tekrar hortlayacağı bildirilir. Ama peygamberimizi korumaya çok istekli görünürlerse o zaman peygamberimizi kendi kabilelerinin üstünlük kazanması için himaye ettikleri izlenimi yaratacakları düşüncesi açığa çıkacaktı. Cenab-ı Hak bu kıssa ile peygamberimizin kendi kabilesine böyle bir harekette bulunmamalarını telkin etmesini sağlattı. Ayrıca Haşimoğullarına geriden geriye peygamberimizi takip, izleme ve gözetme yapması gerektiği bildirildi. Tıpkı Musa’yı @ ablası vasıtasıyla annesinin takip ettirmesi ve uzaktan izleme yaptırması gibi. Peygamberimiz de amcası Abbas tarafından sürekli geriden geriye gözetilmiştir. Gelinecek bu aşamada Mekke yönetiminin kendi sonlarını hazırladıklarının farkında olamayacakları da kıssa da ihbar edilmektedir. 7-11-İşte (bunları gerçekleştirelim diye) Biz Musa’nın annesine şöyle vahyettik: “Onu emzir. Eğer onun başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırakıver, korkma ve üzülme. Muhakkak ki Biz onu sana döndüreceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.” Derken Firavun ailesi onu buldu ve sonunda kendileri için bir düşman ve üzüntü kaynağı olacak bu bebeğe sahiplendiler. Kuşkusuz Firavun, Haman ve onların orduları (kendi elleriyle kendilerini iktidardan edecek süreci başlatan bir ) yanılgı içinde idiler. Firavun’un karısı: “Benim ve senin için göz aydınlığı! Onu öldürmeyin, belki bize faydası olur veya onu evlât ediniriz” dedi. Oysaki onlar (olacakların) farkında değillerdi. (Diğer tarafta ise ) Musa’nın anası yüreği boşalmış olarak / boşu boşuna üzülerek sabahladı. Öyle ki (vaadimize ) inananlardan olması için onun kalbiyle bağ / rabıta kurmasaydık, neredeyse onu açığa vuracaktı. O (Musa’nın annesi) onun (Musa’nın) kız kardeşine, “Onu takip et” dedi. Bunun üzerine kız onlar farkına varmadan onu uzaktan izledi. (Kasas Suresi 7-11) Himayesiz kalacağı süreçte Mekke müşrik ileri gelenleri peygamberimizi rahatlıkla öldürebileceklerken Cenab-ı Hakk’ın bazı müşriklerin kalplerine verdiği merhamet ve sevgi nedeniyle öldürmeyeceği bu kıssa ile bildirildi. Hz.Muhammed@ himayesiz kalınca tevhidi dünya görüşü hareketini devam ettirebilmek için kendisinin himaye edileceği / korunacağı ve destekleneceği yeni bir yurt / melce arayışına girecekti. Bu amaçla peygamberimiz hac mevsimindeki panayırlarda onlarca kabile temsilcisi ile görüşme yapacağı ve onlardan kendisini koruma, kollama ve destek talebinde bulunacağı ancak peygamberimizin talebinin onların önerileriyle örtüşmeyeceği ve bir türlü uzlaşmanın sağlanamayacağı, Musa bebeğin aç, çaresiz, muhtaç kaldığı ve avaz avaz ağlayarak / bağırarak emmek istediği fakat süt annelerinin sunduğu süt ile Musa bebeğin talebinin örtüşmediği metaforu ile anlatılır. Hz. Abbas önce Taifteki Haşimoğullarına yakınlığı olan kabileleri daha sonrada Medine’deki akraba topluluk olan Evs ve Hazreç’i önerdi ki bu topluluk aynı zamanda peygamberimizin annesinin akrabaları idi.([1] ) Hicret öncesinde de (yine Hz. Abbas’ın çabaları sonucu) peygamberimizi himaye sorumluluğu, Ebu Leheb istemese de yine Haşimoğullarına verilmek zorunda kalınacağı ve böylece Haşimoğullarındaki onu sevenlerinin gönüllerinin mutmain olacağı, Musa bebeğin annesine geri verilerek onun korunması ve beslenmesi için kendi öz annesinin sütanne olarak tutulduğu kıssası ile bildirmektedir. Kur’an ayrıca bu süreçte hareketin olgunlaştığına yönelik vurguyu ise Hz.Musa’nın @ olgunlaşması metaforu ile yapar. 12-14- Biz ilk günlerde ona sütannelerini haram ettik. Bu durumu öğrenen Musa’nın kız kardeşi, “Size, onun himayesini / bakımını üstlenecek ve onu iyi yetiştirecek bir aile göstereyim mi?” dedi. Böylelikle gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin diye onu annesine geri verdik. Fakat onların / insanların pek çoğu bilmezler. Derken Musa yiğitlik çağına girip olgunlaştığı zaman Biz ona hüküm ve ilim verdik. Biz dürüst ve erdemli davrananları işte böyle ödüllendiririz. (Kasas Suresi 12-14) 17.3. Muhalif Hareketlerin Terörize Edilme Tehlikesi Eğitim kampında / boykot döneminde müminlere verilen bir diğer önemli uyarı ve ihbar, Mekkeli şeytan ileri gelenlerin peygamberimizin hareketini “terörize etme”ye yönelik izleyecekleri politikalarıydı. Yani Mekke müşrik elitleri, yakın gelecekte boykotla da dize getiremedikleri peygamberimizin hareketini terör hareketine / anarşist bir harekete dönüştürmek için çeşitli politikalar devreye sokacaklardı. Bu politika ile peygamberimizin hareketi “haklı iken haksız” bir pozisyona düşecek ve yapılacak propaganda ile de peygamberimizin öyle tebliğ ettiği gibi barışcı, adalet yanlısı, paylaşmacı, ıslah edici, insanların / toplumun iyiliğini isteyen bir kişi olmadığı propaganda edilecekti. Onlar onun bütün Arap kabilelerini tevhit ettikten sonra başlarına geçip “despot bir kral” olma düşüncesinde olduğu iftirasını yayacaklardı. Cenab-ı Hak, onların kabilecilik duygularını harekete geçirerek tevhidi hareketi terörize edecekleri bu tür oyun ve entrikalara karşı Hz.Musa @ kıssası ile müminlerin dikkatini çeker ve gelecekte peygamberimize de aynı tezgahları uygulayabileceklerine işaret eder. Söz konusu kıssada Hz. Musa’nın @ bir prens olarak kazandığı başarılar, gösterdiği dirayet ve olgunlukla Mısır’ın başına hükümdar olmaya en kuvvetli aday iken başına gelen bir kaza ile soruşturmalık olmuş ve hatta yapılan soruşturmada idamına bile karar verilmiştir. Her ne kadar bunun “şeytani bir planın sonucu” olduğunu anlamış olsa da sonuçta “teröre bulaşmış” olmakla artık iş işten geçmiştir. Artık bundan sonra yapacağı tek şey, Cenab-ı Hakk’tan bağışlanma dilemek ve kendisine bir çıkış yolu göstermesi konusunda yardımını niyaz etmekti. Bu olay kısaca şöyle cereyan etmiştir; “Hz.Musa @ şehirde dolaşırken kavminden olan bir kişi ile Mısırlı bir kıptinin kavga etmekte olduğunu görür. Kavminden olan kişi Hz.Musa’dan @ yardım ister ve Hz.Musa @ milliyetçilik hislerinin saikiyle hemen onun yanında yer alır ona yardım etmek için kıptiyi eliyle iter. (Parmak uçları ya da avuç içiyle) ([2] ) Fakat bu hareket onun “aleyhine oldu” der Kur’an. Yani onu öldürdü demez. Fakat sonraki ifadelerden kaza ile ve istemeden de olsa adamın öldüğünü ve Hz.Musa’nın @ da adamı öldürdüğünü kabullendiğini görürüz. Sonuçta Hz.Musa @ terörün içine çekilmiş oluyordu. Yaptığı bu “hata” O’nun iktidara yürüyüşüne engel oldu. Hatta idam fermanını bile hazırladı.” Peygamberimizin hareketi de gelecekte öyle bir hal alacak ki özellikle boykot döneminde yapılanlar nedeniyle iman edenlerle müşrikler arasında çok kesin çizgiler oluşacak ve aradaki kin ve nefret toplumu çok hassas bir noktaya taşıyacaktır. Her iki topluluk arasındaki bu kutuplaşma gelecekte peygamberimizin hareketini teröre, anarşizme bulaştırılabilecektir. Öyle ki müminler tıpkı Hz.Musa’da @ ve kavmindeki kişilerde görüldüğü üzere kışkırtılarak yanlış yapmaya, terörize hareketlere karıştırılabilecekleri tehlikesiyle uyarılmaları gerekmektedir. Şayet peygamberimiz ya da müminler terörize edilecek olurlarsa kendilerini koruma saikiyle yanlış hareketlerde bulunabileceklerdir. Hatta bu hassas durumdan yararlanmak amacıyla bazı zayıf karakterli müminleri “zıvanadan çıkaran”, “iğva eden”, “azgınlaştıran” kışkırtıcı hareketlerde bulunacaklardır. Onları kavganın / anarşinin içerisine çekmeye çalışacaklar ve imdat isteyen bir müminin yardım çağrılarına dayanamayacak olan peygamberimiz ve arkadaşları kavganın içerisine çekilecekdi. Böylece peygamberimizin / müminlerin bir şekilde cinayet işlemesine ya da işlediğini sanmasına yol açacak suikastler tertip edeceklerdi. Onlar müminlerin de bir dayanma / direnme sınırının varolduğunu ve o sınır / eşik aşıldığı zaman müminlerin de zıvanadan çıkacağını gayet iyi biliyorlardı. Ayrıca terörize olan müminleri kontrol etmek de çok zordur. Zira onlar bir defa teröre bulaşırlarsa, bu sefer kendi aralarında da öldürme, kavga gibi yanlışlara kolaylıkla tevessül edeceklerdi. Her yaptıkları yanlıştan sonrada birbirlerini suçlamaya başlayacaklardı. Tıpkı terör örgütlerinin birbirlerini infaz ettikleri ve hemen parçalandıkları gibi. Eğer müminler böyle bir duruma düşecek olurlarsa Mekkelilerin eline muazzam bir koz geçecektir. Böylece müminlerin ve peygamberimizin yaptıkları kusurlu hareketler Mekke müşrik yöneticilerince büyütülecek ve onları yok etmek / öldürmek / idam etmek için deliller oluşacaktı. ([3] ) Mekke müşrik elitleri, her zaman bir fırsat kollayacak ve yapılan her yanlışı peygamberimizin hareketini yok etmeye vesile olarak kullanacaklardır. Peygamberimiz ve müminler bu uyarılarla yanlış yapmamaya ve onların istediği noktaya gelmemeye çalışacaklardır. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar ne kadar sakınırlarsa sakınsınlar, toplumdaki kutuplaşma artık öyle bir noktaya gelecektir ki, Mekke’yi terk etmekten başka çıkar yol olmayacaktır. Bu kıssa ile Cenab-ı Hak gelecekte Mekke müşrik elitlerinin peygamberimizi idam etmeye yönelik karar alacağını bildirirken yine kendisine o karar mekanizmasında yer alan “ileri gelenlerden birisinin” ihbarda bulunacağını ve Mekke’yi bu ihbarı alır almaz terk etmesi gerekeceği de bildirilir. 15 –21- Musa, şehir halkının habersiz olduğu bir zamanda şehre girdi ve orada iki adamı birbiriyle kavga ederken buldu. Bunlardan biri kendi tarafından diğeri düşman tarafa mensuptu. Sonra kendi tarafından olan, düşman tarafa mensup olana karşı ondan (Musa’dan) yardım istedi. Musa da ötekine ani bir hareketle bir yumruk indirdi / parmak uçları ile itti ([4] ) de onun aleyhine gerçekleşti. (Işini bitirdi / o öldü). O (Musa); “Bu, şeytanın işidir, Muhakkak ki o, dalalete götürdüğünden düşman olduğu apaçıktır” dedi. O (Musa), “Rabbim! Kuşkusuz kendime zulmettim. Ne olur beni bağışla!” dedi. Bunun üzerine de O (Allah), onu bağışladı. Çünkü O, mutlak bağış sahibi ve merhamet edendir. (Yine) O (Musa), “Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeyler sebebiyle, bundan böyle hiçbir zaman mücrimlere / günahkarlara / suçlulara / haksızlara arka çıkmayacağım” dedi. O (Musa) ertesi sabaha kadar şehirde korkuyla etrafı gözetleyerek dolaşırken bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse feryat ederek ondan tekrar yardım istemiyor mu? Musa ona: “Besbelli ki sen, iyice zıvanadan çıkmışsın / azgınsın!” dedi. İkisinin de düşmanı olanı yakalamaya girişince, o dedi ki; “Ey Musa! Dün bir nefsi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Anlaşılan senin arzun; haksızlıkları gideren ve ıslah edenlerden / düzeltenlerden biri olmak değil, ülkenin başına bir zorba kesilmek.” Derken şehrin ileri gelenlerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek / idam etmek hükmünü vermek hususunu aralarında görüşüyorlar. Derhal (burayı) terk et! Şüphesiz ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim / öğüt verenlerdenim.” Bunun üzerine o (Musa) korka korka, etrafı gözetleyerek orayı terk ederken bir taraftan da şöyle yakarıyordu; “Rabbim! Beni zalimler kavminden kurtar!” (Kasas Suresi 15-21) 17.4. Muhalif Hareketlerin Hicret Etmesi Peygamberimize bu kıssalardaki işaretlerle yapılan ilahi ihbarlardan bir diğeri de Mekke’yi terk ettikten sonra sulak bir yere gideceği idi. Gideceği bu sulak yerde zayıflıklarından dolayı zulme uğrayan bir toplum kesiminin yöneticisi, koruyucusu, hamisi olacağı temsili bir hikâye ile anlatılır ki temsili olayın kahramanı yine Hz. Musa’dır. Peygamberimizde tıpkı Hz.Musa @ gibi sulak bir yere hicret edecektir. Orada ürettikleri ürünleri cehaletleri / zayıflıkları nedeniyle birbiriyle çatıştırılarak ellerinden alınan Evs ve Hazrec kabilelerine yardım edecektir. Bu kabileler ile yapacağı sözleşme ile onlara yöneticilik yapacak ve onlarla kan bağı tesis edecektir ([5] ) Evs ve Hazreç tıpkı kıssadaki iki kız kardeş gibidir. Medine’deki Yahudi kabileler ise bunların ürünlerini ticari yollarla ellerinden almakta, zenginleşmelerini engellemektedir. Tıpkı kıssadaki çobanlar gibi. Söz konusu kız kardeşler çobanlar alacaklarını alıp çekilip gittikten sonra kalan ne varsa onu alabilmektedirler. Medine piyasasına egemen olan Yahudi kabileleri, Evs ve Hazreç’in ürettiği ürünleri pazar hakimiyeti ile ellerinden almaktadırlar. Anlatılan kıssada Hz.Musa @ Medyen’e gelir ve bu gidişe müdahele ederek haksızlıkları ortadan kaldırır. Bu olay aynı zamanda peygamberimizin de gelecekte böyle bir topluluğa liderlik yapacağına, oradaki gidişata müdahale ederek haksızlıkları gidereceğine ve adaleti tesisi edeceğine bir işarettir. Kızların / kadınların haklarını korumak, onları çobanlar ile eşit bir statüye getirmek ve bu amaç ile onları sevk ve idare etmek için Hz.Musa gibi bir kişiye ihtiyaçları varken Hz.Musa’nın da sığınacağı bir yurda ihtiyacı bulunmaktadır. Bu kıssa vasıtasıyla aynı zamanda hemen hemen bütün cahil toplumlarda ezilen ve itilen kadınların haklarının savunulması gerektiği müminlere öğretilmektedir. Kıssadaki Hz.Musa’nın Mısır’dan kaçması misali, Peygamberimiz de Mekke’de artık yaşayamayacağı ve sığınacağı bir yurt aradığı vasatta, Evs ve Hazreç kabilelerinin de kendilerini anarşi, savaş, sömürü ve haksızlıklardan koruyacak bir lidere ihtiyacı vardır. Peygamberimiz onlara barış / islamı / tevhidi teklif edecek, onları birbiriyle savaşmaktan koruyacak, onları tevhit edecek, Medine pazarını yahudilerin elinden alacak, Medinelilere ticareti öğretecek ve böylece onları diriltip medeni yapacaktı. Medinelilere verilecek bu hizmet karşılığında ise onlar peygamberimizi Mekke’ye karşı koruyacak ve O’nun için sığınacağı bir yurt olacaktı. 22 -26- Ve o (Musa) Medyen’e ([6] ) doğru yöneldiğinde, “Umarım Rabbim beni tanzim edilmiş doğru bir yola yönlendirir.” dedi. O (Musa), Medyen sularına varınca, orada hayvanlarını sulamak için kuyudan su çekmekte olan bir gurup insanla karşılaştı. Onların az ötesinde hayvanlarına sahip olmaya çalışan iki kadın vardı. Dedi ki: “Nedir derdiniz, ne bekliyorsunuz?” Dediler ki: “Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız; Babamız da çok ihtiyardır bu işe gelemez!” Bunun üzerine o (Musa), onların hayvanlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi ve “Rabbim! Bana bahşettiğin hayırdan sonra bu tür bir hayra öylesine muhtacım ki!” dedi. Derken, o iki kızlardan biri utana sıkıla yürüyerek ona (Musa’ya) geldi. Dedi ki: “Babam, bizim yerimize sürüyü sulamanın ücretini ikram etmek için seni çağırıyor.” O (Musa), onun (kızın babasının) yanına geldi ve olan biteni / başından geçeni ona bir bir anlattı. O (kızın babası) “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun” dedi. Onun iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle tut. Muhakkak ki ücretle tuttuğun kimselerin en iyisi, güçlü ve güvenilir olanı budur.” dedi. (Kasas Suresi 22-26) 17.5. Hicret Edilen Yerde Verilen Hizmetler Hz.Musa @ kızların babası ile kızlarından birini nikahlaması karşılığında sekiz yıllığına hizmet sözleşmesi yapar. Bu süreden sonra hizmetini on yıla tamamlarsa o da Hz.Musa’nın @ ihsanı olacaktır. Cenab-ı Hak bu kıssa ile peygamberimizin de hicret edeceği yerde sekiz yıl kalacağını ve o yerin halkına sekiz yıl boyunca yönetim hizmeti vereceğini, bu sürenin sonunda hizmete devam edip etmeme hususunda serbest kalacağını ama isterse hizmete devam edeceğini ve bu sürenin de on yıla tamamlanma şeklinde olacağını ihbar eder. Bu ihbar tam anlamıyla mucizevidir. Peygamberimiz (Medinelilerle) yapacağı sözleşme ile sekiz yıl hizmet etti. Sekizinci yılın sonunda Mekke fetholundu ama peygamberimiz Mekke’de kalmadı, Medine’ye geri döndü. O hizmetini vefatına kadar iki yıl daha yaparak on yıla tamamladı. Bu tamamlama tıpkı kıssada ki gibi peygamberimizin kendi isteğidir / tercihidir. O istese fetihten sonra anavatanı olan Mekke’de kalabilirdi. 27-28- O (Kızların babası) dedi ki: “Sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden. Ben seni mecbur etmek istemem. İnşallah beni salihlerden bulacaksın.” O (Musa); “Bu seninle benim aramdadır; bu iki ecelden (iki süreden) hangisini doldurursam doldurayım, artık bana kızıp darılmak yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir” dedi. (Kasas Suresi 27-28) 17.6. Mücadelenin Belirli Aşamalarında Doktrin / Politika Değişikliği Peygamberimizin Medine’ye gideceğini ve Medine toplumu ile sözleşme yapacağına işaret edildikten sonra sözleşme yaptığı toplum ve Mekkeli arkadaşları (ehli) ile birlikte tevhit davasını gerçekleştirmek üzere bir yola çıkılacağı da bildirilir. Peygamberimizin yoldaşları / ehli ile birlikte çıktıkları bu yolculuk sonunda insanların kalplerini birbirine kardeş kılacak bir yolu Cenab-ı Hak gösterecektir. İnsanlığın içine düştüğü karanlıklardan kurtarmak için Elçisi vasıtasıyla gönderdiği bu din / yol / metot, Taha Suresinde Hz. Musa’nın @ ateş / nur / ışık görmesi metaforu ile anlatılmıştı. Peygamberimizin mücadelesinde geldiği bu aşamada Medine’de kuracağı İslam Cumhuriyeti sayesinde tesis edeceği kardeşlik yine Hz. Musa’nın@ ateş / nur / görmesi metaforu ile anlatılır. Hz. Musa @ ailesiyle / ehliyle / taraftarlarıyla yola çıkar. Yolculuk sırasında yollarını kaybederler ve karanlık bir gecede ayazda kaldıkları bir sırada Hz.Musa @ bir ateş / nur / ışık görür ve yol ehlini / yoldaşlarını ısıtacak, kendilerine yol gösterecek bir kılavuz bulmak için o ateşe / nura / ışığa doğru yönelir. Aynı şekilde peygamberimiz ve müminlerde gittikleri yolda onlara yollarını aydınlatacak bir ışık / nur / ateş gösterilecek ve bu ışığın / nurun / ateşin / vahyin sayesinde müminlerin kalpleri birbirine ısınacak ve kardeş olacaklardır. Diğer taraftan vahyin ihbarı ile gelecekte karşı karşıya kalınacak bu durum konusunda peygamberimizin ve müminlerin biraz korkup çekineceği de bildirilir. Zira kıssanın müteakip bölümleri ile peygamberimize mevcut tebliğ politikasını / asasını bırakması emredilecek ve o politikanın yerine yeni politika / doktrin / asayı izlemesi talimatı verilecek ki bu yeni doktrin / politika / asa savaş politikası olacak, öldürmeyi ve ölmeyi emredecek. Böylece bu yeni doktrin / politika / asa kendisiyle birlikte yola çıkan, kendisine bağlı olan yol ehlini / yoldaşları savaşçı yapacaktı. Onların bu yola çıktıktan sonra savaşan, çok hızlı hareket eden, sürekli akınlar yapan, tehlikeli, vurucu ve öldürücü bir güç olması gerektiğine işaret ediliyordu. Bu nedenle peygamberimizin de tıpkı Hz.Musa @ gibi yeni durumdan korkup ürpereceği çok açıktı. Fakat ilahi vahiy onun bu hususta korkmaması gerektiğini zira kendisinin ilahi gözetim ve himaye altında olduğunu yine aynı kıssa içerisinde bildirerek moral verir. Bu husus metaforik olarak Hz.Musa’nın @ asasını bırakması ve asanın da çok hızlı hareket eden küçük, kıvrak, hızlı, son derece zehirli ve savaşçı bir yılan olan “Cannuna” benzemesi üzerine Hz. Musa’nın @ korkup kaçması şeklinde anlatılır. “Cannun”, küçük, çok zehirli ve öldürmesinden sakınılan çok tehlikeli bir yılandır. Ve bu yılanın kıssada çok hızlı / kıvrak hareketinden söz edilmektedir. Bundan önceki aynı kıssanın anlatımında asanın “Su`bân” her şeyi yutan dev bir ejderha gibi bir yılana dönüşmesi ile peygamberimizin ortaya koyduğu ideolojinin / politikanın karşısındaki bütün diğer ideolojileri / politikaları çürüten onları da yutan, silip süpüren yönü anlatılmıştı. Kabilelerin vizyoner siyasetçileri ve özellikle de Ehli kitabın din temsilcileri ile yapılan müzakerlerdeki durumu anlatmak için “Su’ban” sembolü kullanılmıştı. Asanın dönüşme kıssasının Kur’an’da ilk defa geçtiği yerde de “hayye” olarak ifade edilen yılanın uzun ömürlü, hayat bulan, canlanan, uyanan, hayatdar, yedi canlı anlamı ön plana çıkarılarak peygamberimizin ideolojisinin hayat bulacağını ve uzun ömürlü olacağı ifade edilmişti. Böylece peygamberimizin dünya görüşünün ve hareketinin değişimi ortaya çıkmaktadır; 1-Kendi ailesinin geçimi ile sınırlı bir yaşam politikası ve felsefesi (asasıyla koyunlarına yaprak çırpması) 2- Çevresine hayat veren mesaj yüklü ve koşturan, tebliğci politikası ve felsefesi (hayye ile sembolize edilmesi) 3- Kimsenin karşı koyamadığı hepsini yutan-kapsayan tevhit ideolojisinin müzakere politikası (su’ban / ejderha) 4- Önerdiği sistemi gerçekleştirmek için savaşçı bir politika ve felsefesi (cannun/ zehirli ve çok tehlikeli, savaşçı) Cenab-ı Hak peygamberimizin hareketinin savaşçı bir niteliğe bürüneceğinin ihbarını Hz. Musa @ kıssası ile yaptıktan ve bu hususta korkmaması için moral desteği verdikten sonra eğer yüreğini / yeteneklerini / birikimini / usul ve esaslarını / yetkisini / meşruiyetini ortaya koyarsa bu zorlu mücadelenin üstesinden geleceğini ve bu işi kusursuz olarak gerçekleştireceğini bildirdi. Bu ihbarını da Hz.Musa’nın@ elini koynuna sokması ve çıkardığında bembeyaz çıkması (beyaz el metaforu) olayı ile yaptı. 29- 32- Artık Musa eceli (süreyi) gerçekleştirirken ([7] ) ehliyle birlikte (ailesiyle, yakınlarıyla, arkadaşlarıyla) ([8] ) yola koyulunca, Tur tarafından bir ateş hissetti. Ehline (ailesine, yakınlarına, arkadaşlarına) dedi ki, “Siz (burada) Durun! / Bekleyin! Ben bir ateş hissettim. Belki size ondan bir haber ya da ateşten bir parça köz getiririm de bu sayede ısınırsınız.” Derken oraya vardığında o bereketli mevkide, vâdinin sağ tarafındaki bir ağaçtan kendisine: “Ey Musa! Benim…, Ben âlemlerin Rabbi olan Allah!” diye seslenildi. Ve (o ses şöyle) devam etti: “Asanı yere at! / Elindeki politikanı bırak! “Bunun üzerine o (Musa) onun (asasının / doktrinin / politikasının) sanki küçük ve çevik, tehlikeli, savaşçı bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, ardına bakmadan dönüp kaçmaya (başladı). “Ey Musa! Yaklaş ve korkma! Çünkü kesinlikle sen emniyette olanlardansın / korunanlardansın! Elini göğsüne sok! (Yüreğini, göğsünü, imanını, yeteneklerini ortaya koy! / uygulama usul ve esaslarını ortaya koy! / Meşruiyetini ortaya koy!) Ki her türlü kusurdan arınmış olarak bembeyaz, ışıl ışıl bir beyazlıkta çıkacaksın. Haydi tüm korku, hüzün ve kaygılardan uzaklaşarak kendini topla! İşte bu ikisi (Politika / doktrin ve inanç / birikim / yürek / meşruiyet) Firavun ve onun adamlarına karşı Rabbin tarafından verilen iki açık ayettir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olup çıktılar.” (Kasas Suresi 29-32) Hz. Muhammed’in@ politikasının / doktrininin artık savaşçı bir forma dönüşmesi demek bu davetin başından beri barış yoluyla tevhidi öngörmüş bir ideolojinin liderini elbette çok tedirgin edecektir. Zira bu durumda ölme vardır, öldürülme vardır. Yenme vardır yenilme vardır. Böyle bir durumda karşı tarafla kan davalı hale gelineceği ve belli bir aşamadan sonra barış imkanları neredeyse imkansızlaşacağı düşüncesi de peygamberimizde oluşacaktır. Çünkü kabile toplumlarında kan davaları sürdüren ve barışı imkânsız kılan şirk inancı ve şirk kurumları mevcuttur. Dolayısıyla kabileci / şirk içerisinde yaşayan Arap toplumunda kan davalarını, savaşları ve öldürmeleri sürekli besleyen bir kurumsal yapının devam ediyor olması halinde barışı isteyenlerle şirk içerisinde yaşayanların akan kandan sonra tekrar barışçı bir yaşama dönmeleri çok zordur. Ancak bundan daha önemlisi, Mekke’nin gücü ile savaşmanın zorluğudur. Zira Mekke müşrikleri en zayıf anlarında bile çok büyük güçler toplayabilir ve peygamberimizin tarafında yer alan kabile ve toplulukları yok edebilir. Bu doktrin değişikliği kendisinin ve hareketinin sonunu getirebileceğinden adeta bir idam fermanı gibidir. Bundan dolayı politika / doktrin değişikliği sonucunda böyle bir zorlukla başa çıkamayacağı endişesi ile Hz. Muhammed@ bu değişiklikten son derece korkacak ve bu değişiklikten kaçınmaya çalışacaktır. Bu durum Hz.Musa’nın @ asasını attığında asanın küçük, savaşçı ve zehirli bir yılana dönüşmesini görünce ardına bakmadan kaçması metaforu ile anlatılır. Ama Cenab-ı Hak, Hz.Musa’nın kendisine korkmaması ve güvende olduğunu belirtmesinden sonra bu değişikliği kabul etmesi metaforu ile peygamberimize de gelecekte yapılacak politika değişikliğinden korkmaması gerektiği ve kendisinin bizzat Rabbinin koruması altında olduğu bildirilir. Cenab-ı Hak peygamberimizi Kureyş’teki kan bağı olan kardeşlerinden ve diğer başka katılımlarla ve desteklerle destekleyeceğini böylece kendisine Mekke Yönetiminin herhangi bir zarar veremeyeceklerini ve kendisiyle beraber olanların sonunda galip geleceklerini ve Mekke’deki şirk sistemini devirecekleri müjdesini yine Hz.Musa @ kıssası ile bildirir. Nitekim bu ilahi ihbar da gerçekleşmiş ve peygamberimiz Medine hayatında Bedir savaşında Mekke’lilerden 70 kişiyi öldürmüş olsa da Uhud savaşında Mekkelilere bu öldürmenin imkanını / intikamını ilahi bir hikmetle sağlatmış hatta daha ileri giderek Biri Maun ve Reci de müminlerden toplamda yaklaşık 90 kişiyi tuzağa düşürerek şehid etmeleri müşriklerde intikam açısından fazlasıyla öç aldıkları hissini uyandırmıştır. Sonrasında ise Hendek savaşında peygamberimizi yenememeleri ve Hudeybiye seferinde zor durumda kalarak barış yapmak zorunda kalmışlardır. Savaş sürecinde yaşananların tevhide engel olacak intikam ve kan davalarına yol açamamıştır. Ayrıca çok güçlü görünen Mekke yönetimi de Hz.Muhammed@ ve müminleri yok edememişlerdir. Barış sürecinde de Mekkelilerden peygamberimize katılımlar sonucunda Mekke Yönetimi iyice zayıflarken peygamberimiz ve taraftarları son derece güçlenmişler ve sonunda Mekke’nin fethiyle müşrikler yenilmişlerdir. Tıpkı firavunun boğulması gibi Mekke şirk yönetimi de yenilip yok olmuştur. Ayrıca Mekke yönetiminin kendisini anlaması için davasını iyi bir dille anlatacak kişi / kişilerin iman etmesini peygamberimiz niyaz edecek ve bu duası da kabul edilerek Halid b. Velid, Amr bin As, Osman b. Talha……vb ileri gelen güçlü kişilerin bu süreçte İslamı kabul edeceği, müminlerin daha sonra sayıları onbinlere varan ordu kurabilecek bir seviyede güçleneceği kıssada Hz.Harun @ ile Hz. Musa’nın @ desteklenmesi ve Firavunun kendisine ilişemeyeceği kadar Hz.Musa @ taraftarlarının çok güçleneceği metaforu ile anlatılır. 33-35- O (Musa) dedi ki: “Rabbim! Kuşkusuz ben onlardan birini öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum.” (Musa devamla) “Kardeşim Harun’u da (vazifelendir). O dil itibariyle benden daha açık, daha fasih, daha düzgündür. O nedenle beni destekleyip doğrulayan bir yardımcı olarak onu da benimle birlikte gönder! Çünkü ben, onların beni yalanlamalarından korkuyorum.” O (Allah) dedi ki: “Senin pazunu kardeşinle güçlendireceğiz ve size öyle etkin bir güç ve iktidar vereceğiz ki, onlar size asla ilişemeyecekler ve ayetlerimiz sayesinde sizler ve sizi izleyenler galip gelecekler.” (Kasas Suresi 33-35) Hudeybiye barışı ile peygamberimizin liderliğindeki Medine Yönetiminin Mekke müşrikleri ile yapacağı diyaloglar Firavun ve Hz.Musa @ arasında geçen diyaloglar şeklinde verilmiştir. Firavun ve Hz.Musa @arasında geçen bu diyalogda zımnen Mekke Yönetiminin artık şirk sisteminden yavaş yavaş vazgeçmeye başlayacağı ve hatta ilahi kaynaklı tevhidi sisteme doğru meyletmeye başlayacağı ihbar edilmektedir. Şöyle ki; Hudeybiye barışı sonrası Mekke müşrik yönetimi ile diyaloğa giren peygamberimize Mekke müşrik elebaşıları yine aynı şeyleri bir nakarat olarak tekrarlayacağı bildirilir. Onlar peygamberimizin getirdiği tevhit sisteminin yanlışlığı konusunda elle tutulur ispatlı, delilli bir düşünce ortaya koyamayacaklarından peygamberimizin getirdiği ideolojinin insanları çok etkileyen, büyüleyen ama realitesi olmayan ve insanları aldatan bir sistem olduğunu iddia etmeye devam edecekler ve buna delilleri de daha önce geçmiş atalarından bu ideolojinin hiçbir uygulamasına rastlamadıklarının tekrarı olacaktır. Peygamberimiz ise asıl onların bu ağızlarında sakız yaptıkları argümanların hiçbir geçerliliğinin olmadığı ama kendi ortaya koyduğu düşüncenin yankı ve taraftar bulduğu gibi bu sistemin Medine’de uygulama alanı bulduğunu, yani uygulanmakta olduğunu artı kendilerinin Medine yönetiminin hakkından gelemediğini böylece tüm insanların kurtuluşunun tevhit sisteminde olduğunun en güzel ispatını ortaya koyduklarını bildirir. Ayrıca Mekke yönetiminin akıbetinin daha da kötüye gittiğini ama Tevhit sistemli Medine yönetiminin geleceğinin çok parlak olacağını ve bunu da bütün insanların göreceğini, sonunda Mekke’nin müminlere miras kalacağını Hz.Musa @ dilinden belirtilir. 36 – 37- Musa onların karşısına apaçık ayetlerimiz ile çıkınca, “Bu, sadece uydurulmuş bir sihirdir. Zira biz önceki babalarımızdan böyle bir şey işitmemiştik” dediler. Musa da dedi ki: “Benim Rabbim, kendi katından kimin hidayet rehberi ile geldiğini ve bu yurdun en sonunda kime kalacağını daha iyi bilendir. Şüphesiz ki zalimler, asla başarıya ulaşamazlar.” (Kasas Suresi 36-37) 17.7. Zalim İktidarların Yeni Doktrin / Politika Arayışları Hudeybiye barışından sonra, diğer Arap kabileleri arasında yayılmaya başlayan tevhidi / islami dünya görüşü karşısında zor durumda kalacak olan Mekke müşrik yönetiminin hakimiyetini terk etmeyeceği kıssada firavunun “sizin için benden başka rabb tanımıyorum” ifadesiyle bildirilmektedir. Böyle zor duruma düştükleri takdirde de hemen taktik değiştirip peygamberlerin savunduğu merhamet, alçak gönüllülük, vergili olma, paylaşmacı olma gibi güzel karakterleri sembolize eden toprak / çamurun hiddet, celal, öfke, hışım, sertlik gibi karakterleri sembolize eden ateşte pişirilerek halkın kandırılmasına matuf yeni bir sistem kurma / yeni politikalar geliştirme / yeni söylemler üretme girişiminde bulunacağını yani ilahi öğretileri de bir miktar içeren ancak yine kendilerinin rab / yönetici olacağı bir din / sistem / politika / söylem inşa etmeye çalışacağı ihbar edilir. Zira peygamberimizle başetmenin yolu onun getirdiği kaynaktan konuşmak, onun getirdiği sistem / söylem / politika benzeri bir sistemi / söylemi / politikayı halka önermektir. Böylece halkı kandıracaklarını ve kendilerinin rabbliklerinin devam edebileceği kanaatindedirler. Bu taktik değişimi olayının ihbarı Firavunun Hamana çamur / topraktan tuğlalar üretmesi ve ondan bir kule yapması böylelikle de Hz.Musa’nın @ Rabbine muttali olması metaforu ile anlatılır.[9] Fakat nasıl ki Firavun hangi taktiği uygularsa uygulasın sonunda suda boğuldu ise aynı şekilde Mekke Yönetimi de ne yaparlarsa yapsın devrilmekten kurtulamayacakları ve Mekke’den lanetlenecekleri (kovulacakları) mucizevi olarak ihbar edilir. 38-42- Firavun ise; “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımam. Ey Haman! Benim için çamur üzerine hemen ateş yak ve Musa’nın ilâhına muttali olmam için bana bir kule yap. / politika yarat. / söylem üret. Hoş, ben onun yalancının teki olduğundan eminim ya.” dedi. O (Firavun) ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Bunun üzerine Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize attık. Bak gör işte, zâlimlerin sonu nasıl olurmuş! Onları, ateşe çağıran imamlar / önderler / rehberler kıldık. Onlara Kıyamet günü yardım da edilmeyecek. Zira Biz, daha bu dünyada onların arkalarına lânet taktık. Kıyamet gününde ise aşağılık ve iğrenç olan yine onlar olacaklar. (Kasas Suresi 38-42) [1] ) NOT:Medine seçeneğini ölmeden önce Ebu Talip de önermişti. (A.A) [2] ) NOT: “Vekz”: parmak uçları ile itmek demektir- İmam Razi (A.A) [3] ) NOT: Nitekim Evs ve Hazreç’in ikinci akabe biatından sonra Kureyş’in müşrik önderlerinin üzerlerine gelmesi nedeniyle kılıçlarına davranmışlar fakat peygamberimiz onları bu hareketten uzak tutmuştur. (A.A) [4] ) İmam Razi [5] ) Peygamberimizin akabe biatında Ensar’a söylediği sözlerden “Hep beraber yaşayacağız ve hep beraber öleceğiz. Ben sizinim ve siz de benimsiniz…”ifadesi adeta tam bir kan bağının tesisidir. ( İmam ahmed, Beyhaki, Amir Şabinin rivayetleri) [6] ) Medyen ile Medine benzerliği çok entersan. ( her ne kadar Medine ismi sonradan konulmuş olsa da.) Ayrıca Medyenlilerin taptıkları şey ağaçtır, Medinelilerin geçim kaynağıda ağaçtır / hurma ağaçlarıdır. [7] ) Mücâhid, "Hz. Musa (a.s) bu süreyi on sene olarak tamamladı ve bundan sonra Şuayb (a.s)'in yanında bir on sene daha kaldı" demiştir. Ayetteki "Artık Musa müddetini tamamlayınca, ailesiyle yola çıktı. Tür yanında bir ateş farketti..." ifadesi, bu hissetme işinin, bu iki işten sonra olduğuna delalet eder. Fakat bunun, iki işin sadece birisinden sonra yani o müddetin tamamlanmasından sonra meydana geldiğine delalet etmez. [8] )Mücahid: Ayetteki, "Ailesiyle yola çıktı..." ifadesinde, Hz. Musa (a.s)'nın sadece hanımıyla yola çıktığına dair bir delalet yoktur. Çünkü ayette daha sonra gelen, 'bekleyin" ifadesinde, bunların iki kişiden fazla bir cemaat olduklarına bir işaret vardır. Medyen'den yola çıkan ve aralarında Musa peygamberin kardeşi Harun'un da bulunduğu kafile, (Kitab-ı Mukaddes'e göre kafilede Musa peygamberin kayınpederi de vardır;) Mısır'a doğru gitmektedir. Yani peygamberimiz ensar ve muhacirlerle beraber Mekke’nin fethine doğru yola koyulacağını gaybi olarak ihbar ediyor. [9] ) Not: Kule yapma için kullanılan “sarh” kelimesi aslında açıklama yapma, söylem üretme, politika yaratma olarak da kullanılır.

  • Medine Dönemi | Allahın Rehberliği

    Kur’an ve Hz.Muhammed (SAV)’in Hayatına Politik Bir Yaklaşım Medine Dönemi Başla

  • Bölüm 22: MÜNAFIKLARIN HAMLELERİ | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 22 MÜNAFIKLARIN HAMLELERİ 22.1. Zina Cezası Üzerinden Yapılan Haince Bir Oyun Münafıklar ve Yahudi işbirlikçileri, Medine İslam Ordusunun Zatürrika ve Bedrül Mev’id akınlarının / harekâtlarının başarısını gölgelemek ve Kurayza Yahudileri ile Medine Yönetiminin arasını açmak için giriştikleri başarısız Tu’me olayından sonra bir tezgah daha kurdular. Bu tezgâha göre Kurayza Yahudilerini İslami İdareye karşı hale getirmek için Yahudilerden zina yapmış bir erkek ve kadını getirip onlar hakkında hüküm vermesini Hz.Muhammed’den talep ettiler. Plana göre; Hz.Muhammed@ zina eden bu kadın ve erkeğe kırbaç / sopa cezası vereceğini öngörüyorlardı. Çünkü Hz.Muhammed’in zinanın Tevrat’taki hükmünün recm olduğunu bilemeyeceği ve hâlihazırda Yahudilerin de bu suça uyguladıkları cezanın kırbaç / sopa olması nedeniyle O’nun cari olan uygulamayı seçeceği düşünülmüştü. Hz.Muhammed’in@ suçlulara sopa / kırbaç cezası vermesini müteakiben onlar hemen halka dönüp O’nun “peygamber” değil “kral” olduğunu söyleyeceklerdi. Böylece müminlerde Hz.Muhammed’in@ peygamber olamayacağı, O’nun hedefinin krallık olduğu şüphesini yaratacaklardı. Fakat Hz.Muhammed@ onların bu konuda hem cari uygulamalarını hem de Tevrat’ta ne hüküm verildiğini soruşturunca planları suya düştü. Hz.Muhammed@, Abdullah bin Selam’dan Tevrat’ta zina suçuna recm cezasının verildiğini ama zaman içerisinde aristokrat Yahudi ileri gelenlerin kendilerine bu hükmü uygulatmamak için recm yerine sopa / kırbaç cezasını din bilginlerine dayattıklarını öğrendi. Bunun üzerine kendisine hüküm vermesi için getirilen zina suçlularına Tevrat’ta yazdığı şekilde “recm” cezasının uygulanmasını emretti. Böylece Hz.Muhammed@ onların bu oyunlarını da boşa çıkardı. Aslında Yahudilerin bu numaraları yeni değildi. Aynı oyunu Hz. İsa için de yapmışlardı. Hatırlanacağı üzere Hz. İsa da kendisine hüküm vermesi için getirilen zina suçluları için Yahudi ileri gelenlerine “içinizden bu suçu işlememiş olan ilk taşı atsın” şeklinde meşhur olmuş sözü / hükmü ile mukabelede bulunmuş ve onların oyunlarını bozmuştu. Her ne kadar münafıkların Yahudi işbirlikçileri üzerinden yaptıkları bu oyun “peygamberlik boyutu” açısından bozulsa da “İslami iktidarı yıpratmaya yönelik şeytani boyutu” devam ediyordu. Şöyle ki; Medine Yahudilerinde zina suçuna verilen cezanın aristokratların baskısıyla recmden sopaya / kırbaca çevrilmesi toplumda kabul görmüş ve benimsenerek örf haline gelmişti. Araplarda ise gelenek olarak gizli dost tutmak seklinde bir zina / nikâh türü vardı ki Cenab-ı Hak, bu tip cinsel birleşmeyi de yasak saymıştı. (Nisa Suresindeki “…. gizli dost tutmamak şartıyla… “ifadesi ) Hâlbuki cahiliye döneminde bu ayıp sayılmadığı gibi hür kadınların yaptıkları ve bir çeşit nikâh sayılan bir adet idi. ([1] ) Cenab-ı Hak, zinayı yasaklamış ancak zina edenlere nasıl bir ceza verileceği hususunda bir hüküm henüz getirmemişti. Sadece fuhuş yuvalarında yapılan zina için Nisa suresinde yasağı ihlal edenlere verilecek ceza konusunda kısmi ve ayrıntılı olmayan bir usule değinilmiş ve ileride bu konuda detaylı açıklama yapılacağı belirtilmişti. Yani zina suçu işlemiş kadınların ikinci bir emre kadar evlerinde hapsedilmeleri erkeklerin ise eziyet edilmeleri şeklinde muğlak bırakılmış / ayrıntılandırılmamış bir cezadan bahsedilmişti. Zina eden Yahudi erkek ve kadın için verilen recm hükmü her ne kadar Yahudilerle İslami İdarenin arasını açma ve Hz.Muhammed’in@ peygamberliğini tartışmalı hale getirme hususunda nifak arayanların çanlarına ot tıkadıysa da fitne çıkarmak için başka bir alan doğurmuş oluyordu. Yahudilere örflerindeki cezanın değil de Tevratlarında öngörülen recm cezasının verilmesi Medinelilerde bundan sonra zina suçuna recm cezasının herkese verileceği algısı oluşmuştu. Şeytani plana göre Medinelilerin hareketleri takip edilecek ve zina fiilleri tespit edilmeye çalışılacaktı. Nasıl olsa bu suçu işleyecek kişiler çıkacaktı. Zira cahiliyeden kalan alışkanlık ile gizli dost tutmuş birçok insan vardı. Zina konusunda oldukça rahat bir toplum vardı. Bu nedenle gizli dost tutarak zina yapan kişiler tespit edilip hemen Hz.Muhammed’in önüne getirilecekti. O da vereceği recm hükmüyle zina işleyenleri taşlattıracaktı. Uygulamanın ucu mutlaka bir ileri gelene yahut ileri gelenin yakınına eninde sonunda dokunacaktı. İleri gelenler bu cezayı uygulatmak istemeyeceğinden sonunda Hz.Muhammed’in@ otoritesine karşı gelmeye ve onun iktidarını sarsmaya çalışacağı kesindi. Onların bir diğer amacı da fuhuş merkezlerinin kapatılmasının toplumda fuhşun yayılmasına neden olduğunu göstermekti. Onlara göre fuhuş yuvaları toplumda temiz kalmak isteyenleri temiz bırakıyor, kirli insanların temizlere bulaşmasını engelliyordu. Onların fuhuş merkezleri kapatılınca kirli insanların temiz toplumun içerisine girerek toplumu kirlettiğini iddia etmiş olabilecekleri de söylenebilir. Böylece Hz.Muhammed’in@ politikalarının toplumu ıslah etmek yerine toplumu kirlettiği mesajını vererek İslami iktidarı yıpratacaklardı. İslami İktidar yıpranmamak için kararlarından geri dönmesi halinde özellikle Abdullah Bin Ubey kapatılan fuhuş yuvalarına geri kavuşabilecekti. Ayrıca onlar zina işleyen suçlulara verilecek recm cezası ile toplumu korkutmak istemekteydiler. Zira insanları recm gibi ağır ceza ile yüz yüze getirmek onları Hz.Muhammed’den@ kopartmak için bulunmaz bir fırsattı. Yahudiler olsun münafıklar olsun onların derdi; toplumun arındırılması değil Hz.Muhammed’in@ iktidarının zarar görmesiydi. Siyasi alanda mertçe ve dürüstçe mücadele edemeyen ve her giriştikleri mücadeleyi kaybeden muhalif münafıklar ve işbirlikçileri olan Yahudiler, şimdi psikolojik harp taktiği denemeye başlamışlardı. Hatta bu şeytani planın belki de en önemli ayağı, yapılacak izleme ve takip faaliyetleri kapsamında zina suçuna ait birtakım emareler taşıyan bazı ileri gelenleri hüküm vermesi için Hz. Peygamberin önüne getirmek olacaktı. Şayet böyle bir olay yakalanacak olursa kabileler arasında çatışma yaratılabilecekti. Zira suçlanan kabile kendi adamını savunacak ve iftira atıldığını iddia edip iftira atanın cezalandırılmasını talep edecekti. Ya da doğrudan iftira atan kabilenin üzerine yürüyecekti. Şayet olayın iftira olduğuna hükmedilecek olursa, iftira atan şahsın kabilesi bunu kendisine bir hakaret ve aşağılama addedecek ve cezanın uygulanmasına karşı çıkacaktı. Yani hangi taraftan bakılırsa bakılsın bu plan işlediğinde mutlaka bir kargaşa / anarşi / fitne ortaya çıkacaktı ve Hz.Muhammed’in@ iktidarı bu kaos / fitne sonucunda darbe alacaktı. Münafıklarda böylece iktidarı devirmek için fırsat yakalamış olacaklardı. Plan çok haince bir plandı. Bu plan münafıklara öylesine cazip gelmişti ki hemen tecessüse / röntgen / izleme / takip / dinleme faaliyetlerine başladılar. Oynanan oyunu anlayan Hz.Muhammed@ hüküm verilmesi için kendisine getirilen zina vakaları için en ağır ceza olan recme hükmetmekle birlikte bazılarını da görmezden gelmekte ve hükmün uygulamasını ertelemeye çalışmaktadır. Ta ki bu konuda Cenab-ı Hakk’ın yol gösterici talimatları gelene kadar. Onlar bu tezgâhların peşinde olsun Hz.Muhammed@ yine bir sefere / akına hazırlanıyordu. Bu sefer / akın Mustalik oğullarının üzerine yapılacaktı. 22.2. Mustalikoğulları Seferi / Akını Huyey Bin Ahtabın tüm kabileleri dolaşıp Medine İslam Cumhuriyeti aleyhine hizipler / müttefikler ordusu yaratma çabası kendini göstermiş ve Huzaalılardan olan Mustalik Kabilesi lideri Haris b. Ebi Dınar silah ve savaşçı toplama hazırlıklarına başlamıştı. Sadece kendi kabilesini değil aynı zamanda çevre kabileleri de bu hizipler / müttefikler ordusuna katılım hususunda ikna etmişti. Hz.Muhammed@, bunu haber alınca, durumu incelemek ve öğrenmek üzere Büreyde b. Husaybi’yi Mustalik oğullarına ajan olarak gönderdi. Müşrik gibi görünen Bureyde haberin doğruluğunu teyit eden bilgilere sahip olarak Medine’ye döndü ve edindiği bilgileri Hz.Muhammed’le@ paylaştı. Hz.Muhammed@, müttefik güçlerin daha da büyümesini engellemek için caydırıcı akınlardan / seferlerden birisinin de Mustalik oğulları üzerine yapılması gerektiği kanaatini Medine İslam Cumhuriyetinin ileri gelenleri ile paylaştı. Hz.Muhammed’in@ görüşüne katılan mümin ileri gelenler hemen sefer / akın hazırlıklarına başladılar. Hazırlanan askeri birlik 700 kişiden oluşuyordu. Bu birliğin içerisinde 30 atlı süvari de bulunuyordu. Fakat bu seferin / akının diğer seferlere / akınlara göre farklı olan hususu ise daha önceki seferlere katılmayan münafıklardan birçok kimsenin bu sefere katılması idi. Onlar taktik değiştirmişlerdi. Bütün çabalarına rağmen önleyemedikleri seferin / akının içerisinde yer alıp fitne çıkarmayı deneyeceklerdi. Şayet bu sefer sırasında çıkarılacak bir fitne sonucunda akın / sefer başarısızlıkla neticelenirse bundan sonra akınlara seferlere çıkılmaması gerektiği hususundaki politikalarının ne kadar haklı olduğunu ispat etmiş olacaklardı. Dahası çıkardıkları fitne nedeniyle bu akının / seferin başarısızlığa uğramasını sağladıkları takdirde gelecekte Mekke müşrik yönetimine yardım ettiklerini ileri sürerek onlardan mükafatlarını bekleyeceklerdi. Mustaklik Seferine / akınına çıkıldı. İslam Ordusunun ilerleyişi sırasında orduya düşman casusu sızdı. İslam ordusu hakkında bilgi toplamak için Mustalik kabilesinin gönderdiği o casus yakalandı ve boynu vuruldu. Medine İslam Ordusunun üzerlerine gelmekte olduğunu ve casuslarının yakalanıp idam edildiğinin haberini alan çevre kabileler Mustalikleri yalnız bırakarak kaçıp dağıldılar. Zira casusun yakalanıp öldürülmesi bu işin şakasının olmadığını ve işin ciddiyetini gösteriyordu. 22.3. Mureysi Kuyusu Başında Su Kavgası Medine İslam Ordusu Mureysi Kuyusu yanında karargâh kurdu. Ordunun su ihtiyacı için görevliler kuyuya su çekmeye gittiler. Muhacirlerden olan Cahcah b. Mesud ile Ensardan Sinan’ın kovaları birbirine karışınca aralarında kavga çıktı. ([2] ) Cahcah eski cahiliye âdeti alışkanlığı ile Kureyşlileri / Mekkeli muhacirleri yardıma çağırınca baş münafık Abdullah bin Ubey’e ortalığı fitneye boğmak için gün doğdu. Münafıklar da hemen Evs ve Hazreçlileri / Medinelileri çağırdı. Taraflar birbirlerine kılıçları çektiler. Cahiliye âdeti hortlamıştı. Az kalsın büyük bir fitne kopacaktı. Abdullah bin Übey sürekli kışkırtıcı sözler sarf ediyor ve tarafların birbirine girmesine çalışıyordu. Neyse ki tarafların aklı başında ileri gelenleri hemen duruma el koydular ve tarafları yatıştırdılar. Fakat Abdullah bin Übey bu durumu kaşımaya devam etti ve özellikle Medineliler arasında Muhacirlere karşı kin ve nefret tohumu ekecek sözler sarf etti. Onun mealen sözleri şöyle idi; “Gelip kendi yurdumuzda bize egemen oldular, çoğaldılar şimdi kalkmış bize kafa tutuyorlar, bizim soyumuzu bizim ülkemizden sürecekler, Dağdan gelip bağdakini kovma misali ya da besle kargayı oysun gözünü, vb…. Ama göreceksiniz. Hele bir Medine’ye dönelim. Andolsun aziz ve üstün olan bizler, şu sefilleri şehrimizden sürüp çıkaracağız …..” Olayla ilgili bilgiler ve yapılan konuşmalar Hz.Muhammed’e iletildi. Peygamberimiz çok öfkelendi. Hem eski cahiliye adetleri ile müminlerin hareket etmelerine kızdı hem de Abdullah bin Übey’in kışkırtıcı / bölücü tavır, davranış ve konuşmalarına çok öfkelendi. Bu konuda önce Hz. Ömer ile konu hakkında bir görüşme yaptı. Hz. Ömer’in fikri bu sorunu kökten çözmek için Abdullah Bin Übey’i hemen öldürmekti. Fakat Hz.Muhammed@ onun görüşüne katılamıyordu. Zira olay sadece bir kişiyi öldürerek sorun çözülmüyordu. Tam aksine onun öldürülmesi halinde sorun belki daha da büyüyecek ve kabile asabiyesi nedeniyle müminler arasında bölünme ve çatışma yaşanabilecekti. 22.4. Ordu Karargâhında Abdullah Bin Übey Hakkında Yapılan Değerlendirmeler Hz.Muhammed daha sonra Ensar’dan ileri gelenlerle görüştü. Onların bir kısmı Hz. Ömer gibi düşünerek cezalandırılması gerektiği fikrinde iken diğer bir kısmı ise Abdullah bin Übey’in hala kabilesi nezdinde bir itibarı ve otoritesinin olduğunu, onun öldürülmesi halinde “Hz.Muhammed@ kendi topluluğunu / ümmetini de öldürmeye başladı” şeklinde menfi bir propagandaya maruz kalınacağını söylediler. Bu görüşte olanlar, bu tür bir söylemi düşmanların ve münafıkların İslami İdarenin aleyhine kullanarak onun kabilesi olan Hazreçlileri kışkırtacağını ve çatışmalara kadar varan bölünmelere yol açacağını bildirdiler. Bu nedenle Abdullah bin Übey’i öldürmek yerine onunla görüşüp özür dilemesini sağlayarak onu itibarsızlaştırmanın daha iyi bir politika olacağını dile getirdiler. Müşavereden sonra Hz.Muhammed@ Abdullah bin Übey’i çağırttı ve topluluğun huzurunda kendisinin böyle bir söz söyleyip söylemediğini sordu. O söylediklerini inkar etti. O bilgiyi getirenin sözlerini yanlış anladığını ifade etti. Dahası Hz.Muhammed’in de peygamber ve liderliğine şehadet etti. Böylece Abdullah Bin Übey’in Hz.Muhammed ve muhacir müminler hakkında o fitne çıkarıcı sözleri söylemiş olmasına rağmen herkesin huzurunda inkar etmesi ve sözlerinin yanlış anlaşıldığı şeklinde viraj alması ve Hz.Muhammed’in@ peygamberliğini ve liderliğini tekrardan kabul etmesi / şehadet etmesi onun rezilliğini göstermesine yetti. Onun böyle karaktersiz, korkak, sefil ve sözlerinin arkasında duramayacak kadar ödlek tavır sergilemesi, kendi kabilesinin nezdinde de itibar kaybına neden oldu. 22.5. Müreysi Kuyusu Başındaki Su Kavgası Raporu: Münafıkun Suresi Cenab-ı Hak, daha sonra bu olayın anlatıldığı Münafikun Suresini inzal etti. Bu sure ile müminlere özellikle de münafıkların lideri olan Abdullah Bin Übey’in kabilesinden olan müminlere uyarılar ve öğütler verdi. Surede münafıkların (özelde Abdullah bin Übey’in) Hz.Muhammed@ aleyhine söylediği sözlerden sonra tekrar Hz.Muhammed’e biat etmesi dile getirildikten sonra onların (onun) yalan söylediği yani gerçekte bu biatında bile samimi olmadığı belirtildi. Bu hususların Allah (toplum / peygamber ve müminler) tarafından gayet iyi bilindiği ortaya konuldu. Her ne kadar onlar müminleri Allah’ın yolundan engellemeye devam edebilmek için yeminlerle biatler yapmakta ve asla fitne çıkarmadıklarını kendilerinin yanlış anlaşıldığını söyleseler de onlar inkârla (İslam Cumhuriyetini tanımama) ile iman (İslam Cumhuriyetine tabi olma) arasında gidip gelmektedirler. Cenab-ı Hak onların bu durumunu belirttikten sonra onların sonunda korkularına yenilerek inkâra gömüldüklerini belirtti. Bütün bunlar aşağıdaki ayetlerde şöyle ifade edildi: Rahman Rahim Allah Adına 1-3- O münafıklar sana geldiklerinde: “Biz şehadet ederiz ki, sen kesinlikle Allah'ın Peygamberisin” dediler. Allah, senin gerçekten kendisinin Peygamberi olduğunu biliyor ve aynı zamanda Allah, o münafıkların yalancı olduklarına da şahitlik ediyor. Onlar, bu şehadetlerini / yeminlerini kullanarak insanları Allah’ın Yolundan alıkoyuyorlar. Bu yaptıkları ne iğrenç bir davranıştır. Çünkü onlar inandıktan sonra inkar ettiler; bu yüzden kalpleri mühürlendi. Artık neyin iyi neyin kötü olduğunu anlayıp kavrayamazlar. (Münafikun Suresi 1-3) Onların Hz.Muhammed@ dahil herkesi etkileyen söz ve tavırlarıyla sanki halkın iyiliğine çalışıyormuş görüntüsü verdiklerini ama asla öyle olmadıkları ifade edilir. Onların korkaklıkları öylesine büyüktür ki; her olayın, her gelişmenin, her haberin ve her çağrının kendi aleyhlerine olacağını zannederler. Bu hususlar ayetlerde şöyle ifade edilir; 4- Onların dış görünüşlerine / kalıplarına baktığın(ız) zaman onları adam sanırsın(ız), ağızları da iyi laf yapar / sözlerini dinletirler. Fakat aslında “giydirilip süslenmiş” kalas / odun gibidirler. Onlar duydukları her sesi / her konuşmayı / her çağrıyı / her gürültüyü kendi aleyhlerine olduğunu zannederler. Onlar size düşmandır, bu yüzden onlara karşı dikkatli olun. Allah canlarını alsın onların! Nasıl da Dosdoğru Yoldan kendilerini saptırıyorlar! (Münafikun Suresi 4) Yapılan görüşmelerde müminlerin bir kısmı onların öldürülmesinden yana görüş bildirmişler, peygamberimiz dahil diğer kısmı ise şimdilik bağışlanmalarından yana olmuşlardır. Ama nihai karar olarak Abdullah Bin Übey’in huzura çağırılarak ona suç teşkil eden sözleri için bağışlanma ve özür dilemesinin söylenmesi kararı çıkmıştı. Ancak o özür dilemeyi değil, kibir ve gururundan bahane bulmayı, yanlış anlaşılmış olduğunu beyan etmeyi, sözlerini getiren kişinin yanlış aktarmış olduğunu vb. viraj almayı seçmişti. Onun bu viraj alma taktiklerini peygamberimiz ve müminler biliyorlardı. Şahit de oldular. Hz.Muhammed@ ne kadar bağışlanmalarını istese de eninde sonunda bir gün gelecek onların / onun yaptıklarının hesabı mutlaka sorulacaktı. Cenab-ı Hak, (İslami İdare ) onu / onları asla bağışlamayacaktı. Cenab-ı Hak, bu durumu şöylece ifade etti; 5-6- Onlara: "Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için bağışlanma dilesin" denildiğinde, bundan yüz çevirdiler. Kibirlenerek bundan yüz çevirmelerine bakar mısın? Artık sen onlar için ister bağışlanma dile ister dileme onlar için fark etmez. Bu nedenle Allah onları asla bağışlamayacaktır. Şüphesiz Allah, böylesi yoldan sapmış bir topluluğu asla Dosdoğru Yola iletmez. (Münafikun Suresi 5-6) Cenab-ı Hak, onları asla bağışlamayacaktı, Çünkü o münafıkların yaptıkları ve niyetleri öyle yenilir yutulur cinsten değildi. Onlar halkı İslami İdarenin yıkılması için galeyana getirmekteydi ve onların bir nevi darbe için iktidarı maddi imkândan yoksun bırakma girişimleri vardı. Dahası akın / sefer sırasında Medine İslam toplumu arasına kin ve nefret tohumları ekerek bölmeye çalışmışlardı. Müreysi kuyusunda su yüzünden çıkan ihtilafı kullanarak Ensar’ı Muhacirlere karşı kışkırtmışlardı. Hz.Muhammed@ ve Muhacirleri Medine’den sürüp çıkarma niyetlerini ifade etmişlerdi. Bunları Cenab-ı Hak şöyle ifade etti; 7-8- Onlar: “Allah'ın Peygamberinin yanındakilere hiç bir şey infak etmeyin / vermeyin ki dağılıp gitsinler” dediler. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat o münafıklar bu gerçeği göremiyorlar. Onlar: “Göreceksiniz, andolsun ki, Medine'ye döndüğümüzde üstün ve şerefli olanlar, güçsüz ve aşağılık olanları sürüp çıkaracaklar” diyorlardı. Halbuki asıl üstünlük ve şeref Allah’a, Peygamberine ve müminlere mahsustur. Fakat o münafıklar bu gerçeği de göremiyorlar. (Münafikun Suresi 7-8) Cenab-ı Hak, müminleri malları ve çocuklarına olan sevgilerinin kendilerini İslam Cumhuriyetine destek olmaktan alıkoymaması konusunda uyardı. Şayet bu uyarıya kulak asılmayacak olursa sonlarının hüsran olacağını ve kendilerine yazık edeceklerini bildirdi. Uyarıya kulak asılmaması halinde Medine İslam Cumhuriyetinin yıkılması ve idarecilerin ölümleri mukadder hale geldiğinde artık çok geç olacak ve bu eceli erteleme konusundaki yakarışlar / çırpınışlar fayda etmeyecek ve son pişmanlık da fayda getirmeyecekti. 9-11- Ey müminler! Mallarınız ve çocuklarınız sakın sizi Allah’ı zikretmekten / Allah’ın dinine / Allah’ın devletine destek olmaktan alıkoymasın. Her kim böyle yaparsa, işte onlar kendilerine yazık etmişlerdir. Sizden birinize ölüm gelip çattığında: "Ey Rabbim! Bana biraz daha süre tanısan da sadaka / sadakat vergisini verip Salihlerden olsam” demeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Çünkü Allah hiç bir kimsenin ecelini ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi 9-11) 22.6. Beni Mustalik Savaşı Bu olaydan sonra Medine İslam Ordusu gece karanlığından yararlanarak Mustalik oğullarını kuşattı. Onlar önce teslim olmaya / müslüman olmaya ve Medine İslam Cumhuriyetinin müttefiki olmaya davet edildiler. Fakat onlar bu çağrıya ok atarak karşılık verince savaş başladı. Savaş çok kısa sürdü ve Mustalik oğulları teslim olmayı kabul etti. Onlar on kişi kayıp verirken müminler bir kişi şehit vermişti. Beni Mustalikların bütün erkekleri, kadınları ve çocukları esir edilirken deve, sığır ve davarları da ganimet olarak alındı. Esir edilenlerin 200 aile olduğu rivayet edilir. Elde edilen ganimetler ise 2000 deve ve 5000 küçükbaş hayvan olduğu rivayetlerde geçmektedir. [1] ) Haden: Cahiliye döneminde hür olduğu için zina yapamayan bir kadının, bir erkekle metres hayatı yaşamasıydı. Böyle kadınlara "Müttehizat-ı Ahdân" denilirdi. Bu devirde hür bir kadının zina yapması çok ayıp sayılırdı. Bu sebeple hür kadınlar gizli dost tutarak cinsel ilişkide bulunurlar, böyle birleşmelere de "Nikah-ı Hadn" denilirdi.( Taberî, Camiu'l-Beyan, V, 19; îbn Hacer, Fethu'l-Barî, IX, 158.) îbn Abbas, bu tür kadınların sadece bir tek dost tuttuklarını, Cahiliye halkının zinadan aşikar olanı haram sayıp, gizli olanı helal saydıklarını söylemektedir.[Taberî, Camiu'l-Beyan, V, 20 ; îbn Hacer, Fethu'l-Barî,VIII, 83.) [2] ) NOT: Rivayetlerde kovaların karışması olarak verilen bu su anlaşmazlığı biraz törpülenmiş bir anlatım gibi geliyor. Çölde kuyulara sahip olmanın çok büyük bir ekonomik getirisi olduğunu ve bu noktada muhacirlerin içerisinde daha hala iman etmemiş müşrik köle ve hizmetçilerin olduğunu ve bunlarında eski adetlerle hareket ettiğini bu nedenle kuyuya sahiplenmeye çalışıldığını, hatta eskiden köylerde bir çok kavganın su alma ve/ veya su sırası yüzünden çıktığı düşünüldüğünde bu akında da detayları çok bilinmese de su yüzünden bir fitnenin çıktığı kesindir. (M.Ali Baltaşı) Harita 24: Beni Mustalik Seferi (https://www.wpmap.org/map-of-saudi-arabia/saudi-arabia-physical-map-gif/ ) 22.7. Beni Mustalik Akınından / Seferinden Dönüş ve «İFK» Hadisesi Medine İslam Ordusu Beni Mustalik akını / seferinden Medine’ye dönerken «ifk» hadisesi yaşanır. Bu akına / sefere giderken Hz.Muhammed@ yanına hanımlarından Hz. Aişe’yi almıştı. Dönüş yolunda ordu konaklamıştı. Fakat Hz.Muhammed@ gece aniden orduya tekrar yola koyulma emir verdi. Zira peygamberimiz «Bi’rimaune» ve «Reci» akınlarındaki / seferlerindeki katliamdan sonra yapılan akınlarda / seferlerde alışılmışın dışında hareket ediyordu. (Salatları / içtimaları kısa tutma, salatlarda / içtimalarda orduyu ikiye bölme, farklı istikametlerde ilerleme, vb.) Bu sefer dönüşünde de çok tedbirli davranıyordu. Özellikle de Abdullah bin Übey’in “Medine’ye bir dönelim onları nasıl şehirden sürüp çıkaracağız göreceksiniz” şeklinde ki sözünün arka planı olup olmayacağını da dikkate alıyordu. Bu nedenle orduyu aniden harekete geçirince görevliler Hz. Aişe’nin hevdecini devesinin üzerine yüklediler ve ordu harekete geçti. Fakat Hz. Aişe gecenin bir yarısında harekete geçilmesi emri üzerine uyandırılınca, hemen hacetini görüp gelmek için ordudan biraz tenha bir yere ayrıldı. Hacetini görüp geldiğinde gerdanını düşürdüğünü fark etti ve geri dönüp gerdanını aramaya koyuldu. Geri geldiğinde ise ordu çoktan uzaklaşmıştı. Hz. Aise ise telaşa kapılmadı. Nasıl olsa hevdecinde yokluğu anlaşılınca geri gelip almaya görevli adamları gönderirler diye bulunduğu yere oturup bekledi ve bekleme uzun sürünce oracıkta uyuyakaldı. 22.8. Abdullah Bin Übeyin Algı Operasyonu ve “İfk” hadisesinin Siyasi Önemi İslam Ordusunun artçılarından Safvan bin Muattal ise geriden geliyordu. Hz. Aişe’yi fark etti ve devesine bindirdi. Birlikte orduyu takip ettiler. Onlar ordunun peşinden ancak o gecenin sabahında (öğleye doğru) yetişebildiler. Ordunun gerisinden bir asker yaya olarak ve bir kadın devenin üzerinde geliyorlardı. Ordudakiler bunların kim oldukları hususunda meraklandılar. Onlar orduya yaklaşınca erkeğin Safvan kadının ise Hz. Aişe olduğunu gördüler. Bu manzarayı görünce Abdullah bin Ubey’e fitne çıkarmak için yine gün doğmuştu. Uzun zamandır sürekli aradığı fırsatı yakalamıştı. Bir kadın ve bir erkek geceleyin tek başlarına! Sahne hazırdı! Onların geceyi birlikte geçirdikleri algısı oluşturulacaktı. Abdullah bin Übey için Hz. Aişe üzerinden böyle bir algı operasyonu o kadar önemliydi ki bu olayı kullanarak çok büyük bir fitne ateşi yakacaktı. Çünkü Hz. Aişe sıradan birisi değildi. Ona atılacak bir iftira, onun Hz.Muhammed’den@ ayrılmasını sağlayacağı gibi bundan daha da önemlisi Hz.Muhammed’le en yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir’in yollarını da ayıracaktı. Bu da, Medine İslam Cumhuriyeti’nin çekirdek kadrosunda parçalanma demekti. Hz.Muhammed@, peygamberliğin başlangıcından bugüne kadar hep yanında durmuş en büyük destekçisinden mahrum olacaktı. Ayrıca hanımlar arası rekabet kızışacak ve hanımlar birbirlerini diskalifiye etmeye çalışacaktı. Bunun en büyük göstergesi de bu dedikoduda kullanılan bir diğer kişi validelerimizden Zeynep binti Cahş’ın kardeşi Hamne binti Cahş olmasıdır. Diğer taraftan bu iftira öyle büyük bir siyasi kaos yaratmanın aracıydı ki, bu iftira ile Medine de kabileler birbirine girecekti. Yani bu, hem Muhacirlerin kendi arasında, hem Ensar’ın kendi arasında ve hem de Muhacirlerle Ensar arasında büyük bir fitneye, savaşa neden olabilecek bir operasyondu. O yüzden Abdullah bin Übey bu operasyona çok büyük önem verdi ve başarmak için elinden geleni yaptı. Plana göre iftira tutarsa ortalık karışacak ve yukarıda belirtilen olumsuzluklar yaşanacaktı. Yok, tutmazsa, o takdirde de Abdullah bin Übey bütün şimşekleri üzerine çekecekti. Zira iftira olduğu anlaşılacak olursa o takdirde ise bu iftiraya ceza verilmesi gündeme gelecekti. Ceza verilmesi seçeneği ise yine bir karışıklığa neden olacaktı. Çünkü Abdullah bin Ubey’in kabilesi itibarlı, imtiyazlı, ileri gelenlerinin ceza görmesinin cahiliye geleneğince kendilerinin aşağılanması olarak addedileceğini düşüneceklerinden ceza verilmemesini isteyeceklerdi. Hz.Muhammed@ ise bu cezada ısrar edecek olursa karşısında Hazreçlileri görecekti. Evsliler ve muhacirler bu cezada ısrar edecek olurlarsa birbirlerine girebilecekti. İslam Ordusu Medine’ye gelince Hz. Aişe’nin Safvan Bin Muattal ile birlikte gece yolculuğu yaptıkları üzerinden yaratılan iftira öylesine hızlı bir şekilde yayıldı ki müminler hatta peygamberimiz bile etkilendi. Algı operasyonu tutmuştu. Hz. Aişe Medine’ye gelir gelmez hastalandığından şehirde çalkalanan dedikodulardan haberi yoktu. Hz.Muhammed’de@ ziyarete geldiğinde kendisine sıcak davranmıyordu. Hz. Aise hastalığını atlatıp iyileşince dedikodunun kendisi üzerinde döndüğünü öğrendi. O, peygamberimize buna inanıp inanmadığını, babasına ve annesine buna inanıp inanmadığını sordu. Fakat hepsi de bu algı operasyonundan etkilenmişlerdi. Hz. Aişe herkesin kendi aleyhine bu iftiraya inandığını anlayınca öylesine ağladı, öylesine içine kapandı ki üzüntüsünden tekrar hasta oldu ve baygınlıklar geçirdi. Ve Cenab-ı Hakka sığındı. Olay, Safvan Bin Muattal cephesinde de son derece üzüntü vericiydi. Gerek ailesi ve gerek Hz.Muhammed@ tarafından yapılan sorgulamada Safvan Bin Muattal, Hz. Aişe ile arasında en ufak bir temas bile yaşanmadığını belirtiyordu. 22.9. Siyasi Kargaşa ve Hz.Muhammed’in@ Tarafları Yatıştırma Çabası Mescitte toplanan halka Hz.Muhammed@ bu olayın açık bir iftira olduğuna ilişkin bir konuşma yaptı. Olayın iftira olduğunun gerekçesini şöyle izah etti; “Hz. Aişe’nin üzerine atılı suçu işlediğine dair herhangi bir delil var mıdır? İçinizde buna şahitlik yapacak olan var mıdır? Yoktur. Peki, o zaman, şimdiye kadar Hz. Aişe’nin ve Safvan bin Muattal’ın şimdiye kadar fuhşa yönelik en ufak bir yanlış hareketini gördünüz mü? Görmediniz. Şimdiye kadar temiz, en ufak bir yanlış hareketi, hatta şüpheli hareketi bile olmayan bu kişilerin zina yaptıklarına dair şahit ve ispat olmadan nasıl bu suçlamanın arkasından gidebilirsiniz? Sizin kendinize konduramadığınız bir hareketi nasıl olurda lideriniz, peygamberinizin hanımı hakkında düşünebiliyorsunuz? Aynı şekilde temiz ve dürüstlüğünden şüphe etmediğiniz bir kardeşiniz Safvan hakkında böyle düşünebiliyorsunuz? Dahası bu dedikoduyu üreten Abdullah bin Übey ise uzun zamandır sürekli bizi yıpratmak için fırsat kollamakta ve birbirimize düşürmekte. Bizi sürekli itibarsızlaştırmak için elinden geleni ardına koymamaktadır. En son Beni Mustalik seferinde bizi birbirimize kırdırmak için yaptıklarını biliyorsunuz. Ayrıca Medine’ye geri dönünce bütün muhacirleri şehirden sürüp çıkaracağına dair ettiği yemini de biliyorsunuz. Bunların bu dedikoduda hiç mi ehemmiyeti yoktur! Bu işin bir zina olayını deşifre etme ve böylece güya kötülüğü ifşa ediyor gibi göstermesinin arkasında İslami iktidarı devirmek olduğunu göremiyor musunuz?” Peygamberimiz bu konuşmasında iftiracı olarak Abdullah bin Übey’i işaret etti. Bu işaret üzerine Sa’d bin Muaz, iftiracının boynunun vurulması için harekete geçilmesi gerektiğini söyleyince hemen Hazrec’ten Sa’d bin Ubade kabile taassubu ile hareket ederek buna karşı çıktı. Mescitte Evs ve Hazrecliler birbirlerine girecek hale geldiler. Hz.Muhammed@ tarafları zorlukla yatıştırdı. Fakat bu atışma sonunda taraflar birbirlerine öylesine kinlenmişlerdi ki şehirde müthiş bir gerilim yaşandı. Bir taraftan Muhacirlerle Ensar arasında Mureysi kuyusunda yaşanan gerilimin izleri devam ederken şimdi de Evs ve Hazrecliler arasında çatışma noktasına gelen bir gerilim yaşanmaktaydı. Hz.Muhammed@ tarafları barıştırmak için Sa’d bin Ubade’yi yanına alarak Sa’d bin Muaz’in evine yemeğe gitti. Ertesi gün ise Sa’d bin Muaz’ı yanına alıp Sa’d bin Ubade’nin evine gitti ve tarafları barıştırdı. Bu buluşmalarda fitneyi çıkaranların asıl amacının zaten kabileleri birbirine düşürmek olduğu ve bu nedenle oyuna gelinmemesi gerektiği hususlarının konuşulmuş olması muhakkaktır. 22.10. Cenab-ı Hakk’ın Fitneye müdahalesi Bu olaylar açık açık gösteriyordu ki, münafıklar Hz.Muhammed’i hedef alacak bir fitne için sürekli fırsat kolluyorlardı. Tüm müminler bu algı operasyonunun malzemesi olmuşlar ve fitnenin içine karışmışlardı. Fakat Cenab-ı Hak, yine elçisinin elinden tuttu ve müminlere merhamet ederek, bu algı operasyonu ile meydana gelen fitneyi tekrar boşa çıkarttı. Hz. Aişe’nin ve Safvan bin Muattal’ın temiz olduğunu açıkladıktan sonra herkesin iftiracıların asıl hedeflerinin ne olduğunu anlayamadıklarını ve oyuna geldiklerini bildirdi. Cenab-ı Hak, hassas bir noktadan vuruş yapan münafıkların esas niyetlerini anlamak için müminlerin suçlamayı basit bir şekilde reddetmeleri gerektiği halde nefislerin çok hoşlandığı dedikodu mekanizmasına yenik düştüklerine işaret etti. Hâlbuki müminler olayı siyasi bir perspektiften ele alsalardı bu oyuna gelmeyeceklerdi. Bu nedenle tüm müminlerin uyanık olmalarını ve düşmanları hakkında sığ düşünmemelerini ve onların bu tür olayları kullanarak siyasi üstünlük sağlama oyunlarına dikkat edilmesi gerektiğini bildirdi. Cenab-ı Hak, siyasi uyarılarını yaparken münafıkların açık kapılardan girmelerini önlemek için yani yeni iftiraları önlemek için erkek ve kadınlar arasındaki ilişki biçimlerini düzenledi. Böylece müminleri oyuna getirme ve fuhşa karşı olmalarına rağmen fuhuş yapanlar olarak gösterilerek yıpratılmalarının önünü aldı. Bunlar aynı zamanda toplumun zinadan / fuhuştan arınması, temizlenmesi için alınacak tedbirlerdi. Cenab- Hak, hem onların oyunlarını tersine çevirmek hem de toplumu temizleyip arındırmak için genel bir düzenleme içeren ayetlerini inzal etti. Bu düzenlemelere önce zina suçunun cezasını belirlemekle başladı. Fakat bu cezanın uygulanması yani suçun sabit olması için dört şahit ile belgelendirme şartını daha önce bildirmişti. Bu hükme göre herhangi bir zina olayında suçun sabit olduğunun tespitinin yapılabilmesi dört kişinin olayı açık bir şekilde görmesi demek faillerin bu suçu toplumun önünde açık / aleni yapması demekti. Zina suçunu işleyenler için öngörülen cezanın birinci aşaması yüz sopa / celde / kamçı vurulmasıydı. İkinci aşama ceza ise temiz kişilerle evlenememesiydi. Evlenmek istiyorsa ya kendisi gibi aynı suçu işlemiş birisini bulacak ya da bu diyardan gidecek ve başka ülkelerde evlenebilecekti. Bu hükümlerden sonra dört şahit ile suçu belgelendiremeyen iddia sahiplerine zina suçuna yakın bir ceza hükmünün getirilmesi, bir taraftan operasyon sahiplerine yönelik olsa da genel ifadesiyle temiz insanlara zina suçu iftirası atanların, bu hususta dedikodu üretenlerin bir daha bu tür faaliyetler içerisine girmesini engellemeye matuftu. İftiracı durumuna düşen şahıslar için öngörülen birinci aşama cezası ise seksen sopa / celde / kamçı vurulmasıydı. İkinci aşamada ise ömür boyu şahitliğinin kabul edilmemesiydi. Böylece münafıkların siyaset sahnesinde yenemedikleri Hz.Muhammed’i@ diz çöktürmek için tertemiz hanımlarına, özel hayatına yönelik izleme, röntgen ve dedikodu ile oluşturmaya çalıştıkları menfi algı operasyonu cezasız kalmayacaktır. Nitekim bu dedikoduyu fiili olarak yayan üç kişiye bu cezanın uygulandığı rivayet edilmektedir. Ancak bu iftirayı üreten şahıs, perde gerisinden bu işi yapması nedeniyle ona bu ceza uygulanamadı. Çünkü bu suçun asıl faili olmasına rağmen tetikçi kullanmıştı. Cezaya maruz kalanlar bu suçları alenen işlemişken Abdullah bin Ubey’in bu operasyonda rolü aleni değildi. Kimse de bunu ispat edemedi ve suçlama imkânı bulunamadı. Ancak Cenab-ı Hak onun bu husustaki rolünü gayet iyi bilmekte, elçisine de bildirmekte fakat insanların nezdinde ispat edilmesinin imkânı olmadığından ona ceza uygulanamadı.([1] ) Sadece gelecekte onu korkunç bir azabın beklediği bildirildi. Rahman, Rahim Allah Adına 1-5-Bu, indirdiğimiz ve hükümlerini farz kıldığımız bir suredir. İbret alın diye içindeki apaçık delilleri ayrıntılı olarak açıkladık. Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüzer celde / sopa vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bu hükümleri uygulama konusunda onlara acımanız tutmasın. Onlara tatbik edilecek cezaya müminlerden bir grup da şahit olsun. Zina eden erkek ancak zina eden veya müşrik bir kadınla evlenir, zina eden kadın da ancak zina eden veya müşrik bir erkek ile evlenir. Bu, müminlere haram kılınmıştır. İffetli kadınlara zina suçu isnat edip sonra bu iddiasını doğrulayacak dört şahit getiremeyenlere de seksen celde / sopa vurun ve onların her hangi bir konudaki şahitliklerini de hiçbir zaman kabul etmeyin. Çünkü onlar, Dosdoğru Yoldan sapmış günahkarlardır. / fasıklardır. Ancak bundan sonra tövbe eden ve kendisini düzeltenler hariç. Hiç şüphesiz ki Allah, kendisini düzeltenlerin tövbesini kabul eden ve onlara karşı çok merhametli olandır. (Nur Suresi 1-5) 22.11. Algı Operasyonunun Ters Tepmesi İlahi düzenlemenin ikinci basamağında eşler arasında olabilecek karşılıklı zina suçlamasının nasıl karara bağlanacağı tespit edilir. Daha sonra Cenab-ı Hak, müminlere rahmeti ve lütfu ihsanıyla muamele etmemiş olsaydı müminlerin yeni kurulan devletlerinin büyük bir fitne ile yıkılmış ve kendileri de anarşi içerisinde mahvolmuş olacaklarını bildirdi. Fakat bunda da bir hayır olduğunu, büyük bir medeniyete doğru giderken önemli bir viraji daha aldıklarını bildirdi. Zira bu olaydan sonra münafıkların başı ve Medine İslam Cumhuriyeti’nin yapacağı harekâtlarda çok önemli bir ayak bağı oluşturan Abdullah bin Übey’in foyası net olarak çıkmış oldu. Böylece onu kabilecilik taassubu ile koruyan kabilesi artık bu olaydan sonra onun arkasında duramayacak noktaya ulaştı. Bu nedenle İslam Cumhuriyeti çok önemli bir aşamayı geçmiş oluyordu. Hem de Hz.Muhammed@ ve hanımı üzerinden yapılan operasyonu ters çevirerek bu iş başarılmış oldu. 6-11- Kendi eşlerini zina yapmış olmakla suçlayan ve buna kendileri dışında şahit de bulamayanlar, Allah adına dört kere yemin ederek kendisinin doğruyu söylediğini beyan edecek ve bu ana kadar iddiasından vaz geçmez ise beşinci yeminde, eğer yalan söylüyorsa, Allah’ın lanetini / kovmasını / uzaklaştırmasını kabul ettiğini beyan edecektir. Suçlanan eşin de, dört kere Allah adına yemin ederek, suçlayan eşinin kesinlikle yalan söylediği beyanı onu cezadan kurtarır. Beşinci yemininde de, “eğer suçlayan eşi doğru söylüyor ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını” kabul ettiğini beyan edecektir. Eğer sizin üzerinize Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı. (Şu işlemiş olduğunuz “İfk” suçu yüzünden haliniz nice olurdu!) Muhakkak ki; Allah, tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibidir. (Peygamberin eşi hakkında) iftira atanlar sizin içinizde olan bir güruhtur. Siz, bu olayı kendiniz için bir şer zannetmeyin, aksine bu olayda da sizin için bir hayır var. O iftiracıların her biri bu günahının cezasını görecek, üstelik bu iftirayı tasarlayarak öncülük eden o kişi de azabın büyüğüne uğrayacaktır. (Nur Suresi 6-11) 22.12.Cenab-ı Hakk’ın Fitne Ateşini Söndürmesi Bu iftira ile ilgili peygamberimizin hitabından sonra Evs ve Hazreçliler arasında mescitte şiddetli tartışmalar olmuştu. Peygamberimiz tarafları güçlükle yatıştırmıştı. Daha sonra Cenab-ı Hak, elçisini destekleyerek bu hususları zikreden ayetlerini inzal etti. Söz konusu ayetlerde, münafıkların sanki kötülüğü ifşa ediyormuş gibi davranarak hassas noktalardan siyasi olarak İslami iktidarı devirme niyetlerine karşı müminlerin sürekli teyakkuzda olmaları ve onların bu tür hassas noktaları kaşımasına müsaade etmemeleri gerektiğini bildirdi. Böyle durumlarda kesin kanıtları onlardan istemelerini ve şayet ispatlayamıyorlarsa şiddetle reddetmelerini öğütledi. Böylece hem Hazrecliler hatalarını anladılar hem de Abdullah bin Übey’in yaktığı fitne ateşi söndürüldü. Cenab-ı Hakk’ın rahmeti sayesinde hak açığa çıktı ve masum, mutahhar insanlar temize çıktığı gibi münafıkların asıl niyetleri de açığa çıktı. Ama hepsinden önemlisi eğer Cenab-ı Hakk’ın lütfu olmasaydı onların hedeflediği fitnenin gerçekleşmesi halinde durumun fecaatini kimsenin takdir edemeyeceği idi. Öyle ki meydana gelecek fitne sonunda akacak kanın, yıkılacak yuvaların, yok olup viran olacak şehrin, tarumar olacak evlerin, perişan olacak çocukların ve cariye olacak eşlerin haddi hesabı olmayacaktı. Cenab-ı Hakk’ın lütfu sayesinde çok büyük bir felaketin ucundan dönülmüş oldu. 12-15- Onu (iftirayı) işittiğinde iman eden erkekler ve iman eden kadınların birbirleri hakkında hüsnü zanda bulunarak: "Bu apaçık iftiradır" demeleri gerekmez miydi? Bu iddia da bulunanların dört şahit getirmeleri gerekmiyor muydu? Mademki şahitleri getiremediler onların, Allah nezdinde, yalancıların ta kendileri oldukları açığa çıkmıştır. Eğer dünya ve ahirette Allah’ın fazlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı, içine daldığınız dedikodu nedeni ile büyük bir azaba uğrayacaktınız! Çünkü siz bu iftirayı dilinize dolamış ve birbirinize aktarıyordunuz. Hakkında hiçbir bilginiz olmayan böyle bir konuyu konuşmanızın basit bir şey olduğunu zannetmiştiniz, oysa bu yaptığınız Allah nezdinde çok büyük bir olaydı! (Nur Suresi 12-15) Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde şu hususlara da işaret etti; “Medeni bir toplum oluşturulmaya çalışılıyor ve sizler de medeni insanlarsınız. Bu dedikoduyu duyunca bunun peşinden koşmanız, onu dilinize dolayıp orada burada dile getirip konuşmanız, aslı astarı olmayan, sağlam bir bilgi ve delile dayanmayan hususta dedikodulara katılmanız size yakıştı mı? Böyle yaparak ne kadar aşağılık bir konuma düştüğünüzün farkında mısınız? Halbuki böyle bir haberi duyar duymaz hemen ‘iftira olduğu çok açık! Bunları uyduranların asıl hedefi belli’ demeniz gerekmiyor muydu?” Cenab-ı Hak, müminlere bir daha bu durumlara düşmemeleri için öğüt verdiğini ve bundan sonra ayaklarını denk almalarını bildirdi. Ayrıca münafıkların müminler arasında ahlaksızlık, kötülük ve günahların yaygınlaşmasını istemekte olduklarını da vurguladı. Ama onların bu yaptıklarından dolayı hem dünyada hem de ahirette çok büyük bir cezayla karşılaşacaklarını bildirdi. 16-20- O dedikoduyu işittiğiniz zaman: "Haşa! Bu büyük bir iftiradır, bu konuyu dillendirmek bize yakışmaz” demeniz gerekmiyor muydu? Eğer gerçekten Allah’a ve ahiret gününe inanan kişilerdenseniz, bir daha bu durumlara düşmemeniz konusunda Allah size öğüt veriyor! İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor. Hiç şüphesiz ki Allah, her şeyi biliyor ve O, her şeyin üzerinde hakim olandır. Ahlaksızlıkların / çirkinliklerin / kötülüklerin, müminlerin arasında yayılmasından mutluluk duyanlar, kendilerini dünyada ve ahirette acıklı bir azaba uğratmış olurlar. Sizler bilemeseniz de Allah her şeyi ve herkesin niyetlerini biliyor! Eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı, haliniz nice olurdu! Muhakkak Allah rauftur rahimdir. (Nur Suresi 16-20) 22.13. Fitne Çıkaran Abdullah Bin Übey’in Makamından Alınması İftira kampanyasına alet olan müminler, cezasını çektikten sonra affedildiler ve bir daha Baş münafık Abdullah bin Übey ve onun gibilerinin peşinden gitmemeleri konusunda uyarıldılar. Cenab-ı Hak, diğer müminleri de Abdullah Bin Übey’in şeytanlıkları konusunda uyardı ve onun müminlerin yoldan çıkmasını, çirkin ve kötü işler yapmalarını istediğini belirtti. Zira o bu şekilde servet edinmektedir ve ancak bu yolla İslami İdareyi devirebilecektir. Bu nedenle müminlerin akıllarını başlarına devşirerek Abdullah bin Übey şeytanının peşinden gitmemeleri, onu rehber edinmemeleri, onun velayetini / liderliğini / yöneticiliğini kabul etmemeleri konusunda uyarılarda bulundu. Yine Cenab-ı Hak Kendisinden başkasının müminlere rahmet etmediğini belirttikten sonra yol göstermesi olmasa asla doğru yolun bulunamayacağını ilave etti. 21- Ey İman Edenler! Şeytanın sizi çağırdığı yoldan gitmeyin. Kim şeytanının çağırdığı yolu izlerse, şunu bilsin ki, o (şeytan) fuhşu, ahlaksızlıkları, çirkinlikleri ve kötülükleri yapmanızı emreder / ister. Eğer Allah size lütfu ve merhameti olmasaydı, (bu bulaştığınız günahınızdan) hiç biriniz asla temize çıkamazdınız. Fakat Allah, tevbe edenleri temize çıkarır. Hiç şüphesiz ki Allah, her şeyi işitiyor ve biliyor. (Nur Suresi 21) 22.14. İfk Hadisesinden Sonra Tarafların Barıştırılma Çabaları Daha sonra ise Hz. Ebu Bekir’in şahsında bütün müminlere hitap edilir. Şöyle ki Hz. Ebu Bekir bu olaydan sonra iftira kampanyasında maşa olarak kullanılan hizmetçisi Mistah’a bir daha hiçbir yardım yapmayacağına dair yemin etmişti. Mistah’a ve iftirada kullanılmış diğer kimselere bir daha asla yardım etmeyeceğine yönelik yaptığı yemininden dönmesi ve onlara yaptığı iyiliklerine devam etmesi gerektiği bildirilir. Şayet böyle yaparsa Cenab-ı Hakk’ın kendisini bağışlayacağı ifade edilir. Elbette herkes hata yapabilirdi. Fakat affetmek aynı zamanda affı ve merhameti celp eder. Başkasının yaptığı hata, iyilik yapmayı engellememelidir. İftira operasyonunda maşa olarak kullanılan Hasan bin Sabit, Mistah, ve Hamne binti Cahş’ı bağışlamak, Cenab-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazandıracağı gibi Abdullah bin Übey şeytanının asıl yapmak istediği fitneyi önleyecektir. Zaten şeytan Abdullah bin Ubey’in yapmak istediği de bu gibi şeylerdir. Yani operasyonun sonunda mutlaka bir fitne, ayrılık ve düşmanlık oluşturup tevhidi / kardeşliği / yardımlaşmayı / dayanışmayı bozmaktır. Cenab-ı Hak, bu oyuna gelinmemesi gerektiğini aşağıdaki ayetlerle bildirdi. 22-26- İçinizdeki faziletli ve varlıklı olanlar, (bu olaya bulaştıklarından dolayı kızdığı) yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere yaptıkları yardımları kesmesinler. Onları affetsin, hatalarını hoş görsün ve vazgeçsinler. Allah'ın sizi affetmesini istemez misiniz? Hâlbuki Allah, tövbe edip kendisini düzeltenlerin geçmişini bağışlayan ve onlara karşı çok merhametli olandır. Hiçbir şeyden habersiz, iffetli mümin kadınlara iftira atanlar dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir / dışlanmışlardır / makamlarından kovulacaklardır. Onlar için büyük bir azap vardır. O gün dilleri, elleri ve ayakları kendi aleyhlerine olarak bütün yaptıklarına şahitlik edecektir. O gün Allah onların hak ettikleri cezayı tastamam verecektir ve onlar Allah'ın apaçık Hak olduğunu bileceklerdir. İğrenç / dedikodu / iftiracı / kötü sözler, ancak kötü insanlara yakışır. Kötü insanlar da iğrenç / dedikodu / iftira / kötü sözler sarf ederler. Güzel sözler, iyi insanlara yakışır. İyi insanlar da güzel sözler sarf ederler. İşte bu iyi insanlar, kötü insanların iğrenç iftiralarından beridir. / uzaktır. Onlar için bağışlanma ve cömertçe verilecek güzel rızıklar vardır. (Nur Suresi 22-26) 22.15. Abdullah bin Übey’in Yöneticilikten Alınması Karşısında Hazreçlilerin Rahatsızlıkları Cenab-ı Hakk’ın ayetleriyle durum kontrol altına alındıktan sonra iftirada asıl payı olan Abdullah bin Übey İslami İdaredeki makamını kaybetti ve mescitteki koltuğu müminler tarafından kaldırıldı. Fakat bu durumdan hoşnut olmayan Hazreç kabilesinden olan müminler vardı. Kabile asabiyesi hala canlı olduğu için bu müminler kabile reisleri olan Abdullah bin Übey’in mescitteki / meclisteki makamından indirilmesini Evs kabilesi karşısında zafiyete düşmek olarak algılıyorlardı. Ayrıca bu durum nedeniyle söz konusu müminler kendi kabile mensupları nezdinde tepki alacakları gibi Evs kabilesi mensuplarının alaylarına da muhatap olabileceklerdi. Bu nedenlerle onlar Abdullah bin Übey’in makamında devam etmesini istiyorlardı. Cenab-ı Hak ise münafıkların veli / yönetici / dost olamayacaklarını ifade etti ve gerekçesini de onların hem Allah’ın hem de müminlerin (dolayısıyla peygamberin ve İslami idarenin) düşmanı olduklarını söyledi. Ama buna rağmen müminlerin kendi düşmanları olan Abdullah bin Übey’in şahsında münafıklara sevgi besleyip onların makamını korumalarını istediklerini ve bunun için onlara destek çıktıklarını beyan etti. Düşman olan bu münafıkların inkarcı / isyancı olduklarını ve ellerine geçecek ilk fırsatta onları Medine’den sürüp çıkaracaklarını bildirdi. Allah yolunda cihat için Beni Mustalik seferinde onların bunu açıkça ifade ettiklerini hatırlattı. Bu münafıkların yaptıkları ihanetler açıkça ortada iken müminlerin hala onlara sevgi beslemeleri ve onları veli / makam / velayetini istemelerinin çok anlamsız olduğunu belirttikten sonra bu şekilde devam edecek olurlarsa doğru yoldan sapmış olacaklarını bildirdi. O münafıkların müminleri asla sevmediğini ve eğer iktidara gelecek olurlarsa kendi kabile mensubu olsun ya da olmasın bütün müminlere her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmeyeceklerini belirtti. Onların tek derdinin Hz.Muhammed’i@ iktidardan indirmek ve müminlerin ona karşı çıkmalarını / inkâr etmelerini istediğini ifade etti. Eğer onların istediklerini yapar da Hz.Muhammed’i@ inkâr edecek olurlarsa / Hz.Muhammed’e@ karşı çıkacak olurlarsa o takdirde kıyamet gününde ne akrabalarının, ne kabilelerinin, ne evlatlarının kendilerini kurtaramayacağını ve Allah’ın aleyhlerine hükmünü vereceğini de ekledi. Rahman, Rahim Allah Adına 1-3- Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veli / otorite/ yönetici/ dost edinmeyin. Siz hala onlara meveddet göstermekte / desteklemekte / makamlarında kalmasını istiyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı / şeriatı / İslami idareyi inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a imanınızdan dolayı Peygamberi ve sizi yurdunuzdan ve hükümet etmekten çıkarmak istiyorlardı. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihat etmek için çıktıysanız, nasıl oluyor da hala içinizde onlara karşı meveddet göstermeyi / destek vermeyi / makamlarında kalma isteğini taşıyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa artık o dosdoğru yoldan sapmıştır. Eğer onlar size egemen / üst olurlarsa sizin onlara gösterdiğiniz sevgiyi göstermeyecekler, sizin düşmanınız gibi hareket edecekler ve ellerini, dillerini size fenalık etmek için uzatacaklardır. Onlar sizin de inkâr / isyan etmenizi içten arzu etmektedirler. Ama unutmayın ki Kıyamet gününde ne akrabalarınız ne de evlatlarınız size fayda vermeyecektir. Çünkü Allah aranızda hükmünü verecektir. Allah, ne yaparsanız hakkıyla görendir. (Mümtehine 1-3) Cenab-ı Hak, kabile asabiyesi ile Abdullah bin Übey gibi münafıkları destekleyen ve onların makamlarını korumasını isteyen müminlere Hz. İbrahim ve onunla beraber olan müminleri örnek vererek uyardı. Hz. İbrahim ve beraberindeki müminlerin aralarında kan ya da kabile bağı olsa bile Allah’ın sistemini reddedenlerle herhangi bir yakınlıklarının olamayacağı ve onlarla aralarındaki ilişkinin ancak düşmanlık ve kin olacağını vurguladı. Böylece müminlerin İslami idareyi devirmeye çalışan münafıklara yola gelmedikleri sürece düşman olmaları gerektiğine işaret etti. Bunun tek istisnasının Hz. İbrahim’in babasının affedilmesi için talepte bulunması olduğu vurgularken işaret edilen olay Abdullah bin Übey ile oğlu Abdullah arasındaki ilişkiydi. Şöyle ki; “Abdullah bin Ubey’in oğlu Abdullah çok iyi bir mümindi. Kabilecilik anlayışını aşmış birisiydi. Allah’a ve peygamberimize son derece bağlı idi. Kabilesinin eski cahiliye anlayışını şiddetle kınıyordu. Kabilecilik anlayışının kendilerini geri bıraktırdığını ifade ediyor ve kabile üyelerini Allah’ın hükmüne bağlanmaya davet ediyordu. Babasının yaptığı fitne ve fesat girişimlerinden dolayı da çok üzülüyordu. Öyle ki onun cezalandırılmasını bizzat kendi elleri ile yapabileceğini bile ifade ediyordu. Fakat Hz.Muhammed ona bu konuda müsaade etmiyordu. Beni Mustalık seferinde su kuyuları sebebiyle çıkardığı fitne ile “ifk” hadisesiyle çıkardığı fitnenin odağında yine babası Abdullah bin Übey vardı. Ona ceza verilmesi gündeme gelmişti. İşin ciddiye binmesinden sonra Abdullah bin Übey ceza almamak için oğlundan araya girip şefaatçi olmasını istemişti. Oğlu Abdullah ise inkârcı münafıkların dolayısıyla babasının yaptıklarından kendisinin uzak olduğunu, onlara karşı içinde son derece büyük bir öfke ve düşmanlık taşıdığını ancak babası olması nedeniyle onun bağışlanması için peygamberimize talepte bulunacağını bildirmişti. Fakat bu şekilde talepte bulunmasına rağmen yine de peygamberimizin babasına vereceği hükme rıza göstereceğini de ilave etmişti. Zira babasının çıkardığı fitne ve fesatlarla cezayı fazlasıyla hak ettiğini de beyan etti. Eğer peygamberimiz yaptıklarından dolayı babası için bir cezaya hükmedecek olursa bu cezayı bağışlatmaya gücünün yetmeyeceğini de söyledi.” Abdullah ile babası Abdullah bin Übey arasında geçen bu konuşma Cenab-ı Hak tarafından Hz. İbrahim ile kavmi ve babası arasında geçen konuşma üzerinden anlatıldı. 4-5-İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar kendi kavimlerine şöyle demişlerdi; “Biz sizden ve Allah'tan başka itaat ettiklerinizi tanımıyoruz. Sizin dininizi / yolunuzu / sisteminizi reddediyoruz. Siz Allah’a / Allah’ın dinine / Allah’ın yoluna / Allah’ın devletine iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve öfke baş göstermiştir.” Ancak, İbrahim'in, babasına; “And olsun ki, senin için bağışlanma dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi / cezalandırmayı savmaya gücüm yetmez” sözü istisnadır. Onlar şöyle dua etmişlerdi; “Rabbimiz! Sana tevekkül edip Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş de ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizleri o inkar edenleri / isyan edenleri / başkaldıranları sınanma konusu yapma ve bizleri bağışla. Şüphesiz Sen üstün ve güçlüsün. Sen tek egemen ve hikmetle hüküm verensin” (Mümtehine Suresi 4-5) Cenab-ı Hak, eğer müminler yukarıdaki uyarılara kulak asmayacak olurlarsa Kendisinin ve peygamberinin onlara ihtiyacı olmadığını belirtti. Diğer taraftan Kendisinin söz konusu münafıkları ıslah etmek için her türlü yolu gösterdiğini ve onların da doğru yola gelmelerini istediğini ifade etti. Yakın bir gelecekte onların da doğru yolu bulacağını, böylece aralarındaki düşmanlıkların sona erip tekrar dostluğun meydana geleceğini bildirdi. Buna Kendisinin gücünün yeteceğini ve onları tevbe edip hak yola geldiklerinde bağışlayacağını vurguladı. Ayrıca mümin olmasalar da Peygambere ve müminlere / İslami İdareye karşı çıkmayan, onları iktidardan ve Medine’den sürüp çıkarmak için mücadele etmeyen kimselere iyi ilişkiler içinde olmanın yasak olmadığını belirtti. Cenab-ı Hak, İslami İdare ile savaşan ve Medine’den çıkarmaya çalışan münafıklarla dostluk yapılmasını ve onların veli / velayet / yönetici kabul edilmesini müminlere yasakladığını bildirdi. 6-9- Andolsun, onlarda sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü arzulayanlar için güzel bir örnek vardır. Ama kim yüz çevirirse şüphesiz Allah’ın kimseye ihtiyacı yoktur, hamd edilmeye / yönelinmeye layık olan O’dur. Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında yakında bir sevgi bağı meydana getirir. Elbette Allah’ın her şeye gücü yeter ve O günahları örten, çok bağışlayandır. Allah size, sizinle din / İslami rejim hususunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve kendilerine adaletle davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever. Allah, sizi ancak, sizinle din / İslami rejim konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost / veli / yönetici edinmenizi yasaklar. Kim onları dost / veli / yönetici edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. ( Mümtehine Suresi 6-9) 22.16. Kadınlar Üzerinden Yapılacak Komplolara Karşı İslam Cumhuriyetinin Güvenliğe Alınması Müşrikler ve Yahudiler Medine İslam Cumhuriyetini yıkmak için her yolu deneyebileceği açıktı. Savaşlarla, münafıkların entrikalarıyla ve suikastlarla İslami İdareyi yıkamayan inkârcıların Medine’ye gönderecekleri kadınlar üzerinden kargaşa çıkarma ve hükümeti zor duruma sokma ihtimallerine karşı Cenab-ı Hak alınması gereken önlemeleri bildirdi. İnkârcılar mümin kılığında gönderecekleri kadınlar vasıtasıyla Medine içerisinde şirk sisteminin propagandasını yaptırabilecekleri gibi, yine bu kadınlar vasıtasıyla toplumdaki ahlakı zina yoluyla bozabilme ihtimali vardı. Dahası iltica edecek bu kadınlar aslında eski inkârcı kocalarından hamile bir şekilde gelip İslam Cumhuriyetinde müminlerle evlendikten sonra doğacak çocuklarını mümin kocalarına nispet edip müşrik olarak yetiştirecekleri bu çocuklar vasıtasıyla İslam Cumhuriyetini içeriden ele geçirmeyi planlayabilirlerdi. Ayrıca iltica eden bu kadınların samimi bir mümin olmaları halinde inkârcı kocalarından edindikleri çocukları doğurduktan sonra öldürmeleri ihtimali de vardı. Böyle bir eylemde bulunmaları yine İslami İdareyi inkarcı topluma karşı elini zayıflatan menfi bir propagandaya maruz bırakabilirdi. Bütün bu mahzurlara karşı İslami İdareyi güvenliğe almak için Cenab-ı Hak hikmetli düzenlemelerini müminlere bildirdi ve alınması gereken önlemleri bildirdi. Cenab-ı Hak, öncelikle Medine’ye hicret ederek İslam Cumhuriyetinin vatandaşı olmak için gelen kadınların imanlarında samimi olup olmadıkları ve geldikleri inkarcı toplumların onlar üzerindeki mülkiyet hakları konusunda emirlerini inzal etti. Bu kadınların İslam Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edilmesi için mutlaka samimiyet testinden geçirilmesi gerektiğini bildirdi. Testi geçen mümin kadınların vatandaşlık başvurularının kabul edilmesini ve inkârcılara geri verilmemesini emretti. Bu hükümle söz konusu mümin kadınların geldikleri inkârcı toplumdaki nikâh akitlerinin geçersiz olduğu beyan edildi. Onların siyasi tercihleri nedeniyle inkarcı toplumla olan akitlerinin geçersizliği ortaya konmuş oldu. Ancak inkarcı toplumun onların üzerindeki mülkiyet haklarının hak sahiplerine geri verilmesi hükmü ile ilahi İdarenin ne kadar adil olduğu gösterildi. Bu minvalde söz konusu kadınlar için inkârcı kocalarının kendilerine verdikleri mehirlerini geri iade etmeleri müminlere emredildi. Onların üzerindeki mehir haklarının eski kocalarına iade edilmesi halinde onların yeni bir nikah akdiyle mümin erkeklerle evlenebilecekleri bildirildi. Diğer taraftan müminlerin inkârcı olan kadınlarını ise nikâhları altında tutmamaları emredildi. Bu hükümle inkarcıların kendi yandaşları olan kadınlar üzerinden mümin kocalarını ayartarak İslami İdareye zarar vermelerinin önüne geçildi. Bu hükmün akabinde şirki tercih eden kadınlara verilen mehirleri geri istemeleri emredildi. Böylece mütekabiliyet esası işletilerek İslam Cumhuriyetinin kişilerin siyasi tercihlerine saygı gösterdiği gibi mülkiyet haklarına da saygı gösterdiği ortaya konmuş oldu. İslami İdarenin bir hukuk devleti olduğu, herkesin hukukunu koruduğu ve kimsenin hukukuna tecavüz edilmesine müsaade etmediği tüm taraflara gösterildi. Karşılıklı hakların korunması esası çerçevesinde mümin bir erkeğin inkârcılara kaçan kadınları için geri istediği mehir bedelini inkârcı toplumdan alamaması durumunda – ki inkârcı toplumlar asla bu hukuka uymayacakları ve mümin erkeğin isteğini çoğunlukla vermeyecekleri için- o inkârcı toplum ile İslam Cumhuriyetinin savaşması ve müminlerin üstün gelerek ganimet elde etmesi halinde hakkını alamamış olan mümin erkeklerin bu ganimetten mehirlerini almaları hükme bağlandı. 10-11-Ey iman edenler! Mümin kadınlar size hicret ederek geldiklerinde onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer onların gerçekten iman etmiş olduklarına emin olursanız o takdirde onları inkârcılara geri göndermeyin. Zira ne bunlar onlara helâldirler, ne de onlar bunlara helâldir. Bu kadınlar için inkarcı kocalarının verdikleri mehirleri geri iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde sizin o kadınları nikâhlamanızda bir sakınca yoktur. İnkârcı kadınları da nikâhınız altında tutmayın ve onlara verdiğiniz mehirleri geri isteyin. Onlar da ( inkârcı erkeklerde İslam Cumhuriyetine sığınan mümin kadınlar için) sarf ettiklerini istesinler. İşte bu Allah'ın hükmüdür. Aranızda adaletle hükmeder. Allah her şeyi bilendir ve hikmetle hükmedendir. Eğer inkarcı olan eşleriniz mehrini geri vermeden inkarcı topluma kaçar da sizde inkarcılarla yapacağınız savaş sonunda ganimet elde ederseniz, eşleri inkarcılara kaçmış erkeklere harcadıkları mehir kadar meblağı bu ganimetlerden verin. İnandığınız Allah’ın emirlerine uyma konusunda hassasiyet gösterin! (Mümtehine Suresi 10-11) Hicret ederek testten geçen mümin kadınların İslami İdarenin vatandaşı haline gelebilmesi için sıra onların yemin etmelerine gelmiştir. Cenab-ı Hak, onların üzerine yemin edecekleri şartları inzal eder ve bu şartlar üzerine onların ahdetmeleri halinde vatandaşlığa kabul edilmelerini emretti. Bu şartlar; şirk sistemini inkâr / redd etmek, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, evlatlarını öldürmemek, başkalarından gebe kalmış olmalarına rağmen onu kocalarından olduğunu iddia etmemek, iyilik işlemek ve İslami İdarenin başkanı olan peygamberimize itaat etmek olarak belirledi. Yeminde belirtilen bu şartlarla inkârcı toplumun İslam toplumunda fitne ve anarşi çıkarmak için kadınlar üzerinden yapacağı bazı girişimlerin önlemleri alınmış oldu. Bu şartları ihlal edecek kadınlar ihanet cezasıyla cezalandırılacağından kötülük amacıyla gelmek her inkarcı kadın için kolay olmayacaktır. 12- Ey Peygamber! Mümin kadınlar; Allah’a hiçbir otoriteyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, evlâtlarını öldürmemek ve başkasının çocuğunu kocalarına isnat etmemek, iyi ve güzel ameller işlemek ve sana isyan etmemek şartları ile onların biatlarını kabul et ve onlar için bağışlanma dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.(Mümtehine Suresi 12) Cenab-ı Hak, surenin sonunda müminlere hitap ederek, Allah’ın hükümetine düşmanlık eden müşrikleri, münafıkları ve inkârcı Yahudileri veli / dost / yönetici kabul etmemeleri konusunda yeniden uyarılarda bulundu. Onların İslami İdareyi yıkma konusunda ümitleri kesildikçe yukarıda belirtildiği gibi kadınlar üzerinden ahlaksız ve iğrenç yöntemlere başvuracaklarını bildirdi. Ama uyanık olurlarsa ve Allah’ın emirlerine uymada hassasiyet gösterirlerse onların herhangi bir zarar veremeyeceğini belirtti. 13- Ey iman edenler! Kendilerine Allah'ın gazabını hak eden bir kavmi dost / veli / yönetici edinmeyin. Zira artık onlar, kabirde yatan ölülerden ümit kestikleri gibi ahiretten / gelecekten ümitlerini kesmişlerdir. (Mümtehine Suresi 13) [1] )Not: Adullah bin Übey’e iftira cezası verilmesi halinde toplumun büyük bir fitneyle birbirine girmesi ve İslami İktidarın yıkılmasına kadar varacak bir anarşinin doğmasına neden olacağı da dikkate alınmış olabilir. Bu durumda adaletsizlik meydana gelmiş olabileceği düşünülse de cezanın uygulanmasıyla meydana gelebilecek anarşi ve kaosun yaratacağı sonuçlar çok daha vahim olacağından onun cezası ahirete Allah’ın yüce mahkemesine bırakılmış olacağı da düşünülebilir.

  • Bölüm 38:Biat Öncesi Son Müzakereler | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 38 AKABE BİATI ÖNCESİ MÜZAKERELER Peygamberimizin Medinelilerle yapmış olduğu görüşmelerin olumlu neticelenmesi, miraç görüntülerinin gerçekleşmesinin ilk adımını oluşturmaktaydı. Cenab-ı Hak ayetlerini Kuluna / Elçisine göstermekteydi. Mucize gerçekleşiyordu artık. O’nun vaadettiği mucizeler artık bir bir tecelli edecekti. Bu görüşmelerin ilk somut tecellisi “1. Akabe Biatı” olarak bilinen ve “İsra Suresi”ndeki şartları kapsayan ve 6-8 Hazreçli ile Peygamberimiz arasında yapılan Mutabakat Zaptıdır. Ulaşabildiğimiz tarihi kayıtlarda Medineli Yahudi kabilelerle yapılan müzakerelere ilişkin herhangi bir bilgi mevcut olmamakla birlikte, Kur’an bizlere onlarla bu müzakerelerin Evs ve Hazreçliler üzerinden yapıldığı bilgisini kayıt altına aldırmıştır. Peygamberimizin kabileleri ziyaretlerinden sonra Mutabakat Zaptının (Biat) yapıldığı yer olarak Mescid-i Haram’dan en uzak bir mekân (Mescid-i Aksa) seçilmiştir. Vakıdi ve Ezrakiye göre bu mescid Cirane Vadisindeki mesciddir. Bu vadi Arafata yakın bir yerdir. Medinelilerle gerçekleştirilen görüşmeler gecenin belli bir vaktinde gerçekleştirilmiştir. Hz.Muhammed@ son biatın yapılacağı gece Mescid-i Haram’dan kalkar ve yürüyerek Cirane Vadisindeki Mescid-i Aksaya gider. Mescid-i Aksa da o gece yapılan görüşmeler olumlu neticelenir ve Medineliler Hz.Muhammed’e@ biat ederek kutlu bir değişimin ilk adımı atılır. Böylece O’nun getirdiği ilahi sisteme intisap edecek olan herkes Hz.Nuh’un@ gemisine binenlerin kurtulması misali Hz.Muhammed’in@ yönetiminde inşa edilecek Cumhuriyete katılan herkes kurtuluşa erecektir. Cenab-ı Hak, kutlu değişimi Mescid-i Aksa’daki biat ile gerçekleştirmektedir. İsrailoğulları temsilinde Medineli Yahudilerin de kurtuluşa ermeleri için Kur’an rehberlik yapacaktır. Böylece peygamberimizin Yükseliş / Miraç müjdesine mazhar kılındığı sürecin ilk adımları gerçekleşiyor ve Cenab-ı Hak ayetlerini gösteriyordu. Rahman Rahim Allah Adına 1-3- Ayetlerimizi göstermek ([1] ) için, Kulunu gecenin bir vaktinde, Mescid-i Haram’dan kutlu değişimi gerçekleştireceğimiz Mescid-i Aksa’ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir. Musa’ya da kitap verdik ve Benden başkasını vekil edinmeyin diye onu (Kitap’ı), İsrailoğullarına bir rehber yaptık. (Ey!) Nuh’la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar! Şüphesiz o (Nuh) çok şükredici bir kuldu. (İsra Suresi 1-3) 38.1. Yahudilerin Anlaşmaya Sadık Kalmaları Konusunda Uyarılmaları Biat (Anlaşma) görüşmelerinde tartışılan konular Yahudi kabilelerle farklı, Arap kabilelerle farklıdır. İsra suresi aynı zamanda “Beni İsrail Suresi” olarak da adlandırılmaktadır. Surede tartışılan konuların geneli Yahudilerle ilgilidir. Zira Yahudiler, 1. Akabe biatının (anlaşmasının) muhatabı olan Medinelilerin önemli unsurlarındandır. Medineli Yahudi kabileler, Medine ekonomisinin ve askeri gücünün önemli bir büyüklüğünü elinde bulundurduklarından biatın (anlaşmanın) sonunda oluşturulacak Anayasanın en önemli taraflarındandır. Fakat Yahudi kabileler bu görüşmelerin ve anlaşmanın tarafları olarak siyer kaynaklarında yer almaz. Zira bu kabileler doğrudan muhatap olmamışlardır. Yahudileri vekaleten Hazreçliler temsil etmektedir. Medine Vesikası olarak adlandırılan Medine Anayasası, Yahudileri de kapsamakta iken onlar doğrudan muhatap değil müttefikleri olan Medineli Evs ve Hazreç kabileleri velayetinde anlaşmanın tarafı olmaları bu görüşü desteklemektedir. Yani Medineli Yahudi kabileler Evs ve Hazreç’in velayetinde temsil edilmektedir. Dolayısıyla Evs ve Hazreç’in yapacağı anlaşmalar Medine Yahudilerini de bağlar. Ancak böyle önemli konularda Evs ve Hazreç kabile ileri gelenleri Yahudi kabilelerin ileri gelenlerinin görüşlerini de mutlaka dikkate alıyor olmaları gereklidir. Diğer taraftan Medine’nin dolayısıyla peygamberimizin kuracağı devletin savunulması ve devletin yönetiminde peygamberimizin tam yetkili olması hususunda mutabakata varacak olsalar da Yahudi kabilelerini biat (anlaşma) öncesi uyarmak gerekmektedir. Bu uyarma, Yahudilerin geçmiş tarihleri anımsatılarak yapılır. Onların geçmişte çok büyük bir devlet haline geldikleri, fesat çıkarmaları nedeniyle bu hâkim konumlarını kaybettikleri ve büyük bir diasporaya maruz kaldıkları belirtilir. Söz konusu biat (anlaşma) ile halihazırda sahip oldukları konumlarını tekrar büyütecek ve üstün bir konuma gelecek fırsat doğmuştur. Ancak fesat çıkarmaya ve kurulacak düzeni bozmaya çalışacak olurlarsa, ikinci sefer büyük bir diasporaya maruz kalacakları uyarısı yapılır. 4-7- Biz İsrail oğullarına Kitap’ta / yazgıda şunu hükmettik: “Muhakkak ki siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız / fesat bulacaksınız (bozguna uğrayacaksınız) ve (bu arada) parlak bir yükselişle yükseleceksiniz.” İşte o ikisinden birincisinin zamanı geldiğinde, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. O (İlk uyarı), vakti geldiğinde böylece yerine getirilmiş oldu. Sonra sizi tekrar onların üzerine galip kıldık ve sizi mallarla ve oğullarla güçlendirdik. Ve sizin askerî açıdan sayınızı artırdık. Eğer iyilik ederseniz faydası kendinize, eğer kötülük ederseniz yine kendinize kötülük etmiş olursunuz. Artık diğer fesadınızın zamanı gelince yine yüzünüzü karartacaklar, ilk defa girdikleri gibi yine mescide girecekler ve elde ettiğiniz her şeyi mahvedip, helâk edecekler. (İsra Suresi 4-7) Medine Yahudileri Anlaşmadan sonra fesat çıkaracak olurlarsa, onlara cehennemin yaşatılacağı şeklinde tehdit edilir. Kur’an’ın rehberliğine uyarak ona göre hareket edenlere mükafat olduğu belirtildikten sonra vaad edilen bu geleceği inkâr edenlere ise acı bir azap hazırlandığı bildirilir. 8-10- Rabbinizin size merhamet etmesi umulur. Fakat eğer siz (fesada) dönecek olursanız Biz de (cezalandırmaya) döneriz. Biz cehennemi, kâfirler için kuşatıcı bir zindan kıldık. Muhakkak ki bu Kur’an, insanları en doğru ve en sağlam yola sevk eder ve ıslah edici eylemlerde bulunan inanmış kimselere, büyük bir mükâfata nail olacaklarını müjdeler. Vaad edilen bu geleceğe inanmayan kimselere ise elemli bir azap hazırladık. (İsra Suresi 8-10) 38.2. Anlaşmanın Yeni Bir Milat Olacağı Yahudiler kurulacak bu tevhit sisteminde güzel davranışlara davet edildikten sonra tüm Medineliler bu birlik ve beraberlikten meydana gelecek kazanç ve üstünlük için acele etmemeleri ve kurulacak yeni devlete biraz süre tanımaları gerektiği vurgulanır. Bu husus karanlık günlerin geçeceği, aydınlık ve güzel günlerin mutlaka geleceği şeklinde ifade edilir. Dahası kurulacak İslam Cumhuriyeti ile çok büyük lütuflara mazhar olunacağı ve bu kuruluşun bir “milat” olacağı belirtilir ki “hicret” yani İslam Cumhuriyetinin kuruluşu hicri takvimin başlangıcı olarak belirtilmiştir. Böylece müminler yılları bu kuruluş / hicret tarihi itibari ile saymaya başlamışlardır. Kur’an bu hususu da aşağıdaki şekilde ifade eder; 11-12-Böyle iken insan, tıpkı hayrı istercesine şerri ister. Doğrusu insan çok aceleci olmuştur. Halbuki biz geceyi, gündüzü iki ayet yaptık. Gecenin karanlığını gidereceğiz ve sonra gündüzün aydınlığını getireceğiz ki rabbinizden lütuf ve ihsan talep edesiniz ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz. Biz, her şeyi apaçık anlatmaktayız. (İsra Suresi 11-12) Cenab-ı Hak, acele ederek yapılacak yanlış hareketin sonuçlarını ve cezasını da başkası değil yine bu sabırsız ve asabi hareketleri yapanların çekeceğini Surenin ilgili ayetlerinde “insanın kendi kuşunun kendi boynuna dolanması” tabiri ile dile getirir. Hiç kimsenin bir başka kimsenin yaptıkları ile hesaba çekilmeyeceği prensibi ortaya konur. Bunun hem bu dünyada kurulacak ilahi sistemde geçerli olacağı hem de ahiretteki ilahi yargılamanın düsturu olduğu ifade edilir. 13-15-Biz her insanın kendi kuşunu (iyiliklerini ve kötülüklerini) boynuna doladık. Biz kıyamet günü kendisinin önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız. “Oku kendi kitabını! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter!” denilecek. Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Hiç kimse, bir başkasının yaptığı yanlışların yükünü taşımaz! Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra Suresi 13-15) Devamında ise bu kabilelerin kodamanlarına / önderlerine çok dikkat edilmesi gerektiği zira fesatın kaynaklandığı odakların onların olacağı ve o kodamanlara engel olunmayacak olursa tüm toplumun felakete sürükleneceği belirtilir. Geçmişte bunun hep böyle olduğu şimdi de aynı şeylerin olacağı konusunda uyarı yapılır. Dolayısıyla aceleci olunmaması ve günü kurtarma düşüncesi ile hareket edilmemesi gerektiği aksi takdirde kodamanların tahrikleriyle yapılacak yanlışlarla çok acı azaplarla karşı karşıya kalınacağı vurgulanır. 16-18-Biz bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi kodamanlarına emrederiz. Fakat buna rağmen onlar orada fesat çıkarırlar. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz. Biz Nuh’tan sonraki nesillerden nicelerini helâk ettik. Kullarının günahlarını hakkıyla haberdar olan ve en iyi gören olarak Rabbin yeter. Her kim aceleyi isterse, orada istediğimiz kimseye, dilediğimizi çabucak veririz. Sonra onun için cehennemi hazırlarız; kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer. (İsra Suresi 16-18) Ama vaad edilen geleceği / ahireti ister ve ona göre çaba sarf eden kim olursa olsun, onların Cenab-ı Hakk’ın ihsanına nail olacağı ve bu ihsanının asla kimseye özel bir imtiyaz olarak tahsis edilmediği belirtilerek ne Medine’nin ileri gelenlerine ne de Yahudilere herhangi bir imtiyazlarının olamayacağı vurgulanmaktadır. Böylece Medine İslam Cumhuriyetinde vatandaşlığın Anayasal eşitlik çerçevesinde olacağı herkese hak ettiğinin karşılığının mutlaka verileceği hüküm altına alınır. Kozmik ahirette verilecek rütbe, makam ve ihsanların çok daha büyük olacağı bildirilir. 19-21- Kim de vaad edilen geleceği / ahireti isterse ve mümin olarak ona (vaad edilen gelecek / ahiret) için ciddi bir çaba gösterirse, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. Hepsine; onlara da bunlara da veririz. Bunlar Rabbinin ihsanındandır. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir. Onların bir kısmını bir kısmı üzerine nasıl üstün kıldığımıza bir bak! Elbette Ahiret, dereceler bakımından daha büyüktür, üstünlük bakımından da daha büyüktür. (İsra Suresi 19-21) 38.3. Anlaşmanın / Anayasal Uzlaşmanın Temel Çerçevesi Medinelilerle uzlaşmanın esaslarının / Anayasa maddelerinin Yahudilere emredilen “On Emri” (Cumartesi günü yasağı hariç) kapsayacak ve bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla diğer güzel emirleri / hükümleri de içereceği belirtilir. Üzerinde uzlaşma sağlanan bu emirler / hükümler dikkatle incelenecek olursa bunlar her mükemmel anayasada olması gereken en temel ilkeleri olduğu görülecektir. Bunlar; Devletin şekli, yaşam hakkı, fikir ve düşünce hürriyeti, nesil emniyeti, ailenin korunması, mal edinme hakkı ve korunması, şahsiyetlerin / kişiliğin korunması, yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma, sosyal devlet, zayıfları koruma ve kollama, ölçü ve tartıda doğruluk- dürüstlük, tecavüzü engelleme, paylaşma….gibi hayati temel ilkelerdir. Böylece Yahudiler dahil Medinelilerle birlikte yaşamın Anayasal hükümleri aşağıdaki ayetlerle belirlenir; 22-36- Allah ile birlikte başka bir ilâh kılma (tanıma)! Yoksa aşağılanır ve yalnızlığa mahkûm olarak kalırsın. Rabbin şunları kaza etti / gerçekleştirdi / hüküm altına aldı; Kendisinden başkasına kul olmayın. Anne ve babaya ihsanla davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “öf” deme, onları azarlama. Onlara kerim (yumuşak, tatlı ve güzel) söz söyle. Onlara merhametle alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki; “Rabbim! Onların beni küçükken koruyup gözeterek yetiştirdikleri gibi, sen de onlara rahmet et.” Rabbiniz kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz salihlerden / iyi kişilerden olursanız elbette O tövbe edip kendine yönelenleri bağışlayıcıdır. Yakınlara, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Sakın saçıp savurarak israf etme! - Şüphesiz saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.- Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti beklerken onlara bir şey veremez, yüz çevirmek zorunda kalırsan, o vakit de onlara güzel sözler söyle ve onların gönüllerini al. Elini boynuna bağlanmış kılma! / Cimri olma! Büsbütün eli açık da olma! Aksi hâlde kınanmış ve sıfırı tüketip yaptığına pişman olur kalırsın. Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediği için rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından gerçekten haberdardır, hakkıyla görendir. Yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de Biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suç ve cinayettir. Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o, iğrençliktir ve sonu kötü bir yoldur. Haklı bir gerekçeye dayanmadıkça, Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürmeyin. Kim zulmen öldürülürse, Biz onun velisine (hakkını alması için) bir güç / yetki verdik. Fakat o da öldürmede aşırı gitmesin. Çünkü kendisine tanınan o yetki ile zaten o yardıma mazhar olmuştur. Rüşdüne erinceye kadar yetimin malına yaklaşmayın! Ancak çok güzel bir tarzda o malı idare edebilirsiniz. Ahitlerinizi yerine getirin! Çünkü ahit / anlaşma / verilen söz sorumluluğu gerektirir. Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın! Böylesi sizin için daha iyi, daha yararlı ve tevil / sonuç olarak daha güzel olacaktır. İlmin olmayan bir şeyin ardına düşme! / karışma! / Yalana şahitlik yapma! Muhakkak ki kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan sorumludurlar. (İsra Suresi 22-36) Birlikte yaşamın en temel ilkesinin kimsenin kimseye kötü davranmaması ve kendisini beğenmemesi, gurur ve kibirden uzak olunması öğütlenir. Özellikle yöneticilerin halka karşı mütevazı davranması gerekliliği vurgulanır. Kibirli davranışların Cenab-ı Hak tarafından asla tasvip edilmediği belirtildiği gibi büyüklenmenin adice ve çocukça olduğu hususu “sen boyuna posuna bakmadan kendini büyük görmekle aslında kendini küçültüyorsun. Çünkü bu büyüklenmenle ne yeri delebilirsin ne de dağlara erişebilirsin” ifadesi ile anlatılır. Hiç kimsenin kimseden üstün olmadığı, kibirlilerin kendilerinden başkasına zarar veremeyeceği vurgulandıktan sonra yukarıda zikredilen Anayasal ilkeler / düsturlar / hüküm ve hikmetlere uymayanların Medine İslam Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılacağı ve Medine’den kovulacağı hususu da “lanetlenerek ve aşağılanarak cehenneme atılacağı” metaforu ile belirtilir. 37-39-Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilirsin ne de boyca dağlara erişebilirsin. Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin katında hoşlanılmayan şeylerdir. İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerden (zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden) bazılarıdır. Allah’la beraber başka bir ilah tanıma. Aksi halde kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın. (İsra Suresi 37-39) Ayrıca hiçbir şeyi Allah’a eş koşmama, putlaştırmama, dondurmama ve statüko yaratmama ve değişimin önünü tıkamama konusunda uyarılar Anayasal Mutabakatın taraflarına yapılıyor. Yaratılmış bütün mahlukatın Allah’ı tesbih ettiği yani yaratılış kanunlarına uyarak O’nun sistemine uyduğu ama müşriklerin insanların bireysel ve toplumsal yaşamları için Kur’an ile indirilen ilahi kanunlara uymamakta direndikleri, bu kanun ve ilkelere kulak tıkadıkları dahası çıkarlarına gelmediği için bunları duydukları zaman nefretle karşı çıktıkları hususuna değinilerek mutabakatın taraflarının bu ilkelere uyma konusunda müşrikler gibi davranmamaları belirtilir. 40-46- Rabbiniz, size oğulları tahsis etti de kendisi meleklerden kadınlar mı edindi? Muhakkak ki siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz. Andolsun ki Biz, akıllarını başlarına almaları için bu Kur’an’da (hakikatleri) türlü şekillerde evirip çevirdik (açıkladık). Fakat bu (açıklamalar) ancak onların nefretini artırmaktadır. De ki; “Eğer dedikleri gibi O’nun (Allah) ile birlikte ilahlar olsaydı, o zaman bunlar da (ilahlar da) Arş’ın sahibine bir yol ararlardı.” O (Allah), onların dediklerinden büyük bir yücelikle münezzeh ve pek yücedir. Yedi gök, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, halimdir, çok bağışlayandır. Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez / gizli bir perde kıldık. Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık kıldık. Sen, Kur’an’da Rabbinin tekliğini anlattığın zaman nefretle arkalarına dönüp giderler. (İsra Suresi 40-46) 38.4. Anlaşmanın Medine’ye Birlik, Beraberlik, Barış ve Huzur Getirerek Dirilişin Gerçekleşeceğine İnanmayanlara Cevaplar Gerek Arap kabileleri gerekse de Yahudi kabileleri içinde bulundukları bu parçalanmışlık hallerinin yerini birliğe bırakacağına asla inanmıyorlardı. Onlar atomize hale gelmiş topluluklarının bir araya gelerek birlik oluşturmalarının ve böylece dirilmelerinin imkânsız olduğunu düşünüyorlardı. Onlar kendilerinin böyle bir uyanışla dirilecekleri konusunda tereddütlerini ifade ediyorlardı. Ama peygamberimiz nasıl ve ne halde olurlarsa olsunlar Cenab-ı Hakk’ın bu toplumları dirilteceğini açık bir şekilde bildirir. Bunun üzerine onlar bu dirilişin ne zaman vuku bulacağını sorarlar. Onların sorusuna söz konusu diriliş zamanının yakın olduğu belirtilir. Diriliş konusunda tereddütleri bazen Mekkeli müşrik ileri gelenler yarattığı gibi Medine’deki statükonun devamından yana olan bazı ileri gelenler de yaratmaktaydı. Mekkeli müşrik ileri gelenler, peygamberimiz ile görüşen her yabancıyı peygamberimiz ile birlikte olmama hususunda tehdit ettikleri gibi onları peygamberimizin davet ettiği tevhit anlayışının imkânsız oluşu konusunda tereddüde düşürüyorlardı. Onlar Hz.Muhammed’in@ süslü sözlerle algı operasyonu yaptığını, insanları büyülediğini / etkilediğini söyleyerek tezvirat yapıyorlardı. Ama peygamberimizle görüşen akıllı insanlardan bazıları bu tezviratlara aldanmıyorlar ve “şayet bu adam insanları büyülemede / etkilemede çok mahir ise o zaman sizi de etkilemesi lazım gelmez mi? Siz akıllısınız, etkilenmiyorsunuz da biz geri zekalı mıyız? Vb.” diyerek onları tersliyorlardı. Böylece Hz.Muhammed@ ile görüşen kimseler Mekkeli müşriklerin akıllarını kullanmadıkları, heva ve heveslerinin peşinden gittikleri için mesaja kulak vermediklerini değerlendirebiliyorlardı. Cenab-ı Hak ahirete (dünyevi ve uhrevi geleceğe) ilişkin aşağıdaki ayetlerle bu durumu edebi şekilde anlatır; 47-52- Biz onların sana kulak verdiklerinde aslında neye kulak kesildiklerini ve o zalimlerin gizli konuşmalarında da “Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliriz. Senin için nasıl misaller verdiklerine bir bak! Böylece sapıklığa düştüler! Artık çıkış yolu bulmaya güçleri de yetmez. Dediler ki; “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi, gerçekten biz, yeni bir yaratılışla diriltilecek miyiz?” De ki; “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek? / diriltecek?” diyecekler. De ki; “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki; “Çok yakın olması muhtemeldir! Sizi çağıracağı gün, O’na hamd ederek / yönelerek çağrıya uyacaksınız ve çok kısa bir süre kalmış olduğunuzu anlarsınız.” (İsra Suresi 47-52) Kurulacak devlette insanların birbirlerine çok nezaketli davranması ve bedevi davranışları terk ederek medeni davranış ve sözler sarf edilmesi öğütlenir. Zira yeni oluşan toplulukta farklı kabilelerden olan müminler birbirlerine nezaketli davranmazsa münafık şeytanlar bu insanları birbirine düşürebilir. O şeytanlar bu birlikten asla hoşnut değillerdir. Şayet ilişkiler medeni davranış ve sözlere dayanmayacak olursa Cenab-ı Hakk’ın uyarısına uymamanın cezası olarak azaba uğranılacaktır. Bu uyarılara rağmen birbirlerine bedevi davranış ve sözler sergilenmesi nedeniyle yaşanacak olumsuzluklardan (anarşi, kaos, kavga ve çatışma) Hz.Muhammed@ sorumlu tutulamaz. 53 -54- Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. Rabbiniz ne olduğunuzu, (neye layık olduğunuzu) tam olarak bilmektedir. Dilerse size acıyıp esirgeme gösterir, dilerse azap eder. Biz seni onların davranışlarının sorumlusu olarak göndermedik. (İsra Suresi 53-54) 38.5. Anlaşmaya Uymamak İçin Dini Gerekçeler İleri Sürenlere Verilen Cevaplar Biat için yapılan müzakerelerde peygamberlerden / liderlerden bir kısmının diğer bir kısmından çeşitli yönlerden üstünlüklerinin olabileceği ama bunun mevcut peygambere / lidere itaat edilmemesi için bahane teşkil etmemesi gerektiği konusunda da uzlaşma sağlanır. Yahudilerin peygamberimizi kendi peygamberlerinden üstün görüp görmeme hususunda mevcut inanç ve kültürlerinden kaynaklanan endişeleri / tereddütleri bulunmaktadır. Bu noktada kendi peygamberlerinden başka üstün peygamber tanımaları zor görülmektedir. Onlar kendi kutsal kitabı olan Tevrat’tan başka düzenleyici kanun ve kuralı da tanımak istememektedirler. Ayrıca onlar peygamberimizin sadece bir aziz olmasını istiyorlardı. Onun yönetimde bir erk sahibi olmasını istemiyorlardı. Bu isteklerini de kendi dini anlayışlarına dayandırıyorlardı. Onların bu düşüncelerinin yanlış olduğu, kendi tarihlerinden verilen Hz.Davut@ örneği ile anlatılır. Nasıl ki geçmişte Hz. Davud @ hem kral hem de peygamber olarak gönderilmiş ve kamu yönetiminde Tevrat’ın kanun ve kurallarından ayrı olarak “Zebur” İsrail toplumunu düzenleyici kanun ve kurallar olarak gönderilmiştir. Bu nedenle şimdi de ayrı bir kitap olarak Kur’an ayrı bir peygamber olarak da Hz.Muhammed@ gönderilmiştir. Dolayısıyla Yahudilerin kendi dinlerine dayandırdıkları gerekçeleri batıldır. Allah (cc) kullarının ihtiyacı için kanun ve kurallar bildirmekte ve bunları uygulamak için de elçiler göndermektedir. Çünkü insanların içinde bulundukları sıkıntıları gidermek ve sorunlarını çözmek için mevcut kutsanan otoritelerin elinden hiçbir şey gelmemektedir. Onların bu sorunları çözmeye kafaları çalışmamakta, güçleri ve ufukları yetmemektedir. 55-56-Rabbin göklerde ve yerde olan kimselerin hepsini en iyi bilendir. Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik. De ki; “O’ndan başka kendisinde yetki ve kudret olduğunu düşündüğünüz otoriteleri şeyleri çağırın / onlara başvurun. Göreceksiniz ki onlar, sizden sıkıntıyı kaldırmaya da sizin halinizi değiştirmeye de güç yetiremezler. (İsra Suresi 55-56) Halbuki kutsal kabul edilen şahsiyetlerin insanların sorunlarını çözmek için Allah’tan yardım istedikleri, O’nun rahmetini umdukları ve O’nun azabından korktukları belirtilir. Dolayısıyla Yahudilerin Allah’ı bırakıp o kutsal kabul edilen şahsiyetlerden medet ummayı bırakmaları gerektiğine vurgu yapılır. Yukarıda belirtilen anayasal ilkeler çerçevesinde kurulacak Medine İslam Cumhuriyeti ile Mekke’nin devrileceği, kıyamet gününe kadar çevredeki yerleşim yerlerine sürekli hücumlar gerçekleştirileceği ve birliğe dahil olmayı reddenlerin yıkıma uğratılacağı şeklinde bir strateji uygulanacağı bildirilir. Bu strateji, Kitap / Anayasanın en temel prensibi olarak yazılmıştır. Bu stratejinin doğru olduğuna dair hiçbir mucize / işaret beklenmemesi gerektiği de belirtilir. Semud kavmine gönderilen dişi deve işareti gibi geçmiş kavimlere çeşitli işaretler / mucizeler gönderilmiş fakat onlar bu işaretleri görmesine rağmen peygamberlerinin gösterdiği stratejiyi takip etmemiş olmaları nedeniyle kurulacak Medine İslam Cumhuriyetinin çevre kabilelere yönelik cihatçı stratejisinin doğruluğu hususunda herhangi bir mucizevi işaretin gönderilmeyeceği ifade edilir. Bu anlaşmadan çok önce Hz.Muhammed’e@ gösterilen miraç rüyasının doğruluğu şimdi yapılan bu anlaşma ile ispatlanmaktadır. Fakat o miraç rüyası anlatıldığı zaman içlerinde müminlerin de olduğu birçok kimse bu rüyaya inanmamıştı. Şimdi o rüya gerçekleşmektedir. Şu unutulmasın ki, Allah bütün insanları / kabileleri kuşatmıştır. Hele bu anlaşma ile kabilelerin kuşatılacağı / teslim alınacağı artık neredeyse kesinlik derecesindedir. 57-60- Onların dua ettikleri / çağırdıkları (şahsiyetler de), Rablerine yakınlaşmak için vesile ararlar (dı). O’nun rahmetini umarlar(dı) ve O’nun azabından korkarlar(dı)! Gerçekten senin Rabbinin azabı korkunçtur. Kıyamet gününden önce, yıkıma uğrattığımız veya şiddetli bir azap ile cezalandırdığımız hiçbir şehir / ülke yoktur ki, onların bunu hakkettikleri Kitap’ta satırlaştırılmış olmasın. / yazılmış olmasın. Bizi bu hususta bir işaret / ayet göndermekten alıkoyan tek sebep, önceki toplumların onları hep yalanlamış olmalarıdır. Nitekim, Semud kavmine uyarıcı bir işaret / ayet olarak o dişi deveyi vermiştik, ama onlar bunu kaale almadılar. Oysa biz bu kabil işaretleri / ayetleri yalnızca korkutup uyarmak amacıyla göndeririz. Hani Biz sana; “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da / görüntüyü de Kur’an’da lânet edilen ağacı da insanlara sırf bir imtihan kıldık. Biz onları, korkutuyoruz, fakat bu, onların tuğyanından / taşkınlığından / azgınlığından başka bir şey arttırmıyor. (İsra Suresi 57-60) 38.6. Medine İleri Gelenlerinden Bazılarının Yapılan Anlaşmaya Karşı Çıkmaları Hz.Muhammed’i@ Medine’ye getirip başkan yapma teklifini müminler kendi kabileleri içerisinde tartışmaya açtıkları zaman ileri gelenlerden Abdullah b. Übey gibi iblisler şiddetle karşı koymuşlardı. Aynı teklif Medine’nin Yahudi kabileleri arasında da tartışılmış Huyey b. Ahtab ve Ka’b b. el-Eşref gibi Yahudi iblisler de peygamberimizin Medine’ye başkan olmasına şiddetle karşı çıkmışlardı. Onlar, Hz.Muhammed’in@ başkan olması teklifini reddederken O’nun çamurdan kinaye mütevazı, paylaşmacı, vergili ve iyiliksever sıfatları ile alay ettiklerini, Kur’an Hz. Adem@ kıssası üzerinden anlatır. Sorunların çözümü ve Medine’ye barış ve huzurun gelmesi için Medineli her kabilede ileri gelenlerin aklı selim olanları bu teklife olumlu bakarken bazı iblis ruhlu ileri gelenler kendilerini Hz.Muhammed’den@ üstün görerek Ona itaat / secde etmeyeceğini deklare ederler. O iblisler, sadece boyun eğmeyeceklerini haykırmakla kalmadıkları gibi kabile meclisinin aklı selim üyelerinin Hz.Muhammed’i@ kendilerine üstün / şerefli tuttukları için onlara kızarlar. Mekke ile yaşanacak kıyamete kadar Hz.Muhammed’in@ arkasından gidenleri kendi emri / hakimiyeti / boyunduruk altına alacaklarını ifade ederler. Diğer ifade ile Medine’nin kurtuluşu için Hz.Muhammed’i@ başkan edinme fikrine kapılanların yanıldıklarını kendilerine göstereceklerini ve böylece kendi fikirlerine çekeceklerini iddia ederler. Onların bu sözlerine karşı Hz.Muhammed’i@ kendilerine lider seçmeyi kabul eden aklı selim Medineliler ise onlara “size uyacak olanlarla birlikte ‘canınız cehenneme!’” derler. Dahası o iblislere “istediğiniz kadar uğraşın, ister tehdit, şantaj ve ayartma yapın, ister atlı ve yaya bütün askeri gücünüzü seferber ederek korkutmaya çalışın, ister onların mallarıyla kendi malınızı karıştırıp ya da akrabalık kurarak onları kendinize uydurmaya çalışın ve isterseniz bol bol vaadlerde bulunarak onları aldatmaya çalışın! Hiç farketmez! Onlar öyle ihlaslı kimseler ki, Hz.Muhammed’e@ öylesine bağlılar ki asla onları ayartamaz, kandıramaz ve saptıramazsınız. Onları hakimiyetiniz altına alamazsınız” dediler. Böylece Abdullah b. Übey, Huyey b. Ahtab, Ka’b b. El-Eşref gibi iblisler Hz.Muhammed’e iman etmiş müminlerle uğraşmanın öyle kolay olmadığını ve bu anlaşmayı engelleyemeyeceklerini anlarlar. Bu anlatı gösteriyor ki; Medine Anayasasının Medine meclisinde kabul edilmesi öyle sanıldığı gibi kolay olmamıştır. Çok şiddetli tartışmalar, kavga ve gürültüler olmuş olup sonunda iblisler pes etmişlerdir. İslam tarihinde “münafıklar” olarak isimlendirilmiş bu iblislerin peygamberimize nasıl muhalefet ettikleri ileride işlenecek konularda detaylarıyla görülecektir. Anayasal Anlaşma çerçevesinde uzlaşarak Hz.Muhammed’e@ biat eden Medinelilerin bu konu üzerinde kendi meclislerinde yaşadıkları tartışmaları Cenab-ı Hak Hz.Adem@ kıssası ile anlatır; 61-65- Biz meleklere; “Adem’e secde edin” dediğimiz zaman İblis’ten başka hepsi secde ettiler. O; “Ben çamurdan yarattığın kimseye mi secde edeceğim?” dedi. (İblis devamla) “Benden şerefli / üstün kıldığın şu kimseye bak! Andolsun ki, eğer bana kıyamet gününe kadar zaman verirsen onun neslini, pek azı hariç, mutlaka boyunduruğum /emrim / yönetimim altına alacağım” dedi. (Allah) buyurdu: “Defol git! Eğer onlardan kim sana tâbi olur ise, o zaman muhakkak ki hepiniz cehennemle cezalandırılacaksınız. Bu sizin yaptığınızın sonucudur! (Yaptıklarınızın) Tam karşılığıdır!” “(Haydi durma!) Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars! / korkut! / tehdit et! Atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! / korkut! / tehdit et! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Onlara vaatlerde bulun! / vaatlerle ayartmaya çalış!” - (Ne var ki) şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmez.- Muhakkak ki Benim gerçek kullarım üzerinde, senin bir sultanlığın (yaptırım gücün / hakimiyetin) yoktur. / olmayacaktır. Senin Rabbin, vekil olarak kâfidir (yeter). (İsra Suresi 61-65) Cenab-ı Hak, Anayasal Sözleşme çerçevesinde biat edecek olan Medinelilere bir uyarıda bulunur. Şöyle ki; “Şimdi anlaşmayı yaparak Allah’ın size sunduğu İslam Sistemi gemisine bindiniz. Allah elçisi de bu geminin kaptanı misali sizi içinde bulunduğunuz anarşi ortamından Allah’ın göstereceği yol ve metotlarla kurtaracak ve sizleri çeşitli lütuflara mazhar kılacak. Ancak uçurumun kenarından, denizdeki fırtına ve kasırgalardan kurtulma örneklerinde olduğu gibi sizi yok olmaktan kurtaracak olan Allah elçisini, işiniz yoluna girdikten sonra yalnız bırakacak olursanız, yani Allah’ın sistemini terk ederek tekrar eski şirk sisteminin yasa ve kurallarına geri dönerseniz, o takdirde Allah sizi yerin dibine batırabilir, sorunlarınız çözüldükten sonra gerisin geri zulme dönerseniz kendinizi emniyette hissetmeyin! Zira Allah kendi yolundan döneni ve elçisini yalnız bırakanı asla affetmez, başınıza türlü türlü belalar getirir ve sizi eski anarşi içerisindeki halinize tekrar döndürür de sizi o anarşide boğar yok eder. Tıpkı deniz yolculuğunda yakalandığınız fırtınadan kurtulduktan sonra yeni bir deniz yolculuğuna çıktığınızda yine bir fırtınaya yakalanıp bu kez boğulmak gibi.” 66-69- Sizin Rabbiniz, kendi lütfundan nasip arayasınız diye, sizin için denizde gemileri yürüten zattır. Şüphesiz ki O, size çok merhametlidir. Denizde bir tehlikeyle karşılaştığınız zaman, O’ndan başka bütün o yalvarıp yakardığınız kişiler sizi yüzüstü bırakır. Ama ne zamanki O sizi sağ salim karaya çıkararak kurtarınca, hemen yüz çevirirsiniz (O’nu unutuverirsiniz.) İnsan gerçekten çok nankördür! Peki karaya çıkınca O’nun sizi orada yerin dibine geçirmesinden yahut üzerinize bir kasırga göndermesinden güvende misiniz? O takdirde kendinize bir Vekil de bulamazsınız. / O takdirde kendinizi koruyacak bir melce’ de bulamazsınız. Yahut sizi tekrar oraya (denize) döndürüp de üzerinize kasırgalar göndermesinden ve böylece ettiğiniz nankörlük sebebiyle sizi boğmasından güvende misiniz? O zaman bu yaptığımıza karşı, bizden öcünüzü alacak bir kimse de bulamazsınız kendinize. (İsra Suresi 66-69) Yapılan anlaşma ile oluşturulacak devlet ve toplumun çok şanlı ve şerefli olacağı, her taraftan karadan, denizden çok çeşitli nimetlere mazhar olacağı ve diğer toplumlardan üstün hale gelecekleri Cenab-ı Hak tarafından bildirilir. 70-71- Ant olsun ki Biz, Ademoğullarını şan ve şeref sahibi kıldık. / kılacağız. Onları karada ve denizde taşıdık ve onları temiz-hoş yiyeceklerle rızıklandırdık. / rızıklandıracağız. Onları yarattığımız diğer canlıların çoğundan üstün kıldık. / kılacağız. (İsra Suresi 70-71) Medine İslam Cumhuriyeti kurulduğu zaman kabileleri önderleri temsil edecek. Anayasaya / Kitaba sımsıkı sarılan ve hükümlerine bağlı kalanlara asla hiçbir haksızlık yapılmayacağı, onlara ayrımcı ve ötekileştirici politikaların asla uygulanmayacağı deklare edildikten sonra anlaşmaya karşı olan ve gelecekte de İslam Cumhuriyetine gözü kapalı isyan eden kimselere ise aynı güvencenin verilmeyeceği belirtilir. Bu hususlar ahirette yaşanacak sahnelere yapılan benzetmelerle şöyle anlatılır; 72- O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar zerre kadar bir haksızlığa uğratılmayacaklar. Her kim de burada kör ise işte o, ahirette de kördür. Çünkü o yoldan çok sapmıştır. (İsra Suresi 72) 38.7. Yahudilerin Anayasal Sözleşmeye Kendi İlkelerini Sokuşturma Çabaları Anayasa maddeleri hazırlanırken Yahudiler kendi çıkarlarına uygun buldukları bazı hususları sanki kendi kitaplarındanmış yani ilahi öğretiye aitmiş gibi göstererek Anayasa taslağına derç ettirmeye niyet etmişlerdi. Onlar, ilahi öğretiye aitmiş gibi gösterdikleri bazı ilkelerin anayasa metninde yer alması konusunda Hz. Muhammed’i@ aldatmaya çalıştılar ve kısmen de başarılı oldular. Fakat sağlam duran Hz.Muhammed@ onların sokuşturmaya çalıştıkları maddelerin ilahi öğretiye ait olmadığını anladı ve o maddeleri taslaktan çıkarttırdı. Böylece onların oyunları son anda fark edilerek bozuldu. Anayasa Yahudilerin sokuşturdukları şekilde çıksaydı Hz. Muhammed@ Medine’deki sorunları çözemeyecek ve çok zorluklar, sıkıntılar yaşayacaktı, adeta ölüp ölüp dirilecekti. Yahudilerin derç ettirmeye çalıştıkları maddeler kendi çıkarlarına hizmet eden ve haksızlık oluşturacak hususlar içeriyordu. Halbuki Cenab-ı Hakk’ın ilahi öğretisinin öngördüğü sistem ise nasıl ahirette herkesin işledikleri her şeyin zerresine varıncaya kadar karşılığı verilecekse dünyadaki ilahi sistemde de aynı şekilde olması gerektiği, herkese yaptıklarının karşılığının adil bir şekilde verilmesi, kimseye haksızlık yapılmaması ve kimsenin ayrıcalıklı olmaması gerektiği hususlarını içeriyordu. Şayet onların sokuşturmaya çalıştıkları maddeler taslağa girseydi o zaman onlar Hz. Muhammed’i@ dost edineceklerdi. Zira halka kurdukları sömürü tezgâhları devam edecekti. Ancak o takdirde de sorunları çözme vaadiyle gelen Hz. Muhammed@ çok büyük sıkıntılar içerisinde kalacaktı. 73-75- Onlar, sana vahyettiğimizden başka şeyler düzüp bize iftirâ etmen için az kalsın seni bile fitneye düşüreceklerdi. İşte o takdirde seni halil / yoldaş / dost edinirlerdi. Eğer Biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten neredeyse onlara birazcık meyledecektin! İşte o takdirde biz sana hayatın da ölümün de (sıkıntılarını) kat kat tattırırdık da bize karşı kendine yardım edecek hiç kimseyi bulamazdın. (İsra Suresi 73-75) 38.8. Hicretin Kesinleşmesi Mekke ileri gelenlerinin Hz.Muhammed’in@ Cirane’deki Mescid-i Aksa’da Medinelilerle görüştüğünden haberdar olur olmaz onu tedirgin etmeye başlayacakları açıktır. Nitekim öyle de oldu ve onlar Hz.Muhammed’i@ Mekke’den atmakla tehdit ettiler. Yani vatandaşlıktan çıkararak vatansız bırakmak ve kurda kuşa yem etmekle korkutmaya çalıştılar. Aslında bu tehdidi her zaman yapmaktaydılar. Fakat artık bu tehdit ve korkutmaların hiçbir anlamı kalmamıştı. Zira kuş zaten yuvadan uçma noktasına gelmişti. Hz.Muhammed’in@ kendi vatanından sürüp çıkarılması halinde artık gideceği, sığınacağı yeni bir vatanı daha olmuştur. Onu bağrına basacak hatta baş tacı edecek bir vatanı vardır artık. O’nun vatanından ayrılması Mekkelilerin kurtuluşu, başlarındaki belayı savmaları değil tersine başlarına tam bir bela almaları demekti. Hz.Muhammed’in@ Mekke’den çıkarılması aslında kendilerinin Mekke’den sürüp çıkarılmaları ya da kendilerinin sonunun geldiğinin habercisi demekti. Zira İlahi yasa hep böyle işlemişti. Cenab-ı Hak her nereye bir peygamber gönderdi ise o ülkenin şımarık ileri gelenleri mutlaka o peygamberi ya öldürmüşler ya da ülkeden sürüp çıkarmış olsalar da aslında onlar bu hareketleri ile kendi sonlarını getirmişlerdir. Bu değişmez ilahi / sosyolojik bir kuraldır. 76-77- Yakında seni bu yerden / yurdundan çıkarmak için kesinlikle rahatsız edecekler. Ama, sen ayrıldıktan sonra, onların kendileri de pek fazla kalamayacaklar. Senden önce gönderdiğimiz tüm elçiler için öngördüğümüz sünnet / usul / yöntem budur. Sünnetimizde / usulümüzde / yöntemimizde herhangi bir değişiklik göremezsin. (İsra Suresi 76-77) 38.9. Hz.Muhammed’in@ Kamusal Mesaisinin düzenlenmesi Anlaşma (biat) yapılmış, biatlar alınmış ve artık Medine’de bir devlet kurulacaktır. Kurulacak devlette Hz.Muhammed’in@ bir kamu otoritesi olarak neler yapması gerektiği konusunda da Cenab-ı Hak elçisine rehberlik yapar; Elçisine kamu otoritesi olarak kamunun ihtiyaçlarını gidermek, onların sorunlarını çözmek, onları eğitmek, onların kamu ile ilgili işlerini görmek için günün belirli vakitlerini tahsis etmesi gerektiği belirtilir. Bu vakitler öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitleridir. Kamu otoritesi olarak sabah daha gün doğmadan mesainin başlatılması ve zihinlerin en berrak olduğu, öğrenmenin en kolay ve kalıcı olduğu fecir vaktinde ilahi öğretinin çağrısı / Kur’an ile kamuyu eğitmesi emredilir. Böylece halk işlerini görmeye başlamadan önce ilahi öğretinin düsturları ile donanacak ve gün içerisinde işlerinde bu düsturlara uyma konusunda daima diri ve müteyakkız olacaktır. Daha sonraki zamanlarda sabah namazı olarak adlandırılan bu eğitimin amacı islam toplumunun bireylerini kötülükten uzaklaştırmak, iyiliğe yöneltmek, dürüst, doğru, namuslu ve şerefli şahsiyetler yapmaktır. Fecirde Kur’an okunması olarak emredilen bu eylem sonucu yetişen bireyler ilahi sistemin / hakkın birer şahitleri olacaklardır. Devlet başkanlığı makamına / çok üstün bir makama / makam-ı Mahmud’a oturmanın çok yakın olduğu bir zaman dilimine girildiği, bu nedenle de Hz.Muhammed’in@ artık ne uyku ne de rahat yüzü görmesinin mümkün olmadığı bildirilir. Zira artık bundan sonra yükü daha da artmakta ve bu yükü üstlenen bir devlet başkanının gecesini gündüzüne katması gerekmektedir. Toplumun sorunlarının çözülmesi, emniyetinin sağlanmasını, düşmana karşı vatanın savunulması vb. kamusal işler için artık gece gündüz çalışması gerekmektedir. Bu sebeple Hz.Muhammed’e@ geceleri teheccüde kalkıp İlahi öğreti / Kur’an çerçevesinde bu sorunlarla boğuşup, onları çözmesi emredilir. Ayrıca yapılan bu anayasal sözleşme (biatlaşmadan) sonra Mekke’den Medine’ye hicretin mutlaka gerçekleşeceği bilindiğinden bu hicretin hayırlısı ile ve güvenle gerçekleşmesi konusunda Cenab-ı Hakk’ın inayet ve yardımının talep edilmesi öğretilir. Mekkeliler, müminlerin hicret etmesine kolay kolay müsaade etmeyeceklerdi. Diğer taraftan Medine’deki muhalif ileri gelenlerin çıkaracağı engeller de düşünüldüğünde Medine’ye girişin de öyle göründüğü gibi kolay olmayacağı açıktı. Bu nedenle Mekke’den çıkışın da Medine’ye girişin de hayırlı ve güvenli olması için Cenab-ı Hakk’a sığınılması, O’nun inayetinin talep edilmesi, gerekli her türlü tedbire başvurulması ve her türlü yardımcı kuvvetin / güç / yetki / otoritenin desteğini temin için gereği neyse yapılması tavsiye ediliyor. Hatta Medine’ye gidildiğinde toplumu ıslah için ve devletin ayakta kalabilmesi için yardımcı güç, kuvvet, destek ve otoritenin kendisine bahşedilmesi için duacı olması öğütlenir. Bu hususlarda meşru olan her türlü yola başvurulması istenir. 78-80- Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar salat et. (Namazı müteakip kamu hizmetlerinde bulun, kamunun sorunlarını çözmek için uğraş.) Fecr Kur’an’ını da ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur’an’ı şahitlidir. Ayrıca gecenin bir kısmında, yararını göreceğin, Kur’an’la teheccüde kalk! Rabbinin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırması yakındır. Ve de ki; “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve güvenlikle girmemi, (terk edeceğim yerden de) doğruluk ve güvenlikle çıkmamı sağla, bana katından yardımcı bir kuvvet ver.” (İsra Suresi 78-80) )Not: Ayet / mucize / destek tecelli ediyor. (A.A) 38.10. Vahyin Medine İslam Devletinin Yönetimindeki Yeri ve Ağırlığı Anayasal sözleşme (biat) müzakerelerinde tartışılan en önemli konulardan birisi de vahyin / ruhun yönetimdeki ağırlığının ne olacağı hususu idi. Hz.Muhammed@ Medine İslam Cumhuriyetinin Başkanı olacaktı ancak O’nun yönetme / yürütme yetkisi yanında Vahiy / Ruh ile gelen emir / yasa / talimatlara mutlak itaat konusunda Yahudiler başta olmak üzere diğer Medinelilerde tedirginlik vardı. Zira Hz.Muhammed’in@ kendi beşeri sıfatı ile verdiği emir ve talimatlar, ileri gelenler tarafından kritik edilebilir ve karşı görüşler verilebilirdi. Fakat gelen emir / yasa / talimat Vahiy / Ruh olarak geldiği söylendiğinde bu talimatın kritiği olamayacaktı ve mutlak itaat istenecekti. Bu durum onları ürkütmekteydi. Ne tür emir / yasa / talimatların geleceğini bilemediklerinden yarın neyle karşılaşacakları konusunda endişelerini anayasal sözleşme (biat) müzakerelerinde dile getirdiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara şöyle cevap verilmesini bildirdi; “Hak gelince batıl yok olur. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur. Şayet halihazırdaki bazı düzenlemeler batıl / yanlış ise bunların kaldırılması ve yerine doğru olan düzenleme ve yasamaların getirilmesi gerekmez mi? Barışı, huzuru, iyiliği, güzelliği istiyorsak doğruyu getirmek ve batılı / yanlışı kaldırmamız şarttır. Batılın / yanlışın yok edilmesi hak değil midir? Batılın / yanlışın yerine doğru / hak geldiği zaman buna kim karşı çıkar?” “Bu nedenle Kur’an kapsamında vahiyle / ruhla gelen herhangi bir emir / yasa / talimat toplumsal hastalıklara şifa olacak ve rahmet içerecek reçeteler hükmünde olacaktır. Hepimizin Rabbi olan Allah, kulları için kötü şeyler diler mi? O’ndan gelecek emir / yasa / talimatlar anayasal güvence (iman / emniyet / teminat) içerisine giren herkesin zihinlerini tatmin eden hükümler içerir, onların sıkıntı ve bunalımlarını giderir, ahlaklarını yükseltir ve böylece toplumda dirlik, birlik, düzen ve huzuru sağlar. Bu nedenle Kur’an / Vahiy / Ruh sayesinde gelen emir ve talimatlar rahmettir, şifadır.” “Bu emir ve talimatlar ancak zalimlerin yıkımını artırır, onların sömürü ve zulüm düzenlerini yıkar. Dolayısıyla doğru olan namuslu ve şerefli insanların Kur’an’la /Vahiyle / Ruhla gelecek emirlerden / yasalardan / talimatlardan endişe etmesine gerek yoktur.” “Allah’ın sizlere Kur’an’la / Vahiyle / ruhla indirdiği emir ve talimatlar, sizleri doğruya / hakka götürecek bir nimettir ve doğru kişiler bunun kıymetini bilir. Fakat zalimler bu nimetin kıymetin bilmezler ve onlar sorumluluktan kaçar, yan çizerler.” “Dahası o zalimler hakk geldiği zaman kendi yanlış / batıl sömürü düzenleri kalkacağı için herkes için nimet olan emir / yasa / talimat ve düzenlemelere nankörlük eder / inkara kalkışırlar. Herkes kendi mizacına göre iş yapar. Bu nedenle elbette zalimler Kur’an / vahiy / ruh ile gelen emir ve talimatlara karşı çıkacaklarıdır.” “Ayrıca mademki toplumsal sorunlarınızı siz kendiniz çözeceksiniz o halde neden çözmüyorsunuz? Sıkıntılarınıza, bunalımlarınıza uygun çözümler getirebiliyorsanız buyrun getirin. Ama getiremezsiniz. Zira sizin bu konularda bilgileriniz yeterli değildir. Bütün alimlerinizi, siyasilerinizi, entellektüellerinizi, büyücülerinizi, vizyonerlerinizi, tanıdık tanımadık ne kadar yetenekli adamlarınız varsa hepsini bir araya getirin de toplumsal sorunlarınızı çözecek Kur’an’ın getirdiği / getireceği uygun formüllere benzer formüller geliştirin bakalım. Yapabilir misiniz? Hayır yapamazsınız. Kur’an’ın / Vahyin / Ruhun getirdiği çözümlerin benzerlerini yapabilseniz zaten şimdiye kadar yapar ve sıkıntılarınızı, bunalımlarınızı giderirdiniz.” “Bütün bu sayılan nedenlerden dolayı Vahiy / Ruh ile gelen düzenlemeler konusunda doğrudan / haktan yana olanlarsanız endişe etmenize hacet yoktur.” 81-88- De ki; “Hakk geldi, batıl yok oldu. Muhakkak ki batıl yok olacaktır.” Kur’an’dan, Mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Bu, sadece zalimlerin yıkımını artırıyor. İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve sorumluluklarından yan çizer! Ona fenalık dokununca da ümitsizliğe düşer. De ki; “Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. İşte bu yüzden Rabbin, yol olarak kimin en doğru olduğunu daha iyi bilendir.” Sana ruhtan soruyorlar. De ki; “Ruh Rabbimin emirlerindendir / işlerindendir. Size ise pek az bilgi verilmiştir. Ant olsun ki, dilersek sana vahyettiğimizi / Ruhu ortadan kaldırır yok ederiz. Sonra Bize karşı kendine bir Vekil bulamazsın. Ancak Rabbin’den bir rahmet olarak böyle yapmıyoruz. Çünkü O’nun sana olan lütfu büyüktür.” De ki: “Eğer ins ve cinn (herkes), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini, kesinlikle getiremezler.” (İsra Suresi 81-88) Anayasal sözleşme (biat) müzakerelerinde İlahi öğretinin / Kur’an’ın önerdiği maddeler ve Yahudilerin Tevrat’ında yer alan 10 Emirden Cumartesi / Sebt günü hariç 9 Emiri de kapsayan maddeler üzerinde uzlaşma sağlanmaktaydı. Fakat bunlara rağmen Medine’deki gerek Yahudi liderlerinden gerekse Ensar’ın ileri gelenlerinden Anayasal Sözleşmeyi kabul etmeyecek / iman etmeyecek / imza koymayacak kişiler vardı. Zira son biat müzakeresine gelmeden önce Medine’de yapılan toplantılarda bu kişiler tavırlarını ortaya koymuşlardı. Onlar hep kendileri için birtakım imtiyazlar / ayrıcalıklar / menfaatler olsun istiyorlardı. Kurulacak sistemde kaynakların kendilerine akıtılmasını istiyorlardı. Kur’an ifadesi ile “kendileri için pınarlar fışkırtılmadıkça iman etmeyeceklerdi / anayasal nizamın teminatını tanımayacaklardı” Onların bu imtiyaz talepleri yanında başka istekleri de vardı. Onlar Kur’an’ın ifadesiyle “Hz.Muhammed’in@ sarayları, köşkleri, bağları, bahçeleri, hazineleri olmazsa ”yahut” madem ki Allah elçisi olduğunu iddia ediyor o halde bu dünyaya ait olmayan, göklere ait bir takım şeyler getirmezse veya Allah’ı ve Melekleri şahit olarak getirmezse ”yahut” göklere yükselip oradan kendilerinin çıkar ve menfaatleri için yasalar / düzenlemeler getirmezse” mutabakata varılan anayasaya iman etmeyeceklerdi. Kur’an ifadesi ile belirtilen bu hususlar ile neyi kastettikleri şöyle özetlenebilir; Hz.Muhammed’in@ kuracağı sistemde devlet başkanının büyük, görkemli ve altın işlemeli saraylara sahip olmadıkça dahası köşk, bağ-bahçe ve servetlere sahip olmadıkça kısaca yönetimde “imparatorluk” modeli öngörülmedikçe anayasaya imza koymayacakları, İlahi öğreti ile kurulacak sistem ile çok güçlü bir tevhid / birlik oluşturulacağını iddia ediyorsa, o takdirde bunu gerçekleştirip gök kubbeyi başımıza yıkmadıkça (mevcut otoriteleri kendi gücü ile devirmedikçe) önerdiği anayasal sistemi kabul etmeyecekleri, Öngörülecek Anayasal sistemde Allah’ı ve Melekleri temsil eden dini otorite ve kurumlarının oluşturulması yani yönetimde Teslis modeli (“Allah= İmparator”: “Allah’ın Oğlu İsa= Kilise”: “Ruhul Kudüs / Melekler = Melikler / Asiller / Kontlar”) gibi bir model öngörülmedikçe Anayasal sözleşmeyi imzalamayacakları, Bu dini kurumun (kilise gibi) başındaki kişinin devlet yönetiminde en yüksek mertebede olması kabul edilebilir ancak ilahi kaynaklı olduğunu iddia ettiği düzenlemelerden / kitaplardan biz ileri gelenlerin (Meliklerin, Kabile Reislerinin) çıkarlarını gözeten kitap / düzenleme getirmedikçe yine kabul etmeyecekleri. Aslında Medineli ileri gelenlerinin bu taleplerini daha önceleri Mekkeli müşrikler de gündeme getirmişlerdi. Cenab-ı Hak, Mekkelilerin de aynı taleplerle peygamberimize karşı çıktıklarını açıklayan ayetleri zikrettikten sonra onlara da verdiği cevabında Türkçede şaşkınlık ifadesi olarak kullanılan “fesubhanallah!” şeklinde oldu. Zira Hz.Muhammed@ onlara fıtratı bozulmamış, dürüst, namuslu, kötülük bilmeyen, halkın içinden çıkan, halk gibi yiyen içen, onlar gibi yaşayan, kendini onlardan ayrı ve üstün görmeyen, onlarla ağlayan - onlarla gülen, onlardan biri olacak bir başkanlık sistemi teklif etmekteydi. Fakat Medine’deki inkarcılar toplumdaki sorunların çözüm yanlısı olmadıkları gibi toplumdaki sorunların esas kaynağı olan seçkincilik, ayrımcılık, haksızlık ve adaletsizliğin devam etmesini şart koşmaktaydılar. Onların bu talepleri gerçekten çok şaşırtıcıydı. Kendi menfaatlerini gözetme uğruna bütün toplumu yıkıma götürdüklerini göremiyorlardı. 89–93- And olsun ki Biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Buna rağmen insanların çoğu sadece inkâr ederek direndi. “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar halinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin bu yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız.” dediler. Sen de ki; “Fesubhanallah! Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra Suresi 89-93) Cenab-ı Hak, insanlara rehberlik / hidayet amacıyla peygamberler gönderildiğinde onların bu rehberleri reddettiklerini bildirir. Onların reddediş gerekçelerinden bir diğeri de; “Allah’ın peygamber / rehber olarak neden melek değil de insan göndermesidir.” Daha önce Mekkelilerin gündeme taşıdıkları bu gerekçeyi Medine’nin bazı ileri gelenleri de ileri sürerler. Onlar Hz.Muhammed’in@ insan cinsinden bir peygamber oluşuna itiraz ederler. “Allah eğer bize rehberlik yapacak bir peygamber gönderecekse bunun melekler arasından olması gerekmez mi?” diye Hz.Muhammed’in elçiliğine / liderliğine dolayısıyla anayasal sözleşmeye karşı çıkarlar. Cenab-ı Hak, onların bu itirazına karşılık “eğer yeryüzündekiler insan cinsi değilde melek cinsi varlıklar olsalardı, o takdirde onlara kendi cinslerinden bir elçi gönderirdik” diye cevap verir. ([1] ) Din dilindeki bu tartışmanın reel hayattaki karşılığı şu şekilde yorumlanabilir; Anayasal Sözleşmeye karşı olan Medine meliklerinin karşı çıkış nedenlerinden birisi de Hz.Muhammed’in@ kendi aralarından olmamasıdır. Şayet O, Medine ileri gelenleri / melikleri arasından, kendileri gibi şeytani karakterli, çıkarcı, halkın kanını emen, … kötü vasıfları üzerinde toplamış birisi olsa hemen kabul edeceklerdi. Ama O fıtratı tertemiz, kötülük bilmeyen, doğal ve daima iyilik peşinde koşan bir beşerdir. Cenab-ı Hak, onlara aşağıdaki ayette yer alan metaforik ifadelerle cevap verirken şu anlamları çağrıştırır; “Eğer ülkenizde / Medine’de (yeryüzü metaforu) iskân eden fıtratı tertemiz, adam gibi adam olan melikler (melekler metaforu) olsaydı o zaman elçinizi / liderinizi yönetimdeki (gök metaforu) o meliklerden (melek metaforu) birini seçer gönderirdik. Ama maalesef aranızda böyle melikler bulunmamaktadır. Şimdi Abdullah bin Übey gibi adi, aşağılık, şerefsiz ve yetersiz kimseler mi lider olacak bu ülkeye. / yeryüzüne. / Medine’ye.” 94-95-Onlara hidayet geldiği zaman insanların inanmalarına, “Allah, beşer bir resul mü gönderdi?” demelerinden başka bir şey mâni olmadı. De ki; “Eğer yeryüzünde yerleşik olan yürüyen melekler olsaydı, elbette Biz onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.” (İsra Suresi 94-95) Müzakereler sonunda mutmain olan Medinelilerle Hz.Muhammed@ arasında mutabakata varılır ve Anayasal Sözleşme (biat) yapılır. Medineliler Hz.Muhammed’e@ biat ederler. Anlaşmaya karşı çıkanlar ise azınlıkta kaldıklarından istemeseler de kabul etmek zorunda kalırlar. Taraflar sonunda mutabakata varılan anlaşmaya Allah’ı şahit tutarlar ve peygamberimize biat tamamlanır. 96-De ki; “sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz O kullarından haberdar olan, onları görendir.” (İsra Suresi 96) Anlaşma yapılmıştır. Şimdi anlaşmanın tarafı olan Medinelilerden kendi içlerindeki anlaşmaya muhalefet gösterecek olanlara gereken uyarılarda bulunulması istenir. Çoğunluğun kabul ettiği bir anlaşmaya muhalifler hayır demiş olsalar da çoğunluğa karşı koyabilecek güçleri yoktur. Ancak onların kurulacak İslam devletinde fesat çıkaracakları ve Hz.Muhammed’i@ ve yanında hicret eden muhacirleri Medine’den çıkarmaya çalışacaklarıda açıktır. Bu nedenle Cenab-ı Hak hem Ensardan olan inkarcı muhaliflerin hem de Yahudi kabilelerden olan inkarcı muhaliflerin fesat çıkarmamaları hususunda uyarılması için onlara okunacak ayetlerini gönderir. Tıpkı Mekke müşrikleri gibi Medine’nin muhalifleri de parça parça olmuş birbirini yiyen kabilelerin tevhid olup yeniden dirilmelerinin imkânsız olduğunu iddia ediyorlardı. Onlara göre çürüyüp un ufak olmuş kemikler misali atomize haldeki birbirine düşmüş kabileleri hiçbir öğreti bir araya getiremezdi. Fakat şimdi Hz.Muhammed’in@ önderliğinde bu kabileler bir araya geliyor ve barış içerisinde yaşama iradesi gösteriyorlardı. Mutabakata varılan anlaşma ölü hale gelmiş bu toplumların dirilip ayağa kalkmasının ilk adımıydı. Ancak inkarcılar bu gelişmeleri göremeyecek kadar kördüler. Onlar Mutabakat ilkelerinin doğru olduğunu ve Medine’ye barışı getirebileceğini bildikleri halde hakkı ikrar etmeyecek kadar dilsiz ve yine toplumsal sorunları çözecek yegâne yolun bu anayasal uzlaşma olduğu konusundaki çağrılara kulak tıkayacak kadar sağır idiler. Cenab-ı Hak onların ahirette cehennem azabı ile cezalandırılacakları gibi bu dünyada da büyük bir yıkım ile devrilmek suretiyle cehennemi yaşayacakları konusunda uyarılmalarını bildirir. Ayrıca onlara yerleri ve gökleri yaratan alemlerin rabbinin bu toplumu da diriltmeye, ayağa kaldırmaya kadir olduğunu vahyeder. Ama o inkarcıların bu hususta hiçbir fedakarlığa yanaşmaya niyetlerinin olmadığını, sahip oldukları varlıklarını kaybetme endişesi taşımakta olduklarını ve çok cimri olduklarını (o kadar ki Allah’ın rahmet hazineleri onların elinde olsaydı tükenir korkusu ile hiç kimse ile paylaşmayacaklarını) ifade eder. 97 -100 Allah kime kılavuz olursa, işte o doğru yoldadır. Kimi de saptırırsa, artık bunlar için Allah’tan başka hiçbir veliy bulamazsın. Biz, onları kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü haşredeceğiz. Onların varacakları yer cehennemdir. Alevi söndükçe, onlara ateşi artırırız! İşte bu, onların, ayetlerimizi inkâr etmiş olmaları ve “Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yepyeni bir yaratılışla mutlaka diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır. Gökleri ve Yeri yaratmış olan Allah’ın kendilerinin mislini yaratmağa kadir olduğunu görmediler mi? Kendileri için de bir ecel tayin etmiş, onda hiç şüphe yok? Fakat zalimlerin gâvurluktan başkasına baktıkları yok. De ki; “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, harcanır endişesiyle kesinlikle elinizde tutardınız (kimseye bir şey vermezdiniz). İnsan çok cimridir. (İsra Suresi 97-100) Huyey b. Ahtab gibi Yahudi liderlerden bazıları, üzerinde mutabakata varılan Anayasal sözleşmeye karşı çıkarak kurulacak İslam Cumhuriyetinin işleyişine engel olmaya çalışacaklarını ifade edince o inkârcı Yahudi liderlere iletilmek üzere aşağıdaki uyarı / tehdit yapılır; “Üzerinde mutabakata vardığımız anayasal sözleşmedeki 9 madde, sizin “10 Emir” olarak bildiğiniz Hz.Musa’ya@ indirilen toplumsal uzlaşma metni ile aynıdır. Buna rağmen muhalefet edecek olursanız Firavunun pozisyonuna düşeceksiniz. Hani bildiğiniz üzere Firavun Hz.Musa’ya@ bildirilen ve Mısır için öngörülen toplumsal uzlaşma metnini inkar etmişti. Hz. Musa’yı@ büyülenmiş bir kişi olarak görmüştü. O’nu ve taraftarlarını Mısırdan / ülkeden sürüp çıkarmak istemişti. Fakat Allah Firavunu ve taraftarlarını suda boğarak yok etmişti. Şimdi ise siz Firavunlaşarak Hz.Muhammed’e@ inzal edilen vahiy çerçevesinde mutabakata varılan anayasal sisteme karşı durup O’nunla mücadele edecek olursanız sizin de sonunuz Firavun gibi olur ve Medine’den sürülür çıkarılırsınız. Hz. Muhammed@ ve arkadaşları ise Medine’ye yerleşirler. Gelecekteki bir günde (ahiret vaadi gelince / Hayber’in fethinden sonra) ise hepinizi yine bir araya getirececeğiz.” 101-104- Ant olsun ki Biz Musa’ya apaçık dokuz ayet verdik. -İşte bunu İsrailoğullarına (Medine Yahudilerine) ilet.- Hani o (Musa), kendilerine geldi de Firavun ona “Ey Musa! Ben senin kesinlikle büyülenmiş olduğuna inanıyorum” demişti. O da “sen de biliyorsun ki” demişti, “bunları, insanlara apaçık deliller olmak üzere ancak göklerin ve yeryüzünün Rabbi indirmiştir ve şüphe yok ki ey Firavun, ben de senin helâk olacağına kesin şekilde inanıyorum.” Bunun üzerine o (Firavun), onları (Musa’yı ve İsrailoğullarını) Mısır’dan / şehirden sürmek istedi de Biz onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk. Ondan sonra Biz İsrailoğullarına, “O arza (topraklara) siz iskân edin! Sonra ahiret vaadi geldiği vakit, sizi toplayıp bir araya getireceğiz” dedik. (İsra Suresi 101-104) Kur’an’ın çerçevesinde hazırlanan Anayasal sözleşmenin Medinelilerin sorunlarını çözüme kavuşturacak en doğru ilkeler / hakk ilkeler olduğunu ve bu anayasaya uygun kurulacak İslam Cumhuriyetinin başkanı olarak Hz.Muhammed’e@ destek olunacak olursa güzel bir geleceğin kendilerini beklediğini müjdelenir. Karşı çıkmaları halinde ise çok şiddetli bir azap ile karşılaşacakları uyarısı yapılır. Bundan sonra gelecek Kur’an vahyinin Medinelilerin sorunlarını çözmek için peyderpey inzal olacağı belirtilir. Ayrıca Medineli inkarcılar bu aşamadan sonra ister inansınlar / anayasal sistemi kabul etsinler ister inanmasınlar / anayasal sistemi kabul etmesinler artık bu gidişatı engelleyemeyecekleri belirtilir. Zira iman ederek Hz.Muhammed’e@ bağlanmış Medinelilerin bu devleti kurup yürütecekleri, bundan sonra gelecek ilahi öğretilere de büyük bir saygıyla karşılayıp itaat / secde edecekleri beyan edilir. Onların gönülden coşkuyla yapacakları itaatleri, Allah’ın devletine bağlılıklarını daha da güçlendirecektir. Kısaca sözleşmeye karşı çıkanların artık bu oluşumu engelleyemeyecekleri beyan edilir. Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir artık. Cenab-ı Hak, surenin sonunda Medineli Ensar ve Yahudilerden olan inkarcıları tekrar uyarmak için yukarıdaki mesajları içeren şu ayetleri inzal eder; 105-109- Biz onu (Kur’an’ı) hakça bir sistemi tesis etmek için indirdik, O bütün ihtiyaçları içeren ve bütün sorunları hak ve adalet ölçüsünde çözümleyen hükümleri ihtiva edecek şekilde indi. / geldi. Seni de müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Biz Kur’an’ı insanlara ağır ağır okuyasın diye kısımlara ayırdık ve Onu peyderpey indirdik! De ki; “Siz ona (Kur’an’a) ister inanın ister inanmayın.” Şu daha önce kendilerine ilim verilenlere (hak hukuk bilen erdemli kimselere) o (Kur’an) okunduğunda onlar, secde ederek (teslimiyet göstererek) çeneleri üstü kapanırlar. Ve “Rabbimizi tenzih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir / gerçekleşmiştir” derler. Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve bu (Kur’an) onların huşuunu (bağlılıklarını / tevazularını) artırır. (İsra Suresi 105-109) Cenab-ı Hak, artık devlete giden bu süreçte elçisine de bir uyarıda bulunur; “İslam Cumhuriyetinin yapacağı icraatlar, Allah adına ya da Rahman adına olacak ama mutlaka Allah’ın isimleri baz alınarak yapılacak. İcraatın niteliğine göre Allah’ın hangi ismi baz alınırsa alınsın hepsi de güzeldir. Dolayısıyla İslam Cumhuriyetinin icraatları Esmaül Hüsna baz alındığında hep güzel olacak ve güzel netice verecektir.” “Ayrıca Devlet başkanı olarak yapılacak icraatların görüşüleceği toplantılarında (salatlarında) ve talimatların bildirimini yaparken ne öfkeli, hiddetli, celalli ve yüksek perdeden bir ses tonu ile hitab et! Ne de alçak, sessiz, fısıltılı, uyuz ve kendine güvensizlerin ifade tarzını andıran bir ses tonu ile hitab et! Normal, doğal, samimi ve arkadaşça bir ses tonu ile hitab et!” Cenab-ı Hak elçisine İman edenlere / Anayasaya imza koyan bağlılarına Allah’ın güvencesine girdiklerini ve O’nun hiçbir gücün desteğine ve yardımına ihtiyacı olmadığını, yegâne yüce ve güçlü olduğunu bildirmesini vahyeder. 110- 111- De ki; “Allah diye çağırın veyahut Rahman diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O’nundur. Salatında (sesini) çok yükseltme, çok alçaltma da. Bu ikisi arasında bir yol ara.” Ve de ki; “Hamd (yönelim / övgü), hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan, Allah’a özgüdür.” Ve O’nu (Allah’ı) ululadıkça ulula! (İsra Suresi 110-111) [1] )NOT: Medinelilerin itirazları öğrenmek için de olabilir. Zira muhalif Medinelilerin ve çevre müşriklerin ileri sürecekleri bu tür argümanlara karşı kendilerini savunmak için bu hususu öğrenmeleri icap eder. (A.A)

  • Bölüm 41:Hicrete Doğru Adımlar | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 41 HİCRETE DOĞRU ADIMLAR İsra Suresinde çerçevesi çizilen esaslar dahilinde hazırlanan anayasa hükümlerine dayalı bir İslam Cumhuriyeti kurulması konusunda Medinelilerle anlaşma sağlanmıştı. Anlaşma geceleyin ve Mekkeli müşriklerin haberi olmadan gerçekleşmişti. Ertesi günü bu anlaşmadan haberdar olan Mekkeli müşrikler Medinelileri basmış ve bu anlaşmaya dair teyit almak için çeşitli baskılar uygulamışlarsa da bir netice alamamışlardı. Fakat böylesine büyük bir olay elbette gizli kalmadı ve Medineliler selametle kendi yurtlarına ulaştıktan sonra anlaşma açık açık ilan edilmişti. Medine'de olsun Mekke’de olsun herkes bu anlaşmadan haberdar olmuştu. Aslında Fussilet Suresinde ilk defa ortaya konulan fakat tam olarak bağıtlanmamış sadece gelişmelerden haberdar edilmek amacıyla dile getirilen bu anlaşma artık kesinleşmiş olduğundan Nahl Suresi ve Tur – Gaşiye Sureleri ile açık açık Mekkelilere duyurulmuştu. Anlaşmanın gereği olarak Hz.Muhammed ve müminler Mekke’den Medine’ye göç edeceklerdi. Mekke müşrikleri müminlerin göç etmesini engellemek için sürekli tezvirat yapıyor ve peygamberimizi macera peşinde koşan çılgın bir kişi olduğunu söylüyorlardı. Mekkelilerin hayal kırıklığına uğrayacağı bir maceraya atılmamalarını propaganda ediyorlardı. Bu göç ile Hz.Muhammed@ yanlılarının kendilerine yazık edeceklerini, aç kalacaklarını, yurtlarından olacaklarını, perişan olacaklarını, kurda kuşa yem olacaklarını vb. söylemlerle korku veren psikolojik algı operasyonu yapıyorlardı. Mekkeli müşrik ileri gelenler Medine’ye hicreti engellemek için yaptıkları bütün tezviratlara Nahl Suresinde işlendiği gibi gerekli cevapların verildi. Müminlerin hicret konusunda yaşadıkları tereddüt ve endişelerinin Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği ayetlerle giderilmesi üzerine hicret hazırlıkları başladı. 41.1. Müminlerin Yaptıkları Her İşin Açık ve Meşru Zeminde Olduğunun Beyanı Durumun ciddiyetini kavrayan Mekke müşrik ileri gelenleri bu kez tezviratları bırakıp hicret edecek olanları zorla Mekke’de alıkoyacaklarını ilan ederler. Hiç kimsenin hicret etmesine izin verilmeyeceğini bildirirler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, Mekkeli müşrik ileri gelenlerini tehdit etmek ve müminlere hicret konusunda taktik vermek için Duhan Suresini inzal eder. Bu surenin başlangıç ayetlerinde Son Akabe Biatının yapıldığı geceye ve Anayasal Sözleşmenin çerçevesini belirleyen İsra suresi / Kitaba ve sözleşmenin kendisine yeminle başlar. Bu surenin / kitabın ve sözleşmenin çok açık olduğu belirtilir. Yani yapılacakların, hedeflerin açık, şeffaf bir şekilde ortaya konduğu ve kimseden gizli saklı bir şeylerinin olmadığı belirtilir. Peygamberlik geldiğinden beri Resulü Ekrem insanları açık açık neye çağırıyorsa Medinelilerle yapılan Anayasal Sözleşmede de aynı hususların var olduğu ifade edilir. (Kur’an’ın / Çağrının Mübin olması) Ayrıca O gecenin çok bereketli geçtiği belirtildikten sonra Cenab-ı Hakk’ın katından vahiyle indirilen esaslar / düsturlar/ talimatlar çerçevesinde yapılacak işler ve uygulanacak hükümlerin o geceki toplantıda belirlendiği de ifade edilir. Yerlerin, göklerin ve içindekilerin Rabbi olduğu ve bu kainatta ondan başka hiçbir ilahın olmadığı, öldüren ve yaşatanın kendisi olduğu, geçmişin ve geleceğinde kendisine ait olduğu belirtilir. Medine’deki yeni oluşumunda kendi irade ve kudreti dahilinde olduğuna ve bunu engelleyecek hiçbir gücün olmadığına işaret edilir. Bu işaretten sonra da onların hala tereddüt içinde olmalarının şaşılacak bir durum olduğuna vurgu yapılarak Mekkeliler bu yeni oluşuma katılmaya çağrılır. Rahman Rahim Allah Adına 1-9-Ha. Mim. Kitab-ı Mübine / Apaçık Kitab’a ant olsun. Muhakkak ki Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz uyaranlarız. Muhakkak ki Katımızdan bizim gönderdiğimiz emirlere / hükümlere / düsturlara uygun olarak ve Rabbinden bir rahmet olarak bütün hükümler / bütün yapılacak işler o gece belirlendi. Şüphesiz O en iyi işiten ve en iyi bilendir. O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Eğer yakinen biliyor olsaydınız. Ondan başka ilah yoktur. O, yaşatır ve öldürür, sizin Rabbinizdir, sizden önceki babalarınızın da Rabbidir. Fakat onlar, şek ve şüphe içinde oynayıp / oyalanıp duruyorlar. (Duhan Suresi 1-9) Mekkeliler şayet bu yeni oluşuma katılmayacak olursa, onları çok acı verecek sıkıntı ve kaosun beklediği müteakip ayetlerde bildirilir. Medine'de kurulacak İslam Cumuriyetinin yönetimi gök metaforu ile belirtilirken, Mekkeli inkarcıların hepsini kuşatacak kıtlık, sıkıntı ve kaos ise duman metaforu üzerinden haber verilir. Bu sıkıntı ve kaos onlara öylesine acı verecektir ki, sonunda, onlar azabın kaldırılmasını artık imana / yola gelecekleri konusunda yalvarmaya başlayacaklarını da ihbar eder. Halbuki onların iman etmeleri için bu azabı çekmelerine gerek yoktu. Ama onlar kendilerine gelen peygamberi yalanlamış ve onun hakkında “deli” ve bazen de “şeytanların yol gösterdiği sapık kişi” olarak yaftalamışlardı. Fakat sonunda onlardan intikam alınacağı ve onların şiddetle yakalanacağı ihbar edilir. 10-16- Artık sen, göğün, apaçık bir duman (kıtlık / sıkıntı / kaos) getireceği günü takip et./gözle. O (Duman; kıtlık/ sıkıntı / kaos) insanları (Mekkelileri) çepeçevre saracaktır. İşte bu, elem verici bir azaptır. İnsanlar (Mekkeliler) “Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık kesinlikle inananlarız.” diyecekler. Halbuki onlara her şeyi açıklayan bir elçi gelmişti. Buna rağmen onlar öğüt almamışlar ve onun için “şeytanların vahyettiği / öğrettiği” ve “deli” diyerek ondan yüz çevirmişlerdi. Muhakkak ki az bir süre sonra azabı kaldıracağız ve muhakkak ki bize döneceksiniz. Büyük bir hışımla yakalayacağımız gün, elbette intikam alacağız. (Duhan Suresi 10-16) 41.2. Mekke Müşriklerinin Meşru Olsa Bile Hicrete İzin Vermemesi Mekkeli müşrikler geleceğe yönelik karşılaşacakları azap ve sıkıntılarla tehdit edildikten sonra bunun boş bir tehdit olmadığı yani tehditleri gerçekleştirecek alt yapısının olduğu, Hz. Musa’nın@ Firavuna karşı konuşmaları metaforu üzerinden anlatılır. Şöyle ki; “Hz. Musa@ Firavuna hitaben “Allah’a karşı üstünlük taslamaması ve O’na boyun eğmesi gerektiğini zira kendisine (Musa’ya) Allah tarafından çok büyük hükümranlık yetkisinin verildiğini ve bu yetki ile çok büyük bir güce sahip olduğunu” ifade etmişti. Bu metaforla Hz.Muhammed’de@ aynı şekilde Mekke müşrik ileri gelenlerine Medine’de kurulmuş / kurulmakta olan İslam Cumhuriyetinin başkanı olarak yetkilendirildiğini ve bu yetki ile elde edeceği karşı konulmaz bir güce sahip olacağını söylüyordu. Hz. Musa@ Firavundan İsrailoğullarını kendisi ile birlikte gönderilmesine izin verilmesini talep etmişti. Resulü Ekrem de Mekkeli müminlerin hicretlerine mâni olunmamasını Mekkeli müşrik otoritelerden ister. Ve tıpkı Hz. Musa’nın@ firavuna “mademki bana iman etmiyorsunuz bari yolumdan çekilin” demesi gibi Hz.Muhammed’de@ Mekke müşriklerinden müminlerin yolundan çekilmelerini talep eder. Ama Mekkeliler peygamberimizin her iki talebini de geri çevirirler. Onlar peygamberimizin kendi yolundan gitmesine engel olmak için ellerinden geleni artlarına koymayacaklarını deklare ettikleri gibi Medine’ye hicret edecek müminleri de engellemek için her şeyi yapacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine tıpkı Hz. Musa@ gibi Hz.Muhammed’de@ Cenab-ı Hakka sığındı ve suçlu Kureyş kavminden kurtulmak için kendisine yardım etmesi hususunda niyaz etti.” 17-22- Andolsun ki, Biz onlardan önce Firavun kavmini de sınamıştık. Onlara çok şerefli bir peygamber gelmişti: “Allah’ın kullarını bana verin. / benimle gelmelerine müsaade edin. Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’a karşı üstünlük taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir hükümranlık yetkisi / karşı konulmaz bir güç ile geliyorum. Muhakkak ki ben, beni taşlamanızdan / kovmanızdan sizin de Rabbiniz olan Rabbime sığınıyorum. Madem ki bana iman etmiyorsunuz bari benim önümden çekilin. / yolumdan çekilin.” Demişti. Daha sonra O peygamber, “Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir kavimdir” diyerek Rabbine yalvardı. (Duhan Suresi 17-22) Müşriklerin Hicret Konusunda Müminleri Gizliliğe Mecbur Bırakmaları Cenab-ı Hak bu duaya icabet etti ve Hz. Musa’ya@ İsrailoğullarını geceleyin Mısır’dan çıkararak hicret etmesi için talimat verdi. Gündüz dikkat çekmemek ve engellenmemek için göçü mutlaka Firavun yönetiminden gizli olarak gerçekleştirmeleri gerektiği aksi takdirde göç etmelerine müsaade edilmeyeceği açıktı. Bu kıssaya muhatap olan Hz.Muhammed’de@ müminleri gizlice Mekke’den çıkarmanın yollarını araması gerektiğini öğrenecekti. Gecenin örtücülüğünden yararlanarak Mekke’yi terk etmenin yollarının, yöntemlerinin geliştirilmesi gerekiyordu. Sonraki surelerde işleneceği üzere müminler Mekke’den göç ederken çok çeşitli yöntemler kullandılar ve böylece göç etmek isteyen müminlerin hemen hepsi müşriklere görünmeden Mekke’den çıkmayı ve Medine’ye hicret etmeyi başardılar. Elbette birkaç vakada işlerin ters gittiği de oldu. Cenab-ı Hak yine Hz.Musa@ kıssası üzerinden Hz.Muhammed’e@ bir tembihte daha bulunur. Hz.Musa’ya@ denizi açık bırakması ve böylece Firavun ordusunun açık olan o denizde boğulacağı olayının bildirildiği ayet ile peygamberimize hicret yolunun Mekkeliler yenilinceye yani boğuluncaya kadar açık tutulması gerektiğine işaret etti. Yani hicret yolu açık bırakılacak ki Mekke’den insanlar Medine’ye gelmeye devam etsinler ve Medine İslam ordusu güçlensin, Mekke şirk ordusu ise zayıflasın ve böylece sonunda şirk yenilsin. Bu tembihi alan Resulü Ekrem, Mekke’nin fethine kadar hicret kapısını açık tuttu ve sonunda “fetihten sonra hicret yoktur” dedi. Zira artık Firavun timsali Mekke müşrikleri yenilmişlerdi. / boğulmuşlardı. Müşriklerin fetihten sonra Mekke’yi müminlere miras olarak bırakmak zorunda kalacakları ihbarı, yine Firavunun adamlarının Mısır’ı başkalarına miras bırakmaları üzerinden anlatılır. Onların bu hallerine de kimsenin üzülmeyeceği, merhamet göstermeyeceği ve ağlamayacağı ihbarı da yapılır ki, Mekke’nin fethinden sonra bu ihbar aynen tecelli ederek müşriklere Mekke’de yaşama hakkı verilmemiştir. Ya saflarını değiştirmişler ya da terk edip gitmişlerdir. Kimse onlara acımamış ve üzülmemişlerdir. 23-29- (Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu;) “Hadi kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz. Denizi açık halde bırak! Onlar elbette boğulacak olan bir ordudur.” Onlar, bahçelerden, pınarlardan, ekinlerden, saygın makam ve mekanlar içinde zevk ve sefa sürdükleri nice nimetleri bıraktılar. İşte böyle! Biz bunları sonraki bir kavme miras bıraktık. Ne gök ve ne de yer onlara ağladı. Onlara mühlet de verilmedi. (Duhan Suresi 23-29) Cenab-ı Hak, yine İsrailoğulları ve Firavun arasındaki kıssa üzerinden müminlerin Mekke müşriklerinin yaptıkları zulümlerden kurtulacağı ihbarını yaparken Mekke müşriklerinin yukarıdaki ayette zikredilen azabı hak ettiklerini, Firavun ve adamlarının haddi aşmaları ve kendilerini beğenmeleri metaforu üzerinden anlatır. Kendini beğenenlerin ve azgınlık yapanların daha sonra başlarına gelenlere kimsenin ağlamayacağını zira bu cezayı hak ettiklerini ifade eder. 30-31- Andolsun ki Biz İsrailoğulları’nı o aşağılayıcı / horlayıcı azaptan / Firavun’dan kurtardık. Çünkü o haddi aşanlardan, üstünlük taslayanlardan biriydi. (Duhan Suresi 30-31) 41.3. Müminlerin Büyük Bir medeniyet Yaratacaklarının İhbarı Cenab-ı Hak, hicret eden müminlerin seçilip alemlere üstün kılınacağının ihbarını İsrailoğulları üzerinden yapar. Bu seçkinliğin sebebinin ise onların ilahi vahye itibar ederek elde ettikleri ilim sayesinde olduğuna vurgu yapılır. Yani bu üstünlük sebepsiz değildir. Müminler Hz.Muhammed’in@ getirdiği vahyin onlara kazandırdığı ilim sayesinde ilkellikten kurtulup büyük bir medeniyete ulaşacaklarını ve çevrelerindeki tüm kabile, aşiret, topluluk ve milletlere egemen olacakları müjdesi verilir. Bu, aynı zamanda müminler için de birer imtihan aracıdır. Cenab-ı Hak ilkel, geri ve cahil bir şekilde yaşayan Arapların Elçisi vasıtasıyla gönderdiği ilim ile tüm milletlere üstün geleceğini müjdelerken Mekke müşrikleri ise böyle bir uyanış / dirilişin imkansızlığını savunmaktadırlar. Onlar, içinde yaşadıkları coğrafyada bu şekilde ölü, ilkel, vahşi ve geri vaziyette yaşamaya mahkûm olduklarını ve asla şahlanıp dirilmeyeceklerini iddia ediyorlardı. Geri dönüp bu coğrafyadaki atalarına baktıklarında onların asırlardır böyle yaşadıklarını dolayısıyla ilkel, geri ve cahil yaşamın kendi kaderleri olduğunu söylüyorlardı. 32-36- Biz bir ilim üzere / bir ilme istinaden tüm topluluklar / alemler arasından onları seçtik ve onlara sınav olduğu besbelli olan ayetler verdik. Fakat şunlar (Mekkeli müşrikler) diyorlar ki: “Biz ölmüşüz bir kere! Daha ötesi yok! Biz, yeniden diriltilecek değiliz. Eğer haklı olduğunuzu iddia ediyorsanız haydi dönüp atalarımız ne yapmış ona bir bakalım” (Duhan Suresi 32-36) Cenab-ı Hak onların bu iddialarına karşı Himyerlileri / Tübba kavmini örnek vererek geçmişte onların büyük bir medeniyet kurduğunu ve bu coğrafyada onlardan önceki bazı kavimlerin de aynı şekilde çok üstün medeniyetler kurduğunu hatırlatır. Bu nedenle atalara dönüldüğünde onların iddialarını ispatlayacak örnekler değil tam aksine Hz.Muhammed’in@ iddiasını destekleyecek tarihi örneklerin bu coğrafyadaki Arap toplumunun da çok üstün medeniyetler kurabileceklerini ispatladığı ifade edilir. Diğer taraftan onların yıkılışlarının esas sebebinin Mekkeli müşrikleri gibi azgınlık yapmaları ve günaha batmaları olduğu vurgulanır. Böylece Mekke müşriklerinin de tükenişlerinin mukadder olduğuna Cenab-ı Hakk’ın gösterdiği hedefe doğru yürüyen müminlerin yükselişlerinin ise kaçınılmaz bir kader olduğuna işaret edilir. Hz.Muhammed’in@ önderliğinde dirilişin gerçekleşeceği ve medeniyetin kesin ve kaçınılmaz bir kader oluşunun bir delilinin de Medine’de kurulmakta olan İslam Cumhuriyeti olduğu gösterilir. Yerlerin, göklerin ve içindekilerin oyun olsun diye yaratılmadığından hareketle Medine’deki İslam Cumhuriyeti Yönetiminin (gök metaforunda), oradaki mümin toplum (yer metaforunda) ile aradaki teslim olan diğer toplulukların meydana gelmesinin şaka ve oyun olmadığına işaret edilerek bu yeni oluşumun gelecekte kurulacak medeniyetin bir delili olduğu belirtilirken o müşriklerin bu gelişim ve değişimin farkında olmadıkları vurgulanır. 37- 39- Onlar mı daha hayırlıdır / kuvvetli, yoksa Tübba kavmi / Himyerliler / Yemenliler ile onlardan öncekiler mi? Biz, onları helâk ettik. Şüphesiz onlar, günahkârlar idiler. Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. Biz o ikisini de hak, hukuk ve hikmete dayalı olarak yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar. (Duhan Suresi 37-39) Medine’deki yeni oluşumun Mekke şirk sistemine son verdiği zaman tıpkı Ahirette hesap günündeki gibi müşriklerin yüce mahkemede yargılanacaklarını ve haklarında hüküm verileceği bildirilir. Yine Cenab-ı Hakk’ın hesap günü insanları ilahi mahkemede yargıladığı zaman sadece kendisinin merhamet ettiklerinin kurtulacağını, O’nun dışında hiçbir gücün cezalandırmaya engel olamayacağı ve hiçbir dost, akraba, yakın gibi torpilin geçmeyeceği bildirilir. Bu metaforla tıpkı ahiretteki gibi Mekke’nin fethinden sonra da Resulü Ekrem’in kuracağı mahkemede de müşrikler hakkında verilecek hükümde akrabalık, arkadaşlık ve dostlukların geçmeyeceğine işaret vardır. Ahiretteki hesaptan sonra cehennemi hak edenlere çok şiddetli davranılacağı, cehenneme götürülürken en zelil ve acı bir şekilde muamele edilerek cezalandırılacağı, onların açlık ve susuzluklarında bile verilen şeylerin onlar için bir cezalandırma aracı olacağı belirtilir. 40-50- Muhakkak ki, Hüküm Günü, onların hepsinin duruşma günüdür.- O gün Allah’ın merhamet ettiği kimseler hariç, dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Onlara yardım da edilmez. Şüphesiz ki O (Allah), Azizdir, Rahimdir. Muhakkak ki zakkum ağacı suçluların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar. Onlara; “Tutun şunu! Cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün.” “Tat bakalım! Hani sen, çok güçlü, çok üstün biriydin ya! İşte bu, sizin şüphe ettiğiniz şeydir.” Denilecek. (Duhan Suresi 40-50) Medine’ye hicret eden müminlerin geleceklerinin ise son derece güzel, konforlu, şerefli ve bin bir çeşit nimetler içerisinde bir yaşam olacağı ahiretteki mükemmel yaşamlarından örneklerle anlatılır. 51-59-Muhakkak ki takvalı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak içlerinde cennet gibi bahçelerin ve pınarların bulunduğu güvenli bir makam ve mekanlardadır. Onlar ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı otururlar. İşte böyle! Bunun yanı sıra Biz onları iri gözlü / güzel gözlü / güzel bakışlı arkadaşlarla eşleştireceğiz. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyip tadacaklar. Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmayacaklar. O (Allah böylece) onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, en büyük Zaferdir. / Kurtuluştur. İşte böylece onu senin dilinle kolaylaştırdık ki ibret alsınlar. Artık seyret bak! Şüphesiz onlar da seyrediyorlar. (Duhan Suresi 51-59)

  • Bölüm 7: Müşriklerin Uzlaşma Arayışları | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 7 MÜŞRİKLERİN UZLAŞMA ARAYIŞLARI Her ne kadar Mekke müşrik ileri gelenleri kendilerini çok güçlü görseler de biraz kafası çalışanları Kamer Suresindeki tehditlerin boş olmadığını ve gidişatın da kendi lehlerine değil Hz. Muhammed’in@ lehine olduğunu ve onu çevre kabile ya da devletlerin desteklemeleri halinde karşı koyamayacaklarının farkında idiler. Ayrıca Habeşistan ve çevre kabile temsilcileri ile Hz. Muhammed’in@ görüşmelerine engel olamamışlar, mesajları içeren sureler bir şekilde onların liderlerine ulaşmıştı. Böylece Hz. Muhammed’in @ Tevhidi Dünya Görüşü hareketi büyük bir diplomasi başarısı göstermekte ve hareket uluslararası boyut kazanmaktaydı. İşte sürekli büyüyen, büyüdükçe de Mekke yönetimi için bir tehdit oluşturan hareket, Mekke içerisinde bir rejim sorunu oluşturmuş ve bir türlü çözülemeyen bu siyasi duruma karşı Mekke dışındaki kabile ve devletlerin ilgisiz kalmayacakları muhakkaktı. Bu sebeple Mekke müşrik ileri gelenleri toplantı üzerine toplantı yapıyor ve çizilen karizmalarını yeniden düzeltmeleri gerekiyordu. Dahası bu şekilde devam ederse Hz. Muhammed @ yanlılarına yapılacak baskı ve şiddet uygulamaları onların hepsinin Mekke’den hicret etmelerine sebep olacak ve gittikleri yerde örgütlenip Mekke’nin üzerine yürümelerine neden olacaktı. Bu olumsuz gelişmeyi gayet iyi okumaktaydılar. Aralarında muhtemelen şu görüşmeleri yaptılar; Utbe b. Rebia gibi daha ılımlı düşünenlerin “Artık şu rejim bunalımına bir son verelim. Gittikçe kan kaybediyoruz. Bu adamın (Hz. Muhammed’i @ kast ederek) hareketi çok ileri gitti. Mekke sınırlarını da aştı ve Habeşistan dahil Arap yarımadasındaki ehli kitap kabileleri de etkisi altına aldı. Onun mesajı yarın bütün Arap kabilelerini etkileyecek. Direnmemize gerek yok. Biz ona tabi olalım, onun getirdiği tevhidi dünya görüşünü uygulayalım eğer başarır da büyük bir medeniyet kurarsa bu bizim de başarımız olur, yok eğer hareketinde başarısız olursa o takdirde diğer Arap kabileleri onu öldürür ve hareketinin defterini dürer, böylece biz de ondan kurtulmuş oluruz. Sonuçta her halükârda kazançlıyız” şeklindeki görüşüne karşılık Ebu Cehil gibi şirkte ısrar edilmesi gerektiğini düşünenler ise “Muhammed @, getirdiği dünya görüşü ve önerdiği sistem ile insanları büyülemekte, etkilemekte fakat söylediği şeylerin hakikatle bir ilgisi yok. Hayatın gerçekleri ile onun söyledikleri uyuşmuyor. O bol bol atıyor, yalan söylüyor. O, tek tek her kabileye ait ilahlara dayalı kabile yönetimleri yerine bütün kabilelerin bir araya geldiği bir tevhid toplumu öneriyor. Ona göre bütün kabilelerin bağlı olacağı tek ilah, tek millet, tek din ile birlik, beraberlik, dayanışma, bütünlük, adalet, merhamet, kardeşlik, tevhit… sistemi kurulması gerekiyormuş. O, sizden ilahlarınızı bırakmanızı istiyor, bütün ilahları tek ilah yapmak gibi tuhaf bir şey istiyor. Diğer bir ifadeyle o bütün otoritelerin tek bir otoriteye / başkana bağlandığı başkanlık sistemini istiyor. Fakat onun önerdiği bu sistem, gerçekleşmesi imkânsız acayip bir şey. Zira bütün Arap kabileleri özgürlüğe aşıktır. Hiç birisi muhtariyetini diğer hiçbir kabileye vermez. Her birisi kendi başına buyruk olarak yaşamak ister. Küçükte olsa kendilerine ait bağımsız bir egemenlik isterler. Onlar bu egemenliklerini asla paylaşmak istemezler. Her kabile kendi yönetimi olmasını, kendi kutsallarının olmasını, kendi silahlı gücünün olmasını ve her şeyin kendine has ayrı ayrı olmasını ister. Her kabile kendi yaşam biçimini, kendi kutsalını ve kendi kurallarını kabile anlayışı içerisinde kendisi belirlemek ister. Kendilerini bağlayıcı kayıtları kabul etmezler. ([1] ) Bu nedenle onların hepsini bir araya getirip bir iradeye boyun eğdirmek ve kendi iradelerini bir başkasına devrederek bir birliğin sağlanmasına razı olmayacaklarından Muhammed’in@ söyledikleri hayatın gerçeklerinden uzak ham hayalden öte bir şey değildir. Şimdiye kadar kabile bazında bağımsız, hür, kendi başına buyruk yaşamış kabileler için bu öneri kölelik demektir, bir tek otoriteye bağlanmak kabul edilebilecek şey değildir. Hem şimdiye kadar bu coğrafyada bu şekilde yaşadık. Hiçbir büyük devlet bizi işgal edemedi, bizi boyunduruk altına alamadı, özgürlüğümüzü bugüne kadar koruduk. Bundan sonra da bir şey yapamazlar. Dahası çağdaş ve çevremizdeki hiçbir yönetim, hiçbir devlet ve dünya görüşlerinden hiçbirisi onun dediği tevhidi dünya görüşünü savunmuyor ve onun önerdiği bir sistemi uygulamıyor. Yani önerdiği sistem tecrübe edilmemiş bir sistemdir. Şimdiye kadar kimsenin bilmediği bir şey olsa olsa uydurmadır/ saçmadır / uygulanabilir değildir.” Yapılan tartışmalardan sonra Mekke müşrik ileri gelenleri şu görüşte karar kıldırlar ve bu kararlarını Mekke halkına şöyle açıkladılar; “Yapılan müzakerelerde şu karara varılmıştır; sizler bütün kabilelerin bir araya gelip bir tevhit toplumu oluşturulması gibi gerçekleşmesi hayalden de öte imkânsız zırvalara kulak vermeyin. Çok ilahlı bu şirk sistemi bizim için en ideal yoldur. Bu yolu / şirk dinini / ilahlarınızı sakın bırakmayın, ilahlarınıza sımsıkı sarılın. Şirk sisteminize karşı yapılan saldırılara karşı sisteminize sahip çıkın ve onu koruyun. Ayrıca zaten de peygamberlik gibi yüce bir makam içimizdeki onca servet sahibi ve taraftarı çok olan kimseler dururken ona mı verilmiş? Üstelik onun (Hz. Muhammed’in @) merhametlilik, fakir / fukarayı kollayan /gözeten, sınıfsal ayrımları yok etmeye çalışan, totaliter olma karşıtı vb. liderliğe yakışmayan bir şahsiyeti var. O tamamen yalan söylüyor. Rabbimiz eğer bir tevhit sistemini bize önerecekse ve bu hususta bir başkana tabi olunacaksa, bunu uygulama güç ve kudreti olanlar eliyle yapmalıydı ve peygamberliği / başkanlığı bizlerden birine vermeliydi. Yoksa malı, makamı ve taraftarı yeterli olmayan biri eliyle yaptırması uygun değildir. Diğer taraftan sabırla biraz bekleyin, göreceksiniz bu sorunu mutlaka çözeceğiz. Yalnız siz biraz sabredin, hemen gevşemeyin, O’nun söylediği büyülü sözlere hemen aldanmayın ve O’nun saldığı korkulara hemen kapılmayın. Sizden beklenen budur.” Yukarıda özetlenen hususlar, Sa’d Suresinin giriş ayetlerinden şöyle ifade edilir; Rahman, Rahim Allah Adına 1-8-Sâd. Zikir / öğüt / şeref / uyarı dolu bu Kur’an’a andolsun ki o inkâr edenler boş bir gurura kapılmış ve (bu sebeple) yanlış yola sapmışlardır. Onlardan önce kaç nesli (bu günahlarından dolayı) yok ettik! Ve artık kaçmalarının mümkün olmadığını anladıklarında (Bize nasıl) yalvarıyorlardı! Şimdi bu kafirler de kendi içlerinden bir uyarıcının çıkmasına şaştılar da “Bu bir sihirbazdır, çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâha indirgiyor ha! Bunun çok tuhaf bir görüş olduğunda hiç şüphe yok!” dediler. Ve içlerinden ileri gelenler / Konsey harekete geçti (ve dediler ki): “Yürüyün! İlâhlarınıza ısrarla sahip çıkın. Yapmanız gereken (sizden beklenen) şey budur! Doğrusu biz bunu (tevhidi dünya görüşünü / inancını) son dinde de (çağdaş inanç / dünya görüş ve sistemlerinin hiçbirinde) işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Ne yani! Aramızdan İlahi uyarının (Zikir) indirileceği bir o mu kaldı?” -Aslında onlar Benim uyarıma karşı bir kuşku içindeler. Fakat onlar henüz azabımı tatmadılar.- (Sad Suresi 1-8) Mekke müşrik ileri gelenlerin Mekke halkına karşı haklı ve güçlü bir görüntü sergilemek için yaptıkları bu deklarasyona karşı Cenab-ı Hak elçisine şu mesajları vahyeder ve Hz. Muhammed’de @ o müşrik liderlere cevap niteliğinde olan bu mesajları halka bildirir; “Onlar uyarıların ne anlama geldiğini hala anlayabilmiş değiller. Onlar hiç tatmadıkları için/ hiç başlarına gelmediği için, azap nedir bilmiyorlar. Allah kime peygamberliği / liderliği vereceğini kendisi belirler. İnsanların belirlediği kriterler / değer yargıları O’nu bağlamaz. O rahmet hazinelerini ki; “nübüvvet vasıtasıyla verilen ilahi bilgi / ilahi öğreti ve bu öğretiye sahip olanın makamı çok değerli bir hazinedir” sadece kendi seçtiği kullarına paylaştırır. Bu konuda kimse O’na müdahale edemez, ortak olamaz. Onlar kendilerini ne sanıyorlar? O rahmetini nasıl pay edeceğini onlara mı soracaktı? Şayet göklerin ve yerlerin yönetim ve hakimiyetinin kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlarsa o zaman kendilerini bu gerici, ilkel pozisyondan kurtarıp yükselsinler de büyük medeniyet meydana getirsinler bakalım. Eğer akılları, bilgileri yetiyorsa toplumsal yükseliş için çözüm önerileri getirsinler bakalım. Onların yüksek medeniyetler, güçlü devletler kurmak için bilgi ve hikmet hazineleri olmadığı gibi onlar derme çatma kabilelerden oluşan bir topluluktur. Organize birlikler karşısında asla tutunamayacaklar ve yenileceklerdir. Onlar şu anda Allah Elçisi’ni hor ve hakir görerek reddediyorlar ama öyle bir zaman gelecek ki, Mekke’nin müşrik orduları tam bir bozgun yaşayacaklar ve Mekke’ye müminler hâkim olacak ve müşrikler silinip gideceklerdir. Çünkü onlar atomize topluluk olmaları nedeniyle derme çatma, döküntü ordulardan müteşekkildirler. Bir araya gelmiş düzenli birliklere karşı koyamazlar. Elçiye verilen ilahi öğreti kabilelerin bir araya gelmesini ve büyük düzenli ordular meydana getirmesini öngörüyor. İlahi öğretinin meydana getirdiği kuvvetler karşısında duracak hiçbir kabile yoktur. Daha önce de kendileri gibi zalim, jakoben, azgın, hak-hukuk tanımayan sistem ve düşünceleri olan kavimlerde bozguna uğrayıp yok olup gittiler. Mekke müşrik ileri gelenlerinin de alay olsun diye “acele gelmesini istedikleri azap” çok yakındır, onlar, “devenin iki sağımlığı kadar bile olmayan / gecikmesi olmayan bir anlık” kısa bir sürede yok olacaklar. Tarihte yok edilmiş eski milletler de uyarıcılarını yalanladılar, itham ettiler, alay ettiler, iftira attılar. Sen de sana yapılanlara sabret! Zafer ancak uğrunda çeşitli sıkıntı ve yorgunluklara katlanmakla elde edilebilir. Bu Cenab-ı Hakk’ın koyduğu sosyolojik bir kanunudur!” Bu mesajları Mekke halkına okunmak üzere Cenab-ı Hak Sad Suresinin müteakip ayetlerinde şöylece bildirir; 9-16-Yoksa çok güçlü ve çok bağışlayıcı Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü (hakimiyet ve yönetimi) onlara mı aittir? Eğer öyle düşünüyorlarsa o zaman sebep ve vasıtaları kullanarak yükselsinler bakalım! (Bunu yapamayacakları gibi) Onlar, birtakım derme çatma kabilelerden oluşmuş ve burada bozguna uğratılacak bir ordudur! Onlardan önce Nuh’un kavmi, Ad, kazıklar sahibi Firavun, Semud, Lut’un kavmi ve Eyke ashabı (Şuayb’ın kavmi) da yalanladılar. İşte onlar da peygamberlere karşı birleşmiş hiziplerdi. Onların hepsi de elçileri yalanladılar ve bu sebeple azabımı hak ettiler. Ve bunlar “devenin iki sağımlığı kadar kısa bir süreyi” geçmeyen bir süre içerisinde gecikmeden gelecek bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar. Ve dediler ki: “Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!” (diye alay ederler) (Sad Suresi : 9-16) Cenab-ı Hak, mesajlarının devamında elçisinden Mekke halkına şunları da bildirmesini vahyeder; “Ey Mekke halkı! Size güçlü görünmeye çalışıp hava atan bu yöneticileriniz son derece aciz, yetersiz, yeteneksiz ve sizin için hiçbir gelecek vaat etmeyen kişilerdir. Halbuki elçimiz Hz. Muhammed’e ise Biz çok büyük bir gelecek vereceğiz. İran, Mısır, Bizans, Suriye, Yemen, Habeşistan…gibi halihazırdaki büyük devletleri (Dağlar metaforu ile işaret edilmekte) ve Arabistan yarımadasındaki küçük kabileleri (Kuşlar metaforu ile işaret edilmekte) onun emrine vereceğiz. O, çok büyük bir devlet kuracak ve çok büyük bir medeniyet yaratacak. Ona verdiğimiz bilgi, hikmet, yetenek, vizyon, siyaset, isabetli karar verme ve güzel konuşması ile tıpkı Hz. Davud’a@ dağları ve kuşları boyun eğdirdiğimiz ve onun çağrısına ses vermeleri gibi Hz. Muhammed’e @ de o dağlar misali büyük otoriteler / devletler ve kuşlar misali kabileler boyun eğecekler. Bütün çevre devlet ve kabileler onun tevhit toplumuna katılacaklar, onunla birlikte tevhidi dünya görüşünü yüceltecekler. Böylece Alemlerin Rabbinin ismini birlikte tesbih edecekler. Daha şimdiden Habeşistan gibi (dağ misali) bir devlet otoritesinin ve Arabistan yarımadasındaki ehli kitap kabilelerin (kuş misali) onun mesajlarına kulak vermelerini görmüyor musunuz? Bu sebeple Ey Peygamber ve bağlıları! Sizler o müşrik liderlerin diklenmelerine, gurur ve kibirlerine, jakoben tavırlarına ve sözlerine aldırmayın! Her zaman Bize yönelin ve Bizden yardım isteyin! Ey Mekke halkı! Elçimizin mesajlarına çevre devlet ve kabileler duyarsız ve ilgisiz kalmamışken sizler neden ilgisiz kalıyorsunuz?” 17-20- Onlar ne derlerse desinler sen sabret ve güçlü bir iradeye sahip bulunan kulumuz Davad’u hatırla. Çünkü o, her zaman bize yönelirdi. Gerçekten Biz ona dağları boyun eğdirdik; akşam ve sabah (daima, her zaman) onunla birlikte tesbih ederlerdi. Kuşları da toplu olarak (ona boyun eğdirmiştik). Hepsi sürekli ona yönelirdi. Biz onun hakimiyetini güçlendirdik, ona hikmet, nübüvvet, isabetli karar verme ve meramını güzelce ifade etme / edebi ve güzel konuşma kabiliyeti verdik. (Sad Suresi 17-20) Hz. Muhammed’in @ neden elçi olarak seçildiği ve gelecekte de muhteşem bir geleceğin kendisine neden verileceği hususunu Cenab-ı Hak, yine Davut’un @ başından geçen başka bir kıssası üzerinden anlatan ayetlerini gönderir. Söz konusu kıssa da Davut @ mihrapta / mesciddeki makamında otururken toplumda kardeşlik hukuku içerisinde yaşayanlar birbirlerine hasım / düşman olmuşlar ve aralarındaki ihtilafı halletmesi içinde Davut’a @ başvurmuşlar. Davut @ kendi toplumunun birbirlerine hasım / düşman haline gelmiş olmasından son derece ürkmüştür. İhtilafın detayları ise taraflardan haksızlığa uğrayan tarafından dile getirilir ve haksız tarafın toplumdaki tüm ekonomik kaynakları kendi tekeline toplamak istediğini aktarır. Tekel oluşturmak isteyen haksız taraf sahip olduğu doksan dokuz koyunla yetinmeyip kardeşinin tek koyununa da sahip olmak ister ve bu isteğini kabul ettirmek için kardeşi ile yaptığı tartışmada kendisinin haklı olduğunu savunur. Bir koyunu olan kişi tartışmanın detaylarında haksız görünmektedir. Zira tekelci taraf onun bir koyunla ekonomik bir işletmecilik yapamayacağı, eğer o bir koyunu da kendisine verirse kendisinin daha menfaatine olacağı vb. iddialar ile kardeşinin koyununu da kendi sürüsüne katmıştır. Elinde hiçbir şeyin kalmadığını fark eden kardeş aslında tartışmadaki gerekçelerin hiçbir haklı tarafının olmadığını ve elindeki bir koyundan da mahrum olduğunu anlamış ve haksızlığı gidermek için Hz. Davud’a@ başvurmuştur. Hz. Davud@ bunun çok büyük bir haksızlık olduğuna hükmeder. Ancak daha vahim bir duruma doğru gidildiğini de fark etmiştir. Zira toplumdaki bu haksızlıklar ve tekelleşmeye doğru gidişin, kendi toplumu için çok büyük bir fitneye sebep olacağını anlar. Toplumun başkanı olarak kendisinin toplumda bu bozulmada en büyük sorumluluk sahibi olduğunu bildiğinde Cenab-ı Hakk’tan bağışlanma diler. Arkasından bu fitneyi bertaraf etmek için yine Cenab-ı Hakk’tan yardım ister, O’na yönelir ve O’nun emirlerine secde / itaat eder. Cenab-ı Hakk’ta kendisine yönelen bu kuluna yardımını esirgemez ve onun için ihtiyaç duyduğu her türlü bağışı yapar. İşte aynı durum şimdi Mekke’de mevcuttur. Mekke’de de şirk sisteminin getirdiği imtiyazlaşma ve tekel oluşturma almış başını gitmişti. Toplumun zayıf kesimleri her gün daha da zayıflıyor ve tekelci azgınların eline düşüyorlardı. Hz. Muhammed’e@ peygamberlik gelmeden önce Mekke’de kurulan “Hılful Fudul / Erdemliler Cemiyeti” bunun göstergesiydi. İmtiyaz sahibi olan müşrik ileri gelenler, kardeşlerinin malını, mülkünü ve sermayesini elinden alıp perişan duruma düşürüyorlardı. Böylece Mekke toplumu şirk sisteminin ayırıcı ve bölücü özelliği ile toplumdaki kardeşliği parçalayıp, kardeşleri birbirine düşman / hasım haline getiriyordu. Ölümcül rekabetler ve insanların birbirlerine olan düşmanlıkları Mekke toplumunu uçurumun eşiğine getirdiği o dönemlerde, bu durumu dert edinenler “Erdemliler Cemiyetini” kurmuşlardı. Hz. Muhammed @de bu cemiyetin aktif bir üyesiydi. Hatta Ebu Cehil’in Yemenli bir tüccarın malını gasp etmesi üzerine haksızlığa uğrayan zavallı adamın imdadına Hz. Muhammed @ yetişmişti ve mallarını Ebu Cehil’den almıştı. Mekke’nin bu gidişatından tıpkı Hz. Davud @ gibi Hz. Muhammed@ de çok tedirgin oluyor ve gerçekten çok korkuyordu. Her gün haksızlığa uğrayan ve fakirleşen insanların kendilerine başvurusuna dedesi Abdulmuttalip’ten bu yana şahit oluyordu. Bu durumu kendisine dert edinen en önde gelen şahsiyetti. Öyle ki bu sorunu nasıl çözeceğine ilişkin Hira mağarasına sık sık çekilen de kendisi idi. Yine Tıpkı Hz. Davud @ gibi Hz. Muhammed @ de Mekke toplumunun büyük bir fitne ile karşı karşıya olduğunu anlamış ve bu fitneden kurtuluşun da ancak Cenab-ı Hakk’a yönelmekte olduğunu bilmişti. Kendisine samimi bir kalple ve bağışlanma talebiyle yönelen Hz. Muhammed’e @ bu konuda elçilik vazifesini Cenab-ı Hak bağışlamıştı. İşte zengin oldukları için peygamberliğin kendilerine verilmesi gerektiğini iddia eden Mekke müşrik ileri gelenlerine Hz. Davut @ üzerinden verilen cevapta, Hz. Muhammed’in @ bu vazife için en fazla liyakatli kişi olduğu böylece vurgulanmış olur. Müşrik ileri gelenlerin toplumdaki fitnenin, haksızlığın ve sorunun esas kaynağının kendileri olması nedeniyle sırf zenginliklerine binaen peygamberlik verilmesi nasıl mümkün olabilir? Cenab-ı Hak elçilik konusundaki bu hakikatları böylece Hz. Davud @ kıssası ile ortaya koyar; 21-25- Ve sana şu hasımların haberi geldi mi? Hani onlar mihraba çıkıp varmışlardı. Davad’un yanına girdiklerinde o, onlardan ürkmüştü. / korkmuştu. (Ona,) “Korkma! (Biz) iki hasımız. Bazımız, bazımıza haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hakk ile hüküm ver, aşırı gitme ve bizi doğru yola yönelt” dediler. (Birisi) dedi ki: “İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken, ‘Onu da bana ver’ dedi ve konuşmada bana üstün geldi. (tartışmada beni yendi.)” O (Davud) dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana zulmetmiştir. Gerçekten de yakınların (ortakların, akrabaların, bir cemiyette yaşayanların) çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ederler. Ancak iman edenler ve sâlihâtı işleyenler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Davud, kendilerinin fitneyle karşı karşıya olduklarını anladı. Hemen Rabbinden bağışlanma diledi, rükû ederek yere kapandı ve O’na yöneldi. Biz de onu bağışladık. İşte böyle! Şüphesiz Yanımızda onun yakınlığı ve güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi 21-25) Tıpkı Hz. Davud’un@ Allah’a yönelmesi, haksızların heva ve heveslerine uymaması ve adaletle hükmetmesi gibi Hz. Muhammed’de @ Mekke müşrik ileri gelenlerinin arzu ve heveslerine uymayacağı, toplumda adaleti tesis edeceği yine Hz. Davud @ kıssası üzerinden ifade edildikten sonra Cenab-ı Hak, adaleti; iyiliği ve toplumu ıslah etmek isteyenleri, zulüm ve bozgunculuk yapan Mekke müşrik azgınları ile bir tutmasının asla mümkün olmayacağını belirtir. Bir taraf, toplumu felakete götürürken diğer taraf, selamete götürmeye çalışıyor. Bir taraf, toplumu ateş azabına sürüklerken diğer taraf, cennete götürmeye çalışıyor. Hiç bunlar aynı olur mu? Elbette ki iyiliği güzelliği isteyen, Cenab-ı Hakk tarafından da tercih edilecek ve elçi olarak seçilecektir. Elbette ki yeryüzünde iktidar vereceği kimselerin günahkâr, zalim ve fesatçı olanlar arasından değil adil, liyakatli, dürüst ve ıslah edici kimselerden olması gerekir. 26-29- “Ey Davud! Elbet Biz sana yeryüzünde bir iktidar verdik. O hâlde insanlar arasında adaletle hükmet, (kimsenin) arzu ve heveslerine kapılma, aksi takdirde onlar seni Allah yolundan saptırır: Allah yolundan sapanları ise, Hesap Günü'nü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azap bekler!” Ve Biz inkarcıların zannettiği gibi, gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boş yere / amaçsız / anlamsız yaratmadık. Kendilerini ateşe soktukları için inkâr edenlere yazıklar olsun! Yoksa iman eden ve ıslah edenleri yeryüzünde fesat çıkaranlarla bir mi tutsaydık? Yoksa o takvâ sahiplerini azgın günahkârlarla bir mi tutsaydık? Biz sana feyizli ve bereketli bir kitap indirdik ki insanlar onun mesajları üzerinde iyice düşünsünler ve akıl-iz’an sahipleri ondan ders alsınlar. (Sad Suresi 26-29) 7.1. Mekkeli Müşriklerin Yeniden Uzlaşma Girişimleri Cenab-ı Hakk’ın bu mesajları Mekkelilere okununca Müşrik ileri gelenler karizmayı bir daha çizdirmiş oldular. Onlar şerefli, gururlu, kibirli, gösterişli ve güçlü görünmeye çalıştıkça kamuoyundaki itibarları daha da azalıyordu. Ne yapsalar Hz. Muhammed @ karşısında tutarlı ve haklı pozisyonda olamıyorlardı. Karşılık verdikçe batıyorlardı. Yeni durumu kendi aralarında tekrar müzakere ettiler ve Hz. Muhammed’in @ amcası Ebu Talib’e baskı yapmaya karar verdiler. Ebu Talip ve Haşimoğullarına yapılacak baskı O’nun hareketini engelleyebilirdi. Bu nedenle Ebu Talib’i ikna yoluna gitmeye ve O’nun da yeğenine baskı yapmasını denemenin en uygun yol olduğuna karar verdiler. Onların Haşimoğulları ve Ebu Talip üzerinden Hz. Muhammed’e @ uygulayacakları baskı iki aşamalı olacaktı. Birinci aşamada Hz. Muhammed’e @ daha önce yaptıkları uzlaşma tekliflerinde olduğu gibi çok geniş imkanlar, büyük makamlar, mal ve mülk vaad edilecekti. Eğer sorun bu teklifin kabulü ile çözülecek olursa Haşimoğulları kendi kabilelerinden olan birisinin (peygamberimizin) güçlü, yetkili ve etkili olmasından faydalanacaklardı. Ama uzlaşma teklifi reddedilecek olursa peygamberimizi himaye etmek zorunda kalacaklarından sıkıntılara gireceklerini görüyorlardı. Haşimoğullarının kolay ve kendileri açısından menfaatli olanı tercih etmesi için Hz. Muhammed’e @ toplumsal baskısı yapacakları açıktı. Eğer uzlaşma teklifi kabul edilmeyecek olursa da ikinci aşamaya geçilecek ve o aşamada ise Haşimoğullarına boykot uygulanacak, onlarla tüm ilişkiler kesilecek ve onlar Mekke’de yaşayamaz, barınamaz hale getirilecekti. Böylece Kureyş’in en soylu ve en ileri gelen aşireti perişan edilecekti. Buna ise aşiret gelenekleri gereği Hz. Muhammed’i @ himaye edip koruyan fakat ona gönülden iman etmeyen hiçbir haşimoğlu üyesi kolay kolay razı olmayacaktı. Zira Hz. Muhammed’i @ korumak uğruna kabile tümden yok olacaktı. Kabilesinin yaşamasını isteyen aşiret üyeleri, Ebu Talip üzerinde baskı yaratacak ve Hz. Muhammed @ üzerindeki himayesini kaldırma veya O’nu uzlaşmaya razı etme hususunda baskı uygulayacaklardı. Mekke’nin müşrik ileri gelenleri, ikinci aşamaya geçmeden önce birinci aşamayı belki birkaç kez de olsa denemeye karar verdiler. Hazırladıkları uzlaşma paketi teklifini iletmek üzere Ebu Talib’e bir heyet gönderdiler. Heyet, Ebu Talib’e kararı bildirince, uzlaşma olmadığı takdirde, bu teklifin ikinci aşamasının boykot olacağını Ebu Talip anlamıştı. Haşim oğulları ekonomik güç olarak oldukça zayıflamıştı. Zaten ekonomik olarak sıkıntılı durumda olan Haşimoğulları boykotla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirdi. Ebu Talip bu durumu Haşimoğullarına anlatmakta oldukça güçlük çekecekti. Çünkü sonunda açlığa, sefalete varan bir süreç onları bekliyordu. Ebu Talip ve Kureyş heyeti uzlaşma teklifini peygamberimize götürmeye karar verdiler. Çünkü bu sıkıntılı durumun tek çözüm merci ya da tek hakemi vardı, o da Hz. Muhammed’den @ başkası değildi. Mekkeliler uzlaşma önerilerinde her zaman yaptıkları gibi mal, kadın, makam, itibar verme tekliflerini getirmişler ama karşılığında peygamberimizin tevhidi dünya görüşü davasından vazgeçmesini istiyorlardı. Ebu Talip, peygamberimizi Mekke müşriklerinin yaptıkları bu teklifi kabul etmesi konusunda ikna etmeye çalıştı. Fakat peygamberimiz “Ey amcacığım! Ben onlara öyle bir tek kelimeyi (la ilahe illallah) kabul ettirmeye çalışıyorum ki, bu kelimeyi kabul ettikleri takdirde, onlara sadece Araplar değil, tüm dünya tâbi olur.” diyerek onları daha büyük bir medeniyete çağırdığını, onların iyiliğini istediğini ama onların bunu anlamaya yanaşmadığını böyle giderse bu zulmün tüm Kureyşi yok oluşa götüreceğini ifade etmeye çalıştı. Fakat peygamberimizin söylediği bu hususuların Haşimoğullarını ikna etmeyeceği açıktı. Çünkü Mekke müşrik ileri gelenlerinin teklif ettikleri kadın, mal-mülk ve saltanat onlar açısından çok değerliydi. Uzlaşma teklifi kabul edilecek olursa Mekke’nin hakimi pozisyonuna geleceklerdi. Fakat bunun aslında ne Hz. Muhammed’e @ ne de Haşimoğullarına bir fayda sağlamayacağını delilleri ile göstermek gerekiyordu. Cenab-ı Hak, elçisini teselli etmek ve O’nun yanında saf tutanlar ile Haşimoğullarını ikna etmek için Hz. Süleyman’ın @ iktidarda iken yaşamış olduğu iktidarsızlık kıssasını inzal etti. Kıssaya göre Hz. Süleyman @ babası Hz. Davud’dan @ devraldığı iktidar koltuğuna oturur. Her şey, önceleri gayet iyidir. Toplumun ileri gelenleri, sivil ve askeri bürokratlar Hz. Süleyman’a @ çok güzel kadınlar (rahvan kısrak metaforunda), mal, mülk ve güç sunmaktaydılar. Fakat daha sonra onu kadın, mal – mülk ve güçle oyalayarak öyle bir konuma getirdiler ki, sonunda O koltuğunda adeta bir ceset idi. Şekil olarak Hz. Süleyman@ iktidarda görünmekle birlikte mühür şeytanların elinde ve böylece esas iktidar ve devleti yönetenler şeytani dürtülerle hareket eden ileri gelenler, sivil ve askeri bürokratlardı. Hz.Süleyman’ın @ yönetimde hiçbir etkinliği yoktu. Cenab-ı Hak, içine düştüğü bu konfor, oyun ve eğlence yanlışından onu kurtarmak ve kendine getirmek için tahtına bir ceset bıraktı. Hz.Süleyman tahtındaki cesedi görünce kendisininde mevcut haliyle bu cesetten farkının olmadığını anladı. O makamda oturan kişinin asli görevi toplumun sorunlarını çözmek, onların itiyaçlarını gidermek olduğu halde kendisi oyun ve eğlenceye dalmıştı. Makama ait işler ise kendisini çevreleyen bürokratlar ve etkili kişiler tarafından yapılıyordu. Makamın mührü yetkisiz kişilerdeydi ve onlar istedikleri gibi keyflerince devleti idare ediyorlardı. Nasıl olsa sorumluluk Hz.Süleyman’da olduğu için idari işlerde onlar tüm şeytanlıkları sergiliyorlardı. Bu haliyle, Hz. Süleyman mührü şeytanlara kaptırmış kendisi sureta bir ceset gibi makamda oturuyordu. Cenab-ı Hakk’ın tahtına bir ceset bırakması olayı ile Hz. Süleyman @ hatasının nereden kaynaklandığını anladı ve kendisine sunulan kadın, mal, mülk ve imkanlara tamahı ve onların kendisine verdiği refah ortamını, oyun ve eğlence ortamını bıraktı. İşte o zaman gerçekten iktidar oldu ve ileri gelenlerin oyuncağı olmaktan kurtuldu. O, kendisine sunulan iktidar imkanlarını Allah’ın iktidarını hakim kılmak için sevmeye başlayınca o imkanları, Allah için milletin hayrı yönüne hasretti. Böylece Allah, ona öyle bir iktidar verdi ki; O, kendisine daha önce ileri gelenlerin sunduğu güç ve iktidarın çok fevkinde, başka imkanlara kavuştu. Çevredeki tüm yabancılar / ecnebiler (cinler), düşman topluluklar (şeytanlar metaforunda), bilim adamları, sanatkarlar ve mucitler onun emri altında çalışmaya başladı. O bunları kullanarak çok büyük bir medeniyet yaratma imkanına kavuştu. Cenab-ı Hakk’ın vahyettiği bu ibret verici yaşam öyküsü ile Mekke müşrik ileri gelenlerinin de Hz. Muhammed’e @ sundukları Mekke’nin en güzel kadınları, mal-mülk, güç ve imkanları hile için sundukları anlatılmak isteniyordu. Onların da bir oyunları vardı. Onlar Hz. Muhammed’i @ uzlaşmaya ikna ederek tevhidi dünya görüşünden vazgeçirecek olurlarsa hiçbir zaman iktidarı ona vermeyeceklerdi. O, göstermelik bir makam pozisyonunda olacak, kendisine sunulan mal, kadın, servet ve konforun içerisinde oyalanıp duracak, yönetimin esas sahipleri ise müşrik ileri gelenleri olacaklardı. Böylece Hz. Muhammed @ Mekke’nin reisi makamında fakat hiçbir etkinliği olmayan, makam koltuğuna oturtulmuş cansız, ruhsuz bir cesetten farklı olmayacaktı. Hatta bu öyle kötü bir pozisyon olacaktı ki yöneten kesimler müşrik ileri gelenler olmasına rağmen, yönetimin işlediği bütün pislik işler ve kötü yönetimin faturası Hz. Muhammed’e @ çıkarılacaktı. Böylece müşrik elitler bir taşla iki kuş vurmuş olacaklardı. Hem kendi zulüm yönetimleri, devam edecekti hem de bu kötü yönetimin sorumlusu kendileri değil Hz. Muhammed @ olacaktı. Şayet müşriklerin bu oyunlarına gelinmeyecek olunursa, o takdirde de Cenab-ı Hakk’ın vaat ettiği ve şimdiye kadar bu topraklarda kimsenin sahip olmadığı bir iktidara kavuşulacaktı. Bu nedenle Hz. Muhammed @ onların tekliflerini elinin tersiyle itti ve reddetti. Cenab-ı Hak, bunu Hz.Süleyman’ın @ kendisine sunulan atların boyunlarını ve bacaklarını kesmesi şeklinde bir metaforla anlatır. Peygamberimiz ilahi rehberlik çerçevesinde ilerleyerek iktidar olacak olursa, Cenab-ı Hakk’ın O’na tüm ecnebilerin / yabancıların (Arap olmayanların), tüm şeytanların (Peygamberimizin düşmanlarının / hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumların), bilginlerin, mimarların, mucitlerin, kölelerin, ezilmişlerin, tüccarların / korsanların (rüzgarlar), sanatkarların, … hizmet edecekleri bir saltanat vereceği müjdelendi. Bu kıssada anlatılan olay, referans gösterilerek Hz. Muhammed’in @ uzlaşma paketinde sunulan mal- mülk ve güç imkanlarını reddetmesinin altında yatan sebepleri müminlerin ve Haşimoğullarının anlamaları beklenmekteydi. 30-40- Davud’a bir de Süleyman’ı bahşettik. (O) ne güzel kuldu! Çünkü o sürekli bize yönelirdi. Hani kendisine akşamüstü (karanlık öncesi/ boykot öncesi) iyi cins ve rahvan atlar / kısrak / kadınlar sunulmuştu; “Ben, hayrı / malı / serveti / mülkü / gücü Rabbimi zikretmek / O’nun dinini hakim kılmak için severim.” onlar perdenin arkasına gizlenince “getirin onları bana!” (dedi). Hemen onların bacaklarını, boyunlarını kesti, kurban etti. And olsun ki Biz Süleyman’ı tahtının üzerine bir ceset bırakmak suretiyle fitnelendirmiştik / denemiştik / sınamıştık. Bunun ardından, O, da bize yönelmiş ve “Ey Rabbim! Beni koru / bağışla / maddi ve manevi pislik bulaştırma ve bana, benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir mülk / iktidar ihsan et! Şüphesiz ki Sen, bol bol ihsan edensin” dedi. Bunun üzerine Biz de, onun emriyle istediği yere tatlı tatlı esip giden rüzgârı, şeytanları, tüm dalgıç ve yapı ustalarını ve zincirlere bağlanmış olan diğerlerini onun emrine verdik. İşte bu, Bizim hesaba gelmez ihsanımızdır. Artık ister dağıt ister yanında tut. Şüphesiz ki, onun yanımızda bir yakınlığı ve güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi 30-40) Bu kıssa ile Hz. Muhammed’in @ uzlaşma paketini reddedişini müminlerin, Haşimoğullarının ve kararsız / araftaki Mekke halkı tarafından olumlu karşılanması ve desteklenmesi gerektiği anlatılmak isteniyordu. Fakat Mekke müşrik ileri gelenlerinin uyguladıkları baskı ve şiddetten bunalan insanlara bunun gerekçelerini anlatmak öyle kolay değildi. Cenab-ı Hak bu hususta örnek vermeye devam eder ve bu kez Hz. Eyyup @ kıssası üzerinden insanlar ikna edilmeye çalışılır. Nasıl ki Hz. Eyyüp @, kendi çevresindeki şeytani karakterli insanların hile ve desiseleri sonucunda bütün malını, mülkünü ve taraftarını kaybetmesi nedeniyle yaşadığı bunalımların meydana getirdiği hastalıklardan ve yaralardan kaynaklanan acı ve meşakkatlerden kurtulmak için Cenab-ı Hakk’a yalvardıysa Hz. Muhammed de @ Ebu Cehil ve onun gibi şeytanların uyguladıkları baskı ve şiddetin tevhit hareketine açtığı yaralardan kurtulmak için Rabbine yalvarmaktadır. Cenab-ı Hak, Hz. Eyyup’ün @ duasına icabet ederek onun acılardan ve sıkıntılardan kurtulması için harekete geçmesini, kurtulmak için çaba sarf etmesini, yola düşmesini ve hastalığına şifa olacak suyun bulunduğu yere gitmesini emretti. Cenab-ı Hak, aynı şekilde Hz. Muhammed’in @ ve taraftarlarının da sıkıntı, bunalım ve acılardan kurtulmaları için yola düşüp, hicret edip sulak ve bereketli toprakların bulunduğu çevre ülkelere göç etmesine kıssa üzerinden işaret verir. Bu ülkeler Habeşistan olur, Medine olur farketmez, kendilerine kucak açacak ve işkencelerden kurtulacakları bir diyar olsun yeter ki. Hz. Eyyup @ gibi tekrar eski güçlü, mal ve makam sahibi bir konumuna gelmek için baskılar karşısında ayağını yere sağlam basmasını, güçlü ve kararlı durmasını, davasından dönmemesini örnek göstererek Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının da aynı şekilde davranması halinde güçlükleri aşıp zafere (suya) ulaşacağı ifade edilmiş olur. Aynı kıssa üzerinden devamla Hz. Eyyup’e @ dürüstlükte kararlı olmasını, haktan ayrılmamasını, birlik ve beraberlik içerisinde çaba göstermesini ve çalışmasını emreden Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed @ ve taraftarlarının da sabırla Haktan yana olmalarını ve birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmelerini emreder. Bu emrini de yine Hz. Eyyup @ üzerinden verir. Nasıl ki Hz. Eyyup @ buğday saplarını deste şeklinde bir araya getirdiyse Hz. Muhammed’e @ de değişik kabilelerden müteşekkil tüm taraftarlarını bir araya getirip tevhidi sağlama konusunda gayret etmesini emreder. Böylece Hz. Muhammed’in @ etrafındaki mümin sayısı kadar insanların hicret ettiği yerde kendilerine katılım yapacağı, Hz. Eyyup’un @ kendisine geri verilen ailesi ve bir misli kadar daha taraftarının aileye katılım sağlaması örneklemesi üzerinden müjdelenir. Doğru yolda ve hak yolda gösterdiği kararlılık, sabır ve sebatla bir abide olmuş Hz. Eyyup’un @ hayat hikayesi ile de müminler ve Haşimoğulları Mekke müşrik ileri gelenlerinin uzlaşma tekliflerini Hz. Muhammed’in @ reddetmesini ve O’nun doğru yolda gösterdiği azim ve kararlılığa destek olmaları gerektiği anlatılır. 41-44- Kulumuz Eyyup’u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Şeytan bana meşakkat ve acı dokundurdu.” “Ayağın ile topukla / yere vur / düş yola / sefere çık / yaya olarak hemen oradan uzaklaş! İşte yıkanılacak bir yer, işte içecek soğuk bir su!” dedik. Ve Biz ona, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve tüm akıl sahipleri için bir ibret olarak bahşettik. “Ve eline bir demet sap al, onunla hemen, çaba göster / gayret et ve hanis olma / kararsız olma / haktan sapma/ günah işleme.” Gerçekten Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu! Şüphesiz o bize sürekli yönelirdi. (Sad Suresi 41-44) Gelinen aşamada akıllara takılan bir diğer tereddüt, zulüm rejiminin devrilip yerine adalet sisteminin gelmesi için başka ülkelere hicret etmenin neden şart olmasıydı. Cenab-ı Hak hem Hz. Muhammed@ hem de müminlerin bu konudaki tereddütlerine İbrahim @, İshak @, Yakup @, İsmâîl@, Elyasa@, Zülkifl@ gibi peygamberler üzerinden cevap verir. Geçmişte zalim iktidarlarla mücadele etmiş bütün peygamberlerin kendi yurtlarını terk etmek zorunda kaldıklarını ve vatan hasreti çektiklerini bildirir. Anılan bu şahsiyetlerin kendi öz vatanlarından başka diyarlara hicret ettikleri ve gittikleri yerlerde sıkıntı çektikleri gibi vatan hasreti ile yanıp tutuşmuş olduklarını bildirir. Böylece bunun tevhit ve adalet mücadelesinin olmazsa olmaz bir şartı olduğunu vurgular. Bir medeniyet kurmak kolay değildir. Olgun, kaliteli ve eğitimli insan gerektirir. Medeniyetleri kuran peygamberlerin ve takipçilerinin olgunlaştırılması ve eğitilmesi için sıkıntı ve hasretlerin çekilmesi bu işin kuralıdır. Hicretin sıkıntı ve zorluklarına katlanarak olgunlaşan ve takva sahibi olanlar için muhteşem bir geleceğin var olduğunu müjdeler. Onlara zulmetmiş olanları ise, çok korkunç bir akıbet beklemektedir. Cehennem azabı, kaynar su ve irin. Bu ceza sadece zulmetmiş olanlara mı? Onların bu zulümlerine seyirci kalarak onlara destek sağlamış olanlar için bir ceza yok mu? Elbetteki var! Yapılanlara seyirci kalarak zulme ortaklık yapmak acı ve azapta da ortaklığı beraberinde getirmektedir. Sadece ahiretteki azapla yetinilmeyecek, onlara bu dünyada da şiddetli azap isabet edecek. Onlar her iki azap ile karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini suçlayacaklar ve cezadan kurtulmaya çalışacaklar…. 45-68- Güç ve basiret sahibi kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakup’u da hatırla! Şüphesiz Biz onların şahsiyetlerini yurt düşüncesi / yurt hasreti / vatan hasreti ile arı duru bir saflıkla olgunlaştırdık. Şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir. İsmail’i, Elyasa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendir. İşte bu bir öğüttür /şereftir / hatırlatmadır. Şüphesiz ki takva sahipleri için güzel bir gelecek, kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır. Orada konfor içinde bol meyve ve içecek isterler. Yanlarında gözlerinin içine bakan yaşıtları vardır. İşte hesap günü için size söz verilen budur. Hiç şüphesiz ki, işte Bizim verdiğimiz bu rızık tükenmez. İşte bu böyledir! Ama bir de haddini bilmez azgınlar var ki, onları da en kötü yer beklemektedir; Cehennem! Onlar da ona yaslanacaklar. Ama o ne berbat bir yataktır! İşte bu da böyledir! O halde, artık bırak da o kaynar su ve zehirli irin azabını ve aynı türden başka azap çeşitlerini de sonuna kadar tatsınlar! (İleri gelenlerine denilecek ki); “İşte bunlar da sizinle birlikte körü körüne arkanıza takılan bir grup.” (İleri gelenler şöyle cevap verecek); “Rahat yüzü görmesin onlar! Şüphesiz onların da ateşe atılmaları gerek.” (Körü körüne takip edenler ise); “Hayır, asıl siz rahat yüzü görmeyin! Bunu başımıza siz getirdiniz ve gele gele en berbat yeri buldunuz!” diyerek şöyle yalvaracaklar; “Rabbimiz! Bunu kim bizim başımıza getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!” Ve yine diyecekler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız adamlardan hiçbirini burada niye göremiyoruz? Biz onları alaya almıştık / aşağılamıştık. Yoksa (buradalar da) gözden kaybolup saklandılar mı?” Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması / çekişmesi böyle gerçekleşecektir. De ki: “Ben sadece bir uyarıcıyım! Ve O, bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah’tan başka tanrı yoktur.” De ki: “Bu, çok büyük, önemli bir haberdir. Siz ise ondan yüz çeviriyorsunuz.” (Sad Suresi:45-68) Cenab-ı Hak, bu surenin sonunda Haşimoğullarına ve müminlere uzlaşma teklifinin reddedilme gerekçesini anlatmak için son bir örnekleme getirir. Bu örnekleme ile uzlaşma teklifinin aslında şeytanın aldatıcı hilesinden başka bir şey olmadığının müminlerce ve Haşimoğullarınca iyice anlaşılmasını murad eder. Örnek metaforu kozmik âlemde ilk insanın yaratılışı sırasında cereyan eden olayların canlandırıldığı sahnelerden seçer. ([2] ) O sahnelerde iblisin / şeytanın gerçek yüzü ve niyeti ortaya konularak, Mekke müşrik iblis ve şeytanlarının da aynı oyunları oynamak istedikleri ifade edilmiş olur. Surenin başında anlatıldığı üzere Hz. Muhammed’in @ hareketinin uluslararası boyut kazanmasından sonra krize giren ve bu soruna çözüm arayan Mekke kabilelerinin reisleri / aksaçlıları / mele’ler topluluğu Darün Nedve’de toplanır. Toplantıda Utbe bin Rebia’nın Hz. Muhammed’in @ serbest bırakılması ve davasını gerçekleştirmesine fırsat verilmesi teklifi ile aslında Mekke’nin başına önder olarak Hz. Muhammed’in getirilmesi ve tevhidi dünya görüşünün uygulanmasına razı olunması teklif edilmekteydi. Onun teklifine göre bu işte o engellenmeyecekti. Şayet o bu düşündüğünü gerçekleştirebilirse onun başarısı tüm Mekkelilerin başarısı olacak ve bu başarıdan ileri gelenlerde paylarını alacaklardı. Şayet beceremez ise diğer Arap kabileleri onu öldürecek ve kendileri de bu sorundan kurtulmuş olacaklardı. Utbe bin Rebia bu görüşünü anlatırken Hz. Muhammed’in @ tüm özelliklerinin de başkanlık için aranan nitelikleri taşıdığını ifade eder. Utbe bin Rebia, Hz. Muhammed’in@ güzel konuşması, akıllı kararlar vermesi, birleştirici, yatıştırıcı, sorunlara getirdiği pratik ve uygun çözümleri, asaleti, duruşu, güvenilirliği gibi bütün olumlu karakterleri ile bu işi yapabilecek yeteneklerle yaratıldığına da dikkat çeker. Dahası onun olgun, paylaşmacı, alçak gönüllü, vergili yani toprağa özgü karakterleri ile tüm halk tabanında ve kabileler arasında başarılı olmasının mümkün olduğunu da ileri sürer. Ayrıca kendisinin ağzından dökülen o sözlerin insan sözü olmasının mümkün olmadığını ve bu sözlerin çok etkileyici bir ruhunun olduğunu da ekler. (Hz. Adem’e ruhun üflenmesi metaforu) Utbe bin Rebia’nın Hz. Muhammed @ hakkında Mekke’nin Aksaçlılarına / mele’ler topluluğuna yönelik yaptığı bu konuşmasının sonunda getirdiği teklif, mele’ler topluluğunun hemen hemen tamamınca kabul edilir. (Meleklerin Hz. Adem’e @ secde etmesi metaforu) Tıpkı meleklerin kozmik âlemde Hz. Adem’e @ secde ettikleri / emre amade oldukları gibi Mekke’nin kabile reisleri / aksaçlıları / mele’ler topluluğu / melikleri de Hz. Muhammed’in @ tevhidi dünya görüşüne tabi olma teklifini kabul ederler. Fakat kabile reislerinden / aksaçlılarından / mele’ler topluluğundan / meliklerinden birisi vardı ki o tıpkı Kozmik alemdeki Mele-i Ala’da gerçekleşen olaydaki meleklerden olmasına rağmen Hz. Adem’e @ boyun eğmeyi reddeden İblis gibi Mekke’nin Yüce Konsey / Mele-i Alası sayılan Darün Nedve’nin kabul ettiği tercihe katılmadı ve Hz. Muhammed’in @ başkanlığı teklifini reddederek O’na boyun eğmeyeceğini söyledi. O iblis, Ebu Cehil’den başkası değildi. Ebu Cehil bu işin başından beri inkârcılıkta en önde gidiyordu. (İblisin kafirlerden olması gibi) Herkes Ebu Cehil’in verdiği bu tepkinin nedenini merak ediyordu. Bütün bakışlar Ebu Cehil’e çevrildi ve “Peki! Neden boyun eğmiyorsun? Hz. Muhammed’in başkanlığını neden kabul etmiyorsun?” diye soranlar olduğu gibi “Yoksa sen kendini Hz. Muhammed’den daha mı üstün görüyorsun?” bazıları da “Yoksa kibir ve gururundan dolayı mı boyun eğmiyorsun” hatta bazıları “Senin Mekke’nin içinde bulunduğu krize çözüm üretecek ideolojin veya önerilerin var mı? Sende bu konuda liyakat, bilgi, birikim ve vizyon var mı?” şeklindeki sorular Ebu Cehil’e yöneltilir. Utbe bin Rebia’nın getirdiği teklifi reddediş gerekçesini Ebu Cehil şöyle ortaya koyar; “Ben ondan daha iyiyim / daha liyakatliyim / daha hayırlıyım. Benim görüşüm şirk sisteminin devam etmesi. Bu sayede hepimiz daha çok nimetlere sahip olacağız. Bu sistem bizim için en fazla getirisi / hayrı olan bir sistem. Zira içinde yaşadığımız toplum ve çevre Arap kabileleri vahşi, bedevi bir toplumdur. Onlar yumuşaklıktan anlamaz. Onlara sert davranmak gerekir. (İblis’in ateşten yaratılmış olması metaforunda olduğu gibi) Benim topluma uyguladığım ateşten kinaye hiddet, şiddet, jakoben ve totaliter davranışlarla bu insanlar yönetilebilir. Onlara merhametli, şefkatli, vergili, paylaşmacı davranırsan tepene binerler ve asla hükmedemezsiniz. Kabilelerin diğer kabilelere karşı kendi güvenliğini sağlayabilmesi içinde mutlaka şiddeti esas alması gerekir. Aksi takdirde kabilelerin güvenlikleri tehlikeye girer. Benim görüşüm, şirk sisteminde devam etmemiz. Benim yolum daha hayırlı. Hz. Muhammed’in iddia ettiği tevhit toplumu ise asla gerçekleşemez. Çünkü (Hz. Adem’in @ çamurdan yaratılmış olması metaforunda olduğu gibi) Hz. Muhammed çamurdan (toprak+su) kinaye alçak gönüllü, cömert, paylaşmacı, halkın içinden, mütevazı, vergili, merhametli vb. özelliklere sahiptir. Önerdiği tevhidi dünya görüşünün temel paradigmaları da Allah’ın Rahman ve Rahim oluşundan kinaye olarak herkese merhametli, şefkatli, vergili ve mütevazı davranmayı öngörmektedir. Halbuki azgın, vahşi, laf anlamaz ve bedevi tabiattaki Arap kabileleri bu paradigmalarla itaat ettirilemez. Onlar ancak şiddetten, baskıdan, zor kullanmaktan, hiddetli, sert, eli sopalı ve celalli olmaktan anlarlar. Dolayısıyla Hz. Muhammed @ başkan olduğu takdirde bu kabilelere hâkim olunamaz, yönetilemez. Kabile anlayışında bu hususların yeri yoktur. Hz. Muhammed’in @ önerdiği sistem modeli ile kabilelerin güvenlikleri asla sağlanamaz. Bu nedenle Hz. Muhammed’in yolunda hayır yoktur.” Ebu Cehil’in bu sözleri kendi şirk ideolojisinden kaynaklı bakış açısına göre her ne kadar makul ve mantıklı gibi görünse de arkasında yatan gurur, kibir ve haset hemen herkes tarafından derhal fark ediliyordu. Ayrıca Ebu Cehil’in şirk sisteminde ısrar etmesi sorunu çözmediği gibi, haklı da değildi. Zira güvenlik endişesi ile savunduğu şirk sistemi aslında Mekke’nin güvenliğini tehlikeye atıyordu. Bu husus yakın zamanda Bizans ve Sasanilerin Arap yarımadasındaki işgalleri ile görülmüştü. Bu nedenle Darün Nedve’deki diğer aksaçlılar / mele’ler / melikler “Hadi oradan! Kendini beğenmiş, aşağılık herif! Kendini ne zannediyorsun?” (İblisin taşlanması metaforunda olduğu gibi) şeklinde görüşlerini belki içlerinden, belki yüzüne karşı ifade etseler de onların Ebu Cehil’i bu şekilde taşlamaları, sonucu değiştirmiyordu. Zira şirk sistemi ya da kabilelerin koalisyonu modelinde yönetilen Darün Nedve’den sorunu çözecek bir karara varılamıyordu. Kabilesi güçlü olan bir şeye itiraz ettiği zaman o teklif meclisten kolay kolay geçmiyordu. Böylece Mekke’nin krizden çıkış umutları, başka bahara erteleniyordu. Bunun başlıca sorumlusu da Ebu Cehil’den başkası değildi. Utbe bin Rebia teklifinin kabul edilmemesi üzerine ‘ben söyleyeceğimi söyledim / ben teklifimi yaptım, bundan sonrası size kalmış, ancak bundan sonra olacaklar için sen sorumlusun’ diye Ebu Cehil’e topu attı. Ebu Cehil ise “Tamam öyleyse, mademki çözümsüzlük konusunda beni suçluyorsunuz, o zaman işin hesabının görüleceği zamana kadar bana süre verin, ben de Hz. Muhammed ve taraftarlarının yanlış yolda olduklarını size ispat edeyim. (Diriliş gününe kadar mühlet verilmesi metaforu)” dedi. Toplantının sonuna doğru, tıpkı İblis’in Cenab-ı Hakk’ın izzet ve şerefine yemin etmesi gibi Ebu Cehil de Darünnedve mele’ler topluğunun şeref ve izzetleri adına yemin ederek Hz. Muhammed ve müminlerin samimi olmadıklarını, sahtekâr olduklarını iddia etti ve iddiasını gelecekte yapacağı planlarla onları azdırıp, saptırarak ispatlayacağını belirtti. Ayrıca aralarından elbette bazılarının Mekke’nin iyiliği için çalışanlardan, samimi, ihlaslı, temiz kalpli olması nedeniyle onları aldatamayacağını, onları azdıramayacağını da ekledi. Ebu Cehil’in diretmesi sonucunda Darün Nedve’den uzlaşma paketinin Hz. Muhammed’e @ teklif edilmesi kararı çıktı. Ebu Cehil’in niyeti bu teklif ile Hz. Muhammed’in@ kadın, servet, mal ve saltanat peşinde olduğunu gösterecekti. Şayet Hz. Muhammed @ uzlaşma paketini kabul ederse tevhidi dünya görüşü ve ilahi öğreti paradigmalarından kendisine sunulan nimet ve imkanlar karşılığı vazgeçmiş olacak ve böylece davasında samimi olmadığı ortaya çıkacaktı. Fakat Hz. Muhammed’in@ uzlaşma paketini reddetmesi sonucu Ebu Cehil’in azdırma planı da suya düştü. Hz. Muhammed @ uzlaşma teklifini reddederken kendisinin bu yaptığı hizmeti tüm Mekkeliler, Arap kabileleri, milletler kısaca tüm insanlık için yaptığını ve bu hizmetinden dolayı asla bir karşılık beklemediğini, ayrıca kimsenin başını belaya sokma gibi bir niyetinin olmadığını da bildirir. Hz. Muhammed’i @ azdırıp kandıracağını iddia eden Ebu Cehil’in planının suya düştüğünü gören Mekke’nin ileri gelenlerin Ebu Cehil için “canı cehenneme!” demekten başka çareleri de kalmamış görünüyordu. Fakat müminler ve Haşimoğulları uzlaşma teklifini reddedişin ne kadar isabetli olduğunu bu kıssa ve yaşananlarla anlamakla beraber yine de içleri rahat değildi. Zira gelecek günlerin kendileri için çok sıkıntılı geçeceği aşikardı. Bu anlatılanlar müteakip ayetlerde şöyle dile getirilir; 69-88- “Mele-i A'la'da olan tartışmalar hakkında benim bir bilgim yoktur. Ne var ki bana, sadece apaçık bir uyarıcı olduğum bildirilmektedir.” Hani Rabbin bir zaman meleklere, “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratacağım. Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın / itaat edin / emre amade olun” demişti. Bunun üzerine meleklerin tümü hep birlikte secde ettiler / itaat ettiler / emre amade oldular. Fakat İblis hariç. O büyüklük tasladı ve o kâfirlerdendi. (Allah,) “Ey İblis! O benim iki elimle yarattığıma secde etmene / itaat etmene / boyun eğmene ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa kendini herkesten üstün görenlerden birimisin?” buyurdu. (İblis) dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım / iyiyim. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (Allah,) “Öyleyse çık git oradan, artık sen racîmsin / kovuldun / taşlandın / aşağılık oldun” dedi. “Ve unutma ki Hesap gününe / karşılık gününe kadar lânetim, senin üzerinedir.” (İblis,) “Rabbim! Madem öyle, bana diriliş gününe kadar mühlet ver” dedi. (Allah) “Haydi sen belirli bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin” buyurdu. (İblis) “Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan kendilerini sadece Sana adamış / içlerini temizlemiş kulların müstesnâ” dedi. (Allah) buyurdu ki: “İşte gerçek / Hakk budur. Ve Ben de bu gerçeği / hakkı söylüyorum: And olsun ki, cehennemi seninle ve onlardan seni izleyenlerin tümüyle dolduracağım.” De ki: “Ben bu mesajı iletmeme karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük getirenlerden / külfet getirenlerden / başa iş çıkaranlardan da değilim. O (Kur’an) , bütün alemler için bir zikirdir/ bir öğüttür / bir mesajdır. Ve onun verdiği haberin (gerçek olduğunu) bir zaman sonra mutlaka öğreneceksiniz.” (Sad Suresi 69-88) 7.2. Habeşistan’a ilk Hicret Mekke müşrik elebaşıların Hz. Muhammed @ taraftarlarına uyguladığı şiddete çevre kabile ve ülkelerin ilgisi çekilmişti ancak onlardan henüz harekete bir destek gelmiş de değildi. Mekke’de işkence ve şiddetin bütün pervasızlığıyla devam etmesi harekete katılımda bir duraksama meydana getirmişti. Ayrıca Allah Resulü’nün ilahi emir gereği uzlaşma paketini reddetmesi de gelecekte uygulanacak şiddetin dozajının daha da artacağını gösteriyordu. Her ne kadar gelen ayetler bu hususta endişe edilmemesi gerektiğini, Cenab-ı Hakk’ın eninde sonunda elçisini muzaffer kılacağını müjdelese de bunlar Arafta / arada kalan halk tarafından fazla bir anlam ifade etmemekteydi. Zira onlar, gelecekteki vaatlere göre değil, hali hazırda yaşananlara göre hareket etmekteydiler. Dahası Haşimoğulları kabilesinin mensuplarının da ilahi mesajlarla ne kadar ikna edici örnekler verilirse verilsin yine de geleceğe yönelik vaatler konusunda kalplerinin mutmain olması oldukça zor görünmekteydi. Çünkü teklif edilen uzlaşma paketlerinin reddedilmesi halinde Mekke müşrik elitlerin şiddeti daha da ileri taşıyarak kabileye boykot uygulayacaklarına ilişkin tehditleri onları kara kara düşündürmekteydi. Bu durumda bir çıkar yol bulunmalıydı ve Hz. Muhammed @ safının seçilmesi halinde çaresiz kalınmadığı ve şiddetten korkanların o korkularından emin olabilecekleri bir yaşamın olduğu gösterilmeliydi. Cenab-ı Hak, inzal ettiği ayetlerde elçisine ve müminlere sadece moral, motivasyon ve vaat etmekle yetinmiyor aynı zamanda bu tıkanıklığı açma hususunda yol da gösteriyordu. Onlara Sa’d Suresinde Hz. Eyyub @ kıssası metaforu ile harekete geçin, bir şeyler yapın ve bereketli / sulak topraklara doğru hicret edin derken aynı surede diğer peygamberlerin hayat hikayelerine değinerek hicret olayının medeniyet yaratacak büyük hareketlerin doğası olduğuna vurgu yapıyordu. Rabbinden mesajı alan Allah Resulü, emniyetli olarak nereye hicret edilebileceğini araştırdı ve muhtemelen hareketine ilgi duyarak bilgi almak için elçi gönderen Habeşistan kralı Necaşi’nin ülkesini hicret için en uygun yer olarak seçti. Belki de birkaç defa elçi gidiş gelişi vuku bulduktan sonra bizzat Necaşi’nin ülkesine iltica etmek isteyenleri kabul edebileceğine dair haber göndermesi ihtimali bile vardır. ([3] ) Özellikle Habeşistan yönetimi Mekke’de gelişen bu harekete çok ilgi duymaktaydı. Zira bu gelişen hareketin bir peygamberi vardı ve o kendisine vahyedildiğini iddia ediyordu. Ehli kitap olan Habeşliler peygamber ve vahiy kavramına aşina idiler. Her ne kadar Mekke’deki ileri gelen aşiretler ile ticari ve dostane ilişkileri varsa da ve bu ilişkilerin bozulmasını istemeseler de yeni gelişen olay çok farklıydı. Çünkü olay, kabilelerle dostlukları aşan ve kendi inançlarında benzerlik olan bir düşünceye sahip bir muhalefetin gelişmesiydi. Bu muhalefet, bütün işkence ve şiddete rağmen direnişine devam ediyordu. Dolayısıyla şayet bu muhalefetten kendilerine bir imdat ve sığınma talebi gelecek olursa buna hayır demek imkansızdı. Ayrıca Habeşlilerin sözkonusu peygamberin ait olduğu kabile olan Haşimoğulları ile de dostane ilişkileri mevcuttu. Hz. Muhammed’e@ ve taraftarlarına yapılacak işkence, eziyet ve boykotların Habeş yönetimini rencide edeceği aşikardı. Bu nedenle sığınma talepleri olduğu takdirde onlara kucak açmaları krallığı açısından kaçınılmazdı. Ayrıca Haberşistan’ın muhacirleri kabul ile yeni hareketi kendine çekerek Ebrehe döneminde egemen olmadığı Mekke’ye bu yolla egemen olmayı Habeş yöneticilerinin düşünebileceklerinin de değerlendirilmiş olması olasıdır. Bütün bu hususları değerlendiren Hz. Muhammed @ Rabbinin hicret için gösterdiği yolu izleyerek kendi taraftarlarından 15 ya da 17 kişilik bir grubun Habeşistan’a hicret etmesine karar verdi. ‘Habeşistan’a ilk hicret’ olarak adlandırılan bu göç Osman bin Mazun liderliğinde yapıldı ve bu ilk grup gizlice Habeşistan’a hicret etmeyi başardı. Habeşistan kralı Necaşi hicret eden müminleri büyük bir hoşnutlukla karşıladı ve onları çok iyi ağırladı. Müminlerin küçük bir grubunun Mekke’den hicret etmeyi başarmış olması ve muhacirlerin Habeşistan yönetimi tarafından kabul görmeleri müminler açısından bir umut ışığı idi. Böylece Mekke müşrik elitlerin tevhit hareketine katılımlarını engellemek için uyguladıkları şiddet stratejisinin boşa çıkarılma imkânı doğdu. Bundan sonra şiddet nedeniyle harekete katılmakta tereddüt edenler için başka çarelerin varlığı gösterilmiş oldu. [1] ) Not: Kabilelerin bu karakterleri ile kendilerini müstağni görme hali. (A.A) ([2]) NOT: O dönem kabile Araplarında toplumsal hafıza, yaşanan hadiselerin kıssalar halinde anlatılması ile nesilden nesile aktarılıyordu. Ahbarlar ve şairler bu mesleği icra eden kişilerdi. Bu kişiler kabileyi ilgilendiren olayları şiirsel bir lisanla ve kıssalara dökerek anlatırlar ve böylece kabilenin arşivi oluşturulurdu. Zira olayların hafızada tutulmasının en iyi ve en sağlam yolu olayları insanların severek dinleyeceği, kalpten benimseyeceği ve herkese anlatmaktan zevk alacağı bir forma getirmektir. Sözlü kültürün egemen olduğu bir toplumda arşiv ancak olayların sözlü anlatımlarla kabile mensuplarının hafızasına kazınacak şekilde anlatılmasıdır ki bunu en iyi kıssalarla yapılan metaforik anlatımlardır. Bu nedenle Kur’an, o dönemki insanların hafızasına kazınacak şekilde dilden dile aktarılmasını sağlamak için tevhid mücadelesi sırasında yaşanan olayları, geçmiş peygamberlerin kıssalarını metafor yaparak anlatır. Anlatılan her kıssanın mutlaka Muhammed’in @ yaşadığı bir olayla izdüşümü vardır. Önemli olan Muhammed’in @ hayatının evrelerinde hangi surelerin ya da ayetlerin inzal edildiğini tespit edebilmektir. (A.A) [3] ) Not: Halihazırda ulaşabildiğimiz rivayetlerde böyle bir hususa rastlamasak da gelişmelerin bu şekilde olma ihtimalini göz ardı edemeyiz. (A.A) 7.3. Ebu Cehil İblisinin Habeşistan Muhacirlerini Geri Getirme Planı Maruz kaldığı tüm baskı ve şiddete rağmen, peygamberimizin geliştirdiği tevhit hareketi, Habeşistan’a gerçekleştirdiği başarılı hicret ile Mekke sınırlarını aşıp uluslararası bir boyuta kavuştu. Peygamberimizin hareketinin giderek kontrolden çıktığını gören Mekke müşrik elitleri Darün Nedve’yi toplantıya çağırdı. Yapılan toplantıda meclis üyelerinin / mele’ler topluluğunun geneli daha önce Utbe bin Rebia’nın teklif ettiği gibi Hz. Muhammed’i@ artık kabul etmek gerektiğini savundular. Fakat Ebu Cehil ve As bin Vail gibi iblisler grubu bu görüşe yeniden şiddetle karşı çıktılar. Bu iblisler grubunun niyeti, Habeşistan’a hicret eden muhacir müminlerin geri dönmesini sağlamaktı. Plana göre Darün Nedve’den peygamberimizle öncekine nazaran daha geniş tavizleri içeren yeni bir uzlaşma paketi / kitabı / sözleşmesi sunulması hususunda kendilerine bir daha yetki verilmesini sağlamaktı. Bu yetkiyi aldıktan sonra hazırlanacak uzlaşma paketi önce Ebu Talib’e sunulacak. Ebu Talip, yeni ve daha geniş kapsamlı tavizleri içerecek uzlaşma paketi / kitap / sözleşme hükümleri üzerinde çalışıp kendi değerlendirmelerini de ekledikten sonra yeğeni Hz. Muhammed’i bu uzlaşmaya ikna etmeye çalışacak. Bu uzlaşma görüşmeleri devam ederken Habeşistan’a Mekke’de uzlaşma sağlandığına dair haberler uçurulacak. Uzlaşmaya dair haberleri alan muhacir müminler sevinç içerisinde Mekke’ye dönecekler. Mekke’ye geldikleri zaman da tutuklanacaklar ve böylece hicret başarısını akamete uğratıp müminlerin ümitlerini yok edeceklerdi. Bu planı Mele’ler topluluğuna / Meclis üyelerine anlattılar ancak onlar bu konuya olumsuz görüş verdiler. Fakat Ebu Cehil iblisi ve yandaşı olan kabile reisleri bu konuda ellerinden gelen her şeyi yapacaklarına dair yemin ettiler. Mele’ler topluluğunun / Meclis üyelerinin onları engelleyecek herhangi bir yaptırımları yoktu. Planı uygulamaya koyan Ebu Cehil şeytanı ve avanesi her çeşit hileye başvurdu ve sonunda uzlaşıldığına dair yalan haberleri Habeşistan’a ulaştırdı. Bu konuda müminleri ikna edici şahitleri de ayarladı. Yalan habere inanan Habeşistan muhacirleri Mekke’ye geri döndüler. Fakat Mekke’ye geldikten sonra gördüler ki ortada taraflar arasında herhangi bir uzlaşma / sözleşme yoktu. Olay, Ebu Talip’e sunulan fakat Hz. Muhammed’in@ onayı alınmadan müşriklerle peygamberimiz arasında uzlaşma sözleşmesi yapıldığına dair Mekke’de yayılan asparagas bir haberden başka bir şey değildi. Müşrik iblisler mümin muhacirlerin Hanerşistan geri dönmesini sağlayarak büyük bir başarı elde ettiler. Hz. Muhammed @ bu durumdan son derece rahatsız oldu, sıkıntıya düştü. Amcasının, Haşimoğullarının ve Habeşistan’daki müminlerin bu konuda hataları büyüktü. Zira daha önceki uzlaşma paketi / sözleşmesi vesilesiyle yapılan uyarıların dikkate alınmamış olduğu görülüyordu. Cenab-ı Hak yaşanan olayları, Hz. Adem’in @ yaratılış ve şeytanın aldatma girişimlerinin anlatıldığı kıssa ile Araf Suresinde inzal eder. Cenab-ı Hak, kıssaya geçmeden önce elçisini teselli eder ve sıkıntıyı içinden atmasını ister. Kendisine müminleri ve Haşimoğullarını uyarması için bir kitap / sözleşme / ahit indirildiğini bildirir. Bu mesajla onlara şayet bir uzlaşma / sözleşme yapacaksanız işte size sözleşme / ahit / kitap! Yani Ey müminler! Cenab-ı Hak ile ahit yapın, o müşriklerle ahit yapmayın. O’nun size inzal ettiği ahitte onlara itaat etmeme şartı getirilmektedir. Araf Suresi ile verilen bu mesajlar şöyledir; “İşte sana kitap / sözleşme / ahit! Bu sözleşme / ahit ile müminleri ve insanları uyar, onları korkut ve yaşadığın sıkıntıya da son ver! Müminleri ve Haşimoğullarını (Mekkeli insanları) şöyle uyar: “Allah’ın size inzal ettiği ahdine / sözleşmesine sadakat gösterin ve bu yolda sabırla devam edin! Asla başka otoritelere boyun eğmeyin! Onların uzlaşma tekliflerine asla itibar etmeyin! Bu konuda onların tehditlerine kulak asmayın! Geçmişten ders alın ve kıt hafızalı olmayın! Onların hile ve tuzaklarına gelmeyin! Tarih olmuş toplumlar, hak karşısında böyle aldatmalara girişmişlerdi ama sonunda kaybeden onlar oldular. Onlar hak karşısında yenilince zalim ve haksız olduklarını itiraf edip af dilemek zorunda kaldılar. Mekke’nin iblisleri de yarın aynı şekilde haksız ve zalim olduklarını itiraf etmek zorunda kalacaklar ve önünüzde diz çökeceklerdir. Tarihteki örneklerden ders alın! Şayet onların teklif ettikleri uzlaşma paketini kabul edecek olursanız bunun hesabını veremezsiniz. Peygamberler bile kendisinden hesap sorulmayan değildir. Şimdiye kadar gönderilen bütün elçilerden hesap sorulacak. Bu nedenle Allah’ın ‘asla onlara boyun eğmeyin!’ emrine rağmen onlarla uzlaşıp şirk sistemine boyun eğerseniz bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Bütün insanların yaptıkları tek tek kaydedilmekte, hesap günü bunlar önünüze serilecek ve herkes yaptıklarının hesabını verecek. Yaptığınız hata yüzünden elde edilen hicret başarısı, gösterdiğiniz zafiyet nedeniyle gölgelendi. Bundan sonra onların uzlaşma / sözleşme önerilerini değerlendirmeyi aklınızın ucundan bile geçirmeyeceksiniz.” Elçisini teselli ve müminlerle Haşimoğullarını uyarı niteliğindeki mesajları, Cenab-ı Hak Araf Suresinin (diğer adıyla Misak / Anlaşma / Sözleşme Suresi) ilk ayetlerinde şöyle bildirdi; Rahman, Rahim Allah Adına 1-9- Elif, lam, mim, sad. Artık göğsündeki sıkıntıyı at! İşte sana bir Kitab indirildi ki onunla insanları uyarman ve müminlere de şu öğüdü vermen için; “Rabbinizden size indirilene uyun! O’nun dışında birtakım başka otoritelere asla itaat etmeyin! Ne kadar da kıt hafızalısınız! Ve Biz nice kentleri helâk ettik. Kahredici gazabımız onlar gece uyurlarken yahut gündüz dinlenirlerken onlara gelivermişti. Kahredici gazabımız onlara geldiğinde de “Biz gerçekten zalimlermişiz! / Kesinlikle haksız olan bizlerdik!” itirafından başka bir savunmaları olmadı. Hem kendilerine elçi gönderilmiş olanları hem de gönderilen elçileri elbet hesaba çekeceğiz. Ve ardından onlara, olup biten her şeyi, kesin bir ilme / arşive / kayıtlara dayanarak bir bir anlatacağız. Öyle ya, Biz hiçbir zaman onlardan uzak olmadık ki! Hesap günü ölçü ve tartı hakkıyla gerçekleşir. Sonuçta Kimin sevapları tartıda ağır basarsa, işte onlar kurtulanlardır. Fakat kimin sevabı tartıda hafif kalırsa, işte onlar âyetlerimize karşı haksızlık etmelerinden dolayı kendilerini harcayan kimselerdir. (Araf Suresi 1-9) Cenab-ı Hak, inzal ettiği müteakip ayetlerde Ebu Cehil iblisi ve avenesinin yukarıda kısaca özetlenen planın uygulanması sırasında gerçekleşen olaylar zincirini Hz. Adem @ kıssası metaforuna uyarlayarak ve satır aralarında gerekli dersleri vererek anlatır; “Sizi bu ülkeye yerleştiren, sizin geçim kaynaklarınızı temin eden Rabbiniz olduğuna göre müşriklerin isteklerine değil O’nun isteklerine uymalısınız ve O’nun rehberliğinden sapmamalısınız. Sizin rızık kaynaklarınızı onlar (müşrikler) değil Allah sağlıyor. Bu nedenle onların boykot tehdidinden korkmayın! Dahası sizi yaratan da O, sizi şekillendiren de O. Ve en önemlisi de aranızdan birisini özenle seçip, yetiştiren, bilgi, birikim ve yeteneklerle donatan da O. Daha sonrada Mekke’yi içine düştüğü bataklıktan kurtaracak çözüm modelini gönderen de O. Daha önce olduğu gibi şimdi bir daha Mekke’nin mele’ler topluluğu / meclis üyeleri toplanmış ve Rabbinizin aranızdan seçip çıkardığı bu nadide şahsiyet olan Hz. Muhammed’i @ başkan yapmayı ve tevhidi dünya görüşünü kabul etmeyi (Meleklerin Hz.Adem’e secde etmesi gibi) gündeme getirmiş, ([1] ) ekseriyeti de bunu kabul etmişken ve aralarından sadece Ebu Cehil denen iblis bu teklife karşı çıkmışken (İblisin Hz.Adem’e secde etmemesi gibi) siz o iblisin size önerdiği uzlaşma teklifini kabul etmeyi nasıl düşünürsünüz?” “Hatta o mele’ler topluluğu / meclis üyeleri / melikler Ebu Cehil’in Hz. Muhammed’e @ tabi olmama gerekçesini bile ciddiye almadılar, onu haklı görmediler. Bildiğiniz gibi Ebu Cehil iblisi Hz. Muhammed’in @ başkan olmasına karşı çıkışını ve tevhidi dünya görüşünü inkâr edişini şöyle gerekçelendirmişti; Ebu Cehil’in ileri sürdüğü bu gerekçelerde de görüleceği üzere onun Hz. Muhammed’e @ bakış açısı çok açık olmasına rağmen sizler onun sizi kandırmaya yönelik tuzaklarına nasıl aldanırsınız?” 10-12- Ve hiç kuşkusuz Biz sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orada size geçimlikler kıldık (sağladık). Ne kadar da az şükrediyorsunuz! Ve hiç kuşkusuz, sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere / meliklere, “Adem’e secde / itaat edin” dedik; İblis hariç onlar hemen secde / itaat ettiler; o secde / emre amade/ itaat edenlerden olmadı. (Allah,) “Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten ne alıkoydu? /seni secde etmemeye götüren şey nedir?” dedi. (İblis de) “Ben, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın” dedi. (Araf Suresi 10-12) Hz. Muhammed @ yetişmişliği, olgunluğu, dirayeti, cesareti, oturması-kalkmasını yani protokol kurallarını bilmesi, güzel konuşması, akıllı ve ferasetli olması gibi bir yöneticide olması gerekli bütün özelliklere sahip olduğunu bilen Darün Nedve’nin üyeleri, Ebu Cehil iblisinin bu gerekçelerinin doğru olmadığını aksine kıskançlıktan, gurur ve kibirden kaynaklandığını bildiklerinden ona karşı çıktılar. Onların Ebu Cehil ve yandaşlarına karşı sözleri şöyle oldu; “Hadi oradan kendinizi ne sanıyorsunuz? Sizler Muhammed’in eline su dökemezsiniz. İçinde yaşadığımız sistem bunalımına ilişkin içimizden hiçbir kimse onun gibi çözümler getirememektedir. O’nun getirdiği çözümler daha makul ve faydalıdır. Bizi kurtaracak olan sözler onun tarafından ifade edilmektedir. Açık yüreklilikle itiraf etmeliyiz ki ona gelen öğretiyi / Kur’an’ı gizli gizli dinliyoruz, hepimiz ona ve getirdiğine büyük bir hayranlık duyuyoruz. Fakat sen sistem bunalımına çözüm konusunda herhangi bir öneri getiremiyorsun. Şirk sistemimiz geldi tıkandı. Bugün Muhammed @ bu tıkanıklığı gündeme getirdi. O getirmese yarın mutlaka bir şekilde karşımıza çıkacaktı. ……” Onlar belki bu ifadeleri doğrudan Ebu Cehil’in yüzüne karşı kullanamasalar da kendi içlerinden bu tür düşünceler geçmişti ve muhtemelen de bu düşüncelerini diğer kişilerle paylaştılar. Mele’ler topluluğunun / meclis üyelerinin genelinin Ebu Cehil’in görüşüne katılmamaları, sapık yolda görmeleri ve aşağılamaları nedeniyle o çileden çıkar. Kıssada bu durum iblisi rabbinin azdırması olarak ifade edilir. Darün Nedve’nin danışma kurulu gibi çalışması ve kabile reisleri üzerinde yaptırım gücü olmaması nedeniyle Ebu Cehil kafasına koyduğunu yapacağını ve bunu yaparken de Allah elçisi ve müminleri kandırarak doğru yoldan saptırmak için her türlü yolu deneyeceğini bildirir. Bunun üzerine Darün Nedve meclis üyeleri / mele’ler topluluğu dilediğini yapabileceğini ancak sonunda yaptıklarının cezasını azap ateşiyle çekeceğini bildirirken ‘canın cehenneme!’ diye huzurlarından kovmuşlardır. Cenab-ı Hak bu sahneyi kendisinin iblise diriliş zamanına kadar süre vermesi, iblisin insanları doğru yoldan saptırmak için sağdan, soldan, önden, arkadan yaklaşacağı, arkasından iblisin huzurdan kovulması, cehennem ile cezalandırılması temaları ile anlatır. ([2] ) 13-18- (Allah) “Öyleyse in o bulunduğun yerden, çünkü orada büyüklük taslamak senin haddin değil! Hemen çık git artık! Artık sen aşağılık birisin!” dedi. (İblis) “Yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre tanı!” dedi. (Allah) “Haydi sana süre tanınmıştır.” dedi. (İblis) “Mademki sen beni saptırdın yemin olsun ki, ben de Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra onların önlerinden / doğrudan / açıktan, arkalarından / sinsice / dolaylıca, sağlarından / sureti haktan görünerek / haklıymış gibi göstererek, sollarından / zaaflarını ve güdülerini kullanarak onlara sokulacağım ve Sen, onların çoğunu şükredenler bulmayacaksın / beklediğini bulamayacaksın” dedi. (Allah) “aşağılanmış ve dışlanmış olarak defol oradan! Onlardan kim sana uyarsa, ant olsun ki, cehennemi tıka basa sizlerle dolduracağım!” dedi. (Araf Suresi 13-18) Darün Nedve’de yapılan konuşmalar gizli kalmadı ve Ebu Cehil’e karşı olan mele’ler topluluğundan / meclis heyetinden bazıları olan bitenlerden Hz. Muhammed’i @ haberdar etti. Ebu Cehil’in şeytani bir plan peşinde olduğu anlaşılmıştı. Bu şeytani planı kendi üzerinde oynanacağı için amcası Ebu Talib’e müşrik elebaşılarından gelecek herhangi bir uzlaşma teklifini asla kabul etmemesini ve tehditlere de asla boyun eğmemesini bildirdi. Şayet mal, mülk, makam vb. karşılığı tevhidi dünya görüşünden taviz verme karşılığı uzlaşmaya (ağaca yaklaşma metaforu) yanaşılacak olunursa işte o zaman zalimlerden olunacağını ve haklıyken kamuoyu nezdinde haksız konuma düşüleceğini de tembihledi. 19- Ve (sana gelince), “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskan edin, dilediğiniz yerden de yeyin ve şu ağaca / uzlaşma-sözleşme / iktidara mal-mülke / ihtişam ve debdebeye yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz” (dedi). (Araf Suresi 19) Fakat bütün bu uyarılara rağmen Ebu Cehil sağdan girdi, soldan girdi, arkadan, önden ve sonunda şeytani planını uygulama ortamını yakaladı. O, Mekke müşrik kabile reislerinden bir heyet oluşturdu ve Ebu Talip’le görüşmeye gittiler. Ebu Talip’i yeğenini durdurma konusunda aciz kaldığını, şayet onun hareketini durdurma konusunda ikna edemez ise Haşimoğulları ile topyekûn mücadele edeceklerini ve bu işe boykot uygulama ile başlayacakları tehdidini savurdular. Ama yeğeninin kendileriyle uzlaşmaya yanaşması halinde ona her türlü mal mülk ve imkânın verileceğini bildirdiler. Uzlaşmanın Haşimoğullarına son derece faydası olacağını, bu vesileyle kabilesinin Mekke’nin en güçlü kabilesi haline geleceğini belirttiler. Aksi halde de Haşimoğullarının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını bildirdiler. Ebu Talip için Haşimoğullarının Mekke’nin en güçlü kabilesi olmak konusundaki teklif cezbedici değildi. Zira o da şirk sisteminin ve kabileciliğin karşısında idi. Fakat kabilesinin yok edilmesi şeklindeki ültimatom onun için çok kaygı vericiydi. Zira heyetin yaptığı tehdit gerçekleşirse hem kabilesini kaybedecek hem de yeğenini kaybedecekti. Tevhidi hareket yok olup gidecekti. Hangi tercihi yapacağını şaşırdı. Mekke’yi kurtaracak tek çözüm önerisi getiren yeğenini desteklemeye devam edecek olursa kendi kabilesine uygulanacak boykot ve arkasından gelecek çatışma kabilesini bitirecek yok edecekti. Böyle bir durumda yeğeni de yardımcısız ve korunaksız kalıp yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktı. Hem yeğenini korumak hem de kabilesini korumak için bu tehlikeyi göze alamadı ve uzlaşma seçeneğini tercih etmek en iyisiydi. Kendisine gelen heyete kabilesinin ileri gelenleri / mele’ler topluluğu ve yeğeni ile bu konuyu konuşacağını söyledi. Müşrik kabile reislerinden oluşan heyet, Ebu Talip’le görüşmeden ayrıldıktan sonra Ebu Cehil hemen uzlaşmanın gerçekleştiği yalan haberini tüm Mekke’ye yaydı. Asparagas habere göre kabileciliğe dayalı mevcut şirk sistemine dokunmamak ve tevhidi dünya görüşünden vazgeçmek kaydıyla Hz. Muhammed @ Mekke’nin başkanı olacaktı. Ebu Cehil bir taraftan da yalan haberi çok hızlı bir şekilde Habeşistan’daki hicret etmiş müminlere kadar ulaştırdı. Oradaki müminler Mekke’de uzlaşmanın sağlandığı yalan haberini alır almaz geri dönmek için yola koyuldular. Ebu Talip, heyet gittikten sonra durumu müzakere etmek üzere kabilesinin ileri gelenleri / mele’ler topluluğu / aksaçlıları / ihtiyarlar heyetini toplantıya çağırdı ve onlarla konuyu istişare etti. Onlar kabilelerinin boykota uğratılmasını ve arkasından Mekke’den sürülüp çıkarılmasını ya da yok edilmesini göze alamayacakları konusunda görüş bildirdiler. Diğer taraftan tıpkı Âdem @ kıssasındaki gibi ağaca yaklaşıp ve meyvesinden tatmaları gibi uzlaşmaya yanaşırlarsa kabileleri Mekke’de ebedi kalacakları ve Mekke’nin en üstün kabilesi haline geleceklerdi. Şeytanın ağacın yasaklanma sebebi olarak onların cennetin kralı olmalarını veya orada ebedi kalmalarını Rablerinin istememesine bağlaması metaforunda olduğu gibi Cenab-ı Hakk’ın uzlaşmayı yasaklama sebebini Ebu Cehil şeytanının Haşimoğullarının Mekke’nin kral kabilesi ve Mekke’nin ebedi yerleşimcisi olmasını istememesi olarak onlara yorumlamıştı. Cenab-ı Hak, daha önce ne kadar uyarıda bulunmuş olsa da Haşimoğulları uzlaşma yasağına uymadıkları takdirde içinde yaşadıkları ortamı terke mecbur kılınıp cennet metaforundaki yurtlarından çıkarılmaları tehdidiyle karşı karşıya kalmaları nedeniyle bir tercih yapmak zorunda kaldılar. Ya uzlaşma yasağını çiğneyip (ağaca yaklaşma yasağını çiğneme metaforu) uzlaşmaya yanaşacaklar ve Mekke’de yurtlarında kalıp normal yaşamlarına devam edecekler veya Rabblerinin emrine uyup asla müşrik sistemle uzlaşmayacaklar ve bu durumda da Mekke’deki yaşamlarına elveda demek zorunda kalacaklardı. Çünkü ilahi öğreti “asla uzlaşmayın” derken Ebu cehil şeytanı elinde uzlaşma teklifi ile gelmiş şayet kabul etmez iseniz size önce boykot uygularız sonra da Mekke’den sürer çıkarırız diye tehdit ediyordu. Şayet uzlaşma teklifini kabul edecek olurlarsa Hz. Muhammed’in @ Mekke’ye başkan olması ve böylece Haşimoğullarının da Mekke’nin başkanının kabilesi olması nedeniyle aynı saltanatı paylaşacağı gibi bir cazibesi de vardı. Ebu Cehil bu noktada “muz ve sopa” siyaseti güderek Şeytani karakterini ortaya koymuştu. Böylece Haşimoğullarının aksaçlıları uzlaşma yanlısı oldukları yönünde görüşlerini bildirdiler. Ebu Talip çok zor durumda kalmıştı. Bir tarafta kabilesi diğer tarafta yeğeni. Durumu yeğeni Hz. Muhammed@ ile de görüşmek için onu çağırtıp müşrik kabile reislerinin teklif ve tehditleri ile konu hakkında Haşimoğulları ileri gelenlerinin görüşlerini kendisine bildirdi. O yeğenine “hem kendisine hem kabilesine acımasını, bu baskı ve şiddete güç yetiremeyeceğini, ültimatom verilen hususların gerçekleşmesi halinde bunun altından kalkamayacağını bildirerek uzlaşmaya yanaşmasını” istedi. Hz. Muhammed @ amcasının bu sözlerinden Ebu Cehil şeytanının yaptığı tehditlerin sonuç verdiğini ve amcasının bu tehditlerle ve kabilesinin de kendisini desteklememesi nedeniyle fikir değiştirdiğini gördü ve şu meşhur sözleri söyledi; “Ey amca! Vallahi, bu işi bırakmam için Güneşi sağ elime ve Ayı sol elime koysalar da Allah tevhidi dünya görüşünü üstün kılıncaya ya da ben bu yolda ölüp gidinceye kadar bırakmam!" Bu sözler Ebu Talib’e cesaret vermenin yanında aynı zamanda amcasının oyuna geldiğini Ebu Cehil’in şeytani planına kandığını da ifade ediyordu. Ebu Cehil ve ekibinin yaptığı tehditlerin Haşimoğullarının üzerinde yarattığı korkunun Ebu Talip üzerinde yarattığı olumsuz etki de düşünüldüğünde Ebu Talip’in bu oyuna gelmesinin çok normal olduğu düşünülmelidir. Habeşistan’a kadar yayılan bu asparagas haber yüzünden muhacirler Habeşistan’dan geri döndüler ve hemen Mekke müşrik kabile reislerince tutuklandılar. Dahası Ebu Cehil şeytanının bu başarısının arkasından yaptığı tezvirat çok daha kötüydü. Çünkü Ebu Cehil’in yaptığı propaganda da “Hz. Muhammed ve kabilesinin davası iktidara gelmekmiş(!) mevcut sistemde başkanlığı kabul ettiler. (!) Onların derdi bütün kabileleri kendilerine bağlamak ve başa geçmekmiş(!), bize inanmıyordunuz ama şimdi anladınız mı? ….. vb.” tezviratlar yer almaktaydı. Yapılan tezviratlar Mekke kamuoyunda etkisini gösterdi ve halk, Hz. Muhammed’in @ peygamberlik, vahiy ve tevhidi dünya görüşü gibi iddialarının Haşimoğullarının Mekke’ye egemen olmak için çıkardıkları şeyler oldukları şüphesine düştü. Halk gözünde Hz. Muhammed @ ve Haşimoğullarının zaaflarını ve çirkinliklerinin ortaya döküldüğüne inanılmaya başlandı. Ebu Cehil yaptığı hile ile çok önemli bir siyasi zafer kazanmıştı. Hz. Muhammed @ Haşimoğullarının mele’ler topluluğunu / aksaçlılarını topladı ve onlara; “Beğendiniz mi yaptığınızı? Cenab-ı Hak, hepimizi Ebu Cehil şeytanı hakkında uyarmadı mı? Onların şeytani bir plan peşinde olduklarını, asla iyi niyetli olmadıklarını ve düşmanca hareket ettiklerini bu nedenle de onlardan gelecek tekliflere asla sıcak bakılmaması gerektiği hususunda uyarmadı mı?” diye onları sıkıştırdı. Haşimoğullarının aksaçlıları / ihtiyar heyeti çok büyük bir hata yaptıklarının farkında olmakla birlikte kendilerini savunmak için yapma niyetinde oldukları uzlaşma anlaşmasının kendilerine getireceği katkılardan bahsetmeye çalıştılar. (Cennet yapraklarından üstlerini örtme çabasına bir metafor.) Fakat Hz. Muhammed @ onlara ileri sürdükleri mazeretlerin hiçbirinin geçerliliği olmadığını zira gerçekten kabilecilik mantığıyla hareket ederek tercihlerini yaptıklarını, böylece ayıp / çıplak yerlerinin açığa çıkması gibi mala, mülke, servete ve kabilelerinin üstün olması arzu ve istekleriyle çirkinliklerinin açığa çıktığını belirtti. Ayrıca ileri sürülen hiçbir mazeretin Mekke Kamuoyunda oluşan aleyhte algıyı değiştirmeyeceğini belirtmesi üzerine onlar çok büyük hata yaptıklarını kabul ettiler. (Çıplaklıklarını / ayıplarını fark etmeleri metaforu.) Ebu Talip yeğeni Hz. Muhammed@ e her ne derse haklı olduğunu, bundan sonra böyle bir hata yapmayacaklarını ve daima kendisinin yanında yer alacaklarını şöyle ifade etti “"Gel ey kardeşimin oğlu Gel! Şimdi istediğini söyle, istediğini yap! Vallahi biz seni hiçbir zaman onlara teslim etmeyeceğiz ve onlarla bir daha hiçbir pazarlığa girmeyeceğiz!” dedi. 20-22- Derken o (şeytan), onların farkında olmadıkları çıplaklıkları/ eksiklikleri / zaafları / kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini / kötü karakterlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. Ve “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek / melik / kral olursunuz ya da (burada) ebedi kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan / uzlaşmaktan-sözleşmekten / iktidardan, maldan-mülkten/ ihtişam ve debdebeden men etti” dedi. Ve “Elbette ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. (Karşılıklı sözleştiler) Böylece onları aldatarak zillete düşürdü. Ağacı / uzlaşmaya- sözleşmeye / ihtilafların halline / iktidara / mal-mülke / ihtişam ve debdebeye doğru adım atınca / yanaşınca / tadınca, eksiklikleri / açıkları / çıplakları / çirkinlikleri kendilerine belli oldu ve topladıkları cennet yapraklarından üst üste yamayıp üzerlerine almaya başladılar. Rableri onlara seslendi: “Ben sizi o ağaçtan / iktidardan / uzlaşmaktan- sözleşmekten / maldan-mülkten / ihtişam ve debdebeden men etmedim mi ve size, ‘Bu şeytan kesinlikle sizin için apaçık bir düşmandır’ demedim mi?” (Araf Suresi 20-22) Haşimoğulları Ebu Cehil’in tehdidine boyun eğip uzlaşma yaptıkları takdirde kabilelerinin zarar görmekten kurtulacaklarını ve Mekke’nin en üstün kabilesi olacaklarını sanmışlardı. Fakat uzlaşmaya / anlaşmaya yanaştıktan sonra asıl o zaman yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldıklarını anladılar. Zira esas şimdi Mekkeliler kendilerine cephe almışlardı. Şimdiye kadar çok başarılı bir şekilde yürütülmüş tevhidi dünya görüşü hareketi bu hata nedeniyle kamuoyu desteğini bir süreliğine de olsa yitirmişti. Peygamberimiz yanlış yapıldığını ve her ne pahasına olursa olsun bir daha böyle bir yanlışa düşmemek hususunda kendi kabilesinden söz alır. Haşimoğulları da yanlış yaptıklarını açık yüreklilikle kabul ederler ve Hz. Muhammed’i @ her halükârda koruyacaklarını beyan ederler. Hz. Muhammed’in @ ne yaparsa yapsın ve ne pahasına olursa olsun arkasında olmaya söz verirler. (Cenab-ı Hakk’a yönelerek bağışlanma dileme ve kusurlarını örterek bir şans vermesini dilemesi metaforu) Uyarılara rağmen işlenen bu hata nedeniyle peygamberimizin hareketi artık belli bir süre yükseliş trendini kaybedecektir. Bunun arkası da tehdit edildikleri gibi boykota uğramak olacaktır. Çünkü kamuoyu desteğini kaybeden Haşimoğullarına boykot uygulamak kolaylaşmıştır. Artık ister mümin olsun isterse olmasın Haşimoğulları mensupları boykot ile çetin bir mücadelenin içerisine gireceklerini görüyorlardı. Tıpkı Âdem @ kıssasındaki cennetten iniş metaforunda olduğu gibi Haşimoğulları artık Mekke’de iskân ettikleri yerlerden sürüleceklerdi. Mekke’deki üstün mertebelerini de kaybedeceklerdi. Ebu Talip tepesine sürgüne gönderilecekler ve boykota tabi tutulacaklardı. Bu hata nedeniyle Hz. Muhammed @ ve taraftarları bir süre daha Mekkeli müşrik şeytanlarla mücadele etmeleri gerekecektir. (Birbirleri ile düşman olma metaforu) Bu şehirde bir süre daha kalınacak, bir kısmı ise bu şehirde ölecek, ekonomik olarak perişan olacak ve bir süre sonra da bu şehirden çıkarılacaktı. Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın Âdem kıssasında insanoğlunu yeryüzüne gönderip de orada yaşayıp, mücadele edip, orada ölüp sonunda da oradan çıkarılacağını haber vermesi gibi. 23-25- (Onlar) “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik ve eğer bizi bağışlamazsan ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak kaybedenlerden oluruz!” dediler. (Allah) “Birbirinize düşman olarak alçalın / inin o makamdan! (Bundan böyle) sizin için yeryüzünde / ülkede bir süreye kadar kalmak ve faydalanmak vardır” dedi. (Allah) “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan çıkarılacaksınız” dedi. (Araf Suresi 23-25) 7.4. Boykota Karşı Direnişe Hazırlık Mekke müşrik şeytanları, peygamberimize karşı ilk defa siyasi bir zafer kazanmanın sarhoşluğu içerisindedir ve Darün Nedve’nin ılımlı aksaçlı üyelerine karşı kendi kabiliyetlerini ispat etmişlerdir. Hz. Muhammed @ ve taraftarları açısından çok büyük bir prestij kaybı söz konusudur. Bu prestij kaybının telafi edilmesi ve başka hatalara, yanlışlara düşmemek için Cenab-ı Hakk’ın rehberliğine / yol göstericiliğine ihtiyaç vardır. Hz. Muhammed @ taraftarlarının müşrik elebaşları ile yapacakları çetin mücadele için yetiştirilmeleri gerekiyordu. Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde bu mücadelede gerekli olan donanıma ilişkin ilkeleri içeren ayetlerini inzal eder. Bu ayetlerde, arzulara göre hareket edilmemesi gerektiği ve ne kadar sıkıntı, acı ve çileye sebep olsa da vahye tabi olmak gerektiği bildirilir. Bundan sonra hataya düşmemek ve dış etkenlerden korunmak için Vahiy elbisesinin / takva elbisesinin giyilmesi gerektiği belirtilir. (Ayıpları, kusurları örtecek elbisenin indirilmesi metaforu). Dahası nasıl ki giyinilen elbiseler aynı zamanda süslenme ve güzel görünme aracıysa, tekrar kamuoyunda güzel görünmenin ve onların nezdinde itibarlı hale gelmenin yolunun vahiy elbisesinin kuşanılması olduğu bildirilir. 26- Ey Âdem oğulları! Size çirkinliklerinizi / ayıplarınızı / çıplaklığınızı örtecek / eksiklerinizi giderecek giysi, süslenecek / sizi daha donanımlı / gösterişli / güzel kılacak elbise indirdik. İşte takva elbisesi; o, daha hayırlıdır. İşte bu, düşünüp öğüt alırlar diye Allah’ın ayetlerindendir. (Araf Suresi 26) Cenab-ı Hak, yaşanan bu kötü tecrübe ve yanlış siyasetin Haşimoğulları ileri gelenlerinin vahiy elbisesinin öngördüğü prensibe uymamasından kaynaklandığını bildirir. Onların vahyi prensiplerden soyunup kendi heva heveslerine uymaları sonucunda Ebu Cehil şeytanının onları kamuoyu nezdinde kötü, çirkin göstermesine fırsat verilmişti. Nasıl ki Şeytan Hz. Âdem ve eşini aynı şekilde kandırıp elbiselerini soydurdu ve ayıp yerleri ortaya çıktıysa, bu olayın benzeri şimdi Haşimoğullarına Ebu Cehil şeytanı tarafından yaşatılmıştır. Böylece Hz. Muhammed @ ve Haşimoğulları kamuoyunda kötü niyetli olarak gösterilmiştir. Buna karşı Cenab-ı Hak da müminlere ve Haşimoğullarına aşağıdaki uyarılarda bulunur; “Eğer sizler vahyin rehberliğine değil de kendi arzu ve heveslerinize göre hareket edecek olursanız, karşınızdaki Ebu Cehil gibi şeytanlar sizi kötü karakterli, aşağılık, kirli ve çirkin gösterir. (Hz. Adem’in @ elbiselerinden soyulması ve kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırma metaforu) Sizi üstün kılan temiz, dürüst, doğru, ahlaklı, şahsiyetli ve donanımlı karakterlerinizi soymak ve onların yerine sizin kendileri gibi ahlaksız, şerefsiz, haysiyetsiz, yalancı, sahtekar, düzenbaz, vb. çirkin ve eksiklik ifade eden karakterlere sahip göstermek için ellerinden geleni yaparlar. O sebeple sakın vahiy / takva elbisesinden vazgeçmeyin kendinizi daima vahiy / takva ile koruyun. Aksi takdirde onlar sizin sürekli boşluğunuzu arar dururlar ve bir boşluk yakalarlarsa oradan sizi ayartırlar. Onların sizin bilemeyeceğiniz, kapsamına muttali olamayacağınız çeşitli şeytani planlarının oldukları (Ebu Cehil şeytanı ve kabilesinin Haşimoğulları’nı gizli gizli sürekli izlemesi metaforu) ve bunları ancak vahyin rehberliğinde aşılabileceği bildirilir.” 27- Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, kendi çirkinliklerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın sizi de bir fitneye düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Biz, şeytanları, inanmayanlara veliler (yol gösteren, yardım eden ve koruyan yakınlar) yaptık. (Araf Suresi 27) Ebu Cehil şeytanının yapmış olduğu hareket aslında çok iğrenç bir hareketti. Hz. Muhammed @ kendisine çirkin ve iğrenç bir oyun oynanmaya çalışıldığını Mekke halkına duyurunca Ebu Cehil ve ekibi kendisini şöyle savundu; “Bunda bir kötülük yok. Haşimoğulları’nın ileri gelenleri kabilelerinin geleceğini düşündü ve uzlaşmayı kabul etti. İnsanların kendi kabilesinin menfaatini düşünmesinden daha doğal ne olabilir? Bu Allah’ın emrettiği ilahi bir kuraldır. Geçmişten beri bu hep böyle olmuştur. İşte şirk sisteminin doğru olduğu buradan çıkıyor.” Cenab-ı Hak, ise inzal ettiği müteakip ayetlerde Ebu Cehil şeytanının iddia ettiği şeyin yanlış olduğunu, put haline getirilmiş kabileciliğin iğrenç ve kötü olduğunu ve kendisinin de böyle kötülük ve iğrençliği asla emretmediğini bildirdi. Kendisinin hakkı, hukuku ve adaleti emrettiğini belirttiği gibi müşriklerin kendi arzu ve heveslerinin istediği kötü şeyleri meşrulaştırmak için Allah emretti diye kendisine iftira attıklarını da bildirdi. Allah için yapılacak her eylemde Allah’a gönülden bir sadakatle / samimiyetle / doğrulukla hareket edilmesi, O’nu yüreğinin derinliklerinde hissedilmesi ve O’nun öğretilerine bağlı kalınmasını belirtti. Sonunda ise Kendisine dönülüp hesap verileceğini bildirdi. Bu ayetlerde Ebu Cehil Şeytanının iddia ettiği gibi kabilecilik ve şirk sisteminin Allah’ın emrettiği bir yönetim tarzı olduğunu kabul edenlerin sapıklığı hak ettikleri bildirilirken aslında Ebu Cehil’in propagandasına iştirak edenlerin niyetlerinin de bozuk olduğu vurgulanır. Diğer taraftan iyi ve kötüyü ayırt edebilenlerin Allah’ın yolunu seçtikleri ifade edilir. 28-30- Onlar bir kötülük / iğrençlik yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, dolayısıyla bunu bize Allah emretmiştir” derler. De ki: “Allah kötülüğü / iğrençliği emretmez. Yoksa Allah’ın size emrettiğini bilmediğiniz şeyleri Allah’a mı atfediyorsunuz?” De ki: “Rabbim adaleti / doğruluğu / hakkı emretti. O halde siz Allah için giriştiğiniz her eylemde (Her mescitte dini sadece O'na ait kılarak) bütün varlığınızla O’na yönelin ve dini / sisteminizi / yolunuzu yalnız O’na has kılarak ta yürekten yalvarın. Başlangıçta sizi yarattığı gibi sonunda yine O’na döneceksiniz.” (Allah) Bir grubu doğru yola iletti, bir gruba da sapıklık hak oldu; çünkü onlar, Allah’ı bırakıp şeytanları, dost edindiler. Üstelik de doğru yolda olduklarını sanarak. (Araf Suresi 28-30) Mekke müşrik elitler siyasi bir zafer sarhoşluğu ile Haşimoğulları’na boykot / muhasara yapmaya hazırlanıyorlardı. Çünkü uzlaşma teklifleri Haşimoğulları tarafından kabul edilse de Hz. Muhammed @ tarafından kabul edilmemişti. Ebu Talip’in önderliğinde Haşimoğulları da şimdi Hz. Muhammed’in @ yanında duruyorlardı. Onlar onu her halükârda destekleyeceklerine de ant içmişlerdi. Bu nedenle Mekke müşrik elitleri tehdit ettikleri boykotu gerçekleştirmek için harekete geçeceklerdi. Uygulanacak boykot ile Haşimoğulları ile diğer kabileler arasındaki tüm ticari ve insani ilişkiler kesilecekti. Onlara yiyecek, giyecek, her türlü eşya ve mal satışları yasaklanacaktı. Hatta evlilik ilişkileri de boykot kapsamında idi. Birlikte yaşanılan şehir halkından bazı kesimlere böyle bir boykotun yapılması son derece yanlıştı. Mekke gibi Haram / Serbest bir bölgede böyle bir uygulamanın yapılması ise iki kat yanlıştı. Çünkü Hz. İbrahim’in Kabe’yi inşa etme amacı hukuksuzluktan kaçan insanların bu bölgede toplanarak emniyet, güven, barış ve hukuk içerisinde yaşamasıdır. O nedenle Mekke haram / serbest bölgedir. Yani bu bölgede cana, mala, ırza tecavüz edilemez, insanların yaşam haklarına büyük hürmet vardır. İnsanlar ihtiyaçlarını serbestçe ve güven içerisinde temin ederler. Ticaretlerini bu serbestlik ve güven içerisinde gerçekleştirirler. Allah’ın verdiği tüm temiz rızıklar, ziynetler ve eşyalar burada serbestçe alınır satılır. Bundan kimse mahrum edilemez ve kimseye yasaklanamaz. Bu bölgede sadece israf / aşırı gitmek, sınırları aşmak, hakka tecavüz etmek, kötülüğü ve çirkinliği aramak yasaktır. Mekke’nin (Kabe’nin) statüsü ve kuruluş amacına yönelik bu hatırlatma ile asıl yanlışın bu nimetleri Haşimoğulları’na yasaklayacak olan ve / veya yasaklama tehdidini yapan Ebu Cehil gibi şeytanlarınca işlenmekte olduğu ortaya konulmalıydı. Şayet bu boykot uygulanacak olursa bunun Mekke’nin Haram Bölge statüsüne darbe vurulması olacaktı. Mekkelilere en büyük kötülük bu boykot darbesi ile yapılacaktı. Allah’ın insanlar için yarattığı her türlü yiyecek, giyecek, içecek, eşya, bilgi vb. rızık ve ziynetlerden insanları mahrum etmenin / yasaklamanın kimsenin haddi olmadığı ilan edilerek boykotun çok yanlış olduğu ve bu işin sonunda (kıyamette) asıl boykotçuların bu nimetlerden mahrum kalacaklarının tehdidi müteakip ayetlerle yapılır. 31-32- Ey Âdem oğulları! Mescidlerde ziynetlerinizi (elbise, takı, binit, eşya) takının ve yiyin-için fakat israf etmeyin. Muhakkak ki Allah israf edenleri sevmez. De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızıkları kim haram / yasak edebilir?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında müminler içindir –kıyamet gününde yalnız onlara has olmak üzere–.” İşte böylece Biz, ayetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (Araf Suresi 31-32) Daha sonra ki ayetlerde Cenab-ı Hak, asıl yasaklanması gereken şeyin, gizli ve açık her türlü günahı irtikap etmek, başkasının malına haksız olarak göz dikmek, halkı aldatıp kandırma iğrençliklerini işlemek, üstelik bu tür çirkin eylemleri kendisinin emrettiğini söyleyerek kendisine iftira atmak, O’na ortaklar koşmak ve kendi kafalarından kutsallıklar uydurmak olduğunu bildirdi. Fakat müşrik elebaşılar yasaklanması gereken bu şeyleri şirk sistemi ile meşru hale getirip rahatlıkla işliyorlardı. Cenab-ı Hak onların işledikleri bu suçlar nedeniyle sonlarını hazırladıklarını ifade eder. Her ümmetin bir ecelinin olduğunu ve bu tür günahlar nedeniyle yıkılma zamanları / ecelleri geldiğinde bir an bile gecikmeksizin yıkılıp gideceklerine vurgu yaparken Mekke şirk sisteminin de sonunun mutlaka geleceğine işaret etti. Ayetlerini kendilerine okuyan Resulüne uyarak kendini düzelten ve takva sahibi olanların ise tevhid sistemi kurulduğu zaman üzülmeyeceklerini ve korku duymayacaklarını bildirdi. Fakat kim de kibir / gurur yapar da Allah Resulünü inkâr ederse o kişinin her iki cihanda da azap ile cezalandırılacağını da bildirdi. 33-36- De ki: “Rabbim, sadece iğrençlikleri; onun açık ve gizli olanını, günahları, haksız yere başkasının malına göz dikmeyi, haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmanızı ve hakkında bilmediğiniz şeyleri Allah’a iftira etmenizi yasaklamıştır.” Her ümmet (toplum) için bir ecel (süre) vardır. Onun için ecelleri geldiğinde ne bir an erteleyebilirler ne de öne alabilirler. Ey Âdem oğulları! Size, aranızdan, ayetlerimi anlatan elçiler geldiğinde, kim sorumluluk bilinciyle hareket eder ve kendini düzeltirse, işte onlara kaygı yoktur ve onlar üzülmeyecekler de. Ama ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklük taslayanlar ise, işte onlar ateş ashabıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. (Araf Suresi 33-36) Cenab-ı Hak, müteakip ayetlerde boykot tehdidinde öncülük yapan, onlara engel olmadığı gibi kendini onlara katılmak zorunda hissedenlere yönelik şiddetli uyarılar yaptı. Bu uyarılar ahirette karşılaşılacak ceza sahneleri ile korkutularak yapıldı. Söz konusu cezalandırma sahneleri aynı zamanda Mekke’li müşriklerin gelecekte başlarına gelecek toplumsal kıyametlerinde yaşayacakları sahnelerdi. Boykotun bayraktarlığını / önderliğini yapan müşrikler ile onlara uyup boykota katılan müşrikler hem gelecekteki toplumsal kıyamette hem de ahiretteki kozmik kıyamette karşılaşacakları azap sırasında birbirlerini suçlayacaklar ve boykot bayraktarlarına uyan müşriklerin kendilerini kurtarmak için Ebu Cehil gibi boykot önderlerini suçlayacakları ve onlara lanet okuyacakları sahnesi anlatıldı. Fakat o suçlamaların kendilerini azaptan kurtarmayacağı da ifade edildi. Çünkü onlar aslında boykotçulara karşı koyabilecek iken karşı olmayı göze alamayıp suça iştirak etmişlerdi. Yapılan uyarılar ile boykota gönülsüz olanların en azından gelecekte karşılaşacakları cezadan korkarak boykota iştirak etmemeleri sağlanmaya çalışıldı. Ama iştirak edecek olurlarsa bu işin şakasının olmadığı da vurgulanmış oldu. 37-41- Öyleyse, Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kitap’ta yazılan nasipleri onları bulacaktır. Resullerimiz, canlarını almak üzere onlara gelince; “Hani, nerede Allah'tan başka yardım istedikleriniz?” diyecekler. Onlar ise, “Bizi yüzüstü bıraktılar!” diye karşılık verecekler ve inkârcı olduklarına, bizzat kendileri tanıklık edecekler. (Allah onlara,) “Size önderlik eden / sizi sürükleyen (Ebu cehil gibi şeytanlar grubu) insden (tanıdığınız, ünsiyetiniz olan) ve cinnden (tanımadığınız, yabancı, ecnebi) toplumların arasına katılarak ateşe girin!” diyecek. Her toplum girdikçe kardeşine / yandaşına / yoldaşına lânet edecek. Nihayet hepsi oraya toplandığında, izleyenler / tabi olanlar önderler / öncüler / boykot bayraktarları hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten iki kat azap ver” diyecek. (Allah ise) “Herkese iki kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” diye cevap verecek. Bu kez önderler / öncüler / boykot bayraktarları, kendilerini izleyenlere / tabi olanlara “İşte gördünüz, sizin bizden bir farkınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın” diyecekler. Şu, ayetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenlere, işte onlara göğün (yüce alemlerin) kapıları açılmayacak ve halat (ya da deve) iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de ateşten örtüleri vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız. (Araf Suresi: 37-41) Cenab-ı Hak, ahiret yurdunun diğer sahnesinde ise müminlere ve boykota maruz kalan Haşimoğullarına, karşılaştıkları zulüm ve mahrumiyetin karşılıksız bırakılmayacağını ve çok büyük mükafatla ödüllendirileceğini anlattı. Bu ödül aynı zamanda Hz. Muhammed’in @ yanında yer alanlara bu dünyada verilecek ödülün de müjdesidir. Ayetlerin devamında Cenab-ı Hak, Ahiretteki cennette yaşanacakları örnek vererek Hz. Muhammed @ yanlılarının kuracakları medeniyette dünya cenneti misali müminlerin kalpleri Cenab-ı Hakk’ın kılavuzluğu ile kabilesel ve kişisel kıskançlıklardan, hasedden, kin ve garazdan, hainliklerden temizlenerek kardeşliğe, tevhide, barış yurduna kavuşulacağını müjdeler. Anlatılan bu sahnelerde, boykotla her türlü nimetten mahrum bırakılanlar ahirette boykotçulara tabi olanlarla alay edecekler ve adeta “nasılmış, kim haklıymış?” diyecekler. Boykotçulara tabi olanlar ise çok büyük bir pişmanlıkla boykot önderlerine / Ebu Cehil gibi iblislere lanet edecekler. İşte bunların hepsi hem bu dünyada hem de ahirette yaşanmış ve yaşanacaktır. 42-45- Fakat kim iman eder ve ıslah edici eylemlerde bulunursa –ki Biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz– işte onlar cennet ehlidir ve onlar, orada ebedi olarak kalıcıdır. Onları içlerine işlemiş kötü duygu ve düşüncelerden tamamen arındıracağız. Onların altlarından ırmaklar akacak. (Ve onlar,) “Bize bunun için rehberlik eden Allah’a hamdolsun. Eğer Allah bize rehberlik etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçek ile gelmiştir” diyecekler. Onlara seslenilir: “İşte size yaptığınız iyiliklere karşılık mirasçısı olduğunuz Cennet!” Cennet halkı ateş halkına, “Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçekleşmiş olarak bulduk. Peki, siz Rabbinizin size vaat ettiğini gerçekleşmiş olarak buldunuz mu?” diye seslenecekler. Onlar, “Evet” diyecekler. İçlerinden bir münadi haykıracak: “Allah lanet etsin tüm zalimlere! O zalimler ki insanları Allah’ın yolundan çevirirler ve onu çapraşık, dolambaçlı, zor göstermeye çabalarlar; üstelik onlar ahireti de inkâr ederler!” (Araf Suresi 42-45) Haşimoğullar ve müminler ise boykota karşı şanlı bir direniş sergileyeceklerdir. Öyle ki henüz iman etmemiş fakat müminlerin haklı olduklarını bilen kararsızlar /a’raftakiler / ortadakiler onlara gıpta edeceklerdir. Ayrıca mümin olmasalar da müşriklerin Haşimoğullarına ve müminlere yapacakları boykota gönlü razı olmayan, onların bu girişimlerini yanlış bulan ama elinden de bir şey gelmeyen araftaki Mekkelileri inkârcı müşrik Mekkelilerden ayrı tutmak gerekiyordu. Onlar korktuğu içinde müminlerin yanında yer almıyorlardı fakat müminlerin ve Haşimoğullarının onurlu direnişlerine de imreniyorlardı. Onlar diğer inkarcılardan farklıydı. Onlar müşrik elitlerin Haşimoğullarına ve müminlere yapacakları boykotun çok yanlış ve Mescid-i Haramın statüsüne aykırı olduğunu ve bu boykotun sonunun iyi olmayacağını biliyorlardı. Aslında bu boykotçu ileri gelenlerle beraber olmak ve onlarla birlikte bulunmak da istemiyorlardı. Arada kalmış bu kimselerin hem dünyadaki gelecekleri hem de ahiretteki akıbetleri yine kıyamet sahneleri ile tasvir edilir. Onlar sonunda Hz. Muhammed @ ve müminlerin yanında olmayı ve müşriklerden uzak olmayı tercih edeceklerinden dolayı hem bu dünya da hem de ahirette huzura, barışa ve cennete kavuşacakları müjdelenir. Cenab-ı Hak, araftakiler ayırdımı ile toplumda iyi ve kötüyü ayırt edebilen ama birtakım nedenlerle iyilerin yanında da yer alamayan insanları, toptancı bir anlayışla kötülerin arasına itmemeye ve onları kazanmaya çalışan müthiş bir stratejiyi Hz. Muhammed @ ve yanlılarına öğretti. 46-49- Aralarında da bir perde vardır. A’raftaki / ortadaki / iyilerle kötüleri ayırt edebilmiş kimseler, her iki kesimi de simalarından (belirtilerinden) tanırlar. Ve bunlar (a’raftaki kimseler), cennete girmek için can attıkları halde henüz girmemiş olmakla birlikte cennet halkına da “Selâm olsun size!” diye sesleneceklerdir. Gözleri ateş halkına çevrilince, “Rabbimiz! Bizi bu zalimlerin arasına katma” diye yalvaracaklar. A’raftaki / ortadaki / iyilerle kötüleri ayırt edebilmiş kimseler, simalarındaki belirtilerinden tanıdıkları kimselere seslenip, “Kalabalığınız ve büyüklenmenizin sebebi olan şeyler (malınız, mülkünüz, gücünüz,..) size hiçbir yarar sağlamadı, işte şunlar (müminleri işaret ederek) bir zamanlar “Allah rahmetini onlara asla ulaştırmaz!” diye yemin ettiğiniz kimseler değiller mi?” diyecekler ve kendilerine “Girin cennete! Sizin için gelecek endişesi yok, geçmiş dolayısı ile de hüzün duymak da yok!” denilecek.( Araf Suresi: 46-49) Cenab-ı Hak, bir diğer kıyamet sahnesini anlatırken Mekkeli müşrik elitlerin Haşimoğullarına ve müminlere reva görecekleri boykotun aynısı ile kendilerinin ahirette karşılaşacaklarını tasvir eder ve müminler ile Haşimoğullarına ise cennet nimetlerinin sunulacağını bildirir. Ayrıca peygamberimizin vaad ettiği toplumsal kurtuluş / diriliş / azap gününün hemen olmasa da mutlaka geleceğini ve bu nedenle önemli olanın o gün için hazırlıklı olmak gerektiği müteakip ayetlerde vurgulanır. 50–53-Ateş halkı, cennet halkına şöyle seslenecek: “(Ne olur) üzerimize biraz su dökün!” veya “Allah’ın size bahşettiği rızıklardan bize de verin”. Onlar ise, “Allah, dinlerini oyun ve eğlenceye çevirip dünya hayatının cazibesine aldanan inkârcılara suyu da yiyecekleri de yasaklamıştır!” diye cevap verecekler. Dahası onlar nasıl bugünle karşılaşacaklarını umursamadılar ve mesajlarımızı bile bile inkâr ettilerse, Biz de bu gün onları dikkate almayacağız. Zira Biz onlara, inanmaya gönüllü bir toplum için, bir yol haritası ve rahmet olarak, tam ve kesin bir bilgiye dayalı izahlarımız bulunan bir Kitap iletmiştik. (Şimdi) onlar ille de onun verdiği haberlerin hemen gerçekleşmesini mi bekliyorlar? Onun gerçekleştiği gün geldiğinde, önceleri onu dikkate almayanlar, “Doğrusu Rabbimizin elçileri bize hakikati söylemiş. Acaba şimdi bize şefaat edip bizi kayıracak birileri var mı? Veya geri gönderilip de yaptıklarımızdan başkasını yapabilir miyiz?” diyecekler. Doğrusu onlar işte böyle kişiliklerini yitirecekler ve uydurdukları şeyler de onları yüzüstü bırakacak. (Araf Suresi 50-53) Hz. Muhammed @ yanlılarının morale ihtiyacı vardır. Zira Habeşistan’a yapılan hicret başarılı olmuşken müşrik elitlerin yapmış oldukları siyasi bir manevra ile yanıltılarak tekrar Mekke’ye geri dönmeleri onların morallerini son derece bozmuştur. Toplumsal devrimin / dönüşümün ne zaman gerçekleşeceği, Cenab-ı Hakk’ın vaadini ne zaman yerine getireceği hususlarındaki tereddütlere cevaplar verilmesi gerekmektedir. Bu tereddütleri gidermek ve moral vermek için Cenab-ı Hak, yerleri ve gökleri aşama aşama belli bir süreçte yarattığını ve sonra da yarattığı kâinatı kontrolü altına aldığını belirtti. O bu benzetme ile tevhidi dünya görüşüne dönüşümün aşama aşama olacağını ve sonunda da ilahi öğretiye dayalı tevhit sisteminin bütün topluma hâkim olacağını anlatır. Zaferi hemen vermemesinin hikmeti olarak, hareketin belirli aşamalardan geçerek olgunlaşması gerektiğine işaret edilir. Güneş, ay ve yıldızların O’nun emrine amade olması misali bütün beşerî otoriteleri de emrine amade kılabilecek güç ve kudrete sahip olan Alemlerin Rabbinin her şeye hâkim olduğunu ve son derece de cömert olduğu belirtilir. Bu nedenle de müminlerin güvenmeleri ve dua / niyazla O’na yönelmeleri gerektiği ifade edilir. Ayrıca müminler O’nun verdiği söz / vaat yerine gelince yani ülkede dirlik, düzenlilik ve birlik sağlanıp toplum ıslah edildikten sonra sakın bozgunculardan olmamaları konusunda uyarılırlar. [1] ) Utbe bin Rebia’nın Resulullahın tevhidi dünya görüşünü tüm Mekke’nin kabul edip arkasından gidilmesini, başarırsa bu başarının Mekke’nin başarısı olacağı, şayet yenilirse o zamanda bu beladan kurtulmuş olacakları şeklindeki teklifine atıfla (A.A) [2] ) NOT: Kıssanın ayetlerdeki anlatımına dikkat edilecek olursa konuşan şahısların isimleri zikredilmez. Yeni konuşanların kimlikleri gizlenir. Böylece kıssa benzer olaylara çok rahat bir şekilde metafor yapılabilir. Sözlü kültürün anlatım şekli olan kıssa anlatımı tekniği ile Cenab-ı Hak, o dönemde olan olayları çok veciz ve edebi bir şekilde Hz. Adem kıssası metaforunda anlatmıştır. (A.A) Hatta şu uyarılarda eklenir; “Sadece kendi toplumunuzu ıslah etmeyeceksiniz başka diyarlara da gidip diğer toplumları ıslah etmek üzere O’nun size gönderdiği öğretiyi taşıyacaksınız ve bu ilahi öğretiyi onlara öğreteceksiniz. Böylece oralara da rahmet olacak çevrenizdeki ölü toplumları da bu rahmetle dirilteceksiniz. Tıpkı rüzgârın yağmur yüklü bulutları yüklenip taşıması ve o yağmuru / rahmeti kurak beldelere / ölmüş topraklara götürüp bırakması ve oraların o rahmet ile dirilmesi gibi.” Rüzgâr misali vahyi alıp başka diyarlara götüren müminler, bu ilahi öğretinin vereceği hayat ile dirilen toplumlar ile büyük bir medeniyet inşa edecektir. Cenab-ı Hak, müminlere şu görevleri de çeşitli benzetmelerle bildirir; “Sizlerin görevi insanlar için iyi bir ortam hazırlamaktır. İlahi öğretinin hâkim olduğu bir toplumdan güzel insanlar çıkacaktır ve güzel bir toplum inşa edilecektir. Ama kötü, çirkin ve sapık bir toplumun çıkaracağı insanlar da azgın, sapık ve zalim olacaktır. Şirk öğretisinin hâkim olduğu toplumdan iyi insan çıkmasını bekleyebilir misiniz? Bu, tıpkı bereketli ve verimli bir toprağın iyi bitki vermesi ve kurak, kıraç ve verimsiz bir toprağın da kötü, çelimsiz ve zayıf bitki vermesi misali gibidir.” İşte bu vazifeleri yapabilecek kıvama gelmesi için müminlerin bir süre daha yetişmeleri, olgunlaşmaları ve çilelere tahammülü öğrenmeleri gerekmektedir. 54-58- Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde /aşamada / çağda yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden / otoritesini kuran / yönetimi altına alan, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine amade kılan Allah’tır. İyi biliniz ki yaratma da yönetme de sadece O’na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! Rabbinize alçak gönüllü olarak ve derin bir acziyet duygusu içinde yalvarın! Kesinlikle O, haddi aşanları sevmez. Bu nedenle düzen sağlandıktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O’na, derin bir ürperti ve büyük bir iştiyakla dua edin. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti, muhsinlere (erdemlilere / güzel davrananlara) çok yakındır. O’dur, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler olarak gönderen. Ki o rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye götürür ve bu yolla suyu indiririz. Böylece her türlü ürünün yeşerip boy vermesini sağlarız. İşte Biz, ölüleri de böyle dirilteceğiz. Belki düşünür de öğüt alırsınız. İyi / güzel / bereketli beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle gür ve gümrah olur; ama kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, şükreden / elindeki nimetin değerini bilen bir toplum için ayetlerimizi böyle türlü türlü, tekrar tekrar dile getiriyoruz. (Araf Suresi 54-58) Mekke müşrik elitler siyasi bir zafer kazandıkları düşüncesiyle zafer sarhoşluğu içerisinde idiler. Habeşistan’a hicret eden müminlerin Mekke’ye geri dönmeleri onlarda çok büyük sevinç yaratmıştı. Ayrıca uzlaşmaya yanaşmayan Haşimoğulları ve müminlere boykot uygulama kararında ısrarlı idiler. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Hz. Muhammed @ Rabbine olan sonsuz bir güven ile müşrik elitlerini hemen sevinmemelerini, tevhidi dünya görüşüne dönmedikleri takdirde kendilerini korkunç bir azap / yıkımın beklediği konusunda uyarıyordu. Onlar ise bu uyarılara Peygamberimiz için siyasetten anlamayan, sapık, yolunu şaşırmış, dalalet içinde olduğunu söylediler. Bu sözleriyle onlar kazandıkları siyasi zafere işaretle savundukları şirk ideolojilerinin daha üstün olduğunu ifade ediyorlardı. Onların bu sözlerine karşı Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed’den @ onlara Hz. Nuh’un @ diliyle cevap vermesini istedi ve müteakip ayetlerini inzal etti. Bu ayetlerde Hz. Nuh’un@ mücadelesinde kavminin aynı sözleri kendisine sarf ettiğini kıssa olarak zikreder. Nasıl ki Hz. Nuh @ kendi kavminin azgınlarına karşı uyarılarını yaparken kendisinin gayet aklı başında ve ne dediğini bilen birisi olduğunu belirttikten sonra, bu uyarılarını Allah’ın elçisi olarak yaptığını, kendilerine öğüt verdiğini, ilahi vahiy sayesinde onların bilemediği şeyleri bildiğini ifade ettiyse, Hz. Muhammed’de @ aynı hususları Mekke müşrik ileri gelenlerine söyledi. “Kavminin faydasına olacak öğütlerde bulunmak neden yadırganıyor anlaşılacak gibi değil” diye de ekler. Hz. Nuh’un @ gemisine girenlerin kurtulduğu gibi Hz. Muhammed’in @ tevhid dünya görüşüne katılanlarında kurtulacağı müjdesi verilir ki; müminler bu müjde ile sevinsinler. Zira boykota gidilen bir süreçte böyle bir morale onların çok ihtiyaçları vardı. 59-64- And olsun ki Biz, Nuh’u kavmine elçi olarak gönderdik. O dedi ki; “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. Ben, sizin korkunç bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum” dedi. Kavminin ileri gelenleri, “Biz seni apaçık bir sapıklık / dalalet içinde görüyoruz” diye karşılık verdiler. (Nuh) dedi ki: “Ey kavmim! Ben dalalette / sapık / yolunu kaybetmiş değilim, aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği mesajları tebliğ ediyor, size öğüt veriyorum; çünkü ben Allah’tan gelen vahiy sayesinde, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Fakat takvalı / sorumluluk sahibi olmanız ve bu sayede rahmete nail olabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, Rabbiniz tarafından bir zikir (kitap)gelmesi neden acayibinize gidiyor / yadırgıyorsunuz?” (Bu uyarıya rağmen) onu yalanladılar. Bunun üzerine Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanları da boğduk! Onlar gerçekten de kör bir kavim (topluluk) idiler. (Araf Suresi 59-64) Müşrik elebaşılara Hz. Nuh’un @ dilinden verilen cevaptan sonra bu kez Hz. Hud @ diliyle de cevaplar verilir. Ve bu cevaplarda Hz. Hud @ kıssası üzerinden peygamberimiz için “Kendisinde bir akılsızlık, basiretsizlik, şaşkınlık, gafillik olmadığını ve bunu da en iyi bilenlerin kendileri” olduğu belirtildi. Daha sonra ise “Cenab-ı Hak tarafından bilgiyle donatılmış, ne yapacağını bilen, akıllı ve bilge bir kişilikle sizlere öğüt veren, yol gösteren, önünüzdeki tehlikelere işaret ederek sorumlu olmaya davet eden ve böylece sizin iyiliğinizi isteyen birisinin yine O’nun tarafından size gönderilmesinden daha tabii ne olabilir? Bu olaydaki tuhaflık nerede?” şeklinde uyarıcı ve düşünmeye çağıran sorular yöneltildi. Hz. Hud @ diliyle verilmesi istenen mesajlara bir de Hz. Muhammed’in @ yaptığı uyarı ile alay etmelerine verilen cevaplarda eklenir. Çünkü onlar Hz. Muhammed’in @ sadece şahsiyeti ile alay etmemişlerdi aynı zamanda onun “toplumsal kıyametiniz / yıkımınız / azabınız yakındır” uyarısına karşı da şöyle alay etmişlerdi; “Hani bizim şirk rejimimizin ve bizim sonumuz geliyordu? Ne zaman olacak bu toplumsa kıyamet? / bu toplumsal yıkım? Ne zaman gelecek bu tehdit ettiğin azap?” Onların bu alaylarına karşı da peygamberimizin Hz. Hud @ diliyle şöyle cevap vermesi bildirildi; “Şu içinde yaşadığınız kokuşmuşluğunuz, geriliğiniz ve ilkelliğiniz size azap olarak yetmez mi? Azap olarak daha neyi bekliyorsunuz? Zaten hak ettiğiniz azabın içindesiniz. Bu ilkellik, gerilik ve kokuşmuşluğun sebebi olan boş-batıl gelenek, düşünce ve inançlarınızla bakalım nereye kadar gideceksiniz? Bu halinizin sizi nereye götüreceğini birlikte yaşayacağız ve göreceğiz?” 65-72- Ad’a da kardeşlerinden Hud’u (elçi olarak gönderdik). O, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilah yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?” dedi. Kavminden, inkarda direnen ileri gelenler, “Biz seni beyinsizlik / ahmaklık / saflık / zekâ geriliği içinde görüyoruz ve üstelik biz senin yalan söylediğini düşünüyoruz” diye cevap verdiler. (Hud da) dedi ki “Ey kavmim! Ben beyinsiz / ahmak / saf / geri zekalı biri değilim. Tam aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi uyarması için içinizden birine Rabbinizden bir zikir (kitap) gelmesi neden acayibinize gidiyor / yadırgıyorsunuz? Hiç değilse Nuh kavminden sonra sizi nasıl halifeler / uygarlığın mirasçısı yaptığını ve yaratılış bakımından sizi nasıl üstünlüklerle takviye ettiğini düşünün! Allah’ın bu nimetlerini düşünün ki kurtuluşa erebilesiniz!” (Onlar da) dediler ki: “Sen bize Allah’a; tek olarak kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakmamız için mi geldin? Tamam, eğer doğrulardan isen, haydi getir (de görelim) bizi tehdit edip durduğun azabı!” (Hud) dedi ki: “(Daha ne bekliyorsunuz ki?) Rabbinizin bir azap olarak müstehak gördüğü kokuşmuşluğun içindesiniz zaten! Şimdi, Allah’ın haklarında hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın yücelttiği isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyeceğim!” Bunun üzerine onu ve onunla beraber olan kimseleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanların kökünü kazıdık. Çünkü onlar (tehdidimizin gerçekliğine) inanmamışlardı. (Araf Suresi 65-72) Hz. Muhammed’in @ müşrik elitlerin boykota asla yeltenmemeleri ve toplumun zayıf, kimsesiz, yoksul ve fakirlerine zalimce davranmamaları aksi takdirde acıklı bir cezaya çarptırılacakları konusunda uyarınca onlar geldikleri konumu siyasi zafer olarak gördüklerinden daha çok şımardılar ve şirk rejimlerini kimsenin yıkamayacağını ve asla tehditlere pabuç bırakmayacaklarını deklare ettiler. Böylece onlar rejimlerinin çok güçlü olduğunu, muhalifleri ezebilecek kudrette olduklarını ve bu konuda kural, ilke, kutsal vb. hiçbir değer tanımadıklarını ve yapacakları şeyler konusunda bir gün gelip yaptıklarının ve yapacaklarının hesabının sorulmasından korkmadıklarını gösteren mesajlarını verdiler. Hatta daha da ileri giderek müminlerin çok emin oldukları ve geleceğinden asla şüphe etmedikleri toplumsal yıkım / toplumsal devrim konusunda onların kanaatlerine asla katılmadıklarını ve onların bekledikleri bu devrimin / bu yıkımın hayalden öte bir şey olmadığını belirttiler. Bu nedenle de şirk sistemini aynen muhafaza edeceklerini, Hz. Muhammed @ yanlılarına ve Haşimoğullarına boykot uygulayacaklarını, Allah’ın verdiği nimetleri onlara yasaklayacaklarını ve bu hususta kimseden korkmayacaklarını duyurdular. (Allah’ın devesinin yeryüzünde otlamasına müsaade edilmemesine bir metafor) Mekke’nin müşrik elitleri bunlarla da yetinmeyeceklerini ve Hz. Muhammed’in @ safında yer alan köle ve kimsesizleri her türlü işkenceden geçirdiklerini, bazısını vahşice öldürdüklerini de anlatarak a’raftakiler ve Mekke’ye gelen yabancılar üzerinde baskı ve terör estirileceğini de söylediler. Mekke’ye gelen yabancılardan Hz. Muhammed’e @ iman ederek bağlanma kararı alanlar ya da onu desteklemek arzusunda olan olursa onlara da boykot, baskı, yıldırma, aşağılama ve hatta zayıf olanlarına karşı da aynı şeyleri yapmaktan çekinmeyeceklerini ifade ettiler. Onların bütün bu söylemleri Hz. Salih @ kıssasındaki “haydi getir şu tehdit ettiğin azabı” metaforu ile verilmektedir. Fakat Mekke müşrik ileri gelenleri yapacakları yanlışın farkında bile değildiler. Çünkü eğer boykot yapacak olurlarsa bu kendi sonları olacaktı. Cenab-ı Hak, boykot konusundaki uyarısını Hz. Salih @ kıssası ile yapar; 73-79- (And olsun ki) Semud’a da kardeşlerinden Salih’i (elçi olarak gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilah yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah’ın devesi, sizin için bir ayettir; o halde bırakın onu Allah’ın yeryüzünde otlasın, sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi elem verici bir azap yakalayıverir. Ad’dan sonra O’nun sizi nasıl halifeler / uygarlığa varisler kıldığını ve yeryüzünde sizi nasıl yerleştirdiğini düşünün ki: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarını evler halinde yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini düşünün de yeryüzünde fesadı / kötülüğü yaygınlaştırarak taşkınlık yapmayın.” Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, aşağılayıp zulmettikleri müminlere dediler ki: “Siz, Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş olduğunu nereden biliyorsunuz?” (Onlar da) “Biz onun getirdiği mesaja inanıyoruz!” dediler. O büyüklük taslayan kimseler, “sizin o kadar emin olduğunuz şeyi biz asla doğru bulmuyoruz!” dediler. Sonunda deveyi katlettiler ve Rablerinin emrine başkaldırdılar: üstelik dediler ki; “Ey Salih! Eğer gerçekten elçilerden birisi isen, haydi getir şu bizi tehdit ettiğin azabı!” Derken, onları, şiddetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. (Salih de) onları ardında bırakırken “Ey kavmim! And olsun ki ben size Rabbimin mesajını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim, fakat siz öğüt verenleri hiç sevmediniz!” diye söylenmişti. (Araf Suresi 73-79) Hz. Muhammed @ Mekkelileri temizliğe, dürüstlüğe, doğruluğa ve erdemliliğe davet etmişti. Getirdiği ilahi öğreti ile de onları yıkıma, azaba götürecek şirk sisteminden ve bu sistemin sonuçları olan sapkınlıklardan da kurtulmaya davet etmekteydi. Şirk sistemi onların cinsel sapkınlıklarını da meşru hale getirmişti. Halbuki Allah Resulü, tevhidi dünya görüşü ile onları livataya kadar varan azgınlık ve cinsel sapıklıklardan da kurtarmaya çalışıyordu. Mekkeli müşrik ileri gelenleri son kazandıkları siyasal zafer sarhoşluğuyla öylesine azdılar ki; cinsel sapkınlıklarının ve ahlaksızlıklarının dile getirilmesinden, yüzlerine vurulmasından utanacakları yerde pişkin pişkin Hz. Muhammed @ ve müminler için “namus budalası, temizlik budalası, ahlak budalası, temiz olmak istiyorlarmış vb.” ifadelerle onların temiz ve namuslu olmaya yönelik güzel ve övülecek hareketleriyle alay ettiler. Hatta iğrenç hareketlerine ortak olmadıkları için boykotla onları içlerinden atma, onları kendilerinden tecrit etme veya yurtlarından kovma tehdidinde bulundular. Kazandıkları siyasi zafer ile onların kendilerini ne kadar güçlü hissettiklerini ve kendilerini haklı olarak eleştirenleri bile Mekke’den sürüp çıkarma ve tecrit etme tehdidinde bulunabilecek kadar yüzsüz, arsız bir hale dönüştüklerini göstermektedir. Diğer taraftan Hz. Lut @ kıssasının cinsel sapkınlık anlatısı üzerinden Mekke’deki siyasal duruma da bir atıf vardır. Şöyle ki; “kadınları bırakıp erkeklere tecavüz ediyorsunuz” ifadesi ile tevhidi hareketin eril çıkışına, müşriklerin siyasal tecavüzü olarak da okunabilir. Zaten arkasından gelen uygulamanın temiz kalmaya çalışan müminleri şehirden sürüp çıkarmak tehdidi boykot ile örtüşmektedir. İşte Mekke’deki bu durum Hz. Lut @ kıssası ile tasvir edilmiş ve onlara Hz. Lut’un @ dili ile cevap verilmiştir; 80-84- (Ant olsun) Lut’u da (elçi olarak gönderdik). Hani o, kavmine şöyle çıkışmıştı: “Siz, sizden önce alemlerden hiçbirinin yapmadığı kötülüğü mü / fahşayı mı yapıyorsunuz? Sizler kadınlardan başka erkeklerin üzerine şehvetle geliyorsunuz. Aslında sizler haddi aşmış / çizmeyi çoktan aşmış bir kavimsiniz.” Ama kavminin cevabı yalnızca şundan ibaret oldu; “Sürün çıkarın şehrinizden onları! Besbelli bunlar pek temiz insanlarmış!” Bunun ardından Biz de o’nu ve ailesini / yakınlarını / yandaşlarını kurtardık, sadece karısı kalıp toprağa verilenlerden oldu. Sonunda sağanak (gibi bela) yağdırdık üzerlerine. Bak bakalım günahkârların sonu nasıl olurmuş! (Araf Suresi 80-84) Hz. Muhammed’in @ teklif ettiği tevhidi dünya görüşü, kabileci şirk sisteminin getirdiği hukuksuzluğu kaldırmayı öngörüyordu. Kabileci şirk sisteminde kabilelerin birbirinden bağımsız olması, bireylerin işlediklerinden sadece kendi kabile otoritelerine karşı sorumlu olmaları, kimsenin kendilerine hesap soramayacağı anlayışı ve kabilelerin de kendi mensuplarını aşırı şekilde kayırmaları nedeniyle şehir yaşamında muazzam hukuksuzluk ortaya çıkmıştı. Bu hukuksuzluk hayatın her alanında görülüyordu. İşte tevhidi sistemle bu hukuksuzluğun kaldırılması için kabileci şirk sisteminin yok edilmesi gerekiyordu. Allah Resulü@ şirk sisteminin terk edilmesini ve bu sistemin meşru hale getirdiği ticari yolsuzlukların kaldırılması gerektiğini bildirerek müşrik elebaşılarını en zayıf ve haksız oldukları yerden yakalıyordu. Yani onların yaptıkları ticari işlemlerde insanları aldatmamalarını, insanların haklarına tecavüz etmemelerini, ölçüyü ve tartıyı düzgün tutmalarını bildirirken aslında onların doğru olduğunu savundukları şirk sisteminin yanlışlığına işaret ediyordu. Zira onlar alışverişlerinde ölçerken ölçüyü kendi lehlerine olacak şekilde tutuyorlardı ve bunu da tekel konumlarını kullanarak yasal hale getirmişlerdi. İnsanlar çaresiz oldukları için yapılan haksızlığa karşı çıkamıyorlardı. Böylece onların kıssaların başında peygamberimizi suçladıkları sapıklığın aslında kendilerinde olduğu halka gösterilmiş oluyordu. Onları doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet sistemi olan tevhid sistemine çağırıyordu. Ayrıca Mekke’nin Hz. İbrahim @ tarafından kurulurken ne kadar az bir topluluk olduklarını ama şimdi gelinen noktada Arabistan yarımadasının ana kenti konumuna geldiklerini belirttikten sonra bu durumun devam etmesi için hukuka, iyiliğe, ıslah olmaya, doğruluğa ve dürüstlüğe önem verilmesi gerektiğini aksi takdirde yok olacaklarını bildirir. Mekkeli müşrik elitler yolsuzluklarının deşifre edilmesinden ve bu yolsuzluklarının bir sistem sorunu olduğunun ifade edilmesinden son derece rahatsız oluyorlardı. Şimdi siyaseten bir üstünlük yakaladıklarını düşünerek peygamberimizi ve müminleri kendi yolsuzluklarını deşifre etmekten vazgeçmeye zorlamakta ve gittikleri yoldan vazgeçmeye çağırıyorlardı. Onları Mekke dışına sürgün etmekle ve boykot uygulamakla korkutmaya çalıştılar. Müminlerin önlerine iki seçenek sundular; “ya şirk sistemini benimseyecek ve tevhidi dünya görüşünü bırakacaksınız ya da Mekke’den sürülerek boykota maruz kalacaksınız.” Müminler bu çağrıyı kesin bir dille reddettiler ve Cenab-ı Hak kendilerini iğrençlik, pislik, yolsuzluk batağından kurtarmış ve temizlik, doğruluk, dürüstlük, fazileti bahşetmişken tekrar o iğrençliğe dönmelerinin mümkün olmadığını haykırdılar. Şayet tekrar şirk sistemine dönecek olurlarsa şimdiye kadar yaptıkları mücadele ve iddiaları ile Allah’a iftira etmiş olacaklarını bildirdiler. Ve onlara şayet kendilerinin haklı olduklarını, bu yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyorlarsa eğer karşılarında da bu yaptıklarının yanlış olduğunu iddia eden bir kitle olduğunu değerlendirerek hiç olmazsa halkın hangi tarafı en son tercih edeceğini / Allah’ın nasıl hüküm vereceğini beklemelerini ve kendilerine karşı fikirde olanlara baskı yapmamalarını söylediler. Ama onların boykot konusunda kararlı olduklarını görünce de müşrik kavimleri ile aralarındaki sorunun çözümünde Allah’tan yardım niyaz ettiler. Cenab-ı Hak müşrik elebaşıların eninde sonunda kaybedeceklerini ve yıkıldıkları zaman da arkalarından kimsenin üzülmeyeceğini Hz. Şuayb @ kıssası üzerinden bildirerek müminlere moral verdi. Yukarıda anlatılan durum bir bütün halinde Hz. Şuayb @ kendi kavmi ile yaşadıkları diyalog üzerinden aktarıldı; 85-93- (And olsun ki) Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (elçi gönderdik). Dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden apaçık belgeler geldi: Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasının değerini eksiltmeyin, ülkede ıslahat yapıldıktan sonra bozgunculuk yapmayın; eğer Allah’a güvenen kimseler iseniz, bu sizin için daha hayırlıdır! Hem öyle Müminleri tehdit ederek Allah’ın yolundan döndürmeye ve O’nun yolunu yanlış göstermek için her türlü yola başvurmayın. Düşünün ki siz sayıca çok az iken O sizi çoğalttı. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bakın da ibret alın! Mademki aranızda getirdiğim mesaja inanan bir topluluk yanında inanmayan bir topluluk da var; o halde Allah aramızda hükmedinceye kadar bekleyin! Zira O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şuayb! Ya seni ve senin tarafını seçen müminleri kentimizden sürüp çıkarırız, ya da bizim milletimize / dinimize / yolumuza / inanç sistemimize dönersiniz!” (Şuayb da) dedi ki: “Peki ya razı olmazsak? Hem Allah bizi ondan kurtardıktan sonra kalkıp tekrar sizin milletinize / inanç sisteminize / dininize dönersek, o zaman Allah’a karşı düpedüz yalan yakıştırmış oluruz. Rabbimiz Allah istemediği sürece sizin inanç sistemine geri dönmemiz mümkün değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır ve biz sadece Allah’a güveniyoruz.” “–Ey Rabbimiz! Bizimle şu halkımız arasındaki engelleri hakk ile (gerçek olarak, adilane bir şekilde, en güzel ve en uygun bir şekilde, hakkı-gerçeği açığa çıkaransın) kaldır. Sen elbette engelleri kaldıranların / hakkı- gerçeği açığa çıkaranların en iyisisin! –” Ve o’nun kavminden, kâfir olan ileri gelenler : “Eğer Şuayb’a uyacak olursanız, kesinlikle kaybeden siz olacaksınız!” diye (insanları) tehdit ettiler. Sonunda o müthiş sarsıntı onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki orada hiç yaşamamış gibi / yalan oldular. Şuayb’ı yalanlayanlar var ya, işte gerçek kaybeden onlar oldu... Ve (Şuayb) onları ardında bırakırken şöyle söylendi: “Ey kavmim! Doğrusu ben size Rabbimin mesajlarını tebliğ etmiştim ve size öğüt vermiştim, (ama siz öğüt almadınız) şimdi hâl böyleyken ben (sizin gibi) nankör bir kavme / topluma nasıl üzüleyim?” (Araf Suresi 85-93)

  • Bölüm 37: TEBUK SEFERİ SONRASI | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 37 TEBUK SEFERİ SONRASI 37.1. Münafıkların İhanetlerinin Tescillenmesi İslam Ordusu Tebuk’ten Medine’ye döndü. Münafıkların beklentilerinin tam tersi olarak bu sefer başarılı geçmişti. Onlar Bizans ve Gassani ordularının müminleri derdest edip esir edeceklerini bekliyorlardı. Fakat düşman orduları İslam Ordusunun meydan okumasına hiçbir karşılık verememişti. Tebuk bölgesindeki kabileler de İslam Cumhuriyetinin egemenliği altına alınmak suretiyle İslam Cumhuriyetinin sınırları, Arap yarımadasının kuzeyini de güvenliğe alacak şekilde genişlemişti. Düşmanla iş birliği yaparak ihanet eden ve beklentileri de gerçekleşmeyen münafıklar, şimdi nasıl hesap vereceklerinin, paçayı nasıl kurtaracaklarının planlarını yapmaktaydılar. Zira o münafıkların yapmış oldukları ihanetleri ortaya çıkaran vesileleri Allah göndermiş ve Tebük bölgesinde ilişkide oldukları kabilelerin ileri gelenleri onların yaptıkları ihanetlere ilişkin bilgileri Hz.Muhammed’e@ tek tek bildirmişlerdi. Halbuki sefer öncesinde münafıklar düşmanla iş birliği yaptıklarını sürekli inkâr ediyorlardı. Hz.Muhammed’in@ Tebuk bölgesinden edindiği bilgiler ise onların ihanet ilişkilerinin kanıtlarını oluşturuyordu. Böylece münafıklar ne kadar mazeret ileri sürmüş olursa olsunlar hiçbirinin geçerliliğinin olmadığı ve hepsinin yalan olduğu açığa çıkmıştı. Cenab-ı Hak, inzal ettiği ayetlerle münafıkların içine düştükleri bu feci durumlarını ortaya koydu. Mümin olan kabile ve akrabalarının onlarla olan ilişkilerini kesmelerini emretti. Onların birer pislik iğrenç kimseler olduklarını ilan etti. Böylece onlar yaptıkları ihanetin cezası olarak toplumdan dışlandılar. 94-96- Seferden geri döndüğünüzde hemen koşup size mazeret sayıp döküyorlar. De ki: “Boşuna mazeret uydurup durmayın, size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin gerçek durumunuzu bildirmiş bulunuyor. Bundan böyle Allah ve Peygamberi yapıp ettiklerinizi takip edip gözetim altında tutacaktır. Sonra gizli ve açık her şeyi bilen Allah’ın huzuruna döndürülüp hesap vereceksiniz. O, bütün yaptıklarınızı tek tek size bildirecektir.” Siz seferden onların yanına döndüğünüzde, üzerlerine gitmemeniz için, mazeretlerinin doğruluğuna Allah adına yemin edip duruyorlar. Bundan sonra siz de onlara ilişmeyin / yüz çevirin onlardan. Çünkü onlar murdardır. / pislik insanlardır. Yaptıkları kötülüklerin cezası olarak varacakları yer cehennemdir. Hoşnutluğunuzu kazanıp / kandırıp sizi razı etmek için etrafınızda dört dönüp yeminler edip duruyorlar. Fakat sizi kandırıp onlardan razı olsanız bile, Allah, o fasıklara aldanmaz ve onlardan asla razı olmaz. (Tevbe Suresi 94-96) 37.2. Bedeviler Konusunda Müminlerin Uyarılması Bu seferde bir şey daha anlaşılmıştı. Müminlerin bedeviler konusunda çok uyanık olmaları gerekiyordu. Zira onlardan samimi olanları oldukça azdı. Onların çoğunluğu münafıklardan daha fazla mala mülke tapıyorlardı. İslam’a bağlılıkları ise son derece azdı ve ihanete yatkınlıkları çok şiddetli idi. Onlar için seferlerin ganimet elde etmekten başka bir amacı yoktu. Onlar sadece rantı düşünüyorlardı. Medeni olmayı ve Allah’ın sınırlarını hiç dikkate almıyorlardı. Eski sistemdeki gibi yağma ve talan yapmaya devam etmek için İslam Cumhuriyeti’nin zaafa uğramasını ve yıkılıp gitmesini dört gözle bekliyorlardı. Bu nedenle müminlerin gelecek zamanlarda onlara karşı çok dikkatli olmaları gerekiyordu. Fakat onların arasında takvalı olanları da vardı ki Cenab-ı Hak, onları övmek suretiyle diğerlerinin onlara özenmemelerini ve kendilerini düzeltmeye çalışmalarını istedi. Onların takvalı olanlarının imanlarının bir göstergesi olarak Allah yolunda infak ettiklerini ve onların bu harcamaları sırf Allah’a yaklaşmak ve elçisine destek olmaya vesile olması için yaptıklarını bildirdi. 97-99- Bedeviler / Araplar inkâr / başkaldırma / isyan / tanımama ve münafıklık / ikiyüzlülük bakımından şehirlilere göre hem daha beter / şiddetli, hem de Allah'ın Peygamberine indirdiği sınırları / kanunları tanımamaya daha yatkındır. Allah her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibidir. Bedevilerden / Araplardan öyleleri de var ki, Allah yolunda infak ettiğini zarar sayar ve bu vergiden kurtulmak için sizin devrilmenizi / felaketlere uğramanızı beklemektedirler. Bekledikleri felaketler / kötü devirler onların başına gelsin. Kuşkusuz Allah her şeyi işitir ve bilir. Ama bedeviler arasında öyleleri de vardır ki; Allah'a ve ahiret gününe inanır, Allah yolunda harcadıklarını, kendilerini Allah'a yaklaştırmaya ve Peygambere destek olmaya vesile olarak görürler. İyi bilin ki işte bu sadakalar Allah'a yakınlık için gerçek bir vesile olacaktır. Allah onları rahmeti içine katacaktır. Kuşkusuz, Allah çok bağışlayan ve çok acıyandır. (Tevbe Suresi 97-99) 37.3. Sinsi Münafıklar Hakkında Uyarılar Cenab-ı Hak, İslam Cumhuriyetinin kuruluşundan bugünlere getiren sadık samimi müminleri de överek onları tebrik etti ve onların ulaştıkları başarı ve zaferlere işaret ettikten sonra onlara ahirette de çok büyük mükâfatları hazırladığının müjdesini verdi. Fakat müminleri gelecekte kendilerini bekleyen en büyük tehlikenin Hz.Muhammed’in@ bile tespit edemediği sinsi münafıkların varlığına ve onlar hakkında dikkat edilmesi gerektiğine işaret etti. Cenab-ı Hak, o-sinsi münafıklar kendilerini ne kadar gizleseler de Allah’ın onları bildiğini ve yaptıkları ihanetlere şahit olduğunu da bildirdi. Bu nedenle onların giriştikleri her kalkışma eyleminin eninde sonunda başarısızlığa uğratılacağı ve böylece onlara azap üstüne azap yaşatılacağını haber verdi. Bu azap ve yıkımların sadece bu dünya ile sınırlı kalmayacağını onları ahirette çok büyük bir cehennem azabını beklediğini de ihbar etti. 100-101- Muhacirler ve Ensar’ın öncü müminleri ile onları en güzel şekilde izleyenlerden Allah razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için ebedi kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Çevrenizdeki bedevi Araplar ile Medine halkından münafıklıkta maharet kazanmış öyle münafıklar vardır ki, gerçek yüzlerini senden gizleyebilecek kadar sinsidirler. / Sen onları bilemezsin. Fakat Biz onları biliyoruz. Onlara azap üzerine azap edeceğiz. En sonunda pek büyük bir azaba uğratılacaklar. (Tevbe Suresi 100-101) 37.4. İlahi Düsturlar Daima Islah Edici Olmayı Öngörür Tebuk seferine katılmamak için mazeretler ileri sürerek seferden geri kalmış olanlar hakkında hüküm vermeye sıra gelmişti. Cenab-ı Hak, önce seferden geri kalan ve samimi mümin olanlar hakkında hükmünü verdi. Onlar suçlarını itiraf etmişlerdi. Seferden geri kalmak için mazeret uydurmamışlardı. Açık açık hata ettiklerini itiraf etmişler ve verilecek her türlü cezaya razı olduklarını ifade etmişlerdi. Ka’b b. Malik, Mürare b. Rebi ve Hilal b. Ümeyye den oluşan bu üç sahabenin davranışları, kendilerini kurtarmak için yalan yere bin bir yeminlerle paçayı sıyırmaya çalışan diğer münafıkların davranışları ile kıyaslandığında çok samimi bir duruştu. Hem çok üzgündüler hem gerçeği söylüyorlar ve hem de verilecek her türlü cezaya razıydılar. Münafıklar ise kendilerini haklı göstermeye çalışıyorlardı. Cenab-ı Hak samimi müminlerin tevbelerini ileride kabul edeceğini bildirdi ve onların yaptıklarının cezası olarak ödeyecekleri bedellerin kabulünü elçisine bildirdi. Hatta onların cezalarını çekmede sabır göstermeleri, dayanmaları için onlara dua etmesini, onlara destek olmasını da bildirdi. Onlara da affedilmeleri için çalışıp çabalamalarını, salih / hayırlı amellerde bulunmalarını emretti. Bütün toplumun şahit olacağı hayırlı eylemlerle affedilmeyi ve tekrar müminlerin safına kabul edilmeyi hak etmeleri gerektiğini bildirdi. Samimi olmayan münafık kimseler için bu bedeller çok ağır geleceğinden ve onların da bu bedelleri ödemeye yanaşmayacağından gerçek müminle münafığın anlaşılması ve insanların da buna şahit olması için bu hükmü getirdi. Bu hüküm ile münafıklara şayet sizlerde gerçekten affedilmek istiyorsanız ve mümin olduğunuzu ispat etmek istiyorsanız işte size bir fırsat; “Kendisini ıslah eden / ıslah etmek isteyen yaptığı yanlışı itiraf etsin ve yanlışın bedelini ödesin.” denilmiş oldu. 102-105- Peygamberin çağrısına uymayarak seferden geri kalma günahını işleyenlerden diğerleri (samimi müslüman olanlar) bu günahlarını açıkça itiraf ettiler. Onlar iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar. Allah’ın onların tevbelerini kabul etmesi umulur. Kuşkusuz Allah, kendisini ıslah edenlerin geçmişini bağışlayan / tevbesini kabul eden ve çok merhametli olandır. Mallarından vererek kendilerini temizleyip arındıracakları Sadakat Vergilerini onlardan (o tevbekar üç şahıstan) kabul et ve onlara dua et. / destek ol. Senin duan / desteğin onlara huzur ve sükûnet verir. Allah onların itiraflarını işiten ve pişmanlıklarını bilendir. Allah’ın kullarının tevbesini ve sadakat / bağlılık taleplerini geri çevirmeyeceğini (o tevbekarlar) bilmiyorlar mı? Hiç şüphesiz ki O, kendisini ıslah edenlerin tevbelerini kabul eden ve kullarına karşı çok merhametli olandır. De ki: “Ey Tevbekarlar! Çalışın! Çabalayın! / Hayırlı güzel eylemler yapın! Allah, Peygamberi ve müminler bu eylemlerinizi görecektir. Sonunda, gizli ve açık her şeyi bilen Allah’ın huzuruna varacaksınız. O yaptığınız eylemleri birer birer ortaya koyarak sizi hesaba çekecektir.”(Tevbe Suresi 102-105) 37.5. Münafıklara Ceza Verme Konusunda Acele Edilmemesi Eylemleri ve nifakları açığa çıkmış olan münafıklara da kendilerini düzeltmeleri için bir miktar daha süre tanındı. Nasıl olsa artık onlar eskisi gibi toplumda etkin olamayacaklardı. Zira onlar toplumdaki bütün statülerini yitirecekleri gibi toplumdan dışlanmaları onların toplumdaki bütün etkinliklerini kaybetmesine neden olacaktı. Ayrıca onlar artık isteseler de seferlerde yer alamayacaklardı. Onlar öldükten sonra ise cenaze namazları kılınmayacak, kabirlerine defin merasimine katılım yapılmayacaktı. Her ne kadar onlara hapis, idam vb. cezalar verilmesi bir süre ertelense de onların itibarsızlaştırılmaları onlara verilebilecek en büyük ceza olsa gerekti. Münafıklar mevcut tavırlarından vazgeçmedikleri sürece bu şekilde toplumsal dışlanma onlar için devam edecek ve dünya başlarına dar edilecekti. Ama tevbe edip samimi bir mümin olacak olurlarsa o zaman onların da bağışlanacakları bildirildi. Cenab-ı Hak, bu mesajıyla toplumu ıslah etmeyi murat ettiğini ve ilahi otoriteye şeklen de olsa boyun eğenler için hemen acele karar verilmemesi (devlet aklı) gerektiğini beyan etmiş oldu. 106. Seferden geri kalanların diğer kısmı (münafıklar kısmı) ise Allah'ın emrini bekleyecekler ve bu hallerini devam ettirirlerse azaba uğrayacaklar. Eğer tevbe ederlerse Allah tevbelerini kabul edecektir. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi 106) 37.6. Dirar Mescidinin Yıkılması Münafıkların sadece toplumdan dışlanması ve itibarsızlaştırması ile yetinilmemesi, onların faaliyetlerinin de engellenmesi gerekmektedir. Tebuk Seferi öncesi nifak faaliyetleri için merkez olarak kullandıkları Süveybin evi yıkılmıştı. Şimdi sıra onların yasal olarak kurdukları ve nifak faaliyetlerinin merkezi olacak mescidin yıkılmasına gelmişti. Bilindiği üzere Dırar Mescidi Ebu Amir b. Rahib’in ([1] ) emriyle kurulmuş ve yasal bir statüde faaliyet gösterecek, ancak İslam Cumhuriyeti’nin temelini dinamitleyecek illegal faaliyetleri yapmak amacıyla inşa edilmiş bir merkezdi. Ebu Amir, Bizans ve Gassan kuvvetleri ile Medine üzerine saldırmayı planlamış iken Medine’nin içeriden düşürülmesi için de bir nevi ihtilal merkezi olarak Dırar Mescidini kullanmayı amaçlamıştı. Kuba Mescidi yakınlarında inşa edilen Dırar Mescidi münafıkların yasal faaliyet merkezleri olacaktı. Yasallığını tescillemek için Hz.Muhammed’den@ orada namaz kıldırmasını rica etmişlerdi. Fakat Tebük Seferi sonrasında oranın masum ve yasal bir faaliyet merkezi olarak inşa edilmediği, tam aksine münafıkların illegal faaliyetlerini kamufle etmek için kullanacakları bir terör yuvası / ihtilal üssü olduğu ortaya çıkınca, Cenab-ı Hak, elçisine orayı tescil etmeyi reddetmesini emretti. Hz.Muhammed@ de münafıkların tescil isteklerini reddettiği gibi o mescidin yıkılıp yakılması için Malik b. Dühşum es-Sülemi ve Ma'n b. Adiyy adlı Sahabeleri görevlendirdi. Sülemi ve Adiyy yanlarında bir ekiple Dırar Mescidini yaktılar / yıktılar ve yerle bir ettiler. Böylece münafıkların yasal bir merkezde illegal faaliyet yapmalarına izin verilmemiş oldu. Münafıkların Hz.Muhammed’in@ kurduğu ve yükselttiği İslam Cumhuriyetini yıkma çabaları boşuna idi. Onların başarma şansları yoktu. Zira bunların çabalarının bir zemini yoktu. Bir hareketin başarılı olması için mutlaka toplumun yararına olan bir ideolojisi / dünya görüşünün olması şarttı. Onların böyle bir ideolojileri / dünya görüşleri / hedefleri yoktu. Hatta onların ideolojileri ve hedefleri halkı sömürmek, eski statülerini yeniden elde etmek gibi çürümüş ve halk tabanının artık onları istemediği ideolojilerdi. Artık geçerliliğini yitirmiş / toplumdaki meşruiyetlerini kaybetmiş bir ideolojiyi savunan münafıkların halkın yararını gözeten bir ideolojisi / hedefi / dünya görüşü olan Hz.Muhammed’in@ hareketine karşı başarı kazanmasının imkânı yoktu. Hz.Muhammed’in@ sağlam bir dünya görüşü üzerine inşa ettiği İslam Cumhuriyeti Merkezinin (Mescidi Nebinin) ilelebet payidar olacağı aşikârdı. Diğer taraftan nifak, darbe ve bozgunculukla yıkılmaya yüz tutmuş şirk sistemini canlandırmak için inşa edilmiş bir merkezin (Dırar Mescidinin) ömrünün fazla olmayacağı da apaçıktı. Bu hususu Cenab-ı Hak zemini çürük bir yere bina yapma ile zemini sağlam bir yere bina yapma metaforu kullanarak güzel bir benzetme ile anlattı; 107-110- Peygambere ve müminlere zarar vermek, inkârı / isyan ve darbeci hareketleri artırmak, müminlerin arasına nifak sokmak ve baştan beri Allah'a ve Peygamberine karşı savaşan o adamın (Ebu Amirin) isteği ile / isteğini gözetmek için o mescidi (Dırar mescidini) inşa edenler: “Bizim bunu yaparken iyilikten güzellikten başka bir amacımız yoktu” diyerek yeminler ettiler. Allah onların yalancı olduklarına bizzat şahittir. Bu nedenle asla o-mescide girme. İlk kurulduğu gün, takva temeli üzerine kurulan Mescidi ayakta tutmak daha layıktır. Orada kötülük, günah, pislik ve zulümlerden arınmayı seven erler vardır. Allah da böyle arınanları çok sever. Dinin / devletin binasını takva (Allah’ın emirlerine uymada hassasiyet gösterme) ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Onların inşa ettikleri bina (Dırar Mescidi), onların kalpleri parçalanıp ölünceye kadar onların yüreklerine nifak ve bozgunculuk veren bir kaynak olacaktı. Allah her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi 107-110) Dırar mescidinin yıktırılmasının “kutsallara saldırı yapılıyor” şeklinde münafıkların yapacakları tezvirata karşı Cenab-ı Hak müminleri örnek göstererek cevap verdi. Allah yolunda öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığı aldığını bildirerek münafıklara şu mesajları verdi; “Siz Allah yolunda / Allah’ın devletini / İslam Cumhuriyetinin Başkenti Medine’yi korumak için canınızı ve malınızı ortaya koymaktan geri duracaksınız, dahası düşmanla iş birliği yaparak ihanet edeceksiniz, müminler ise vatanlarını düşmandan korumak için canları ve malları ile çarpışacaklar ondan sonra da kalkıp kutsal bir mekâna saldırılıyor diye bas bas bağıracaksınız! Gerçekten samimi iseniz işte samimiyet üzere kurulmuş mescit! Faaliyet gösterecekseniz bu merkez size yeter! Siz de müminler gibi kendinizi ıslah edin, tevbe edin, Allaha yönelin, nefsinizi tezkiye edip İslam Cumhuriyetine sadakatle bağlanın ve Allah yolunda canla başla çalışıp çırpının. İyiliği emredip kötülükten sakındırın. Göstereceğiniz bu çabalarla dünyada cennet gibi bir yaşamı, ahirette de cenneti Cenab-ı Hak’tan satın alın.” 111-112- Allah, müminlerden onlara verilecek cennet karşılığında, canlarını ve mallarını satın almıştır. Zira onlar Allah yolunda savaşıp öldürür ve öldürülürler. Bu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da, O’nun (Allah’ın) üzerine aldığı hak olan vaadidir. Vaadine Allah'tan daha sadık olan kimdir? Öyleyse yaptığınız alışveriş ile sevinip birbirinizi müjdeleyin! İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. İşte bunlar; tevbe edip kendilerini ıslah eden, itaat eden, hamdedip yalnızca O’na yönelen, O’nun rızasını kazanmak için çırpınan / oruç tutan, rükû ve secde eden, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan ve Allah’ın koyduğu sınırları koruyanlardır. İşte sen bu müminleri müjdele. (Tevbe Suresi 111-112) 37.7. Münafıkların Lideri Abdullah b. Ubey’in Ölümü Abdullah bin Übey Tebük Seferine karşı olmasına rağmen söz konusu sefere iştirak etmişti ve seferden döndükten kısa bir süre sonra hastalandı. Hastalığının ölümcül olduğunu anlayınca Hz.Muhammed’i@ yanına çağırttı. Hz.Muhammed@ onun çağrısı üzerine yanına gitti ve bugüne kadar yaptığı nifak ve bozgunculuk günahlarını dile getirerek hiç olmazsa ömrünün son demlerinde Allah’tan bağışlanma dilemesini istedi. Fakat o hala nifakı üzerinde sabit durdu ve ölürken toplumdaki itibarının korunmasının derdine düştü. Bu amaçla peygamberimizden gömleğini vermesini ve cenaze namazını kıldırmasını ve mezarı başında Allah’ın kendisini affetmesi için dua etmesini istedi. O hala kendisinin ve münafık arkadaşlarının izledikleri yolun doğru olduğu düşüncesindeydi ve bunu bizzat Hz.Muhammed’in@ tescillemesi için bu taleplerde bulunuyordu. Şayet cenaze namazını Hz.Muhammed@ kıldırır ve defninde bulunurda onun için bağışlanma dilerse yaptıkları nifak eylemlerini meşrulaştırmış olacaktı. O ölüp giderken bile şirk düşüncesini asla aklından çıkarmamıştı. Yenilmiş olsa da topluma kendi meşruiyetini bizzat düşmanı eliyle sağlamaya çalışıyordu. ([2] ) Hz.Muhammed@ çok yumuşak huylu olması nedeniyle ölüm döşeğindeki Abdullah b. Übey’i kırmadı ve bağışlanma dileyeceğine söz verdi. Cenazesinde de bulunacak ve gömleğini de verecekti. Kısa bir süre sonra Abdullah b. Übey’in ölüm haberini oğlu Abdullah peygamberimize getirdi. Oğlu babasının vasiyeti ve peygamberimizin sözünü dile getirdi. Peygamberimiz hemen gömleğini babasının cenazesine giydirilmek üzere oğul Abdullah’a verdi. Aynı zamanda cenaze merasimine katılacağını da söyledi. Fakat Hz. Ömer peygamberimize “O münafığın bugüne kadar yaptıklarını dikkate almaksızın onun cenaze namazını nasıl kıldırırsınız?” diye onun cenaze merasimine katılmasını engellemeye çalıştı. Peygamberimiz söz verdiğini ve bu sözü yerine getirmesi gerektiğini söyleyince Hz. Ömer münafıkların cenazelerine katılmama ve kabri başında durmama konusunda Tevbe Suresinin 84. ayetini hatırlattı. Peygamberimiz ise o ayette geçen yasağın Tebük seferine katılmayan münafıklar için getirildiğini Abdullah bin Übey’in ise söz konusu sefere katıldığı için bu yasak kapsamında olmadığını belirtti. Ayrıca peygamberimiz münafıklar için bağışlanma dilenmesi (cenaze namazı bu kapsamdadır) hususunda Cenab-ı Hakk’ın kendisini 80. ayette belirtildiği üzere muhayyer bıraktığını belirtti. Hz. Ömer ile arasında geçen bu konuşmadan sonra peygamberimiz, Abdullah bin Übey’in cenazesini kıldırdı ve mezarına kadar törene katıldı. Peygamberimizin bu hareketi Abdullah bin Übey’in taraftarları arasında çok olumlu karşılandı ve kalpleri İslam Cumhuriyetine ve peygamberimize karşı yumuşadı. Özellikle Abdullah bin Übey’in oğlu Abdullah da bu iştirakten son derece memnun oldu. Eğer peygamberimiz cenazeye katılmayacak olsaydı Abdullah bin Übeyin oğlu muhaliflerin aşağılamasına muhatap olacaktı ve çok üzülecekti. Halbuki o, peygamberimize çok sadık samimi bir mümindi. Ayrıca Abdullah bin Übey’in ölmeden önce hedeflediği gibi münafık politikalarının meşruiyetinin tescillenmesi gerçekleşmediği gibi tam aksine münafıklar peygamberimize daha da yakınlaşmış oldular. Cenaze merasiminden sonra Cenab-ı Hak, Abdullah bin Übey gibi hareketleriyle inkarcılığı çok açık ve net olan kimseler için akrabaları bile olsa bağışlanma dilenmesi / cenaze namazının kılınması vb. müminlere yakışmadığını ve onlar için bağışlanma dilemenin yasak olduğunu bildirdi. Abdullah bin Übey’in açık bir karşıtlığını bilen Peygamberimizin cenazeye katılmasının ise O’nun verdiği bir söz için olduğunu Hz. İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi metaforu ile anlattı. Diğer taraftan küfrü açık olan kimse için bağışlanma dilemenin / cenazesine iştirak etmenin yasak oluşuna dair şimdiye kadar net bir hüküm bildirilmediğinden peygamberin ve müminlerin Abdullah bin Übey’in cenazesine iştirak etmelerinin günah sayılmayacağını da ifade etti. 113-116- Yakın akrabaları bile olsa, Peygamber ve müminler cehennemlik oldukları besbelli olan müşrikler için bağışlanma dileyemezler, bu onlara yakışmaz. İbrahim'in babası için Allah’tan bağışlanma dilemesi ise, sadece ona önceden verdiği sözünü yerine getirmek içindi. Fakat, babasının gerçekten Allah düşmanı olduğu kendisince iyice anlaşıldığı zaman, İbrahim ondan uzaklaştı. İbrahim gerçekten insanlar için yüreği yanan ve onlara karşı çok merhametli birisiydi. Allah, bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, onlara uymaları ve sakınmaları gereken her şey açıklanmadıkça (açıklanmamış, ya da henüz bilemedikleri konulardaki hatalarından dolayı) onları günahkâr saymaz. Kuşkusuz Allah her şeyi bilir. Şüphesiz ki göklerin ve yeryüzünün mutlak egemenlik ve hükümranlığı Allah'a aittir. O, diriltir / hayat verir ve öldürür. Sizin, Allah'tan başka veliniz / yöneticiniz / sahibiniz / dostunuz / kralınız ve yardımcınız yoktur. (Tevbe Suresi 113-116) 37.8. Sefere Çıkmayan Üç Müminin Affedilmeleri Sefere hazırlık talimatı verildiğinde seferden kaçmak için sudan mazeretlerle Hz.Muhammed’den@ izin isteyenler olmuştu. Hz.Muhammed@ izin isteyen münafıkların zaten işe yaramayacakları ve ayak bağı olacakları düşüncesiyle onlara hemen izin vermişti. Fakat O’nun böyle kolayca izin vermesi gerçekten münafık olmayan müminleri de etkilemişti. Bu nedenle Hz.Muhammed@ az daha çok önemli bir seferi tehlikeye atıyordu. Yapmış olduğu büyük bir stratejik hataydı. O, Cenab-ı Hakk’ın uyarısına muhatap olmuş ve hatasını anlamıştı. Bu yaptığı hatayı bir daha tekrar etmemek için tevbe etti ve Cenab-ı Hak elçisinin tevbesini kabul etti. Diğer taraftan müminlerde bu zorlu yolculuğa ve ucunda çok büyük tehlikeler barındıran sefere çıkma hususunda isteksiz davranmışlar ve Cenab-ı Hakk’ın uyarılarına muhatap olunca hemen hatalarını anlamışlardı. Bununla birlikte hatalarını anlamayan çok az sayıda mümin (üç kişi) de vardı. Onlar ise ancak seferden sonra ne kadar büyük bir hata işlediklerini anladılar ve tevbe ettiler. Ancak tevbelerinin kabul edilmesi için biraz bedel ödemeleri gerekiyordu. O bedeli ödedikten sonra Cenab-ı Hak onların da tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah tevbe edip kendini düzelten kullarına karşı çok merhametli ve onların kendilerini ıslah etmelerini çok sevendir. 117- Allah, (seferden geri kalmalarına izin verdiği için) Peygambere ve (münafıkların fitnelerine aldanarak) neredeyse kalpleri kayma noktasına gelen bazı Muhacirlere ve Ensar’a yanlışlarından dönme / tevbe etme imkanını verdi. O zorluk zamanında onlar sefere çıkmama konusundaki yanlış kararlarından hemen dönüp Peygambere tabi olarak sefere katılmaları nedeniyle Allah onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir. (Tevbe Suresi 117) Cenab-ı Hak, Tebük Seferine katılmayan ve suçlarını samimiyetle itiraf eden üç mümine bağışlanmaları için infakta bulunmalarını, hayırlı ameller yapmalarını ve tevbe istiğfar yapmalarını önermişti. Hz.Muhammed@ de tüm müminlerin bu üç mümin (Ka'b b. Malik, Murare b. Rebi ile Hilal b. Ümeyye) ile ilişkilerini kesmelerini emretmişti. Eşleri dahil hiçbir mümin bunlarla konuşmuyor, görüşmüyor ve alışverişte bulunmuyordu. Nasıl ki münafıklar mümin olduklarını iddia etmelerine rağmen en zor zamanlarda Hz.Muhammed’i@ ve müminleri yalnız bırakıyorlar ve ayrı olduklarını izhar ediyorlarsa Tebük imtihanında da münafıklarla aynı safa düşen bu müminlere ayrılığın ne olduğu gösterilmişti. Eşlerinin bile kendileri ile konuşmaması onlar için son derece ağır bir imtihandı. Hatta bu tecrit politikasını fırsat bilen Gassan emiri bu durumdan haberdar olunca acı ve sıkıntı çeken bu müminleri kendi yanına çekmek için girişimlerde bulunmuş ve Ka’b b.Malik’e mektup yazarak onların kendi safına geçmesini teklif etmişti. Fakat Ka’b bunun da bir imtihan olduğunu anlayıp asla ikinci bir hata yapmadı. Zira biliyordu ki Cenab-ı Hak, nasuh bir tevbe etmeleri halinde mutlaka bağışlanacağını bildirmişti. Onlar çile için öngörülen sürelerinin dolmasını sabırla beklediler. Sonunda tecrit politikasının ellinci günü bu üç mümin için bayram sevincini yaşayacakları gün oldu ve Cenab-ı Hak onların bağışlandıklarını bildirdi. 118- Allah (Tebuk) seferine çıkmayan o üç kişinin tevbelerini de kabul etti. Çünkü o derece bunalmışlardı ki, yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, nefisleri / vicdanları / içleri / kalpleri sıkıştıkça sıkılmıştı. Allah'tan başka hiçbir sığınaklarının olmadığını anlamışlardı. Bu hatalarından sonra, tekrar dosdoğru yaşantılarına dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Hiç şüphesiz ki Allah, kendisini ıslah edenlerin tevbelerini kabul eden ve merhameti bol olandır. (Tevbe Suresi 118) 37.9. Müminlere Stratejik Talimatlar ve Uyarılar Cenab-ı Hak, tevbeleri kabul edip müminleri affettikten sonra bundan böyle bir daha aynı hataya düşmemek için müminlere uyarılarda bulundu. Onlara Peygamberi / liderlerini asla yalnız bırakmamalarını daima O’nun yanında yer almalarını tembihledi. O’nu yalnız bırakmanın müminlere yakışmadığını bildirdi ki bu ikaz çok önemli stratejik talimattı. Adeta “O sizin için çalışıp çırpınırken, sizin saçınızın tek teline zarar gelmesini istemezken sizin onu yalnız bırakmanız olur mu? Ayrıca birlik / tevhit olmanın tek yolu liderin etrafında kenetlenmekten başka bir şey midir?” diye sorguladı. Cenab-ı Hak onlara liderlerinin / peygamberlerinin peşinden gittikleri takdirde pişman olmayacaklarını ve Allah yolunda yapılan sefer / savaş için gösterilen her türlü çabanın kayıt altına alındığı ve hem bu dünya da hem de ahirette mutlaka karşılığının verileceğini bildirdi. Sefere çıkmayanlar üzerinde bu kadar şiddetle durulunca, bundan sonraki seferler için yanlış anlama olmaması için herkesin sefere çıkmasının uygun olmadığı da belirtildi. Zira mücadele topyekûn olmalı ve savaşın sadece cephede değil cephe gerisinde de yapılacağı bildirildi. Bu emirle cephe gerisinde yapılması gereken mücadelenin terkedilmemesi gerektiği de ifade edilerek yanlış anlamaların önüne geçildi. Cenab-ı Hak müminlere “İslam Cumhuriyetinin sınırlarında yer alan düşmanları caydırmak ve İslam Cumhuriyetine karşı onların yüreklerinde korku yaratmak için onlarla savaşmaları gerektiğini” emretti. Düşmanların güçlü olmalarından korkmamalarını Allah’a sığınmalarını ve O’na sığınırlarsa yardıma mazhar olacaklarını bildirdi. Bu emir düşmanı sindirmek ve İslam topluluklarının güvenliğini sağlamak için son derece stratejik bir emirdi. 119-123-Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine itaat etmekte hassasiyet gösterin ve hep sadıklarla beraber olun. Medine halkına ve çevresindeki Bedevilere, Allah'ın Peygamberini yalnız bırakmak ve kendi canlarını onun canına tercih etmek yakışmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk ve açlıkla uzak diyarlara giderek kafirleri şaşırtmaları ve düşmanlarına karşı başarılar kazanmaları karşılığında, salih / tertemiz bir hayata ulaşacakları kesindir. Hiç şüphesiz ki Allah, iyilik ve güzellikler yapmak için çırpınanların mükafatını zayi etmez. Az olsun çok olsun Allah yolunda yaptıkları her harcama ve vadileri, tepeleri aşmak için attıkları her adım onların lehine kaydedilmiştir. Allah, onların bütün bu yaptıklarının mükafatını daha güzeliyle verecektir. Bütün bunlarla birlikte, savaş zamanı müminlerin hepsinin toptan savaşa çıkması doğru olmaz. Onların her kesiminden bir gurubun sıcak savaştan geri kalarak Dini / Devleti / Yönetimi / Hukuku derinlemesine öğrenmesi ve geri döndüklerinde sefere gidenleri uyarmaları / eğitmeleri daha uygun olacaktır. Böylece kötü şeylerin başlarına gelmesinden kendilerini daha iyi koruyacaklardır. Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan ve size saldıran inkarcılarla savaşın ki, sizi dirençli görüp caysınlar. İyi bilin ki Allah yalnızca, dosdoğru, tertemiz yaşayan, emirlerine uymada hassasiyet gösteren ve kendilerini savunan / muttakilerle beraberdir. (Tevbe Suresi 119-123) 37.10. Münafıklara Uyarılar Cenab-ı Hak, İslam Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana ne zaman zorlu bir mücadele / savaş ile karşı karşıya kalınırsa münafıkların bazılarının Hz.Muhammed’in@ ortaya koyduğu strateji / politikaya hep karşı çıktıklarını bildirdi. Onlar sadece savaşlardaki stratejilere değil aynı zamanda toplumsal sorunların çözümünde de peygamberimizin kendisine inzal edilen surelerin yol göstericiliğinde getirdiği politikaya / stratejiye sürekli muhalefet etmişlerdir. Sorunları çözmek için Cenab-ı Hakk’ın vahiyle bildirdiği her politikaya / stratejiye muhalefet eden münafıklar indirilen bu politika / strateji için her zaman halka güvensizlik telkin etmişlerdir. Onlar “şimdi bu politikaya / stratejiye /sureye güveniyor musunuz? Bu politikaya / stratejiye / sureye nasıl inanırsınız? Şimdi bu sure kapsamında indirilen politika / strateji hanginizin imanını / güvenini artırdı” diyerek mümin halkın Hz.Muhammed’in@ arkasından gitmesine engel olmak istemişlerdir. Ancak müminler Cenab-ı Hak tarafından inzal edilen surelerde belirlenen politika / stratejilere güvenlerinin tam olduğunu ifade etmişler ve sorunlarının başarı ile çözümleneceği umuduyla sevinmişlerdir. Sonunda da kazanan İlahi rehberlik sayesinde hep Hz.Muhammed’in@ stratejisi / politikası olmuştur. Onlar ise bu başarıları hep küçümsemiş ve alay etmişlerdir. Cenab-ı Hak, hemen her yıl bir ya da iki kere karşı karşıya kalınan zorlu mücadelelerde peygamberimize yol göstermek için gönderdiği sure kapsamındaki strateji / politika kazanmış olmasına rağmen münafıkların neden hala aynı tavırda ısrar ettiklerini ve asla ders almadıklarını ifade etti. 124-126- Ne zaman (müminlere) bir sure (ile bir politika / bir strateji) indirilse, münafıkların bazıları: “Bu sure (ile indirilen politika / strateji) hanginizin imanını / güvenini / inancını artırdı?” derler. Fakat bu sure (ile indirilen politika / strateji) müminlerin güvenlerini / imanlarını artırmıştır. Onlar, bu sure (ile indirilen politika / strateji) nedeniyle sevinçle birbirlerine müjde verirler. (Bu sureler ile indirilen politikalar / stratejiler) kalplerinde hastalık olanların küfürlerine küfür, günahlarına günah, hainliklerine hainlik katar ve böylece kafir olarak ölüp giderler. Görmüyorlar mı ki; onlar her yıl bir veya iki kere zorlu imtihandan geçiriliyor ve yaptıkları ihanetlerinin karşılığını azap olarak alıyorlar. Fakat buna rağmen ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar. (Tevbe Suresi 124-126) Hz.Muhammed’in@ kendisine inzal edilen sureler kapsamında ortaya koyduğu politikanın / stratejinin başarısız olması için münafıklar çeşitli entrikalar çevirdiler, düşmanla işbirliği yaptılar ve dost görünüp ihanet içerisinde oldular. Onların giriştikleri bu haince girişimlere rağmen Hz.Muhammed’in@ ortaya koyduğu strateji / politika üstün geldi. / başarılı oldu. Sonrasında ise münafıkların hainlikleri, çevirdikleri dolaplar ve gizli ilişkileri açığa çıktı. Elbette ki onların gizli planlarını Cenab-ı Hak elçisine bildirmekteydi. Peygamberimiz de onların bu gizli plan ve oyunlarına karşı oyunlar kurarak başarı sağlamaktaydı. Büyük gizlilik içinde oyun kuran münafıklar, planlarından Hz.Muhammed’in@ nasıl haberdar olunduğu konusundaki şaşkınlıklarını dile getirdiler ve kendi içlerinde bir casus olup olmadığını araştırdılar. / soruşturdular. Bütün gizlilikleri en iyi bilen Cenab-ı Hak, onlara kendi içlerinden gelen ve onların iyiliği için çalışan, onların başına gelen her türlü sıkıntı ve dertle dertlenen bir peygambere / lidere yardımcı olacaklarına, neden takoz olmaya çalıştıklarının anlaşılmaz olduğunu vurguladı. Sonunda şayet öğüt ve uyarılara kulak tıkar da Hz.Muhammed’e hala direnmeye / engel olmaya devam edecek olurlarsa, onu yalnız bırakırlarsa kendisinin ona yardım etmeye devam edeceğini belirtti. Egemenliğin Kendisine ait olduğunu ve olacağını bildirerek, akıllarını başlarına almaları istedi. 127-129- Ne zaman (Elçimizin stratejisini / politikasını içeren ve münafıkların planlarını deşifre eden) bir sure indirilse münafıklar şaşırarak: “Sizi takip eden, gözetleyip dinleyen birisi mi var?” diye birbirlerine bakarlar ve sonra da (hainliklerinin ortaya çıkması nedeniyle) sıvışıp giderler. Hakkı anlamaya / kavramaya yanaşmayan bir topluluk oldukları için, Allah onların kalplerini köreltmiştir. (Halbuki) Size içinizden gayet izzetli ve şerefli bir peygamber geldi. Sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir üstünüze titrer, müminlere gayet merhametli ve şefkatlidir. Buna rağmen onlar senden yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim. O büyük Arşın Rabbi, sahibi, koruyucusu ve hükümdarıdır.” (Tevbe Suresi 127-129) [1] )NOT: Ebu Amir, Mekke’nin fethine kadar Medine İslam Devletine karşı bütün önemli savaşlara katılmış, Mekke’nin fethinden sonra Suriye’ye kaçarak Bizansı Medine İslam Devletine karşı kışkırtan ve hristiyan bir Medineli idi. Abdullah b. Übeyin kuzeni olan Ebu Amir, Uhud Savaşında Mekkeli Müşriklerin tuzakladığı çukurları kazdıran ve o çukurların birisine Hz.Muhammedle birlikte çarpışarak düşen ve şehit olan Hz.Hanzala’nın da babası idi. [2] ) Not: Rivayetler bizi bu görüşe sevk etmektedir. Fakat bir insanın niyetinin ne olduğunu / kalbinden neleri geçirdiğini bilemeyiz. Bu nedenle Abdullah b. Übey’in peygamberimizden bağışlanma talebi, belki de çok samimi / içten bir talepti. En doğrusunu Allah bilir.

  • Bölüm 24:Hz.Muhammed'in Miracı | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 24 HZ.MUHAMMED’İN@ MİRACI Taif dönüşünde, Hz.Muhammed’de@ çok büyük bir moral çöküntü olmuştu. Mekke’ye girişi bile müşrik bir lider olan Mut’im b. Adiyy’in emanı aracılığı ile gerçekleşmişti. Taif girişimi Mekke’de öylesine menfi etki yaratmıştı ki peygamberimiz adeta el içine çıkamaz bir noktaya gelmişti. Zira hem kendi şehri aleyhine rakip bir toplulukla müttefiklik yapmaya çalışılmıştı, hem de bu girişim karşı tarafça çok şiddetli bir şekilde reddedilmişti. Müşrikler nezdinde bu hareket, büyük bir ihanetti. Peygamberimizin hüsranla neticelenen bu girişimi sonrasında Mekke müşrik ileri gelenleri gücünü göstermiş olmaktaydı. Zira Mekke'nin rakibi olmalarına rağmen Taifliler bile O’nun teklifini reddetmişlerdi. Mekkelilere göre Taiflilerin reddedişlerinin altında yatan neden Mekke’nin gücünden korkmalarıydı. Gelinen durum Hz.Muhammed@ açısından çok bunalımlı ve sıkıntılı bir durumdu. Mekke halkı artık O’nun yanında yer alamazdı. Kimse O’nu destekleme cesareti gösteremezdi. O böylesi sıkıntı ve bunalımlar içerisindeyken, ilâhi irade Resulünü cesaretlendirmeyi, kalbini güçlendirmeyi, endişelerini silmeyi ve tekrar mücadele etmesi için moral vermeyi murat etti. Cenab-ı Hak bu muradını gerçekleştirmek için elçisine bir Miraç / Yükseliş rüyası / görüntüsü / vizyonu / temaşası gösterdi. Peygamberimize gösterilen bu temaşa / rüya / görüntü / vizyon kendisi için hem yüksek bir moral hem bir strateji ve hem de bir uyarı niteliğinde olduğu gibi mümin ve müşrik muhatapları için de bir sınav niteliği arz ediyordu. Buhârî'de yer alan hadislere göre bir gece Hz. Muhammed@ Kabe’nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî'nin evinde) “uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken” kendisine Miraç rüyasında basamak basamak şunlar gösterilir; Cebrâil@ Hz.Muhammed’in@ yanına gelir ve göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadıktan sonra Burak denilen bir binek ile önce Beytül Makdis’e götürülür ve daha sonra göklere yükseltilir. O, bu yükselişi sırasında semanın birinci katında Hz.Âdem @, ikinci katında Hz.İsa @ ve Hz.Yahya @, üçüncü katında Hz.Yusuf @, dördüncü katında Hz.İdris @, beşinci katında Hz.Harun @, altıncı katında Hz.Musa @, yedinci katında ise Hz.İbrahim @ ile selamlaşır, tanışır ve görüşür. Semanın son katında ki “Sidretü'l-Müntehâ" (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre yaratılmışlarca bilinebilirlerin son sınırını gösterdiği kabul edilen hudut noktasının ötesine Cebrâil'in@ geçme imkanı olmadığı için Hz.Muhammed, Refref denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürür. Bu sırada kendisine evrenin sırları-işleyişi, varlığın kaderiyle hükümlerin tespiti için görevli meleklerin çalışmaları gösterilir. Daha sonra Kulun Rabbine selâm ve ihtiramını arz ettiği, Allah'ın da Peygamber'ine selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği "et-Tahiyyât" duasındaki diyalog gerçekleşir. Bu seyahat sırasında, içlerinden günahkâr olanlar -eğer affedilmezlerse- bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı Hz.Muhammed’e@ müjdelenir. Bakara suresinin “Âmene'r-resulü...” diye başlayan son iki ayetinin sırlarına mazhar olan ümmetinin köklü bir geçmişe dayanarak kazanacağı zaferinden sonra görevini yerine getirmenin mutluluğu ile Hz.Muhammed’in@ ümmetinden ayrılış / veda sahneleri ve ümmetine gösterdiği hedefin sahneleri gösterilir. Günde 50 (elli) vakit namazın Hz.Musa’nın @ Hz.Muhammed@ ile görüşmeleri sonucunda 5 (beş) vakte indirilmesi sahneleri gösterilir. Miraçdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterilir. Miraç yolculuğunun sonunda Hz.Muhammed@ semadan Kudüs'e indirilir, kendisini burada önceki peygamberlerin karşıladıkları ve O’nu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldıkları sahneler gösterilir. En sonunda Hz. Muhammed, Mekke'den ayrıldığı noktaya getirilir ve O bu rüyadan / temaşadan uyandığında Mescid’i Haram’dadır.(ya da Ümmühaninin evindedir.) Hz.Muhammed@ bu rüyayı gördüğü zaman, Rabbinin indinde son derece değerli bir statüde olduğunu, kendisine böylesi bir görüntü gösterilerek, ilâhi vaadin gerçekleşmesinin yakın olduğunun müjdelendiğini anladı. Gördüğü rüyayı temaşayı önce Ümmü Hani’ye anlattı ve daha sonra bunu Mekkelilere anlatmak istedi. Fakat Ebu Talip'in kızı Ümmü Hânî çok zayıf ve perişan bir pozisyonda olan peygamberimizin tevhidi dünya hareketinin yükseleceğine ilişkin işaretleri gösteren bu rüyanın Mekkelilere anlatılmasını uygun bulmadı; “Ey Allah’ın Resulü! Bunları insanlara anlatma! Onlar seninle alay ederler, seni yalanlarlar ve seni üzerler” dedi. Ancak Allah elçisi bu temaşayı anlatmakta kararlıydı. Doğruca Kabe’ye gitti ve o gece gördüklerini Mekkelilere anlattı. Hz.Muhammed’in @ gördüğü bu sembolik görüntülerin aslında ne anlam ifade ettiğini Mekkeliler hemen anladılar. Bu nedenle müşrik elebaşılar hemen alay etmeye başladılar. Peygamberimizin iyice kafayı yediğini, sıyırdığını ve büyülendiğini haykırdılar. Gelecek vizyonu olmayan / dar görüşlü müşrik elebaşılar açısından bakıldığında, peygamberimizin içinde bulunduğu şartlar altında onlar bu söylemlerinde haksızda sayılmazlardı. Zira peygamberimiz hem içerde hem dışarıda darbeler almış, her yerden kovulmuş, hiçbir topluluğun yanında yer edinememiş ve zavallı bir pozisyona düşmüş bir kimseydi. O bu pozisyonuna bakmadan “Hareketinin yükseleceği ve bütün din ve medeniyet sahibi toplulukları hakimiyetine alacağına ilişkin sembolik anlatımların kendisine gösterildiğini söyleyerek büyük bir iddia” da bulunuyordu. Mekke müşrik elebaşılarını hem şaşırtan, hem kızdıran ve hem de alay etmelerine sebep olan Hz.Muhammed’in@ rüyasındaki sembollerle ifade edilen sahnelerin detaylı anlamları şunlardı; 1- Hz.Muhammed’in@ rüyasında Burak’a bindirilip Beytül Makdis’e götürülmesi ve oradan Burak üzerinde semaya yükseltilmesi sahnesi; O’nun dolayısıyla hareketinin, yükselişi için her türlü araç, gereç ve vasıtanın kendisine tahsis edileceğine ve bu yükselişe Ehli Kitab kabilelerinin katılım ve desteklerinin sağlanacağına işaret etmekteydi. 2- Semanın çeşitli katmanlarında diğer peygamberlerle selamlaşıp, tanışması ve onlarla görüşmesi sonrasında ise hepsine imamlık yaparak namaz kıldırması sahnesi; Hz.Muhammed’in bütün din, mezhep ve kabilelerle karşılaşacağına, onlarla bütünleşeceğine, onları tevhit sisteminin bir parçası yapacağına ve onların liderliğini / imamlığını yapacağına işaret etmekteydi. 3- Hz.Muhammed’in@ rüyasında evrenin işleyişinin ve sırlarının gösterilmesi ve meleklerin vazifelerini ve işlerini nasıl yaptıklarının gösterilmesi; Kurulacak İslami sistemin de ilahi yasalar / doğa yasaları çerçevesinde işleyeceğine işaret etmekteydi. 4- Hz. Muhammed@ ile Cenab-ı Hakk’ın buluşması metaforunda “Ettahiyyatü” duasında belirtilen konuşmada Cenab-ı Hakk’ın elçisine salat etmesi / destek vermesi ifadelerinin yer aldığı sahne ise; Hz.Muhammed’in@ ve müminlerin Cenab-ı Hak tarafından destekleneceğinin bir işaretini gösteriyordu. Söz konusu buluşma metaforunda Hz.Muhammed@ Cenab-ı Hakkı tenzih ve tekbir eden ifadelerinin yer aldığı sahnede peygamberimizin ve bağlılarının Cenab-ı Hakk’ın öngördüğü sistemi kuracağının, bu sistemi uygulamada asla başka bir otorite tanımayacaklarının ve sadece Allah’ın yasaları çerçevesinde hareket edeceklerinin işaretini veriyordu. 5- Bakara Suresinin son iki ayetinin miraç sırasında nazil olması rivayetinin esası; Rivayetlerin bazılarında bu ayetlerin miraç sırasında nazil olduğu belirtilir. Fakat daha sahih rivayetlerde bu ayetlerin inzal edilişi Medine’de ve peygamberimizin son zamanlarındadır. Rivayetler aslında birbirini nakzetmez. Şöyle ki Miraçta Hz.Muhammed’in@ ve bağlılarının köklü tarihi bir geçmişe dayanarak yani gücünü kuvvetini ve dayanağını tarihteki elçilerin mücadelelerinden, geçmiş ilahi dinlerin kitaplarından ve Cenab-ı Hakk’ın seferber edeceği meleklerden alarak gerçekleştirecekleri mücadelenin sonunda zafere ulaşacağı ve peygamberimizden sonra da müminlerin Cenab-ı Hakk’ın yardımı ile bu davayı daha ileri götüreceklerinin yer aldığı sahnelerin gösterilmesi, sözkonusu bu iki ayetin ifadesidir. 6- Hz.Muhammed’e@ cehennemdekilerin gösterildiği sahne; İslami / tevhit sistemine karşı olanların çekecekleri ateş azabı aynı zamanda dünyada çekecekleri büyük acılara ve eziyetlere işaret etmektedir. 7- Hz.Muhammed’e@ cennetliklerin gösterildiği sahne; İslami / tevhit sisteminin destekçilerinin cennette yaşayacakları konfor, mutluluk ve zevkü sefa aynı zamanda bu dünyada yaşayacakları mutluluğa, müreffeh yaşama ve konfora işaret etmektedir. 8- Hz.Muhammed’in@ rüyasında yaptığı seyahat sırasında gösterilen sahnelerden Sidretül Müntehaya / son zirveye ulaştırılması ve diğer peygamberlerle Cebrail’in@ bu sınırlara yaklaşamaması sahnesi; Hz.Peygamberin ve müminlerin şimdiye kadar hiçbir peygamberin hiç bir liderin ulaşamadığı muhteşem bir medeniyete ulaşacaklarına işaret etmektedir. 9- Hz.Muhammed’in@ önce günde 50 vakit namaz ile mükellef kılınması fakat Hz.Musa’nın bu mükellefiyeti ümmetinin yapamayacağı uyarısı üzerine Cenab-ı Hakk’tan indirim yapmasını talep etmesi ile 5 vakte indirilmesi sahnelerinin yer aldığı metaforda ise Hz.Peygamberin bu mücadelesinde Hz.Musa’nın @ ümmeti olan Yahudilerin uygulayamadıkları çok ağır ibadet ritüellerini dikkate alarak Hz.Muhammed’in @ kendi ümmetine ibadetlerde kolaylıkları öngörmesi prensibine işaret edilir. Hz. Peygamberin Miraç rüyasını Mekkelilere anlatması aslında kendisinin Cenab-ı Hakka olan imanının / güveninin büyüklüğünü gösterir. Çünkü dikkat edilirse peygamberimizin içine düştüğü durum son derece vahim, son derece kötü ve ümitsiz bir pozisyonda idi. Boykot nedeniyle kendisini destekleyen Haşimoğulları ekonomik olarak neredeyse sıfırı tüketmiş, amcası Ebu Talip ve zevcesi Hz. Hatice vefat etmiş, Haşimoğulları koruma desteğini çekmiş, Taif siyaseti fiyaskoyla neticelenmiş, Dışarıda ise Rumlar İranlı 2. Hüsrev karşısında büyük bir yenilgi almışlar. İşte neredeyse bütün olumsuzlukların bir araya geldiği bir vasatta peygamberimizin Miraç rüyasını anlatması, Mekkeli müşrik elebaşılar nezdinde çok büyük bir alay konusu olmuştu. Miraç rüyasının herkesin alay konusu olmasından sonra peygamberimizi tasdik edenin sadece Hz. Ebu Bekir olması ve rivayetlerde diğer müminlerin adlarının bile geçmemiş olması, hatta Ümmü Hani’nin engel olmaya çalışmasına dikkat edilirse, Hz. Muhammed’in@ içinde bulunduğu durum çok vahimdir. Öylesine vahim bir durumdu ki bazı müminler artık dayanamadılar ve imtihanı kaybederek irtidat yolunu bile seçtiler. Miraç rüyasındaki sembolik görüntülerinin işaret ettiği hususların ([1] ) daha sonraki zamanlarda gerçekleştikten sonra apaçık bir mucize olduğu görülse de o görüntülerin gösterildiği vasatta bu ilahi müjdeye inanmak gerçekten çok zorlu bir imtihandı. Mekke’de Miraç olayından sonra peygamberimiz özellikle hac mevsimlerini değerlendirmeye çalışıyor ve Mekke dışından gelen kabilelerin ileri gelenleri ile müzakereler yapıyordu. O’nun bu süreçte aşağıdaki kabilelerle görüştüğü kayıtlara geçmiştir; 1- Kinde 2- Kelb 3- Beni Bekr 4- Beni El Bekka 5- Sa’lebe bin Ukabe 6- Beni Şeyban Bin Salebe 7- Beni Haris bin Kab 8- Beni Hanife 9- Beni Süleym 10- Beni Amir bin Sa’sa 11- Beni Abs 12- Beni Uzre 13- Gassan 14- Fezare 15- Beni Abdullah 16- Beni Muharip bin Hafse Yapılan görüşmeler birtakım sebeplerle sonuçsuz kaldı. Söz konusu sebeplerden bazıları şöyle sıralanabilir; Bazı kabile temsilcileri, Tevhidi dünya görüşü çerçevesinde bir devlet kurmaya muvaffak olunursa peygamberimizden sonra devlet başkanlığına kendi kabilelerinden birinin gelmesini şart koşmuşlardır, Bazı kabile temsilcileri, Kureyş’le aralarının bozulmasından korktuklarını beyan etmişlerdir, Bazı kabile reisleri, kendi halkına tam hâkim olamadıklarını dolayısıyla bu teklifi halklarına kabul ettiremeyecekleri endişesini taşıdıklarını beyan etmişlerdir, Bazı kabile temsilcileri, Sasanilerin / İran’ın baskısı nedeniyle Sasani / İran’ın işgaline maruz kalma tehlikesi ile yüzyüze gelmekten çekindiklerini beyan etmişlerdir, Bazı kabile temsilcileri ise peygamberimizin teklifini kendi içlerinde görüştükten sonra karar verebilecekleri gerekçesiyle görüşmelere gelecek yıl devam etme talebinde bulunmuşlardır, Bazı kabile temsilcileri ise peygamberimize karşı çok kötü davranmış ve teklifini reddetmişlerdir. Peygamberimizin yaptığı bu müzakerelerde kötü davranmayıp teklife sıcak bakmakla birlikte yukarıdaki birtakım gerekçelerle teklifi reddedenler aslında bir ümit de vermiş oluyorlardı. Sonunda Evs, Hazreç ve Medine Yahudilerinden hayırlı haberler geldi. Müttefiklik üzerine görüşme talebi gelmiş ve bir umut ışığı belirmişti. Her ne kadar az bir grup olsa da bu bile bir kapının aralanması idi. Daha önceki bölümlerde anlatıldığı üzere Nahle Vadisindeki konaklama esnasında Peygamberimizle görüşen ve O’ndan Kur’an dinleyerek hem peygamberimizin getirdiği sistemin ilkelerini öğrenen hem de O’nun içine düştüğü pozisyona şahid olarak iman eden ecnebiler / yabancılar arasındaki Yahudiler Medine’ye dönerek olayları kendi kabilelerine anlatmışlardı. Kendi dinlerinin prensipleri ile paralel olan yeni sistemin ilkelerini ve bu yeni sistemin peygamberini / liderini benimseyen bu kişiler, kendi kabilelerini de yeni sistemi kabul etmeye ve peygamberini de sahiplenmeye davet ettiler. Medine’de bu davet tartışılmaya başlanmıştı. Yahudiler bir peygamber zaten bekliyorlardı. Onların Hz.Süleyman @ zamanındaki gibi kendilerini tekrar şerefli, izzetli ve hakim bir konuma getirebilecek bir lidere / peygambere çok ihtiyaçları vardı. Ancak onların ileri gelenleri arasında bu görüşe sıcak bakmayan ve kurdukları düzenin alt üst olacağından endişe eden şahinler grubu da vardı. (Not: bu duruma daha sonra Bakara Suresinde değinilecek) Bu grubun derdi toplumlarını geliştirmek, büyütmek, şerefli ve izzetli hale getirmek değildir. Küçük de olsa sadece kendilerinin hâkim olduğu bir düzenin varlığı onlar için yeterliydi. Fakat geçmiş imparatorluk kültürü ile büyüyen bazı Yahudileri ve Ak saçlıları bundan vazgeçirmek mümkün görünmüyordu. Bu nedenle de Yahudilerin iman ehli olanları peygamberimize biat etme ve O’nu Medine’ye davet etme hususunda anlaşmaya vardılar. Nahle vadisindeki ecnebi topluluğunun çoğunluğunu oluşturan Medineli Araplar da peygamberimize sahiplenmeyi ve getirdiği tevhidi dünya görüşünü kabilelerinin ileri gelenleri ile paylaşmışlardı. Gerçi Evs ve Hazreç kabileleri arasından bazı kişiler kanlı Buas savaşından önce de peygamberimize iman etmiş ve savaşmak yerine aralarında bir barış yapılması için peygamberimizin önerdiği barış / İslam sistemini gündeme getirmişlerdi. Bunlar Suveyd bin Samit ve İyas bin Muaz idiler. ([2] ) Fakat onların ömürleri vefa etmediğinden bu husus sadece akıllarda kalmıştı. Şimdi Nahle vadisinde peygamberimizle görüşenler aynı konuyu kabilelerinin ileri gelenleri arasında tekrar gündeme getirmişlerdi. Peygamberimizin teklif ettiği tevhidi dünya görüşü etrafında bir barış / İslam topluluğu oluşturmaya onların şiddetle ihtiyaçları vardı. Zira her iki kabile birbiri ile sürekli savaş halindeydi ve en son yaptıkları kanlı Buas savaşında her iki kabile liderlerini ve çok değerli ileri gelenlerini kaybetmişlerdi. Her iki kabileyi de uçurumun eşiğine getiren bu savaşlara bir son vermek gerektiğini aklı başında olanlar artık çok kuvvetle seslendirmeye başlamışlardı. Artık bu anlamsız ve sonu gelmez savaşlar yerini barışa bırakmalıydı. Aksi takdirde yok olmak kaçınılmazdı. Şayet barış ile biraraya gelinecek olunursa bunun modeli nasıl olacaktı? Evsten bir siyasi lideri Hazreç kabul etmezdi, Hazreçten bir lideri de Evsliler kabul etmezdi. Yahudilerden bir lideri her iki Arap kabilesi de kabul etmezdi. O halde nasıl bir birlik ve barış tesis edeceklerdi? Görülüyordu ki Medine’nin barışa, birliğe, tevhide ve herkesin razı olacağı / herkesin kabul edebileceği bir liderliğe ihtiyaçları vardı. Fakat her iki kabilede de aynı Yahudi kabilelerde olduğu gibi şirk sisteminden faydalanan, gelişmeyi istemeyen şahin kesimler vardı. Onları bu görüşe razı etmek ya da zorunda bırakmak gerekiyordu. Ama önce bu niyetlerini gizli tutup peygamberimizle görüşmek ve onun fikrini almak daha akıllıca idi. Hatta belki de peygamberimizle pazarlık yapmak ve kendi içlerinden bazılarının tepkilerini önleyecek teminatları da almak gerekiyordu. Diğer taraftan Yahudi kabilelerin içerisindeki çalkantılara ve tartışmalara neden olan konu Evs ve Hazreç kabilelerinin de gündemine girmişti. Yahudiler peygamberimizi kendilerine lider olarak düşünebiliyorlarken kendileri neden bunu düşünmüyorlardı? Belki de onlardan daha önce akıl etmeliydiler bunu. Aklı başında olan Hazreçliler peygamberimizle biatleşmek üzere kendi aralarında anlaştılar. İlk fırsatta peygamberimizle görüşmeye karar verdiler. [1] ) NOT: Bilindiği üzere rüyalarda görülen olaylar gerçekte olacak olayların birebir aynısı olması gerekmez. Hakikatte olacak olaylar remiz ve sembollerle anlatılır. Hz. Yusuf’un gördüğü rüyada güneş, ay ve yıldızların kendisine secde etmesi sembolik bir anlatımdır. Sembolik anlatımın işaret ettiği hakikati gözardı edip rüyadaki sembolik anlatıma gerçek olarak dikkate alınırsa o zaman güneş, ay ve yıldızların Hz. Yusuf’a gerçekten secde ettiğine inanılması gerekir. Ama gerçek, rüyada görüldüğü gibi olmayıp işaret ettiği husus gerçektir. Yani Hz. Yusuf’un Mısır’a vezir olup babasının, annesinin, kardeşlerinin, .. kendisine itaat etmesidir. Benzer şekilde Hz. Yusuf’un hapis arkadaşlarının ve Mısır Kralının rüyalarında gördükleri olayların sembolik değilde literal olarak okunup değerlendirilecek olunursa yanlış olur. Fakat o olayların birer remizler / semboller olarak değerlendirilip işaret ettikleri olaylar dikkate alınırsa işte o işaret edilen / yorumlanan olaylar hakikattir ve gerçek olarak da tecelli etmiştir. (A.A) ) Taberi ve İbni Hişam ile İbni Sa’d dan nakledilmektedir.Kaynak. Mevdudinin Tevhid Mücadelesi

  • Bölüm 37:Müzakerelerin Duyurulması | Allahın Rehberliği

    BÖLÜM 37 MÜZAKERELERİN DUYURULMASI Akabe görüşmeleri ile Medine İslam Cumhuriyetinin anayasal ilkeleri üzerinde ve Devletin teşkilat alt yapısının kurulması hususunda bir hayli mesafe alınmıştı. Bu müzakereler sırasında Medine’den peygamberimize iman bağıyla bağlananların sayılarında da bir hayli artış sağlanmıştı. Özellikle Mus’ab b. Umeyr’in sahadaki çalışmaları meyvesini vermiş ve Medine’nin ileri gelenlerden de katılımlar gerçekleşmişti. Medine’nin diğer ileri gelenleri ise tabandan gelen tazyik karşısında bu oluşuma razı olmaktan başka çarelerinin olmadığı kanaatine varmaktaydı. Mekke’nin müşrik ileri gelenlerinde ise endişe başlamıştı. Zira onlar önceleri böyle bir oluşumu imkansız olarak görmüşlerdi. Onlar kimsenin peygamberimize prim vermeyeceğini düşünürlerken gelen istihbarat gelişmelerin hiç de öyle olmadığını gösteriyordu. Müzakerelerin gayet iyi gittiğinin, Medine’de yeni devletin teşkilatlandığının ve anlaşmaya ramak kaldığının bilgisi onları endişeye sevk etmişti. Durumun ciddiyetini kavrayan Mekke ileri gelenleri gelinen aşamayı değerlendirmek için bir toplantı yapmaya karar verdiler ve Dar’ün Nedve’de toplandılar. Yapılan toplantıda Hz.Muhammed’@ bu girişiminden vazgeçirmek için yeni ve çok kapsamlı bir teklif sunmaya karar verdiler. Bu teklifte ona krallık dahil çok büyük mal, servet, güzel kadın(lar) ve en yüksek paye / şeref verme karşılığında Medine ile sürdürdüğü müzakerelere son vermesini isteyeceklerdi. Hatta peygamberlik iddiasından vazgeçmesi için en meşhur ruhbilimci hekimler tarafndan tedavi edilmeyi kabul etmesini talep edeceklerdi. Onların yapacakları bu teklifte şirk öğretisi / sistemi ile yönetmesi kaydıyla Mekke’nin idaresinin peygamberimize verilmesi öngörülüyordu. Darün Nedve’de yapılan bu görüşmelerde belirlenen formüle uygun teklifi Hz.Muhammed’e@ sunması için sözcü olarak Utbe b. Rebia seçildi. Utbe b. Rebia hem siyasi derinliği olan hem de söz ustası olan bir şahsiyetti. Rivayetlere göre, Hz.Muhammed@ ile yapılan görüşmede Utbe önce övücü sözler söyledi. Sonra peygamberimizin getirdiği öğretinin ve onun mücadelesinin Mekke Yönetiminde yarattığı derin krizi dile getirdi. Bu kapsamda onun mevcut kurulu şirk sistemini ve değerlerini ayaklar altına alması nedeniyle Mekke’nin itibarının çevre kabileler ve devletler nezdinde beş paralık olduğunu söyledi. Hz.Muhammed’in@ davasından ve girişimlerinden vazgeçmesi için Dar’ün Nedve’nin kendisini Mekke’nin kralı, en zengini ve en ulusu yapmayı ve en ünlü ruhbilimcilere tedavi ettirmeyi kabul ettiklerini iletti. Bu teklifin kabul edilmemesi halinde ise Mekke Yönetiminin artık tahammüllerinin son noktasına geldiğini, davet ettiği şeyi bir daha duymak istemediklerini ifade etti. Artık safların iyice ayrıldığını, tevhit ideolojisini gerçekleştirmek için yapacağı tüm girişimlerin beyhude olacağını zira Mekke ileri gelenlerinin bu girişimleri sonuçsuz kılmak için ellerinden ne geliyorsa yapacaklarını ve sonunda işini bitirecekleri tehdidinde bulundu. Utbe b. Rebia’nın peygamberimize yaptığı bu tehditler artık yolun sonuna gelindiğini ifade ediyordu. Hz.Muhammed@, Utbe b. Rebi'a'nın bu tehditkar sözlerini hiç kesmeden sabırla sonuna kadar dinledi. Utbe b. Rebia’nın üst perdeden yaptığı bu konuşma ve tehditlere karşı o kendinden emin ve kararlı bir duruş sergiledi. Bu amaçla önce “konuşman bitti mi?” diye sormuş “evet” cevabın aldıktan sonra “ şimdi beni iyi dinle!” diyerek onun konuşmasında dile getirdiği tehditlere Fussilet Suresini okuyarak cevap verdi. Söz konusu sure ile verilen cevap, özetlenecek olursa Mekke müşriklerine artık bu tehditlere pabuç bırakılmayacağı, Hz.Muhammed’i@ durdurma konusunda iş işten geçtiği, Medine İslam Cumhuriyetinin alt yapısının kurulduğu, bu mücadelenin sonunda zaferin müminlerin olacağı ve müşriklerin perişan edileceği (büyük bir azapla karşı karşıya kalacağı) ifade edilir. İslam Devletinin teşkilat alt yapısının kurulduğunu kainatın yaratılışına dair metaforlarla anlatan ayetleri işiten Utbe b. Rebia, ihbar edilen hususlardaki ciddiyeti ve tehdide karşı kararlı bir duruşu görünce, iş işten geçtiğini anlamış ve çok korkmuştur. Öyle ki Utbe’nin korkusu peygamberimizin ağzını elleriyle kapayarak susturmaya çalışacak boyutlara kadar ulaşmıştır. O’nun “Akrabalığımızın aşkına yeter. Ne olursun sus!” sözleri korkusunu son derece açık ve net olarak ortaya koymaktadır. Utbe b. Rebia’yı böylesine korku ve telaşa sevk eden sözler / ayetler neyi anlatmaktaydı? Hz.Muhammed@, Fussilet Suresini okuduktan sonra Utbe’ye “teklif ve tehditlerinize karşılık cevabım budur! Bundan sonrasını siz bilirsiniz!” dedi. Utbe, bu sure ile öğrendiklerinden öylesine etkilendi ki, Darün Nedve’ye döndüğünde arkadaşları onun bu haline bakıp kendisinde çok büyük bir değişiklik olduğunu fark ettiler. Hatta Ebu Cehil onun da Hz.Muhammed’e@ iman etmiş olabileceği zannına kapılmıştı. Müşrik ileri gelenleri Utbe’den peygamberimizle yaptığı görüşmenin sonucunu anlatmasını isteyince o şunları anlattı; “Vallahi şimdiye kadar duymadığım sözleri / haberleri işitmiş bulunuyorum. Vallahi bunlar muhatabını büyüleyerek / etkileyerek kandırmak için söylenmiş sözler değildir. (bunlar kehanet ya da şiir değildir. Yani bu sözler/ haberler gerçektir, hakikattir.)” “Ey Kureyş! Gelin beni dinleyin. Bu adama engel olmayalım. İddia ettiği ideolojisi ve girişimlerine karışmayalım. O’nu serbest bırakalım. Yapacağını yapsın. Biz aradan çekilelim.” “Vallahi ondan duyduğum sözler çok büyük bir haber olacaktır. Şayet O girişiminde başarılı olamaz da Araplar onu öldürürse, biz elimizi vurmadan ondan kurtulmuş oluruz.” “Yok eğer O’nun iddia ettiği ideoloji Araplar tarafından benimsenir ve O onlara hakim olursa O’nun hakimiyeti sizin hakimiyetiniz ve O’nun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz olacaktır.” Utbe’nin bu sözlerine karşılık olarak Darun-Nedve’nin üyeleri “Vallahi o, seni de sözleriyle büyülemiş / kandırmış” dediler. Utbe ise onlara “Ben diyeceğimi dedim. Neyi istiyorsanız onu yapın” şeklinde cevap verdi. Bu diyalog göstermektedir ki Hz.Muhammed’in Utbe’ye okuduğu Fussilet Suresi ayetleri için o bunların daha önce hiç duymadığı sözler olduğunu ve bunların şiir ya da kehanet değil “Gerçek” olduğunu söylemektedir. Utbe b. Rebia daha önce hiç duymadığı sözler ile neyi kastetmektedir? Dahası bu sözlerin insanlarda yalancı bir algı yaratan / büyüleyici sözler değil de bir hakikat olması sonucuna götüren husus nedir? Utbe b. Rebia “Peygamberimize engel olunmaması ve O’nun Araplara hakim olabilirse büyük bir devlet / medeniyet inşa edeceği, böylece Kureyş’in de büyük bir kudrete ve şerefe kavuşabileceği” fikrine bu suredeki hangi mesajlar ile ulaşmaktadır? Utbe’nin sözlerine ve tavsiyelerine Dar’ün Nedve’de Velid b. Muğire de destek verdi. Fakat Ebu Cehil tavrını ortaya koyarak panik yapmayı gerektirecek bir durum olmadığını her şeyin kontrol altında olduğunu ifade etti. O Hz.Muhammed’in@ her şeyi abartılı anlatarak herkesi etkilemeye / büyülemeye çalıştığını gerçekte ise O’nun bahsettiği gelişmelerin olmasının imkansız olduğunu söyledi. Aslında Ebu Cehil’in akabe görüşmelerinden haberi vardı, fakat bu görüşmelerden Hz.Muhammed’in@ olumlu bir sonuç alacağına inanmıyordu. Zira kendi ülkesinde başarısız olmuş bir kişinin dışarıda kabul görmesini ‘imkansız’ olarak değerlendiriyordu. Ama gerçek öyle miydi? Elbette ki hayır! Zira yaklaşık 3-4 senedir yapılan müzakereler ve Mus’ab b. Umeyr’in sahada yaptığı çalışmalar meyvelerini vermiş ve Medine de İslam Devleti için Anayasa taslakları neredeyse tamamlanma aşamasına gelmişti. Kurulacak devlette nasıl bir hukuk uygulanacağı, devlet teşkilatının esasları, hizmet birimleri, makamlar, otoriteler ve bunlara ilişkin görev ve yetki tahsisatları belirlenmiş, bunların sorumlulukları tespit edilmişti. Kısaca Medine’de yeni kurulacak yönetime / devlete ilişkin neredeyse her şey belirlenmiş, iş bitirilmişti. Söz ustası Utbe bin Rebia, Peygamberimizin okuduğu Fussilet Suresinden bütün bu anlamları yakalamış ve paniğe kapılmıştır. Onun tüm korkusunun kaynağı kendisine okunan bu ayetlerin verdiği mesajda peygamberimizin artık karşılarına çıkabilecek ve kendileri ile savaşabilecek bir teşekkülün alt yapısını fark ettirmeden gerçekleştirmiş olmasıydı. Küçük gördükleri, önemsemedikleri, zayıf ve çaresiz gördükleri Hz.Muhammed’in aşama aşama / fasıl fasıl gerçekleştirilen toplantılar sonucunda kendilerine kafa tutacak bir güce ve organizasyona erişmesi Utbe bin Rebia’yı korkutmuş, onu şaşkına çevirmişti. Hz.Muhammed’in Fussilet Suresinde haber verdiği bu durum kendisini etkilemek / büyülemek için söylenmiş abartma sözler değil tamamen gerçekti. Artık peygamberimiz Mekke ile savaşacak bir devlete doğru gitmekteydi. İş sadece müzakerelerde mutabakata varılan hususların sonuçlandırılarak anlaşmaya dönüştürülmesine ve akabinde de Mekke’deki müminlerin ve peygamberimizin Medine’ye göç ederek vazifelerinin başına geçmesine kalmıştı. Tehlike çok yakındı ve onun haber verdiği azap tehdidini Utbe ilk defa gerçek olarak ensesinde hissetmişti. Fussilet Suresi, Mekkelilerin inkarları nedeniyle safların iyice ayrıldığını ve tarafların birbirine karşı elinden geleni ardına koymayacağını ifade eden ayetlerle konuya girerek müminlerin tercihleri ve yaptıkları nedeniyle çok büyük ödülle ödüllendirileceğini, müşriklerin akıbetlerinin ise çok feci olacağını “onların vay haline” diye belirtir. Rahman Rahim Allah Adına 1- 8- Hâ, Mîm. O Rahman ve Rahim’den muhteşem bir indiriliş! Bilen bir topluluk için ayetleri ayrıntılı olarak açıklanmış ve Arapça okunan bir kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak. Buna rağmen onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar kulak vermezler. (Bir de dönüp) “Kalplerimiz çağırdığın şeye kapalıdır, kulaklarımızda tıkalıdır, dahası aramızda aşılmaz bir engel vardır. Artık sen, yapabileceğini yap, biz de gerçekten yapıyoruz” dediler. De ki: “Ben sadece sizin gibi bir beşerim. Bana, ‘Sizin ilahınızın bir tek ilah olduğu’ vahyediliyor. Öyleyse O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin.” Şu müşriklerin vay haline! Onlar ki arınmak için ödenmesi gereken bedeli / zekâtı gönüllü olarak ödemezler, işte onlar evet onlardır ahireti inkâr edenler. Ama iman eden ve ıslah edici eylemlerde bulunanlara gelince; onları bitmez tükenmez bir ödül beklemektedir. (Fussilet Suresi 1-8) Hz.Muhammed@ Utbe b. Rebia’ya Medine’de bir yurt / ülke edinildiğini ve bunu engellemek için Mekkelilerin Medine’den gelenlere yönelik yaptıkları tüm tezvirat ve girişimlerinin boşa çıktığını, zira alemlere / toplumlara hakim olanın Allah olduğu hususu ve O’nun yeryüzünü iki günde yaratması metaforu kullanılarak anlatılır. 9 - De ki: “Siz arzı / yeryüzünü / ülkeyi iki günde yaratanı inkâr edip O’na karşı rakip güçler mi oluşturuyorsunuz? Halbuki O Alemlerin Rabbidir” (Fussilet Suresi 9) Sözkonusu ülkede (Medine’de) İlahi ideolojiye uygun olarak kurulacak İslam Cumhuriyetindeki toplumsal dengenin sağlanabilmesi için kabilelerin konumlarının ve otoritelerinin belirlendiği, çok bereketli olan bu ülkede geçim kaynaklarının ve üretim araçlarının taraflar arasında dengeli ve eşit bir şekilde paylaşımlarının yapıldığına işaret edilir. Sözkonusu işaret / ayet, yeryüzünde denge unsuru olarak dağların yaratılması, bereketlerin verilmesi, geçim kaynaklarının paylaştırılması ve bütün bu yaratmanın dört günde yaratılması şeklinde ifade edilir; 10- O, arz / yeryüzü / ülke üzerinde sarsılmaz dağlar / otoriteler / güçler yerleştirdi. Onu / Orayı verimli / bereketli kıldı. Ayrıca geçim-ihtiyaç araç ve kaynaklarını istekliler arasında eşit ve dengeli şekilde paylaştırdı. (Ve bütün bunları) dört günde gerçekleştirdi. (Fussilet Suresi 10) Daha sonra Medine’de kaos halinde bulunan yönetim / üst yapıya bir düzen getirerek kaostan kurtarmak için Medine’deki kabilelerin ileri gelenlerin (sema metaforu) ve toplumsal tabandaki etkin kişilerin (yeryüzü/ arz metaforu) ilahi sistemin öngördüğü yeni düzene davet edilmeleri ve onların da kendi arzuları ile yapılan davete icabet etmeleri, müteakip ayette kaos içerisindeki gökyüzünün ve yeryüzünün ilahi sisteme kendi istekleri ile boyun eğmeleri metaforu ile anlatılır. 11- Sonra duman / kaos halinde bulunan göğe / semaya / üst yapıya yöneldi de ona ve arza / yeryüzüne / alt yapıya “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. İkisi de “Biz isteyerek geldik” dediler. (Fussilet Suresi 11) Hz.Muhammed@, o zamana kadar gerçekleşen müzakerelerde Medine’de kurulacak İslam / Barış Cumhuriyetinin oluşumuna ilişkin olarak neler yapıldığını Utbe b. Rebia’ya tek tek anlatmaya devam etti. Yeni bir yönetim inşa edilmesi konusunda kendi istekleri ile gelen Medinelilerle gerçekleştirilen oturumlarda Anayasal Kurumlar belirlenmişti. Yedi kurum olarak belirlenen yönetim yapısında her kurumun görev ve fonksiyonları tespit edilmişti. Devlet Başkanına en yakın kurumsal yapıya Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer, Hz. Ali gibi en gözde, en parlak yıldız şahsiyetlerin yerleştirilmesi öngörülmüştü. Ayrıca bu toplantılarda yeni yönetimi korumak için bir güvenlik sistemi de teşekkül ettirilmişti. Bütün bunlar gökyüzünün yedi gök olarak tanzim edilmesi ve her gök katmanına görev ve fonksiyonlarının tevdi edilmesi, en yakın göğün yıldızlarla süslenmesi ve güvenlik duvarının oluşturulması metaforu kullanılarak aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir; 12-Böylece O (Allah), onları iki günde yedi gök katmanı / Anayasal Kurumları olmak üzere gerçekleştirdi ve her gök katmanına / Anayasal Kuruma kendi işini / görevini vahyetti / bildirdi. En yakın göğü / En önemli kurumu kandillerle süsledik ve bir güvenlik sistemi oluşturduk. İşte bu, Aziz, Alim’in takdiridir. / belirlemesidir. (Fussilet Suresi 12) Hz.Muhammed@ Utbe b. Rebia’nın şahsında tüm Mekkelileri tehdit etti. Onlar o zamana kadar inzal edilen ilahi öğretiye karşı çıkmış ve bu öğretiye dayalı İslami sistemi reddetmişlerdi. Fakat bu sistemin başka bir şehirde vücut bulmasına engel olamadılar. Şayet bundan sonra da bu karşı çıkışları devam edecek olursa Ad ve Semud kavimlerinin başına gelen yıkımların Mekkelilerin başına gelmesinin kaçınılmaz olduğu konusunda onlar 13. Ayette şöyle uyarıldılar; 13-Eğer hala inkâr ile karşı durmaya / yüz çevirmeye devam ederlerse de ki: “Ben sizi Ad ve Semud’un yıldırımının benzeri bir yıldırıma karşı uyarıyorum.” (Fussilet Suresi 13) Bu iki kavimden Ad kavmi tıpkı Mekkeliler gibi kendilerini yenilmez ve güçlü görüp kibirlenerek Allah’ın inzal ettiği ilahi öğretiyi tanımamışlardı. İlahi öğretiyi ve elçileri reddetmelerinin gerekçesi olarak da Allah’ın elçi olarak melekleri göndermesi gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Onların kendini beğenmiş bu tavır ve davranışlarına karşılık Cenab-ı Hak, onların üzerine felaket üstüne felaketler gönderdiğini ve onları bu dünyada rezil rüsvay ederek cezalandırdığını, ahirette ise çok daha rezil edici azapla cezalandırılacağını bildirerek Mekkelileri uyardı. 14-16- Allah’tan başkasına ibadet / kulluk etmemeleri için elçiler onlara her yönden yaklaştığı halde onlar; “Eğer Rabbimiz (bizden böyle bir şey) isteseydi, kesinlikle melekler indirirdi. Bu yüzden biz size gönderildiğini iddia ettiğiniz şeyleri inkâr ediyoruz” dediler. Onlardan Âd kavmi, yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamış ve; “Bizden daha güçlü, daha çetin kim var?” demişlerdi. Onlar şüphesiz kendilerini yaratan Allah’ın kendilerinden daha güçlü ve çetin olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı. Bu yüzden Biz de onlara bu dünya hayatında rezillik azabını tattırmak için o felaket yüklü / uğursuz günlerde dondurucu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise elbette daha çok rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez. (Fussilet Suresi 14-16) Semud kavminin takındığı sapık tavırda Mekkelilerin tavırlarıyla aynıdır. Bu nedenle Semud kavminin karşılaştığı azap ile Mekkelilerin karşılaşacakları azap aynı olacaktır. Bu azabın kaçınılmaz olarak gerçekleşeceğini Cenab-ı Hak şöyle bildirir; 17-Onlardan Semud kavmine de doğru yolu göstermemize rağmen onlar körlüğü / sapıklığı doğru yola tercih ettiler. Bunun üzerine kazandıkları şeyler sebebiyle alçaltıcı azabın yıldırımı onları da yakalayıverdi. (Fussilet Suresi 17) Utbe b. Rebia bu ayetler okunurken ilahi / sosyolojik yasaların Mekkeliler için tecelli edeceğini hissettiği için peygamberimizi susturmaya çalıştı. Onun susması için yalvardı. Fakat peygamberimiz sureyi okumaya devam etti. Yıkım azabından kurtulmanın tek yolunun kendisine inzal olunan ilahi sisteme iman ederek yanlış yapmaktan korunmak olduğunu aşağıdaki ayetle bildirdi. 18- Biz iman eden ve takvalı olan kimseleri kurtardık. (Fussilet Suresi 18) Hz.Muhammed@ müteakip ayetlerle kendisine karşı gelerek ilahi sistemi reddeden ve böylece Allah’a düşmanlık eden Mekkelilerin bir gün gelecek mutlaka mağlup olacaklarını ve tutuklanacaklarını daha sonra yargılanacaklarını ifade etti. Söz konusu ayetlerde hesap sorma zamanı gelince derileri gibi kendilerine yapışık yakın korumaların, gözleri mesabesindeki danışmanlarının, entelektüellerinin ve kulakları mesabesindeki istihbarat elemanlarının kendilerini satacağı iddia ediliyordu. Onların kendi aleyhlerine şahitlik yapacakları belirtiliyordu. Onların efendilerini asla satmayacaklarını sanmalarına rağmen o hesap gününün ve Cenab-ı Hakk’ın sisteminin azameti karşısında onların dillerinin çözüleceği ve yaptıkları her türlü pislik, yolsuz, zulümleri bülbül gibi bir bir anlatacakları ifade ediliyordu. Onların bu yanlış işleri yaparken kendilerini nasıl haklılaştırdıkları anlatılırken yaptıklarının kendilerini yıkıma götürdüğü dile getiriliyordu. Mekkeli müşriklerin gelecekte başına gelmesi mukadder olan bütün bu azap sahneleri, kıyamet sahneleri metaforundaki ayetler peygamberimizin ağzından Utbe b. Rebia’nın yüzüne okundu. Böylece onların sadece ahirette değil bu dünyada da benzer bir cezalandırmaya muhatap olacakları ifade edilmiş oldu. 19-24-Gün gelir Allah’ın düşmanları ateşe sürülmek üzere tutuklanırlar. Nihayet oraya geldiklerinde, onların kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları şeyler hakkında kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. / edecekler. Onlar kendi derilerine, “Niye aleyhimize şahitlik ettiniz?” diye çıkışacaklar. Onlar ise şöyle karşılık verecekler; “Her şeyi konuşturan Allah, bizi konuşturdu.” Sizi ilk defa O yarattı ve işte O’na döndürülmektesiniz. Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin ve derileriniz aleyhinize şahitlik yapmasından sakınmadınız. Üstelik yapmakta olduklarınızdan birçoğunun Allah’ın indinde makbul olduğuna inandınız. İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız, sizi yıkıma uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayanlardan oldunuz. Şimdi eğer onlar dayanabilirlerse dayansınlar bakalım onların konaklama yeri ateştir. Bundan sonra özür bildirseler bile onlar affedilmeyeceklerdir. (Fussilet Suresi 19-24) Mekkelilerin başlarına gelecek azabı haber veren ayetler, Utbe b. Rebia’ya okunduktan sonra onların şeytani karaktere sahip bazı müşrik arkadaşlarınca çevrelendikleri ve böylece onlara hakikati görmelerine mâni oldukları, dahası yaptıkları yanlışları ve kendilerini yıkıma / azaba götüren tavır ve davranışları iyi / güzel / doğru olarak gösterdikleri belirtilir. Şayet akıllarını başlarına almayacak olurlarsa gerek kendi yakın çevrelerinden gerekse kendilerine yabancı olan ancak tarihi anlatılardan öğrendikleri yıkımların benzeri akıbetin kendilerini beklediği uyarısı da yapılır. 25- Onların çevrelerine musallat ettiğimiz bir takım yakın arkadaşları onları öylesine çevrelediler ki onların geçmişlerini ve geleceklerini güzel gösterdiler. Böylece yerli olsun ecnebi olsun kendilerinden önce gelmiş geçmiş bütün toplumlar için geçerli olan “söz / kural / hüküm / kanun” onlar içinde uygulandı. Şüphesiz onlar, hüsrana uğrayanlar idiler. (Fussilet Suresi 25) Cenab-ı Hak, şeytani karaktere sahip müşrik ileri gelenlerin Mekke müşrik halkını nasıl çevrelediklerini müteakip ayette daha da açar. Onların Kur’an’ın çağrısına muhataplığını engellemek için bu çağrıya kulak verilmemesini, çağrıyı yapanlara karşı yaygara koparmalarını, gürültü yapmalarını ve şamata çıkararak onların mesajları düşünüp anlamalarını engelleyerek çevreleme yaptıklarını bildirir. Halkın hak ve hakikat mesajlarını idrak etmelerini engellemeyi de cahiliyenin en önemli algı operasyonu olan üstün gelmek, egemen olmak ve baskı kurmak güdüsünü kullanarak gerçekleştirdiklerine işaret eder. Şayet bu güdü ve hislerle hareket ederek hak ve hakikatten yüz çevirecek olurlarsa yarın çok geç olacağını belirtir. Azapla yüz yüze geldikleri zaman azaba uğramalarına sebep olan bu şeytan karakterli yakın arkadaşlarını ayaklarının altında ezmek için onları arayacaklarını ama iş işten geçmiş olacağına vurgu yapar. 26- 29- İnkârcılar; “Bu Kur’an’ı dinlemeyin! Onun hakkında yaygara koparın! Onları ancak böyle yaparak kontrol altına alabilirsiniz.” dediler. Bundan sonra inkârcılara mutlaka şiddetli bir azap tattıracağız ve yapmakta olduklarının en kötüsü ile karşılık vereceğiz. İşte bu, Allah düşmanlarının cezası; Ateş! Ayetlerimizi bile bile inkâr etmelerinin bir karşılığı olarak orası onların ebedi yurdu olacaktır. O inkarcılar; “Rabbimiz! Yerli ve ecnebi (tanıdık ve yabancı) her kim olursa olsun bizi doğru yoldan saptıranları bize göster. Onları en alçak / rezillerden kılmak için ayaklarımızın altına alalım” dediler. /diyecekler ([1] ) (Fussilet Suresi 26-29) Cenab-ı Hak, Fussilet Suresinin müteakip ayetleri ile kendisini yegâne rehber olarak seçen müminlere ise göndereceği ayetler / melekler ile yol göstereceğini onları hem bu dünya da hem de ahirette cennet yaşamına yönlendireceğini bildirir. 30-32- Şüphesiz, “Rabbimiz Allah’tır” diyerek istikamet üzere olanlara sürekli melekler iner ([2] ) ve onlara ; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve ahirette sizin velileriniziz / dostlarınızız. Orada Gafûr ve Rahîm olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı ve talep ettiğiniz her şey vardır.” derler. (Fussilet Suresi 30-32) Allah’a davet eden, ıslah edici güzel eylemlerde bulunan, kötülüğü engellemeye çalışanların ve bu uğurda başına gelenlere sabreden, kötülüklere ve zulme direnen kimselerin sonunda başarılı olacağı belirtilir. Onların iyi bir örneklik göstermeleri nedeniyle düşmanlarının bile teveccühlerini kazanacakları böylece bir süre sonra düşmanlarının da faziletli / erdemli olmayı, iyi insanlardan olmayı seçecekleri ([3] ) ifade edilir. Kötülüğü engelleme de sebat gösteren kişilerin bu eylemleri kendilerinin şahsi menfaatleri için değil büyük haz aldıkları için yaptıklarına işaret edilir. Şeytan tabiatlı insanların kendilerini engelleme hususunda mutlaka vesvese verecekleri vurgulanır fakat onların verecekleri vesveseden kurtulmak için Allah’a sığınılması öğütlenir. 33-36- Allah’a davet eden, ıslah edici eylemlerde bulunan ve “Ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önlersen düşmanların da sana candan dost olur. Buna (bu olgun davranışa) sabreden ve faziletli / erdemli düşünce ve davranıştan büyük haz duyandan başkası kavuşturulmaz. Fakat şeytandan sana kötü bir düşünce / vesvese mutlaka gelecektir. O takdirde hemen Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi işiten ve en iyi bilendir. (Fussilet Suresi 33-36) Utbe b. Rebia’nın peygamberimiz için “fitneci, ayrılıkçı, Mekke halkını birbirine düşürdün, anarşi çıkarttın” şeklindeki ifadelerine karşı Cenab-ı Hak şöyle cevap vermesini ister; “Asıl fitne, ayrılıkçı, bölücü olan ve ülkede anarşi yaratan sizin şirk sisteminizdir. Yaratılanlarda hiçbir kutsiyet olmamasına karşın siz onlara kutsiyet atfediyor ve onlara tapıyorsunuz. Halbuki onları yaratana kulluk ederseniz o tekdir. Dolayısıyla tek bir otoriteye kulluk ederseniz tevhidi sağlamış olursunuz. Böylece toplumda ikilikler, çokluklar ve bölünmeler çıkmaz. Kabileler birbiri ile çarpışmaz/ çekişmez. Siz ise Güneş ve Ayı kendilerine bayrak yapmış Roma, Mısır, Mezopotamya toplumlarının ideolojilerini benimsediniz. Sadece Allah’a kulluk etmek için Hz.İbrahim@ tarafından inşa edilen Kabe’yi ideolojilerini benimsediğiniz bu toplumların panteonlarına çevirdiniz. Her kabilenin bir putunu Kabe’ye yerleştirdiniz. Her kabileyi kendi başına buyruk yaptınız. Yönetimi kabile bazına indirgeyerek kabileler arasında rekabet, çatışma ve savaşların yolunu açtınız. Bu ülkede barış / İslam içerisinde yaşamak istiyorsak bu panteonları / putları yok etmemiz ve birliği, beraberliği, tevhidi sağlamamız kaçınılmazdır. Bütün kabilelerin bir araya geldiği ve tek merkeze bağlandığı bir yönetim bizim tek kurtuluş yolumuzdur. Can, mal, ırz, namus, ticaret, sosyal yaşam vb. emniyetimiz ancak hepimizi yaratan, kullarına karşı çok merhametli olan Allah’ın inzal ettiği ilahi ideolojiye bağlanmakla mümkündür.” 37- Gece, gündüz, Güneş ve Ay O’nun ayetlerindendir. Güneş’e ve Ay’a secde / itaat etmeyin. Eğer Allah’a kulluk yapacaksanız, sadece onları yaratan Allah’a secde / itaat edin. (Fussilet Suresi 37) Cenab-ı Hak, yapılacak bu davete Mekkelilerin kibirleri nedeniyle olumsuz cevap vermeleri halinde müminlerin toplumun huzuru, mutluluğu, birlik ve beraberliği ile barış içerisinde yaşayabilmesi için yılmadan çalışıp çabalayacağını ilan etmesini bildirir. Ayrıca müminlerin bu çabalarının sonuçsuz kalmayacağını, mutlaka başarıya eriştirileceği müjdesi, yağmurun susuzluktan kurumuş yeryüzünü nasıl kabartıp canlandırdığı metaforu ile verilir. Bu metafor ile aynı zamanda Medine’deki dirilişe de metafor yapılır. Yağmurun toprağa hayat vermesi gibi ilahi ideolojinin düştüğü Medine toprağına nasıl bir hayat getirdiğine işaret edilir. Birbirini kıran Medine toplumunun ilahi ideoloji ile nasıl tevhit olup diriltileceği Mekke müşriklerinin gözleri önüne getirilir. 38-39- Bu çağrıya karşı büyüklük taslarlarsa bilsinler ki, Rabbleri ile birlikte olan kişiler gece gündüz (her zaman) O’nun yolunda çalışır, çabalar, uğraşır, tesbih ederler; hem de hiç bıkıp usanmadan / yılmadan. Boynu bükük, kurumuş, solmuş olarak gördüğün yeryüzünün indirdiğimiz suyla titreyip kabarması / hareketlenip ayağa kalkması, O’nun ayetlerindendir. Onu dirilten ölüleri de elbette diriltir. Doğrusu O’nun gücü her şeye yeter. (Fussilet Suresi 38-39) Bu açık işaretlere rağmen ilahi ideolojiye dil uzatanların gelecekte kaçacak delik arayacakları ama saklanacak yer bulamayacakları, dünya ve ahirette acı bir azapla karşı karşıya kalacakları bildirilir. Diğer taraftan peygamberimizin safında yer alanların ise her iki cihanda da güven içerisinde olacakları belirtilir. Medinelilerle imzalanacak olan Anayasa / kitap / sözleşmenin müminlere geniş yetkilere haiz bir iktidar verdiği dolayısıyla yapılan tehditlerin havada kalmayacağı çok açık bir şekilde ortaya konulur. Medine’deki bu oluşumu engellemek için inkarcıların dahili ve harici, gizli ya da açık yapacakları her türlü girişimin başarısızlıkla sonuçlanacağı söylenir. 40-42- Ayetlerimize dil uzatanlar Bizden saklanamayacaklar. Şimdi söyleyin bakalım ateşe atılmak mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü tam bir güven içinde gelmek mi? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki O (Allah), yaptıklarınızı en iyi görendir. Kendilerine uyarı / zikir gelmesine rağmen onu inkâr edenler bunun sonucuna katlanacaklardır. Muhakkak ki o kudretli ve hükümran bir kitaptır / sözleşmedir. Onu hükümsüz / batıl kılmak için gizli veya açık yapılacak her türlü girişim boşa çıkacaktır. Zira o Hakîm ve Hamîd tarafından indirilmiştir. (Fussilet Suresi 40-42) Cenab-ı Hak, inkarcıların yeni oluşumu engelleyemeyeceklerinin gerekçesi olarak bu anayasal sözleşme hükümlerinin ilahi vahiyden / ilahi ideolojiden alınmasını gösterir. Bunu Hakim ve Hamid olan kendisi tarafından indirilmesi ile ifade eder. Devamında ise indirilen bu hükümlerin kimsenin bilmediği şeyler olmadığı daha önceki peygamberlere de bildirilmiş hususlar olduğu söylenir. Cenab-ı Hak kullarına karşı çok şefkatli ve merhametli olduğundan sürekli elçileri vasıtasıyla kullarını gittikleri yanlış yoldan döndürme konusunda ikaz etmektedir. Ancak bu ikazlara uymayanları çok acı bir azabın beklediğini de bildirir. 43-Sana söylenen, senden öncekilere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Muhakkak ki senin Rabbin, mağfiretin ve elîm azabın sahibidir. (Fussilet Suresi 43) Cenab-ı Hak, konuyu tekrar Mısır, Roma, Bizans, Pers ve Mezopotamya gibi yabancı ülkelerden ithal edilen şirk ideolojisinin toplum için ne kadar yanlış olduğunu bir başka açıdan ele alır. Şayet ilahi kitabın dili ve prensipleri itibariyle yabancı / ecnebi kaynaklı olsaydı Mekkeliler bu kez onun kendilerine yabancı olduğunu ileri sürerek reddedeceklerdi. Ama onların Kabe’ye yerleştirdikleri putlar ve şirk ideolojisi ecnebi / yabancı kaynaklı olmasına rağmen bunu hiç sorgulamamaktaydılar. Halbuki Hz.Muhammed’e@ gelen Kur’an’ın ihtiva ettiği öğreti Arap toplumuna en uygun, onların dilinde, açık, anlaşılır, bireysel ve toplumsal sorunlara en iyi çözümler getirmesine rağmen onlar bu öğretiye kulak tıkamaktadırlar. İnkarcılar bu hareketleri ile çok büyük bir çelişki içerisindedirler. 44- Şayet Biz onu yabancı dilde bir “Kur’an / çağrı” yapsaydık, onlar; “onun ayetleri neden apaçık ve anlaşılır değil? Arapça konuşan Arap toplumuna yabancı dilde bir hitap olur mu?” diyeceklerdi. De ki: “O (Kur’an), iman eden kimseler için bir rehber ve (bireysel ve toplumsal hastalıklar için) bir şifadır.” Fakat inkarcıların sanki kulaklarında bir ağırlık var olduğu için O (Kur’an) onlara kapalıdır. Veya sanki kendilerine çok uzak bir yerden sesleniliyormuş gibi onlar bu çağrıyı işitmiyor ve anlamıyorlar. (Fussilet Suresi 44) Hz.Muhammed@ Medine İslam Cumhuriyetinin teşkilatlanma sürecindeki gelişmelere ilişkin Fussilet Suresinin yukarıdaki ayetlerini Utbe b. Rebia’ya okuduktan sonra sıra bu devletin ne zaman faaliyete geçeceği ve böylece Mekke’nin kıyametinin ne zaman kopacağına ilişkin haberleri anlatmaya gelmişti. Mekkeliler biliyorlardı ki yeni oluşuma Medine’deki Yahudi kabileleri taş koyuyorlardı. Onların Medine’deki Yahudi kabileleri ileri gelenlerinden aldıkları bilgilere bakılırsa peygamberimizin Mus’ab b. Umeyr eliyle gerçekleştirmeye çalıştığı teşkilatlanmaya Yahudi kabileler katılmak istemiyorlardı. Bu nedenle onları bu oluşuma katılmaya ikna etmek için görüşmeler devam ediyordu. Cenab-ı Hak, Medine Yahudilerinin bu oluşum hususundaki tereddütlerinin giderilmesi için ikna sürecinin devam ettiğini bildirirken, onların kendi kitaplarında bile ihtilaf ettiklerini bu nedenle ikna sürecinin zorlu geçeceğine değinerek akabe görüşmelerinde onların ikna edilmeleri için belirli bir süre öngörülmüş olduğunu vurgular. Diğer taraftan şayet onlar da bu birliğe / tevhide gelirlerse kendi iyilikleri için gelmiş olacakları, yok eğer karşı dururlarsa o takdirde de kendi aleyhlerine davranmış olacaklarına değinilir. 45-46-Doğrusu Biz Musa’ya da kitap vermiştik. Onun hakkında bile ihtilaf edilmişti. Eğer Rabbin tarafından daha önce konulmuş kesin bir söz olmasaydı, haklarında hüküm hemen verilirdi. Fakat onlar, bundan (Kitaptan / Anayasadan) şüpheci bir şekk / tereddüt içindedirler. Her kim iyilik / ıslah etme yolunu tutarsa, kendi lehinedir. Kim de bir kötülük yolunu tutarsa, kendi aleyhinedir. Senin Rabbin kullarına zulmedici değildir. (Fussilet Suresi 45-46) Bu konuda Medine Yahudilerinin tereddütleri giderilince Medine İslam Cumhuriyeti için anayasa sözleşmesi imzalanmasının önünde herhangi bir engel kalmayacağı, ancak bunun zamanı konusunda herhangi şey söylenemeyeceği, bunu ancak Allah’ın bilebileceği müteakip ayetlerde bildirilir. Medine İslam Cumhuriyetinin kurulmasının Mekkeliler için bir kıyamet olacağı ve tıpkı kozmik kıyametin saatinin ancak Allah tarafından bilinmesi gibi Mekke’nin toplumsal kıyamet saatinin da yine ancak Allah tarafından bilineceği ifade edilir. Diğer taraftan kâinatta her türlü oluşumun Allah’ın bilgisi dışında gerçekleşemeyeceği hususu ‘tomurcukların çiçek açmasının, dişilerin gebe kalması ve doğurmasının O’nun bilgisi dışında gerçekleşmeyeceği’ ifadeleri ile dile getirilir. Anayasal sözleşme imzalanıp Medine İslam Cumhuriyeti kurulduktan sonra Mekkeli müşriklerin vay haline! Cenab-ı Hak, Mekkeli müşriklerin o zaman kaçacak delik arayacaklarını, şirk sisteminin otoritelerinin / ortaklarının ise sıvışıp gideceklerini söyler. Onların Mekke müşrik halkını yalnız bırakacaklarını müteakip ayetlerde ahiret sahneleri ile anlatır. O zaman geldiğinde inkarcılara “Hadi bakalım! Şimdide şirk koşun bakalım!” denileceği fakat onların gücü görünce zelil bir şekilde şirk koşmaktan vaz geçecekleri ve huzura çıkıp büyük bir saygı ile sadece Allah’a ve O’nun ilahi sistemine boyun eğecekleri yönündeki beyan sahnelerine müteakip ayetlerde yer verilir. 47-48- Saat konusundaki bilgiyi ancak Allah bilir. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. O saat geldiğinde ise O (Allah), onlara; “Hani nerede Benim sözde ortaklarım? / Hadi şimdi de şirk koşun bakalım” diye çıkışacak, onlar; “Sana ortak koşma hususunda içimizden hiçbir kimse artık şehadet etmeyecektir. Arz ederiz.” diyecekler. Çünkü o zamana kadar taptıkları / boyun eğdikleri / itaat ettikleri otoriteler onları yalnız bırakıp ortadan kaybolduğundan onların kaçıp sığınacak bir yerleri kalmadığını iyiden iyiye anlamış olacaklardır. (Fussilet Suresi 47-48) Cenab-ı Hak, Mekkeli müşriklere bunun nasıl olacağını da müteakip ayetlerde ihbar eder. Hz.Muhammed’in@ ağzından bu mesajları alan Utbe b. Rebia artık iyice renkten renge girmeye başlamıştır. Bu son ihbar mesajları ile Mekke Yönetiminin kıyametinin nasıl gerçekleşeceği ona şöyle bildirilir; “Ey Mekkeliler! Siz malı çok seviyorsunuz ve sürekli mal / hayır edinmek istiyorsunuz. Fakat bir felaket / sıkıntı başınıza geldiği zamanda hemen ümitsizliğe kapılıyorsunuz. Sıkıntıya karşı göğüs germeyi / tahammülü hiç istemiyorsunuz. Ekonominizin sürekli iyi gitmesini bekliyorsunuz. Şayet ekonominiz kötüye giderse o takdirde hemen yönetiminizi eleştiriyor ve feryat figan ediyorsunuz. İşte sizin zayıf noktanız burası. Bu kötü karakteriniz sizin aynı zamanda sonunuzu hazırlayacak. Göreceksiniz Medine İslam Cumhuriyeti kurulduğunda sizin ekonominizi felç edeceğiz. Böylece Mekke Yönetimi aciz kalacak ve halkta bu sıkıntılar nedeniyle şirk sistemi ve yönetimi hakkında desteklerini gözden geçirecekler. Bir süre sonra da fethin kapıları bu yolla açılacak. Fakat sizler kendinizi çok değerli görüyorsunuz. Kureyş’in diğer kabileler nezdinde ‘Ehlullah’ adıyla anılması ile kendinizin çok büyük bir değere sahip olduğunu düşünüyorsunuz. Bu nedenle Medine İslam Cumhuriyeti kurulduğunda ekonomik çıkarlarınıza herhangi bir zarar veremeyeceğimizi sanıyorsunuz. Sizlere dokunamayacağımızı ya da sizlerin Arap yarımadası ölçeğindeki itibarlı pozisyonunuz nedeniyle dokunulmazlığınızın olduğunu ve kimsenin size dokunamayacağını sanıyorsunuz. Medine İslam Cumhuriyeti kurulsa bile onların da sizlere hizmet edeceğini ve sizlere çok güzel nimetler, ekonomik kazançlar sunacağını düşünüyorsunuz. Bunların sizin ‘Ehlullah’ olmanız ve Kabe’nin ev sahipliğini yapmanız nedeniyle hakkınız olduğunu vehmediyorsunuz. Sizlerin haddini bilmez derecede kendinizi beğenmeniz o kadar ileriki -her ne kadar inanmasanız da- şayet kozmik kıyamet olursa Allah’ın o zaman da sizlere bol nimetler sunacağını iddia ediyorsunuz. Siz kendinizi ne zannediyorsunuz? Değil nimetlerin size bol bol sunulması, tam aksine, sizler perişan edileceksiniz! Sizin kuzey ve doğu eksenindeki hatta güney yönündeki ticaretinize sekte vurulacak ve yaptığınız kötü amellerinizin hesabını bir bir vereceksiniz. Zaman zaman sizlere iyi davranılıp ekonomik olarak biraz rahatlama imkanı verilecek ancak siz hemen yan çizecek ve tekrar hainlik yapacaksınız. Ancak o zaman da sizlere tekrar ekonomik yaptırımlar uygulanacak ve sizler o zaman diz çöküp yalvaracak, yakaracak ve yaltaklanacaksınız.” 49-51- (Mekkeli müşrik) insan ([4] ), daima mal mülk ve zenginlik ister fakat başına bir felaket / şer / sıkıntı gelmeye görsün hemen ümitsizliğe kapılır, yıkılır. Şayet kendisine dokunan bu sıkıntıyı giderip tarafımızdan bir rahmet/ nimet tattıracak olursak, o zaman da “Bu benim hakkımdır / başarımdır. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet kıyamet koparda Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz benim için o zaman da Rabbimin nezdinde güzellikler olacağından eminim.” diyecek. Fakat tam tersine biz o zaman inkarcıların yüzlerine karşı işledikleri suçları bir bir okuyacağız ve sonunda onları şiddetli bir azapla cezalandıracağız. Şayet Biz o Mekkeli müşrik insana o zaman nimet verecek olursak o nankörlük yapacak, bizden yüz çevirecek ve yan çizecektir. Fakat ona kötü davranılacak olursa o takdirde de bize yalvarıp, yakarıp, yaltaklanıp duracaktır. (Fussilet Suresi 49-51) Cenab-ı Hak, onları böyle bir akıbetin beklemesinin sebebi olarak kendisinin onların iyiliğini istemesine rağmen onların bunu reddetmeleri olduğunun bildirilmesini ister. İlave olarak başlarına gelecek felaketlerden korumak ve onları iyiye, güzele ve doğruya iletmek isteyene karşı inkâr tutumu takınmanın ne kadar büyük bir sapıklık, aymazlık ve aptallık olduğunun yüzlerine haykırılmasını da ister. 52- De ki; “Gördünüz mü? (Hiç düşünmüyor musunuz?) Allah katından olan o Kur’an’ı siz inkâr etmişseniz eğer, böyle bir durumda, hak ve hakikatten bu kadar uzak düşmüş birinden daha sapık kim olabilir?” (Fussilet Suresi 52) Fakat Cenab-ı Hak, onların inkarlarının ve ilahi öğretiye uygun barış / İslam sisteminin kurulmasını engelleme çabalarının başarılı olamayacağını surenin son ayetlerinde bildirir. Onların tereddüt ettikleri ve asla inanmak istemedikleri İslam / barış sisteminin gerçekleşmesinin kaçınılmaz oluşunu herkesin bir gün yüzünü Rabbe dönmesi şeklinde ifade eder. Vakit geldiği zaman gerek Mekke’de ve gerekse de Mekke çevresini kapsayan tüm bölgelerde kendisinin vaad ettiği zaferi müminlere nasib edeceğini bildirir. Mekkeli müşriklerin hepsinin de bu zafere şahit olacaklarını dahası o gün şimdi reddettikleri bu ilahi öğretiye dayalı İslam / barış sisteminin hak olduğunu kendi nefislerinin de kabul edeceği ifade edilir. Cenab-ı Hak bu hususa kendisinin bizzat şehadet ettiğini / destek verdiğini ve bu şahitliğin/ desteğin Resul için (dolayısıyla müminler için) yeterli olduğunu bildirir. 53-54- Gerçek şu ki vakti gelince o Mekkeli müşrik insana Mekke’de / enfüste ve Mekke’nin çevresinde / afakta müminlere zafer vererek vaadimizin hak olduğunu apaçık göstereceğiz. Rabbinin şahitliği sana yeter. İyi Bilin ki, gerçekten onlar Rablerine dönme hususunda bir tereddüt yaşamaktadırlar. Ve yine iyi bilin ki O (Allah), her şeyi kuşatmıştır. (Fussilet Suresi 53-54) Hz.Muhammed’in@ bu sureyi okumasından sonra Utbe b. Rebia’nın yüzü sap sarı kesilir, rengi solar ve kendisini bekleyen Mekke müşrik ileri gelenlerinin yanına perişan bir vaziyette döner. Onların Utbe’nin bu haline bakarak “herhalde o da Muhammed’e iman etti” demelerine sebep olan işte bu mesajlardır. Yine bu bölümün başında zikredildiği gibi Utbe b. Rebia’nın kendi yandaşlarına aşağıdaki sözleri söylemesine sebep olan mesajlar bu mesajlardır; “Ey Kureyş! Gelin beni dinleyin. Bu adama engel olmayalım. İddia ettiği ideolojisi ve girişimlerine karışmayalım. O’nu serbest bırakalım. Yapacağını yapsın. Biz aradan çekilelim. Vallahi ondan duyduğum sözler çok büyük bir haber olacaktır. Şayet O girişiminde başarılı olamaz da Araplar onu öldürürse, biz elimizi vurmadan ondan kurtulmuş oluruz. Yok eğer O’nun iddia ettiği ideoloji Araplar tarafından benimsenir ve Onun tarafından onlara hakim olursa O’nun hakimiyeti sizin hakimiyetiniz ve O’nun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz olacaktır.” Artık Mekkeliler durumun vehametini öğrenmişlerdir. Resulü Ekrem’in Medine’de çok büyük bir ilerleme kaydettiğine vakıf olmuşlardır. Ancak onlar yine de Ebu Cehil’in etkisinden kurtulamazlar ve onun rehberliğinde ilahi sistemi engellemek için ellerinden ne geliyorsa yapma hususunda ant içerler. [1] ) Not: burada bir ihbar var! Peygamberimizin Hudeybiye anlaşmasından sonra güçlenmesi, meşru ve geleceği çok parlak bir devlete gittiğini gören Mekke Müşriklerinin oğullarının yani yeni neslin eskileri çiğneyip müslüman olacaklarının ihbarı daha Mekke’de iken yapılır. (A.A) [2] ) NOT: “... onlara sürekli melekler iner” ayetinde geçen “meleklerin inmesi” ifadesi, Kur’an ayetlerinin sürekli müminlerin hatırına geldiği, Kur’an ayetlerinin hep hatırlarında olduğu anlamındadır. Kur’an ayetleri insanlara müjdeler getirir. Bu durumdaki insanlar, Rabbimizin müjde ayetlerini hatırlarlar ve mutlu olurlar. İstikamet üzere bulunan ve Allah’tan başka Rabb edinmeyenler, Kur’an’daki bu nimetlere nail olurlar. Ayetlerin onların ezberlerinde olmaları da şart değildir; Rabbimiz o anda onlara hatırlatır, öğretir, onları motive eder. (A.A) [3] )Not: Gelecekte Mekkeli müşrik insanların uyanacağı ve şeytani karakterli müşrik önderlerini dinlemeyip iman edeceği ihbar ediliyor. Yeter ki müminler kendilerine yapılan kötülükleri güzel bir şekilde savuştursunlar ve sebat etsinler. (A.A) [4] )Not: Buradaki muhtap insan her ne kadar Mekke müşrikleri de olsa genel olarak onların konumundaki ve onların kötü karakterindeki diğer insanların da genel karakterlerini yansıtır. Cenab-ı Hakk, bizlere bu vasıftaki insanların bu kötü karakterlerinin o toplumun / o yönetimin sonunu hazırlayan faktörler olduğunu bizlere öğretir. Aynı zamanda bu karakterdeki düşman toplumlarının zaaflarından yararlanarak onların yönetiminin acze nasıl düşürüleceği konusunda bizlere strateji öğretmektedir. (A.A)

© 2022 AAYDIN

bottom of page